Şarku’l Avsat Kebbaşi ile Daklu arasındaki Manama Anlaşması’nın belgesine ulaştı

Anlaşma birleşik bir ordunun kurulmasını, aranan kişilerin "Uluslararası Ceza Komisyonu"na teslimini ve "kurtarma" rejiminin dağıtılmasını kapsıyor.

Orgeneral Şemseddin Kebbaşi (SUNA
Orgeneral Şemseddin Kebbaşi (SUNA
TT

Şarku’l Avsat Kebbaşi ile Daklu arasındaki Manama Anlaşması’nın belgesine ulaştı

Orgeneral Şemseddin Kebbaşi (SUNA
Orgeneral Şemseddin Kebbaşi (SUNA

Şarku'l-Avsat, Bahreyn'in başkenti Manama'da geçen yıl 20 Ocak'ta Sudan Ordusu Başkomutan Vekili Orgeneral Şemseddin Kebbaşi ile Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Yardımcısı Abdurrahim Daklu arasında imzalanan anlaşmanın metnine ulaştı.  Bu konuyla ilgili sızıntılar ilk kez yerel Es-Sudani gazetesi aracılığıyla ortaya çıktığında, haberi doğrulayanlar ve yalanlayanlar arasında yoğun tartışmalar yaşandı.

22 maddeden oluşan anlaşma, "Hızlı Destek" ile birlikte ulusal bir ordunun kurulmasını, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından arananların tutuklanmasını ve ülkeyi son 30 yıldır yöneten İslamcı rejimin yıkılmasını öngörüyor.

"Sudan Krizinin Kapsamlı Çözümüne İlişkin İlkeler ve Esaslar Belgesi" olarak adlandırılan anlaşma, Sudan-Sudan diyalogu yoluyla halkın acılarının hafifletilmesi ve savaşı sonlandıracak krize çözüm bulunmasının gerekliliğini öngörüyor.

İslamcıların rahatsızlığı

Kebbaşi-Daklu müzakerelerine ilişkin haberin yayılmasının ardından, "Savaşın devamını isteyenler" olarak İslamcılar ve onların iktidara dönüşünü destekleyenler, Kebbaşi'ye karşı şiddetli ve eleştirel bir kampanya başlattı. Diğer taraftan, anlaşma haberini yalanlamak için başka bir kampanya başlatıldı. Müzakerelere ilişkin haberi ne Kebbaşi ne de resmi ordu sözcüsü yalanladı; antlaşmanın imzalanmasının üzerinden bir ay geçmesine rağmen ve yerel ve uluslararası medyada ve sosyal medyada bu haber yoğun bir şekilde dolaşıma girmesine rağmen sessiz kaldılar.

Sivil güçler, Kebbaşi'nin Manama'da Orgeneral Daklu ile anlaşma imzalamasının ardından yaptığı açıklamalar karşısında şaşkınlıklarını dile getirdi. Kebbaşi geçtiğimiz hafta Beyaz Nil Eyaleti'ndeki "18. Piyade Tümeni" askerlerine hitaben yaptığı konuşmada, özellikle "sivil güçler" ile "Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri" koalisyonunu eleştirdi ve onları "paralı askerler, elçilik ajanları" ve "Hızlı Destek Kuvvetleri’nin siyasi kuluçka merkezi" olmakla suçladı.

FOTO: Hızlı Destek Kuvvetleri İkinci Komutanı Abdurrahim Daklu (X Platformu)
Hızlı Destek Kuvvetleri İkinci Komutanı Abdurrahim Daklu (X Platformu)

Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) koalisyonunun bir sözcüsü Şarku'l Avsat'a yaptığı açıklamada, Kebbaşi'den Abdurrahim Daklu ile imzaladığı anlaşma hakkında Sudanlıları "bilgilendirmesini" beklediklerini söyledi.

Anlaşma metnini sızdırmakla suçlanmamak için isminin açıklanmamasını isteyen sözcü, Kebbaşi'nin açıklamalarını "utanç verici" olarak nitelendirdi. Sözcü: "Biz kendisinden farklı açıklamalar bekliyorduk ama o, gerçekleri halka açıklamak yerine sivil güçlere saldırdı. Manama ziyareti ve Daklu ile bir anlaşmaya imza atmasının ardından halkı aydınlatması kendisi için daha iyi ve onurlu olurdu. Kebbaşi, sivil güçlerin savaşı durdurmak için uluslararası ve bölgesel topluluklardan yardım istemek amacıyla kamuya açık herhangi bir şey yapmasını yasakladı. Ancak “düşman” olarak nitelendirdiği “milisleri” destekleyen ülkelerin huzurunda, kendisine Hızlı Destek Kuvvetleri ile “gizlice” müzakere yapma ve imzaladığı anlaşmadan geri çekilme izni verdi."

Anlaşmanın detayları

Şarku'l Avsat'ın elde ettiği metne göre, Sudan Ordusu Başkomutan Vekili Orgeneral Şemseddin Kebbaşi ve Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Yardımcısı Abdurrahim Daklu, Bahreyn başkentinde (Manama) geçtiğimiz 6 ve 18 Ocak'ta görüşmelerde bulundu. Bu görüşmeler 22 maddelik bir anlaşmanın imzalanmasıyla sona erdi.

İki yetkili, anlaşmanın 7. maddesi uyarınca, siyasi bağlılık veya ideolojik yönelim olmaksızın, tüm askeri güçlerden, yani Hızlı Destek, silahlı kuvvetler ve silahlı mücadele hareketlerinden oluşan profesyonel ve ulusal bir ordu inşa etme konusunda anlaştılar. Bu ordu, düzenli güvenlik güçlerini (polis ve istihbarat servisleri) inşa edip yeniden kurmanın ve Sudanlılar arasında fırsatların adil dağılımı ilkesini benimsemenin yanı sıra, idari ve partizan her düzeyde Sudanlı çeşitliliğini ifade ediyor.

Kebbaşi ve Daku'nun "paraf" atarak imzaladığı anlaşmanın 11. maddesinde "30 Haziran rejiminin yıkılması" öngörülüyor. 17. ve 18. maddelerde, savaştan sonra hapishanelerden kaçan, yani “kurtarma” rejiminin destekçileri olan sanıkların yeniden tutuklanması ve aralarında eski Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir, yardımcısı Ahmed Harun ve başkaları da dahil olmak üzere arananların Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim edilmesi ve mahkemeye getirilmesi vurgulandı. Anlaşma, tüm siyasi aktörlerin katılacağı geniş kapsamlı bir ulusal diyalog düzenlenmesini onaylıyor. Ancak, "Ulusal Kongre Partisi ve ona bağlı İslami Hareket" kapsam dışı tutularak, bu grupların geçiş döneminden izole edilmesi öngörüldü.

FOTO: Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında Hartum'da yaşanan çatışmaların etkileri (Reuters)
Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında Hartum'da yaşanan çatışmaların etkileri (Reuters)

"Sudan Krizinin Kapsamlı Çözümüne İlişkin İlkeler ve Esaslar Belgesi" olarak adlandırılan anlaşmada, Sudan-Sudan diyalogu yoluyla halkın acılarının hafifletilmesi, savaşı sonlandıracak krize çözüm bulunması gerekliliği, nefret söylemiyle mücadele, geçiş dönemine ilişkin olarak adalet, hesap verebilirlik, zararın onarılması ve tazminat prensiplerini benimseme, savaşın neden olduğu yıkımın yeniden inşası ve ülkenin birliğini ve federal yönetimi koruma ihtiyacı vurgulanmıştır.

Anlaşma, Sudan krizini bir güvenlik, politik, sosyal ve kültürel kriz olarak tanıyan temel prensipleri benimsemiştir. Savaşın neden olduğu büyük insan kayıplarını ve eşi benzeri görülmemiş insanlık dramını, altyapının tahribatını ve ülkenin ekonomik kaynaklarının israf edilmesini tanıyan temel prensipleri içermektedir. Hem Kebbaşi hem de Daklu, çatışmayı diyalog yoluyla adil ve sürdürülebilir bir şekilde çözme, savaşları ve çatışmaları köklerine değinerek sona erdirme ve güç ve zenginliğin adil paylaşımını sağlayan bir yönetim çerçevesi üzerinde anlaşmaya varma isteklerini dile getirdiler. Anlaşma, temelde "halkın temel güç kaynağı olduğu" prensibini benimsemekte, eşit vatandaşlığı güvence altına almakta ve "Cidde Bildirgesi"ni sivilleri koruma konusunda referans almaktadır.

Anlaşma, "nefret söylemi ve ayrımcılığa karşı mücadele" prensibini kabul etmekte, "hukuki reform paketi" üzerinde mutabakata varmakta, "barışçıl bir arada yaşamı teşvik etmek, başkalarını kabul ve saygıyı güçlendirmek" gibi politikaları benimsemekte, geçiş döneminde "hesap verebilirlik, gerçeklik ve uzlaşma" içeren geçiş adaleti ilkesini onaylamakta, zararın onarılması, kurumsal reformlar, barışçıl siyasi faaliyet prensibi, tüm şiddet, aşırıcılık, anayasa dışı yöntemlere başvurma ve demokratik düzeni zayıflatma türündeki faaliyetleri suç saymaktadır. Anlaşma, dengeli bir dış politika izleme, ülkenin üst düzey çıkarlarını garanti eden bir politika benimseme ve bölgesel ve uluslararası barış ve güvenliği destekleme, komşuluk ilişkilerini iyileştirme ve terörizmle mücadeleyi teşvik etme konularında çağrı yapıyor.

Kaynağa göre "Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri", Kebbaşi'nin "önemli bir anlaşma"yı halka sunması bekleniyordu. Sözcü şunları söyledi: "Bu anlaşmanın çok önemli olduğunu ve Sudan'ın ulusal davasına hizmet ettiğini görüyoruz. Kebbaşi'nin buna devam edeceğini umuyorduk, ancak o birtakım bahanelerle özür dileyerek üçüncü turdan çekildi." Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri, kapsamlı ve adil bir barış anlaşmasına ulaşmak, ateşkese son vermek ve savaşların ardından sivil yolu yeniden kazanmak için krizin çözümü ve savaşın durdurulması konusunda tek seçeneklerinin diyalog olduğunu düşünüyor.



PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bir gün içinde PKK militanları Türkiye topraklarından çekiliyor veya Güvenlik Konseyi Hamas'ı silahsızlandırma kararı aldı ya da Lübnan hükümeti ordunun Hizbullah'ı silahsızlandırma planını bekliyor yahut Irak'taki Haşdi Şabi ile Suriye, Yemen ve Libya’daki diğer örgütler hakkında benzer haberler ve raporlar duyabiliyoruz. Yıllardır, bu savaşçı örgütler, üyeleri ve davranışları bölgemizdeki en önemli ve çoğu zaman tek haber oldular. Dış gözlemciler artık siyasi, sosyal ve kültürel sahnemizi çok çeşitli örgütlerin ve savaşçılarının yuvasından ibaret sanmaya başladılar.

Bu örgütler yalnızca silahlı eylem konumunu işgal etmiyorlar, aynı zamanda siyasi rollere, etkinliğe ve üretkenliğe de sahipler. Yaşadıkları toplumların geniş kesimleri için prestijli ve sembolik değere sahip bir konuma sahipler. Savaşçıları, en azından toplumun belirli bir kesimi için, bir kutsallık halesiyle çevrililer.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre 1970'lerin başından itibaren, bu örgütler bölgemizdeki olağanüstü siyasi gerçeklikler ve bağlamların bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Filistin ve Kürt meselelerine, birçok devletin, kendilerini baskı altında hisseden, yalnızca siyasi eylem ve mücadeleyle asgari düzeyde bile uzlaşıya varamayan milyonlarca insandan oluşan topluluklara yönelik bir tür “sıfır toplamlı” yaklaşımı damga vurmuştu. Nasırcılığın 1967’deki savaşta uğradığı yenilgi, devletin ve düzenli orduların sahip oldukları güç ve nüfuzu kaybetmelerine neden oldu. İran rejimi, dış politikasının bir dayanağı olarak hizipçiliğe dayanan uzun vadeli bir strateji uygulayarak, bu iki temele mezhepsel bir boyut ve yük ekledi. Ancak, bu örgütlerin türediği ülkelerde ekonomik, siyasi, güvenlik, anayasal, eğitim ve sağlık yapıları tamamen başarısız olmasaydı, bu çeşitli koşullar ve araçlar etkili olmazdı. Söz konusu örgütler bu başarısızlık sayesinde kendilerini kurtarıcılar ve devlet adına hareket ederek tüm ulusu koruyan araçlar olarak sundular.

Yarım asırdan fazla bir süre boyunca, bu örgütlerin üyeleri ve liderleri, toplumlarımızın geniş kesimleri arasında sahip oldukları “sembolik hegemonya” sayesinde, kamusal alana bir değerler, söylemler ve normatif araçlar cephanesi dayatmayı başardılar. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Şiddet, değişimin özü ve tek aracıdır”, “sembolik lider tarihsel bir zorunluluktur”, “mevcut koşullar ucu açık bir olağanüstü hal gerektirmektedir”, “toplumsal ilerleme ve statü, bu örgütlere sadakat ve bağlılıkla bağlantılıdır”, “bu sınıfın üyeleri eleştirinin ötesindedir ve şehitler aziz statüsüne sahiptir”, “servet, eğitim, incelikli eylemler, entelektüel üretim ve sanatsal çalışma gibi şeyler, bu örgütlerle bağlantılı olmadıkları sürece anlamsızdır”. Bunlar ve benzeri birçok söylem kamusal alanda sürekli bir korku duygusu yaratıyor ve mevcut koşullarımızın “istisnai” olduğu yönünde derin bir hissi besliyordu. Tüm bunlar, toplumların geleceği ve güvenliği ve bu “savaşçı sınıf” örgütlerinin varlığını sürdürmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı.

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu

Bir bakıma, bu sınıfın üyeleri, başlangıçta üyeleri İmparatorluk Muhafızları'nda asker olan, daha sonra zamanla, toplumsal güvenliği ve kaos dönemlerinde imparatorluk gücünün bütünlüğünü korumada oynadıklarını söyledikleri olağanüstü roller sayesinde kamusal bir rol, bir tür kontrol, otoriter konum ve sembolik statü üstlenen geleneksel Japon samuraylarına benzer hale geldiler. Davanın koruyucularından “davanın kendisine” dönüştüler. Kamu düzenini korumaya adanmış savaşçılar konumundan, her türlü kamusal erdemin sembolü haline geldikleri için, yerel topluluklara kendilerine ayrıcalıklı bir şekilde davranmayı dayatan, mali, idari, ticari, sembolik ve kültürel derebeyliklerin liderleri ve sahipleri konumuna geçiş yaptılar.

Tıpkı Japon samuraylarının tarihsel anlatısında olduğu gibi, bölgemizdeki bu savaşçılar ve örgütleri de, farklı derecelerde de olsa oldukça karmaşık ve istisnai tarihsel koşullardan sonra ortaya çıktılar. Ancak kendilerini “davanın kendisine” dönüştürmekten çekinmediler. Bu çeşitli örgütler, varoluşlarının asıl nedeni ortadan kalkmış olsa bile, askeri ve sembolik genel egemen statülerini her zaman farklı derecelerde de olsa korumaya gayret ettiler. Nitekim Lübnan Hizbullahı, İsrail'in bir kısmını yeniden işgal etmesinden önce tüm Lübnan topraklarından çekilmesinden çeyrek asır sonra bile silahlarını elinde tutmaya kararlı. Filistinli Hamas hareketi, silahını, Filistin'in tek kurtarılmış bölgesi olan Gazze Şeridi'ndeki tüm yaşam biçimlerinin sürekliliğinden ve devamından daha kutsal, gerekli ve kaçınılmaz görüyor.

Ancak, savaşçı sınıf ve silahlı örgütleri içindeki tüm bu otoriter özelliklerin bölgemizde yerleşik olmasına, toplumlarımızdaki genel modernleşme süreçleri bağlamında oynayabilecekleri gerici rollerin açıkça kabul edilmesine rağmen, temel soru hâlâ ortada duruyor: Bu örgütleri, bu istisnai sınıfı, ortaya çıktıkları koşulların, iklimlerin ve şartların yapısında köklü dönüşümler yaratmadan rollerini ve egemenliklerini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mevcut Hamas dağılsa bile, milyonlarca Filistinli, nesnel bir barışı asgari koşullarda da olsa karşılayan bağımsız bir devlete sahip olmadığı sürece, farklı isimler, sloganlar ve mekanizmalarla yeni bir Hamas'ın ortaya çıkmayacağının garantisi var mı? Türkiye'deki Kürt sorunu, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) ve 40 yıllık silahlı mücadelesinin doğuşuna mı sebep oldu, yoksa PKK mı Kürt sorununu doğurdu? Dolayısıyla “Kürt mazlumiyeti gölü” varlığını ve etkinliğini koruduğu sürece, oradaki “Kürt mücadelesi balığı”nın yok olacağının bir garantisi var mı?

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu. Ama öncelikle Japonya, “hakkı” olduğuna inandığı şey uğruna komşu ülkeleri işgal edip milyonlarca masum insanı tekrar öldüremeyecek üretken bir ülke. Japonya artık birçok şeyi başarabilen bir ülke, bunların başında da geçmişte yaptıklarından dolayı özür dileyebilmesi geliyor.


Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
TT

Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)

Suriye Savunma Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada, dün akşam Rakka kırsalında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile çıkan çatışmalarda iki askerin öldürüldüğünü duyurdu.

Suriye devlet televizyonu dün akşam, SDG'nin bölgedeki Suriye ordusu mevzilerine sürpriz bir saldırı düzenlemesinin ardından Rakka'nın doğusundaki Ma'adan şehri civarında şiddetli çatışmaların çıktığını bildirdi. Kanal, SDG'nin bölgedeki ordu mevzilerini hedef almasının ardından ordu topçularının SDG'nin ateşine karşılık verdiğini de ekledi. SDG ise güçlerinin DEAŞ unsurlarının Rakka'nın doğusundaki Ganem el-Ali çölünde bulunan mevzilerine insansız hava araçları (İHA) fırlatmak için kullandıkları bir dizi mevziyle mücadele ettiğini söyledi. SDG tarafından yapılan açıklamada, “Bölge, bu hafta Şam hükümetine bağlı gruplar tarafından bir dizi saldırıya maruz kaldı. Bu saldırılar, terörist saldırılarını gerçekleştirmek için bu bölgeleri kullanan DEAŞ unsurlarının faaliyetleriyle paralel olarak gerçekleşti” denildi. SDG, ‘Suriye'nin kuzey ve doğusunu meşru bir şekilde savunmaya ve sivilleri hedef alan her türlü terörist tehdidi önlemeye’ kararlı olduğunu vurguladı.

Bu hafta başında SDG, doğu Rakka'da Suriye hükümeti gruplarının saldırısını engellediğini duyurmuş ve çatışmanın tırmanmasını önlemek için orantılı bir yanıt verildiğini belirtmişti.

SDG, Suriye'nin kuzey ve doğusunun büyük bir bölümünü kontrol ediyor.

Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra geçen ay, başkent Şam'da SDG lideri Mazlum Abdi ile görüştüğünü ve ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki tüm cephelerde ve askeri konuşlanma noktalarında derhal kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaştıklarını söyledi.


İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
TT

İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)

İsrail savaş uçakları, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'un doğusuna hava saldırısı düzenlerken, sivil savunma ekipleri kanlı bir günün ardından bölgeden üç ceset çıkardı ve 15 yaralıyı tahliye etti.

Filistin Enformasyon Merkezi, ‘işgal uçaklarının bu sabah erken saatlerde Han Yunus'un doğusunda, ağır topçu bombardımanı ile eşzamanlı olarak birkaç hava saldırısı düzenlediğini’ bildirdi.

Gazze Şeridi'ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü, ‘işgal güçlerinin Han Yunus'un doğusundaki Beni Suheyla bölgesinde bir evi bombalamasının ardından üç şehit çıkarıldığını ve 15 yaralı tahliye edildiğini’ duyurdu.

Gazze Şeridi'ndeki hastanelerin sağlık kaynakları dün, ‘İsrail ordusunun 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasını açıkça ihlal ederek, Gazze ve Han Yunus şehirlerinde 17'si çocuk ve kadın olmak üzere 28 kişiyi öldürdüğünü’ bildirdi.

Hamas Sözcüsü Hazım Kasım bugün yaptığı açıklamada, İsrail’i Gazze anlaşmasını ihlal etmekle suçladı. Kasım, İsrail’in aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda kişiyi öldürdüğünü ve yaraladığını belirterek, Mısır, Katar, Türkiye ve ABD’yi bu ‘ihlalleri’ derhal durdurmak için harekete geçmeye çağırdı.

Kasım, İsrail ordusunun ‘anlaşmanın varlığına rağmen Gazze’de büyük bir katliam gerçekleştirdiğini’ ve bu tutumun, İsrail hükümetinin arabulucular ve garantör ülkeler nezdindeki açık saygısızlığını yansıttığını söyledi. Kasım ayrıca, bu ülkelerin işgalci güçlerin Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmakta yetersiz kaldığını ifade etti.

dwef
İsrail'in düzenlediği hava saldırısının gerçekleştiği bölgeyi inceleyen Filistinliler (Reuters)

Kasım, “Şarm eş-Şeyh'te anlaşmayı imzalayan tüm tarafları, özellikle Mısır, Katar, Türkiye ve ABD'yi, sorumluluklarını yerine getirmeye ve işgalin saldırganlığını ve Gazze'deki savaşı sona erdirmek için yapılan anlaşmanın ihlallerini durdurmak için acil önlemler almaya çağırıyoruz” dedi.