İsrail, Van Damme'a verdiği yanıtla tanınan komedyenin evini bombaladı

En az 23 kişinin öldüğü bildiriliyor

Zuiater, Jean-Claude Van Damme'ı taklit ederek dünyada haber olmuştu (Tashweesh/AFP)
Zuiater, Jean-Claude Van Damme'ı taklit ederek dünyada haber olmuştu (Tashweesh/AFP)
TT

İsrail, Van Damme'a verdiği yanıtla tanınan komedyenin evini bombaladı

Zuiater, Jean-Claude Van Damme'ı taklit ederek dünyada haber olmuştu (Tashweesh/AFP)
Zuiater, Jean-Claude Van Damme'ı taklit ederek dünyada haber olmuştu (Tashweesh/AFP)

Gazze Sağlık Bakanlığı, İsrail'in cuma günü düzenlediği hava saldırısında meşhur bir Filistinli komedyenin evinin hedef alındığını bildirdi. Yerle bir olan konutta ilk belirlemelere göre en az 23 kişi öldü, çok sayıda kişi de yaralandı. 

Mahmud Zuaiter'in Gazze Şeridi'nin ortasında yer alan Deyr el-Belah bölgesindeki aile evinde ölenlerin çoğunun kadın ve çocuk olduğu da Hamas kontrolündeki bakanlığın paylaştığı bilgiler arasında. 

Yaralanan Mahmud Zuaiter'in kendisi gibi hasar almış bir çocuğu tutarken çekilmiş videosu internette yayımlandı. Komedyenin şu ifadeleri kullandıktan sonra gözyaşlarına boğulduğu görüldü:

Hiç kimse Gazze'yi terk etmesin diye sert sözler sarf ettim ve Allah'a 'Beni Gazze'yi terk etmek zorunda bırakma' diye dua ediyordum. Çünkü Gazze'yi ve halkını çok seviyorum. Ancak görünen o ki Gazze'yi terk etmemizi istiyorlar.

30'lu yaşlarının sonundaki Zuaiter'in Instagram'da 1 milyon 200 bini aşkın takipçisi var. Filistinli komedyen, YouTube'da da popüler bir isim. 

Zuaiter, 2013'te bir otomobil markasının Jean-Claude Van Damme'la çektiği reklamı uyarlayarak Filistin'deki koşulları mizahi bir dille dünyaya göstermişti.

Belçikalı aktör yer aldığı reklamda iki tırın üstünde bacaklarını açarken, Filistinli komedyen petrol eksikliği yüzünden arkadaşlarının ittiği iki otomobille benzer bir video çekmişti. 

Son Gazze savaşı, Hamas öncülüğündeki 7 Ekim saldırılarının ardından başlamıştı. İsrail'in verdiği resmi rakamlara göre ülkede çoğu sivil 1160 kişi öldürülürken yaklaşık 250 kişi rehin alınmıştı.  

Gazze Sağlık Bakanlığı, cumartesi yaptığı açıklamada bölgede en az 29 bin 606 kişinin İsrail tarafından öldürüldüğünü bildirirken bunlarından 92'sinin son 24 saatte yaşamını yitirdiğini de belirtti. 7 Ekim'den beri yaralanan Filistinli sayısıysa 69 bin 737 diye açıklandı. 

Filistin resmi ajansı WAFA'nın haberine göre, İsrail güçleri gece boyu hava, kara ve denizden başta Gazze kent merkezi olmak üzere çeşitli noktalara yoğun saldırılar düzenlemeyi sürdürdü.

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'nin orta kesiminde yer alan Deyr el-Belah, Nusayrat, Ez-Zeytun, Bureyc ve El-Megazi bölgelerindeki evlere havadan ve karadan düzenlediği saldırılarda onlarca Filistinliyi öldürdü, onlarca kişiyi de yaraladı.

Söz konusu bölgelere yönelik devam eden bombardıman nedeniyle ambulanslar ölü ve yaralılara ulaşmakta büyük zorluklar yaşıyor.

Gazze'nin Sabra, Tel el-Heva ve Ed-Derec mahalleleri de yoğun topçu bombardımanına maruz kaldı ve onlarca kişi yaralandı. Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus kentinin doğu ve batı bölgeleri de İsrail'in yoğun topçu bombardımanına tanık oldu.

İsrail topçu birlikleri ayrıca Refah'ın batısındaki El-Mevasi'de yerinden edilenlerin kaldığı barınma merkezleri ve çadırların yakınına da çok sayıda top mermisi attı.

 

Independent Türkçe, AFP, AA



Esasa yönelik bir tartışma

 Lübnan'da üç Başkan Avn, Berri ve Selam’ın buluşması (AFP)
Lübnan'da üç Başkan Avn, Berri ve Selam’ın buluşması (AFP)
TT

Esasa yönelik bir tartışma

 Lübnan'da üç Başkan Avn, Berri ve Selam’ın buluşması (AFP)
Lübnan'da üç Başkan Avn, Berri ve Selam’ın buluşması (AFP)

Refik Huri

Lastik gibi uzayan anlaşma ve “Şii uyanışı” oyunu herkesin bildiği şekilde sonuçlandı; anlaşmanın pozisyonunun, rolünün ve kazanımlarının teyit edilmesi. Oyun, Şii İkilisinin anayasa ve anlaşmalar dışında oynadığı yılların ardından, Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın çabalarıyla Başbakan Nevvaf Selam'ın Meclis Başkanı Nebih Berri ile görüşmesinden sonra söylediği gibi, “Taif Anlaşması uyarınca değiştirilen anayasa” söylemi üzerinde anlaşmaya varılmasıyla bitti. 1943’teki Ulusal Anlaşma’dan 1989’da Taif’te varılan Milli Mutabakat Belgesi’ne kadarki anlaşmaların özü okunmadan sona erdi.

1943 Anlaşması’nda “Ne Doğulu ne de Batılı hiçbir vesayet, hiçbir koruma, hiçbir ayrıcalık, hiçbir özel statü yoktur” ifadesi yer almaktaydı. Milli Mutabakat Belgesi’nde ve değiştirilen anayasada ise “Birlikte Yaşama Anlaşması’na aykırı hiçbir otoritenin meşruiyeti yoktur” denilmektedir. Anlaşmanın esasında, Lübnan çoğulculuğu içerisindeki her mezhep içinde çoğulculuğun var olması yatmaktadır. Özü ise mezhepler arasındaki ayrıntılar arasında değil, Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki bir arada yaşamadır.

Büyük anayasa uzmanı Edmond Rabbat, “Anlaşma, anayasal hedefe hizmet eden bir fonksiyon olarak var olmuştur. Dini ve bölgesel özellikleri özümseyen ve ulus-devleti kurmaya yönelen ulusal duygunun uygulanışını besleyen ulusal bir bütünleşmeye yol açmalıdır” diye yazar.

Hizbullah ve Emel Hareketi'nin arkasında durduğu mezhepsel anlaşmanın bütün bu bilimsel, pratik, anayasal ve sözleşme mantığıyla hiçbir ilgisi yoktur. Şii İkilisini endişelendiren, hiç kimsenin Lübnan toplumunun herhangi bir bileşeni için istemediği veya kendisine uygulamadığı dışlanma değil aksine, hegemonya ve onu kaybetmeye yönelik korkudur. Hegemonyayı geri kalanlar ile paylaşmanın zorluğudur. Siyasi Şiiliğin ulaştığı sonuç, kendisinden önce aşamalar halinde siyasi Maronizm ve siyasi Sünniliğin ulaştığı sonucun aynısıdır; ne silahla, ne sayıyla, ne düşman İsrail ile savaşarak, ne de Velayet-i Fakih’e bağlanarak sürekli bir hegemonya kurmaya imkân yoktur.

Lübnan, Suriye, Gazze ve bölgedeki muazzam dönüşümlere ve Gazze savaşı ile Lübnan’daki destek savaşının tehlikeli ve yıkıcı deneyimine rağmen, Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım, “İslami direnişin devam edeceğini” ve meselenin “dini yükümlülük” olduğunu vurguluyor. Şeyh Naim’in görüşüne göre direniş “koşullara değil, ilkelere bağlıdır.” Koşullar değişir, ancak ilkeler sabit kalır. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu bağlamda Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Gücü Komutanı General İsmail Kaani'nin “İran liderliğindeki direniş ekseninin Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve Filistin'de İmam Mehdi'nin zuhuruna ve hükümetinin kuruluşuna kadar faaliyet göstermeye devam edeceği” yönündeki sözleri, Hizbullah ile İran projesi arasındaki ideolojik bağın en açık ifadesidir.  Nitekim Gazze ve Lübnan savaşlarında yaşananlardan, Esed rejiminin devrilmesinden ve İran'ın Suriye'den çekilmesinden sonra bile Dini Lider Ali Hamaney'in tutumunda tek bir kelime bile değişiklik olmadı.

Direniş deneyiminin derin veya yüzeysel herhangi bir öz değerlendirmesinden bağımsız olarak, Lübnan'da İslami Direniş ile tartışma işte bu noktada başlıyor. Bu her zaman üzerinden atlanıp direniş ve Filistin'in kurtuluşu konusundaki pozisyona geçiş yapılmak istenen esasla ilgili bir tartışmadır. Sanki direniş Filistin’i kurtarmaya muktedirmiş ve Filistin’i karış karış özgürleştirmek mümkünken buna karşı çıkanlar varmış gibi. Burada mesele, iki taraf arasındaki bir anlaşmazlıktır. Bunlardan biri İsrail'in ortadan kaldırılmasını reddeden ABD, Avrupa, Rusya ve Çin'in pozisyonlarını, düşmanın gücünü ciddiye almadan Filistin'i kurtarmak için kalıcı bir savaş stratejisinde ısrar eden İran projesi ve onun kıyamet silahına bağlıdır. Diğer tarafı temsil eden Lübnan'daki çoğunluk ise

 krizlerle boğuşan ve Filistin davasında en büyük bedeli ödeyen ülke için sürekli savaşı ağır bir yük olarak görmektedir.

Anlaşmazlığın nedeni, direniş güçlü olmasına rağmen Lübnan'ı, liderlerini ve çevresini koruyamaz ve tabii ki Filistin'i özgürleştiremezken, Lübnan'dan kalkınma, bilimsel ilerleme, ulus-devlet inşası, hızlı teknolojik ilerleme ve yapay zekadan feragat etmesinin istenmesidir. Bir diğer anlaşmazlık konusu, bütün evlatları için nihai bir vatan olan ortak topraklarda, diğer ortaklara bakmaksızın, bir savaşa girişilmesidir. Üçüncüsü, “halk, ordu ve direniş” üçlemesi ile ilgilidir. Çünkü direniş halk ve ordunun görüşünü almadan hareket etmektedir.

En tehlikelisi ise Lübnan'ın ya direnişin gölgesinde kalacağı ya da İsrail'in boyunduruğu altına gireceği şeklinde tehlikeli ve yanlış bir denklemin ortaya atılmasıdır. Bu, Lübnan'ın, tarihinin ve kültürünün yok sayılmasıdır. İslami direniş olmadan ayakta kalamayacağına dair bir imadır. Ama direniş, özellikle de kendisi için önemli dönüşümlerin yaşandığı ve Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın seçildiği, Nevvaf Selam'ın başbakanlığı üstlendiği bir dönemde önünde açık bir fırsat dururken, Lübnan'ın tercihi değildir.

Mara Karlin'in “Total War Is Back” adlı kitabındaki tavsiyesi şudur: “Gelecekte daha büyük savaşlardan kaçınmak için bugünkü büyük savaşlardan ders alınmalıdır.”