Hizbullah'ın Beyrut saldırısının üzerinden 40 yıl geçti: ABD ile yeni çatışma mümkün mü?

Yaşanması halinde bu, iki taraf arasında Hizbullah’ın Beyrut'taki ABD Deniz Kuvvetleri karargâhının bombalanmasından 40 yıl sonraki ilk savaş olacak.

ABD kuvvetlerinin bölgedeki varlığına ve geçmişte meydana gelen ölümlere ilişkin tartışmalar sürüyor. (DVIDS)
ABD kuvvetlerinin bölgedeki varlığına ve geçmişte meydana gelen ölümlere ilişkin tartışmalar sürüyor. (DVIDS)
TT

Hizbullah'ın Beyrut saldırısının üzerinden 40 yıl geçti: ABD ile yeni çatışma mümkün mü?

ABD kuvvetlerinin bölgedeki varlığına ve geçmişte meydana gelen ölümlere ilişkin tartışmalar sürüyor. (DVIDS)
ABD kuvvetlerinin bölgedeki varlığına ve geçmişte meydana gelen ölümlere ilişkin tartışmalar sürüyor. (DVIDS)

David Schenker

23 Ekim, Hizbullah'ın Beyrut'taki ABD Deniz Kuvvetleri karargâhına düzenlediği bombalı saldırının 40’ıncı yıl dönümü...

Bu tarih, Hizbullah ile İsrail arasında gerilimin arttığı ve Gazze'nin bombalandığı döneme denk geliyor. ABD Ordusu, Hizbullah'a baskı yapmak ve İsrail ordusunun Gazze'ye karadan müdahale etmesi halinde Hizbullah'ın İsrail'in kuzeyine saldırmaması için Akdeniz'de Lübnan açıklarına devasa donanma gemileri konuşlandırdı.

241 ABD deniz piyadesinin ölümüne yol açan bu eylem, 11 Eylül 2001'e kadar ABD’lilere yönelik en ölümcül terör saldırısıydı. Nitekim bugüne kadar El Kaide dışında hiçbir terör örgütü o saldırıdakinden daha fazla asker öldürmedi.

Lübnan'da çok uluslu Amerikan-Fransız barışı koruma gücünün bir parçası olarak konuşlandırılan ABD kuvvetlerinin öldürülmesi kırk yıl önce gerçekleşmiş olmasına rağmen, bu, İran'ın vekil gücünün oluşturduğu tehlikenin sürekli bir hatırlatıcısı olarak ön plana çıkıyor.  Hizbullah'ın ABD’lileri en son hedef aldığı yıl, örgütün Suudi Arabistan'ın Dahran kentinde 19 ABD Hava Kuvvetleri mensubunun ölümüne yol açan el-Huber Kuleleri saldırısını gerçekleştirdiği 1996’ydı…

Gazze’de İsrail ile Hamas arasındaki savaş üçüncü haftasına girerken, Hizbullah'ın yeniden ABD’lileri hedef alabileceğine dair işaretler var.

ABD Başkanı Joe Biden, Hamas'ın 7 Ekim'de gerçekleştirdiği ve savaşın çıkmasına yol açan Aksa Tufanı operasyonundan kısa bir süre sonra ABD'nin İsrail'e desteğini açık ve net bir şekilde vurguladı. “İsrail'in yanındayız. İsrail'in vatandaşlarını korumak, kendisini savunmak ve bu saldırıya yanıt vermek için ihtiyaç duyduğu şeylere sahip olmasını sağlayacağız” dedi. Bu açıklamaya, derhal silah ikmali yapılması ve Gazze'de Hamas'a karşı cezalandırıcı bir hava harekâtı için Washington'un açık desteği eşlik etti.

Daha da önemlisi ABD, Hizbullah için dış aktörleri, yani Hizbullah ve diğer İranlı vekil milisleri çatışmaya girmekten ve yeni cepheler açmaktan caydırmak için USS Gerald R. Ford uçak gemisi saldırı grubunu Doğu Akdeniz'e konuşlandırdı. Bu grubun konuşlandırılması ve ardından amfibi hazırlık grubunun konuşlandırılması, Hizbullah'ın hızlı tepkisine yol açtı.

“Lübnan'da çok uluslu Amerikan-Fransız barışı koruma gücünün bir parçası olarak konuşlandırılan ABD kuvvetlerinin öldürülmesi kırk yıl önce gerçekleşmiş olmasına rağmen, bu, İran'ın vekil gücünün oluşturduğu tehlikenin sürekli bir hatırlatıcısı olarak ön plana çıkıyor.”

11 Ekim'de Hizbullah'ın medya departmanı, ABD'nin İsrail'e verdiği desteği kınayarak şu açıklamayı yaptı:

“ABD'yi Siyonist İsrail saldırısının tam bir ortağı olarak görüyoruz ve onu dökülen kandan tamamen sorumlu tutuyoruz. Uçak gemisinin konumlandırılması adımının, nihai zafere ve tam kurtuluşa ulaşana kadar ne ulusumuzu ne de yüzleşmeye hazır direniş gruplarını korkutmayacağını güçlü bir şekilde yineliyoruz.”

İran ve vekili her zaman olduğu gibi yine aynı konumda. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani, 16 Ekim'de yaptığı açıklamada ABD'nin İsrail'e verdiği desteğin, “İsrail ile Filistinliler arasındaki çatışmaya askerî açıdan zaten müdahil olmasını sağladığını” belirtti.

İran, İsrail'in Gazze'ye yönelik harekâtında ABD'nin suç ortağı olduğuna kendisini ikna ettikten sonra, bir sonraki mantıksal adıma geçti. 19 Ekim'de Hizbullah dışındaki İran'a bağlı birkaç milis ABD kuvvetlerine saldırı düzenleyerek nispeten uzun süren sakinlik ve gerilimin azalması dönemine son verdi.

O gün Irak'ta İran destekli Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) milisleri, Ayn el-Esed ve el-Harir üslerinin yanı sıra Bağdat'taki Bağdat Diplomatik Destek Merkezi'ne insansız hava aracı (İHA) saldırıları gerçekleştirerek, ABD'nin DEAŞ karşıtı koalisyon güçlerini hedef aldı. Suriye'deki İran bağlantılı milisler de İHA’larını kullanarak et-Tanf Askeri Üssü ve CONOCO petrol tesisindeki ABD güçlerini hedef aldı. İHA’ların bir kısmı düşürülse de saldırılarda çok sayıda ABD’li ve yerli ortak yaralandı, ABD’li bir yetkili de kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.

Bu arada Kızıldeniz'de bulunan USS Carney destroyeri, İran destekli Husi grubunun Yemen'de fırlattığı dört kara ve hava seyir füzesi ile 15 İHA’yı düşürdü. Füzelerin İsrail'e yönelik olduğuna inanılıyor, ancak İHA’ların ABD donanma gemisini hedef alma ihtimali de var.

“İran, İsrail'in Gazze'ye yönelik harekâtında ABD'nin suç ortağı olduğuna kendisini ikna ettikten sonra, bir sonraki mantıksal adıma geçti. 19 Ekim'de Hizbullah dışındaki İran'a bağlı birkaç milis ABD kuvvetlerine saldırı düzenleyerek nispeten uzun süren sakinlik ve gerilimin azalması dönemine son verdi.”

İran’ın vekil güçlerinin bölgedeki ABD kuvvetlerine yönelik kasıtlı saldırılarının, yalnızca destek yoluyla olsa bile, İsrail'in Gazze'deki harekâtına yönelik ABD müdahalesine karşı uyarıyı amaçladığı açıktır. Lübnan-İsrail sınırında operasyonlarını yoğunlaştıran Hizbullah dışında şu ana kadar çatışmaya başka hiçbir grup müdahale etmedi.

Şimdi, Haşdi Şabi güçleri ve Husilerin durumu tırmandırmasının ardından, Hizbullah'ın da ABD askerlerine karşı düşmanca eylemlere başlayıp başlamayacağı sorusu ortada duruyor.

İsrail'in Gazze'ye beklenen kara saldırısının bu gruplar açısından denklemi değiştirmesi muhtemel. Şarku’l Avsat’ın Al-Majalla’dan aktardığı analize göre İran, vekillerini savaşa teşvik edebilir veya yönlendirebilir ya da en azından bölge içindeki ve dışındaki ABD bireylerine ve çıkarlarına yönelik saldırılarını yoğunlaştırabilir. Görünüşe göre İran şu anda Hizbullah'ı Hamas'ın hizmetinde zayıflatmak yerine, İsrail'in dini rejiminin nükleer programına olası herhangi bir saldırısına karşı en önemli caydırıcı varlığı olarak koruma eğiliminde.

Ancak Hizbullah ABD’lileri hedef alma çabalarına katılabilir. Hizbullah'ın halen varlığını sürdürdüğü Suriye'de ABD güçlerine karşı operasyonlar düzenlemesi ya da ABD içi de dahil olmak üzere yurtdışındaki ABD çıkarlarını hedef almaya çalışması muhtemeldir. Hizbullah uzun süredir Lübnan dışında faaliyet gösterme yeteneğini koruyor, ancak pek çok kişi Hizbullah’ın dış eylem kapasitesinin son yıllarda azaldığını söylüyor. ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI), son on yılda Hizbullah'ın birçok kara para aklama planını ve aktivistlerinin ABD'ye kaçak yollarla gitmesini engelledi.

Hizbullah, 18 Ekim'de Beyrut'un güney banliyölerinde büyük bir yürüyüş düzenledi. Göstericiler, ABD bayraklarının yakılması ve artık zorunluluk haline gelen ‘Amerika'ya ölüm’ sloganlarının atılmasının ardından ABD büyükelçiliğine doğru ilerledi. Yüzlerce gösterici, Filistin ve Hizbullah bayrakları arasında elçilik görevlileriyle çatıştı. Sınırda artan gerilim nedeniyle ABD hükümeti bir gün sonra, Amerikan vatandaşlarına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti. Acaba bu uyarı, Hizbullah'ın ABD’lileri rehin alma uygulamasına geri dönebileceği korkusunun bir sonucu olarak yapılmış olabilir mi?

“İsrail'in Gazze'ye beklenen kara saldırısının bu gruplar açısından denklemi değiştirmesi muhtemel. İran, vekillerini savaşa teşvik edebilir veya yönlendirebilir ya da en azından bölge içindeki ve dışındaki ABD bireylerine ve çıkarlarına yönelik saldırılarını yoğunlaştırabilir.”

Bölgedeki artan Amerikan askeri varlığının Hizbullah’a ne ölçüde caydırıcı etki yapabileceği henüz net değil. 20 Ekim'de ABD Başkanı Joe Biden, İsrail'in Hamas'a karşı savaşını (Ukrayna'daki savaşla birlikte) ‘tarihte bir dönüm noktası’ olarak nitelendirdi. Bu, yönetiminin aynı yönde ilerlemeye ve İsrail'i desteklemeye kararlı olduğunu gösteriyor. Ancak birbirini izleyen ABD yönetimleri Ortadoğu'da güç kullanımı konusunda suskun kaldı ve bu da tehdidin inandırıcılığını en azından kısmen azalttı.

Geçen hafta Hizbullah yanlısı akademisyen Sadık en-Nabulsi, Al-Jadeed televizyonuna verdiği röportajda, ABD uçak gemilerinin milislere yönelik oluşturduğu tehlikeleri hafife aldı.

Temmuz 2022'de Hizbullah'ın İsrail'in deniz gaz platformu Kariş'e İHA operasyonu düzenlediğine dikkat çeken Nabulsi, Hizbullah'ın İHA’larının aynı zamanda ABD uçak gemisi USS Geral R. Ford’u da vurabilecek kapasitede olduğu uyarısında bulundu. Nabulsi, kayıtsız bir tavırla Beyrut'taki ABD Deniz Kuvvetleri karargahının bombalanmasından söz ederek şöyle dedi:

“1983 yılında Lübnan'da Amerikalıların başına gelenleri hatırlayın. O zaman apar topar geri çekilmiştiniz.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



İsrail Şam'ı bombaladıktan sonra Ahmed Eş-Şara'yı mı hedef alıyor?

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş Şara (Arşiv)
Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş Şara (Arşiv)
TT

İsrail Şam'ı bombaladıktan sonra Ahmed Eş-Şara'yı mı hedef alıyor?

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş Şara (Arşiv)
Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş Şara (Arşiv)

İsrail, çarşamba günü Suriye'ye yönelik saldırılarını artırarak başkent Şam'ı hedef aldı. Newsweek, olayı, İsrail'in Süveyda'da artan mezhepsel şiddet ortamında operasyonlarını yoğunlaştırdığı bir dönemde, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'nın yedi aylık görev süresi boyunca karşı karşıya kaldığı en ciddi kriz olarak nitelendirdi.

Suriye Devlet Başkanı ABD Başkanı Donald Trump'ın beğenisini kazanmış olabilir ama yakında İsrail'in hedef listesine girebilir.

İsrail'in operasyonları, devrik Cumhurbaşkanı Beşşar Esed rejiminin yıkılmasının hemen ardından İsrail ordusunun askeri hedeflere yönelik geniş çaplı bir saldırı kampanyası başlatarak daha güneydeki toprakları ele geçirmesinden sonra Suriye'deki en yoğun operasyonlar oldu.

Görsel kaldırıldı.İsrail hava saldırılarının hedef aldığı Şam'daki Savunma Bakanlığı binası (AFP)

"İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun söylemleri, Şara'nın gerilimi azaltma çağrılarına rağmen tırmanırken, yeni Suriye cumhurbaşkanı, Tel Aviv'in Şara’nın da karşı olduğu İran yanlısı "direniş ekseni" ile son 21 aydır süren çatışmasında İsrail'in birçok önemli düşmanının başına geldiği gibi, hedef haline gelebilir.  

İsrail'in eski büyükelçilerinden ve şu anda Yahudi Dürzi örgütünün CEO'su olan Rida Mansur Newsweek'e şunları söyledi: “İsrail son zamanlarda, eski Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, İranlı askeri komutanlar ya da Hamas lideri gibi belirli bir liderin, ulusal güvenliğine açık bir tehdit oluşturduğunu hissettiğinde harekete geçeceğini gösterdi.”

Mansur şöyle devam etti: "Bu bir gerçek. Son iki yıl içinde yaşandı. Bu, İsrail'in ilk tercihi olmayacaktır. İsrail Suriye'de kaosu tetikleyebileceğinin farkına varabilir ama bu, kaosu en başta onun başlatıp başlatmadığına bağlı, o zaman başka liderlere de şans verilmeli."

Mansur, son günlerde aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu yüzlerce Suriyeli Dürzi'nin, Suriye güvenlik güçleri tarafından desteklendiği iddia edilen ve aralarında yabancı ve yerel milislerin de bulunduğu Bedevi aşiretleri tarafından öldürüldüğüne dair haberler üzerine İsrail askeri müdahalesi çağrısında bulunan İsrail Dürzi toplumunun önde gelen isimleri arasında yer alıyor.

Şam'ın Dürzilerin çoğunlukta olduğu güney banliyölerinde şubat ayında Suriye güçleri ve milisler arasında yaşanan kanlı çatışmalar, Netanyahu'nun bu azınlığın kaderiyle ilgili ilk büyük tehditlerini savurmasına yol açtı. Nisan ayında yeniden su yüzüne çıkan şiddet, İsrail'in daha sert uyarılarına neden oldu ve mayıs ayında bir süreliğine yatışmış gibi görünse de son günlerde yeniden su yüzüne çıktı. İsrailli yetkililer böylece, ülkelerini bölgedeki azınlık haklarının koruyucusu olarak gösterme fırsatını yakaladı.

İsrail'in ABD Büyükelçiliği'nde diplomat olarak görev yapan Sevsen Natur Hassun, dün Newsweek'te yayınlanan yazısında, “Suriye sınırının tamamen silahsızlandırılmasını sağlayarak, ortak değerlerimiz ve azınlık gruplarının korunması için hareket ederek, rejimin Dürzilere zarar vermesini engellemeye kararlıyız. Herkes bilmelidir ki, Suriye Dürzileri, Arap çoğunluklu bölgede, çoğulculuğun ve azınlık çeşitliliğinin son sembolüdür” ifadelerini kullandı.

Eş Şara, Dürzileri korumanın hükümeti için bir “öncelik” olduğunu açıkladı ve İsrail'i “Suriye'yi savaşa ve bölünmeye sürüklemeye çalışmakla” suçladı.

Mansur şöyle devam etti: "İsrail, Suriye'nin güneyinin Lübnan ya da Gazze'ye dönüşmesine izin veremez. Harekete geçmek için çok uzun süre tereddüt ettiğimiz o yerlerden çok acı bir ders aldık. Çok uzun süre bekledik ve çok yüksek bir bedel ödedik. Dolayısıyla İsrail'in şu anki ruh hali, 7 Ekim 2023'teki Hamas saldırısı senaryosunun tekrarlanmasını önlemek için elimizden gelen her şeyi yapmaktır."

Bu strateji, Netanyahu'nun dünkü konuşmasında da vurguladığı gibi, Şam'dan Golan Tepelerine kadar Suriye'nin güneyinde, Suveyda'yı da içine alan bir “tampon bölge” kurulmasını içeriyor.

Mansur, “Şara güneydeki Dürzilerin haklarını savunmayı taahhüt etmezse, iç savaşın ilk yıllarında kuzeydoğuda kurulan ABD destekli Kürt güçlerine benzer fiili bir özerk bölgenin oluşturulmasıyla karşı karşıya kalabilir” değerlendirmesinde bulundu.

Mansur, “Dürzilere özerklik verilmesi İsrail'in Suriye'nin güneyinde istikrarı sağlamasına yardımcı olacaktır ki, bence bu herkes için faydalı olacaktır. Bu İsrail için de iyi, Dürziler için de iyi. Şam hükümeti ülkeyi birleştirmenin önemini anlamazsa, izlediği politikanın bedeli bu olacaktır" şeklinde görüşünü dile getirdi.

Görsel kaldırıldı.ABD Başkanı Donald Trump ile Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara arasında Riyad'da görüşme (Arşiv-AP)

ABD, İsrail'in son saldırılarına desteğini çekmenin yanı sıra, Suriye'nin birliğini ve toprak bütünlüğünü de savundu ki bu mesaj, Beyaz Saray'ın Kürt müttefiki Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) merkezi hükümete entegre olmasını öngören ve şu anda durmuş olan anlaşmanın müzakere edilmesindeki rolüyle pekiştirildi.

Şarku'l Avsat'ın edindiği bilgiye göre Trump Netanyahu'ya yakın dururken, ABD lideri aynı zamanda mayıs ayında kendisini Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırmaya ikna ettiği belirtilen Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile de yakın ilişkiler kurdu.

Erdoğan dün yapılan kabine toplantısında, Suriye'nin bölünmesine yönelik iddiaları sert bir dille eleştirerek şunları söyledi: "Suriye'nin bölünmesine dün de razı olmadık, bugün de yarın da asla razı olmayacağız. Ülkenin toprak bütünlüğü pahasına Suriye'nin güneyi ile kuzeyi arasında bir koridor oluşturmayı hayal edenler asla amaçlarına ulaşamayacaklar."

"Suriyeli kardeşlerimizle dayanışma içinde bunlara engel olacağız ama İsrail ile soruna bulaşanlar er ya da geç büyük bir hesap hatası yaptıklarını anlayacaklardır."