Kerkük’ün bugününü belirleyen tarih sıkıntılı geleceğin de habercisi

Şehrin içinde bile petrol kuyuları bulunduğu için Kerkük, Irak’ın en kirli şehirlerinden biri kabul ediliyor (Yusuf Kerkükî)
Şehrin içinde bile petrol kuyuları bulunduğu için Kerkük, Irak’ın en kirli şehirlerinden biri kabul ediliyor (Yusuf Kerkükî)
TT

Kerkük’ün bugününü belirleyen tarih sıkıntılı geleceğin de habercisi

Şehrin içinde bile petrol kuyuları bulunduğu için Kerkük, Irak’ın en kirli şehirlerinden biri kabul ediliyor (Yusuf Kerkükî)
Şehrin içinde bile petrol kuyuları bulunduğu için Kerkük, Irak’ın en kirli şehirlerinden biri kabul ediliyor (Yusuf Kerkükî)

Rüstem Mahmud

Irak’ın özerk Kürdistan Bölgesi ile merkezî hükümet arasında siyasi, güvenlik ve ekonomik açıdan çatışmanın yaşandığı Kerkük’ün çeşitli mahallelerinde dolaşırken şehrin etnik açıdan çeşitli sakinleri arasında herhangi bir farklılık görmezsiniz. Şehrin en kuzeybatısında mutlak Kürt nüfusa sahip Rahimava, eş-Şurci, Barudhane ve İmam Kasım mahallelerinden başlayarak, tarihî merkezinde Türkmen-Kürt karma Ahmed Ağa ve Hasirki mahallelerinden geçip, güney ve güneydoğuda tamamen Arap olan el-Kadisiye, el-Urubetu’ş-Şuheda, el-Mendude ve 1 Haziran Mahallesi’ne kadar farklı bölgeler; görsel, demografik, kültürel, ekonomik ve hizmetler açısından birbiriyle uyum içindedir.

Nitekim görünüşe bakılırsa hepsi de yorgun, gelişigüzel ve ihmal edilmiş, gelişme ve iş imkânı az, yoğun bir çevresel kirlilikle boğuşan, kıyısına antik kentin kurulduğu nehri Hasasu kurumuş, tarihî kalesi herhangi bir bakım ve restorasyon görmeden harap hale gelmiş bir şehrin parçası. Bazı halk kıyafet tarzlarını ve halk lehçesi telaffuzlarını hariç tutarsak Kerkük şehri, sakinleri ve içindeki yaşam biçimiyle, hiçbir kültürel, güvenlik ve sınıfsal engelin bulunmadığı sakin, iç içe geçmiş ve canlı bir mekân gibi görünüyor.  

Ancak bu, sadece gözle görünen manzara. Arka planda şehrin sahne olduğu kutuplaşma ve şiddetli bir siyasi, ekonomik ve güvenlik anlaşmazlığı mevcut. Bu anlaşmazlık, Irak devletinin kurulduğu yaklaşık bir asır öncesinden bugüne uzanıyor. Temeli ise şehrin ve eyaletin ulusal kimliği, sonra da yönetim biçimi, tâbiiyeti ve siyasi geleceği üzerine verilen mücadeledir.

zxsdc
Kerkük’te bir çarşı (Ömer Abdülkadir)

Kerkük şehri ve tüm vilayet, halihazırda yerel nüfusu temsil eden siyasi güçler arasındaki pek çok çatışmanın odağı gibi görünüyorlar. Bu çatışmalar, Kürtlerin ve Türkmenlerin devam eden sistemli Araplaştırma politikalarından şikâyetçi olduğu kırsal nüfus arasında tarım arazileri mülkiyetine dair ihtilaflara kadar bir dizi mayınlı gündeme kadar uzanıyor.

Kürtler ve Türkmenler, güvenlik yönetimine ortak edilmediklerini iddia ediyorlar. Çatışma, siyaset sahnesinde de görülüyor. Nitekim seçmen kaydı konusunda şiddetli bir anlaşmazlık söz konusu. Şöyle ki Arap siyasi güçler, bu yıl yapılacak yerel seçimlerde oy kullanma hakkına sahip ‘yerli nüfustan’ olmalarına rağmen kendilerinden on binlerce kişinin seçmen kaydında yer almadığını söylüyor.

Bu meselelerde yerel ulusal çatışma; Irak’taki diğer siyasi güçlerin etki biçimleri, bölgesel gündemler ve bir dereceye kadar enerjiye ve Irak’taki dengelerin idaresine ilişkin uluslararası çatışmalar ile iç içe geçiyor.

Şehrin sahne olduğu kutuplaşma ve yoğun siyasi, ekonomik ve güvenlik anlaşmazlığı Irak devletinin kurulduğu yaklaşık bir asır öncesinden bugüne kadar uzanıyor. Anlaşmazlığın temeli, şehrin ve vilayetin ulusal kimliği, dolayısıyla da yönetim biçimi, tâbiiyeti ve siyasi geleceği üzerine verilen mücadeledir

Şehre varmadan birkaç gün önce, kentin güneyine bitişik Tobzavi köyünden Kürt ve Türkmen çiftçiler, şehir belediyesinin çiftçilerin tarım arazileri içinde askerî bir bölge inşa etme kararını protesto edip, projenin sorumlularını demografik değişim amaçlayan siyasi bir gündem uygulamak ve eski Irak rejimi dönemine uzanan politikalar benimsemekle suçlayarak, şehrin ortasındaki anayolu kapattılar.

Bu hadiseden sadece bir hafta önce şehrin kuzeybatısındaki Serkeran bölgesinde Kürt ve Arap çiftçiler arasında yaşanan doğrudan karşılaşma, kanlı bir çatışmaya dönüşmek üzereydi. Bölgedeki Kürt köylüler, Irak ordusunun bazı kesimlerini, eski rejimin Arap ‘girişimciler’ lehine çıkardığı kararname ve belgeleri yürürlüğe koymakla itham ediyor.

Şehrin sakinleri ile siyasi güçleri, bu konuda tamamen iki zıt kutba bölünmüş durumda:

Kürtler ve Türkmenler, resmî ve adli kurumları, eski Irak rejiminin 1970’li ve 80’li yıllarda izlediği Araplaştırma politikalarının izlerinin silinmesine ilişkin anayasa maddelerinin uygulanmasında şeffaf olmamak ve hamaset gütmekle suçluyorlar. Bilindiği üzere eski rejim, güney ve merkez bölgelerden on binlerce çiftçiyi getirip onlara Kerkük vilayetinde mülk vermişti.

Buna karşılık o dönemde tapu edinen Arap çiftçiler de Irak devletinin son dönemde verdiği onaylanmış yargı kararlarına göre bu arazilerin kendilerine ait olduğunu söylüyor. Bununla birlikte Türkmen ve Kürt muadilleri, bu yargı organlarının tarafsız olmadığı, 2003 yılından sonra çıkarılan yasa ve mevzuatları dikkate almadığı, aksine Arap çiftçilerin elindeki tapu ve belgeleri hüküm için tek referans olarak gördüğü, dolayısıyla önceki politikaların aynılarının sürdüğü cevabını veriyor.

Tarım arazileri meselesi, şehirde ve çevresinde mülkiyetle ilgili her şeyin bir parçasıdır. Bu her şey; konutlar, bina ruhsatı verme mekanizması, 2003’ten sonra inşa edilen gecekondular, bölgelerindeki güvenlik olayları nedeniyle diğer vilayetlerden gelenler, seçmen kütükleri ve bunun gibi daha pek çok şeyi kapsıyor.

Eski şehirde; el-Kuriya, Ahmed Ağa ve Mecidiye kahvehanelerinde çeşitli bileşenlerin sakinleri yatsı namazından sonra sohbet halkasında bir araya gelip, tarım mülkiyetine dair yenilenen bu çekişme çerçevesinde, şehirdeki çeşitli siyasi güçlerin yaklaşan yerel seçimler (vilayet meclis seçimleri) konusundaki karşılıklı uyarılarını ve Kerkük’ün yeni bir gerilim dalgasına sahne olma ihtimalini tartışıyor.

xsc
Kerkük’ün ortasındaki Hasasu Nehri, tarım politikaları ve iklim değişiklikleri nedeniyle kurudu (Yusuf Kerkükî)

Merkezî parlamentoda Kerkük vilayetinin Arap bileşeninin temsilcileri, bu seçimlere ilişkin yasanın oylanmasına özel meclis oturumunu boykot etti. 2003 yılından sonra onaylanan ve vilayette yaşayan yaklaşık 300 bin kişinin yer almadığını iddia ettikleri seçmen kaydına ilişkin yasanın kabulüne itiraz eden temsilciler, Genel Seçim Yasası’nın 35’inci maddesinin yasanın yeni metinlerine dahil edilmesini talep ediyor. Söz konusu seçim yasası, Kerkük vilayetine istisnai bir özellik tanıyor ve seçmen kaydı için referans olarak yiyecek karnesi ve Ticaret Bakanlığı sicili ile alakalı belgelere dayanıyor. Türkmen güçler, bu konuda nispeten uzlaşma tavrı sergilerken, Kürt partiler bunu ‘kırmızı çizgi’ olarak değerlendiriyor. Zira bu, önceki rejimin izlediği nüfus çekme, yerleştirme ve Araplaştırma faaliyetlerinin fiili olarak meşrulaştırılması, dolayısıyla da demografik değişimin istikrara kavuşturulması anlamına gelir ki, Irak anayasası bunun kaldırılmasını öngörüyor.

Kürtler ve Türkmenler, resmî ve adli kurumları, eski Irak rejiminin izlediği Araplaştırma politikalarının izlerinin silinmesine ilişkin anayasa maddelerinin uygulanmasında şeffaf olmamak ve hamaset gütmekle itham ediyor

Kerkük vilayeti, son yerel seçimleri 2005 yılında gerçekleştirmişti. Bu seçimlerde Kürt güçler, 41 vilayet meclisi sandalyesinin yarısından fazlasını elde ederken, Arap siyasi güçlerin çoğunluğu aynı sebeple seçimleri boykot etti. Bu durum, son yıllarda vilayette yerel seçim yapılması ihtimalinin önünde bir engel olarak duruyor ve halihazırda siyasi, güvenlik ve sivil alanda kriz tehdidi oluşturuyor.

Vilayet meclisi, valiyi ve vilayetteki en üst idari hiyerarşinin diğer üyelerini seçme yetkisine sahip. Ayrıca vilayetteki çeşitli hizmet ve ekonomi kurumlarını, özellikle emlak daireleri, eğitim sistemi, tarım birimleri, genel emlak idaresi ve bir ölçüde güvenlik dosyası açısından denetliyor.

Kürtlere göre seçimler, daha önce yürütülen tüm yerinden etme ve nüfus çekme süreçlerine rağmen demografik büyüklüklerinin toplam vilayet nüfusunun neredeyse yarısı olduğunu ispatladı. Ancak vilayetteki idari yapıda, istihdamda ve yargıdaki oranları bunun çok altında. Eski rejimin hükümet teşkilâtında yer verdiği kamu görevlileri, kamusal hayatın idaresini elinde tutmaya devam ediyor. Bilhassa 2017 yılından sonra, dönemin başbakanı Haydar el-İbadi, Kürdistan bölgesinin bağımsızlığına dair referandum sürecine katıldığı için seçilmiş Kürt Vali Dr. Necmeddin Kerim’i görevden uzaklaştırıp, göreve vekaleten yardımcısı Arap Rakan el-Cuburi’yi getirmeye karar verdi. Cuburi, Kürtler tarafından tarafsız olmamak ve vilayet yönetimindeki dengeyi bozmakla itham ediliyor.

Irak anayasasına göre Kerkük vilayeti; anayasanın, Araplaştırma politikalarının izlerinin ortadan kaldırılmasını, vilayette bir nüfus sayımı yapılmasını ve işin, merkezî otoriteye mi yoksa Kürdistan bölgesine mi bağlı olunacağını belirleyen  referandumla sonuçlanmasını öngören 140’ıncı maddesine atıfta bulunulan ‘tartışmalı bölgeler’ arasında sayılıyor.  

Kürt güçler halen bu maddeye bağlı kalarak bunu, vilayet içindeki durumu ve bölge ile merkezî otorite arasındaki ilişkiyi istikrara kavuşturmanın özü olarak görüyor. Arap ve Türkmen muadilleri ise ‘maddenin zaman aşımına uğradığını’ ve gerçeklere göre hareket etmenin, yetkileri paylaşmanın, vilayetteki dosya ve kurumları üçlü sisteme göre idare etmenin daha iyi olduğunu söylüyor. Söz konusu üçlü sistem Arap, Kürt ve Türkmen bileşenlerin her birine idari yapıdaki üyelerin yüzde 33’ünü veriyor; yüzde 1 ise vilayetin Hıristiyan azınlığına kalıyor.

Bu detaylar, çeşitli bileşenlerden kültürel ve akademik seçkinler ve şehrin pek çok ileri geleni ile tartışılırken, şehrin sakinleri arasındaki toplumsal, ekonomik ve kültürel ilişkilerin olumlu ve iş birlikçi doğası vurgulanıyor. Ayrıca anayasanın 140’ıncı maddesine ilişkin ulusal çatışma ve kutuplaşmanın, vilayetteki petrol zenginliğinin aidiyeti ve idare biçimi ile vilayetin kendi özelliklerine göre yönetileceği merkezî olmayan yönetim şeklinin açık ve kesin bir şekilde tanımlanması, son olarak vilayetin merkeze bağlı ve merkezî olarak mı yoksa Kürdistan bölgesine bağlı olarak mı yönetileceği konusundaki sıfır denkleminden çıkarılması ile büyük ölçüde hafifletilebileceği belirtiliyor.

Vilayetin bileşenleri arasındaki siyasi/ulusal anlaşmazlıklar arttıkça güvenlik sıkıntıları da arttı. Bu bağlamda yaşanan en son hadise, Türkmen Cephesi’nde bir askerî subay ile liderin hedef alındığı patlamaydı. Bu hadisede Türkmen Cephesi, Türkmen Cephesi’ni destekleyen ve Kuzey Irak’ın tamamında PKK’ya karşı savaş yürüten Türkiye’den intikam almayı amaçladığı düşüncesiyle PKK terör örgütünü bu saldırının arkasında olmakla suçladı.

Irak’taki Türkmen siyasi akımların ‘en güçlüsü’ ve en popüleri kabul edilen ve Türkiye tarafından desteklenen Türkmen Cephesi aynı zamanda, Kürt siyasi güçlerinin, Kürt Peşmerge güçlerinin şehre/vilayete geri getirilmesi için hükümetteki / Arap mevkidaşlarıyla siyasi anlaşmaya varabileceklerine dair endişelerini de dile getiriyor.

Halihazırda Kerkük vilayeti, Kerkük Vilayeti Ortak Operasyon Odası’nın güvenlik ve askerî kontrolü altında. Bu yapı, resmî ve doğrudan Irak Başbakanlık Ofisi ile Ordu ve Silahlı Kuvvetler Başkomutanlığına bağlı olmakla birlikte fiilen ordu, istihbarat teşkilatı, çevik kuvvetler, federal polis, Şii milis gücü Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri), Peşmerge güçleri, asayiş güçleri ve Kürt terörle mücadele güçleri dahil olmak üzere Irak güvenlik ve askerî kurumlarından birçok unsuru içermektedir.

Türkmenlerin, Arap/Kürt karışımı olarak değerlendirdiği bu güvenlik/askerî bileşimde herhangi bir Türkmen tarafı bulunmamaktadır. Bununla beraber şehrin yerel sakinlerinden olan Sünni Araplar, Arap ve Türkmen mahallelerinde konuşlanan Haşdi Şabi unsurlarını kendi temsilcileri olarak görmüyor. Yine de 2017 yılından sonra şehirden ve vilayetten uzaklaştırılan Kürt Peşmerge güçlerindense bu unsurların varlığını tercih ediyorlar.

Vilayetin Arapları, vilayetin nimetlerinden mahrum bırakıldıklarından şikâyet ediyor ve Kürt ve Türkmenlerle kıyaslandığından kendilerinin ‘en fakir’ olduklarını düşünüyorlar.

Kürt siyasi partileri, anayasanın vilayetin tartışmalı bölge olarak belirlenmesinde öngördüğü şekilde, vilayetteki güvenlik ve askerî idarenin vilayetin tüm bölgelerinde ortak olması ve daha sonra da güvenlik ve askerî idarenin ordu güçleri ile Kürt Peşmerge güçleri arasında paylaşımına dair bir mekanizma icat edilmesi çağrısında bulunuyor. Kürt partilere göre bu mekanizma, terörle mücadele dosyasında bir ortaklık ve dayanıklılık oluşturmaya tek başına yeter. Zira Kerkük vilayetinde, özellikle de Hamrin Dağları’nın yükseklerindeki güney bölgelerinde DEAŞ terör örgütü halen yoğun şekilde varlık gösteriyor.

thh
Kerkük’te ekonomik koşulların zorlaşması nedeniyle gelişen ikinci el giyim pazarı

Güvenlik ve idari dosyanın aksine, vilayetteki Araplar, vilayetin nimetlerinden mahrum bırakılmaktan şikâyet ediyor ve Kürt ve Türkmenlerle kıyaslandığında kendilerinin ‘en fakir’ olduklarını düşünüyorlar. Onlara göre Kürtler, iletişim şirketleri gibi hayati önem taşıyan ekonomik kurumların yanı sıra, Türkiye ile İran sınır kapılarından gelen ve Kürdistan bölgesi tarafından kontrol edilen ticaretin büyük bir kısmının da kontrolünü ellerinde tutuyor. Türkmenler ise şehrin ticaret merkezini işgal ediyor ve şehre gıda, kumaş ve elektrik tedarik eden büyük tüccarlar ve bölgesel şirketlerle geniş ve sağlam bir ilişki ağına sahipler.

Bununla birlikte şehrin tüm sakinleri, son on yılda tanık olduğu ve olmaya devam ettiği siyasi ve güvenlik geriliminin ardından vilayetin ekonomik olarak dışlanmasından şikâyetçi. Nitekim Kürdistan bölgesinde olduğu gibi, ana şehirleri yeniden yapılandırmaya dair herhangi bir stratejik plan yok. Ayrıca yerel meclisler, Irak anayasasının Basra ve Kerkük gibi üretici vilayetlerin lehine olarak onayladığı ‘Petro dolar’ fonlarından da bir şey elde etmiyor. Çeşitli siyasi güçler de görünürdeki ayrışmaları ve çatışmaları arkalarında bırakarak vilayetin imkânlarını kendi aralarında paylaştıkları gerekçesiyle çok sayıda suçlamaya maruz kalıyor. Haşdi Şabi unsurlarına yönelik geniş eleştirilerin de sonu gelmiyor. Şehir sakinlerine göre Haşdi Şabi liderleri, tüm hükümet sözleşmelerini ve tahsisatlarını, şehir halkından olsalar da kendilerine bağlı taraflar lehine kontrol ediyor.

Topraklarının verimliliği ve topografyasının çeşitliliğiyle tarihî açıdan önde gelen bir ticaret ve tarım merkezi olan Irak vilayeti, topraklarındaki büyük petrol keşifleri nedeniyle 1950’li yılların başından itibaren Irak ekonomisinin merkezi olmayı vaat eder oldu. Gelgelelim ilgili ulusal göstergelere ve standartlara göre şu an yoksulluğun, işsizliğin, eğitim ve meslek açısından seçkinler göçünün yaygın olarak görüldüğü bir yer…

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.

 



Lübnan ve Güney Kıbrıs arasında deniz sınırı belirleme anlaşması imzalandı

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Güney Kıbrıslı mevkidaşı Nikos Hristodulidis ile el sıkıştı. (AP)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Güney Kıbrıslı mevkidaşı Nikos Hristodulidis ile el sıkıştı. (AP)
TT

Lübnan ve Güney Kıbrıs arasında deniz sınırı belirleme anlaşması imzalandı

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Güney Kıbrıslı mevkidaşı Nikos Hristodulidis ile el sıkıştı. (AP)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Güney Kıbrıslı mevkidaşı Nikos Hristodulidis ile el sıkıştı. (AP)

Lübnan Cumhurbaşkanlığı bugün, Lübnan ve Güney Kıbrıs arasında deniz sınırlarını belirleyen bir anlaşmanın imzalandığını duyurdu. Bu anlaşma, gelecekte denizde enerji arama çalışmalarının önünü açacak.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre, Lübnan Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın Baabda Sarayı'nda Güney Kıbrıslı mevkidaşı Nikos Hristodulidis ile bir araya geldiği belirtildi.

Avn, Güney Kıbrıslı mevkidaşı ile düzenlediği ortak basın toplantısında şunları söyledi: “İki ülke arasındaki münhasır ekonomik bölgenin sınırlarının belirlenmesi başarısını kutlamak için buradayız. Anlaşma, Lübnan ve Güney Kıbrıs'ın deniz kaynaklarını keşfetmeye başlamasına ve bu alanda iş birliği yapmasına olanak tanıyacak.”

Avn, bu aşamaya gelinmesinde emeği geçen Nikos Hristodulidis ve Güney Kıbrıs ve Lübnan'da bu başarıya katkıda bulunan hükümet yetkilileri, idareciler, askeri personel ve çeşitli düzeylerdeki uzmanlar dahil olmak üzere herkese teşekkür etti.

Avn, “Hepinize teşekkür ediyorum. Çünkü bize uluslararası hukuk ilkelerine bağlılığın ülkeler arasındaki dostluğu güçlendirdiğini ve Akdeniz coğrafyasının bizi tarih ve gelecek gibi bir araya getirdiğini yeniden gösterdiniz” ifadelerini kullandı.

Hristodulidis ise iki ülke arasında deniz sınırlarının belirlenmesi anlaşmasının imzalanmasının ardından, elektrik bağlantısının fizibilitesi konusunda Dünya Bankası'ndan danışmanlık aldıklarını söyledi.

Hristodulidis, “Bu, yıllardır çözülemeyen bir sorunu sona erdiren tarihi bir anlaşma ve şimdi iki ülkemizin birlikte neler başarabileceğini sabırsızlıkla bekliyoruz” dedi.

İki cumhurbaşkanı, anlaşmanın Beyrut, Lefkoşa ve Güney Kıbrıs’ın üye olduğu Avrupa Birliği (AB) arasında daha fazla iş birliği için zemin hazırlayacağını ifade etti.


Gazze’de ruh sağlığı alarm veriyor: Psikolojik çöküş 5 yılda üç kat arttı

Uzmanlar, Gazze'nin iyileşmesinde ruh sağlığı hizmetlerinin hayati önem taşıyacağını söylüyor (Reuters)
Uzmanlar, Gazze'nin iyileşmesinde ruh sağlığı hizmetlerinin hayati önem taşıyacağını söylüyor (Reuters)
TT

Gazze’de ruh sağlığı alarm veriyor: Psikolojik çöküş 5 yılda üç kat arttı

Uzmanlar, Gazze'nin iyileşmesinde ruh sağlığı hizmetlerinin hayati önem taşıyacağını söylüyor (Reuters)
Uzmanlar, Gazze'nin iyileşmesinde ruh sağlığı hizmetlerinin hayati önem taşıyacağını söylüyor (Reuters)

Gazze'deki yetişkinlerin yaşadığı psikolojik baskı oranının son 5 yılda üç kat arttığı tespit edildi.

7 Ekim 2023'te başlayan savaşın ardından İsrail saldırılarında Gazze'de onbinlerce kişi hayatını kaybetti. Geçen ay yürürlüğe giren ateşkese rağmen İsrail'in saldırıları kesilmedi.

Bu iki yıllık süreçte ailelerini kaybeden, yerinden edilen, sürekli bombardıman altında yaşayan Filistinlilerin psikolojik sıkıntıları üzerine bazı araştırmalar yapıldı.

Ancak İsviçre'nin Basel Üniversitesi'nden Curdin Brugger ve ekibi, Gazze Savaşı'nın psikolojik etkilerini 5 yıllık bir süre zarfında birey bazında inceleyen ilk çalışmayı gerçekleştirdi.

Bulguları hakemli dergi eClinicalMedicine'da 24 Kasım Pazartesi günü yayımlanan çalışmada Gazze Şeridi'nde yaşayan 40 yaş ve üstü 677 kişiyle 2020, 2023 ve 2025'te anketler yapıldı.

Depresyon, uykusuzluk, sürekli stres ve değersizlik hissi gibi ağır psikolojik sorunlar yaşayan yetişkinlerin oranı, 2020 ve 2023'teki yaklaşık yüzde 20 seviyesinden 2025 başlarında yüzde 67'nin üzerine çıktı.

Bu artışın tüm demografik gruplarda görülmesi, şiddet, yerinden edilme ve altyapı yıkımıyla bağlantılı yaygın ruh sağlığı sorunlarına işaret ediyor.

Çalışmanın bir diğer önemli bulgusu da katılımcıların yüzde 99'unun 2025'e kadar en az bir kez yerinden edildiğini gösteriyor.

Bilim insanları, sivil ölümleri, güvenli barınak eksikliği ve gıda güvensizliği gibi koşulların eşlik ettiği bu yerinden edilmelerin ruh sağlığındaki hızlı bozulmaya katkıda bulunduğunu belirtiyor.

Araştırmada, diğer yerlerdeki popülasyonların çatışma ve çatışma sonrası durumuna kıyasla Gazze'deki yetişkinlerin ruh sağlığı açısından dünyanın en kötü örneklerinden birini oluşturduğu belirtiliyor.

Ekip Gazze Savaşı'nın başlamasından sonra İsrail'de yapılan başka bir araştırmada da ruh sağlığı sorunlarının kötüleştiğinin bulunduğunu söylüyor. Ancak anksiyete, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğundaki artışın, Gazze'yle kıyasla kayda değer derecede düşük kaldığını ifade ediyorlar.

Ayrıca İsrail'de daha çok önceden ruh sağlığı sorunu yaşayanlar, etnik azınlıklar ve kadınların bu sıkıntılardan etkilendiği kaydediliyor.

Araştırmacılar, yeni çalışmaları neden-sonuç ilişkisi kurmasa da gözlemlenen üç katlık artışın, Gazzelilerin Ekim 2023'ten önce "aşırı derecede yüksek bir ruh sağlığı yükü" taşımasından kaynaklandığını belirtiyor.

Makalede şu ifadeleri kullanıyorlar:

Bulgularımız, Gazze'de ve çatışmalardan etkilenen diğer topluluklarda,bugünün ve geleceğin nesilleri üzerindeki olumsuz etkileri önlemek için sürdürülebilir psikososyal ve ruh sağlığı hizmetlerinin önemini vurguluyor.

Independent Türkçe, MedicalXpress, eClinicalMedicine


Batı Sahra anlaşmazlığında yeni eşik: Özerklik tek çözüm mü?

Batı Sahra'da Fas ve Moritanya arasındaki Guerguerat Sınır Kapısı’nın Fas tarafına iniş yapan BM’ye ait bir Mi-8 helikopteri, 25 Kasım 2020 (AFP)
Batı Sahra'da Fas ve Moritanya arasındaki Guerguerat Sınır Kapısı’nın Fas tarafına iniş yapan BM’ye ait bir Mi-8 helikopteri, 25 Kasım 2020 (AFP)
TT

Batı Sahra anlaşmazlığında yeni eşik: Özerklik tek çözüm mü?

Batı Sahra'da Fas ve Moritanya arasındaki Guerguerat Sınır Kapısı’nın Fas tarafına iniş yapan BM’ye ait bir Mi-8 helikopteri, 25 Kasım 2020 (AFP)
Batı Sahra'da Fas ve Moritanya arasındaki Guerguerat Sınır Kapısı’nın Fas tarafına iniş yapan BM’ye ait bir Mi-8 helikopteri, 25 Kasım 2020 (AFP)

Abdurrahim et-Turani

Batı Sahra ile ilgili son BM kararının gereklerini yerine getirmek adına, Fas bu hafta Kraliyet Sarayı ve mecliste temsil edilen siyasi parti liderleri arasında resmi olarak bir “üst düzey istişare” süreci başlattı. Amaç, Sahra'da bir özerk yönetim kurma planı için hukuki, mali ve idari yönleri kapsayan ayrıntılı bir ulusal proje oluşturmak.

Bu iç hareketlilik, Fas'ın girişimin uygulanmasını ciddiyet ve sorumlulukla ele aldığını, ulusal mutabakatla hazırlanan ayrıntılı planı uluslararası topluma sunulacak ve gerçeğe dönüştürülecek tek çerçeve olarak gördüğünü, böylece öneri aşamasından uygulama aşamasına geçişi teyit ettiğini gösteriyor.

Batı Sahra krizinin son yarım yüzyılına dönüp bakmayacağız, bunun yerine son beş yılın en önemli ve derin gelişmelerini inceleyerek neler yaşandığını anlamaya çalışacağız.

Son beş yıl, Batı Sahra sorununda, çıkmazdan çıkış ve özerklik seçeneğinin pekiştirilmesiyle belirginleşen radikal bir değişime sahne oldu. Dönüm noktası, ateşkesi bozan ve eski güvenlik çerçevesini geçersiz kılan Guerguerat kriziyle (Kasım 2020) başladı. Bunu, ABD'nin Batı Sahra üzerindeki Fas egemenliğini tanımasıyla başlayan, Polisario Cephesi'nin uluslararası alanda tanınmasından geri adım atılması ve çok sayıda konsolosluğun açılmasıyla devam eden önemli bir diplomatik dönüşüm izledi. Bu dönüşüm, BM Güvenlik Konseyi'nin özerkliği tek “gerçekçi ve pratik” çözüm olarak benimseyen ve referandum seçeneğini fiilen ortadan kaldıran bir kararı onaylaması ile doruğa ulaştı.

Bu noktada Fas, özerklik için ayrıntılı bir uygulama planı hazırlamak üzere Kraliyet Sarayı ve siyasi partiler arasında resmi istişareler başlatarak derhal uygulama aşamasına geçti. İç mutabakatı bir sonraki aşamada müzakerelerin tek dayanağı haline getirme amacıyla, buna, güney bölgelerinde hızlandırılmış bir kalkınma eşlik etti.

Tarihsel olarak Batı Sahra sorunu, siyasi partilerin, sendikaların ve sivil toplum kuruluşlarının katılımının büyük ölçüde sınırlı ve sembolik olduğu, gizlilikle örtülü dar bir siyasi alanla sınırlı kaldı.

Son beş yıl, Batı Sahra sorununda, çıkmazdan çıkış ve özerklik seçeneğinin pekiştirilmesiyle belirginleşen radikal bir değişime sahne oldu

Çatışmanın ilk aşamalarında, merhum Kral İkinci Hasan döneminde, tarihi siyasi figürlerin önemli etkisini vurgulayan istisnalar yaşanmıştı. Önemli şahsiyetlerden, o dönemdeki tarihi ve örgütsel ağırlıklarını öne çıkaracak biçimde temsilciler ve gayriresmi danışmanlar olarak faydalanıldı. Bunlar arasında örneğin: “Şura ve İstiklal” partisinin kurucusu Muhammed Belhasan el-Vezzani, “İstiklal” partisinin lideri Allal el-Fasi, Doğu Bloku ülkelerini gezerek destek sağlamakla görevlendirilen komünist Ali Yata sayılabilir. Sosyalist Abdurrahim Buabid ve İstiklal partisi üyesi Muhammed Busta da önemli aşamalarda görevler üstlendiler.

cdfgthy
Cezayir'in Tinduf şehrinin 170 kilometre güneydoğusunda Batı Sahralıların yaşadığı Dakhla mülteci kampı, 8 Temmuz 2016 (AFP)

10 Kasım 2025 Pazartesi günü Kraliyet Sarayı, Kral'ın danışmanlarını ve mecliste temsil edilen parti liderlerini bir araya getiren üst düzey bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Toplantının gündemi, BM tarafının talep ettiği gibi, partileri ayrıntılı Fas özerklik planı taslağına yönelik önerilerini hazırlamaya teşvik etmekti. Bu hamle, önerinin uygulama detayları konusunda ulusal mutabakat sağlamak için katılımcı bir yaklaşımın etkinleştirilmesinin artık kaçınılmaz olduğunu teyit ediyor.

Bu dönüşüm, hem parlamenter hem de sivil alanda paralel diplomasinin yükselişiyle aynı zamana denk geliyor ve bu diplomasi, resmi diplomasiyi aşan etkili bir stratejik araç haline geldi. İletişim ağlarının gelişimi, sivil toplum elitlerinin ve parlamenterlerin Fas’ın bakış açısını esnek bir şekilde aktarmalarına, yabancı kamuoyuna ve uluslararası kurumlara ulaşmasına olanak tanıdı. Bu yumuşak güç, etkili kişileri “sahadaki gerçekliğe” ikna ederek tanımaların dondurulması ve konsoloslukların açılmasının önünün açılmasında önemli ölçüde katkıda bulundu.

Bu hamle, önerinin uygulama detayları konusunda ulusal mutabakat sağlamak için katılımcı bir yaklaşımın etkinleştirilmesinin zorunlu hale geldiğini teyit ediyor

İçeriye gelince, öneriyi etkinleştirmek ve ulusal mutabakat sağlamak için özerkliğin (yasal, mali ve idari) ayrıntılarının hazırlanmasına siyasi partilerin, meclisin ve sivil toplum kuruluşlarının dahil edilmesi meşruiyetini sağlamak için elzemdir. Ayrıca, güney bölgelerindeki büyük kalkınma projelerini hızlandırarak, entegrasyonu güçlendirerek ve özerkliği bölge sakinleri için cazip bir seçenek haline getirerek kalkınmanın desteklenmesi hedefleniyor. İçeride hazırlanan detaylı uygulama planı, gelecekteki tartışmalar için tek dayanak noktası olacak.

Dışarıda ise, öneriye uluslararası destek sağlayarak, yeni resmi tanımalara dönüştürerek ve Laayoune ve Dakhla'da daha fazla konsolosluk açılmasını sağlayarak sahadaki gerçekliği sağlamlaştırmak hayati önem taşıyor. “Yuvarlak masa” formatından, tek çerçeve olarak özerkliğe dayalı doğrudan müzakerelere geçilmesi de talep edilmeli.

Son BM kararı Faslı diplomatları memnun etse de, herkes bu kararın yerleşik pozisyonları ve koşulları bir gecede değiştirebilecek “sihirli bir değnek” olmadığını anlıyor. Kararın alınması ile sahada uygulanması arasında korku ve zorluklarla dolu bir mayın tarlası var.

Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre bölge, BM kararına uymama gücü olmasa da, uygulanmasını yıllarca geciktirebilecek manevralar ve engeller olmasını bekliyor. Polisario Cephesi'nin giderek tırmanan ve kararı açıkça reddeden tutumları bunu gösteriyor. Çekişmenin bir sonraki aşamada bir “yorum savaşı"na dönüşmesi ve BM kararının her tarafın kendi pozisyonuna uygun şekilde yorumlamaya çalıştığı bir manevra alanı haline gelmesi bekleniyor.

Polisario Cephesine gelince, Tinduf kamplarındaki insani ve lojistik faktörler ve uluslararası fonların zayıflığı, onu bir miktar esnekliğe itebilir. Ancak Fas’ın önerdiği haliyle salt bir özerklikten daha geniş bir sonuç elde etmeyi de hedefleyebilir.

Tahminler, referandumdan kaçınarak ve salt iç özerklikten “daha büyük” görünen bir çözüme ulaşma çabasıyla, deklare edilen oluşumun prestijinin bir kısmını koruyan “konfederal” bir formülün görüşülebileceğini işaret ediyor.

y6
Batı Sahra'nın Guerguerat bölgesinde bir Fas ordusu aracı, enkaz halindeki araçların yanından geçiyor, 24 Kasım 2020 (AFP)

Fas'ın BM Daimi Temsilcisi Ömer Hilal, bir televizyon programında, bu paralel diplomasinin, resmi diplomasinin yanı sıra, kapsamlı bir stratejinin parçası olduğunu belirtti. BM'nin 2797 sayılı Kararı'nın “tarihi bir zafer” ve “Kraliyet diplomasisinin taçlandırılması” olduğunu vurgulayan Hilal, yeni kararın “önceki kararlardan tamamen koparak siyasi gerçekçiliğe dayalı yeni bir aşama başlattığı” için “kritik bir an” olduğunu vurguladı.

Faslı diplomat, Fas'ın referandum görüşmelerine yönelik her türlü talebi kesin bir dille reddettiğini yineleyerek, “BM ve Güvenlik Konseyi referandum seçeneğini çeyrek asır önce rafa kaldırdı ve yalnızca siyasi bir araç olduğu için tüm BM kararlarından sildi” dedi. Dünya çapında 64 ayrılıkçı çatışmadan 60'ının referanduma başvurulmadan çözülmesini de buna kanıt olarak gösterdi.

Faslı diplomat, Fas’ın referandum görüşmelerine yönelik her türlü talebi kesin bir dille reddettiğini yineleyerek, “BM ve Güvenlik Konseyi referandum seçeneğini çeyrek asır önce rafa kaldırdı ve yalnızca siyasi bir araç olduğu için tüm BM kararlarından sildi” dedi

Paralel bir gelişme ve Avrupa'nın tutumunda da bir dönüşümün yaşandığının göstergesi olarak, Avrupa Komisyonu, Fas ile balıkçılık anlaşmasının yenilenmesi için yeni müzakerelerin başlatılmasını onayladığını duyurdu. Bu dönüşüm artık teknik bir mesele değil, Avrupa'nın Fas ile stratejik ortaklığın önemi ve ilişkiye baskı ve pazarlıklardan uzak, karşılıklı çıkarlar temelinde yaklaşma gerekliliği konusunda yenilenen farkındalığını yansıtan son derece önemli bir siyasi gösterge. Avrupa Birliği (AB), anlaşmanın yenilenmesinin bölgesel istikrar, deniz güvenliğinin artırılması ve düzensiz göçle mücadele için bir temel taş olduğunu biliyor.

Güvenlik Konseyi kararından Avrupa’dan gelen sinyallere kadar son gelişmeler, Batı Sahra sorununun kesin olarak çözülmesinin zamanının geldiğini teyit ediyor. Yarım asırdır bölgesel ve uluslararası ilgiyi üzerine çeken çatışmanın, artık daha fazla gecikmeye ve manevraya tahammülü kalmadı.

Antropoloji uzmanı Dr. Abdussamed Muhyiddin, el-Mecelle'ye verdiği demeçte, “Tüm taraflar, bu çatışmanın devam etmesinin ve BM kararının uygulamadan ziyade yorum meselesine dönüştürülmesinin, bölge halklarının refahı ve çıkarları pahasına kalkınma fırsatlarının heba edilmesinin bir devamı olduğunun farkına varmalıdır. Ekonomik ve sosyal entegrasyona kaynak aktarılarak geri kazanılabilecek değerli zaman kaybedildi” dedi.

Bu bağlamda, Arap Mağrip Birliği'nin yeniden canlandırılması ertelenemeyecek tarihi bir zorunluluk haline geliyor. Batı Sahra sorununun, tek geçerli dayanak haline gelen özerklik çerçevesinde çözülmesi, kardeş ülkeler arasındaki sınırların yeniden açılmasının ve ortak bölgesel kalkınma çarkının dönmesinin anahtarıdır. Bir sonraki aşama, ortak inşa ve irade çatışmasından çıkarların iş birliğine geçiş olmalıdır. Böylece Fas, Cezayir ve komşuları kaybedilen zamanı telafi edebilir ve halklarını refaha kavuşturmak için çalışmaya başlayabilirler.