Uluslararası Kızılhaç Komitesi Afrika Bölgesi Direktörü Patrick Yusuf Şarku’l Avsat’a konuştu: Sudan'da insani bir çözüm için Cidde Müzakereleri’ne güveniyoruz

Uluslararası Kızılhaç Komitesi Afrika Bölgesi Direktörü Patrick Yusuf Şarku’l Avsat’a konuştu: Sudan'da insani bir çözüm için Cidde Müzakereleri’ne güveniyoruz
TT

Uluslararası Kızılhaç Komitesi Afrika Bölgesi Direktörü Patrick Yusuf Şarku’l Avsat’a konuştu: Sudan'da insani bir çözüm için Cidde Müzakereleri’ne güveniyoruz

Uluslararası Kızılhaç Komitesi Afrika Bölgesi Direktörü Patrick Yusuf Şarku’l Avsat’a konuştu: Sudan'da insani bir çözüm için Cidde Müzakereleri’ne güveniyoruz

Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) Afrika Bölgesi Direktörü Patrick Yusuf, Sudan'da insani bir çözüme ulaşılması yolunda Cidde Müzakereleri’nin önemini ve gerekliliğine vurgu yaptı. Yusuf, Şarkul Avsat’a verdiği röportajda Sudan'daki krizin ve diğer Afrika ülkelerinin çektiği acıların, Ortadoğu ve Ukrayna'daki savaşla meşgul olunurken unutulmasından duyduğu endişeyi dile getirdi.

Yusuf, Sudanlı yetkililer ve Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) ile bir dizi görüşme gerçekleştirdi. Görüşmelerde ülkedeki insani durum, Sudan’daki ICRC ve Kızılay ekiplerinin çalışmalarının kolaylaştırılması, Port Sudan ve Hartum’da uluslararası insani hukuk konusunda eğitim atölyeleri düzenlenmesi konuları ele alındı. Yusuf’un yaptığı bu görüşmeler, Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde devam eden müzakereler esnasında savaşın her iki tarafıyla yaptığı görüşmelerin bir uzantısı olarak geldi.

Yusuf, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada Port Sudan'da hükümet yetkilileri ve güvenlik makamlarıyla görüştüğünü ve Kassala, Gadarif ve Vad Medeni'den Hartum'a kadar araçla gerekli hareketlilik için onay aldığını söyledi. Yusuf, “Bu benim Hartum'a ilk ziyaretim değil. Geçtiğimiz altı ay boyunca 30'dan fazla ziyaret gerçekleştirdik. Bu süre zarfında bağımsız arabulucular olarak Maigoma Yetimhanesi tahliyesi, mahkumların serbest bırakılması ve bazı tıbbi malzemelerin hastanelere ulaştırılması da dahil olmak üzere çeşitli faaliyetlerde bulunduk” dedi.

Yusuf, Hartum'a yaptıkları son ziyaret sırasındaki çalışmalarının yakın koruma olmadan gerçekleştirildiğini ve bunu kendilerinin talep etmediğini açıkladı. Yusuf, “Hartum'a rutin bir giriş yok. Şu ya da bu tarafın kontrolündeki bölgelerden geçmek için ordudan ve HDK’den izin almanız gerekiyor. Hangi rotayı izleyeceğimizi, hangi köprüden geçeceğimizi ve belirli bir yerde ne kadar zaman geçireceğimizi onlara bildirmek zorundayız” dedi.

Şikayetler ve riskler

Sudan'ın başkentindeki insani durumu değerlendiren Yusuf şunları söyledi: “Hartum'u üzgün gördüm. Hartum’un üzerinde siyah duman bulutları yükseliyor, kurşun ve bomba sesleri yerleşik halkın kulaklarını sağır ediyordu. Ziyaret ettiğim tüm bölgeler tamamen boştu. Dükkanlar kapalı, yollar boş ve her yerde gözle görülür bir askeri varlık vardı.”

Şarku’l Avsat, Yusuf’a savaşın her iki tarafıyla yaptığı görüşmelerin içeriğini sordu. Buna cevaben Yusuf, onlarla uluslararası insancıl hukukun nasıl uygulanacağı ve sivillere nasıl saygı gösterileceği hakkında konuştuğunu belirterek, ordu ve HDK temsilcilerinden geçtiğimiz mayıs ayında düzenlenen Cidde Müzakereleri’ndeki taahhütlerine bağlı kalmalarını istediğini kaydetti. Yusuf, “İki taraf da sivillerin yaşamlarına saygı gösterme taahhütlerini beyan ettiler. Bu taahhütler sadece uluslararası insancıl hukuk tarafından değil, aynı zamanda İslam hukuku ve Sudan insani gelenekleri tarafından da güvence altına alınmıştır” diye ekledi.

Yusuf ayrıca, Sudan Kızılayı çalışanlarının şikayetlerinden de bahsetti ve görevlilerin gömmek üzere yollardan ceset topladıkları için büyük risklerle karşı karşıya olduklarını söyledi. “Bu başlı başına zor bir mesele ve çatışmalar devam ettikçe daha da zorlaşıyor” diyen Yusuf, “Binlerce gönüllü çok kötü koşullarda hayatına devam ediyor. Ancak Darfur, Hartum ve diğer eyaletlerde tüm samimiyetleriyle çalışmaya devam ediyorlar. Bir de gittikleri yerlerde neden yardım dağıttıkları konusunda tutuklanmaya ve hesap vermeye maruz bırakılıyorlar” ifadelerini kullandı.

ICRC’nin Darfur'da “çok sayıda mahkûm ve tutuklunun serbest bırakılması” için gösterdiği çabalara da değinen Yusuf, net bir sayı belirtmedi. “Konu tamamlanana kadar ayrıntılar hakkında konuşamam” diyen Yusuf, ICRC’nin henüz gerçek sayıya ulaşamadığını doğruladı. Yusuf ayrıca, “yetkililerin ülkedeki tüm gözaltı yerleri hakkında tam bir fikre sahip olmadığına” dikkat çekti.

ICRC’nin Sudan'daki tutukluların serbest bırakılmasına yönelik çabalarını da değerlendiren Yusuf, ordu tarafından alıkoyulan 30 tutuklunun ve aylar önce HDK’nin elinde bulunan 100'den fazla tutuklunun serbest bırakılmasına” yardımcı olunduğunu söyledi. Yusuf, “Tüm bunlar kayıt altına alındı ve tespit edildi. Serbest bırakılmaları sağlandıktan sonra varış yerleri belirlenerek sahadaki temsilcilerin yardımıyla ailelerine teslim edildiler” dedi.

Çok sayıda tutuklu çocuğun yanı sıra “Hartum'da 44'ü yaralı olmak üzere toplam 254 tutuklunun serbest bırakılmasını” sağladıklarını açıklayan Yusuf, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Beklentilerime göre çalışmalar tamamlanacak. Her iki taraftan da garanti aldık. Doksan yaşlarında yaşlı bir kişinin durumu da dahil olmak üzere özel durumları olanlar var. Bu yaşlı kişi, herhangi bir taraf için tehlike arz etmediğini, tıbbi bakıma ihtiyacı olduğunu dolayısıyla serbest bırakılması gerektiğini söyledi. Biz de bu tür kişilerin serbest bırakılmasını istiyoruz. Genellikle her iki taraf da bizimle bu konuda iş birliği yapıyor.”

Yusuf, tüm tutukluların ailelerine iade edilmesini umduğunu ifade ederek şunları söyledi: “Cidde Müzakereleri’nin konusu ve amacı budur. Temsilcilerimiz oradaki iki tarafla birlikte. Ben de şahsen Suudi Arabistan'da taraflar ve arabulucularla bir araya geldim ve insani koşulları konuştuk.”

İhtiyaçlar ve finansman

Örgütün çalışmalarını ve insani yardım operasyonlarını finanse etmek için gereken bütçelerle ilgili olarak konuşan Yusuf, uluslararası arenaya “Sudan'ı unutmama” çağrısında bulundu. Yusuf, “Bir miktar fon aldık ve insani durumun kötüleşmesine bağlı olarak daha fazla kapasiteye sahip olacağımızı ve daha fazla yardım malzemesi elde edeceğimizi umuyoruz” ifadelerini kullandı.

Yusuf sözlerini şöyle sürdürdü: “Ortadoğu ve Ukrayna'daki savaş ışığında Sudan, Somali, Etiyopya ve Afrika kıyıları gibi ülkeleri de unutmamak gerekiyor. Çünkü buralar çok hassas ve herhangi birinin güvenliği bir bütün olarak bölgenin güvenliğine bağlı. Dolayısıyla insani kuruluşların önündeki engellerin kaldırılması, sivillerin ve özgürlüklerini kaybeden ya da silahlı çatışmalardan zarar gören insanların kurtarılması için tek çözüm haline geliyor.”

İnsani ihtiyaçlara yönelik giderek artan talep konusunda uyarıda bulunan Yusuf şunları söyledi: “İnsani ihtiyaçlara olan ihtiyacın yardım edemeyeceğimiz noktaya gelmesinden korkuyorum. Ancak tarafların Sudanlıların acılarına, içinde yaşadıkları sefil ve trajik koşullara son verecek bir çözüme ulaşacaklarına dair büyük umudum var.”

Cidde Platformu

Yusuf, Cidde Platformu’nu ‘temel ve gerekli’ olarak nitelendirerek “İnsani duruma yönelik bir çözüme ulaşılması konusunda umutlar var. Sudan'a ilgi eksikliği olduğunu söylememize gerek yok. Hassas konuların masaya yatırılacağı ortak bir komitenin kurulmasının iyiye işaret olacağını umuyorum” dedi.

Yusuf, devam eden çatışmalardan duyduğu üzüntüyü dile getirerek şunları söyledi: “Dürüst olmak gerekirse aradan yedi ay geçti ve acımasız savaş ve çatışmalar her gün devam ediyor. Çocukların aşılanması için aşıları, diyaliz malzemelerini veya kanser ilaçlarını bulamayanlar da dahil olmak üzere ihtiyaç sahibi insan sayısı arttı.”

Yusuf, Sudan'da eğitim sürecinin durdurulmasının karmaşıklığını ve etkilerini anlatırken şu ifadeleri kullandı: “Okullar yerinden edilmiş insanlar için barınma alanları haline geldi. Eğer yetkililer okul sürecini yeniden başlatmaya karar verirlerse mültecilere ev sahipliği yapmak için alternatif yerler sağlamak zorunda kalacaklar.”

Yusuf ayrıca mültecilere ev sahipliği yapan komşu ülkelerin rolünün de göz ardı edilmemesi çağrısında bulundu. Zira Yusuf’a göre bu ülkeler “kendilerine sığınan insanların yükünü” taşıyor.



İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği saldırıda bir kişi hayatını kaybetti, çok sayıda kişi yaralandı

Gazze şehrinde enkaz ve çöp yığınlarının arasında işe yarar eşya arayan Filistinliler (AP)
Gazze şehrinde enkaz ve çöp yığınlarının arasında işe yarar eşya arayan Filistinliler (AP)
TT

İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği saldırıda bir kişi hayatını kaybetti, çok sayıda kişi yaralandı

Gazze şehrinde enkaz ve çöp yığınlarının arasında işe yarar eşya arayan Filistinliler (AP)
Gazze şehrinde enkaz ve çöp yığınlarının arasında işe yarar eşya arayan Filistinliler (AP)

İsrail’e ait bir insansız hava aracının (İHA) bugün, Gazze Şeridi'nin güneyinde bulunan Han Yunus'un doğusundaki Abasan el-Kebira kasabasında bir grup Filistinliye saldırması sonucu bir kişi hayatını kaybetti, çok sayıda kişi yaralandı.

Filistin resmi haber ajansı WAFA, yerel kaynaklara dayanarak, ‘İsrail İHA’sının, Han Yunus'un doğusundaki Abasan el-Kebira bölgesinde evlerini kontrol eden bir grup vatandaşı bombaladığını, bir vatandaşın yaşamını yitirdiğini ve çok sayıda kişinin de yaralandığını’ bildirdi.

WAFA, ‘işgal güçlerinin Han Yunus'un doğu bölgelerine sürekli ve yoğun bir şekilde ağır makineli tüfeklerle ateş açtığını’ kaydetti. İsrail savaş gemileri de Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah kıyılarına top mermileri ateşledi.

Bu saldırılar, 10 Ekim'de yürürlüğe giren ve ABD'nin Hamas ile İsrail arasında aracılık ettiği ateşkes anlaşmasına rağmen gerçekleştirildi.

Ateşkes kapsamında İsrail, Gazze Şeridi'ndeki güçlerini ‘sarı hat’ olarak adlandırdığı bölgeye çekti, ancak halen Gazze Şeridi'nin yarısından fazlasını kontrol ediyor ve sınırı geçen her yardım konvoyunu denetliyor.

Ateşkesin yürürlüğe girmesinden bu yana İsrail en az iki kanlı baskın düzenledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 19 Ekim'de iki askerinin öldürülmesinin ardından İsrail'in Gazze'yi 150 ton bomba ve füzeyle vurduğunu ve cumartesi günü İslami Cihad Hareketi’nin bir üyesini hedef alan bir hava saldırısı düzenlediğini söyledi.


Pragmatizm Rusya-Suriye ilişkilerini yeniden tanımlamaya yeter mi?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'nda yaptıkları görüşmede tokalaşırken, 15 Ekim 2025 (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'nda yaptıkları görüşmede tokalaşırken, 15 Ekim 2025 (AFP)
TT

Pragmatizm Rusya-Suriye ilişkilerini yeniden tanımlamaya yeter mi?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'nda yaptıkları görüşmede tokalaşırken, 15 Ekim 2025 (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'nda yaptıkları görüşmede tokalaşırken, 15 Ekim 2025 (AFP)

Samir İlyas

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'nın Moskova ziyareti ve Kremlin'in yakın misafirlere ayrılmış salonlarından birinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından sıcak bir şekilde karşılanmasının sembolizmi ve önemi konusunda herkes hem fikir olurken uzun bir düşmanlık geçmişi ve Suriye'de karşı cephelerde savaşmış iki taraf arasında tartışılan konularda somut bir ilerleme kaydedilip kaydedilmediğine ilişkin değerlendirmelerde görüş ayrılıkları vardı.

İdlib mağaralarından çıkan ‘isyancı’ liderin iktidarını sağlamlaştırma hırsı, Şara’yı düşmanlıkları bir kenara bırakıp Kremlin'e yaklaşmaya itti. Kremlin, eski rejime siyasi, askeri ve ekonomik destek vererek Suriyelilere uzun süredir ihanet ediyor ve onların acılarını uzatıyordu. Yıkılmış bir ülkeyi yeniden inşa etmek, güvenliği sağlamak ve dış müdahale ve baskılara karşı birliğini korumak gibi devasa zorlukların ortasında Şara, vesayet dayatmadan karşılıklı çıkar temelinde istikrara katkıda bulunacak Rusya’nın yeni bir rolü üzerine bahis oynuyor. Şara, sabırlı bir politikanın istenen sonuçları elde etmesine ve Kremlin'e uzanan uzun merdiveni tırmanmasına yardımcı olmasını umuyor.

Öte yandan önemli jeopolitik konumu ve Sovyetler Birliği döneminden beri Moskova ile uzun süredir devam eden tarihi bağları nedeniyle Suriye’yi kaybetme korkusu, Kremlin’i Şara için sıcak bir karşılama ve onu Yeşil Salon'da ağırlayarak abartılı bir şekilde kutlamaya sevk etti. Bu konuk, bir yıldan kısa bir süre öncesine kadar Rusya ordusu için değerli bir aranan isim olarak görülüyordu. Şara’nın o dönem lideri olduğu Heyet-u Tahrir eş-Şam (HTŞ) halen Rusya'nın terörist örgütler listesinde yer alıyor. 7 Ekim 2023 olaylarının ardından Rusya'nın bölgedeki rolünün azalması, İran eksenindeki müttefiklerinin önemli ölçüde zayıflaması ve Beşşar Esed rejiminin çarpıcı şekilde düşüşünün yanı sıra ABD’nin Gazze konulu Şarm eş-Şeyh Zirvesi’ne hiçbir Rus temsilciyi davet etmemesinin de gösterdiği üzere Ortadoğu’yu yeniden düzenleme çabalarında Rusya’nın rolü tamamen görmezden geliniyor gibi görünüyordu. Bölgesel değişiklikler çerçevesinde, yeni rejimle ilişkilerin yeniden kurulmasına bahis oynamak, Rusya yönetiminin Doğu Akdeniz'den tamamen çekilmesini ve bölgedeki ülkelerle siyasi ve ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesi açısından Rus varlığının sağladığı tüm kazanımları kaybetmesini önlemek için zorunludur. Ayrıca Tartus Deniz Üssü ve Hmeymim Hava Üssü’nün, Rusya'nın Afrika'daki yayılmacı hedeflerine ulaşmak için lojistik merkezler olarak oynadıkları önemli rol de göz ardı edilemez.

Açıklamalar, Beşşar Esed’in kaderinin tüm siyasi, ekonomik, askeri ve istihbarat alanlarında gelecekteki iş birliğini araştırmaya engel teşkil etmediğine işaret ediyor.

Henüz somut bir ilerleme kaydedilmemiş olsa da Şara'nın Moskova ziyareti, Beşşar Esed rejiminin düşüşünden sonra Şam ve Moskova arasında güvenin yeniden tesis edilmesine yönelik temkinli bir başlangıç niteliğindeydi. Şam ve Moskova arasındaki ihtilaflı konuların son derece karmaşık olduğu unutulmamalı. Bu konular arasında Suriye’deki Rus askeri üslerinin geleceği, önceki ekonomik ve askeri anlaşmaların akıbeti, önceki rejimden miras kalan borçlar, Esed ve bazı üst düzey subaylar ile eski yetkililerin teslim edilmesiyle ilgili geçiş dönemi adaleti dosyası yer alıyor. Bu yetkililerin bir kısmı insani sığınma hakkı tanındıktan sonra Moskova’da ikamet ediyor.

dfgty
Suriye Devlet Başkanı Şara, Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşmek üzere Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'na girerken, 15 Ekim 2025 (AFP)

İki liderin görüşmesinin başındaki resmi açıklamalara yeniden bakıldığında yüksek hassasiyetli konuların kamuoyuna açıklanmaması konusunda bir uzlaşı olduğu görülüyordu. Görüşme, tarihi ilişkiler ve ikili çıkarlarla sınırlı kaldı ve gelecekteki iş birliği için önemli noktalar belirlendi.  Açıklamalar, görüşmenin öncesindeki beklentilerin aksine, Kremlin'den birkaç kilometre uzaklıkta yaşayan devrik Devlet Başkanı ve mülteci Esed'in kaderinin, iki tarafın heyetleri arasındaki görüşmede de görüldüğü üzere siyasi, ekonomik, askeri ve istihbarat alanlarında gelecekteki iş birliğinin önünde bir engel teşkil etmediğini ortaya koydu. Esed'ın kaderi, Moskova ile Şam arasındaki ilişkilerin gelişmesine gerçek bir engel teşkil etmeyecek gibi görünüyor. Mevcut Suriye yönetimi, iktidarı korumak, iç durumu kontrol etmek ve yaşam ve ekonomik koşulları iyileştirmek gibi daha acil sorunlarla karşı karşıya. Yeni Şam yönetimi, Moskova'nın ülkenin geleceğinde olumlu bir rol oynamaya istekli olmasının, Esed'e insani sığınma hakkı tanıyan Putin için büyük bir utanç kaynağı olan Esed'in iadesi konusunu gündeme getirmekten çok daha iyi olduğuna karar vermiş olabilir.

Rusya ile Suriye arasındaki ilişkileri yeni temeller üzerine inşa etmek her iki taraf için de acil bir ihtiyaç olsa da ABD ve Avrupa'nın tepkilerinden duyulan endişeler bu konuda en büyük engellerden birini oluşturuyor.

Açıklanan konuların yanı sıra Rusya’nın Genelkurmay Askeri İstihbarat Servisi (GRU) Başkanı Igor Kostyukov’un toplantılara katılması, iki tarafın Rusya ve Orta Asya'dan kişilerin de dahil olduğu radikal terör örgütleriyle mücadeleyi ve bu örgütlerin üyelerinin geldikleri ülkelere dönmelerini ve radikal fikirlerini yaymalarını veya Rusya'da terör eylemleri gerçekleştirmek üzere yeni üyeler kazanmalarını önlemeyi tartıştıklarını ortaya koyuyor. Bu da Devlet Başkanı Putin’in terörün Rusya’nın şehirlerine yayılmasını önlemek için Suriye'deki teröristleri hedef alarak 2015 yılındaki askeri müdahalesini meşrulaştırmak için belirlediği bir hedefti. Diğer yandan, Suriye’deki yıllarca süren müdahalesi sırasında biriktirdiği geniş arşiv ve Suriye ordusu subayları ve İran güçleriyle uzun süredir devam eden ilişkileriyle GRU, Esed’in kaçışından sonra ülkeyi terk etmeme kararı alan eski rejimin kalıntılarının hareketlerini frenlemek için Şam'daki yeni rejime yardımcı olabilir. İki taraf arasındaki istihbarat koordinasyonu, yeni hükümeti reddeden veya yeni devlete katılmak istememelerini haklı çıkarmak için ülkeyi istikrarsızlaştırmaya çalışan güçlerin bireysel terörist operasyonlarını veya hareketlerini engellemede rol oynayabilir.

cdfrgt
Rus askeri araçların Suriye’nin batısındaki Lazkiye ilinde Rusya tarafından kiralanan Hmeymim Hava Üssü’ne girişi sırasında yukarıda asılı duran Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bir fotoğrafı, 29 Aralık 2024 (AFP)

Çeçenistan ve Dağıstan gibi Rus cumhuriyetlerinden ve Özbekistan ve Tacikistan gibi Orta Asya ülkelerinden binlerce savaşçının Suriye'de ayrı gruplar halinde savaştığı biliniyor. Yüzlerce savaşçı HTŞ’ye katılırken, bazıları daha küçük, daha radikal örgütlerde kaldı veya DEAŞ saflarında savaştı. Öte yandan, Moskova'da bulunan rejim subaylarının bu bahar kıyı şeridinde bir isyanı koordine ettiği ve bunun talihsiz olaylara ve ciddi ihlallere yol açtığı iddia edildi.

Şara’nın ziyaretinin sonucunu değerlendirmek için henüz erken olsa da her iki tarafın da yeni aşamaya uygun olarak imzalanan anlaşmalarda değişiklik yapılmasına kapıyı açık bıraktığı ve Şara’nın bu konuda taahhüdünü açıklaması dikkati çekti. Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani, 18 Ekim'de Suriye devlet kanalı el-İhbariyye'ye verdiği röportajda, “Rusya ile ilişkiler kademeli olarak ilerliyor ve yeni anlaşmalar imzalanmadı, eski rejimle imzalanan anlaşmalar ise eski halleriyle kabul edilmediğinden askıya alınmış durumda” ifadelerini kullandı. Bu, değişen bölgesel ve uluslararası gerçeklik içinde iki taraf arasındaki güven sınırlarını test etmek ve çıkarları yeniden tanımlamak için bir temel olarak görülebilir.

Suriye'nin dış politikasının bugün kutuplaşma ve ittifaklardan kaçındığını, tüm taraflarla diyalog, açıklık ve dengeli iş birliği peşinde olduğunu vurgulayan Şeybani, Şam'ın, ulusal egemenliği koruma ve herhangi bir türden bağımlılık veya bağımlılığın geri dönüşüne izin vermeme ilkesi çerçevesinde, Rusya meselesini rasyonel ve ihtiyatlı bir şekilde ele aldığını da sözlerine ekledi.

Şeybani’nin açıklamaları, Suriye'nin yeni politikasının temelini oluşturan zıt kavramları ifade ediyor. Bu politika, siyasi ittifaklardan ziyade ulusal çıkarlar temelinde diğer ülkelerle ortaklıklar kurmayı amaçlayan dengeli bir açıklık ve pragmatizm üzerine kurulu. Ancak, kutuplaşma ve ittifaklardan kaçınmak ile tüm taraflarla diyalog ve iş birliği içinde olmak arasında bir denge kurmak pratikte zor görünüyor.

Rusya-Suriye ilişkilerinin yeni temeller üzerinde yeniden inşa edilmesi her iki taraf için de acil bir ihtiyaç olsa da ABD ve Avrupa'nın tepkilerinden duyulan endişeler, özellikle askeri ve ekonomik alanlarda Suriye-Rusya ilişkilerinin yeniden inşasının önündeki başlıca engellerden biri.

ABD ve Avrupa ülkeleri, Suriye'nin özellikle petrol, doğalgaz, maden ve bankacılık sektörlerinde olmak üzere Moskova'ya uygulanan yaptırımları atlatmak için bir arka kapı haline gelmesinden endişe ediyor.

Askeri alanda Şam, savaş yıllarında zarar gören ve önceki rejimin çöküşünden sonra İsrail tarafından büyük ölçüde tahrip edilen savunma yeteneklerini yeniden inşa etmek için Rusya, Çin ve Türkiye ile iş birliği yapmak zorunda. Bu alanda ABD veya Avrupa Birliği (AB) ülkelerine güvenmenin imkansızlığı göz önüne alındığında, Batı'nın Suriye'ye herhangi bir gelişmiş savunma sistemi veya askeri teknoloji sağlaması ihtimali yok ve herhangi bir güvenlik müdahalesi, Suriye'nin egemenliğinin özünü etkileyecek siyasi koşullara bağlı olacak.

Rusya ve Çin’e yönelme, geleneksel ittifaklardan çok ulusal güvenlik ihtiyaçları ve caydırıcılığın yeniden tesis edilmesi tarafından belirlenen tek gerçekçi seçenek. Bu yüzden Batı’nın hassasiyetlerini kışkırtmamak veya bölgesel istikrarı tehdit etmemek için bu ortaklıkların yönetilmesinde ihtiyatlı davranılması gerekiyor. Bu bağlamda, Ukrayna'daki savaş nedeniyle Rusya’nın öngörülebilir gelecekte Suriye'nin tüm askeri ihtiyaçlarını karşılama isteği ve kabiliyetine sahip olduğu konusunda mutlak bir kesinlik yok.

Bu açıdan İsrail, Suriye'nin savunma kapasitesinin yeniden inşasına ilişkin Batı'nın tutumunun en önemli belirleyicilerinden biri olarak öne çıkıyor. Washington ve Avrupa başkentleri, bir dereceye kadar İsrail'in taleplerini dikkate almaya kararlı ve Trump yönetimi, İsrail'in işgal altındaki Suriye Golan Tepeleri'ni ilhakını tanıdı. ABD aynı zamanda Suriye'nin füze yetenekleri ya da hava savunma sistemlerinin niteliksel gelişimini sınırlamak için AB ülkeleriyle birlikte çalışıyor. Bu durum, Suriye'nin ihtiyaçlarını karşılayan askeri alanda ABD veya Batı ile herhangi bir iş birliği yapmasını neredeyse imkansız hale getiriyor.

Ekonomik açıdan, meşru hükümetin yeniden yapılanma ve ekonomik toparlanma için Amerika Birleşik Devletleri veya Avrupa Birliği'ne güvenme olasılığı, açık yapısal engellerle karşı karşıya. ABD ve Batı'nın meşru hükümete karşı nispeten açık tutumu ihtiyatlı olmaya devam etmekte, yaptırımlar henüz tamamen kaldırılmamış ve Batı'nın yatırımları, kısa vadede gerçekleştirilmesi zor olan köklü siyasi reformlara bağlı olmaya devam ediyor.

Öte yandan, Batı'nın yaptırımları nedeniyle Rusya'ya ekonomik ve yatırım konularında güvenilemez. Geçtiğimiz eylül ayında Rusya Başbakan Yardımcısı Aleksandr Novak başkanlığındaki Rus heyetinin Şam'ı ziyareti sırasında Moskova, enerji sektörünün ve insani yardım alanının yeniden inşasına katılmayı teklif etti. Putin ve Şara arasında yapılan son görüşmelerin sonuçlarına göre Rusya Suriye’ye buğday, ilaç ve gıda tedarik etme ve petrol sahalarında çalışma olasılığını değerlendirmeyi kabul etti.

Söz konusu alanlar durumu iyileştirmek için yetersiz olsa da, ABD ve Avrupa ülkeleri, Suriye'nin özellikle petrol, doğalgaz, maden ve bankacılık sektörlerinde olmak üzere Moskova'ya uygulanan yaptırımları atlatmak için bir arka kapı haline gelmesinden endişe ediyor. Bu bakımdan Şam ile Moskova arasındaki her türlü ekonomik veya askeri yakınlaşma yakından takip ediliyor. Ancak Suriye'nin Rusya ile ilişkilerinin güçlenmesi, Çin'i Suriye'deki yeniden inşa projelerine fon sağlamaya ve belirli sektörlere yatırım yapmaya teşvik ediyor.

Yukarıda belirtilen tüm bu karmaşık durumlar, meşru hükümeti oldukça zor bir duruma sokuyor. Hükümet, ortaklıklarını çeşitlendirmeye ve herkese açılmaya çalışırken, aynı zamanda uluslararası güç dengesi ile gerçekçi bir şekilde başa çıkmak zorunda kalmakta ve bu da ona sadece sınırlı bir marj alanı bırakıyor. Şam'ın güvenlik gereklilikleri, egemenlik şartları, yeniden yapılanma ve ekonomik toparlanma arasındaki bu hassas dengeyi korumadaki başarısı, şüphesiz Doğu ve Batı ile gelecekteki ilişkilerinin şeklini belirleyecek. Bu, Suriye’nin yeni politikasının izolasyon olmadan bağımsızlığı ve bağımlılık olmadan açıklığı ne ölçüde başarabileceğini gösterecek. Şeybani’nin bahsettiği denklemi gerçekleştirmenin zorluğu da burada yatıyor.

Moskova’daki Putin-Şara görüşmesi, Suriye-Rusya ilişkilerinde ‘karşılıklı ihtiyaç’ başlıklı yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor

Şara'nın ziyareti, karşılıklı çıkarlar temelinde Rusya-Suriye ilişkilerinde yeni bir başlangıca işaret ediyor. Yeni Suriye yönetiminin, meşruiyetini güçlendirmesi ve ekonomik ve güvenlik sorunlarını çözmesi gerekiyor. Bu noktada Moskova, en azından söz konusu sorunların hafifletilmesine yardımcı olabilir. Putin'in Şara ile yaptığı görüşmeler, Esed rejiminin düşüşünden sonra itibarını kurtarmak ve Rusya'nın Ortadoğu'da hâlâ var olduğunu göstermek için bir fırsat teşkil ediyor. Ancak, Rusya’nın İsrail’in güneydeki tekrarlanan saldırılarını sınırlamada önceki rolünü oynayacağı pek olası görünmüyor, zira Şam’daki iktidar değişikliğinden önce Rusya'nın güney Suriye'deki varlığı İsrail'in çıkarlarına hizmet ediyordu ve Rus devriyelerinin başlıca görevi güney Suriye'de İran yanlısı grupların yayılmasını önlemekti.

İsrail, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde askeri üsler kurmasından korktuğu için Tartus Deniz Üssü ve Hmeymim Hava Üssü’nü açık tutmayı tercih etse de Avrupa'nın tutumu yeni hükümete yardımın Rusya ile ilişkilerin kesilmesine bağlı olduğunu gösteriyor. Bunun yanında ABD de Moskova ile kazandığı nüfuzu paylaşmaya gerek duymuyor. Eğer Trump yönetimi çekilmeye karar verirse, Rusya'nın Suriye bölgesindeki boşluğu doldurmasını istemiyor.

sdfr
Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya’nın Moskova kentinde gerçekleşen görüşmelerinin ardından düzenlenen basın toplantısında tokalaşırken, 31 Temmuz 2025 (Reuters)

Görüşmenin basına açık olan kısmında açıklamalarda bulunan Suriye Devlet Başkanı Şara, “Suriye'nin bağımsızlığını, egemenliğini, birliğini, toprak bütünlüğünü ve güvenlik istikrarını sağlayarak, bu ilişkilerin doğasını yeni bir şekilde yeniden tesis etmek ve tanımlamak istiyoruz” diye konuştu.

Putin'in konuşması ve ardından Rus yetkililerin yaptığı açıklamalar da Şara'ya teorik olarak istediklerinin verildiğine işaret eder nitelikteydi. Zira Putin, Suriye Halk Meclisi seçimlerine övgüde bulunurken ülkesinin ayrılıkçı hareketleri reddettiğini ve Suriye topraklarının birliği ve bütünlüğünü desteklediğini teyit etti.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Moskova’daki toplantı, karşılıklı ihtiyaçların ön plana çıktığı Suriye-Rusya ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasını simgeliyor. Ancak ilişkilerin yeniden kurulması, ne kadar zor olursa olsun, sadece geçmişi geride bırakmakla bağlantılı değil, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası gerçeklerin Suriye’deki duruma etkisi ve Rusya’nın Ukrayna'daki beka savaşıyla meşgul olurken Ortadoğu'ya yönlendirebileceği stratejik kaynakların miktarı gibi faktörlerle de bağlantılı olmaya devam ediyor.


İsrail’in Lübnan’a düzenlediği saldırıda üç kişi öldü

İsrail'in Güney Lübnan'a düzenlediği hava saldırıları sonrası hedef bölgeden yükselen dumanlar (Reuters)
İsrail'in Güney Lübnan'a düzenlediği hava saldırıları sonrası hedef bölgeden yükselen dumanlar (Reuters)
TT

İsrail’in Lübnan’a düzenlediği saldırıda üç kişi öldü

İsrail'in Güney Lübnan'a düzenlediği hava saldırıları sonrası hedef bölgeden yükselen dumanlar (Reuters)
İsrail'in Güney Lübnan'a düzenlediği hava saldırıları sonrası hedef bölgeden yükselen dumanlar (Reuters)

Lübnan Sağlık Bakanlığı tarafından dün yapılan açıklamada, İsrail'in Lübnan'ın güneyini ve doğusunu hedef alan hava saldırılarında üç kişinin öldüğü bildirildi. İsrail ordusu ise Hizbullah'ın bir ‘silah kaçakçısı’ ve bir başka üyesini öldürdüğünü duyurdu.

İsrail ile Lübnan arasında imzalanan ateşkesin birinci yıldönümü yaklaşırken İsrail özellikle ülkenin güneyinde saldırılarını sürdürüyor. İsrail, saflarını yeniden düzenlemeye çalıştığını iddia ettiği Hizbullah’ın askeri altyapısını, silah naklettiği güzergahları ve üyelerini hedef aldığını belirtiyor.

Bakanlıktan yapılan açıklamada, “Tire bölgesindeki Nakura beldesinde bir araca düzenlenen İsrail saldırısı sonucunda bir kişi öldü” denildi.

Bakanlık başka bir açıklamada, Lübnan'ın doğusundaki Baalbek bölgesindeki Nebi Şit beldesinde İsrail’in bir araca düzenlediği saldırı sonucunda bir kişinin daha öldüğünü bildirdi.

Daha sonra Sağlık Bakanlığı, Baalbek bölgesindeki el-Hafir beldesinde düzenlenen bir başka hava saldırısında ‘bir Suriye vatandaşının öldüğünü ve bir başka Suriye vatandaşının yaralandığını’ duyurdu. Böylece perşembe gününden bu yana İsrail'in düzenlediği saldırılarda ölenlerin sayısı 11'e yükseldi.

Öte yandan İsrail ordusu tarafından yapılan açıklamada, Bekaa Vadisi’nde Ali Hüseyin el-Musevi’nin öldürüldüğü bildirildi. Açıklamada Musevi’nin Hizbullah için silah kaçakçılığı yapan, silah tüccarı ve savaş malzemesi kaçakçısı olarak çalışan, silah satın alıp Suriye'den Lübnan'a nakletmekle uğraşan ve Hizbullah'ın yeniden yapılanma ve silahlanma çabalarında önemli bir isim olduğunu öne sürüldü.

İsrail ordusunun açıklamasında ayrıca Lübnan’ın güneyindeki Bayada bölgesinde Hizbullah'ın yerel temsilcisi olarak çalışan Abdul Mahmud es-Sayyid'in Nakura'da öldürüldüğü ifade edildi. Açıklamaya göre Seyyid, Hizbullah ile bölge sakinleri arasındaki ekonomik ve askeri konulardaki ilişkilerden sorumluydu ve köyde Hizbullah'ın askeri kapasitesini yeniden inşa etme çabalarına katkıda bulunuyordu.

Hava saldırıları dalgası

İsrail, bu hafta Lübnan’a yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı. Dün İsrail tarafından bir araba ve bir motosikletin hedef alındığı iki saldırıda iki kişi öldü. İsrail ordusu, Hizbullah’ın Rıdvan Birimi’nden bir komutanı ve özel kuvvetlerinin bir üyesini öldürdüğünü açıkladı.

Cuma günü ülkenin güneyinde İsrail'in düzenlediği iki saldırıda da iki kişi öldü. İsrail ordusu, ilk saldırının Hizbullah’ın güney cephesi lojistik şefini, ikinci saldırının ise ‘Hizbullah’ın askeri kapasitesini yeniden inşa etme girişimlerine karışan’ bir üyeyi hedef aldığını açıkladı.

İsrail ordusu tarafından perşembe günü ülkenin güneyinde ve doğusunda düzenlenen hava saldırılarında, yaşlı bir kadın da dahil olmak üzere dört kişi hayatını kaybetti. İsrail ordusu bombalanan hedefler arasında bir silah deposu, bir eğitim kampı ve askeri altyapı bulunduğunu öne sürdü.

Geçtiğimiz yıl 27 Kasım'da ABD ve Fransa'nın arabuluculuğunda imzalanan ateşkes anlaşması, bir yıldan uzun süren İsrail ile Hizbullah arasındaki yıkıcı savaşı sona erdirdi.

Anlaşma, tarafların Litani Nehri'nin güneyindeki bölgeden (İsrail sınırından yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta) çekilmesini ve buradaki askeri yapılarını lağvetmesi ve Lübnan'da silahların resmi kurumlarla sınırlandırmasını öngörüyordu.

İsrail, Lübnan’a yönelik hava saldırılarını sürdürürken anlaşmanın hükümlerine aykırı olarak, Güney Lübnan'daki beş stratejik tepede askerlerini konuşlandırmaya devam ediyor.

Lübnan hükümeti ABD’nin baskısıyla ağustos ayında İran destekli Hizbullah'ı silahsızlandırma kararı aldı.

Lübnan ordusu silahları devletle sınırlandırmak için beş aşamalı bir plan hazırladı, ancak Hizbullah bu kararı ‘hata’ olarak nitelendirerek derhal reddetti.