Kerkük’ün bugününü belirleyen tarih sıkıntılı geleceğin de habercisi

Şehrin içinde bile petrol kuyuları bulunduğu için Kerkük, Irak’ın en kirli şehirlerinden biri kabul ediliyor (Yusuf Kerkükî)
Şehrin içinde bile petrol kuyuları bulunduğu için Kerkük, Irak’ın en kirli şehirlerinden biri kabul ediliyor (Yusuf Kerkükî)
TT

Kerkük’ün bugününü belirleyen tarih sıkıntılı geleceğin de habercisi

Şehrin içinde bile petrol kuyuları bulunduğu için Kerkük, Irak’ın en kirli şehirlerinden biri kabul ediliyor (Yusuf Kerkükî)
Şehrin içinde bile petrol kuyuları bulunduğu için Kerkük, Irak’ın en kirli şehirlerinden biri kabul ediliyor (Yusuf Kerkükî)

Rüstem Mahmud

Irak’ın özerk Kürdistan Bölgesi ile merkezî hükümet arasında siyasi, güvenlik ve ekonomik açıdan çatışmanın yaşandığı Kerkük’ün çeşitli mahallelerinde dolaşırken şehrin etnik açıdan çeşitli sakinleri arasında herhangi bir farklılık görmezsiniz. Şehrin en kuzeybatısında mutlak Kürt nüfusa sahip Rahimava, eş-Şurci, Barudhane ve İmam Kasım mahallelerinden başlayarak, tarihî merkezinde Türkmen-Kürt karma Ahmed Ağa ve Hasirki mahallelerinden geçip, güney ve güneydoğuda tamamen Arap olan el-Kadisiye, el-Urubetu’ş-Şuheda, el-Mendude ve 1 Haziran Mahallesi’ne kadar farklı bölgeler; görsel, demografik, kültürel, ekonomik ve hizmetler açısından birbiriyle uyum içindedir.

Nitekim görünüşe bakılırsa hepsi de yorgun, gelişigüzel ve ihmal edilmiş, gelişme ve iş imkânı az, yoğun bir çevresel kirlilikle boğuşan, kıyısına antik kentin kurulduğu nehri Hasasu kurumuş, tarihî kalesi herhangi bir bakım ve restorasyon görmeden harap hale gelmiş bir şehrin parçası. Bazı halk kıyafet tarzlarını ve halk lehçesi telaffuzlarını hariç tutarsak Kerkük şehri, sakinleri ve içindeki yaşam biçimiyle, hiçbir kültürel, güvenlik ve sınıfsal engelin bulunmadığı sakin, iç içe geçmiş ve canlı bir mekân gibi görünüyor.  

Ancak bu, sadece gözle görünen manzara. Arka planda şehrin sahne olduğu kutuplaşma ve şiddetli bir siyasi, ekonomik ve güvenlik anlaşmazlığı mevcut. Bu anlaşmazlık, Irak devletinin kurulduğu yaklaşık bir asır öncesinden bugüne uzanıyor. Temeli ise şehrin ve eyaletin ulusal kimliği, sonra da yönetim biçimi, tâbiiyeti ve siyasi geleceği üzerine verilen mücadeledir.

zxsdc
Kerkük’te bir çarşı (Ömer Abdülkadir)

Kerkük şehri ve tüm vilayet, halihazırda yerel nüfusu temsil eden siyasi güçler arasındaki pek çok çatışmanın odağı gibi görünüyorlar. Bu çatışmalar, Kürtlerin ve Türkmenlerin devam eden sistemli Araplaştırma politikalarından şikâyetçi olduğu kırsal nüfus arasında tarım arazileri mülkiyetine dair ihtilaflara kadar bir dizi mayınlı gündeme kadar uzanıyor.

Kürtler ve Türkmenler, güvenlik yönetimine ortak edilmediklerini iddia ediyorlar. Çatışma, siyaset sahnesinde de görülüyor. Nitekim seçmen kaydı konusunda şiddetli bir anlaşmazlık söz konusu. Şöyle ki Arap siyasi güçler, bu yıl yapılacak yerel seçimlerde oy kullanma hakkına sahip ‘yerli nüfustan’ olmalarına rağmen kendilerinden on binlerce kişinin seçmen kaydında yer almadığını söylüyor.

Bu meselelerde yerel ulusal çatışma; Irak’taki diğer siyasi güçlerin etki biçimleri, bölgesel gündemler ve bir dereceye kadar enerjiye ve Irak’taki dengelerin idaresine ilişkin uluslararası çatışmalar ile iç içe geçiyor.

Şehrin sahne olduğu kutuplaşma ve yoğun siyasi, ekonomik ve güvenlik anlaşmazlığı Irak devletinin kurulduğu yaklaşık bir asır öncesinden bugüne kadar uzanıyor. Anlaşmazlığın temeli, şehrin ve vilayetin ulusal kimliği, dolayısıyla da yönetim biçimi, tâbiiyeti ve siyasi geleceği üzerine verilen mücadeledir

Şehre varmadan birkaç gün önce, kentin güneyine bitişik Tobzavi köyünden Kürt ve Türkmen çiftçiler, şehir belediyesinin çiftçilerin tarım arazileri içinde askerî bir bölge inşa etme kararını protesto edip, projenin sorumlularını demografik değişim amaçlayan siyasi bir gündem uygulamak ve eski Irak rejimi dönemine uzanan politikalar benimsemekle suçlayarak, şehrin ortasındaki anayolu kapattılar.

Bu hadiseden sadece bir hafta önce şehrin kuzeybatısındaki Serkeran bölgesinde Kürt ve Arap çiftçiler arasında yaşanan doğrudan karşılaşma, kanlı bir çatışmaya dönüşmek üzereydi. Bölgedeki Kürt köylüler, Irak ordusunun bazı kesimlerini, eski rejimin Arap ‘girişimciler’ lehine çıkardığı kararname ve belgeleri yürürlüğe koymakla itham ediyor.

Şehrin sakinleri ile siyasi güçleri, bu konuda tamamen iki zıt kutba bölünmüş durumda:

Kürtler ve Türkmenler, resmî ve adli kurumları, eski Irak rejiminin 1970’li ve 80’li yıllarda izlediği Araplaştırma politikalarının izlerinin silinmesine ilişkin anayasa maddelerinin uygulanmasında şeffaf olmamak ve hamaset gütmekle suçluyorlar. Bilindiği üzere eski rejim, güney ve merkez bölgelerden on binlerce çiftçiyi getirip onlara Kerkük vilayetinde mülk vermişti.

Buna karşılık o dönemde tapu edinen Arap çiftçiler de Irak devletinin son dönemde verdiği onaylanmış yargı kararlarına göre bu arazilerin kendilerine ait olduğunu söylüyor. Bununla birlikte Türkmen ve Kürt muadilleri, bu yargı organlarının tarafsız olmadığı, 2003 yılından sonra çıkarılan yasa ve mevzuatları dikkate almadığı, aksine Arap çiftçilerin elindeki tapu ve belgeleri hüküm için tek referans olarak gördüğü, dolayısıyla önceki politikaların aynılarının sürdüğü cevabını veriyor.

Tarım arazileri meselesi, şehirde ve çevresinde mülkiyetle ilgili her şeyin bir parçasıdır. Bu her şey; konutlar, bina ruhsatı verme mekanizması, 2003’ten sonra inşa edilen gecekondular, bölgelerindeki güvenlik olayları nedeniyle diğer vilayetlerden gelenler, seçmen kütükleri ve bunun gibi daha pek çok şeyi kapsıyor.

Eski şehirde; el-Kuriya, Ahmed Ağa ve Mecidiye kahvehanelerinde çeşitli bileşenlerin sakinleri yatsı namazından sonra sohbet halkasında bir araya gelip, tarım mülkiyetine dair yenilenen bu çekişme çerçevesinde, şehirdeki çeşitli siyasi güçlerin yaklaşan yerel seçimler (vilayet meclis seçimleri) konusundaki karşılıklı uyarılarını ve Kerkük’ün yeni bir gerilim dalgasına sahne olma ihtimalini tartışıyor.

xsc
Kerkük’ün ortasındaki Hasasu Nehri, tarım politikaları ve iklim değişiklikleri nedeniyle kurudu (Yusuf Kerkükî)

Merkezî parlamentoda Kerkük vilayetinin Arap bileşeninin temsilcileri, bu seçimlere ilişkin yasanın oylanmasına özel meclis oturumunu boykot etti. 2003 yılından sonra onaylanan ve vilayette yaşayan yaklaşık 300 bin kişinin yer almadığını iddia ettikleri seçmen kaydına ilişkin yasanın kabulüne itiraz eden temsilciler, Genel Seçim Yasası’nın 35’inci maddesinin yasanın yeni metinlerine dahil edilmesini talep ediyor. Söz konusu seçim yasası, Kerkük vilayetine istisnai bir özellik tanıyor ve seçmen kaydı için referans olarak yiyecek karnesi ve Ticaret Bakanlığı sicili ile alakalı belgelere dayanıyor. Türkmen güçler, bu konuda nispeten uzlaşma tavrı sergilerken, Kürt partiler bunu ‘kırmızı çizgi’ olarak değerlendiriyor. Zira bu, önceki rejimin izlediği nüfus çekme, yerleştirme ve Araplaştırma faaliyetlerinin fiili olarak meşrulaştırılması, dolayısıyla da demografik değişimin istikrara kavuşturulması anlamına gelir ki, Irak anayasası bunun kaldırılmasını öngörüyor.

Kürtler ve Türkmenler, resmî ve adli kurumları, eski Irak rejiminin izlediği Araplaştırma politikalarının izlerinin silinmesine ilişkin anayasa maddelerinin uygulanmasında şeffaf olmamak ve hamaset gütmekle itham ediyor

Kerkük vilayeti, son yerel seçimleri 2005 yılında gerçekleştirmişti. Bu seçimlerde Kürt güçler, 41 vilayet meclisi sandalyesinin yarısından fazlasını elde ederken, Arap siyasi güçlerin çoğunluğu aynı sebeple seçimleri boykot etti. Bu durum, son yıllarda vilayette yerel seçim yapılması ihtimalinin önünde bir engel olarak duruyor ve halihazırda siyasi, güvenlik ve sivil alanda kriz tehdidi oluşturuyor.

Vilayet meclisi, valiyi ve vilayetteki en üst idari hiyerarşinin diğer üyelerini seçme yetkisine sahip. Ayrıca vilayetteki çeşitli hizmet ve ekonomi kurumlarını, özellikle emlak daireleri, eğitim sistemi, tarım birimleri, genel emlak idaresi ve bir ölçüde güvenlik dosyası açısından denetliyor.

Kürtlere göre seçimler, daha önce yürütülen tüm yerinden etme ve nüfus çekme süreçlerine rağmen demografik büyüklüklerinin toplam vilayet nüfusunun neredeyse yarısı olduğunu ispatladı. Ancak vilayetteki idari yapıda, istihdamda ve yargıdaki oranları bunun çok altında. Eski rejimin hükümet teşkilâtında yer verdiği kamu görevlileri, kamusal hayatın idaresini elinde tutmaya devam ediyor. Bilhassa 2017 yılından sonra, dönemin başbakanı Haydar el-İbadi, Kürdistan bölgesinin bağımsızlığına dair referandum sürecine katıldığı için seçilmiş Kürt Vali Dr. Necmeddin Kerim’i görevden uzaklaştırıp, göreve vekaleten yardımcısı Arap Rakan el-Cuburi’yi getirmeye karar verdi. Cuburi, Kürtler tarafından tarafsız olmamak ve vilayet yönetimindeki dengeyi bozmakla itham ediliyor.

Irak anayasasına göre Kerkük vilayeti; anayasanın, Araplaştırma politikalarının izlerinin ortadan kaldırılmasını, vilayette bir nüfus sayımı yapılmasını ve işin, merkezî otoriteye mi yoksa Kürdistan bölgesine mi bağlı olunacağını belirleyen  referandumla sonuçlanmasını öngören 140’ıncı maddesine atıfta bulunulan ‘tartışmalı bölgeler’ arasında sayılıyor.  

Kürt güçler halen bu maddeye bağlı kalarak bunu, vilayet içindeki durumu ve bölge ile merkezî otorite arasındaki ilişkiyi istikrara kavuşturmanın özü olarak görüyor. Arap ve Türkmen muadilleri ise ‘maddenin zaman aşımına uğradığını’ ve gerçeklere göre hareket etmenin, yetkileri paylaşmanın, vilayetteki dosya ve kurumları üçlü sisteme göre idare etmenin daha iyi olduğunu söylüyor. Söz konusu üçlü sistem Arap, Kürt ve Türkmen bileşenlerin her birine idari yapıdaki üyelerin yüzde 33’ünü veriyor; yüzde 1 ise vilayetin Hıristiyan azınlığına kalıyor.

Bu detaylar, çeşitli bileşenlerden kültürel ve akademik seçkinler ve şehrin pek çok ileri geleni ile tartışılırken, şehrin sakinleri arasındaki toplumsal, ekonomik ve kültürel ilişkilerin olumlu ve iş birlikçi doğası vurgulanıyor. Ayrıca anayasanın 140’ıncı maddesine ilişkin ulusal çatışma ve kutuplaşmanın, vilayetteki petrol zenginliğinin aidiyeti ve idare biçimi ile vilayetin kendi özelliklerine göre yönetileceği merkezî olmayan yönetim şeklinin açık ve kesin bir şekilde tanımlanması, son olarak vilayetin merkeze bağlı ve merkezî olarak mı yoksa Kürdistan bölgesine bağlı olarak mı yönetileceği konusundaki sıfır denkleminden çıkarılması ile büyük ölçüde hafifletilebileceği belirtiliyor.

Vilayetin bileşenleri arasındaki siyasi/ulusal anlaşmazlıklar arttıkça güvenlik sıkıntıları da arttı. Bu bağlamda yaşanan en son hadise, Türkmen Cephesi’nde bir askerî subay ile liderin hedef alındığı patlamaydı. Bu hadisede Türkmen Cephesi, Türkmen Cephesi’ni destekleyen ve Kuzey Irak’ın tamamında PKK’ya karşı savaş yürüten Türkiye’den intikam almayı amaçladığı düşüncesiyle PKK terör örgütünü bu saldırının arkasında olmakla suçladı.

Irak’taki Türkmen siyasi akımların ‘en güçlüsü’ ve en popüleri kabul edilen ve Türkiye tarafından desteklenen Türkmen Cephesi aynı zamanda, Kürt siyasi güçlerinin, Kürt Peşmerge güçlerinin şehre/vilayete geri getirilmesi için hükümetteki / Arap mevkidaşlarıyla siyasi anlaşmaya varabileceklerine dair endişelerini de dile getiriyor.

Halihazırda Kerkük vilayeti, Kerkük Vilayeti Ortak Operasyon Odası’nın güvenlik ve askerî kontrolü altında. Bu yapı, resmî ve doğrudan Irak Başbakanlık Ofisi ile Ordu ve Silahlı Kuvvetler Başkomutanlığına bağlı olmakla birlikte fiilen ordu, istihbarat teşkilatı, çevik kuvvetler, federal polis, Şii milis gücü Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri), Peşmerge güçleri, asayiş güçleri ve Kürt terörle mücadele güçleri dahil olmak üzere Irak güvenlik ve askerî kurumlarından birçok unsuru içermektedir.

Türkmenlerin, Arap/Kürt karışımı olarak değerlendirdiği bu güvenlik/askerî bileşimde herhangi bir Türkmen tarafı bulunmamaktadır. Bununla beraber şehrin yerel sakinlerinden olan Sünni Araplar, Arap ve Türkmen mahallelerinde konuşlanan Haşdi Şabi unsurlarını kendi temsilcileri olarak görmüyor. Yine de 2017 yılından sonra şehirden ve vilayetten uzaklaştırılan Kürt Peşmerge güçlerindense bu unsurların varlığını tercih ediyorlar.

Vilayetin Arapları, vilayetin nimetlerinden mahrum bırakıldıklarından şikâyet ediyor ve Kürt ve Türkmenlerle kıyaslandığından kendilerinin ‘en fakir’ olduklarını düşünüyorlar.

Kürt siyasi partileri, anayasanın vilayetin tartışmalı bölge olarak belirlenmesinde öngördüğü şekilde, vilayetteki güvenlik ve askerî idarenin vilayetin tüm bölgelerinde ortak olması ve daha sonra da güvenlik ve askerî idarenin ordu güçleri ile Kürt Peşmerge güçleri arasında paylaşımına dair bir mekanizma icat edilmesi çağrısında bulunuyor. Kürt partilere göre bu mekanizma, terörle mücadele dosyasında bir ortaklık ve dayanıklılık oluşturmaya tek başına yeter. Zira Kerkük vilayetinde, özellikle de Hamrin Dağları’nın yükseklerindeki güney bölgelerinde DEAŞ terör örgütü halen yoğun şekilde varlık gösteriyor.

thh
Kerkük’te ekonomik koşulların zorlaşması nedeniyle gelişen ikinci el giyim pazarı

Güvenlik ve idari dosyanın aksine, vilayetteki Araplar, vilayetin nimetlerinden mahrum bırakılmaktan şikâyet ediyor ve Kürt ve Türkmenlerle kıyaslandığında kendilerinin ‘en fakir’ olduklarını düşünüyorlar. Onlara göre Kürtler, iletişim şirketleri gibi hayati önem taşıyan ekonomik kurumların yanı sıra, Türkiye ile İran sınır kapılarından gelen ve Kürdistan bölgesi tarafından kontrol edilen ticaretin büyük bir kısmının da kontrolünü ellerinde tutuyor. Türkmenler ise şehrin ticaret merkezini işgal ediyor ve şehre gıda, kumaş ve elektrik tedarik eden büyük tüccarlar ve bölgesel şirketlerle geniş ve sağlam bir ilişki ağına sahipler.

Bununla birlikte şehrin tüm sakinleri, son on yılda tanık olduğu ve olmaya devam ettiği siyasi ve güvenlik geriliminin ardından vilayetin ekonomik olarak dışlanmasından şikâyetçi. Nitekim Kürdistan bölgesinde olduğu gibi, ana şehirleri yeniden yapılandırmaya dair herhangi bir stratejik plan yok. Ayrıca yerel meclisler, Irak anayasasının Basra ve Kerkük gibi üretici vilayetlerin lehine olarak onayladığı ‘Petro dolar’ fonlarından da bir şey elde etmiyor. Çeşitli siyasi güçler de görünürdeki ayrışmaları ve çatışmaları arkalarında bırakarak vilayetin imkânlarını kendi aralarında paylaştıkları gerekçesiyle çok sayıda suçlamaya maruz kalıyor. Haşdi Şabi unsurlarına yönelik geniş eleştirilerin de sonu gelmiyor. Şehir sakinlerine göre Haşdi Şabi liderleri, tüm hükümet sözleşmelerini ve tahsisatlarını, şehir halkından olsalar da kendilerine bağlı taraflar lehine kontrol ediyor.

Topraklarının verimliliği ve topografyasının çeşitliliğiyle tarihî açıdan önde gelen bir ticaret ve tarım merkezi olan Irak vilayeti, topraklarındaki büyük petrol keşifleri nedeniyle 1950’li yılların başından itibaren Irak ekonomisinin merkezi olmayı vaat eder oldu. Gelgelelim ilgili ulusal göstergelere ve standartlara göre şu an yoksulluğun, işsizliğin, eğitim ve meslek açısından seçkinler göçünün yaygın olarak görüldüğü bir yer…

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.

 



Soruşturmalar cumhuriyetinden nüfuz cumhuriyetine Irak devletinin krizi

Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)
Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)
TT

Soruşturmalar cumhuriyetinden nüfuz cumhuriyetine Irak devletinin krizi

Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)
Irak'ın güneyindeki Basra vilayetinde, uygulayıcı Koreli şirketten Faw Limanı’ndaki beş büyük rıhtımın devredilmesi sırasında Irak ordusu geçit töreni düzenledi, 7 Kasım 2024 (AFP)

Hayreddin Mahzumi

Irak, ‘soruşturmalar cumhuriyeti’ aşamasından çıktığı bir geçiş sürecine tanık oluyor. Bu, devletin gerçek sonuçlar üretmeden veya kimseye hesap sormadan halkın öfkesini yatıştırmak için komiteler kurduğu bir aşamayı ifade ediyor. Hükümetler, her türlü güvenlik ihlali, suikast veya bombalama olayını bu komiteler aracılığıyla ele alırdı ve sonunda hiçbir sonuç elde edemezdi. Ülke şu an açıkça ‘nüfuz cumhuriyeti’ olarak tanımlanabilecek daha tehlikeli bir aşamaya geçiyor. Bu aşamada, devlete bağlı olmayan silahlı güçler siyaset, güvenlik ve ekonomide fiili karar vericiler haline gelirken, resmi kurumların kanunları uygulama veya hayati ulusal çıkarları koruma kapasiteleri azalır. Bu dönüşüm tek bir olaya dayalı değil, son yıllarda güçlü bir şekilde ortaya çıkan ve son seçim sürecinde daha da belirginleşen siyasi ve güvenlik gelişmelerine dayanıyor. Bu gelişmeler, Kor Mor Gaz Sahası’na art arda düzenlenen saldırılar da dahil olmak üzere, ülkenin kuzeyindeki enerji altyapısını etkileyen gerilimle doruğa ulaştı.

Kor Mor Gaz Sahası’nın önemi, 2007 yılında Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile Kor Mor ve Çemçemal gaz sahalarının geliştirme haklarını elde eden Dana Gas ve Crescent Petroleum şirketleri arasında imzalanan anlaşma ile başlayan ‘IKBY gaz projesinin’ merkezinde yer almasından kaynaklanıyor.

Erbil, Bazyan ve Çemçemal'daki elektrik santrallerine enerji sağlamak için bir gaz işleme tesisi ve 180 kilometrelik boru hattı inşa edildi ve bu tesisler 2 bin megavatın (MW) üzerinde elektrik sağlıyor.

Erbil, Bazyan ve Çemçemal'daki elektrik santrallerine sürekli gaz temini, Irak'ın Kürdistan Bölgesi'ndeki toplam elektrik üretim kapasitesinin yüzde 75'inden fazlasına yakıt sağlıyor ve altı milyondan fazla insana faydalanıyor. Pearl Petroleum 2009 yılında kuruldu ve daha sonra OMV, MOL ve RWE gibi uluslararası şirketleri bünyesine kattı. Bu sayede proje, bölgedeki en büyük entegre enerji projelerinden biri ve Bağdat ile Erbil arasındaki güç dengesi açısından en hassas projelerden biri haline geldi.

Irak'ta yapılan son seçimler, İran yanlısı gruplara silahlı kanatlarına siyasi meşruiyet kazandırması için tarihi bir fırsat sundu. Bu durum, kurumları silahsızlandırmak yerine ‘silahları kurumlar içinde döndürmek’ gibi bir yaklaşımdı.

Bu projenin boyutu ve ilgili bölgesel ve uluslararası şirketlerin iç içe geçmiş çıkarları, özellikle son iki yıldır neden sürekli saldırı hedefi haline geldiğini açıklıyor. Bu proje, bir yandan Bağdat ile Erbil arasında, diğer yandan İran'a yakın silahlı güçler ile bölgesel hükümet arasında yaşanan iktidar mücadelesinde açık bir çatışma alanı ve etkili bir baskı aracı haline geldi. Dahası, bu sektörü hedef almak sadece yerel bir sorun değil, aynı zamanda Türkiye ve İran'ın hesaplarının ve küresel gaz piyasasının kesişim noktalarının etkilediği daha geniş bir bölgesel çatışmanın da parçası. Bu da Kor Mor Gaz Sahası’na yönelik saldırıları Bağdat ve Erbil arasındaki ilişkiyi aşan bir pazarlık kozu haline getiriyor. Kor Mor Gaz Sahası’na düzenlenen saldırılar, artık sadece sabotaj değil, hesaplanmış bir siyasi mesaj, çünkü bu saha, bölgedeki elektrik santrallerinin bağlı olduğu en önemli yerel gaz üretim kaynaklarından biri ve bu sahaya verilen herhangi bir zarar, Irak'ın enerji ve ekonomik güvenliğini doğrudan etkiler.

Irak sahnesinde 2024 ve 2025 yıllarında Kor mor Gaz Sahası’na birkaç kez saldırı düzenlendi. Reuters gibi uluslararası ajansların haberleri bu saldırıların temel ayrıntılarını teyit ediyor. Kor mor Gaz Sahası’na 25 Ocak 2024'te silahlı insansız hava araçları (İHA) ve Katyuşa roketleriyle çifte saldırı düzenlendi. Saldırılar kısıtlı ölçüde hasara yol açtı. Reuters, bölgedeki enerji tesislerine karşı artan saldırıları haberleştirirken olayın ayrıntılarını da aktardı. Aynı yılın 26 Nisan'ında, saha kimliği belirsiz bir insansız hava aracının hedefi olduğunda en ciddi saldırı gerçekleşti ve dört Yemenli işçi öldü, birçok işçi yaralandı. Associated Press (AP) ve BBC bu bilgiyi belgelerken Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ve IKBY Başkanı Mesrur Barzani, saldırıyı kınayan açıklamalarda bulundu. Ardından, 2 Şubat 2025'te, Reuters gibi uluslararası medya kuruluşlarında yayınlanan haberlere göre saldırılar başka bir insansız hava aracıyla yeniden başladı.

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak'ın Bağdat kentinde IKBY Başkanı Mesrur Barzani ile ortak basın toplantısı düzenledi, 4 Nisan 2023 (Reuters)Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak'ın Bağdat kentinde IKBY Başkanı Mesrur Barzani ile ortak basın toplantısı düzenledi, 4 Nisan 2023 (Reuters)

Silahlı grupların gaz üretimi ve elektrik tedariği ile bağlantılı hayati bir sektörü bozma kabiliyetlerini göstererek yeni bir güç dengesi kurmayı amaçlayan açık bir gerilim çerçevesinde, son saldırı 27 Kasım 2025 tarihinde gerçekleşti. Saldırıları kimin gerçekleştirdiği önemli değil. Önemli olan zamanlaması ve bu da devletin enerji sektörünü korumak veya Bağdat ile Erbil arasındaki çatışmayı kontrol etmek konusunda tam bir kontrole sahip olmadığı mesajını veriyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu tür saldırılar, Irak'ın merkezi hükümetin egemen olduğu bir devletten, silahlı grupların karar alma gücünü paylaştığı bir nüfuz alanına kademeli olarak dönüştüğü izlenimini de pekiştiriyor.

Nüfuz cumhuriyeti

Kor mor Gaz Sahası’na yönelik saldırıları ve bunların yerel ve bölgesel boyutlarını inceledikten sonra, milislerin nüfuzunun devlet içinde nasıl etkili bir siyasi güce dönüştüğü netleşiyor. İran yanlısı grupların seçimlerdeki ve siyasi yükselişleriyle, hayati öneme sahip tesisleri vurma kapasitelerinin genişlemesi arasındaki tesadüf, yalnızca sahadaki bir gelişme olarak değil, Irak içindeki güç dağılımında yeni bir mantığın uzantısı olarak değerlendirilebilir. Son seçimler, bu gruplara silahlı güçlerini siyasi meşruiyete dönüştürmek için tarihi bir fırsat sundu. Bu, Washington Enstitüsü'nün önceki analizlerinde, bu grupların sandığı, sahadaki önceki hakimiyetlerini güçlendirmek için paralel bir yol olarak kullanabilecekleri konusunda uyarıda bulunduğu, kurumları silahsızlandırmak yerine ‘silahları kurumlar içinde döndürmek’ gibi bir süreç.

Fonlar ve silahlar arasındaki örtüşme, devletin iktidarı tekelleştirmesinin anlamını yeniden tanımlıyor. Seçimler kurumları güçlendirmek yerine, artık silahlı kanatları resmi olarak örtbas etmek için kullanılıyor.

Aslında, bu grupların siyasi nüfuzu artık silahlı kanatlarından ayrı düşünülemez. Zira ikisi de devlet içinde ve ötesinde genişleyen tek bir yapı oluşturuyor. İran yanlısı grupların 2025 seçimlerinde kurmayı başardıkları parlamento bloğu, onlara benzeri görülmemiş bir pazarlık gücü kazandırdı. Bu gücü, yürütme organına kendi koşullarını dayatmak için kullandılar ve aynı zamanda siyasi bir bedel ödemeden silahlı faaliyetlerine devam etmelerini sağlayan resmi bir koruma sağladılar. Bu geniş koalisyona geçen meclisteki her bir koltukla, silahlı aktörleri hesap verebilir kılmak neredeyse imkansızlaşıyor, çünkü yetkilileri denetlemesi gerekenler, paralel iktidar merkezlerinin ayrılmaz bir parçası haline geliyor.

IKBY’deki Kürt şehri Dohuk yakınlarındaki Şamanki bölgesine düzenlenen SİHA saldırısının ardından, Sarsang Petrol Sahası’ndaki hasarlı petrol tesisinden yükselen dumanlar, 17 Temmuz 2025 (AFP)IKBY’deki Kürt şehri Dohuk yakınlarındaki Şamanki bölgesine düzenlenen SİHA saldırısının ardından, Sarsang Petrol Sahası’ndaki hasarlı petrol tesisinden yükselen dumanlar, 17 Temmuz 2025 (AFP)

Bu iç içe geçmişlik, enerji tesislerini hedef almayı sadece bir saldırı eylemi değil, aynı zamanda devlet içinde karar verme hakkına sahip olanları belirleyen yasama nüfuzunun bir uzantısı haline getiriyor. İran yanlısı gruplar, SİHA’lar aracılığıyla sert gücü ve aynı zamanda parlamento, medya ve hükümet komiteleri aracılığıyla yumuşak gücü kullandıklarında, nüfuzları karmaşık hale gelir ve enerji dosyası, bu grupların nüfuzlarının sınırlarını ve devletin tepki verme yeteneğini test ettikleri bir arena haline gelir. Bu saldırıların verdiği mesaj sadece güvenlikle ilgili değil, aynı zamanda ‘enerji dahil stratejik karar alma süreci artık hükümetin tekelinde değil’ şeklinde siyasi bir mesaj.

Fonlar ve silahlar arasındaki örtüşme, devletin iktidarı tekelleştirmesinin anlamını yeniden tanımlıyor. Seçimler kurumları güçlendirmek yerine, artık silahlı kanatları resmi olarak örtbas etmek için kullanılıyor. Bu da ‘devletin dilini konuşan bir hükümet ve sahada fiili otorite olarak hareket eden gruplar’ şeklinde melez bir gerçeklik yaratıyor. Bu bağlamda, silahları olanlar, fiilen açıklanmamış bir veto hakkına sahip olduklarından hükümetin herhangi bir güvenlik veya ekonomik reformu uygulama kabiliyeti zayıflıyor.

Irak, yalnızca seçim sonuçlarının değil, sahada araçlar kullanarak fiili durumu dayatma gücünü elinde tutanların da etkisiyle yeni bir aşamaya giriyor gibi görünüyor.

Bu yolu daha da tehlikeli kılan ise enerji tesislerine yönelik saldırıların, İran yanlısı grupların taktiksel nüfuzdan stratejik nüfuza geçişini ortaya koyması. Bu saldırılar artık duruma bağlı tepkiler değil, Bağdat ile Erbil arasındaki ve Irak ile uluslararası ortakları arasındaki ilişkileri yeniden şekillendirmek ve kurumsal çerçevelerin dışında önemli sorunları çözmek için kullanılan siyasi baskı araçları olarak karşımıza çıkıyor. Her yeni saldırı ile birlikte, devletin güvenlikle ilgili kararlar üzerindeki tekelinin kalan azıcık kısmını da kaybettiği ve İran yanlısı grupların kendilerini devletin rakibi değil, vazgeçilmez bir ortak oldukları özgüveniyle hareket ettikleri hissi giderek artıyor.

Bu olay, gaz tesisleri, askeri üsler ve stratejik projelerin siyasi müzakerelere hizmet edecek şekilde zamanlanmış saldırılara maruz kaldığı bir ülkede, ‘Irak devleti hala otoritesini geri kazanabilir mi, yoksa siyasi etkinin askeri gücün doğrudan uzantısı olduğu bir modele doğru yapısal bir geçişle karşı karşıya mıyız?’ şeklindeki yıllardır sorulan bir soruyu yeniden gündeme getiriyor. Cevap ise daha karamsar bir tabloya doğru eğilimli görünüyor. Bu tabloda ‘nüfuz cumhuriyeti’ resmi cumhuriyetten daha köklü hale geliyor.

Bu aşama sadece egemenlik kavramını tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda Irak'taki yönetimin doğasını da yeniden şekillendiriyor. Seçimin sağladığı meşruiyet devlet dışındaki gücü pekiştirmek için kullanıldığında, ülkenin siyasi geleceği parlamentodan çok sahada değişen güç dengesine bağımlı hale geliyor ve kurumların aşınmaya devam ettiği bir yönetim modelinin önü açılıyor. Irak ekonomisinin can damarı olan enerji sektörü ise rakip taraflar arasında kalıcı bir pazarlık kozu haline geliyor.

Irak, sadece seçim sonuçlarının değil, aynı zamanda sahadaki araçlarla fiili durumu dayatma gücünü elinde tutanların da yönettiği yeni bir aşamaya giriyor gibi görünüyor. Kor mor Gaz Sahası’na yapılan her yeni saldırı, ‘nüfuz cumhuriyetinde’ yaşayan bir ülkenin imajını pekiştiriyor. Güç mantığı devlet mantığının önüne geçiyor ve anayasal kurumların halkın çıkarlarını korumak veya egemenliği muhafaza etmek konusunda yetkinliğini azaltıyor.

Bu tehlikeli aşama, Irak’taki denklemi sadece bir güvenlik sorunu olarak değil, devletin varlığını tehdit eden ve önümüzdeki on yıllar boyunca Irak’ta yönetim kavramını ve iktidar dağılımını yeniden şekillendiren yapısal bir kriz olarak yeniden okumayı gerektiriyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Lübnan Ordusu: Güneyde bir UNIFIL devriyesine saldıran altı kişi yakalandı

Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)
Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)
TT

Lübnan Ordusu: Güneyde bir UNIFIL devriyesine saldıran altı kişi yakalandı

Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)
Birleşmiş Milletler barış gücü güçleri, Marjeyoun'un Bouayda bölgesinde UNIFIL gücüne ait araçlarla devriye geziyor (AFP)

Lübnan Ordusu bugün, Lübnan'ın güneyindeki el-Tayri-Bint Cebeli yolunda Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücü'ne (UNIFIL) ait bir devriyeye saldıran altı kişinin yakalandığını duyurdu.

Ordu "X" platformunda yayınlanan bir açıklamasında, UNIFIL gücüne yönelik saldırıda bir UNIFIL aracının hasar gördüğünü, ancak personel arasında herhangi bir yaralanma bildirilmediğini ifade etti.

Ordu, UNIFIL'e yönelik herhangi bir saldırının ciddiyetini vurgulayarak, olaya karışanların cezalandırılmasında hiçbir hoşgörü ve müsamaha gösterilmeyeceğini belirtti.

Ayrıca, UNIFIL'in Litani Nehri'nin güneyinde bulunan bölgedeki temel rolünü, ordu ile yakın koordinasyonunu ve istikrarın yeniden sağlanmasına aktif katkısını vurguladı.

UNIFIL dün yaptığı açıklamada, Güney Lübnan'daki devriyelerinden birine ateş açıldığını, ancak herhangi bir yaralanma bildirilmediğini duyurdu.

Bint Cubeyl yakınlarında devriye gezen üç motosikletli altı kişinin barış gücüne yaklaştığını ve içlerinden birinin aracın arkasına yaklaşık üç el ateş ettiğini açıkladı. Olayda yaralanan olmadı.


Arap ve İslam dünyası, İsrail'in Gazzelileri Mısır'a sürme niyetinden endişe duyuyor

Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)
Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)
TT

Arap ve İslam dünyası, İsrail'in Gazzelileri Mısır'a sürme niyetinden endişe duyuyor

Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)
Mısır ile Filistin toprakları arasındaki Refah sınır kapısı (Arşiv- Reuters)

Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Pakistan, Türkiye ve Katar, İsrail'in Gazze Şeridi sakinlerinin Mısır'a geçişine olanak sağlamak için Refah sınır kapısını tek yönlü açacağı yönündeki açıklamalarından derin endişe duyduklarını belirtti.

Sekiz ülkenin dışişleri bakanları yaptıkları açıklamada, Filistin halkını topraklarından çıkarma girişimlerini tamamen reddettiklerini vurgulayarak, ABD Başkanı Donald Trump'ın Refah sınır kapısının her iki yönde de açılması, bölge sakinlerine hareket özgürlüğünün garanti altına alınması, Gazze Şeridi halkından hiçbirinin ayrılmaya zorlanmaması, aksine topraklarında kalmaları ve vatanlarının inşasına katılmaları için uygun koşulların yaratılması, istikrarın yeniden sağlanması ve insani koşulların iyileştirilmesine yönelik bütünleşik bir vizyonun oluşturulması planına tam bağlılık gösterilmesi gerektiğini vurguladı.

Bakanlar, Başkan Trump'ın bölgede barışı sağlama konusundaki kararlılığına ilişkin takdirlerini yineleyerek, güvenlik ve barışın sağlanması ve bölgesel istikrarın temellerinin sağlamlaştırılması amacıyla, planının tüm yönleriyle, gecikme veya aksama olmaksızın uygulanmasının önemini vurguladılar.

Ateşkesin tam olarak sağlanması, sivillerin çektiği acılara son verilmesi, Gazze'ye insani yardımların kısıtlama veya engel olmaksızın ulaştırılmasının sağlanması, iyileştirme ve yeniden yapılanma çalışmalarına erken başlanması ve Filistin Yönetimi'nin sektördeki sorumluluklarını yeniden üstlenmesi için gerekli koşulların oluşturulması ve böylece bölgede yeni bir güvenlik ve istikrar aşamasının başlatılması gerektiğini vurguladılar.

Bakanlar, ülkelerinin, Güvenlik Konseyi'nin 2803 sayılı Kararı ve ilgili tüm Konsey kararlarının tam olarak uygulanmasını sağlamak ve uluslararası hukuk kararları ve iki devletli çözüm ilkesi uyarınca adil, kapsamlı ve sürdürülebilir bir barışa ulaşmak için elverişli bir ortam sağlamak amacıyla Amerika ve tüm ilgili bölgesel ve uluslararası taraflarla çalışmaya ve eşgüdüm sağlamaya hazır olduğunu teyit ettiler. Bu, işgal altındaki Gazze ve Batı Şeria toprakları da dahil olmak üzere 4 Haziran 1967 sınırlarında, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıyla sonuçlanacaktır.