Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, Şarku'l Avsat'a konuştu: ‘Şam harekete geçmeli’

Pedersen, statükonun devam etmemesi konusunda fikir birliği olduğunu bildirdi.

BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, Şam'ı ziyaret etti. (AFP)
BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, Şam'ı ziyaret etti. (AFP)
TT

Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, Şarku'l Avsat'a konuştu: ‘Şam harekete geçmeli’

BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, Şam'ı ziyaret etti. (AFP)
BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, Şam'ı ziyaret etti. (AFP)

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen dün Şarku'l Avsat'a verdiği röportajda Şam ile gerçekleştirilen ‘Arap girişimine’ övgüde bulundu. Pedersen, siyasi bir çözüm bulma yolunda ilerlemek için bu girişimi Moskova’nın Rusya, İran, Türkiye, ve Suriye hükümeti ile ABD ve Avrupa'nın tutumlarını içeren yol ile uzlaştırmanın önemini vurguladı.

Pedersen, Suriye'nin ‘belirleyici bir dönemden’ geçtiğini ve Şam'ın bir çözüme doğru ilerlemek için ‘fırsat kapısına’ yönelmesi gerektiğini söyledi. Pedersen, tutuklular, mahkumlar, mültecilerin dönüşü ve yaptırımlar dahil olmak üzere çeşitli konularda ‘paralel, karşılıklı ve doğrulanabilir’ önlemler alan tüm tarafların ‘adım adım’ yaklaşımını tüm ülkelerin ‘desteklediğine’ işaret etti.

Pedersen perşembe Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği röportajda Suriye gündemiyle gerçekleştirilen Arap Birliği toplantısından uluslararası arenanın Şam stratejisine kadar birçok başlıkta merak edilen soruları cevapladı:

- Cidde'de yapılacak Arap Birliği Zirvesi’ne 2010 yılından bu yana ilk kez Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed de katılacak. Bu durum sizin için ne anlama geliyor?

Söze, siyasi çözüm arayışlarının 12 yıldır sürdüğünü söyleyerek başlamalıyız. Sorunların çok derin olduğunu ve kolay bir siyasi çözümün olmadığını biliyoruz. Ancak aynı zamanda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 2254 sayılı kararının Suriye krizinde siyasi bir çözüme ulaşmada temel olduğu konusunda mutabakata varılmış bir uluslararası fikir birliği bulunduğunun da farkındayız. Bunun yanı sıra 2254 sayılı karar konusunda mutabakata varmamıza rağmen siyasi sürecin istenilen ilerlemeyi sağlamadığını da biliyoruz. Bu konuda açık konuşalım. Suriye krizine siyasi bir çözüm bulmak için herhangi bir kestirme yol yok. Ama aynı zamanda Suriye'ye yönelik yenilenen diplomatik ilgiyi de memnuniyetle karşılamalıyız. Farklı yollar ve girişimler var. Amman'da dört Arap dışişleri bakanı ile Suriyeli mevkidaşları arasındaki görüşmeye ve Moskova'da dörtlü bakanlar toplantısı da dahil olmak üzere Rusya, İran, Türkiye ve Suriye’den yetkilileri içeren toplantılara ve ondan önce de savunma bakanları arasında başka bir görüşmeye tanık olduk. Elbette, 12 yıllık savaş ve kanlı çatışmalardan sonra, geçtiğimiz şubat ayında meydana gelen feci depremlerin zaten korkunç olan insani durumun daha da kötüleşmesine sebebiyet verdiğini unutmamalıyız. Aslında sahadaki durum, tüm tarafların sembolik adımlar atmasına neden oldu. Ancak sahadaki durumun değişmesine ve Suriyelilerin durumunun iyileşmesine yol açmadı.

- İyileşme yok mu?

Daha önce de söylediğim gibi; Astana sürecine taraf olan tüm devletlerin, Arapların ve ana tarafların iş birliğine ihtiyacımız olduğunu vurgulamalıyım. Krize yönelik kapsamlı bir çözüme henüz ulaşılmış değil, ancak denemeye devam etmeliyiz. Statükonun ne kabul edilebilir ne de sürdürülebilir olduğunun kabulüne paralel olarak ileriye dönük bir yol bulunmalıdır. Moskova'da bir araya gelen tüm taraflardan gördüğümüz, statükonun devamının kabul edilemez olduğu yönünde bir mutabakat olduğu. Batıdaki uç taraflar bile bunu söylüyor. Bu konuda bir fikir birliği var. Soru şu: İşlerin ilerlemesini nasıl sağlayacağız?

‘Adım adım’ yaklaşımı

- Tüm bu durum işinizi kolaylaştırıyor mu yoksa daha da mı zorlaştırıyor?

2254 sayılı kararı hayata geçirmek ve somut adımlar atabilmek için fikir birliğine varmamız gerekiyor. Bildiğiniz gibi bahsettiğiniz anlayışa dayalı olarak ‘adım adım’ yaklaşımını önerdim. Arap arkadaşlarımla, Astana sürecine taraf olan ülkelerle, ABD ve Avrupalı ​​taraflarla, Suriyeli taraflarla iç içe oldum.

‘Adım adım’ yaklaşımı nedir?

Siyasi sürecin ilerlemesine katkıda bulunan somut, kademeli ve karşılıklı adımlar dediğimiz adımları atmaya çalışıyoruz. Bu adımların paralel ve doğrulanabilir olmasının yanı sıra sahadaki gerçekliği değiştirmeye katkıda bulunmanız da çok önemlidir.

- Bu adımlar neleri içeriyor?

Atılabilecek bazı adımları belirledim. Tutukluların, kaçırılanların ve kayıp kişilerin dosyasının çok önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Mültecilerin gönüllü geri dönüşü için güvenli ve onurlu bir ortam sağlama ihtiyacı da var. Bu önemli bir adım. Ayrıca mülkiyet hakları, evler ve arazi, sivil belgeler ve zorunlu askerlik hizmeti konuları tartışılmalıdır. Diğer yandan depremden sonra toplumsal barış ya da işler daha da önemli hale geldi. Bunun yanında yaptırımlar da konuşulmalı. Genel olarak, tüm taraflar güvenilir bir siyasi sürece dahil olmalı ve sorunları masaya yatırmalıdır. Açıkçası, tüm taraflarla yaptığım görüşmelerde, bazı farklılıklara rağmen, çeşitli girişimler arasında kesişmeler olduğunu görüyorum ki bu gayet normaldir. Moskova'da gördüklerimizin ve Arap inisiyatifinin hareket için yeni bir dinamik yaratabileceğini söylediğimi kesinlikle fark etmişsinizdir. Şam'ın bu fırsattan ciddi şekilde faydalanmasının çok önemli olduğunu söyleyebilirim.

“Hiçbir taraf tek başına çözüm bulamaz”

- Siyasi çözümün bir parçası olan ‘adım adım’ yaklaşımından bahsettiniz. Bu yaklaşım, Amman’da beşli bakanlık açıklamasında belirtilmişti. Sizce bu girişimler ciddi bir şekilde şekillenecek mi, yoksa mesele sadece açıklamalarla mı sınırlı kalacak?

Başlıca Arap ülkelerinin dışişleri bakanları ve Suriye dışişleri bakanı Faysal el-Mikdad ile olumlu istişarelerde bulundum. Suriye ihtilafını çözmenin temel zorluklarını herkes biliyor. Dediğim gibi sahadaki gerçek değişmedi, Suriye halen bölünmüş durumda. Boğucu bir ekonomik ve insani krizin yanı sıra terörizm ve aşırıcılık sorunu da var. Suriye'de farklı bölgeleri kontrol eden farklı gruplar mevcut. Arap tarafları uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığı sorununu konuşuyor. Bütün bu konular derin bir anlayış ve uygun eylem gerektiriyor. Bazı Arap dışişleri bakanından bu konuları ele almak için BM ile koordinasyon sağlamak üzere olumlu mesajlar aldım. Nasıl ilerleyeceğimi tartışmak için Arap Birliği Zirvesi’nden sonrasını dört gözle bekliyorum. Moskova hattına danışmaya devam etmeyi de dört gözle bekliyorum. Dediğim gibi, Arapların tartıştıkları ile Moskova dörtlü hattı arasında kesişme noktaları var. Koordine etmeye ve danışmaya devam etmemiz çok önemli. Tekrar ediyorum; hiçbir taraf tek başına çözüm bulamaz. Bu nedenle, tüm taraflar sürece dahil edilmeli. Buna Araplar, Türkler, İranlılar, Ruslar, ABD’liler, Avrupalılar ve Suriyeli taraflar dahildir. Siyasi sürecin nasıl ilerletileceğini ve sahadaki durumun kökten nasıl değiştirileceğini tartışmak için Suriyeli tarafları masaya getirmenin benim rolüm olduğunun farkındayım.

- Bazı Arap ülkeleri tarafından belirlenen bir takvim olduğu ve Şam'ın bazı konularda harekete geçmesini bekledikleri doğru mu?

Arap ülkeleri adına konuşmak istemiyorum. Mükemmel bir görüşme gerçekleştirdik ve bazı alanlarda başarı elde etmek için diyaloga, koordinasyona ve takibe devam etmeyi umuyorum. Bu yoğun bir çalışma gerektiriyor. Suriye'deki ihtiyaçlar depremden sonra halen çok büyük ve daha da acil. Şam harekete geçmeli. Karşılıklı, paralel ve doğrulanabilir bir şekilde ilerlemek için ciddi bir istek olup olmadığı bir an önce tespit edilmeli.

- Arapların Şam'la normalleşmesi ile başta ABD Kongresi olmak üzere Batı ülkelerinin Suriye'ye yönelik ek tedbirler uygulaması arasında bir boşluk bulunuyor. Bir BM elçisi olarak sizin için bu durum görevinizi kolaylaştırıyor mu yoksa karmaşıklaştırıyor mu?

Haklısınız, uluslararası toplumda Suriye konusunda nasıl bir yol izleneceği konusunda bölünme var. Son gelişmelerle nasıl başa çıkılacağı konusunda Washington’da ve Avrupa başkentlerinde tartışmalar devam ediyor. Benim izlenimim, hepsinin ‘adım adım’ yaklaşımını anladığı ve hatta desteklediği yönünde. Bence Şam bu sürece dahil olursa ilerleme için önemli bir fırsat doğar.

Cenevre görüşmeleri devam ediyor

- Kaynaklardan, çözüm yaklaşımının Arap yakınlaşması da dahil olmak üzere Şam'a teşvikler sunmak olduğunu, Şam'ın Captagon ve mültecilerin dönüşü konusunda 4 ila 6 aylık bir süre içinde somut bir şeyler sunması gerektiğini ve herhangi bir ilerleme sağlanamazsa Batı ülkelerinin Şam'a yönelik cezai tedbirlerini güçlendireceğini duyduk. Bunlar hakkında ne söylersiniz?

Bu sorunun cevabı kuşkusuz Batı ülkelerindedir. Bana göre yöntem şu: 12 yıllık savaş ve çatışmanın ardından Araplardan ve Türklerden gelen girişimler ve ilerlemek için ciddi fırsatlar yaratan Astana süreci var. Şam'ın bu konuya olumlu yanıt vermesini istiyoruz. Bu olmazsa, ekonomik ve insani durum kötüleşmeye devam edecek ve sosyal doku çökecektir. Gerçekten de bir dönüm noktasındayız. Arap yetkililer tarafından Suriye Anayasa Komitesi'nin yeni bir toplantıya çağrılması yönünde açıklamalar yapıldı. Amman açıklamasında buna değinildi. Bana göre ilk adım olarak Anayasa Komitesi’nin Cenevre'deki toplantılarına devam edilmesi gerekir. Dediğim gibi; son dönemde Arap Birliği çerçevesinde oluşturulan Arap Bakanlar Komitesi'nin takip rolünü üstlenmesi önemli. Türkiye, İran, Rusya, ABD ve Avrupa ülkeleri ile BM koordinasyonunda tüm taraflarla konuşabilen ve onları masaya davet edebilen bir organ olarak ciddi görüşmeler yapılmalıdır ki bu başka hiçbir taraf için mümkün değildir.

- Bazıları Moskova dörtlü hattının ve Arap yolunun BM destekli Cenevre hattına alternatif yollar olduğunu ve tüm bunların en büyük kurbanının Suriye Anayasa Komitesi veya 2254 sayılı kararla ilgili BM himayesinde yaşanan süreç olduğunu söylüyor. Bununla ilgili görüşleriniz neler?

Söz konusu farklı yolları uzlaştırmak için alan mevcut. Bu yollar somut bir ilerleme kaydetmeye başlarsa, bu konu benim ulaşmak istediğim şeyi yani siyasi süreçte ilerlememizi sağlayacak sakin, güvenli ve tarafsız bir ortama ulaşmak için siyasi süreci ilerletmeyi destekleyecektir. Daha önce de söylediğim gibi, tüm girişimler önemlidir. Ancak görmemiz gereken daha fazla uluslararası katılım ve Suriye'de neyin değiştirilmesi gerektiğine dair kapsamlı bir vizyondur. Kolay değil ama bir başlangıç ​​girişimi ve fırsat var.

- Üzerinde çalışacağınız bir sonraki adımlar neler?

Moskova hattında, Arap girişiminde ve sahada ne olduğunu izliyoruz. Buna göre Suriyeliler, Araplar, Moskova, ABD ve Avrupa ülkeleri ile koordinasyonu sağlamak için çeşitli taraflarla nasıl hareket edeceğimizi belirleyeceğiz. Büyük bir zorlukla karşı karşıyayız. Eğer ana ülkeler ciddi bir şekilde devreye girmezlerse, süreçte bir çıkmaza tanık olacağız. Benim görevim bunun olmasını önlemek. Arap yetkililerden aldığım mesajlar cesaret verici.

Statükoyu değiştirmek için ciddi girişim

- Şam'da, İdlib'de, Kamışlı'da ve Suriye’nin diğer kentlerinde yaşayanlar ve yurt dışındaki Suriyelilere durumlarının düzeleceğini hissetmeleri için ne söyleyeceksiniz? Onları çözümün geldiğine nasıl ikna edeceksiniz?

Daha önce söylediğimi tekrar edeceğim. 12 yıl süren savaş ve çatışmadan sonra siyasi süreçte ilerleme kaydedilmemesinden duydukları hayal kırıklığını anlıyorum. Pek çok şüphe ve hayal kırıklığı olduğunu ve sahadaki durumu değiştirmeyen siyasi hamleler olduğunu anlıyorum. Benim ve ekibimin rolü, bunu gerçek değişimin başlangıcı yapmak ve meseleyi sahada değiştirmek. Bu olmazsa, savaşın ve çatışmanın yıllarca uzaması, ekonomik ve insani durumun daha da kötüleşmesi riskini alacağız. Yurt içindeki ve dışındaki Suriyeliler güvenlik ve onur içinde yaşamayı hak ediyor. Arap yetkililer arasında ulusal uzlaşmadan söz ediliyor. Umarız bu, yeni bir adımın başlangıcı olur. Başarı garanti mi? Önemli olan statükonun kabul edilemez olduğuna dair ciddi bir girişimin ve kanaatin olması.

- Suriye muhalefeti kendini terk edilmiş hissediyor. Sizce bu doğru mu?

Son dönemde şahit olduğumuz yoğun diplomatik hamleler sahadaki durumun değişmesine yol açarsa bu herkes tarafından memnuniyetle karşılanacaktır. Bunun mümkün olup olmadığı konusunda şüpheci olmayı anlayışla karşılıyorum.

- 2014 yılı başında Cenevre Antlaşması’nın uygulanması için İsviçre'de bir konferans, 2015 yılı sonunda ise Viyana'da bir konferans düzenlenerek BMGK'nin 2254 sayılı kararı yayımlanmıştı. 2023 yılında Suriye'de siyasi bir çözüm aramak için sizin öncülüğünüzde uluslararası bir konferans görecek miyiz?

Ne olacağı tahmininde bulunmak için henüz çok erken. Söylemek istediğim, ilerlemek için tüm bu girişimlerin birlikte çalışması gerektiğidir. Tüm tarafların masada olmasını sağlamak istiyorum. Yani Suriyeli taraflar, Astana sürecindeki ülkeler, Arap taraflar, ABD ve Avrupa ülkeleri. Bunu başarmak için elimden geleni yapacağım.



İsrail'in Suriye üzerine oynadığı bahis: Diyalog değil, zorlama

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla
TT

İsrail'in Suriye üzerine oynadığı bahis: Diyalog değil, zorlama

Fotoğraf: Majalla
Fotoğraf: Majalla

Michael Horowitz

ABD ve İsrail arasında sadece birkaç alanda temel farklılıklar söz konusu. Bunlardan biri Suriye'de biraz beklenmedik bir şekilde ortaya çıktı. İsrail, ABD Başkanı Donald Trump'ın Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'yı hızlı bir şekilde kucaklamasından endişe duymuş, İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, Şara'yı ‘takım elbiseli bir cihatçı’ olarak tanımlamıştı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti, Trump'ın geçtiğimiz mayıs ayında Suudi Arabistan'da (El Kaide ile bağlantılı) El Nusra Cephesi'nin (daha sonra adı Heyet Tahrir Şam/HTŞ olarak değişti) eski lideriyle görüşmesi karşısında şaşkınlığa uğradı. Şara'nın Oval Ofis'i ziyareti ve Washington'ın Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırma kararı, İsrail'e Şam ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yaptığı iddiaları ile siyasi olarak iki lider arasında açık bir yakınlaşma ortaya çıkınca, İsrail daha da öfkelendi. Bunun ötesinde, İsrailli yetkililer, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye dosyasındaki kilit isimlerinden biri olan Tom Barrack'ın Ankara'nın tercih ettiği yaklaşımı benimseme eğiliminden giderek daha fazla endişe duymaya başladı.

Elbette, Suriye meselelerine dahil olan birçok gözlemci, Washington'ın yeni Suriye liderine yönelik hızlı ve beklenmedik yaklaşımını övdü. Trump'ın Suriye’ye uygulanan bazı yaptırımları kaldırma yönündeki erken kararı, Suriye'nin yıllarca süren uluslararası tecridinin ardından yeniden entegrasyonunun hızlanacağına dair umutları artırdı. Bu izolasyon süresince Suriye, Washington'ın bakış açısına göre ‘kötülük ekseninin’ Tahran'ın anlatısına göre ‘direniş ekseninin’ bir parçası olarak nitelendirilmişti. Amerika Birleşik Devletleri, rejimi "suçlu olduğu kanıtlanana kadar masum" olarak değerlendirerek, ispat yükünden cesurca uzaklaştı. Bu ayrım sadece terminoloji meselesi değil; yaptırımların kısmen hafifletilmesi bile, Washington'ın yeni Suriye ile yatırım ve diplomatik ilişkileri engellemeyeceği konusunda ortaklara ve bölgesel güçlere net bir mesaj gönderiyor. Aynı zamanda, tecrit edilen Şam'ın ABD’nin düşmanlarının kollarına itilmesi veya uzun süredir tek müttefiki olan Türkiye'ye güvenmek zorunda kalması gibi bir senaryoyu da önlüyor.

Şara’nın Beyaz Saray'ı ziyareti ve Başkan Trump ile görüşmesinden birkaç hafta sonra Netanyahu, Suriye'nin güneyinde İsrail'in kontrolündeki bölgeyi ziyaret etti.

Ancak Netanyahu, Trump ile Şara arasındaki politika değişikliğini veya şahsi ilişkiyi sadece pragmatik bir politika olarak değil, stratejik bir risk olarak görüyor. Bu bağlamda, İsrail hükümeti, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden birkaç saat sonra, Suriye'de kalan askeri mevzilere kapsamlı saldırılar düzenleme ve Suriye'nin güneyindeki mevcut askerden arındırılmış bölgenin dışında yeni bir tampon bölge oluşturma kararının doğru olduğunu düşünüyor. 7 Ekim sonrası İsrail güvenlik kurumlarının bir dizi bileşeninde hakim olan zihniyet açıktır: ülke başkalarının iyi niyetine güvenemez, yalnızca kendi askeri gücüne güvenebilir. Bu görüşün destekçileri, Suriye'yi bu tezlerinin açık bir örneği olarak görüyor. İsrail, güvenliğini dostane ama değişken bir ABD Başkanı’na veya Şara’nın pragmatizmini sürdüreceğine dair Batı'nın iddiasına dayandıramaz. Sadece sınırdaki askerlere güvenmekten başka çaresi kalmıyor. Sonuç olarak Başbakan Netanyahu, Şara'nın Beyaz Saray'ı ziyareti ve Başkan Trump ile görüşmesinden birkaç hafta sonra, İsrail'in kontrolündeki Suriye’nin güney bölgesini bir kez daha ziyaret ederek açık bir mesaj verdi. Bu mesajda ‘İsrail, iyi niyet ve vaatler karşılığında vazgeçmeyeceği kozlara sahiptir’ deniliyordu.

İsrail'in ‘satın alamayacağı’ lider

İsrail'in Ahmed eş-Şara konusunda endişelenmesi için bazı nedenleri var. Şara, kökenleri Golan Tepeleri'ne dayanan ve 1967 yılında İsrail'in bu bölgeyi ele geçirmesiyle yerinden edilen binlerce Suriyeli arasında yer alan bir aileden geliyor. Ailesi önce Şam'a, ardından Bağdat'a ve sonra da Riyad'a taşınmıştı. Şara, çocukluğunun çoğunu Suriye'nin başkentinde geçirmesine rağmen, El Nusra Cephesi'ni kurduğunda (Golan Tepeleri’ne nispetle) ‘el-Culani’ adını aldı. Şara'nın utangaç, içe dönük bir gençken Irak'taki El Kaide üyesine dönüşen yolculuğu, kısmen ikinci intifada ile kesişiyor.

Suriye'nin demokrasiye geçişi elbette İsrail'in başlıca endişesi değil, ancak Şara'nın iktidarı paylaşma isteği, İsrail'in ilgiyle izlediği önemli bir gösterge olmaya devam ediyor.

İsrailli yetkililerin bazıları, hükümetin meşruiyeti konusunda derin şüphelerini dile getirdi. İsrail hükümetinin bu konudaki kamuoyuna yaptığı açıklamalar, sürekli alaycı bir üslupla yapıldı. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Şam’daki yeni hükümeti ‘meşru bir hükümet değil, bir çete’ yeni Suriyeli yetkilileri de ‘önce İdlib'de olan, sonra da başkenti ele geçiren teröristler’ olarak nitelendirdi. İsrail Dışişleri Bakanlığı, Şara'nın bir fotoğrafını ‘Cihatçılar takım elbiseli de olsalar yine cihatçıdır’ başlığıyla yayınladı. İsrail Diaspora İşleri ve Antisemitizmle Mücadele Bakanı Amihay Şikli, Suriye askerlerinin Gazze yanlısı sloganlar attığını gösteren bir videoyu örnek göstererek ‘savaşın kaçınılmaz olduğu’ sonucuna vardı.

thy
Golan Tepeleri'nden Suriye'nin güneyine doğru bakan İsrail askeri, 25 Mart 2025 (AFP)

Netanyahu, sadık destekçilerinin kirli işleri yapmasına ve acımasız saldırılar düzenlemesine izin verirken, kendisi daha az agresif ama daha net bir tutum sergiledi. Başkan Trump ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada Netanyahu, “Şara’ya baktığımda, sahada neler yapıldığını, gerçekte neler başarılmaya çalışıldığını göreceğim. Suriye barışçıl bir ülke olacak mı? Ordusundaki cihatçılar ortadan kaldırılacak mı? Suriye'nin güneybatısında silahsız bir bölge oluşturmak için benimle iş birliği yapacak mı?” ifadelerini kullandı. Şara’nın Washington ziyaretinin ardından yapılan özel bir toplantıda Netanyahu’nun, Batı'nın Suriye liderini kucaklamasının ‘Şara’yı kibirli hale getirdiğini’ söylediği bildirildi. İsrail Başbakanı, Batı'nın iyi niyetinin İsrail'e baskı yapmak için bir araç olarak kullanılmasını izin vermeyeceğini ima etti.

İsrail'in hesapları

Başbakan Netanyahu’nun açıklamaları, İsrail'in gerçek tutumunu anlamak için büyük önem taşıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre zira bu sadece bir müzakere taktiği. İsrail hükümeti, Ahmed eş-Şara’yı Şam'da açılan ‘yeni bir sayfa’ olarak değil, kontrol altına alınması gereken potansiyel bir tehdit olarak görüyor. Netanyahu, Şara'nın kariyerini ve cihatçı geçmişini bir baskı aracı olarak kullanırken, onun pragmatizmini test ediyor ve Suriye'deki savaş sonrası düzeni, İsrail'in stratejik üstünlüğünü koruyacağına inandığı şekilde biçimlendirmeye çalışıyor. İsrail'in Şara ile ilgili endişeleri temelsiz ya da hayal ürününden ibaret değil. Şara, sadık destekçileri üzerindeki gücünü pekiştirmek ve kendini başkan olarak atamak için hiç vakit kaybetmeden hareket etti. Azınlıklara yönelik bazı jestlerde bulunsa da geçiş rejimi gerçek demokrasiye doğru ilerlemedi. Zira yeni Halk Meclisi'nin bazı üyeleri başkan tarafından seçilirken, diğerleri yerel seçim organları tarafından seçildi.

HTŞ'nin İdlib'de benimsediği yönetim modeli, bazı yerel temsilcilerin Halk Meclisi’ne girmesine izin verse de gerçek iktidarın anahtarları Şara ve iktidarının elinde kalmaya devam etti.

Suriye’nin demokrasiye geçişi kesinlikle İsrail'in öncelikli kaygısı değildir. Ancak, Şara'nın iktidarı paylaşma istekliliği, özellikle de Şara'nın eski bağlantılarından gerçekten uzaklaşıp uzaklaşmadığını ya da halen onlara güvenip güvenmediğini değerlendirmek açısından İsrail’in yakından izlediği önemli bir gösterge olmaya devam ediyor.

Şara, özünde pragmatik ve İsrail ile bir arada yaşamaya açık olsa da yine de grubunu ikna etmek ve bir sonraki adımları için grubun desteğini almak zorunda. HTŞ (geçtiğimiz yıl Esed rejiminin çöküşünü hızlandıran Halep saldırısında liderlik ettiği hareket), liderlerinden daha az esnek olan ideolojik olarak radikal savaşçılardan oluşan bir çekirdek gruba sahip. Şara, daha önce de bu sorunla karşı karşıya kalmıştı: İdlib’de DAEŞ'in şubeleriyle savaştı, ardından sınır ötesi cihatçılıktan uzaklaşmasından hayal kırıklığına uğrayan HTŞ eski üyelerini çeken El Kaide bağlantılı Hurras ed-Din ile çatıştı.

Hatta gizlice ABD ile iş birliği yaparak, İdlib'deki El Kaide üyelerinin suikastına katkıda bulunan istihbarat sağladı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra, Suriye'nin DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na resmen katılmasını da kabul etti.

Daha sonra DEAŞ olacak olan örgütten ayrılma ve ardından El Kaide'yi tamamen terk etme kararının iyi niyetle alındığına şüphe yok. Zira bu karar Şara’nın otoritesini pekiştirmeye katkıda bulundu. Eski cihatçı destekçileriyle bağlarını koparan Suriye’nin yeni lideri, siyasi kaderini kontrol altına almayı başardı. Bu tür sert bir pragmatizm, İsrail'in bakış açısından güven verici görünebilir, ancak paradoksal olarak, İsrail'i müzakereler üzerinde kalıcı bir baskı kurmaya zorluyor.

Şara'nın geçmişi göz önüne alındığında, İsrail ile bir anlaşma imzalaması durumunda kendisine sadık güçleri kontrol altında tutma kabiliyeti konusunda önemli bir soru ortaya çıkıyor. Hükümet yanlısı güçlerin (Suriye’nin kıyı bölgesinde Esed rejiminin kalıntılarının kısa süreli isyanı sırasında ve güneyde Dürzilerle patlak veren çatışmalarda) sivilleri öldürmesi, geçiş dönemi yetkililerinin ya güçleri üzerinde tam kontrol sahibi olmadıklarını ya da ihlallere göz yumduklarını veya daha kötüsünü yaptıklarını gösteriyor. Burada İsrail'in ortaya çıkan merkezi devleti zayıflatmaya yaptığı katkılar da göz ardı edilmemeli. Netanyahu hükümeti, Suriye'nin silah depolarına defalarca kez saldırı düzenlemiş ve güçlü bir ülke yerine daha zayıf, daha parçalanmış bir ülkeye bahis oynuyor gibi görünüyor.

Belki de Netanyahu, azınlıklarla ilişki kurarak ve Şam'ın güney üzerinde tam kontrol kurmasını engelleyerek, Suriye'nin başkenti ile İsrail sınırları arasında bir tampon bölge oluşturabilecek yerel güçlerle ortaklıklarını sürdürmeyi umuyor.

Katı tutum

Netanyahu'nun Suriye'ye yönelik katı tutumu nispeten basit bir yapıya sahip. İsrail, durumu sıkı bir şekilde kontrol altında tuttuğuna inandığı için tavrından vazgeçmeyecek. Diyalog kapısı açık, ancak Suriye güneydeki güvenliği önemli ölçüde sıkılaştırmayı kabul etmeden ve İsrail karada ve havada önemli bölgeleri kontrol etmeye devam etmeden bu mümkün değil.

juı
Fotoğraf: AFP

Suriye hükümeti İsrail'in bazı taleplerini kabul etmiş gibi görünüyor, ancak Suriye'nin egemenliğini ihlal ettiğini düşündüğü diğer talepleri reddetmiştir. İsrail, kuvvetleri zaten bölgede bulunduğundan ve mevcut durum (Suriye merkezi devletinin zayıflığı ve İsrail'in bölgedeki askeri varlığının devamı) Netanyahu'nun kabul edebileceği bir durum olduğundan, kendini herhangi bir taviz vermek zorunda hissetmiyor. Aslında, İsrail'in Şara’yı itibarsızlaştırmaya yönelik devam eden kampanyası, olası bir anlaşmayı haklı çıkarmayı daha da zorlaştırabilir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik politikası iki farklı yönde ilerliyor. Bir yandan yeni hükümete karşı açık bir düşmanlık varken, diğer yandan sorunlu geçmişi olan lidere karşı kırılgan bir güven duyuluyor.

Bu, İsrail güvenlik teşkilatının çeşitli kesimlerinin ciddiye aldığı risklerden biridir. İsrail şu anda zamanın kendi lehine işlediğini düşünüyor, ancak niyetlerini sınayacak bir anlaşmaya hızla varmak için fırsatı kaçırabilir. İsrail'in Suriye'nin güneyinde kalarak azınlıkları kutuplaştırmaya çalışması, gelecekteki herhangi bir anlaşmaya ciddi bir muhalefet oluşturması, Şam'ı tek gerçek müttefiki olan Türkiye ile daha yakın iş birliğine itmesi ve İsrail sınırına yakın köylerdeki yerel halk arasında düşmanlığı körükleme korkusu hakim.

Netanyahu hükümeti dışında, bazı analistler ve gözlemciler bu endişeleri kamuoyuna dile getiriyor. İsrail askeri istihbaratının eski şefi Amos Yadlin, bir makalede Suriye ile bir anlaşmanın Hizbullah'a karşı en önemli silah olduğunu savundu. Yadlin, Suriye'de doğru stratejinin, İsrail'in daha acil tehditlere odaklanabilmesi için cepheyi kapatmak olduğunu belirtti. İsrail'in önde gelen araştırma merkezi olan İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü, İsrail'in agresif askeri tutumunun önlemeye çalıştığı tehditleri yaratabileceğine karşı uyararak (Yadlin de konuyla ilgili önceki makalelerinde aynı görüşü paylaşmıştı) ‘ihtiyatlı bir angajman’ çağrısında bulundu.

rgt
Suriye ile İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri arasındaki ateşkes hattı yakınlarında bulunan İsrail askeri araçları, 9 Aralık 2024 (Reuters)

İsrail'in Suriye'ye yönelik politikası iki farklı yönde ilerliyor. Bir yandan yeni hükümete karşı açık düşmanlık varken, diğer yandan sorunlu geçmişi olan lidere karşı kırılgan bir güven duyuluyor. Netanyahu'nun yaklaşımını eleştirenler, İsrail'in bu iki tutum arasında tereddüt etmesi gerektiğini savunmuyorlar, aksine politikalarının ve stratejilerinin Şara’yı sadece potansiyel bir tehdit olarak değil, aynı zamanda bir fırsat olarak da değerlendiren daha incelikli bir şekilde ayarlanmasını ve dikkatli, kesintisiz bir şekilde uyarlanmasını talep ediyorlar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Husiler, İsrail'in Somaliland’ı tanımasını neden doğrudan bir tehdit olarak görüyor?

Sana'da Husi liderinin fotoğrafının bulunduğu bir dijital reklam panosunun önünde toplanan insanlar (EPA)
Sana'da Husi liderinin fotoğrafının bulunduğu bir dijital reklam panosunun önünde toplanan insanlar (EPA)
TT

Husiler, İsrail'in Somaliland’ı tanımasını neden doğrudan bir tehdit olarak görüyor?

Sana'da Husi liderinin fotoğrafının bulunduğu bir dijital reklam panosunun önünde toplanan insanlar (EPA)
Sana'da Husi liderinin fotoğrafının bulunduğu bir dijital reklam panosunun önünde toplanan insanlar (EPA)

Bölgedeki açık cepheler arasındaki bağlantıyı güçlendiren yeni bir gerilimde, Husiler, Somaliland dosyasını İsrail ile yaşanan çatışmanın bir parçası haline getirdi. Husiler, ayrılıkçı bölgede herhangi bir İsrail varlığının ‘askeri hedef’ sayılacağı uyarısında bulundu.

Bu açıklama, İsrail’in Somaliland’ı tanıdığını duyurmasının ardından geldi. Söz konusu adım, Afrika ile Arap ve İslam dünyasında geniş yankı uyandırırken, Gazze’den Kızıldeniz’e ve Aden Körfezi’ne uzanan bölgesel gerilim denkleminde yeni bir saflaşmaya yol açtı.

Husilerin lideri Abdulmelik el-Husi, örgüte bağlı medya organları tarafından aktarılan açıklamasında, İsrail’in tanıma kararının ‘Somali’ye, Yemen’e ve bölgenin güvenliğine yönelik bir saldırı’ anlamına geldiğini söyledi. El-Husi, Tel Aviv yönetiminin ‘dünyanın en önemli deniz geçiş noktalarından biri yakınında askeri ve istihbari bir dayanak noktası elde etmeye çalıştığını’ savundu ve ayrılıkçı bölgede ‘her türlü İsrail varlığının’ kendi güçleri açısından meşru bir hedef olacağını dile getirdi.

1991 yılında Somali Cumhuriyeti’nden tek taraflı olarak ayrıldığını ilan eden Somaliland, Aden Körfezi’nin girişinde ve uluslararası ticaretin en yoğun güzergâhlarından biri olan Babülmendep Boğazı’na yakın son derece hassas bir stratejik konumda bulunuyor. Somali’nin geri kalanına kıyasla görece istikrarlı bir yapıya sahip olmasına rağmen, onlarca yıldır uluslararası tanınmadan yoksun kalan bölge, bu nedenle siyasi ve ekonomik açıdan izole bir konumda kaldı.

cdfrgt
Husilerin İsrail'in Somaliland’ı tanımasını daha fazla savaşçı toplamak için kullanacağına dair spekülasyonlar var. (AP)

Analistler, İsrail’in bölgeyi tanımasının Tel Aviv’e Kızıldeniz’e doğrudan bir erişim penceresi açtığını, deniz ulaşım hatlarını izleme kapasitesini artırdığını ve başta Yemen’deki Husiler olmak üzere rakiplerine karşı askeri ya da istihbari operasyonlar yürütme imkânı sağlayabileceğini belirtiyor.

Bu gelişme, Ekim 2023’te Gazze savaşının başlamasından bu yana süren açık çatışma ortamı içinde değerlendiriliyor. Söz konusu dönemde Husiler, İsrail hedeflerine ve İsrail’le bağlantılı gemilere füze ve insansız hava araçlarıyla (İHA) saldırılar düzenlemiş, ancak Gazze Şeridi’ndeki kırılgan ateşkesle birlikte bu saldırıların temposu düşmüştü.

Husilerin paniğinin nedeni

Siyasi kaynaklar, Husilerin kaygılarının yalnızca Filistin meselesinin ‘sembolik’ boyutuyla sınırlı olmadığına, doğrudan güvenlik hesaplarına dayandığına işaret ediyor. Bu çerçevede, Somaliland’de olası bir İsrail varlığının, İsrail’in Kızıldeniz’in farklı bölgelerinde askeri ve istihbari olarak varlık göstermesiyle birlikte, Husileri güneybatıdan stratejik olarak kuşatma anlamına geleceği değerlendiriliyor.

Husiler ayrıca, Somaliland’ın Yemen’deki mevzilerini hedef alabilecek İsrail operasyonları için bir destek platformuna dönüşmesinden endişe ediyor. Bu kaygılar, son aylarda İsrail tarafından düzenlenen ve çok sayıda askeri ve siyasi Husi liderinin hayatını kaybetmesine yol açtığı belirtilen saldırıların ardından daha da güçlenmiş durumda.

hyjuk
Husiler, dokuz aylık sessizliğin ardından insansız hava aracı biriminden sorumlu komutanların ölümünü doğruladı. (EPA)

Bu endişeleri, bazı medya raporlarında Somaliland’ın daha geniş bölgesel düzenlemeler kapsamında kullanılabileceğine dair iddialar da besliyor. Söz konusu iddialar arasında, Gazzelilerin olası yer değiştirmesine yönelik sızıntılar da yer almıştı. Husiler, bu senaryoları İsrail’in bölgede yürüttüğünü savundukları bir ‘parçalama projesinin’ parçası olarak görüyor.

Öte yandan Husilerin darbe sonrası kurduğu yönetim organı olan Yüksek Siyasi Konsey, söylemini sertleştirerek Somali topraklarında herhangi bir İsrail faaliyetinin ‘oldu bitti’ olarak kabul edilmeyeceği uyarısında bulundu. Konsey, Somali’nin güvenliğinin ‘ayrılmaz bir parça’ olarak kendi güvenliklerinin parçası olduğunu vurguladı ve Kızıldeniz’e kıyısı olan ülkelere, ‘İsrail sızması’ olarak nitelendirdiği gelişmeyi engellemek için somut adımlar atma çağrısı yaptı.


Lazkiye’de eski rejim kalıntılarından silahlı saldırı: 4 ölü, 108 yaralı

Lazkiye’de protestolar sırasında dün çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)
Lazkiye’de protestolar sırasında dün çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)
TT

Lazkiye’de eski rejim kalıntılarından silahlı saldırı: 4 ölü, 108 yaralı

Lazkiye’de protestolar sırasında dün çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)
Lazkiye’de protestolar sırasında dün çıkan çatışmaların ardından Suriye güvenlik güçleri konuşlandırıldı (EPA)

Suriye’nin Lazkiye ilinde güvenlik güçleri ve sivillere yönelik silahlı saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı 4’e, yaralı sayısı ise 108’e yükseldi.

Lazkiye İl Sağlık Müdürlüğü, pazartesi günü yaptığı açıklamada, protestolar sırasında güvenlik güçleri ve vatandaşları hedef alan silahlı saldırılar sonrası bilanço güncelledi.

Lazkiye İç Güvenlik Komutanı Tuğgeneral Abdülaziz el-Ahmed, pazar günü yaptığı açıklamada, kendini Gazzal Gazzal olarak tanıtan kişinin çağrısıyla düzenlenen gösteriler sırasında, devrik rejimin kalıntılarına bağlı bazı terör unsurlarının Lazkiye ve Ceble’de iç güvenlik güçlerine saldırı düzenlediğini söyledi. El-Ahmed, saldırılarda bazı güvenlik görevlilerinin yaralandığını, özel görevler ve polis birimlerine ait araçların tahrip edildiğini belirtti.

El-Ahmed ayrıca, Lazkiye’de Ezheri Kavşağı ile Ceble’de Ulusal Hastane Kavşağı’nda yüzleri maskeli ve silahlı unsurların tespit edildiğini ifade ederek, bu kişilerin Sarayet Diru’s-Sahil (Sahil Kalkanı Tugayı) ve Sarayet el-Cevad (Cevad Tugaylar) adlı terör hücrelerine mensup olduğunu kaydetti. Şarku’l Avsat’ın Suriye Arap Haber Ajansı SANA’dan aktardığı habere göre söz konusu hücreler, otoyol M1 üzerinde saha infazları ve el yapımı patlayıcı saldırılarından sorumlu tutuluyor.

cdrgt
Lazkiye’deki protestolar sırasında güvenlik güçlerine ve vatandaşlara yönelik silahlı saldırıda yaralananlardan biri hastanede tedavi görüyor (EPA)

Suriye Savunma Bakanlığı da pazar günü yaptığı açıklamada, protestolar sırasında güvenlik güçleri ve sivillere yönelik saldırıların ardından, batı sahil bölgesindeki Lazkiye ve Tartus kent merkezlerine zırhlı araçlar ve askeri birlikler sevk edildiğini duyurdu.

Suriye televizyonu, Savunma Bakanlığı Medya ve İletişim Dairesi’ne dayandırdığı haberinde, askeri birliklerin konuşlandırılmasının “kanun dışı grupların halkı ve güvenlik güçlerini hedef alan saldırılarının artması” üzerine gerçekleştirildiğini aktardı. Açıklamada, birliklerin görevinin “iç güvenlik güçleriyle iş birliği içinde güvenliği sağlamak ve istikrarı yeniden tesis etmek” olduğu vurgulandı.