UNRWA finansmanı nasıl siyasallaştı?

UNRWA’nın cezalandırılması, bağışçıların diğer uluslararası kuruluşlar tarafından gerçekleştirilen ihlalleri görmezden gelmesiyle çelişiyor.

Batılı bağışçıların UNRWA finansmanını siyasi bir araç olarak kullandığı görüşü hız kazandı. (Reuters)
Batılı bağışçıların UNRWA finansmanını siyasi bir araç olarak kullandığı görüşü hız kazandı. (Reuters)
TT

UNRWA finansmanı nasıl siyasallaştı?

Batılı bağışçıların UNRWA finansmanını siyasi bir araç olarak kullandığı görüşü hız kazandı. (Reuters)
Batılı bağışçıların UNRWA finansmanını siyasi bir araç olarak kullandığı görüşü hız kazandı. (Reuters)

Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA), 17 Batı ülkesi tarafından finansmanın askıya alınmasının ardından hizmetlerini birkaç hafta içinde durdurabileceğini bildirdi. Finansmanın durdurulması kararı, Batılı bağışçıların diğer BM ajanslarının veya barış operasyonlarının finansmanı konusunda daha önce attıkları adımlardan farklılıklar arz etmesiyle ilgili soruları gündeme getiriyor. Peki, cinsel saldırı iddiaları, yolsuzluk veya savaş suçlarına karışma suçlamaları ortaya çıktığında finansman, yardımların politikleştirilmesi yoluyla baskı aracı olarak kullanılıyor mu?

Gerçek tehlike

UNRWA'nın, Şubat ayının sonunda Gazze Şeridi'ndeki hizmetlerini durdurma olasılığına dikkat çekmesi şaşırtıcı değildi, Aralarında ABD'nin de bulunduğu en az 17 ülke, geçtiğimiz 7 Ekim’de Hamas'ın başlattığı saldırının ardından İsrail ordusu tarafından hedef alınması nedeniyle çeşitli ihtiyaçların eksikliğinden büyük sıkıntı çeken Gazze Şeridi’nin yanı sıra Batı Şeria, Ürdün, Lübnan ve Suriye'ye yayılan Filistinli mültecilere yardım sağlamaktan sorumlu uluslararası kuruluşa sağlanan fonları askıya aldı. İsrail, 12 UNRWA çalışanının söz konusu saldırıya katıldığını iddia etti. Bu durum, Batı'daki bağışçı ülkelerin finansmanı durdurmasına yol açtı. UNRWA, suçlanan tüm 12 çalışanı da işten çıkarmış olmasına rağmen Batılı ülkeler halen finansmanı askıya almış durumda.

Fotoğraf Altı: UNRWA, Gazze Şeridi'ndeki hizmetlerini şubat ayı sonuna kadar durdurmak zorunda kalabileceği konusunda uyardı. (Reuters)
UNRWA, Gazze Şeridi'ndeki hizmetlerini şubat ayı sonuna kadar durdurmak zorunda kalabileceği konusunda uyardı. (Reuters)

ABD'nin 121 milyon dolarlık katkısı, UNRWA'nın yıllık 1,2 milyar dolarlık bütçesinin sadece küçük bir kısmını oluşturmasına rağmen ajansın yıllık bütçesinin büyük kısmını diğer bağışçılar toplu olarak sağlıyor. Buna rağmen, ABD 120,7 milyon doları UNRWA'ya aktardığı ve geriye kalan 300 bin doları İsrail'in iddiaları üzerine askıya aldığı için finansal desteğini geçici olarak durdurmasının önemini küçümsedi. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, bu iddiaları ABD'nin bağımsız olarak teyit etmediğini ancak oldukça güvenilir bulduklarını belirtti.

ABD Kongresi'ndeki insan hakları grupları ve ilerici Demokratların UNRWA'ya sağlanan finansmanı askıya alma kararını eleştirmesine rağmen Dışişleri Bakanlığı bir sonraki ödemeyi yaz başında yapmayı planlamıştı. Dışişleri Bakanlığı için yeni bir bütçenin onaylanabilmesi için Kongre'de uzun süredir devam eden bütçe krizinin ne zaman sona ereceği belli değil. Gerçek soru ise Kongre'nin, İsrail'e karşı önyargılı olduğunu iddia eden birçok Cumhuriyetçi tarafından kınanan bir ajans için ne kadar para onaylamaya hazır olacağı ile ilgilidir. Temsilciler Meclisi'nin bazı üyelerinin UNRWA'yı kınaması ve yeniden yapılandırılması veya değiştirilmesi yönünde çağrıda bulunması, bu belirsizliği doğruluyor.

Açık bir çelişki

Ancak Maine Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Profesörü Nicholas R. Micinski ve Rice Üniversitesi'ndeki Baker Enstitüsü'nde baş araştırmacı olan Kelsey Norman gibi Batılı araştırmacılar, UNRWA'nın finansmanının askıya alınmasının, diğer uluslararası örgütlere veya barış güçlerine yönelik ciddi ihlallerle ilgili önceki Batı eylemleriyle uyumlu olmadığını belirtiyorlar. Batılı bağışçılar, diğer BM ajanslarına veya barış güçlerine yönelik cinsel saldırı, yolsuzluk veya savaş suçları suçlamalarıyla karşı karşıya kaldığında finansmanı durdurmadılar.

Örneğin, AP ve diğer medya kuruluşları, Birleşmiş Milletler barış gücü tarafından Haiti'de gerçekleştirilen şok edici saldırı ve cinsel istismar hakkında güvenilir raporlar yayınladılar. 2015 yılında, BM, kadınları ve kızları cinsel istismar etmek ve onlara saldırmakla suçlanan askerlerin uluslarını açıklamaya başladı. Ayrıca mağdurlar için ruhsal bakım ve diğer hizmetler için bir fon ve programlar oluşturdu. Ancak barışı koruma operasyonlarına fon sağlayan bağışçılar bu faaliyetlere herhangi bir zaman boyunca bu ihlaller nedeniyle finansman sağlamadılar.

ABD'nin New York eyaletindeki Güney Bölgesi Başsavcılığı'na göre eski Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Başkanı John W. Ashe ve beş diğer kişi, Çinli ticari çıkarları desteklemek amacıyla 2013 ve 2014 yıllarında 1,3 milyon dolarlık rüşvet, para aklama ve vergi kaçakçılığı şemasıyla suçlandı. Bu, uluslararası örgütün finansmanının askıya alınması için herhangi bir adım atılmadı.

Buna ek olarak, uluslararası insan hakları örgütlerinin raporları, Bosna'daki Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün kötü yönetildiğini gösterdi. 1995 yılında, eski Yugoslavya'nın dağılmasının ve uluslararası güçlerin ‘güvenli bölgeler’ ilan ettiği bölgeleri koruyamamasının ardından Birleşmiş Milletler askerlerinin müdahale etmediği bir ortamda Sırp güçlerinin Srebrenitsa şehrine kolayca saldırmasına ve Bosnalı Müslüman erkek ve çocukların binlercesinin sistematik olarak topluca infaz edilmesine, taciz edilmesine, dövülmesine, infaz edilmesine ve soyulmasına izin verildi. Hollanda Savunma Bakanlığı'nda kayıp Bosnalı erkek ve oğlan çocuklarına ilişkin önemli bir listenin kaybedildi ve Bosnalı Sırp askerlerin Hollanda BM güçleri önünde yargısız infazlara katıldığını gösteren bir video kasetin imha edildi. Ancak Batılı bağışçılar barış güçlerine olan finansmanlarını kesmediler.

Finansman politik bir araçtır

Buna karşılık, fon sağlamaya devam eden Norveç ve İspanya dışındaki Batılı bağışçılar, UNRWA finansmanını siyasi bir araç olarak kullanıyor gibi görünüyor. UNRWA finansmanını siyasi bir araç olarak kullanıyorlar çünkü finansmanın kesilmesi Gazze'deki 1,7 milyon Filistinli mültecinin yanı sıra, çoğu UNRWA altyapısından yararlanan, mülteci statüsü olmayan 400 bin Filistinliyi de etkileyecek.

Teoride mülteci yardımının ve genel olarak insani yardımın tarafsız ve tarafsız olması beklenirken, göç ve uluslararası ilişkiler uzmanları, müttefiklerin ödüllendirildiği ve düşmanların cezalandırıldığı finansmanın sıklıkla bir dış politika aracı olarak kullanıldığını doğruluyor. Bu bağlamda, UNRWA finansmanındaki azalma, mültecilere, özellikle de Filistinli mültecilere sağlanan yardımın daha geniş bir şekilde siyasallaştırılması modeliyle tutarlı görünüyor. Filistinlilerin durumunu ve karşılaştıkları tehlikeleri anlatabilmek için UNRWA'nın kuruluşundan günümüze kadar olan uluslararası siyasi iklimin anlatılması gerekiyor.

UNRWA’nın görevi

Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA), 1948'de İsrail'in kurulmasından sonra ve ardından gerçekleşen Arap-İsrail savaşından önce, yaklaşık 750 bin Filistinlinin sınır dışı edilmesinden veya evlerinden kaçmasından iki yıl sonra kuruldu. UNRWA kurulmadan önce uluslararası ve yerel kuruluşlar yerinden edilmiş Filistinlilere hizmet veriyordu. Ancak mülteci kamplarında hüküm süren aşırı yoksulluk ve sefil durumu inceledikten sonra, tüm Arap ülkeleri ve İsrail'in de dahil olduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1949'da UNRWA’nın kurulması yönünde oy kullandı.

O tarihten bu yana, Ürdün, Lübnan, Suriye'nin yanı sıra Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki beş bölgede yaşayan altı milyon Filistinliye gıda, tıbbi bakım, eğitim ve bazı durumlarda barınma sağlayan temel yardım kuruluşu haline geldi.

Ancak Nekbe olarak bilinen Filistinlilerin kitlesel yerlerinden edilmeleri, mülteciyi 1 Ocak 1951'den önce Avrupa'da meydana gelen olaylar nedeniyle haklı nedenlere dayanan zulüm korkusu taşıyan herkes olarak tanımlayan 1951 Mülteci Sözleşmesi'nin yayınlanmasından önce meydana geldi. Tanımı dünya çapındaki mültecileri kapsayacak şekilde genişleten 1967 Protokolüne rağmen Filistinliler, mültecileri koruyan temel uluslararası sistemin dışında kalıyor.

Filistin mültecilerine hizmet sunma sorumluluğunu Ürdün üzerine alan UNRWA'nın yanı sıra Birleşmiş Milletler, 1948'de Filistin'e özgü bir Uzlaştırma Komitesi kurdu. Bu komite, uzun vadeli siyasi bir çözüm bulmak ve mültecilerin ülkelerine geri dönüşünü kolaylaştırmak, ekonomik ve sosyal olarak yeniden yerleşmelerini sağlamak ve tazminat ödemelerini teşvik etmek amacıyla oluşturuldu.

Bu nedenle, UNRWA'ya diğer mülteci durumlarında geleneksel kalıcı çözümler bulma baskısı için resmi bir yetki verilmedi ve bunun yerine, Filistin'e özgü Uluslararası Uzlaştırma Komitesi bu konuda sorumlu oldu. Bu komite, ABD'nin arabuluculuğunda başlayan barış süreçleriyle birlikte önemini yitirmeden önce birkaç yıl boyunca etkin bir şekilde çalışmıştı.

UNRWA politik midir?

UNRWA, bir Birleşmiş Milletler kuruluşu olmasına rağmen, kurulduğu günden bu yana, özellikle de Filistinliler ile İsrailliler arasındaki gerilimin arttığı dönemlerde, siyasi olumsuzluklara karşı savunmasız kaldı. Bu nedenle görünüşte politik değildir ancak siyasi eylemleri nedeniyle Filistinliler ve İsrailliler ile ABD dahil bağışçı ülkeler tarafından defalarca eleştirildi. UNRWA, eğitim, sağlık ve altyapı da dahil olmak üzere beş faaliyet alanında devlet benzeri işlevler yerine getiriyor, ancak siyasi veya güvenlikle ilgili faaliyetlerin gerçekleştirilmesiyle ilgili görev alanı sınırlı.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre Filistinlilerin UNRWA'ya itirazları, başlangıçta örgütün ev sahibi ülkelerdeki mültecilerin ekonomik entegrasyonunu sağlamaya odaklanmasından kaynaklandı.BM Genel Kurulu'nun 194 sayılı kararını Filistinli mültecilerin memleketlerine dönüşünü teşvik eden resmi olarak kabul etmesine rağmen BM, Birleşik Krallık ve ABD yetkilileri, Filistinlilerin ev sahibi ülkelerde yerleştirilmesi ve entegrasyonu için çözümler aradılar. Bu, Filistinli mültecilerin ve İsrail-Filistin çatışmasının daha geniş çerçevesinde politik olarak uygun bir çözüm olarak görüldü. Bu nedenle, Filistinliler UNRWA'nın büyük ölçüde siyasi bir karaktere sahip olduğunu ve çıkarlarına karşı aktif bir şekilde çalıştığını düşündüler.

Sonraki yıllarda, eleştiriler İsrail ve Batı'dan geldi. UNRWA, Filistinli mültecilerin talebi üzerine ana odak noktasını istihdam sağlamaktan eğitime çevirdi. Ancak sağladığı eğitim materyalleri, İsrail tarafından Filistin mücadelesine ilişkin fikirlerin geliştirilmesi için ek bir yakıt olarak görülüyor ve bu materyallerin şiddeti teşvik ettiği düşünülüyor. Bu nedenle, İsrail hükümeti, 1967'den beri işgal ettiği Gazze ve Batı Şeria'daki eğitim materyallerini incelemekte ve onaylamakta ısrar etti.

İsrail uzun süredir UNRWA'nın mülteci kamplarındaki ve eğitim sağlamadaki rolüne şüpheyle yaklaşıyordu. Örgütün uluslararası olarak finanse edilen operasyonları, İsrail'in işgalci güç olduğu göz önüne alındığında, Tel Aviv'in örgütün yerine sağlamakla yükümlü olacağı hizmetler aracılığıyla İsrail'e her yıl milyonlarca dolar tasarruf sağlıyor.

UNRWA'nın ana bağışçısı olan ABD ve diğer Batılı ülkeler, 1960'lı yıllardan bu yana, mülteciler arasında radikalizm olarak tanımlanan durumu önlemek için yardım kullanma isteklerini dile getirdiler. Artan silahlı muhalif grupların varlığına yanıt olarak, ABD, 1970 yılında, bu kuruluşa yönelik yardımlarını bağlayan bir madde ekledi. Bu madde, ABD'nin finansal katkılarının herhangi bir kısmının, ‘Filistin Kurtuluş Ordusu’ veya diğer benzer örgütlerde askeri eğitim alan herhangi bir mülteciye yardım sağlamak için kullanılmamasını sağlamak için UNRWA'nın her türlü önlemi almasını gerektiriyor.

Bu temelde, UNRWA, ev sahibi hükümetlerin ve İsrail'in büyük çoğunluğu Filistinli olan 30 bin kişi de dahil olmak üzere inceleme yapabilmesi için çalışanlarının isimlerinden oluşan yıllık bir liste yayınlayacak kadar bu gerekliliğe bağlılığını sürdürüyor.

Temsil ettiği ülkelerle ilgili güvenlik endişeleri nedeniyle, UNRWA'nın etkinlikleri ve çalışanları hakkında İsrail ve uluslararası gözlemci gruplar arasında dikkat çeken tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalar sonucunda, Filistinli çalışanların UNRWA içindeki ve dışındaki sosyal medya etkinlikleri dâhil olmak üzere faaliyetleri yakından izlendi ve belgelenmeye başlandı.

İlk defa değil

Filistinlilerle ilgili uluslararası bir örgütün finansmanının son zamanlarda dondurulması, ABD'nin ilk fon durdurması değil. 2011'de, UNESCO adlı kuruluşun tüm eğitim ve kültürel programlarını dünya çapında sunan bir kuruluş olan UNESCO’ya yönelik tüm finansmanını kesmişti. Bu karar, UNESCO'nun Filistin'in tam üyeliğini kabul ettiği bir oylamadan sonra alınmıştı.

Eski Başkan Barack Obama yönetimi, bu adımı, 1990'larda çıkarılan bir ABD yasası gereğince, Filistin'in tam üyelik kabul eden herhangi bir Birleşmiş Milletler kuruluşuna fon sağlamayı durdurma yönündeki iddialarla savundu. Bu adımın etkisi oldukça ciddi oldu. Sadece dört yıl içinde, UNESCO'nun personel sayısını yarıya indirme ve operasyonlarını kısmalara zorunlu kalma durumunda kaldı. Daha sonra, eski Başkan Donald Trump, ABD'yi UNESCO'dan tamamen geri çekme kararı aldı.

2018'de, Trump yönetimi geçici olarak 60 milyon dolarlık katkısını UNRWA'ya askıya aldı. Trump, geçici durdurmanın Filistinlileri müzakereye zorlamak için siyasi baskı yaratacağını iddia etti. Ancak Başkan Joe Biden, ABD'nin katkılarını 2021'de UNRWA'ya yeniden başlatmaya karar verdi.

Mülteci yardımının siyasallaştırılması

Ancak mülteci finansmanının siyasallaştırılmasından zarar görenler yalnızca Filistinliler değil. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ülkeler mültecilere yardım etmek için çeşitli uluslararası kuruluşlar kurdu. Ancak bazı grupları mülteci tanımının dışında tuttu. Örneğin ABD, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yerinden edilmiş kişilerin yeniden yerleştirilmesine yardımcı olmak için Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi'ni finanse etti. Ancak Sovyet vatandaşlarının zorla anavatanlarına geri gönderilmesi yönündeki Sovyet baskısına direndi.

ABD ayrıca, Sovyet nüfuzunu aşmak için Uluslararası Göç Örgütü'nün öncülü olan ayrı bir örgüt oluşturdu ve mülteci finansmanı operasyonları, BM kuruluşlarına yapılan gönüllü katkılar nedeniyle siyasallaştırıldı. Bazı kurumlar BM aidatlarından fon elde ediyor ancak UNRWA'nın yanı sıra Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Uluslararası Göç Örgütü fonlarının çoğunu üye devletlerin gönüllü katkılarından alıyor.

Dolayısıyla bu mali katkılar belirli faaliyetlere veya yerlere tahsis edilebilir; ABD veya Avrupa Birliği gibi önde gelen bağışçılar, mültecilere hangi yardımın alınacağı ve hangilerinin alınmaması gerektiği konusunda kendi koşullarını dikte edebilir. 

Tahsis edilen katkılar, 2022 yılında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği bütçesinin yaklaşık yüzde 96'sını, Uluslararası Göç Örgütü bütçesinin yüzde 96'sını ve UNRWA finansmanının yüzde 74'ünü oluşturdu. Sonuç olarak, UNRWA'nın finansmanında yaşanacak herhangi bir azalma, savaş nedeniyle pek çok kişinin açlık, hastalık ve yerinden edilmeyle karşı karşıya olduğu bir dönemde, UNRWA'nın Gazze'deki Filistinli mültecilere hizmet etme imkanlarını etkileyecektir.

*Bu haber Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.



Çatışmadan ittifaka Türkiye'nin Suriye'deki yükselişi...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Çatışmadan ittifaka Türkiye'nin Suriye'deki yükselişi...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin çöküşünün ilk haftalarında, Türkiye’nin 8 Aralık 2024’te muhalif grupların Şam’a ‘sorunsuz’ bir şekilde girmesinde en büyük rolü oynadığı yönünde bir kanaat oluştu. Bu görüş, Ankara’nın Ahmed eş-Şera liderliğindeki yeni yönetimi hızlı bir şekilde desteklemesi ve kendisini Esed sonrası dönemde ‘ana sponsor’ olarak konumlandırmasıyla güçlendi.

Türkiye, Şera ile Halk Sarayı’nda görüşmek üzere Suriye’ye üst düzey bir yetkili gönderen ilk ülke oldu. Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın, 12 Aralık 2024’te Şam’ı ziyaret etti ve ardından Emevi Camii’nde namaz kıldı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamaları da, Türkiye’nin Esed rejiminin çöküşünde ve Şera için Şam yolunun açılmasında başrol oynadığını gösterdi. Fidan, birkaç gün sonra yaptığı açıklamada, Ankara’nın 7-8 Aralık 2024 tarihlerinde Doha Forumu çerçevesinde düzenlenen Astana formatlı toplantıda Rusya ve İran’ı müdahale etmeme konusunda ikna ettiğini söyledi.

Fidan’a göre, Beşşar Esed rejimi son iki üç yılda oldukça zayıftı; bazı yerlerde göreceli bir direniş vardı, ancak muhalefet neredeyse ateş açılmadan Halep’e girdi. Yine de Ruslar ve İranlılar 2016’daki tepkilerini tekrarlasaydı, Suriye halkı daha fazla kan dökülmesi ve göç tehdidiyle karşı karşıya kalacaktı.

Fidan, “Rusları Esed’in yanında durmamaya nasıl ikna ettiniz?” sorusuna tek kelimeyle yanıt verdi: “Konuştuk.”

16 Ağustos 2025’te, Türkiye kurumları arasındaki koordinasyon grubu, Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuh Yılmaz başkanlığında bir toplantı düzenledi. Yılmaz, şu anda Türkiye’nin Şam Büyükelçisi olarak görev yapıyor. Toplantıda, Suriye ile ilişkiler kapsamlı şekilde gözden geçirildi ve önümüzdeki dönemde ilişkilerin güçlendirilmesi ile taraflarca varılan çeşitli alanlardaki anlaşmaların uygulanmasına yönelik adımlar ele alındı.

Esed rejiminin devrilmesinin ardından ilk sekiz ay boyunca yoğun çabalarla Türkiye, Şam’daki büyükelçiliğini ve Halep’teki konsolosluğunu yeniden açan ilk ülke oldu. Ayrıca 12 Ağustos’ta askeri iş birliği, eğitim ve danışmanlık konularında bir mutabakat zaptı imzalandı.

sd
İsrail, Hama Askeri Havaalanı’nı bombaladı. (AFP)

Türkiye, Şera hükümetini DEAŞ’a karşı mücadelede desteklemek ve ABD’yi, kuzeydoğu Suriye’deki kontrolün bel kemiğini oluşturan PYD/SDG’ye verdiği desteği terk etmeye ikna etmek amacıyla ikili ve bölgesel düzeyde girişimlerde bulundu. Bu süreç, DEAŞ’a karşı savaşta ABD ile kurulan ittifakın ardından geldi.

Bu çerçevede Türkiye, ‘bölgesel sahiplik’ ilkesine dayalı bir ittifak kurmayı hedefledi; bu ilke, bölge ülkelerinin sorunlarını dış müdahaleler olmadan kendi başlarına çözmesini öngörüyor. Ankara, Ürdün, Irak ve Lübnan ile Suriye’yi de kapsayan beşli bir platform oluşturma girişiminde bulundu. Ancak beş ülkenin dışişleri bakanları, savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının 9 Mart’ta Amman’da bir araya geldiği toplantı, Ankara’nın arzuladığı mekanizmanın kurulmasıyla sonuçlanmadı.

Bunun üzerine Türkiye, DEAŞ’a karşı mücadelede Suriye hükümetine desteğini göstermek amacıyla Şam’da ortak bir operasyon merkezi üzerinden Suriye ile koordinasyon mekanizması oluşturdu.

Geçen 10 ay içinde iki ülke dışişleri ve savunma bakanları ile istihbarat başkanlarının üç toplantısı gerçekleştirildi. Bunun yanı sıra iki ülke arasında dışişleri bakanları düzeyinde karşılıklı ziyaretler yapıldı, MİT Başkanı Şam’ı ziyaret etti ve Şera da şubat-ağustos döneminde Türkiye’yi üç kez ziyaret etti.

Ekonomi alanında Türkiye, Suriye ile tüm sınır kapılarını yeniden açtı. 5 Ağustos’ta Ankara’da iki ülke arasında ortak bir ekonomik ve ticari komite kurulmasına dair bir protokol imzalandı ve sanayi bölgeleri kurulması için çalışmalar başlatıldı. Bu adımların amacı, savaş nedeniyle zarar gören Suriye ekonomisini canlandırmak ve iki ülke arasındaki ticareti güçlendirmek olarak açıklandı. Ayrıca, 2011’de faaliyeti duran iki ülke ortak iş konseyi yeniden kuruldu.

Türkiye, mevcut ticari iş birliği ivmesini kullanarak yıl sonunda Suriye’ye ihracatta 2 milyar dolar sınırını aşmayı hedefliyor. Ticaretin kolaylaştırılması ve hızlandırılması yönünde yeni adımlar atıldı ve önümüzdeki dönemde Halep’in güçlü bir lojistik merkezine dönüştürülmesi konusunda anlaşmaya varıldı.

İsrail ile rekabet

Buna karşılık Türkiye’nin Suriye’deki hedefleri, Beşşar Esed dönemindekinden farklı bir seyir izliyor. Daha önce sınırlarını, PKK/PYD’nin Suriye’deki uzantısı olarak gördüğü SDG tehdidine karşı güvence altına almak ve güney sınırında 30-40 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturmak üzerine odaklanan Türkiye, bugün bu Kürt grubunu Suriye denkleminden çıkarmayı hedefliyor. Bu kapsamda grubun silahlarını bırakması ve devlet kurumlarına entegre olması için ikna edilmeleri amaçlanıyor. Türkiye, bu konuda yeni Suriye yönetiminin DEAŞ hapishanelerini koruma sorumluluğunu üstlenmesini sağlayarak Washington’a destek sunmayı da öneriyor ve ABD’nin çekilmesi durumunda oluşacak boşluğu doldurma çabalarını artırıyor.

dfg
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Temmuz 2025'te Beyaz Saray'da yaptığı görüşmeden (AFP)

Türkiye’nin yeni Suriye gerçeğinde attığı adımlar, sahada askeri boşluğu doldurma ve Libya’da Kaddafi sonrası uyguladığı modele benzer şekilde, Suriye’nin iç bölgeleri ve kıyılarında kara, deniz ve hava üsleri kurma yönünde bir eğilim taşıyor. Ayrıca Türkiye, sağlık, eğitim ve diğer alanlarda müdahaleyi genişleterek Suriye ekonomisi ve yeniden imar süreçlerinde en büyük rolü üstlenmeyi planlıyor; bu, yıllardır kuzey Suriye’de başlayan faaliyetlerin devamı niteliğinde.

Söz konusu gelişmeler, Türkiye’nin Suriye’deki varlığından endişe duyan İsrail’de kaygı yarattı. İsrail, Türkiye’nin yeni Suriye yönetimi ve muhalif gruplarla güçlü ilişkilerine dayanarak siyasi ve güvenlik garantörü olarak sahada yeni bir gerçekliği dayatmasından korkuyor.

Türkiye, Suriye yönetimine ülkenin geleceği hakkında danışmanlık yapan bir ‘sponsor’ olarak rolünü gösterme yarışında başarılı görünüyor. Bu durum, Temmuz 2025’te Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump’ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede de teyit edildi.

uj
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye lideri Ahmed eş-Şera'nın geçtiğimiz mayıs ayında Riyad'da Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasını görüşmek üzere bir araya geldikleri toplantıdan (SPA)

Trump, Erdoğan’ı telefon görüşmesinde tebrik ettiğini belirterek, “Suriye’yi ele geçirdiği için onu kutladım (...) Erdoğan önce bunu reddetti ve almadığını söyledi, ama ben ona tarihi olarak hangi isimle anılırsa anılsın, iki bin yıldır kimsenin yapamadığını yaptığını söyledim. Erdoğan sonunda ‘Evet, aldım’ dedi” ifadelerini kullandı.

Trump’ın açıklamaları, Türkiye ve İsrail arasında Suriye’de rekabetin izlendiği bir dönemde geldi. Bu rekabet, İsrail’in başta Hama Askeri Havalimanı olmak üzere bazı ana üsleri ve havaalanlarını yok etmesine, Suriye ordusunun kapasitesini hedef almasına neden oldu. Esed rejiminin devrilmesinden üç ay sonra, Türkiye’nin Humus’ta hava üsleri kurmayı planladığına dair haberler yayıldı. Bunun üzerine Türkiye ve İsrail, Azerbaycan aracılığıyla Bakü’de düzenlenen teknik toplantılarda Suriye’de karşı karşıya gelmelerini önleyecek bir çatışma önleme mekanizması kurdu.

Trump, Netanyahu’ya talepleri mantıklı olduğu sürece Türkiye ile sorunlarını çözebileceğini söyledi ve Erdoğan ile iyi ilişkilerini vurguladı. Ancak Netanyahu, Washington’dan ayrılmadan önce, Türkiye’nin Suriye’de askeri üsler kurmak istediğini ve bunun İsrail için bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle buna karşı çıktığını ifade etti.

Türkiye, ABD ile birlikte öncelikli olarak, İsrail’in Suriye’ye yönelik bir tehdit oluşturmamasını, Suriye’nin de bölgedeki herhangi bir taraf için tehdit kaynağı haline gelmemesini ve herkesin birbirinin toprak bütünlüğü ile egemenliğine saygı göstermesini sağlamayı hedefliyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 10 Kasım 2025’te Beyaz Saray’da Trump ve Şera ile yapılan görüşmenin bir bölümüne katıldığını belirterek bu yaklaşımı dile getirdi.

dfrgthy
2024 Aralık ayında düzenlenen Doha Forumu kapsamında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi arasında yapılan toplantıdan (Dışişleri Bakanlığı)

Türkiye, Şam ve Tel Aviv arasındaki görüşmelerden rahatsız olmadığını defalarca vurguladı ve öncelikli hedefinin Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğini korumak olduğunu kaydetti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Eylül 2025’te Trump ile Beyaz Saray’da yaptığı görüşmede, birkaç hafta önce Netanyahu’nun Türkiye’nin Suriye’de durdurulduğu yönündeki açıklamasına yanıt verdi. Erdoğan, İsrail medyasının yazdıklarına değil, Türkiye’nin sahadaki faaliyetlerine odaklanılması gerektiğini belirterek, “Stratejik önceliklerimiz doğrultusunda gerekli olanı yapıyoruz ve bunu sürdürmeye devam edeceğiz” dedi.

Yaptırımların hayaleti

Türkiye, Suriye ile ilgili her dosyada aktif rol oynamaya özen gösteriyor; buna yaptırımların kaldırılması da dahil. Yaptırımların kaldırılması, Trump’ın sürpriz bir açıklamasıyla başladı. Trump, bu adımı Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Erdoğan’ın talebi doğrultusunda attığını belirtti. Erdoğan, mayıs ayında Riyad’daki toplantıya telefonla katılarak yaptırımların kaldırılmasını görüştü.

Erdoğan, Türkiye’nin Suriye’ye terör örgütlerine karşı mücadelesinde desteğini sürdürmeye devam edeceğini ve DEAŞ mensuplarının tutulduğu gözaltı merkezlerinin yönetimi ve güvenliğine ilişkin destek sağlamaya hazır olduğunu vurguladı. Erdoğan, Trump’ın Suriye’ye uygulanan yaptırımları kaldırma kararının tarihi öneme sahip olduğunu, bunun diğer yaptırım uygulayan ülkeler için örnek teşkil edeceğini ve yaptırımların kaldırılmasıyla Suriye’de çeşitli alanlarda yatırım fırsatlarının oluşacağını ifade etti.

Trump’ın yaptırımların kaldırılacağını açıklamasından önce, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybani, nisan ayında düzenlenen Antalya Diplomasi Forumu (ADF) sırasında üçlü bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda, Trump’ın Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasına ilişkin taahhüdü ele alındı.

Fidan, Şera ile eş zamanlı olarak ABD’ye davet aldı ve 10 Kasım’da Trump ile yaptığı görüşmenin bir bölümüne katıldı.

Fidan, Rubio, Başkan Donald Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile Beyaz Saray’da birçok yetkiliyle görüşmeler gerçekleştirdi. Ayrıca Fidan, Şera ve Şeybani ile bir araya geldi. Şeybani ile Rubio’nun katıldığı üçlü bir toplantıya da katıldı.

Fidan, toplantılarda kuzey ve güney Suriye’deki sorunlu bölgelerin daha iyi nasıl yönetilebileceği konusunda görüş alışverişinde bulunulduğunu belirtti. Şu anda odak noktasının, Suriye ekonomisinin toparlanmasına yardımcı olmak amacıyla Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımların tamamen kaldırılması olduğunu vurguladı.

Fidan, Şera’nın Kongre üyeleriyle de görüştüğünü ve Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımların kaldırılmasına yönelik oylamanın önemini vurguladığını aktardı. Ayrıca, ABD Başkanı’nın Suriye meselelerine ilişkin olumlu bir yaklaşım benimsediğini kaydetti.

SDG sorunu

Türkiye, Suriye konusunda devam eden istişare sürecini, Şam’da 10 Mart’ta Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasını destekleyecek Amerikan tutumunu güvence altına almak için kullanıyor. Anlaşma, SDG’nin Suriye ordusu ve güvenlik kurumlarına entegrasyonunu kapsıyor ve yıl sonuna kadar tamamlanması planlanıyor.

47 yıllık silahlı çatışmanın ardından Türkiye, PKK’yı silahsızlandırma girişimini başlattı. Bu çerçevede 27 Şubat’ta Türkiye’de tutuklu bulunan Abdullah Öcalan’a silahlı mücadeleden vazgeçmesi ve yasal çerçevede demokratik faaliyetlere geçmesi çağrısı yapıldı.

dfvghy
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, SDG'nin Suriye devlet kurumlarına entegre edilmesine yönelik anlaşmanın imza töreninde, 10 Mart 2025 (EPA)

Ankara, Öcalan’a yapılan çağrının PKK’nın tüm uzantılarını kapsadığını vurguluyor ve SDG’nin mevcut yapısının Suriye’nin birliğini zayıflattığını, Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiğini belirtiyor. Türkiye, PKK’nın silahsızlandırılmasının yalnızca kendi sınırları içinde ele alınamayacağını savunuyor.

SDG ise Türkiye’den kuzeydoğu Suriye’deki askeri, idari ve güvenlik kurumları ile özyönetimi bir tehdit olarak görmemesini talep ediyor ve bu kurumları ‘barış ve güvenlik için’ faaliyet gösteren yapılar olarak nitelendiriyor.

SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart anlaşmasının Suriye’nin bölünme girişimlerini engellemede ve iç savaşa sürüklenmesini önlemede önemli bir dönüm noktası olduğunu belirtti. Abdi, ‘her bölgenin kendi yönetimini sağlayabileceği, merkezi olmayan bir Suriye’ olması gerektiğini vurguladı.

Hürriyet gazetesi yazarı Fatih Çekirge, ABD’nin kuzey Irak’ta İran’a karşı oluşturduğu Barzani modelini kuzey Suriye’de de kurmayı hedeflediğini belirtti. Çekirge’ye göre, Irak’tan Suriye’ye hazırlanan koridor bu amaca hizmet ediyor ve bu durum, İran’dan Lübnan ve çevresine silah akışını engellemek isteyen İsrail’in talebiyle de uyumlu.

Çekirge, Türkiye’nin başlangıçta ‘Barzani modeli’ benzeri bir adımı kabul etmediğini, şu anda ABD’nin müttefiki SDG’yi terör örgütü olarak gördüğünü, ancak ilerleyen süreçte kuzey Suriye’de tıpkı Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) olduğu gibi bu yaklaşımı kabul edebileceğini ifade etti.

Türkiye’nin önümüzdeki dönemde, yeni Suriye yönetimiyle yakın ilişkilerini ve Washington’ın artan desteğini kullanarak Suriye’nin yeniden şekillendirilmesinde en etkili güç olarak konumunu pekiştirmeye devam etmesi bekleniyor. Ankara’nın SDG’nin devlet kurumlarına entegrasyonunu tamamlamaya ve sınırlarına yakın istenmeyen askeri varlığı azaltmaya yönelik baskı yapması öngörülüyor. Ancak İsrail ile rekabet ve ABD’nin sahadaki varlığı, Türkiye’nin vizyonunu tamamen uygulama kapasitesini sınırlayabilir.


BM: Sudan’da HDK’nın ilerleyişi yeni bir kitlesel göçe yol açabilir

Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
TT

BM: Sudan’da HDK’nın ilerleyişi yeni bir kitlesel göçe yol açabilir

Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi, Sudan’da paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) ilerleyişinin sınır ötesine taşabilecek yeni bir kitlesel göç dalgasına yol açabileceği uyarısında bulundu.

HDK, Ekim ayı sonunda Darfur’daki Faşir kentinin kontrolünü ele geçirerek, Sudan ordusuyla iki buçuk yıldır devam eden savaşta en büyük kazanımlarından birini elde etmişti. Reuters’ın aktardığına göre HDK, bu ay da ilerleyişini doğuya, Kordofan bölgesine doğru sürdürerek ülkenin en büyük petrol sahasını kontrol altına aldı.

Grandi, Kordofan’daki son şiddet olayları nedeniyle yerinden edilen ve sayıları yaklaşık 40 bin olan kişilerin çoğunun şu an ülke içinde yerinden edilmiş durumda olduğunu, ancak şiddetin El-Ubeyyid gibi büyük bir kente yayılması hâlinde durumun değişebileceğini söyledi.

Pazartesi gecesi Port Sudan’dan yaptığı açıklamada Grandi, “Eğer savaş oraya da ulaşırsa… daha fazla kitlesel yerinden edilme göreceğimizden eminim” dedi.

Grandi ayrıca, “Bu durumda komşu ülkelerde çok yüksek alarm seviyesinde olmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Nisan 2023’ten bu yana HDK ile Sudan ordusu arasındaki çatışmalar, BM verilerine göre on binlerce kişinin ölümüne, 12 milyondan fazla kişinin yerinden edilmesine ve dünyanın “en kötü insani krizine” yol açtı.

Ekim sonunda Sudan ordusunun Darfur’daki son kalesi olan Faşir’i ele geçirmesinin ardından HDK, saldırılarını doğuya, üç eyaletten oluşan petrol zengini Kordofan bölgesine yöneltti. Faşir’in ele geçirilmesi sırasında katliam, toplu tecavüz ve yağma yaşandığına dair çok sayıda sivil tanıklık ve sivil toplum örgütü raporu bulunuyor.


İslami Cihad: İsrailli esirler dosyasını kapattık

Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
TT

İslami Cihad: İsrailli esirler dosyasını kapattık

Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)

İslami Cihad Hareketi’nin askeri kanadı Kudüs Seriyyeleri, bugün (Salı) yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi’nde yürürlükte olan ateşkes anlaşmasının birinci aşamasındaki tüm maddelere hem kendilerinin hem de diğer Filistinli grupların bağlı kaldığını duyurdu. Örgüt, arabuluculara İsrail’in anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi için baskı yapma çağrısında bulundu.

Kudüs Seriyyeleri’nin askeri sözcüsü Ebu Hamza, yayımladığı bildiride, geçen çarşamba günü Gazze’nin kuzeyinde ellerindeki son İsrailli rehinenin cesedini teslim etmelerinin ardından, İsrailli esirler dosyasını kapattıklarını söyledi.

Filistin'den yayın yapan Şihab Haber Ajansı’nın (Shehab News Agency)  aktardığı açıklamada Ebu Hamza, şunları kaydetti:

“Geçen çarşamba günü kuzeyde son cesedi teslim ederek elimizdeki düşman esirleri dosyasını kapattık. Bu, onur verici bir anlaşmanın parçası olarak, tüm gurur, onur ve sadakatle yürüttüğümüz kahramanca bir mücadelenin sonucudur. Düşman esirleri ancak direnişin kararıyla geri döner; tabutlarla dönerler ya da hiç dönmeyebilirler.”

Ebu Hamza, Kudüs Seriyyeleri ve diğer direniş fraksiyonlarının ateşkes anlaşmasının birinci aşamasına ilişkin tüm hükümlere bağlı kaldığını vurgulayarak, arabuluculara İsrail’in anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmesi ve “tekrarlanan suç niteliğindeki ihlallerini” durdurması için baskı çağrısı yaptı.

Gazze’de ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçiş arayışlarının yoğunlaştığı bir dönemde, Hamas’tan bilgili kaynaklar, hem hareket içinde hem de arabulucularla ve onların İsrail’le yürüttüğü temaslarda ciddi görüşmelerin sürdüğünü aktardı.

Kaynaklar, Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, Hamas’ın ABD ile İsrail arasında sağlanacak uzlaşıya bağlı olarak, arabuluculardan beklenen yeni dolaylı müzakere turunun tarihinin belirlenmesini beklediğini söyledi. Bu turun ay sonunda ya da gelecek ay başında yapılabileceği ifade edildi.

Kaynaklara göre, Katar, Mısır ve İstanbul da dahil olmak üzere çeşitli başkentlerde Hamas liderliği ile arabulucular arasında ikili ve üçlü formatlarda çok sayıda toplantı düzenlendi; mevcut temaslar kapsamında yeni görüşmelere yönelik hazırlıklar da yapılıyor.

Aynı kaynaklar, ABD’nin baskısı ve arabulucuların girişimlerinin bu temasları “daha ciddi bir aşamaya taşıdığını” değerlendirdi.