Hayatta kalma mücadelesi veren Gazzeliler, "ölüm yolu" deneyimlerini anlattıhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/4696891-hayatta-kalma-m%C3%BCcadelesi-veren-gazzeliler-%C3%B6l%C3%BCm-yolu-deneyimlerini-anlatt%C4%B1
Hayatta kalma mücadelesi veren Gazzeliler, "ölüm yolu" deneyimlerini anlattı
Bazıları çıplak bir şekilde arandıklarını, bazıları ise kendilerine doğrudan ateş açıldığını söylüyor
Gazze Şeridi'nin kuzeyinden tahliye edilen Gazzeliler, bölgede açılan "güvenli koridoru", "hayatta kalma geçişi", "aşağılama koridoru" ve "ölüm yolu" olarak tanımlıyor (Meryem Ebu Dakka-Independent Arabia)
Hayatta kalma mücadelesi veren Gazzeliler, "ölüm yolu" deneyimlerini anlattı
Gazze Şeridi'nin kuzeyinden tahliye edilen Gazzeliler, bölgede açılan "güvenli koridoru", "hayatta kalma geçişi", "aşağılama koridoru" ve "ölüm yolu" olarak tanımlıyor (Meryem Ebu Dakka-Independent Arabia)
İzzeddin Ebu Ayşe
Hoparlörden Arapça konuşan bir askerin sesi duyuldu:
Çabuk, çabuk... Tek sıra halinde.
Gazze'nin güney ve kuzey bölgelerini birbirine bağlayan Selahaddin Caddesi üzerinde İsrail ordusunun kurduğu askeri noktanın yakınında toplanan yerinden edilmiş insanlara sesleniyordu.
İsrail'in Gazze Şehri'ne yönelik yoğun bombardımanından kaçan yerinden edilmiş insanlar, ellerinde beyaz bayraklar ile uzun bir sıra halinde durarak kendileriyle hoparlör aracılığıyla konuşan askerin talimatlarını dinliyordu.
Bu ses, "Herkes sola baksın. Kimlikleri tek tek kaldırın" diyordu.
"Güvenli koridor"
Güneyden Selahaddin Caddesi üzerinde, bilhassa Gazze'nin son coğrafi sınırı olan Vadi Gazze'nin ardında, İsrail ordusu konumlanarak yolun her iki yanına birkaç metre uzanan büyük bir askeri kışla inşa eden İsrail ordusu, yolun ortasına bir kontrol noktası kurdu.
Artık sadece asfalt bir cadde olmayan yol, ordunun oluşturduğu kum tepeleri nedeniyle virajlı yollara dönüştü.
İki kişinin yan yana yürümesinin mümkün olmadığı bu şeritlerden, sadece birer kişi geçebiliyor.
Askeri kışlalarda tanklar yerinden edilmiş insanların yanında durarak namlularını bu insanlara doğrultuyor.
Kum tepelerinin üzerinde konuşlu durumdaki İsrail askerleri ise silahlarını etrafı dikenli tellerle sarılmış dar bir askeri kontrol noktasından geçen yerinden edilmiş insanlara doğrultuyor.
Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi'nin (OCHA) belirttiğine göre, İsrail ordusunun "güvenli koridor"da kurduğu insansız kontrol noktalarında, yerinden edilenlerin yüzlerini tanıyabilen bir gözetleme sistemi kurulu.
Kaçmaya geç karar veren ve İsrail'in Gazze Şehri'ni boşaltma talimatı verildiğinde bunlara yanıt vermeyen kişiler arasında Suzan Basal da vardı.
Yerleşim bölgesinin bombalanması sonucu, Gazze'nin kuzeyinden çok sayıda yaralı ve zorla yerinden edilmiş insanla birlikte ayrıldı.
Selahaddin Caddesi üzerinden güneye yöneldiğini, ordunun belirlediği "güvenli koridor" güzergahını takip ettiğini belirten Suzan, "Bunun bir hayatta kalma yolu olduğunu düşünmüştüm. Ancak araçların yasaklandığı, 14 kilometreden fazla bir mesafede yalnızca yürümeye izin verilen bir 'aşağılama koridoru' ve 'ölüm yolu' olduğunu anladım" açıklamalarında bulundu.
Suzan, Gazze Şeridi'ndeki Filistinli gazetecilerin ulaşabileceği en yakın noktaya, İsrail askeri kontrol noktasının yakınına ulaşan ve Independent Arabia'ya konuşan 20 kişiden biri.
Gazze'nin kuzeyinden veya İsrail ordusunun deyimiyle "güvenli insani koridor"dan geçenler, burası için "hayatta kalma geçişi", "aşağılama koridoru" veya "ölüm yolu" ifadelerini kullanıyor.
Suzan bu hususta, "Bombardımandan kaçanlar, binaların üzerinde tanklar, askerler ve keskin nişancılarla dolu yol boyunca beyaz bayraklar taşıyarak gruplar halinde yürüdü. Kontrol noktasında asker benden sıranın dışına çıkıp çantalarımı çamur yığınının üzerine koymamı istedi. Oradaki bir deliğe inmemi, bileğimdeki altınlar dahil olmak üzere tüm kıyafetlerimi, hatta iç çamaşırımı dahi çıkarmamı emretti. Bu durum en az bir saat sürdü. Bu sırada sözlü tacize uğradım. Ölüm tehdidi ile kıyafetlerimi çıkardım. Hava soğuktu. Herkesin önünde askerler bana Hamas veya Gazze Şeridi'ndeki durum hakkında hiçbir soru sormadı. Askerlerin emirlerine uymaktan başka seçeneğim yoktu" ifadelerini kullandı.
Serbest bırakılması ardından ordunun izni olmadığı için çantalarını ve mücevherlerini almayarak yürüyüşüne devam ettiğini, tankların önüne yürüdüğünü anlatan Suzan, canını kurtarmak için insanlık dışı bir koridor üzerinde 14 kilometre yol kat ettiğini, yolculuğunun 10 saatten fazla sürdüğünü belirtti.
Ateş
Yerinden edilen Tamer el-Acle ise keskin nişancılar tarafından ateşe tutulduğunu ifade etti.
Tankların yakınına varır varmaz, askeri araçların yerinden edilmiş insanların üzerine toprak atmaya başladığını, ardından bazı gençlerden insanların önünde tüm kıyafetlerini tamamen çıkarmalarının istendiğini bildirdi.
Acle, açıklamalarına şöyle devam etti:
Benden bir çukura inmemi istediler, sorguya çekildim ve ailemden koparıldım. Askerlerin akıbetini bilmediğim bir genci nasıl vurduklarını izledim. 6 kişiyi silah zoruyla İsrail bayrağı önünde diz çökmeye zorladılar. Bana kömüre dönmüş arabaların, harap olmuş sokakların üzerinden sarkan elektrik kablolarının ve kimliği belirsiz cesetlerin arasında yürümemi emrettiler. Darp edildim. Zira 'hayatta kalma geçişi', 'ölüm yolu' olduğunu düşündüğüm bir koridordan aşağıya yürümeye karar verdim. Orası cehennemdi.
Acle, "Yerinden edilenmiş kişileri öldüren askerler, bu insanları hayalleri ya da hikayeleri olmayan birer sayı olarak görüyor. Çocukların çığlıklarını duydum, birçok ceset gördüm. Yerinden edilmiş insanlardan biri aşağı inip bir cesedi görmeye çalışırken askerler onu da vurdu, akıbetini bilmiyorum" diye konuştu.
"O yaşlı bir adam"
Söz konusu "aşağılama koridoru"ndan geçenlerden olan Kayid Hurma, "Torunlarımı, babaları ile birlikte dönüşümlü olarak taşıyorduk. Uzun mesafelerde bitkin bir şekilde, hiçbir ulaşım aracı olmadan, sırtımda çanta ile yürüdüm. 'Sen, çocuklu yaşlı adam. Onları bırak da gel' dediklerini duydum. Bir asker beni teftiş etti. Benden bir tankın yanında durmamı istedi ve bir ayağımı ve iki elimi havaya kaldırmamı emretti. Ailemden geri kalanlara yürümeye devam etmelerini, beni beklememelerini söyledi. O an kalbim sıkıştı. Beni öldüreceğini düşündüm. Ancak bana utanılacak davranışlarda bulundu. Benden pantolonumu çıkarmamı isteyerek müstehcen sorular sordu" ifadelerini kullandı.
Bir saat sonra asker, Kayid Hurma'nın yoluna devam etmesine izin verdi, ancak cep telefonu ve çantasını geri vermedi.
Ailesinin nereye gittiğini bilmediğini belirten bu yaşlı adam, telefon numaralarını ezbere bilmediğini de ekliyor.
İsrail'in yerinden edilenlerin yüzlerini gelişmiş bir teknolojik sistemle izlediğini söyleyen Kayid Hurma, askerlerin yerinden edilenler kuyruğundaki insanlara ateş açtığını, toplu infaz benzeri bir süreçte içlerinden bazılarını öldürdüğünü anlattı.
Bu insanların kimlik kartlarını göstermeleri yönünde talimat aldıklarını aktaran Birleşmiş Milletler, İsrail'in güvenli yol üzerine kurduğu, aşağılama ve ölüm yoluna dönüşen askeri kontrol noktasında yüzleri tarayan teknolojik sistemin bulunduğunu da aktardı.
Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
Elie el-Kasifi
Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesiyle sonuçlanan gelişmeler, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana bölgede meydana gelen jeopolitik değişikliklerin güçlü bir göstergesiydi. Her ne kadar geçtiğimiz eylül ayı ortalarından bu yana Lübnan'da Hizbullah'a indirilen ve onu büyük ölçüde zayıflatan ağır darbeler, İsrail'in ABD desteğiyle Gazze Şeridi'ne açtığı savaşın dayattığı bu değişikliklerin bir kanıtı olsa da Suriye'deki son gelişme, Gazze Şeridi’nden ve Lübnan'dan sonra üçüncü büyük gelişme ve her ikisinde de yaşananların bir sonucu olması nedeniyle bu değişikliklerin teyidinde belirleyici bir unsur oldu.
Bu durum akıllara ‘Bu değişim döngüleri nerede duracak? Suriye son durak mı olacak, yoksa Irak ve muhtemelen İran'ı da kapsayacak mı?’ gibi temel soruları getirdi. Gerçekten de 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana yaşananlar, Ortadoğu gibi bir bölgede ve İsrail'in savaştığı gibi karmaşık bir bölgesel ve uluslararası sahnede, başta ABD olmak üzere Batı ülkeleriyle ‘Batı’nın hegemonyasına’ karşı kendilerini sağlam bir kutup olarak sunmaya çalışan bölgesel ve uluslararası güçler arasında derinleşen bir yeniden konumlanma zemininde yaşanan bir savaşta gelecekteki gelişmeleri tahmin etmenin çok güç olduğunu ortaya koyuyor.
Sadece 7 Ekim 2023'ten bu yana yaşananların Ortadoğu'nun uluslararası arenadaki stratejik konumunu hala koruduğunu teyit ettiği kesin. Tüm bunlar, savaştan önce ABD'nin önceliklerinin Rusya ve Çin ile kendi coğrafi ve siyasi bağlamlarında mücadeleye yönelmesi nedeniyle bölgeye olan ilgisini kaybettiğinin konuşulduğu bir dönemde gerçekleşti. Bu yeni yönelim, Ortadoğu'nun uluslararası arenadaki stratejik değerinin ABD'nin bölgeyi ‘terk etmesi’ nedeniyle azaldığı izlenimini yarattı. Gerçekte bu izlenim, bölgesel ve uluslararası güçlerin ABD'nin önceliklerindeki değişimi, ABD'nin gerileyen nüfuzu pahasına bölgedeki etkilerini güçlendirmeleri için bir fırsat olarak gösteren bir medya ve siyasi platform yaratma çabaları çerçevesinde okunmalı.
Hamas Hareketi’nin Gazze Şeridi’ndeki lideri Yahya es-Sinvar'ın Aksa Tufanı Operasyonu'nu planlarken bu okumayı göz önünde bulundurduğuna şüphe yok, Zira Washington'ın Avrupa’ya ve Pasifik'e yönelmesi İsrail'i savunmak için bölgede yeniden angaje olma isteğini azaltacağına şüphe yok. Fakat bu, Sinvar'ın henüz tam olarak ortaya çıkmamış ve pek çok yönü belirsiz ve bilinmez olarak kalabilecek operasyonunu gerçekleştirme nedenlerini özetlemiyor. Ancak Sinvar’ın, Netanyahu liderliğindeki hükümetin yürüttüğü ‘yargıda reform’ planından dolayı yaşanan anlaşmazlık nedeniyle İsrail içindeki bölünmelerin yanı sıra başta kendisiyle birlikte Hamas ve Gazze Şeridi'nin tamamının, ardından da Hizbullah ve Lübnan'ın kurban edildiği ‘meydanların birliği’ stratejisini uygulamak için İran'ın başını çektiği Direniş Ekseni’nin kendisiyle birlikte savaşa girmeye hazır olduğu düşüncesi üzerine bahis oynadığı da bir gerçek.
Başka bir deyişle Sinvar, Direniş Ekseni’nin kendisi hakkında yaydığı güç yanılsamalarına kapılarak İsrail içinde yaşananları ve Washington'ın Tel Aviv'i ne ölçüde destekleyebileceğini yanlış değerlendirdi. Hamas’tan kaynaklara göre Sinvar, Aksa Tufanı Operasyonu'nun bu boyuta ulaşacağını ve amacının İsrailli rehineleri kaçırıp ardından bir esir takas anlaşması müzakere etmek olduğunu tahmin etmemişti. Ancak operasyon, özellikle İsrail'in Gazze Şeridi’ndeki ‘savunma’ ağlarının çökmesiyle kontrolden çıktı. Aynı kaynaklar, Sinvar’ın savaşın başında Norveçli arabuluculara kapsamlı bir anlaşma için müzakerelerin yapılmasını istediğini bildirdiğini, ancak Netanyahu’nun bu teklifi reddettiğini aktardılar.
Suriye’deki gelişmeler elbette tek başına Rusya'nın uluslararası konumunun gerilediğini kanıtlamak için kullanılamaz. Bu düşüşün başlıca göstergesi, Ukrayna'daki savaş ve Moskova'nın bu savaştan galip ya da en azından mağlup olmadan çıkma becerisi olmaya devam ediyor.
Ne olursa olsun Aksa Tufanı Operasyonu’nun detayları halen gizli tutuluyor. İsrail tarafından yürütülen soruşturmalar, bu konudaki en önemli bilgi kaynaklarından biri olabilir. Ancak dikkate alınması gereken husus, Sinvar'ın Aksa Tufanı Operasyonu’nun koşullarına ilişkin değerlendirmesinin, Direniş Ekseni ile tam olarak koordine edilmemiş olması. Direniş Ekseni'nin bölgedeki bölgesel ve uluslararası güç dengesine ilişkin değerlendirmesinin genel çerçevesinden sapmadı, ancak daha sonra sadece Hamas'ın değil bir bütün olarak Direniş Ekseni'nin gücünü tahmin etme yanılsamasına düştüğünü yahut olayların gücünün boyutunu ortaya çıkarmasını beklemediğini gösterdi.
Bununla birlikte bölgedeki değişimler, sadece direniş eksenini değil, başta Rusya olmak üzere bölgedeki bölgesel ve uluslararası nüfuz haritasında kendilerine sağlam bir yer bulmak isteyen uluslararası güçleri de etkiledi. Ortadoğu'daki savaşta ABD’nin ve Batı ülkelerinin dikkatini dağıtarak Ukrayna'da üzerindeki baskıyı hafifletmeyi hedefleyen ve Aksa Tufanı Operasyonu’nda Rusya'nın özel bir rol üstlenip üstlenmediği konusunda soru işaretleri yaratan Moskova, Esed rejiminin düşmesinin ardından kendisini Suriye'deki bu savaşın sonuçlarıyla karşı karşıya buldu. Bu durum, Rusya'nın sadece Suriye'deki değil, tüm bölgedeki nüfuzunun seviyesinde büyük bir değişime yol açtı.
Dolayısıyla mesele Gazze, Lübnan ve Suriye'deki bölgesel olayların İran üzerindeki etkileriyle sınırlı değil. Bu dramatik olayların İran rejiminin içeriden zayıflamasına ve İsrail’in ve -Donald Trump'ın bu olasılığı masaya koymasının ardından- muhtemelen ABD’nin İran’ın nükleer programına karşı bir saldırı düzenlemelerine yol açıp açmayacağı ve başta Suriye'deki gelişmeler olmak üzere bölgesel olayların, Esed rejiminin düşüşünün kaçınılmazlığı netleştikten sonra ‘buna uygun hareket etmekte’ geç kalan Rusya üzerindeki nüfuzunun boyutu hakkında da bir soru işareti söz konusu. Moskova'nın 2015 yılında Esed rejimini kurtarmak için yaptığı müdahalenin ardından bölgeye ve sıcak sulara güçlü bir şekilde geri dönmesi ve -özellikle Kırım'ın ilhakından sonra- uluslararası sahnede önemli bir oyuncuya dönüşmesi, Rusya’nın Suriye'deki projesinin askeri açıdan çöküşüne işaret ediyordu. Rusya'nın Suriye'deki projesinin, Moskova'nın birlikler kurmak için yatırım yaptığı Suriye ordusunun başarısızlığa uğramasının ardından önce askeri olarak ve gerilimi azaltmak amacıyla yapılan Astana ve Soçi süreçlerinin başarısızlığa uğramasının ardından siyasi olarak çökmesi, Rusya'nın Ortadoğu'dan başlayarak uluslararası sahnedeki konumunun gerilemeye başladığının bir göstergesi olabilir. Bu da bölgenin stratejik önemini koruduğunu teyit ediyor. Zira herhangi bir küresel ya da bölgesel gücün bölgedeki etkisinin azalması, uluslararası sahnedeki varlığının da azalmasına yol açıyor.
Suriye’deki gelişmeler elbette tek başına Rusya'nın uluslararası konumunun gerilediğini kanıtlamak için kullanılamaz. Bu düşüşün başlıca göstergesi, Ukrayna'daki savaş ve Moskova'nın bu savaştan galip ya da en azından mağlup olmadan çıkma becerisi olmaya devam ediyor. Ancak Moskova'nın gücünü ve Batı’nın hegemonyası karşısında önemli bir kutup olarak geri dönüşünü tasvir ettiği göz önüne alındığında, Esed rejimini 2015 yılındaki gibi savunamaması, Moskova'nın uluslararası sahnedeki stratejik kazanımlarını koruma yeteneğini değerlendirmede geçici bir detay olarak görülemez.
Rusya'nın bölgede gerileyen nüfuzu, düşmanlarını kendisine karşı siyasi ve askeri baskı araçlarını yoğunlaştırmaya ne ölçüde itecek?
Esed'in ordusunun savaşmaya hazır olmaması, Moskova ve Tahran'ın neden Esed'i savunmaya gelmediğini açıklamak için tek başına yeterli değil. Ancak en nihayetinde ne İran ne de Rusya, Esed rejiminin düşmesini bir kez daha engelleyebildi. Ne son savaşta vekilleri ağır darbeler alan İran, danışmanlarını ve kendisine bağlı milis grupların üyelerini, Suriyeli muhalif gruplara karşı savaşmak üzere konuşlandırabildi ne de 2015 yılında savaş uçakları karadaki askeri operasyonlara eşlik eden Rusya, muhalfilerin Şam'a doğru ilerleyişini durdurabildi. Ancak bu durum, aralarındaki tüm çelişkili söylemlere rağmen Tahran ve Moskova'nın bölgede, özellikle de Suriye'de birbirlerini tamamlayan bir nüfuza sahip olduklarını gösterse de iki yılı aşkın bir süredir Ukrayna’da yürüttüğü savaşla meşgul olan ve aylar önce Ukrayna ordusu tarafından işgal edilen sınırları içindeki Kursk bölgesini geri almak için Kuzey Kore’den getirdiği paralı askerleri kullanan Rusya, Esed rejimini savunmak için yeniden savaşa girmeye artık muktedir ya da istekli değildi. Bunun yerine Ukrayna'da yürüttüğü savaşa odaklanmayı seçti. Daha da önemlisi, 7 Ekim 2023'ten bu yana bölgedeki savaşın dayattığı jeopolitik değişimler, Moskova'yı Suriye'de baş etmek için yeterli araçlara sahip olmadığı yeni bir gerçeklikle karşı karşıya bıraktı. Onu buna teslim olmaya, uyum sağlamaya ve kayıplarını sınırlamaya zorladı. Tüm bunlar, bölgedeki gelişmelere, etkileri Ortadoğu ile sınırlıymış gibi salt bölgesel bir şekilde yaklaşılamayacağını, uluslararası güç dengesi üzerindeki etkileri temelinde uluslararası düzeyde yaklaşılması gerektiğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Rusya ordusunun Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal Savunma Güçleri (NBC) Komutanı İgor Kirillov’un geçtiğimiz salı günü Kremlin'den yedi kilometre uzaklıkta düzenlenen bir saldırıda öldürülmesi, Ukrayna istihbaratı tarafından gerçekleştirilen suikast ile Esed rejiminin düşüşü arasındaki eşzamanlılığın anlamı üzerine düşünmeye itti.
İlk bakışta iki olayın zamanlamasını birbiriyle bağdaştırmak, coğrafi olarak farklı bölgelerde olmaları ve suikastın Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana türünün ilk örneği olmadığı göz önüne alındığında yersiz gibi görünüyor. Aynı zamanda aralarında doğrudan bir nedensel ilişkisi kurulmasında abartıya kaçılmaması gerekir. Ancak iki olayın eşzamanlı gerçekleşmesi, Rusya'nın Ortadoğu'daki nüfuzunun gerilemesinin Rusya içindeki, yakın stratejik alanındaki ve dünyadaki güç dinamiklerinin geleceğini ne ölçüde etkileyeceği konusunda ‘Rusya'nın bölgede gerileyen nüfuzu, düşmanlarını Rusya'ya karşı siyasi ve askeri baskı araçlarını yoğunlaştırmaya ne ölçüde itecek?’ şeklindeki temel bir soruyu da gündeme getiriyor.
Özellikle Ukrayna'ya barış getirme sözü veren, ancak bunu başarmak için izleyeceği stratejiyi henüz açıklamayan Donald Trump'ın göreve başlama tarihi yaklaşırken bu soruyu yanıtlamak için elimizde yeterli veri yok. Trump'ın seçilmesinin Rusya-Ukrayna savaşı dosyasına getirdiği değişikliklerden biri de Kiev'e askeri yardımın koordinasyonunu ABD yerine NATO'nun üstlenmiş olması. Öte yandan Vladimir Putin Ukrayna'da hala üstünlük kendisindeymiş gibi davranmaya devam ediyor. Öyle ki geçtiğimiz pazartesi günü bu yılın Ukrayna'da askeri hedeflere ulaşma açısından tarihi bir yıl olduğunu söyleyerek bunun altını çizdi. Aslında Trump'ın başkan olarak seçilmesi, Rusya ordusu sahada bazı ilerlemeler kaydetse de yavaş ve savaş için belirleyici olmadığından nispeten daha az önemli olan sahadaki çatışmaların gidişatından ziyade çatışmanın siyasi çözüm olasılıklarına olan ilgiyi arttırdı.
Ortadoğu, ABD’nin dünya üzerindeki üstünlüğünün yeterli bir kanıtı olmayabilir, ancak Ortadoğu'daki değişimler olmamış ve hiçbir etkisi yokmuş gibi ele alınamayacağı da kesin.
Putin geçtiğimiz pazartesi günü yaptığı ve Ukrayna'da cephede geçen bir yılı özetlediği konuşmasında, Suriye'den bahsetmezken, Batı’nın hegemonyası karşısında Rusya'nın tutumunu paylaşan taraflarla ülkesinin askeri ittifaklarını güçlendirmeye devam edeceğin sözünü verdi.
Putin'in sözleri, aralarında Rusya’nın ve Çin'in de bulunduğu yeni küresel güçlerin uluslararası sahnede yükselişi lehine Amerikan imparatorluğunun çöküşünün başlangıcına dair anlatıyı akla getirirken Ortadoğu'daki son olaylar, ABD’nin bölgeye halen güçlü bir şekilde müdahale edip çatışmaları çözebildiğini, düşmanlarının ise arka planda kalıp kayıplarını belirlemeye çalıştığını gösterdi.
Ortadoğu, ABD’nin dünya üzerindeki üstünlüğünün yeterli bir kanıtı olmayabilir, ancak İran'dan Rusya'ya ve hatta bölgedeki dramatik gelişmeleri ve bunların sözde müttefikleri üzerindeki etkilerini yakından izlediğine şüphe olmayan Çin'e kadar kendilerini ABD ile yüzleşmeye hazırlayan tüm güçlerin Ortadoğu'daki değişimler olmamış ve hiçbir etkisi yokmuş gibi ele alınamayacağı da kesin.
Nihayetinde Putin'in geçtiğimiz perşembe günü ülkesinin Suriye'de yenilmediğini ve Suriye'deki hedeflerine ‘bir şekilde’ ulaştığını söylemesi, her ne kadar bir kez İranlıların ve İran yanlısı milislerin Şam'ı savaşmadan terk etmesine atıfta bulunarak, bir kez de ülkesinin Suriyeli muhalif gruplarla ilişkilerini sürdürdüğünü söyleyerek Esed rejiminin düşüşündeki sorumluluğunu en aza indirmeye çalışsa da Moskova'nın bölgede savunmaya geçtiğini teyit ediyor. Sonuç olarak Rusya'nın yeni Suriye'deki konumu, düşüşü bölgede uzun bir dönemin sonunu getiren ve bölgedeki bölgesel ve uluslararası nüfuz haritasının yeniden çizilmesine yol açan ‘Esed'in Suriye'sinde’ olduğu gibi olmayacak.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.