Suriye devleti tehlikede

Tehlikenin başlıca sebeplerinden biri silahlı örgütler.

Görsel: Nash Weerasekera
Görsel: Nash Weerasekera
TT

Suriye devleti tehlikede

Görsel: Nash Weerasekera
Görsel: Nash Weerasekera

Hayid Hayid

Suriye rejimi Mart 2020’de, pek çok bölgeyi muhalif güçlerden geri alarak ülkenin büyük bölümü üzerindeki kontrolünü teyit etmişti. Büyük oranda İran’ın ve Rusya’nın desteğiyle gerçekleşen bu askerî başarı, Esed’in iktidarını sağlamlaştırdı ve onu, muhalifleri tarafından tamamen devrilmekten kurtardı.

Ancak rejim, topraklar üzerinde tam kontrol sağlayamadı. Nitekim Suriye topraklarının yaklaşık yüzde 30 ila 35’i diğer silahlı grupların hükmü altında kaldı. Mesela kuzeybatıda Heyetu Tahrir’uş Şam (HTŞ) ve askerî ve idari olarak Türkiye tarafından desteklenen Suriye Milli Ordusu (SMO) hüküm sürerken, Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) de kuzeydoğu bölgesini yönetiyor.  

Düzensiz silahlı örgütlerin varlığı, bu bölgelerle de sınırlı değil. Nitekim çok sayıda milis, Suriye rejiminin kontrolündeki bölgelerde faaliyeti sürdürüyor. Bunlardan Ulusal Savunma Güçleri gibi bazıları, güvenlik ve askerî kurumlarla iş birliği yaparken, eski ‘isyancı güçler’ ve yerel Dürzi silahlı gruplar gibi bazıları da bir ölçüde bağımsız faaliyet yürütüyor.

Buna ek olarak Lübnan Hizbullah’ı ve Iraklı silahlı örgütler gibi yurt dışından, bilhassa İran’dan destek gören pek çok milis de özellikle Suriye sınırında halen aktif.

Esed’e bağlı milisler, rejimin varlığını güvence altına almada önemli bir rol oynamakla birlikte, bu milislerin varlığı ve faaliyetleri, ulusal devletin temel vazifelerine yönelik çeşitli tehditler oluşturdu. Toplumsal birlikteliğin baltalanması, hukukun ve düzenin bozulması, devlet egemenliğinin aşınması ve ulusal sınırların çiğnenmesi bu tehditler arasında sayılabilir. Aynı şekilde rejime bağlı olmayan silahlı örgütlerin ve bunların kendi faaliyet bölgelerinde kurdukları rakip ekonomik ve idari yapıların varlığı da ulusal devlet kavramını ve rolünü önemli ölçüde etkiledi. Bu örgütlerin varlığı ayrıca, toprak bütünlüğünü etkiliyor ve iktidarın çökmesi, toplumsal yalnızlaşma ve ulusal ekonominin parçalanması gibi tehditler de barındırıyor.

Rejime bağlı milisler

Hükümet yanlısı ve düzenli silahlı güçlerle müttefik olan milisler, Esed hükümetinin korunmasında ve çatışma döneminde güvenliğin sağlanmasında önemli bir rol oynadı. Ancak 2016 yılında elini güçlendiren rejimin, kontrolünü yeniden sağlamaya dönük çabaları, bir yük veya tehdit olarak gördüğü milisleri hedef aldı ve bu da geriye kalan devlet dışı grupların akıbetine dair şüpheler doğurdu. Bazı durumlarda rejimin stratejileri, paramiliter grupları yeniden isimlendirip, onları profesyonel yapılara dönüştürmek yerine Suriye Arap Ordusu’na yardımcı odaklar haline getirmeyi içeriyordu.

Düzensiz silahlı örgütlerin varlığı, barışın ve istikrarın yeniden tesis edilmesi ve devlet otoritesinin güçlendirilmesi açısından bir zorluk oluşturuyor

Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığına göre bunun bir sonucu olarak varlığını sürdüren düzensiz silahlı örgütler, barışın ve istikrarın yeniden tesis edilmesi ve devlet otoritesinin güçlendirilmesi konusunda bir zorluk oluşturuyor.  

Analitik açıdan en iyisi, dış desteğe bakılmaksızın Suriyeli savaşçılar tarafından oluşturulan yerel milisler ile Suriyeli olmayan savaşçıları içeren yabancı milisler arasında ayrım yapmaktır.

Yerel milisler

Ayaklanma başladığından bu yana Suriye rejimi büyük ölçüde, yerel olarak finanse edilen milislere dayandı. İran’ın kurduğu bu milisler, ‘Halk Komiteleri’ olarak adlandırılıyor. Başlarda bu milisler, muhalif güçlere karşı şehirleri korudu. Daha sonra örgütsel olarak gelişerek, rejimin savunulmasında ve toprakların geri alınmasında önemli hale geldi. Aşağıda bu milislerin isimlerini kapsayan bir listeyi özetleyeceğiz, en önemlilerine ışık tutacağız ve mümkün olduğunca gruplandıracağız.

Ulusal Savunma Kuvvetleri

Ulusal Savunma Kuvvetleri (USK), 2012 yılında kuruldu. Suriye hükümeti, İran’ın desteğiyle 2012 yılında bu yapıyı oluşturmak için çeşitli milisleri birleştirdi. USK, çok geçmeden ülkenin en büyük grubu haline geldi ve çeşitli topluluklardan yaklaşık 40 bin savaşçıyı bir araya getirdi. USK grupları, Suriye ordusunun komutası altında faaliyet yürütürken, bağımsız hapishaneler kurdular ve birçok soruşturma yürüttüler. Bu durum, genellikle uzak bölgelerde yaşandı. Çatışmaların azalmasıyla birlikte bazı USK liderleri, yasa dışı faaliyetlere girişti ve bu da rejimi, bazı grupları dağıtmaya ve diğer gruplar üzerinde daha sıkı bir kontrol kurmaya sevk etti.

Yerel Savunma Kuvvetleri

Rejim, nüfuzunu artırmak için USK’yi Suriye’deki resmî silahlı yapıya dahil etme konusunda tereddüt yaşayınca İran, Yerel Savunma Kuvvetleri’ne (YSK) başvurdu. Bu strateji, 2017 yılında başarısını ispatladı ve Tahran, YSK’nin hükümetin resmî kuvvetlerine entegrasyonunu koordine etmeyi başardı. Resmî entegrasyona rağmen İran’la güçlü ilişkileri koruyan YSK, İran’dan silah, para ve tazminat alıyordu. Bu ilişki, İran’ın büyük nüfuzunu korumakla birlikte, es-Sefira Kolordusu, el-Bakır Tugayı ve el-Katırcı Güçleri gibi etkili milislerin güçlendirilmesini sağladı.

Şii milisler

İran; Halep, Humus ve Rakka gibi bölgelerdeki Suriyeli Şii azınlığı seferber etti ve ülke geneline yayılmış tahminî 5 bin ila 8 bin savaşçıyı harekete geçirdi. Halep’teki ‘el-İmamü’l-Hucce Taburu’, Nubl’da ve ez-Zehra’daki ‘Mehdi’nin Askerleri’, Şam’daki ‘Rukayye Tugayı’, İdlib’deki ‘el-Vaadü’s-Sadık Kolordusu’, Humus’taki ‘er-Rıza Kuvvetleri’, Deyrizor’daki ‘313 Tugayı’, Lazkiye’de ve Hama’daki ‘Muhtar es-Sekafi Tugayı’ öne çıkan gruplar arasında. Askerî rollerinin yanı sıra bu milisler, Suriyeli topluluklar arasında dinî girişimler, eğitim ve yardımlar yoluyla İran’ın nüfuzunu güçlendirmeye çalışıyorlar.

Süveyda’daki silahlı örgütler

Dürzi çoğunluğa sahip bu eyaletteki yerel milisler, kendi toplumlarını güvenlik tehditlerinden korumaya çalışıyor ve eyalet sınırları dışındaki çatışmalara katılmaktan uzak duruyor. Bu grupların çoğu, siyasi motivasyondan yoksun olmakla birlikte bazıları, nüfuz elde etmek için rejimin güvenlik güçleriyle iş birliği yapıyor. Bu gruplar, kendi kendini finanse etmeye ve bağışlara dayanırken, küçük bir kısmı da yasa dışı faaliyetlerde bulunuyor. ‘Onurlu Adamlar Hareketi’, ‘Şeyhu’l-Kerame Güçleri’ ve ‘el-Fahd Güçleri’ başlıca gruplardan.

İran, Esed rejimini güçlendirmek ve İran’ın çıkarlarını korumak için yurt dışında Şii savaşçıları seferber etti.

Sekizinci Tugay

Sekizinci Tugay, Dera’da Rusya aracılığıyla bir uzlaşma anlaşması imzalanmasından sonra 2018 yılında Beşinci Kolordu bünyesinde kuruldu. Ahmed el-Avde liderliğindeki bu tugay, dağılmış muhalif gruplardan savaşçılar içeriyor. Bu tugay, yarı bağımsız bir şekilde faaliyet yürüttüğü için Beşinci Kolordu bünyesinde türünün tek örneği olarak görülüyor. Rejimin denetiminden uzak olmasından ötürü de Sekizinci Tugay ile rejime bağlı güçler arasında anlaşmazlıklar ve çatışmalar yaşanıyor.

Yabancı milisler

İran, Esed rejimini güçlendirmek ve İran’ın çıkarlarını korumak amacıyla yurt dışından Şii savaşçıları harekete geçirdi. Lübnanlı Hizbullah, Afgan ‘Fatımiyyun Tugayı’, Pakistanlı ‘Zeynebiyyun Tugayı’ ve Haşd-i Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) ile bağlantılı Iraklı milisler, bu savaşçılar arasında yer alıyor.

Diğer yandan Rusya da kara operasyonlarında Wagner Grup’u görevlendirdi ve ele geçirilen bölgelerdeki gazdan ve petrol sahaları ile fosfat madenleri üretiminden büyük bir pay elde etti. Bu grupların birçoğu halen Suriye’de olsa da özellikle şu ikisi, vatan için büyük tehdit oluşturuyor:

Hizbullah

Hizbullah, 2013 yılından bu yana Suriyeli ve Iraklı güçlerin yanında savaştı ve muhalefetin kontrolü altındaki bölgelerin geri alınmasına yardımcı oldu. Rolünün genişlemesiyle birlikte Hizbullah, Suriye’de yeni milislerin kurulmasına ve yönlendirilmesine öncülük etti. Sürekli kayıplarına rağmen Hizbullah, siyasi ve mali kazançları kayıpların önünde tutarak Suriye’de kalma kararlılığını sürdürüyor.

Iraklı Şii savaşçılar

2012 yılı sonlarında İran’ın Esed’i destekleme yönündeki talimatı doğrultusunda bu gruplar, Suriye’deki çatışmanın bir iç savaşa dönüşmesiyle birlikte müdahalelerini artırdı. Uyuşturucu kaçakçılığı gibi kârlı kaçakçılık operasyonlarından faydalanan bu gruplar, Şam gibi Şii çoğunluğa sahip bölgelerin yanı sıra Suriye’nin kuzeydoğusunda, özellikle Irak sınırlarında da kontrol kurdu. ‘Esedullah el-Galib Tugayı’, ‘Ebulfazl el-Abbas Tugayı’, ‘İmam Ali Tugayı’ ve ‘Ketaib Hizbullah’, öne çıkan gruplardan.  

Devletin temel vazifeleri

Devleti oluşturan unsurlara ilişkin çeşitli tarifler mevcut ve bu tariflerin çoğu; toprak, hükümet, sınırlı şiddet kullanımı ve egemenlik gibi temel özelliklere odaklanıyor. Esed yanlısı milisler, rejimin varlığının güvence altına alınmasında önemli bir rol oynamakla birlikte, bu milislerin varlığı ve faaliyetleri, ulusal devletin temel vazifeleri açısından çeşitli tehditler oluşturuyor. Bu tehditler şunlar:

Toplumsal bütünlüğün baltalanması

İran’ın ve Hizbullah’ın devlet kontrolü dışında dinî ağlar ve mezhepçi milisler kurma çabaları, dışlayıcı kimlik politikalarının artmasına yol açan bir tehdit oluşturuyor. Mezhepler arası çatışma ihtimali bir yana bu tür girişimler, ayrılıkların pekişmesine ve birleşik bir ulusal kimlik inşasına dönük çabaların engellenmesine hizmet ediyor. Bu da kenetlenmiş bir Suriye toplumunun yeniden inşasını engelliyor.

Hukukun ve düzenin bozulması

Devlet kontrolü dışında faaliyet yürüten yerel milislerin gözetilmesi, devletin güç kullanımını tekeline alması önünde ciddi bir zorluk oluşturuyor. Özellikle de sürekli çatışmalar yüzünden zayıf düşmüş Suriye devletinde. Nitekim kötü ekonomik koşullar, emniyetsizlik, yaygın yolsuzluk ve devletin sunduğu hizmetlerin yetersizliği, öyle bir ortam oluşturdu ki bu ortamda milisler, gelir elde etmek için yasa dışı faaliyetlere başvuruyor. Bu bağlamda bazıları, kaçakçılık yaparken, bazıları da yağma ve fidye için adam kaçırma gibi suç eylemlerine başvuruyor. Tüm bunlar da şiddetli rekabetlerin ve çatışmaların çıkmasına yol açıyor. Bu tür faaliyetler, sadece ilgili grupları etkilemiyor ve siviller için de vahim sonuçlar doğuruyor. Ayrıca bu tür milislerin varlığı devletin, normal devlet vazifelerini yerine getirmek için gerekli yasaları ve düzeni yeniden tesis etme becerisini de büyük ölçüde engelliyor.

İran’ın ve Hizbullah’ın devlet kontrolü dışında mezhepçi milisler kurma çabaları, dışlayıcı kimlik politikalarının güçlenmesine sebep oluyor.

Devlet egemenliğinin aşınması

Yabancı milisler, rejimin kontrolü altındaki bölgelerde Esed’in onayıyla faaliyet yürütse de devlet egemenliği için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Bu tehdit sadece, onların yabancı kökenli olmasından değil, aynı zamanda devletin onaylamadığı ya da devletin çıkarlarıyla çatışan politikaları uygulamalarından da kaynaklanıyor.

Örneğin Esed’in İsrail’le askerî gerilimi tırmandırma konusundaki isteksizliğine rağmen İran destekli gruplar, ekim ayından bu yana Suriye topraklarından İsrail’e karşı saldırılar düzenlemeye devam etti.  İsrail’in Suriye içindeki misilleme saldırılarının doğurduğu zararlara ve ufukta beliren gerginlik risklerine rağmen bu eylemler sürdürüldü. Çünkü bu yabancı milisler, talimatı Şam’dan değil, İran’dan alıyor.

Aynı şekilde İran destekli Iraklı milisler, Şam’ın değil de Tahran’ın emirleri doğrultusunda Suriye’deki ABD güçlerine pek çok saldırı düzenledi. Yani bu milislerin varlığı, İran’a, gelecekte Suriye devletinin onayını almadan saldırılar düzenleme imkânı veriyor, ki bu da devletin ve halkının güvenliği için sürekli bir tehdit oluşturuyor.

Ulusal sınırların çiğnenmesi

Hizbullah’ın ve Iraklı milislerin sınır bölgelerindeki denetimsiz kontrolü, Suriye sınırlarındaki güvenliği ciddi şekilde engelledi. Hizbullah’ın yasa dışı kaçakçılık yollarını kullanımı da Suriye’deki çatışmalar sırasında yoğunlaştı. Bu yolla Hizbullah, çoğu dizel yakıt kaçakçılığından olmak üzere aylık 300 milyon dolara varan büyük gelirler elde ediyor.  

Iraklı milisler de sınır geçitleri üzerindeki egemenliklerinden faydalanarak, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı için geçici yollar oluşturuyorlar ve böylece bu yolları keşfetmek mümkün olmuyor.

Irak, Lübnan ve Suriye arasında yasal ve yasa dışı malların kaçakçılığı, güvenlik kaygıları bir yana malzeme eksikliğinin artmasına ve fiyatların yükselmesine de yol açıyor ve devleti, hayati önem taşıyan ithalat ve ihracat vergilerinden mahrum ediyor.

Hizbullah ve Iraklı benzerleri ile koordinasyon halindeki yerel milisler, sınır ötesi ve yerel düzeydeki bu faaliyetlere katkı sağlıyor.

Rejime bağlı olmayan silahlı örgütler

Bu örgütleri üç ana gruba ayırabiliriz. Bu grupların başında gelen HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısında önemli ve güçlü bir oyuncu. Aynı bölgenin bazı kısımlarına Türkiye tarafından desteklenen ve ‘Suriye Millî Ordusu (SMO)’ bayrağı altında faaliyet gösteren silahlı gruplar hükmediyor. Suriye’nin kuzeydoğusundaki manzarada da Kürtlerin liderliğindeki SDG’nin mutlak kontrolü öne çıkıyor.

Rejimin kontrolü altında bulunan bölgelerdeki milislerin aksine bu örgütler, bağımsız hareket ediyor ve kendi bölgelerindeki askerî ve idari görevleri denetliyor.

HTŞ

Esas olarak Fethu’ş-Şam Cephesi (eski adıyla Nusra Cephesi) liderliğindeki bu koalisyon, İdlib vilayetinin kuzey bölgeleri, Hama ve Lazkiye vilayetlerinin kuzeyinde küçük kısımlar ve Halep vilayetinin batısı üzerinde nüfuz sahibi. DEAŞ ve el-Kaide ile tarihî bağları sebebiyle HTŞ, Birleşmiş Milletler (BM) ve çeşitli ülkeler tarafından terör örgütü olarak sınıflandırıldı. 2022 yılında HTŞ’nin tahminen yaklaşık 10 bin savaşçısı vardı.

HTŞ’nin toprakları doğrudan yönetmediğini, bu sorumluluğu 2017 yılında ortaya çıkan Suriye Kurtuluş Hükümeti’ne devrettiğini belirtmekte fayda var. Operasyonel bakımdan bu hükümet bir başbakandan, 11 bakandan, teknik müdürlüklerden ve idari meclislerden oluşuyor ve nominal bir yasama organı olarak faaliyet yürüten şura meclisi tarafından denetleniyor.

Kurtuluş Hükümeti, askerî ve mali destek karşılığında HTŞ’nin bölge üzerindeki kontrolünü ve hâkimiyetini sürdürmesine yardımcı oluyor. Bu demek oluyor ki HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısının ekonomisi üzerinde, özellikle de yakıt, mali hizmetler ve iletişim gibi sektörlerde büyük bir etkinliğe sahip.

Suriye’nin kuzeydoğusundaki manzarada Kürtlerin liderliğindeki SDG’nin mutlak kontrolü öne çıkıyor. SMO (eski adıyla Özgür Suriye Ordusu)

Bu silahlı ittifak, Suriye’nin HTŞ’den sonra en büyük ikinci muhalefet koalisyonu olarak sınıflandırılıyor. Takipçileri, Suriye-Türkiye sınırındaki iki farklı bölgeyi kontrol ediyor. Bu bölgelerden büyüğü, Afrin’den Cerablus’a uzanırken, daha küçük olanı da Tel Ebyad’dan Ra’sü’l-Ayn’a kadar uzanıyor.

Resmî olarak SMO, Geçici Suriye Hükümeti Savunma Bakanlığı’nın yetki alanında olmakla birlikte Bakanlık, kendisini oluşturan gruplar için güçlü bir merkezî komuta yapısı olmadan faaliyet yürüten Milli Ordu üzerinde etkin bir kontrole sahip değil. SMO’daki karar süreci büyük ölçüde Türkiye’den etkileniyor.

efrbrfgb
Görsel: Nash Weerasekera

SMO, kendi kontrolünde bulunan bölgelerdeki günlük faaliyetler üzerinde büyük bir kontrol sahibi. Bu da güvenlik, emlak ve ticaret işlemleri, sivil toplum kuruluşlarının ve yerel idari organların faaliyetleri gibi çeşitli alanlarda etkisini gösteriyor. Buna rağmen bu bölgelerdeki yarı bağımsız konseyler, önemli düzeyde yürütme otoritesine sahip. Bu konseylerin Türkiye’den mali ve teknik destek aldığı, bunun da Ankara’ya karar alma süreçlerinde büyük bir etki sağladığı öne sürülüyor. Rejime bağlı olmayan diğer bölgelerde olduğu gibi SMO gruplarının liderleri ve onlara yakın isimler de çoğunlukla kendi nüfuz bölgelerindeki ekonomik faaliyetleri kontrol ediyor.

SDG

Ekim 2015 yılında ABD’nin desteğiyle kurulan bu güçler; Kürt, Arap ve Hıristiyan savaşçılardan oluşan çeşitli bir ittifakı şekillendiriyor. Bununla birlikte Kürt Halk Savunma Birlikleri (YPG), SDG yapısı içinde baskın bir nüfuza sahip. SDG, Suriye’nin kuzeydoğusunda konuşlandırılmış birlikleri denetleyen güçlü bir hiyerarşik komuta sistemiyle çalışıyor.

DEAŞ’ın hezimete uğratılmasından sonra SDG, bölgesel kontrolünü Münbiç, Rakka ve Deyrizor gibi önemli bölgeleri de kapsayacak şekilde genişletti. Bu yayılma, 2018 yılında Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin kurulmasıyla sonuçlandı. Bu özerk yönetim, SDG kontrolü altında yedi özerk bölgesel yönetimi denetliyor ve yönetim için bir yürütme konseyi ile parlamento görevleri için bir yasama konseyinden oluşuyor. Resmî yönetim yapısı, yürütme yetkilerini idari düzeyler aracılığıyla dağıtırken, pratikteki yürütme çoğunlukla merkezileşme eğiliminde. Diğer bölgelerde olduğu gibi SDG’ye bağlı gruplar da bölgedeki ekonomik faaliyetleri ve kaçakçılık operasyonlarını kontrol ediyor.

Ulusal devletin karşı karşıya olduğu tehditler

Paralel idari kurumlardan yoksun olan rejim yanlısı milislerin aksine, diğer bölgelerdeki silahlı gruplar kendi bölgelerinde tamamen devletin rolünü üstlendiler. Nitekim bu gruplar, yerel ekonomileri ve kendi yetki alanlarındaki nüfusun günlük işlerini yönetmek için idari çerçeveler geliştirdi, yönetim organları oluşturdu ve yasama sistemlerini uyguladı. Bu grupların yerel ve uluslararası sınırları kontrol ederek, merkezî devletin bu bölgelerdeki otoritesini elinden aldığını söylemek gerekir.

Bu silahlı grupların ve ulusal devlete alternatif yapılarının doğurduğu zorlukların boyutu, böyle bir şey gerçekleşecekse şayet, kendi bölgelerinin ne zaman ve nasıl yeniden entegre edileceğine bağlıdır.

Birleşik bir Suriye devletinin gerçekleşmesi için parçalanmış bölgeleri birleşik ve kabul edilebilir bir ulusal çerçevede bir araya getiren adil ve kapsamlı bir siyasi çözüm gerekiyor.

Toprak bütünlüğüne yönelik tehdit

Rejime bağlı olmayan silahlı gruplar, ulus-devleti destekleyen tutumlarını ve toprak bütünlüğünü korumanın önemini vurgulasalar da Esed rejimine yönelik güçlü muhalefetleri, ülkenin toprak bütünlüğünü tehlikeye sokuyor. Bu gruplar, ulusla barışçıl bir şekilde yeniden bütünleşmenin, mevcut haliyle rejimin son bulduğuna işaret eden temel bir siyasi dönüşümü gerektirdiği konusunda ısrarcı. Halihazırda askerî şartlar ve siyasi durgunluk, mevcut emrivaki düzenlemelerin yakın gelecekte de devam edeceğini gösteriyor. Bu bölünmelerin uzun bir süre devam etmesi, gerçekleşirse ve gerçekleştiğinde yeniden entegrasyon sürecini illaki karmaşık hale getirecek.

Parçalanmış yönetimin ve toplumsal izolasyonun dayatılması

Çeşitli emrivaki hükümetlerin yaygınlaşması ve yerel politikaların uygulanması, farklı bölgeler arasında maddi ve idari bir ayrılığa yol açtı. Ancak en önemli uyuşmazlık noktası, bölgeden bölgeye ciddi anlamda farklılık gösteren eğitim müfredatında yatıyor. Diğer şeylerin yanı sıra bu konudaki farklılıklar, genç nesiller üzerinde kalıcı bir etki bırakabilir, ki bu da onların diğer bölgelerden akranlarıyla iletişim becerilerini etkiler. Buna ek olarak kısıtlamalar, yüksek maliyetler ve tehlikeler de bu bölgeler arasındaki insan ve mal hareketliliğini de engelledi ve bunun sonucunda izole olmuşluk duygusu derinleşti.

Ulusal ekonominin parçalanması

Rejime bağlı olmayan emrivaki yönetimler, kendi topraklarında ayrı vergi sistemlerini uygulamaya koydu ve Suriye içinde bölgeler arasındaki ticareti düzenlemek için birçok ticari sistem ve gümrük vergisi getirdi. Suriye’nin kuzeybatı bölgeleri daha da ileri giderek, Suriye para biriminden Türk lirasına geçiş yaptı ve bu da onların Türk ekonomisine entegrasyonlarını güçlendirdi. Ancak bu uygulamalar, ülkede kalıcı ayrı ekonomilerin kurulması tehdidini barındırıyor.

Askerî şartlar ve siyasi durgunlukla karakterize edilen Suriye çatışmasının çözüme kavuşturulamaması, mevcut durumun ve silahlı grupların varlığının devam ettiğinin bir göstergesi. Bu, bu grupların ulusal devlete yönelttiği zorlukları artırmakla kalmıyor, aynı zamanda bu gerçekliğin tersine çevrilemez bir biçimde kökleşmesi riskini de artırıyor.

Birleşik bir Suriye devletinin var olması, parçalanmış bölgeleri birleşik ve iki taraf açısından kabul edilebilir bir ulusal çerçevede bir araya getiren adil ve kapsamlı bir siyasi çözüm gerektiriyor. Böyle bir çözüm; devlet otoritesinin yeniden tesis edilmesi, toprak bütünlüğünün korunması ve Suriye genelinde birleşik bir ulusal kimliğin güçlendirilmesi açısından hayati bir öneme sahip.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Netanyahu ‘ateşkes’ müzakerelerine rağmen neden İsrail ordusundan Gazze'yi işgal planı yapmasını istiyor?

Netanyahu, Kabinet toplatısına başkanlık ederken (Arşiv - DPA)
Netanyahu, Kabinet toplatısına başkanlık ederken (Arşiv - DPA)
TT

Netanyahu ‘ateşkes’ müzakerelerine rağmen neden İsrail ordusundan Gazze'yi işgal planı yapmasını istiyor?

Netanyahu, Kabinet toplatısına başkanlık ederken (Arşiv - DPA)
Netanyahu, Kabinet toplatısına başkanlık ederken (Arşiv - DPA)

Hamas Hareketi ve İsrail’den müzakereciler Katar’ın başkenti Doha'da Gazze'de ateşkes konusunda dolaylı müzakerelere başlamaya hazırlanırken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ordusundan Gazze'yi işgal etmek için bir plan hazırlamasını istedi.

Netanyahu'nun adamları, cumartesi akşamı savaşı yönetmek için yapılan güvenlik toplantılarında yaşananları sızdırdılar. Toplantıda şiddetli tartışmalar, bağırışmalar ve masaya vurmalar yaşandığını söylediler. Ayrıca Başbakan’ın Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir'e Gazze'yi işgal etmek için bir plan hazırlamasını ve ateşkesin ilan edilmesi muhtemel görünen Washington ziyaretinden döndükten sonra kendisine sunması talimatı verdiğini aktardılar.

İsrailli analistler bu sızıntının amacına ilişkin farklı görüşlere sahipler. Bazıları, bunun sadece ‘Hamas liderliğine Doha turunda önerileri kabul etmesi için son anda baskı yapmayı amaçladığını’ bazıları ise Netanyahu'nun ‘hükümetin kendisine Gazze'yi işgal etmesi ve Filistinlilere karşı şiddetli operasyonlarının dozunu artırması için baskı uyguladığını sızdıran ordu kademesine öfkesini göstermeyi amaçladığını’ söylediler.

Üçüncü bir analist grubu ise bu gidişatın ‘hükümetin ateşkesi reddetme tutumunun gerçeğini’ yansıttığı görüşündeydi.

Birden fazla sebep

Ancak tüm bu nedenlerin bir araya gelmesi Netanyahu'nun Zamir'den taleplerinin arkasında yatan neden gibi görünüyor. Netanyahu, Hamas'a baskı uygulayarak kalıcı ateşkes şartından vazgeçmesinin yanı sıra (Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in temsil ettiği) Dini Siyonizm akımının hükümetten çekilmemesi için işgal ve sürgün tehdidini masada tutmak ve böylece sağcı tabanını memnun etmek istiyor.

Jfkfjf
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Kudüs'ün eski kentinde dolaşıyor (Arşiv - Reuters)

Son olarak Netanyahu, ordunun kendini savunma konumunda kalmasını istiyor ve başarısızlıkla suçlanmaktan korkuyor. Ayrıca, ABD Başkanı Donald Trump’a da Netanyahu’nun kendisi gibi ‘sadece güç yoluyla barış istediği’ mesajını veriyor.

Toplantıda neler oldu?

Toplantı, ateşkes anlaşmasına varılamaması durumunda askeri planların görüşülmesi üzerineydi. İsrail merkezli televizyon kanalı Kanal 12'nin haberine göre toplantı, İsrail ordusunun ‘Gideon'un Arabaları Operasyonu’nun hedeflerine ulaşmaya yaklaştığını açıklamasının ardından, ‘savaşın, rehineleri kurtarma ve Hamas'ı hezimete uğratma hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla siyasi düzeyde sunacağı çeşitli olasılıkların ve planların ortaya çıkmasının ardından gerçekleşti.

Kanal 12, toplantıda Başbakan Netanyahu ile Genelkurmay Başkanı Zamir arasında sert bir tartışma yaşandığını, bakanlar Ben Gvir ve Smotrich'in ise başbakanı desteklediğini bildirdi.

Ben Gvir ve Smotrich'in Genelkurmay Başkanı'nı siyasi düzeydeki tavsiyeleri uygulamamakla suçladığını aktaran Kanal 12, Genelkurmay Başkanı'nın ise “Gazze'de oyalanacak zaman yok... Sözlerinize dikkat edin. Savaşlarda askerler ölüyor” şeklinde yanıt verdiğini kaydetti.

Toplantı sırasında Netanyahu'nun sesini yükselterek masaya yumruğunu vurduğunu ve Gazze halkı için geniş çaplı bir tahliye planı hazırlanarak onların Gazze'nin güneyine yerleştirilmesini talep ettiğini iddia eden Kanal 12’ye göre Netanyahu, “Taviz vermeyeceğim. Hamas hiçbir koşulda Gazze'de kalmayacak” dedi.

Kanal 12 ayrıca Genelkurmay Başkanı Zamir’in İsrail'in Gazze halkı üzerinde kontrolünü sürdürmesine karşı çıktığını ve kontrolün kaybedileceği konusunda uyardığını bildirdi.

İsrail Genelkurmay Başkanı toplantıda, “Askeri yönetim mi istiyorsunuz? İki milyon aç ve aşağılanmış insanı kim yönetecek?” diye sordu. Bunun üzerine Netanyahu yüksek sesle “Ordu ve İsrail Devleti” yanıtını verdi ve ardından “Askeri yönetim istemiyorum, ancak Hamas'ı hiçbir şekilde kabul etmeyeceğim” diye ekledi.

Zamir, Netanyahu'nun sözlerine “Bunu konuşmalıyız, bu konuda anlaşamadık. Aç ve öfkeli insanları kontrol etmek, kontrolün kaybedilmesine ve ordunun saldırıya uğramasına yol açabilir” diye yanıt verdi. Zamir ayrıca, bu planın İsrail ekonomisi ve toplumu üzerinde muazzam etkileri olacağını ve düzenli ve yedek kuvvetlerin konuşlandırılması açısından büyük kaynaklar gerektireceğini belirtti.

Netanyahu, toplantı sırasında Zamir'den, ABD Başkanı Donald Trump ile Gazze ve İran konusunda görüşmeler yapmak üzere Washington'a gittikten sonra geri dönene kadar Gazze Şeridi için tahliye planı hazırlamasını istedi. Netanyahu, hafta sonuna kadar Washington'da kalacak.

Zafer pozu arayışı

İsrail ordusu Gazze'deki operasyonlarını korkunç bir şekilde yoğunlaştırdı. Çünkü savaşı güçlü bir zafer pozuyla bitirmek istiyor.

Şimdiye kadar onun Lübnan, Suriye ve İran cephelerinde ‘başarılı’, ancak Gazze cephesinde ‘başarısız’ olduğu yönünde bir tablo ortaya çıktı. Savaşın Hamas'a ağır darbeler indirilmeden sona ermesini hayal edemeyen İsrail ordusu, Gazze'de şimdiye kadar elde ettiği başarıların hükümet tarafından siyasi kazanca dönüştürülmesi için yeterli olduğuna inanıyor.

Netanyahu’nun öfkesinin sebebi de tam olarak bu eğilim. Çünkü bu durum topu kendi sahasına atıyor. Oysa sorumluluğu başkalarına yükleme konusunda gerçek bir usta olan Netanyahu 7 Ekim 2023’ten bu yana görevden aldığı çoğu komutan ve güvenlik yetkilisiyle de aynısını yapmıştı.

Hem Netanyahu hem de Zamir, Hamas'ın İsrail askerlerinin hayatına kasteden operasyonlarını sürdürmesinden dolayı bir miktar hayal kırıklığı yaşıyor. Halbuki Hamas büyük suikastlara uğramış, kalesi olan Gazze ile halkı katliama ve yıkıma maruz kalmıştı.

Kcjfj
Gazze'de yaralanan bir İsrail askerini taşıyan İsrail Hava Kuvvetleri askerleri, Ocak 2024 (AFP)

Ancak Genelkurmay Başkanı Zamir, Gazze'deki başarısızlıkları diğer cephelerdeki kazanımlarla telafi etmenin mümkün olduğunu düşünüyor. Savaşı bu aşamada sona erdirmeyi tercih eden Zamir, “Gazze'de kalmak bir kumar ve dünyanın en güçlü orduları bile işgalci örgütlerle savaşamaz” diyor.

Bununla birlikte Zamir, farklı bir görüşe sahip olsa bile siyasi liderliğin emirlerine uymaya hazır olduğunu söyledi.

Sızıntılar öfkeye neden oldu

Ancak sorun şu ki, Netanyahu'nun hükümetteki arkadaşları, sadece Ben-Gvir ve Smotrich değil, Likud Partisi’nden milletvekilleri ve bakanlar da Netanyahu'nun açıklamalarıyla yetinmiyor ve bunları Beyaz Saray'da olacakları örtbas etme girişimi olarak görüyorlar.

Bu yüzden pazar günü Zamir ve Netanyahu'yu eşit şekilde eleştiren açıklamalarda bulunan Smotrich, “Kabinet’ten sızdırılan bilgiler, devletin güvenliğini tehdit eden kabul edilemez bir durumdur ve buna bir son verilmeli” ifadelerini kullandı.

Jgjfj
Netanyahu ve Smotrich Kabinet toplantılarından birinde (Reuters)

İsrail Maliye Bakanı Smotrich, eleştşirilerini şöyle sürdürdü:

“Gerçek şu ki tüm cephelerdeki büyük başarılara rağmen, insani yardımların Hamas'a ulaşmasını engellemek konusunda Genelkurmay Başkanı görevini yerine getirmiyor ve siyasi liderliği Hamas'a yardım ulaştırmaya zorluyor. Bu yardımlar savaş sırasında düşmanın lojistik tedarikine dönüşüyor. Tüm saygımla, eleştirilerim aynı zamanda savaşın sürdüğü aylar boyunca siyasi düzeyde alınan kararları uygulamaya koyamayan ve ordunun üst düzey komutanlarına dayatamayan Başbakan’a da yöneliktir. Bu kararlar, Hamas'ı ortadan kaldırmak ve rehineleri geri almaktı.”