Libya: Hafter güçleri Kaddafi yanlılarına baskılarını arttırdı

Sirte’deki kanaat önderleri, Seyfülislam Kaddafi’yi destekledikleri gerekçesiyle kabilelerin cezalandırılmasını kınadı

Sirte şehrindeki sokaklardan biri (Sirte Belediye Meclisi)
Sirte şehrindeki sokaklardan biri (Sirte Belediye Meclisi)
TT

Libya: Hafter güçleri Kaddafi yanlılarına baskılarını arttırdı

Sirte şehrindeki sokaklardan biri (Sirte Belediye Meclisi)
Sirte şehrindeki sokaklardan biri (Sirte Belediye Meclisi)

Kazazife kabilesi liderleri, Libya Ulusal Ordusu (LUO) Komutanı Halife Hafter’in oğlu Tuğgeneral Saddam Hafter liderliğindeki Tümgeneral Tarık bin Ziyad’a bağlı 20-20 Tugayı tarafından ağır baskılara maruz kaldıklarını iddia etti. Bu gelişmenin ardından bir haftadır Sirte şehrinde belirsizlik hâkim.

Sirte’deki Kazazife kabilesi, yalnızca Kazazife kabilesine mensup oldukları için üzücü uygulamalara maruz kaldıklarını belirtiyor. Kabile mensuplarına göre bu uygulamalar çerçevesinde Garbiyat bölgesindeki onlarca eve ağır silahlı askeri araçlarla baskın yapıldı, kişisel telefonları arandı ve kabileden onlarca genç gözaltına alınıp hapse atıldı.

Kazazife kabilesine mensup siviller, sahip oldukları birçok evin yıkıldığını söylerken, ön cephesinin bir kısmı yıkılan bir binanın fotoğrafını kamuoyu ile paylaştı. Sirte’de kendisini Şarku’l Avsat’a Muhammed Beşir Kaddafi olarak tanıtan bir siyasi aktivist, “20-20 Tugayı güçleri, Seyfulislam Kaddafi ile çekilmiş bir fotoğrafta görünen bir kabile mensubunun sahip olduğu ev ve dağ evlerini yıktı” dedi.

Sirte’de Kazazife kabilesine mensup Halid Cuveyber’in evinin maruz kaldığı yıkımın bir kısmı (Kaddafi yanlısı hesaplar)
Sirte’de Kazazife kabilesine mensup Halid Cuveyber’in evinin maruz kaldığı yıkımın bir kısmı (Kaddafi yanlısı hesaplar)

Kazazife kabilesine yakın çevrelerde yıkımın gerçekliği ve bunun bir veya daha fazla evi etkileyip etkilemediği konusunda belirsizlik olmakla birlikte Şarku’l Avsat’ın LUO kaynaklarından edindiği bilgiye göre, “Sirte’de yıkılan bazı binalar, sadece düzensiz göçmenlerin barındığı yerler”.

LUO kaynağı, ağır silahlı güvenlik personelinin binalardan birinde arama yaptığını gösteren bir videoyla bu iddiasını destekledi. LUO ise Kazazife kabilesinin şikayetleri hakkında resmî bir açıklama yapmadı.

Kazazife Kabilesi Sosyal Konseyi, uluslararası topluma ve insan hakları örgütlerine kimlikleri nedeniyle hedef alınmış Libyalı sivillere yönelik insan hakları ihlallerini kınayan ve suç sayan açık bir tutum alma çağrısı yaptı.

FOTO: Seyfulislam Kaddafi, evinin askeri güçler tarafından yıkıldığı söylenen Halid Cuveyber ile birlikte (Kaddafi yanlısı hesaplar)
Seyfulislam Kaddafi, evinin askeri güçler tarafından yıkıldığı söylenen Halid Cuveyber ile birlikte (Kaddafi yanlısı hesaplar)

Kazazife kabilesinin çok sayıda üyesi, binanın Muhammed Cuveyber Kaddafi’ye ait olduğu gerekçesiyle yıkıldığını söylerken, oğlu Halid’in bir fotoğrafta Seyfulislam Kaddafi ile birlikte görüldüğüne dikkati çekti. Ancak LUO’ya yakın bir politikacı, bu iddiayı yalanladı. Şarku’l Avsat’a konuşan politikacı, “Bazıları Libya’da istikrar istemiyor ve bu nedenle ordunun ülkede güvenliği yeniden sağlamaya yönelik her türlü girişimini eleştiriyor” dedi.

Siyasi aktivist Beşir Kaddafi, askeri güçlerin güvenlik kapılarından geçerken vatandaşların cep telefonlarını aradığını belirterek, “Cep telefonunda Kaddafi’nin resimleri bulunursa, sahibi derhal gözaltına alınıp cezaevine gönderiliyor” şeklinde konuştu.

Askeri güçlerin onlarca kişiyi tutuklayıp serbest bıraktığını, ancak kimilerinin hala gözaltında tutulduğunu söyleyen Kaddafi, kabile mensuplarına yönelik bu kısıtlamayı Seyfulislam Kaddafi’ye destek vermelerine, onu siyasi olarak desteklemelerine ve bu ayın başında gerçekleşen devrik rejimin “Fetih Devrimi” olarak adlandırdığı kutlamalar sırasında fotoğraflarını yayınlamalarına bağladı.

LUO güçleri, Kaddafi’nin doğduğu yer olan kentin güvenliğini yeniden sağlamak amacıyla daha önce Sirte’de güvenlik operasyonları düzenlemişti. Şehir, Kaddafi rejimime karşı yapılan 17 Şubat Devrimi’ni takip eden yıllarda DEAŞ ile birçok çatışmaya sahne oldu. Devrik rejim yanlısı Kazazife mensupları 17 Şubat 2011 sonrası DEAŞ ile iş birliğine gitmiş ve bu örgüt çatısı altında yeni rejimin kurulmasını engellemeye çalışmışlardı.  

Kazazife kabilesi ise 5 Eylül’de yaptığı açıklamada 20-20 Tugayı’nın, içlerinden biri 80 yaşında bir adam ve biri de 12 yaşından büyük olmayan bir çocuk olan bir grup sivili gözltına aldığını iddia etti.

Kabile, “Bir kabile mensubunun gayrimenkulüne el konularak sakinleri sınır dışı edildi. Tüm bunlar, Sirte şehrindeki askeri, emniyet, yürütme ve sosyal otoritelerin gözü önünde hiçbir tepki gösterilmeden gerçekleşti dedi.

Kazazife kabilesi, maruz kaldığı ‘din, gelenek veya mantık tarafından onaylanmayan’ hukuksuz uygulamaları şiddetle kınayarak, ne kadar hedef alınsalar ve tacizle karşı karşıya kalsalar da ulusal ilkelerine ve milli geleneklere aykırı hiçbir eylemde bulunmayacaklarını vurguladı.

Kazazife kabilesi, bu uygulamaların kendilerini kışkırtmayı amaçladığına inanıyor. Kabile ayrıca, Sirte Belediyesi, Emniyet Müdürlüğü ve tüm güvenlik hizmetlerinin olumsuz ve hayal kırıklığı yaratan tutumu karşısında üzüntü ve şaşkınlık duyduklarını dile getirdi. Şarku’l Avsat da Sirte Belediye Başkanı Muhtar el-Maadani ile iletişim kurmaya çalıştı, ancak kendisinden yanıt alamadı.



12 günlük savaşın ardından İran’ı dayatılan bir savaş mı yoksa dayatılan barış mı bekliyor?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon
TT

12 günlük savaşın ardından İran’ı dayatılan bir savaş mı yoksa dayatılan barış mı bekliyor?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon

Araş Azizi

ABD'nin 22 Haziran'da İran'ın nükleer tesislerine düzenlediği saldırıların ve 12 gün süren İran-İsrail Savaşı’nın sona ermesinin ardından acil cevaplanması gereken bir soru ortaya çıktı: Tahran nasıl tepki verecek?

Tahran'ın bugün karşı karşıya olduğu en önemli soru ise stratejik geleceğiyle ilgili olan ‘İran, ABD üslerini barındıran komşu ülkelerle gerginliklere yol açabileceği halde ABD ile uzun soluklu bir gerilime doğru gidebilecek bir yola mı devam edecek yoksa Washington ile tarihi bir anlaşma arayışına girerek tırmanan gerginliği sona erdirecek ve devam eden savaşa bir son verecek farklı bir yol mu seçecek?’ sorusudur.

Orta yolun bir marjı olması gayet doğal karşılanabilir. İran İslam Cumhuriyeti'nin siyasi deneyimi, ‘Amerika'ya ölüm’ gibi düşmanca sloganların yanında gerektiğinde Washington ile pratik iş birliği yapma becerisine sahip olduğunu daha önce kanıtlamıştı. İran rejimi, ABD ve İsrail ile kapsamlı bir çatışmayı bir kez daha önleyerek, yaralarını sararken Batı karşıtı söylemlerini sürdürmeyi başarabilir. Fakat, özellikle sabırsızlığıyla tanınan ve daha önce reddettiği bir seçenek olarak ‘rejim değişikliği politikasını’ düşünmeye başlayan Donald Trump gibi bir ABD başkanı varken bu denge oyununu sürdürmek oldukça zorlaştı.

İran’ın krizlerle boğuşan 86 yaşındaki Dini Lideri siyasi kariyerinin sonuna yaklaşırken pek çok kişinin beklentilerini boşa çıkarmış olması son derece ironik.

İran’ı bugünkü duruma Dini Lideri (Rehber) Ayetullah Ali Hamaney getirdi. İran geçtiğimiz yıldan bu yana nükleer silaha sahip üç ülke tarafından saldırıya uğradı. Pakistan’ın geçtiğimiz yıl saldırdığı İran’a geçtiğimiz haftalarda İsrail ve ABD de saldırılar düzenledi. İran bugün İsrail'in saldırıları altında ezilirken Tahran, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına saldırmaya karar vermesi halinde buna şiddetle karşılık verebilecek olan değişken bir ruh hali içindeki bir ABD başkanıyla karşı karşıya.

İran’ın krizlerle boğuşan 86 yaşındaki Dini Lideri siyasi kariyerinin sonuna yaklaşırken ironik olan ABD ile ilişkilerin normalleşmesini umut edenlerin de İran'ın bölgede daha güçlü bir rol oynamasını isteyenlerin de beklentilerini boşa çıkarmış olmasıdır. Hamaney, ideolojik katılık ve Batı'ya karşı sert bir düşmanlık şeklindeki bir yaklaşıma sahip. Taktik düzeyde aşırı ihtiyatlıydı. Bu çelişkinin sonucu olarak, rejim içindeki çeşitli akımlar nezdindeki itibarı zedelendi. Onun dışlanması büyük bir kurumsal şok yaratabilir, bu yüzden birçok kişi onun ölümünü beklemeyi tercih ediyor. Bununla birlikte, gerçek güç merkezlerinin iktidar içindeki diğer taraflara geçmesiyle birlikte, giderek marjinalleşebilir.

Karşı karşıya gelme seçeneği

Öte yandan Tahran'da kararları kimin verdiği önemli değil. Bu savaştan sonra İran’ın geleceği iki ana yolda şekillenecek gibi görünüyor.

İran önce, dış politika alanında tutumunu sürdürmekte ısrarcı olabilir ve dış politika alanında reddedici yaklaşımını sürdürebilir. Hatta ABD'nin bölgedeki ve uluslararası arenadaki çıkarlarını hedef alarak ABD ile çatışmayı genişletmeye çalışabilir. Ancak bu yolda ilerlemek, Tahran’ın son yıllarda, özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile, hatta uzun süredir yakın ilişkiler sürdürdüğü Türkiye ve Katar gibi ülkelerle kurmayı başardığı bölgesel ilişkiler ağını zedeleme riski taşıyor.

Bu ilişkilerle ilgili kayıp önemsiz bir kayıp olmaz. Riyad ve Abu Dabi ile ilişkilerin yeniden başlaması, İran rejimine yönelik tecridin azalmasına katkıda bulunmuş ve son dönemde İran'ın en önemli diplomatik başarılarından biri olmuştu. Bu durum, Washington ile yakın ortaklığına rağmen, İsrail ve ABD’nin İran'a yönelik saldırılarını kınamaktan çekinmeyen Suudi Arabistan'ın tutumunda açıkça görülüyordu.

Ayrıca İran, dışişleri bakanları düzeyinde yapılan tekrarlı toplantıların ardından Mısır ve Bahreyn ile ilişkilerini yeniden kurma yolunda ilerliyordu. Hatta İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi’nin Kahire sokaklarında dolaşırken Mısır mutfağına olan sevgisini coşkuyla anlatması artık alışılmış bir manzara haline gelmişti. Dolayısıyla, bölgesel bir savaşa sürüklenerek Arap ülkeleriyle olan bu dostluğunu kaybetmek Tahran için ağır bir darbe olur.

Eğer savaş çıkarsa, İran büyük olasılıkla kendini tek başına savaşırken bulacak. Bazı ideologların sert söylemlerine ve vaatlerine rağmen, Rusya veya Çin'in Tahran'a doğrudan destek verme olasılığı yok. Moskova, iki ülke arasındaki ilişkilerin en yakın olduğu dönemde bile İsrail'in Suriye'deki İran güçlerini hedef almasına izin verdi ve Tahran'ın talep ettiği hava savunma sistemlerini sağlamayı reddetti. Çin ise, ABD ile küresel bir çatışmaya girse bile, Ukrayna için yapmadığı gibi İran'ı da savunması söz konusu değil.  Böylece, stratejik açıdan İran izole kalacak ve içerde geniş bir destek bulamayacağı kesin olan bir savaşla karşı karşıya kalmış olacak.

İran rejiminin destekçileri, uzun ve eşit olmayan savaşlarda rejimin direnme kabiliyetiyle gurur duysalar da rejim artık ilk yıllarında sahip olduğu esnekliğe sahip değil. Son yıllarda yaşanan bir dizi bölgesel ve uluslararası değişim, ‘direniş ekseni’ olarak bilinen yapının dağılmasına yol açtı. Bu eksenin merkezi ve en belirgin örneği, geçtiğimiz yıl halk ayaklanması karşısında çöken Beşşar Esed rejimiydi. İsrail de bu eksenin geri kalan bileşenlerinin parçalanmasında önemli bir rol oynadı.

Irak'ta Tahran'a yakın Şii milisler ABD üslerini hedef alabilirler, ancak özellikle seçimler yaklaşırken ülkeyi yeniden topyekûn bir savaş ortamına sürükleyen bir izlenim vermemeye özen göstereceklerdir. Arap dünyasında daha geniş bir sahnede ise çoğu ülke kalkınma ve ekonomi önceliklerini benimsiyor. Körfez ülkelerinden ve ABD'den yatırım çekmeye çalışıyor, bu da onları İran ile İsrail arasındaki silahlı çatışmaya dahil olmaya hazırlıksız kılıyor.

Bu yüzden Arap ülkelerindeki Tahran ile ittifak halinde olan milislerin ABD'ye karşı açık bir savaşa girmeleri için siyasi alan daralıyor. Bu da Hizbullah'ın tırmanışa katılmakta tereddüt etmesini açıklıyor. Yemen'deki Husiler ise şu anda ABD ve Suudi Arabistan ile ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları yapmaktan yararlanarak, doğrudan çatışmanın dışında kalıyor.

Mevcut seçenekler pek cazip olmasa da Hamaney kendini ‘dayatılan bir savaş ya da dayatılan bir barış’ şeklinde iki seçenek arasında seçim yapmak zorunda bulabilir.

Alternatif yol

Askeri gerilim olasılıklarının yarattığı bu karanlık gerçeklik karşısında, İran rejimi en uygun seçeneğin savaş mantığından uzaklaşmak ve alternatif bir yol izlemek olduğunu düşünebilir. Başkan Trump'ın İran'ın nükleer programı ve Batı'yı endişelendiren diğer konuları kapsayan kalıcı bir anlaşma müzakere etmeyi amaçlayan ilk girişimini ciddiye alabilir ve Trump'ın ekonomik refah yoluna girme teklifinden yararlanmayı düşünebilir.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD'nin İsrail'in İran'a yönelik saldırılarını onaylaması ve bu saldırılara doğrudan katılması, Tahran'da Başkan Trump'ın samimiyeti konusunda derin şüpheler uyandırdığına şüphe yok. Bu durum, önceki turlarda müzakereleri hedef almaktan çekinmeyen bir başkanla müzakerelerin yeniden başlatılmasının yararlılığı konusunda ciddi soruların sorulmasına neden oluyor.

Abbas Arakçi ile Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Stephen Witkoff arasında beş turluk nükleer konulu müzakereler yapıldıktan sonra Trump, İran tarafının kendisiyle oynadığını düşündü. Zaman geçtikçe, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tavsiyeleri kararlarını etkilemeye başladı. Beşinci turdan sonra, İran'ın müzakere stratejisini destekleyenler ‘saldırgan diplomasi’ politikasıyla övünmeye başladılar. ABD’nin dayattığı herhangi bir anlaşmayı ‘reddetme’ ilkesine dayalı bir tutum benimsediklerini açıkladılar. Bu yüzden Trump'ın kasıtlı manevralar olarak gördüğü bu durum karşısında sinirlerine hakim olamaması şaşırtıcı değil.

İran’ın kalıcı bir anlaşmaya varmak için en iyi seçeneği, yeni arabuluculara kapılarını açmak olabilir. Umman, Tahran ile Washington arasındaki diyaloğu kolaylaştırmada önemli ve belirgin bir rol oynarken, Suudi Arabistan, sahip olduğu siyasi nüfuz ve bölgesel ağırlığıyla, müzakere sürecini kesin sonuçlara doğru itmek için daha etkili ve ciddi bir garantör olabilir. Riyad, Başkan Trump'ın yurt dışı gezilerinin ilk durağıydı. Bu bağlamda Trump ile İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ı bir araya getirecek yeni bir barış zirvesine ev sahipliği yapabilir ve belki de en önemlisi, çatışmayı sona erdirecek bir müzakere anlaşmasının temellerini atabilir.

İran’ın Dini Lideri Hamaney, ABD’nin İran’daki nükleer tesisleri hedef alan saldırılarından önce sert bir konuşma yaparak İran'ın ne dayatılan bir savaşa ne de dayatılan bir barışa teslim olacağını bir kez daha vurguladı. Hamaney, konuşmasında meydan okuyan bir ton kullansa da yüzünde yorgunluğun izleri vardı ve ülkesini büyük bir savaşa sürüklemeye hazırlanan bir lideri değil krizlerden yıpranmış bir lideri andırıyordu. Belki de artık bu yaşlı adamın uzun kariyerinin sonuna yaklaştığını kabul etmesinin zamanı gelmiştir. Mevcut seçenekler cazip olmasa da Hamaney kendini ‘dayatılan savaş ya da dayatılan barış’ şeklinde iki seçenek arasında seçim yapmak zorunda bulabilir.