Kissinger, Yom Kippur Savaşı'nda Ortadoğu'nun çıkmazını nasıl formüle etti?

Şu iddialı ve birbiriyle çelişkili 4 hedefe varmak için ustalıkla kaçmayı başardı: İsrail’in galip olması, Arapların yenilgisinin önlenmesi, Washington’ın hâkimiyet kurması ve Moskova’yla çatışmadan kaçınılması

1975 yılında Kissinger, İskenderiye'de Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile birlikte
1975 yılında Kissinger, İskenderiye'de Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile birlikte
TT

Kissinger, Yom Kippur Savaşı'nda Ortadoğu'nun çıkmazını nasıl formüle etti?

1975 yılında Kissinger, İskenderiye'de Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile birlikte
1975 yılında Kissinger, İskenderiye'de Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile birlikte

Muhammed Riyad 

1973 Ekim Savaşı'nın 50'nci yıldönümü belki de eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın şu an hem daha fazla özgüven hem de daha fazla pişmanlıkla anması gereken bir olay. 

"Daha fazla özgüven" diyoruz, çünkü bu savaş onu uluslararası sahnede benzersiz bir diplomatik yıldız haline getirdi.

O dönemde Sovyetler Birliği'ni Arap dünyasından çıkarabilen bir 'Ortadoğu mucizesi' olmuş ve böylece ABD, bölgede belirsiz bir süreliğine hâkim küresel güç haline gelmişti.

Arap-İsrail çatışmasında tabuları yıkan, ölümüne düşman iki tarafı savaş meydanlarında ve otellerde aynı masaya oturtan oydu.

İsrail'i yok oluş imtihanından kurtarırken aynı zamanda Arapların dengesini sağlayıp yenilmelerini önledi ki onları sahil-i selamete çıkaran kişiye güvenerek, onunla birlikte ilerleyebilsinler.

"Daha fazla pişmanlık" diyoruz, çünkü Kissinger'ın Ortadoğu'da sonraki on yıllar için kurduğu sistem, kendisi 100 yaşına merdiven dayamışken kendi gözleri önünde çöktü.

Aktif zihni halen danışmanlık sunma, durumları analiz etme, tavsiyeler verme, bu tavsiyeleri gözden geçirip geri çekme becerisine sahip.

Şimdi bir zamanlar oluşumuna katkı sağladığı ve şu an yok etmekle tehdit eden kapsamlı bir kaosa dönüşen dünyaya bakıyor.

Muhakkak ki günümüzde uluslararası düzlemde ve Ortadoğu'da olup biten her şeyin inandığı, uygulamaya çalıştığı ve kurşunlarla, uçaklarla, füzelerle ve pek çok kurbanla da olsa uygulamayı başardığı her şeyin tamamen zıttı olduğunu görüyor. 

Henry'nin yüzleri

Başından sonuna kadar kelimenin tam anlamıyla Washington hesabına yönettiği Ekim Savaşı onun için, Nazilerden kaçan Yahudi bir çocuğun, Nazizm'e karşı savaşa katılan bir ABD istihbarat askerinin; özgüven, zeka ve hırs dolu genç bir Harvard profesörünün ve Beyaz Saray'da üst düzey bir hükümet yetkilisinin hayalini kurduğu dünya düzenine ilişkin fikirlerini hayata geçirme girişiminden başka bir şey değildi. 

Bu yüzden Henry gibi olanlardan hiçbiri, akılsız bir dünyada bir arada yaşama imkânına dair fikirlerinde onun kadar idealist olmadı. 

Çocuk Heinrich (Almanca ismi), Nazilerin iktidara yükselmesi esnasında ülkesinde çeşitli zulümlere maruz kalır ve yoksulluğun ve bilinmezliğin yanı sıra yabancılık korkusunu da yanına alarak ailesiyle uzak Amerika'ya göç eder. 

ABD istihbarat askeri olarak Nazi Almanya'sını teslim olmaya zorlamak üzere ilk vatanına döner ve Holokost'ta öldürülen 13 aile üyesi ve çocukluk arkadaşlarının çoğu gibi kendisinin de ölmüş olabileceğini fark eder. 

Hırslı üniversite hocası, Harvard'ın duvarları ile koridorları arasında sıkışıp kalmış fikir dünyasını terk ederek, fikirleri sahada gerçekliğe dönüştürme umuduyla New York'taki iktidara doğru yola çıkar.

Ama Beyaz Saray'ın Yahudilerin varlık göstermesi ve etki oluşturması açısından zor bir yer olduğunu görür. 

Üst düzey hükümet yetkilisi, sınırsız bir labirentte mücadele eder: Vietnam'da sıcak bir savaş, Sovyetler Birliği'yle soğuk bir savaş, Watergate'te bir iç skandal.

Mağlupların başarısı da olsa sıcak savaşa son vermeyi başardı. Uzlaşma gelmese de uzlaşma politikasıyla soğuk olan diğer savaşı da ısıttı. Ta ki Ortadoğu çatışması 6 Ekim 1973'te yeniden patlak verdi. 

Eski ABD Başkanı Jimmy Carter döneminin Ulusal Güvenlik Danışmanı William Quandt'ın deyimiyle, "Darağacına asılma ihtimali gibi bir yakın tehlike ya da başarısızlık zihni berraklaştırır."

Hal böyleyken Kissinger da zihninde tasarladığı ve gözleriyle görmekte ısrarcı olduğu bu düzeni kurabileceğini ispatlamak için Ortadoğu'nun, operasyonlarının gerçek sahnesi olmasına karar verir ve o andan itibaren 'Kissinger'ın dünyasına' dönüşecek yeni bir dünya formüle eder. 

Bu, uçurumun kenarında yürümeyi çok andıran bir dünya. Nitekim burada bir tarafın dengesini kaybedip düşmesi ya da diğerlerini uçuruma itip böylece dünyanın dengesinin tümüyle çökmesi korkusu yaşanır.

Bu yüzden tarafların tümü aynı zamanda hem tedbirli olmaya hem de güvende kalmaya özen gösterir. İstikrarı ve bir arada yaşamayı sağlayan şey de tam olarak budur.

Kissinger, "Yeniden Kurulan Dünya" (A World Restored) adlı kitabında "barışı gerçekleştirmenin onu istemek kadar kolay olmadığı" sonucuna vardı (AFP)
Kissinger, "Yeniden Kurulan Dünya" (A World Restored) adlı kitabında "barışı gerçekleştirmenin onu istemek kadar kolay olmadığı" sonucuna vardı (AFP)

Bir göçmen, işçi, asker ve Harvard salonlarında bir araştırmacı olarak gençliğinde korku, kaygılı düşünceler ve karanlık takıntılar onun zihnini sık sık meşgul etti.

Bunun için etrafındaki dünyayı saran kargaşanın sorularına kesin yanıtlar bulmak üzere tarihi dikkatle inceledi.

Barışı sağlamanın en iyi yolunu bulmak için girdiği yoğun arayışın ardında Nazi kıyımından kaçarken yaşadığı zorlu tecrübe vardı.

Bu derin düşünce onu Avusturya İmparatoru I. Francis'in Dışişleri Bakanı Klemens von Metternich ile Napolyon Savaşları'ndan sonra Birinci Dünya Savaşı'na kadar Avrupa'da 100 yıllık barış tesis etmek için onunla iş birliği yapan İngiltere Dışişleri Bakanı Castlereagh'ın girişimine yönlendirdi. 

Aynı zamanda eski Başkan Barack Obama döneminde Filistin-İsrail Müzakereleri Özel Temsilcisi olan ABD'nin eski İsrail Büyükelçisi Martin Indyk'e göre Kissinger, uluslararası sistemi sürdürmenin istikrarlı bir güç dengesi temin etmeyi gerektirdiğini düşünüyordu.

Daha sonra 1957 yılında Yeniden Kurulan Dünya (A World Restored) adıyla yayımlanan doktora tezinde, 19'uncu yüzyıldaki Napolyon döneminden sonra güçleri ustaca dengelemek ve rakip güçlerin düşmanlıklarını onları kışkırtmaya çalışanları engellemek için manipüle etmek suretiyle Avrupa'daki düzenin nasıl korunduğunu ele aldı.

1918 yılında Viyana Kongresi'yle kurulan bu düzen, kıta düzeyinde bir savaş ya da başarılı bir devrim olmaksızın, 100 yıllık görece bir istikrarı sonuç verdi. Kissinger'ın kendisine bir fırsat verilirse Ortadoğu'da tekrarlamak istediği şey de buydu. 

"Master of the Game: Henry Kissinger and the Art of Middle East Diplomacy Oyunun Ustası: Kissinger ve Ortadoğu Diplomasisi Sanatı" (Master of the Game: Henry Kissinger and the Art of Middle East Diplomacy) adlı kitabında Indyk, değerlendirmesini şu ifadelerle sürdürüyor:

Fırsat verildiğinde Kissinger, şu dört iddialı ve birbiriyle çelişkili hedefe aynı anda ulaşmak için üstün becerisiyle manevra yapmayı başardı: ABD'nin müttefiki olarak İsrail'in Sovyetler Birliği tarafından desteklenen Mısır ve Suriye güçlerine üstün gelmesini sağlamak, lideri Enver Sedat'ın İsrail'le toprakların bir kısmını kendisine iade edecek barış müzakerelerine girebilmesi için Mısır ordusunun ağır bir yenilgiye uğramasını önlemek, ABD'nin müzakere masasında Araplar için sonuç elde edebilecek tek taraf olduğunu ispatlamak ve son olarak da bir yandan Ortadoğu bölgesindeki Sovyet nüfuzunu baltalamaya çalışmakla birlikte Moskova'yla ilişkilerde açılımı sürdürmek.

Ama Kissinger, fırsatları bekleyerek vakit kaybedecek bir adam değildi. Bu yüzden bundan iki yıl önce Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Hafız İsmail üzerinden Mısır'la gizli bir kanal açmaya başladı.

Bu esnada Sovyetlerle de Araplar ile İsrail arasında gelecek anlaşmaların temelini oluşturabilecek ortak bir çalışma belgesi üzerinde tartışıyordu. 

Kissinger, İsrail'in Araplar tarafından mağlup edilemeyeceğinden, dolayısıyla da İsrail'e saldıramayacaklarından emin olduğundan onlara bir şeyler vermeyi samimi olarak düşünüyordu.

Onların iyiliği için değil de 'barışın tesisine' dair eski teorisindeki ikinci ilkenin uygulanması adına. Biz bunu 'şeklî adalet' ya da 'adalet imajı' olarak adlandırabiliriz.

Ama kendisi buna 'meşruiyet' diyor, nitekim "Barışı tesis eden istikrar ancak, uluslararası politikada izin verilen araçlar ve hedefler üzerine bir anlaşma ve pratik düzenlemelerle korunan kabul edilebilir bir uluslararası meşruiyetten razı olmanın sonucunda gelir. Diplomasinin görevi de budur." 

Güç ve diplomasi

Kissinger, "Yeniden Kurulan Dünya" adlı kitabında "barışı gerçekleştirmenin onu istemek kadar kolay olmadığı" sonucuna varmıştı.

Ayrıca, "barışın en çok arandığı zamanların kaygıya en çok maruz kalınan dönemler olduğunu, barış sürecinin her zaman soyut ve tersine çevrilebilir bir kavram olduğunu, yapılması gereken en önemli şeyin daha fazla meşruiyet ve dengeyle savaşın önlenmesi olduğunu" açıkladı.

Metternich kalıcı barışın her saygıdeğer insanın en çok arzuladığı hedef olduğunu düşünüyordu; Kissinger'ın aradığı şey de teorik ideallerin gerçekleştirilmesi değil, istikrardı.

Tabiatı itibarıyla Kissinger, kutsal görevlere ve gerçeklik sahasında hayata geçirilemeyecek ütopya üretimine bağlı bir adam değildi. Onun diplomasi anlayışı, silahlı güce dayanıyordu:

Çünkü diplomasi, müzakere masasında nazik beyler arasında oynanan bir oyun değil, her biri kendisini koruyan ve yolunu açan gerçek bir caydırıcılığa dayanmış karşıt çıkarlar arasında bir diyalogdur.

Kissinger, soğuk krizlere yaklaşmaktan hoşlanmazdı. O, ilham verici bir çözüm üretebileceği hummalı durumlarla baş etmeye meraklıydı.

O yüzden işleri başlangıçta kaçınmaya çalıştığı savaşın eşiğine getirmek zorundaydı. 

Sedat'ın çözüm talebinde çok ısrarcı olan danışmanı Hafız İsmail'e şöyle dedi:

Bizden İsrail'e müdahale etmemizi istiyorsan bunun için bir kriz üretmen gerekecek. Zira biz sadece kriz yönetimiyle uğraşırız.

Adam bunu doğru şekilde anlayarak, sahayı tutuşturmak için bir yeşil ışık olarak kabul etti. 

Yine de Kissinger, Sedat'ın risk almaya başlamasını beklemiyordu. Savaş, Mısır Cumhurbaşkanı'nın Mısır-Suriye saldırısı konusunda herkesi kandırma maharetini göstermesinin ardından iyi hesaplayamadığı bir sürpriz olmuştu.

Ama Kissinger, bu kritik anlardaki tutumları ince hesaplayabilen biriydi. Savaşın ayak sesleri belirdiğinde önleyici bir saldırıda bulunmamaları konusunda uyarmak üzere İsrail tarafıyla temasa geçti.

Çünkü ona göre bu, asla meşru olmayacak bir eylem ve onun gözünde kutsal dengeyi bozacak bir şeydi. Zira güç, tek başına istikrar üretemez. 

Kissinger'ın o anda asıl istediği şey, küstahlık sergileyen İsrail'i yola getirip, kendi projesine dahil etmekti.

Nitekim İsrail, kibrinde ileri gidip Haziran 1967'deki kazanımlarında ısrar etmiş ve onun oldukça dar bir alan dışında Araplarla oynamasına müsaade etmeyerek sonunda durumun patlamasına sebep olmuştu. 
Indyk'e göre Kissinger, savaşın uyarılarına kayıtsız değildi.

Çünkü bu sonucu riske atmaya ve tutup bırakmadığı dengeyi korumak için elinden geleni yapmaya hazırdı. Onun diplomasisi, savaştan uzak durmaya dayalıydı.

Ama her halükârda yaşanırsa da savaşın, diplomasisine fayda sağlayacağını ve her iki durumda da kazanacağını düşünüyordu.

Kissinger, daha sonra Ortadoğu'ya dair ilk özetini sunarken Başkan Gerald Ford'a şöyle dedi:

Ekim Savaşı'nın patlak vermesini beklemiyorduk. Ama yine de her halükârda faydalı oldu. Birçok senaryo kurgulasaydık bile bundan daha iyisini yapamazdık.

ABD'nin eski İsrail Büyükelçisi, değerlendirmesine şu sözlerle devam ediyor:

Bu dönemin en büyük ironisi, Ortadoğu'da barışı sağlamak için önce bir savaş başlatmanızın gerekli olmasıydı. Sedat'ın niyeti buydu. Kissinger da bunu anlamış ve savaşın patlak verdiğini öğrendiği anda işe koyulmuştu. Zira bunun yeni bir gerçekliği şekillendirmek için kullanabileceği uygun bir fırsat oluşturduğunu hemen fark etmişti.

Kissinger ile önde gelen Mısırlı gazeteci Muhammed Hasaneyn Heykel arasında Kasım 1973'te gerçekleşen ve Heykel'in 'Çözüm ve Savaş' adlı kitabında kayda geçirdiği ilk görüşmede Kissinger şu ifadeleri kullandı:

Fırsatlar insanların ayağına gelmez; insanlar fırsatlara giderler. Şu an yaptığım şey, her zaman aklımdaydı; benim hayalimdi. Müsaade edin arzumu dile getireyim: Siyasi hayallerimi gerçeklere dönüştürmek istiyorum. Unutmayın ki siyasi hayallerimiz, bize havadan değil, tarih okumalarından gelir. Bence tarih, kendini tekrar etmez. Yalnızca tarih okumayanların onun tekrarına mahkûm oldukları konusunda Santayana'ya katılıyorum. Bütün ömrüm boyunca şu an yaptığım şeyi yapacağımı hayal ettiğimi söylesem şaşırır mısınız? Zihnimi meşgul eden bizatihi fikirler değildi; ben bu fikirlerin deneye nasıl tâbi tutulacağını da düşünüyordum. Elbette bunun için güce ihtiyaç var. Düşünüyorum da gücü istemek ve peşine düşmek her zaman kanımda vardı. Bu bende nasıl ve ne zaman başladı, bilmiyorum. Hepimiz, entelektüel ve psikolojik olarak üç aşamadan geçeriz. Her birimiz kendini bir role hazırlar, sonra fırsatını bulduğunda söyleyecek sözü olur ve son olarak gerçeklik çerçevesinde ve koşullarında rolünü nasıl ve ne şekilde oynayacağı zorluğuyla yüzleşir.

ABD'nin Vietnam'daki savaşını sona erdiren Paris Anlaşması'nın ilan edildiği basın açıklamasındayken (AFP)
ABD'nin Vietnam'daki savaşını sona erdiren Paris Anlaşması'nın ilan edildiği basın açıklamasındayken (AFP)

Savaşın ilk günlerinde Kissinger'ın aklını ve iradesini harekete geçiren ve onu hayatının macerasına atılmaya iten fikirler bunlardı.

Dikkatle okuduğu tarih ona, istikrarı sağlayanın 'mümkün barış' değil, 'imkânsız barış' olduğunu söylüyordu. Zira tarihin defalarca teyit ettiği üzere 'mümkün barış', bir hayalden ibaret kalacak.

Sahadaki karmaşık gerçekler ise başka bir şey. İşte böyle hem tarihe başvuruyor hem de şimdiki zaman, gerçeklik ve gereklilik hesabına onu inkâr ediyordu.  

Kazanmak uğruna bu 'diplomatik emek-sermaye ortaklığı' riskini aldığı meydan okuma işte buydu. Bu mücadeleyi İsrail veya Mısır, Suriye ve Ürdün için değil, kendisi için kazanmak istiyordu.

Bu riski ABD, Sovyetler Birliği veya Çin için değil, tümüyle uluslararası sistem için aldı. Dengeyi kurup onu dayatabilecek tek şey güç olduğu için Ortadoğu'daki savaş krizinde ABD'nin gücünü had safhasına çıkarıyordu. 

Kissinger, bu meydan okumayla ustaca yüzleşti. Indyk'e göre bazen geçici de olsa onun bu ustalığı, Ortadoğu sahnesinde Kissinger diplomasisi yıldızının yükselişinin sebebiydi.

Onun başka Arap başkentlerinin yanı sıra Kahire, Kudüs ve Şam arasında çok sayıda uçuş gerçekleştirmesinden ötürü buna 'mekik diplomasisi' adı verildi.

Sonraki dört yıl boyunca bu çabaların sonucunda başka üç anlaşma daha imzalandı: Sina'da Mısır ile İsrail arasında iki anlaşma ve Golan'da Suriye ile İsrail arasında çatışmayı bitirme anlaşması.

Bu üç anlaşmada İsrail, geçici ve istikrarlı sınırların temin edilmesi karşılığında işgal ettiği toprakların bir kısmından vazgeçti.

Böylece Kissinger; ABD'nin sorumluluğunu üstlendiği Arap-İsrail çatışmasının çözüm temellerinin atılması ve iki yıl sonra Başkan Carter'ın gözetiminde Mısır ile İsrail arasında barış sözleşmesinin imzalanması, Filistin Kurtuluş Örgütü ile İsrail arasında Oslo Anlaşması'nın imzalanması ve Başkan Bill Clinton döneminde de Ürdün-İsrail barış anlaşmasının imzalanması ile itibar kazandı. 

Bununla birlikte Kissinger'ın 'ima ustası' olarak nitelediği dönemin Mısır Dışişleri Bakanı İsmail Fehmi, Ortadoğu'da Barış Müzakereleri adlı anılarında söz konusu tablonun abartıldığını ifade ediyor.

Ona göre "Kissinger'ın hedeflerine ulaşma konusunda sahip olduğu nitelikler, hırslar, katılık ve güç, onun bu rolü oynamasını yerinde kılacak kadar yeterli değildi. Ayrıca Ortadoğu'da adil bir çözüme ulaşma konusunda kapsamlı ve tutarlı bir strateji yoluyla bir başarı da ortaya koyamadı, çünkü böyle bir stratejisi yoktu. Ortadoğu'da böyle önemli bir rolü yerine getirmesinde Kissinger'a yardımcı olan şey, her şeyden önce Sedat'ın Mısır'ın cumhurbaşkanı olmasıydı." 

Peki Kissinger, savaşın alevleri arasında on yıllarca süren Ortadoğu düzeninin temellerini nasıl atabildi?

Bu, 6 Ekim 1973'te başlayan savaşın ilk gününden itibaren uygulamaya koymak zorunda olduğu paradokstu.

Önce Birleşmiş Milletler'e başvurmaya karar verdi. Amacı derhal bir ateşkes talep etmek değil, çatışma öncesindeki yerlerde ateşkes talep etmekti ki Araplar bunu tereddütsüz bir şekilde reddetti. 

Kissinger, İsrail'in birkaç gün içinde savaşı bitireceğini düşünüyordu. Öngördüğü gerçekleşmeyince de İsrail'i zafer elde edilene ve sahadaki denklem tersine dönene kadar silahla takviye etmek için devasa bir hava köprüsü oluşturmak zorunda kaldı. Öyle ya, ABD'nin müttefiki hezimete uğramamalıydı. 

İsrail, silah köprüsü sayesinde savaşın gidişatını kendi lehine değiştirmeyi başardığında ve topçuları Şam'a 50, Kahire'ye 101 km mesafede konuşlandığında üzerindeki kuşatmayı kısmen kırmak ve onu hayatta bırakmak için İsrail'e baskı yapmaya çalıştı. 

Sovyetler Birliği, Sina'da Üçüncü Mısır Ordusu üzerindeki İsrail kuşatmasını kırmak üzere müdahale etmekle tehdit edince Kissinger, nükleer uyarıda bulunmaya karar verdi ve birkaç saat içinde, İsrail'e kuşatılmış Üçüncü Ordu üzerindeki baskıyı hafifletmek için sembolik olarak geri çekilmesi yönünde baskı yapmaktan vazgeçip İsrail'i onun yıkımını planlamaya teşvik etmeye geçti. 

Uyarısı, Sovyet müdahalesi tehlikesini uzaklaştırma konusunda başarılı olunca da Kissinger, zaferini elinden çekip almak ve savaş meydanında Arapları küçük düşürmesine engel olmak için İsrail'e yöneldi.

Böylece bir sonraki duyuruya kadar bölgeden tamamen çıkacak olan Sovyet konuğunu davet etmeden, sonunda herkesi kendi masasına oturtacaktı. 

8 Ocak 1974'te Tel Aviv'de İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan ile (AFP)
8 Ocak 1974'te Tel Aviv'de İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan ile (AFP)

Indyk, durumu şöyle yorumluyor:

Kissinger, her iki tarafın da mağlup hissetmeyeceği yeni bir denge oluşturmak için savaşın sonucunu kullanmaya çalıştı. Böylece mazlum İsrail ile minnettar Mısır, ABD'nin arabuluculuğuyla barış müzakerelerine girebilirdi ki bu, Üçüncü Mısır Ordusu'nun hayatta kalmasını gerektiriyordu. Yani ABD ve İsrail'in hedefleri ve bu hedeflere dayalı çıkarlar, kökten farklıydı.

Barış Süreci (Peace Process) adlı kitabın yazarı William Quandt'a göre Kissinger, güç ve diplomasinin yan yana yürümesi gerektiği ve ABD'nin Ortadoğu'da hiçbir zaman yalnızca güce veya yalnızca müzakerelere dayanamayacağı yönündeki kanaatini pratiğe döktü.

Bu ikisi arasındaki kritik dengeyi bulmak, devlet adamı için bir ustalık sınavıydı. İsraillilere ya da Araplara silah tedarikine de salt askerî bir mesele olarak değil, diplomatik sürecin bir parçası olarak bakmak lazımdı. Kissinger'ın bu ilkeyi işletirken karşılaştığı sorunlar ne olursa olsun, bu tür kararlarda siyasi hesapların askerî hesaplara ağır bastığını açıkça görüyordu. 

Kissinger, şöyle yazmıştı:

Büyük bir diplomatik başarı elde etmek için uygun koşulları oluşturmak, dostlarımızın güvenliğini korumak, Sovyetlerin zaferini engellemek, büyük Arap ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmak ve savaş sonrası diplomasisinde egemen Amerikan rolünün temellerini atmak şeklindeki hedeflerimizi gerçekleştirdik. Tüm bunları da ABD'nin bir asırdan beri yüzleştiği en ciddi anayasal krizin ortasında yaptık.

Beklentiler ve olasılıklar tartışması

Böylece istenen sonucu elde etmek, yani istikrarlı bir bölgesel düzen kurmak için güç ve diplomasi yan yana yürüdü.

Gelgelelim Kissinger, küçümsenemeyecek bir başka gücü, yani çok korktuğu manevi gücü gözden kaçırdı.

"Çözüm ve Savaş" kitabının yazarı Heykel'e göre;

Arap milliyetçiliği düşüncesi onu korkutuyor; bu düşünce onun önüne bileşenlerini anlayamadığı bir gücün hesaplarını koyuyordu. Onun her Arap ülkesiyle ayrı ayrı ilgilenmeyi tercih etmesi belki de bir nevi temas kurduğu güçlerden bilinmezi kaldırma ve bu güçlerin her bir unsurunu anlayıp başa çıkabileceği belirli bir miktara dönüştürme arzusuydu.

William Quandt, Kissinger'ın kapsamlı bir çözüm deneme konusundaki isteksizliğini şöyle açıklıyor:

Onun müzakerelere kapsamlı yaklaşıma ilişkin görüşü, bir tür çerçevenin varlığının önemini kabul etmek ile her bir adımın diğerlerinden ayrı olarak ele alınabileceğine, hatta alınması gerektiğine inanmak arasında gidip geliyormuş gibi görünüyordu. Görünüşe bakılırsa bu belirsizliğin arkasında, o hayattayken Araplar ile İsrail arasında barışın gerçekten sağlanıp sağlanamayacağına dair bir şüphe vardı. Bazen bunun mümkün olduğuna inanıyormuş gibi davranıyordu, bazen de istikrarlı mevcut durumu kabule hazır gibi görünüyordu.

Lakin gerçek bu değil. Nitekim Kissinger, barış anlaşmaları peşinde koşmaktan kaçınıyor, bunun yerine mevcut düzenin korunmasının tüm tarafların çıkarına olacağı anlaşmalar imzalamaya çalışıyordu.

Zaten onlarca yıl sonra da Obama'nın özel elçisi Martin Indyk'e, "Küresel bir uzlaşma anına varacağımızı hiç düşünmedim" dedi. 

10 Ekim 1981'de Sedat'ın cenaze törenine katılmak üzere Nixon ve Ford'la birlikte uçaktan inerken / Fotoğraf: AFP
10 Ekim 1981'de Sedat'ın cenaze törenine katılmak üzere Nixon ve Ford'la birlikte uçaktan inerken (AFP)

Indyk şöyle diyor: 

Kissinger'a göre barış sürecinin asıl hedefi, rakip güçler arasındaki çatışmaları bitirmek değil, hafifletmekti. Nitekim Arap-İsrail çatışmasını çözmeye daha istekli çabalara karşı güçlü bir direnç gösterdiğini kanıtladı. Çünkü ideal ve nihai bir barış arayışının, kendi düzeninin tasarladığı istikrarı tehlikeye atmasından korkuyordu. Dolayısıyla Kissinger için barış bir çözüm değil, bir sorundu. İstenen şey, dünyanın oldukça değişken bir bölgesinde istikrarlı bir düzen kurmak ve daha güvenilir bir şeye varmak için biraz değişiklik ihtiyacıydı. Kissinger'ın Ortadoğu'da kurduğu bu düzen, yaklaşık otuz yıl sürecekti.

William Quandt'a göre ise "Kissinger'ın kaçınmak istediği şeylere ilişkin bilgisi, ulaşmak istediği olumlu hedeflere dair bilgisinden daha iyiydi. Ekim Savaşı, onun her zaman başvurduğu doğrudan referans mesabesindeydi. Nitekim bu krizden çıkarılan tek ders, Ortadoğu'daki mevcut durumun değişken ve tehlikeli olduğu ve daha da kötüleşerek ABD'nin küresel ve bölgesel çıkarları için tehlikeli sonuçlara yol açabileceğiydi. Bunun için diplomasi ile silah sevkiyatını bir araya getirmek suretiyle mevcut durumu istikrara kavuşturmak gerekiyordu. Ayrıca Araplar için savaşa bir alternatif sunacak siyasi bir sürece başlamak, ama bunu İsraillilerin kabul edeceği bir hızla hayata geçirmek lazımdı. Bu, Başkan Richard Nixon ile Kissinger'ın ilk kavramsallaştırma sürecinin kapsamıydı. Kapsamlı bir Amerikan barış planı yoktu. Bu daha önce 1969 yılında (Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır'la denenmiş, ancak başarısız olmuştu."

Quandt'a göre Kissinger'ın Filistin meselesine dair kör bir noktası vardı. O, bu sorunla bir noktada yüzleşmesi gerektiğini biliyordu.

Görünüşe bakılırsa FKÖ liderliğiyle doğrudan iş tutma düşüncesi, onun zihnini meşgul etti, ama diplomasisinin büyük bir bölümünü bu ciddi meseleyi görmezden gelmeye çalışarak gerçek anını ertelemeye yönlendirdi. 

Indyk'in ifadesiyle;

Başkan Donald Trump, Nisan 2019'daki İsrail seçimlerinde Binyamin Netanyahu'nun yeniden seçilmesine destek olmak için İsrail'in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini resmen tanıdığında Kissinger, Trump'ın kararından rahatsız olmuş ve Golan'daki çatışmayı bitirmek için daha önce Suriyelilerle yaptığı anlaşmayı, İsrail'in Suriye platosunu işgal etmeyi sürdürmesine imkân tanıyan ve aynı şekilde Suriye'nin de bu plato üzerinde egemenlik talebine devam etmesini sağlayan 'ideal bir durum' olarak nitelemişti.

Her an baltalanabilecek bu 'acı barış' Henry Kissinger sayesinde onlarca yıl sürdü. Bununla birlikte onun diplomatik cesareti, karşılıksız kalmadı ve binlerce kurban aldı.

Nükleer tehlikeler çağında "güç ve diplomasi", "barışa karşılık toprak" ve "uluslararası dengenin sağlanması" denklemleri, tüm taraflarca nasıl da reddedildi.

Mısır, İsrail'e onun askerlerini öldürmesi için silah yardımı yapan ve Sina tamamen ama yetersiz bir egemenlikle geri alınıncaya kadar onu uzun bir süre boyun eğmek zorunda bırakan kişinin Kissinger olduğunu unutmayacak.

Aynı şekilde İsrailliler de Kissinger'ın, birkaç gün önce en azılı ve tehlikeli düşman olan bir Arap dostu onlara verse de Üçüncü Mısır Ordusu'na karşı elde edilen zaferi onlardan çekip aldığını unutmayacak. 

Kissinger, pratik çözümlerinin uzun sürse de geçici olduğunu, ama bunlardan başka çözüm olmadığını biliyordu. Anılarında şöyle yazmıştı:

Tarihin çoğu bölümünde çoğu insan için barış, tüm gerilimleri hiçbir şekilde sona erdirmeyen risklerle dolu bir durum olmuştur.

Martin Indyk'e göre Kissinger'ın Ekim Savaşı'yla başlayan bu dört uzun yıldaki hareketleri ve çabaları, etkileyiciydi ve ABD'li baş diplomatın vizyonunu, stratejisini ve üstün becerisini ortaya koyuyordu.

Tarih bilgisine, sezgisel maharetlerine, Ortadoğu bölgesindeki karmaşık güç dengesine dair ince anlayışına, risk alma ve doğaçlama yeteneğine başvuran Kissinger ayrıca, barışı gerçekleştirmek için bu sıkıntılı bölgenin liderleriyle ustaca ve dahice başa çıkmak için büyük Amerikan gücünden türetilen nüfuz araçlarını yayma konusunda da Makyavelist bir beceriye sahipti. 

Martin Indyk, değerlendirmesini şu sözlerle sürdürüyor:

Kissinger'a göre barışı güçlendirmek ve düzeni kurmak, bir madalyonun iki yüzüydü. Onun barışı ihdas etme arzusu, çoğu zaman düzene olan sevgisini gizlemek için bir kılıftı. Bununla birlikte fikirleri açık ve netti. Yüzeyde diplomatik cesaret olarak görülen şey, aslında onun fıtratında bulunan muhafazakâr düşünceydi. Holokost'tan kaçma tecrübesi onda hem hayatında hem de uluslararası planda köklü bir düzen arayışı doğurdu. Bu da onun Ortadoğu'da ABD liderliğinde bir düzen kurma tasarısına yol açtı. Gençliğinin baharındayken Nazi kargaşası ve keyfi şiddet sırasında yaşadığı acı deneyim Kissinger'ı doğal olarak hayatında bir düzen arayışına itti. Böylece uluslararası sistemde düzeni korumak, onun yazılarının itici gücü haline geldi ve göreve geldikten sonra da bir politika yapıcı olarak stratejisinin temel taşı oldu.

Ama düzen çöküyor

Kissinger'ın Ekim Savaşı sırasında uluslararası sahnenin en önde gelen diplomatıyken oluşumuna layıkıyla katkı sağladığı, nükleer güçler çağındaki uluslararası sistemin bu hassas dengeleri büyük güçler arasındaki zor denklemi üretebildi mi?

Peki, diplomasisi sayesinde Avrupa'da bir asır boyunca savaş yaşanmayan tarihî önderi Metternich'in yaptığı gibi, bir barış (ya da onun denklemine göre savaşsızlık) sarayı inşa etti mi?

Eski Sovyetler Birliği ile 'uzlaşma politikasının' mucidi Kissinger, Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik mevcut savaşı ve ABD'nin bu savaştaki rolü hakkında ne diyor?

Peki 1960'ların sonunda Çin'i uluslararası sisteme dahil etmek için ABD ile Çin arasında ilişki köprüsü kurmaya başlayan kişi olarak bu ilişkinin bugününü bize nasıl anlatıyor? 

Yeryüzündeki yaşamı 100 yılı aşan Kissinger, imkânsız denklemleri konusundaki ısrarını sürdürüyor.

23 Mayıs 2022'de İsviçre'nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'na sanal olarak katılan Kissinger, Ukrayna'nın, Rusya ile barışın gerçekleşmesi için topraklarının bir kısmından vazgeçmesi gerektiğini, Rusya-Ukrayna müzakerelerinin yeniden başlatılamamasının ve Moskova'nın daha fazla yalnızlaştırılmasının Avrupa'nın güvenliği açısından uzun vadeli ciddi sonuçlar doğuracağını ve bazılarının Rusya'yı dağıtma yönündeki isteklerinin kapsamlı bir nükleer kaosa yol açabileceğini belirtti. 

Ancak daha sonra ABD içinde ve dışında yaygın bir tartışmaya ve eleştirilere sebep olan bu açıklamalarını geri çekti.

'Adım adım' inşa ettiği Ortadoğu sistemini savunmaktan hiç çekinmese de işte şimdi onun çöküşüne şahit oluyor. 
 

Aktif zihni halen danışmanlık sunma, olayları analiz etme ve tavsiye verme yeteneğine sahip (AFP)
Aktif zihni halen danışmanlık sunma, olayları analiz etme ve tavsiye verme yeteneğine sahip / Fotoğraf: AFP

Indyk diyor ki:

Bu, Clinton'ın 2000 yılında Camp David'de nihai bir barış anlaşmasına varma çabalarının başarısızlıkla sonuçlanması ve ardından onun başkanlığının sonunda İkinci Filistin İntifadası'nın patlak vermesiyle başladı.

11 Eylül 2001 olayları yaşandıktan sonra Başkan George W. Bush, Saddam Hüseyin'i devirdi ve Ortadoğu'yu Amerikan tasavvuruna göre yeniden şekillendirmek amacıyla ABD'yi hem Irak hem de Afganistan'da Amerikan tarihinin en uzun savaşlarına soktu. Bu da bölgenin kontrolü için Babil kapılarının İranlı rakibe açılmasına sebep oldu. Bu esnada Arap-İsrail sahnesinde ABD'nin nüfuzu büyük ölçüde azaldı ve Amerikan halkının herhangi bir dış savaşa dahil olma isteği tükendi. 

Obama'nın tarihin doğru tarafında yer alma arzusu onu Mısır devrimini ve Libya ile Suriye'deki rejim değişikliğini desteklemeye itti ve bu da bölgedeki huzursuzluğu artırdı. Nitekim Suriye'nin şiddetli bir iç savaşa girmesi, Rus ordusunun bölgeye dönüşünü kolaylaştırarak, nüfuzunu artırdı.

Öte yandan Türkiye de boşluğu doldurmaya çalıştı. Bu sırada ABD güçlerinin (Irak'ta onlarca yıl süren feci savaşın ardından) hem Irak'tan hem de Afganistan'dan çekilmesi de ABD'nin bir zamanlar hâkim olan konumunun baltalanmasına ve Filistin meselesi de dahil olmak üzere genel olarak Ortadoğu meselelerindeki etkisinin azalmasına yol açtı.

Sonra ABD'nin Ortadoğu'dan askerî olarak çekilmesini hızlandırmakta ısrar eden Donald Trump geldi. Ancak onun gururla karakterize edilen projesi, Henry Kissinger'ın istikrarlı bir Ortadoğu düzeni kurma hedefinden pek de farklı değildi.

Belki de bu, Obama'nın elçisinin Kissinger düzeninin ruhunu canlandırma ve onu Ortadoğu'ya yeni bir kılıfla takdim etme girişimidir.

Burada tarihin doğru tarafının mutlaka en güvenli taraf olmadığını, aksine gördüğümüz üzere en kaygılı ve huzursuz taraf olduğunu söylüyor.

Dolayısıyla Kissinger'ın bölgede 30 yıl boyunca kurduğu düzen, tarihe aykırı olsa da bölgede istikrarın korunması için ideal bir tablo.

Kissinger'ın hesaba katmadığı bilinmez manevi güçler ise halen gömülü; ortadan kaldırılması, ertelenmesi ya da görmezden gelinmesi, unutulmaları için yeterli olmadı.

Kissinger'ın Ortadoğu'daki denklemi, uzun sürse de başarılı olamazdı. Çünkü Arap tarafı açısından çatışmanın temel bileşenlerini ele almadığı gibi, diğer taraf açısından da ahlaki meseleyi çözemedi.

Aslında Kissinger'ın gözden kaçırdığı şey, daha sonra durumu parçalanma noktasına kadar patlatacak şeydi.

Ama kendisi için şanlı o günlerde o, parçalayamadığı her şeyi ortadan kaldırmak için kaçamak davranıyordu.

'Adil barış' gibi oldukça basit bileşkelere dayanmak imkânsız ve zordu. Çünkü bunlar ona göre uluslararası siyaset dünyasından ziyade felsefe dünyasına aitti.  

Kitabının önsözünde şöyle yazıyor:

Hayat, bir çiledir. Doğum hadisesi de özünde ölüm gerçekliğini barındırır. Nasıl ki geçiş ve değişim varoluşun kaderi; öyleyse daimî bir medeniyet olamaz ve hiçbir özlem tam anlamıyla gerçekleşmez.

Independent Arabia - Independent Türkçe



Hamas'ın Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına ilişkin şartları ilerleme şansını zayıflatıyor mu?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta devam eden enkaz kaldırma çalışmalarından (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta devam eden enkaz kaldırma çalışmalarından (AFP)
TT

Hamas'ın Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına ilişkin şartları ilerleme şansını zayıflatıyor mu?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta devam eden enkaz kaldırma çalışmalarından (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta devam eden enkaz kaldırma çalışmalarından (AFP)

Gazze Şeridi’nde şu anda tıkanma yaşayan ateşkes anlaşması, Hamas’ın ikinci aşamada öngörülen idari ve güvenlik düzenlemelerine ilişkin çekinceleri ve kamuoyuna yansıyan talepleriyle yeniden gündeme düştü. Bu gelişme, ABD’den ikinci aşamaya geçiş konusunda ‘perde arkasında’ yürütülen çabalara dair açıklamaların yapıldığı bir döneme denk geldi.

Hamas’ın dün açıkladığı ve silahsızlanma, barış konseyi, istikrar güçleri ile Gazze Şeridi’nin yönetimi için bir komite oluşturulmasına ilişkin dört ana başlığı içeren bu çerçeveye dair değerlendirmelerde görüş ayrılığı yaşanıyor. Şarku’l Avsat’a konuşan bazı uzmanlar, söz konusu taleplerin ikinci aşamaya geçişi zorlaştıran krizleri ortaya koyduğunu ve hareketin üzerindeki baskıyı azaltmaya yönelik manevralar olduğunu savunurken, diğerleri ise İsrail kaynaklı engellere rağmen Hamas’ın anlaşmayı uygulama konusunda ciddiyetini yansıttığı görüşünü dile getiriyor.

ABD Başkanı Donald Trump tarafından önerilen ve geçtiğimiz ekim ayında Gazze’de ateşkes sağlanmasına temel oluşturan barış planı, başkanlığını Trump’ın üstleneceği bir barış konseyi kurulmasını, bu konseyin Filistinli teknokratlardan oluşan bir komiteyi denetlemesini, Hamas’ın silahsızlandırılmasını, savaş sonrası Gazze yönetiminde rol almamasını ve istikrar güçlerinin konuşlandırılmasını öngörüyor.

Hamas’ın Gazze’deki lideri Halil el-Hayye, hareketin kuruluşunun 38. yıl dönümünde yaptığı açıklamada, silahın işgal altındaki halklar için uluslararası hukukla güvence altına alınmış bir hak olduğunu belirterek, bu hakkın korunmasını ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını güvence altına alan her türlü önerinin incelenmesine açık olduklarını ifade etti.

El-Hayye, Trump planında yer alan ve ABD Başkanı’nın liderliğinde kurulması öngörülen barış konseyinin görevinin, ateşkes anlaşmasının uygulanmasını gözetmek, finansmanı sağlamak ve Gazze Şeridi’nin yeniden imarını denetlemek olduğunu vurguladı. Filistinliler üzerinde ‘her türlü vesayet ve manda uygulamasını’ ise reddettiklerini söyledi.

Gazze Şeridi’nin yönetimi için Filistinli bağımsız isimlerden oluşan bir teknokratlar komitesinin derhal kurulması çağrısında bulunan el-Hayye, Hamas’ın tüm alanlardaki yetkileri bu komiteye devretmeye ve görevlerini kolaylaştırmaya hazır olduğunu kaydetti. Kurulması planlanan uluslararası gücün görevinin ise Gazze sınırlarında ateşkesi korumak olması gerektiğini vurguladı.

El-Hayye ayrıca, arabuluculara ve özellikle ‘temel garantör’ olarak nitelendirdiği ABD yönetimi ile Başkan Trump’a, İsrail’i anlaşmaya saygı göstermeye ve uygulamaya zorlamak için çalışmaları, anlaşmanın çöküşe sürüklenmesine izin vermemeleri çağrısında bulundu.

asdfr
Başlarında yük taşıyan kadınlar, Gazze Şeridi'nin güneyinde yerinden edilmiş Filistinlilere barınak sağlamak için temizlenmiş araziye kurulan çadırların önünden geçiyor. (AFP)

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk geçen hafta yaptığı açıklamada, ateşkesin ilan edilmesinden bu yana Gazze’de sarı hattın gerisinde kalan bölgede 350’den fazla İsrail saldırısının belgelendiğini ve en az 121 Filistinlinin hayatını kaybettiğini söyledi. Öte yandan Hamas liderlerinden Raid Saad, cumartesi günü İsrail’in Gazze’de aracını hedef alan saldırısında öldürüldü.

İsrailli yetkililer, ABD yönetiminin Gazze’de savaşı sona erdirmeyi amaçlayan planın ikinci aşamasını şekillendirmek üzere çalışmalar yürüttüğünü ve çok uluslu uluslararası gücün gelecek aydan itibaren bölgede göreve başlamasının planlandığını belirtti. İsrail Yayın Kurumu’na göre, ABD’li yetkililer bu bilgileri son günlerde yapılan görüşmelerde İsrailli muhataplarına iletti.

İsrail Kanal 14 televizyonu, kasım ayının sonlarında yaptığı bir haberde, ABD’nin uluslararası istikrar gücünün Gazze’de konuşlandırılması için tarih olarak ocak ayının ortasını belirlediğini, nisan ayı sonunu ise bölgedeki silahsızlanma sürecinin tamamlanması için nihai takvim olarak öngördüğünü aktarmıştı. Kanal, bu hedeflerin gerçeklikten kopuk bir beklenti olduğunu ve sürecin yeniden ertelenebileceğini kaydetmişti.

El-Ehram Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde İsrail meseleleri uzmanı olan Mısırlı analist Dr. Said Ukkaşe, Hamas’ın ortaya koyduğu çerçevenin ikinci aşamada ilerleme ihtimalinin zayıf olduğunu gösterdiğini ve bunun daha fazla İsrail saldırısını tetikleyebileceğini savundu. Ukkaşe, bu tutumun, tehlikeli koşullar altında ilerleyen ikinci aşama yükümlülükleri öncesinde Hamas üzerindeki baskıyı azaltmaya yönelik ‘manevralar’ olduğunu ifade etti.

Hamas dosyasına odaklanan Filistinli siyaset analisti İbrahim el-Medhun ise İsrail’in anlaşmayı sabote etmeye yönelik tekrarlanan engellerine rağmen ikinci aşamaya geçilmesi ve uygulanmasının kaçınılmaz olduğunu dile getirdi. Silah meselesine ilişkin olarak Hamas’ın, Filistin iç kamuoyunda derinlemesine bir diyalog yürüttüğünü, Kahire’deki arabulucularla da şeffaf ve açık görüşmeler yaptığını belirten el-Medhun, tüm taraflarca kabul edilebilecek bir vizyonun şekillenebileceğini ve hareketin barış güçlerinin varlığına açık olduğunu söyledi.

Hamas’ın ortaya koyduğu bu çerçeveye arabulucuların henüz yorum yapmadığı bir ortamda, Mısır Dışişleri Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati’nin, İngiliz mevkidaşı Yvette Cooper ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde Gazze’de geçici bir uluslararası istikrar gücünün konuşlandırılmasının önemini vurguladığını bildirdi. Abdulati, ateşkesin sürdürülebilirliğinin sağlanması ve Trump planının ikinci aşamasına ilişkin yükümlülüklerin uygulanmasının önemine dikkat çekti.

Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) düzenlenen Sir Bani Yas Forumu’na katılımı sırasında konuşan Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına geçilmesinin gerekliliğini ve uluslararası istikrar gücünün oluşturulmasının önemini yineledi.

Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, cuma günü gazetecilere Gazze anlaşmasındaki gelişmelere ilişkin yaptığı açıklamada, “Barış anlaşmasının ikinci aşamasına yönelik olarak şu anda perde arkasında çok sayıda sessiz planlama yürütülüyor… Kalıcı ve sürdürülebilir bir barış sağlamak istiyoruz” ifadelerini kullandı.

ABD’nin Wall Street Journal gazetesi, cumartesi günü yetkililere dayandırdığı haberinde, Trump yönetiminin Gazze Şeridi’nde istikrarı sağlamak amacıyla bir ABD’li generalin komutasında 10 bin askerden oluşan çok uluslu bir güç oluşturmayı hedeflediğini aktardı. Haberde, bazı ülkelerin, gücün görev kapsamının Hamas’ın silahsızlandırılmasını da içerebileceğine yönelik çekinceleri nedeniyle henüz asker göndermediği belirtildi.

Gazete ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, Gazze’de konuşlandırılması planlanan bu güç için yaklaşık 70 ülkeden askerî veya mali katkı talebinde bulunduğunu, ancak yalnızca 19 ülkenin asker göndermeye ya da ekipman ve lojistik destek gibi farklı şekillerde katkı sunmaya istekli olduğunu yazdı.

Ukkaşe, Trump’ın 29 Aralık’ta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yapacağı görüşmede ikinci aşamanın başlatılması için baskı kuracağını öngörerek, İsrail’in bu aşamaya girmeyi kabul edeceğini ancak çekilmelerin uygulanmasına ilişkin müzakerelerin süresiz biçimde uzayabileceğini söyledi.

El-Medhun ise Kahire’nin İsrail kaynaklı engellerin farkında olduğunu ve anlaşmanın başarısızlığa uğramasına yol açabilecek muhtemel İsrail gerekçelerini ortadan kaldırmak için ikinci aşamaya geçişin hızlandırılmasını talep edeceğini ifade etti.


Tunus'taki protestoların ardından Kayravan'da çatışmalar çıktı

Tunus'un başkentinde cumartesi günü düzenlenen bir gösteriden, (Reuters)
Tunus'un başkentinde cumartesi günü düzenlenen bir gösteriden, (Reuters)
TT

Tunus'taki protestoların ardından Kayravan'da çatışmalar çıktı

Tunus'un başkentinde cumartesi günü düzenlenen bir gösteriden, (Reuters)
Tunus'un başkentinde cumartesi günü düzenlenen bir gösteriden, (Reuters)

Tunus'un merkezindeki Kayravan şehrinde, cumartesi akşamı, polis ve gençler arasında art arda ikinci gece çatışmalar yaşandı.

Ailesinin ifadesine göre, çatışmalar bir kişinin polisin kovalamacası ve ardından kendisine yönelik şiddet sonucu ölmesinin ardından patlak verdi. Ölen kişinin akrabaları, ehliyetsiz motosiklet kullandığını ve bir polis aracı tarafından takip edildiğini söylüyor. Ardından dövülerek hastaneye kaldırılan adam, hastaneden kaçmayı başardı. Cumartesi günü geçirdiği kafa travması sonucu hayatını kaybetti.

Tunus'ta da yüzlerce kişi, muhalefet dernekleri ve partilerinin çağrısına yanıt olarak, dördüncü hafta üst üste başkentte "özgürlükleri savunmak ve Cumhurbaşkanı Kays Said'in politikalarını protesto etmek" amacıyla gösteri düzenledi.


Lübnan ve İran ilişkileri "hassas" bir aşamada bulunuyor

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Haziran 2025'te İran Dışişleri Bakanı’nın Beyrut ziyaretinde Recci ve Arakçi arasında arabuluculuk yapıyor (Arşiv- Lübnan Cumhurbaşkanlığı)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Haziran 2025'te İran Dışişleri Bakanı’nın Beyrut ziyaretinde Recci ve Arakçi arasında arabuluculuk yapıyor (Arşiv- Lübnan Cumhurbaşkanlığı)
TT

Lübnan ve İran ilişkileri "hassas" bir aşamada bulunuyor

Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Haziran 2025'te İran Dışişleri Bakanı’nın Beyrut ziyaretinde Recci ve Arakçi arasında arabuluculuk yapıyor (Arşiv- Lübnan Cumhurbaşkanlığı)
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Haziran 2025'te İran Dışişleri Bakanı’nın Beyrut ziyaretinde Recci ve Arakçi arasında arabuluculuk yapıyor (Arşiv- Lübnan Cumhurbaşkanlığı)

Lübnan-İran ilişkileri çok hassas bir aşamaya geldi ve şu anda, İran liderliği kararını verip Lübnan işlerine müdahalesini durdurmadığı sürece, kontrolden çıkma ve önlenemez olumsuz sonuçlar doğurma riskiyle karşı karşıya. Önde gelen bir siyasi kaynak Şarku’l Avsat'a durumu böyle aktardı. İran'ın Beyrut'taki elçileri müdahaleyi reddederken, Lübnan'daki resmi makamlar müdahaleyi kanıtlayan delillere sahip olduklarını vurguluyor.

Kaynak, İran'ın müdahalesine örnekler verdi; bunlardan ilki, resmi davet olmadan elçilerin gelmesiydi ve resmi görüşmelerinin çoğunun, Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad hareketlerinin önderliğindeki görüşmelerini haklı çıkarmak için siyasi bir kılıf sağlama bağlamında kaldığını vurguladı.