Ortadoğu'da yeni bir bölgesel güvenlik sistemi oluşumunun özellikleri neler?

ABD'nin Ortadoğu politikasının net olması, söz konusu güvenlik sisteminin nasıl şekilleneceğini ya da şekillenip şekillenmeyeceğini belirleyecek

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon
TT

Ortadoğu'da yeni bir bölgesel güvenlik sistemi oluşumunun özellikleri neler?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon

Bilal Saab

Ortadoğu ülkeleri siyasi açıdan kırılgan olmaya devam ettiği sürece, İran baskı ve ikna yöntemlerini bir arada kullanarak nüfuzunu yaymanın bir yolunu bulacaktır. Ancak İran bugün, 1979 yılındaki devrimden bu yana en zayıf olduğu dönemi yaşıyor. Komşularının siyasi zayıflıklarından ve mezhepsel bölünmelerinden faydalanmak bir yana, zar zor ayakta kalabildiği gerçeğini inkar etmek mümkün değil.

İran'ın onlarca yıl boyunca özenle inşa ettiği milis ağı, Hamas ve Hizbullah'ın İsrail'le son savaşlarının ardından aldıkları askeri yenilgiler ve İran'ın bölgedeki tek müttefiki olan Suriye'deki Beşşar Esed rejiminin çöküşüyle darmadağın oldu.

Tüm bunlar çok önemli olan ‘İran'ın göreceli olarak daha da zayıfladığı mevcut dönem, yeni bir bölgesel güvenlik düzeninin şekillendirilmesi için bir fırsat mı sunuyor?’ sorusunu gündeme getiriyor.

Eğer ABD ve Arap ülkelerinden ortakları güvenlik konusunda daha önce görülmemiş bir şekilde iş birliği ve koordinasyon içinde olurlarsa -ki bu oldukça şüpheli- cevap ‘evet’ olur.

ABD’nin Arap ülkelerinden ortaklarının tutumu

Ancak Donald Trump yönetiminin Ortadoğu politikasında öncelikle Arap ülkelerinden ortaklarının stratejik konumunu göz önünde bulundurması önem taşıyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi ülkeler İran'la herhangi bir çatışma arayışında değiller. İran'ı daha da zayıflatmak için bir fırsat var ve bunun tamamen farkındalar, ancak inisiyatif almayacaklar. Bunu hiçbir zaman yapmadılar ve anlaşılabilir nedenlerden dolayı da yapmayacaklar.

İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) bölgedeki siyasi şiddeti desteklemesi konusunda Tahran’a daha baskıcı bir yaklaşım sergilemesi için Washington’a baskı yapma günleri -en azından öngörülebilir bir gelecek için- geride kaldı. Riyad, Abu Dabi ve diğer bölge ülkelerinin başkentleri Tahran'la uzlaşma ve yakınlaşma yolunu seçtiler. Böylece en önemli öncelikleri olan ekonomik kalkınmaya odaklanabilirler. Çünkü uzun vadeli ekonomik vizyonlarında belirledikleri hedefleri gerçekleştirmek için ihtiyaç duydukları doğrudan yabancı yatırımı çekebilecek sakin ve istikrarlı bir bölge istiyorlar.

Trump ve ABD’nin Arap ülkelerinden ortaklarının genel tutumlarının ötesinde, güvenlik alanında daha fazla iş birliği için pek çok alan olduğu bir gerçek. Aslında iki taraf arasında İran konusunda büyük bir ihtilaf ya da anlaşmazlık olduğu söylenemez.

BAE ve Bahreyn 2020 yılında İsrail ile İbrahim (Abraham) Anlaşmaları imzaladıklarında bile İran'ı yabancılaştırmaktan ya da provoke etmemek için güvenlik alanında iş birliğini kasıtlı olarak vurgulamaktan kaçındılar. Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki anlaşmaların imzalanmasının üzerinden dört yıl geçse de henüz anlaşmanın tarafları arasında herhangi bir ortak güvenlik girişimi olduğunu duymadık. Körfez ülkelerinin liderlerinin bugüne kadar Washington'da ya da bölgede ABD’li mevkidaşlarıyla bir araya geldikleri görüşmeler genellikle ekonomi, teknolojik yenilikler ve yatırımlar üzerineydi. Ortak güvenlik hakkında neredeyse hiç konuşmadılar. Öte yandan Körfez ülkelerinin liderleri, ABD ordusunun kendi ülkelerinin topraklarından ister Yemen’deki Husiler ister Irak’taki milisler olsun İran’ın bölgedeki müttefiklerine saldırı düzenlemesine izin vermeyi reddetmeye devam ediyorlar.

Bunların hiçbiri Arap ülkelerinin İran'a aniden güvendikleri ya da kendi güvenlikleri konusunda endişelenmedikleri anlamına gelmiyor. Ancak İran’ın mevcut göreceli zayıflığı, yeni bir bölgesel güvenlik düzeninin şekillendirilmesi için ne kadar fırsat sunarsa sunsun, Arap ülkelerinden ortakların ABD ve İsrail ile güvenlik iş birliği söz konusu olduğunda bir kırmızı çizgisi olduğunu da ortaya koyuyor. Doğru bir şekilde değerlendirdikleri üzere, İran yaralı da olsa yine tehlikeli olmaya devam ediyor.

ABD’nin tutumu

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD Başkanı Donald Trump, İran'la ilgili açıklamalarında nükleer anlaşmayı birinci önceliği olarak belirlemiş gibi görünüyor. Trump'ın genel tercihi, Arap ortakları gibi, Ortadoğu'daki tüm savaşları sona erdirmek ve ekonomik kalkınmayı teşvik etmek.

Trump, İran’ın bölgedeki davranışları hakkında fazla bir yorumda bulunmamış ve İran’a yönelik stratejisi henüz olgunlaşmamış olsa da, her zamankinden daha hızlı ilerliyor gibi görünen nükleer meselesine daha çok odaklanıyor. Trump’ın Tahran'a yaklaşımının özü ‘ya anlaşmaya varmak ya da bombalanmayı göze almak’ şeklinde olabilir. Bu da ABD'nin tek başına ya da zaten parmağını tetiğe koymuş olan İsrail ile birlikte benimsediği bir yaklaşım olarak görülebilir.

xsdfgt
Görsel: Eduardo Ramon

Ancak bu Trump'ın İran'ın bölgedeki istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerini tamamen görmezden geleceği anlamına gelmiyor. Trump, ilk başkanlık döneminde, 2020 yılının ocak ayında Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani'nin öldürülmesi emrini vermişti.

Süleymani’nin öldürülmesi, İran'ın bölgedeki askeri gücüne indirilmiş yıkıcı bir darbe oldu. Süleymani, Tahran'ın bölgedeki milis ağını bir arada tutan tutkal görevi görüyordu. İranlılar onun yerine geçebilecek birini bulmakta büyük zorluk çekti. Trump, ABD'nin İran'a karşı bu tür saldırgan taktiklerini Tahran'ı nükleer programı konusunda taviz vermeye zorlamanın bir yolu olarak görüyor olabilir.

Güvenlik alanında iş birliğinin geliştirilmesi

Ancak Trump ve ABD’nin Arap ülkelerinden ortaklarının genel tutumlarının ötesinde, güvenlik alanında daha fazla iş birliği için pek çok alan olduğu bir gerçek. Aslında iki taraf arasında İran konusunda büyük bir ihtilaf ya da anlaşmazlık olduğu söylenemez. Çünkü her iki taraf da her zaman olduğu gibi kendi ulusal çıkarlarının peşinde olacaktır. Ancak bölgedeki bu tarihi andan, İran'ın yükselişte ve bölgeyi kasıp kavurduğu değil, düşüşte olduğu bir andan faydalanmak daha önemli.

Trump’ın ekibi İran'la başa çıkmak için bir strateji oluşturmakla meşgulken, İsrail hiç vakit kaybetmiyor. İsrail, İran'la her ne şekilde olursa olsun yüzleşmeye ve onu zayıflatmaya kararlı görünüyor.

Güvenlik alanında iş birliğinin nihai şekli, Trump'ın Suudi Arabistan'a ve muhtemelen diğer Arap ortaklarına ya ikili müzakereler ya da İsrail'in de dahil olduğu çok taraflı müzakereler sonucunda resmi bir savunma anlaşması sunduğu bir senaryo olacaktır. ABD, şimdiye kadar Arap ülkeleri-İsrail normalleşmesinin Filistinlilerin bağımsız bir devlet kurmalarının önünü açacağı ve Riyad'a Washington'dan resmi bir savunma garantisi vereceği yönünde bir fikir sundu. Eğer bu gerçekleşirse, Suudi Arabistan'ın (ve belki de bölgedeki diğer ülkelerin) bölgesel güvenlik konusunda ABD ile iş birliğine yaklaşımını önemli ölçüde etkileyebilir. Riyad, İran'la bir çatışmanın patlak vermesi ya da İran'ın 2019 yılının eylül ayında yaptığı gibi Suudi Arabistan’a bir kez daha saldırması halinde ABD'nin yasal olarak onun adına askeri müdahalede bulunmak zorunda kalacağını bildiğinden ABD ile güçlü bir savunma anlaşmasıyla eskisinden daha fazla iş birliği yapmayı kabul edebilir. İki ülke arasında bu çerçevede ve ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında, özellikle de tüm bölgenin yararına olacak entegre hava ve füze savunması alanında çeşitli güvenlik iş birlikleri kurulabilir.

ABD ile savunma anlaşmasına varılmaması halinde Arap ülkelerinden ortaklar ortaya çıkabilecek herhangi bir İran karşıtı ittifaktan uzak durmaya devam edecekler. Bunun yerine Trump’a uzun yıllardır masada olmayan ekipmanlar için lobi yaparak aralarında beşinci nesil uçaklar, iletişim sistemleri, otonom silahlar ve çeşitli mühimmatların da yer aldığı kendi savunma sistemlerini geliştirmeye odaklanmayı sürdürecekler.

Gizli faktör

Trump’ın ekibi İran'la başa çıkmak için bir strateji oluşturmakla meşgulken, İsrail hiç vakit kaybetmiyor. İsrail, İran'la her ne şekilde olursa olsun yüzleşmeye ve onu zayıflatmaya kararlı görünüyor. Hamas ve Hizbullah'a çoktan ağır bir darbe indiren İsrail, geçtiğimiz yılki kısasa kısas saldırılarının ardından İran savunmasının büyük bir kısmını ortadan kaldırmayı başardı. ABD istihbaratına göre İsrail, İran'ın bazı nükleer tesislerini vurmayı düşünüyor ve bunu bu yılın ortalarında yapabilir.

Arap ortaklar, İran'a karşı ABD ve uluslararası diplomasiyi güçlendirerek ve ABD'nin bölgedeki tüm yapıcı hamlelerine siyasi olarak meşruiyet kazandırarak ciddi bir katkıda bulunabilir ve fark yaratabilirler.

Körfez Arap ülkelerinin İran'a karşı ABD ile iş birliği yapma konusunda çekinceleri olsa da İran ile bir çatışmada İsrail'in yanında olma konusunda daha büyük endişeleri var. İsrail, İran'ın nükleer tesislerine saldırırsa, işi tek başına bitiremeyeceğinin farkında. Bunun sonucunda da İran, sadece İsrail'e değil, Körfez ülkelerine de saldıracak. Bu ülkeler İsrail'e yardım etmek için hiçbir şey yapmasalar bile, durum tamamen algılarla ilgili olmaya devam edecek.

ABD'nin Arap ülkelerinden ortaklarının, bir savunma anlaşmasına varamamaları halinde izleyebilecekleri en muhtemel politika ve hareket tarzı, İsrail'in İran'a ve bölgedeki vekillerine karşı yürüttüğü askeri faaliyetlere mesafeli durmaya devam etmek olacak. Bu ülkelerden herhangi birinin İran'a karşı İsrail'le birlikte daha cesur ya da daha resmi bir adım atmaya çalıştığını hayal etmek son derece zor.

Ama belki de buna gerek kalmayacak. Belki de İsrail ve ABD'nin tek istediği -ABD'nin hiçbir Arap ortağıyla savunma anlaşması imzalamadığını varsayarsak- Arapların diplomasi yürütmesinden, çatışma sonrası yeniden inşada iş birliği yapmasından ve geçtiğimiz yıl İran ve İsrail'in iki kez doğrudan birbirlerini vurduğu sırada gördüğümüz gibi biraz olsun güvenliği sağlamasından ibaret olabilir.

Arap ortaklar, İran'a karşı ABD ve uluslararası diplomasiyi güçlendirerek, ABD'nin bölgedeki tüm yapıcı hamlelerine siyasi olarak meşruiyet kazandırarak ve İsrail tarafından son 15 ay içinde büyük bir kısmı yıkıma uğratılan Gazze Şeridi’nin ve Lübnan'ın güneyinin yeniden inşası için kaynak tahsis ederek ciddi bir katkıda bulunabilir ve fark yaratabilirler.

ABD, olayları basite indirgemek pahasına her zaman olduğu gibi Ortadoğu'da yeni bir bölgesel güvenlik düzeninin şekillendirilmesinde liderliği üstlenmeli. Her şey Washington'da başlıyor. ABD'nin Ortadoğu politikasının net olması, söz konusu güvenlik sisteminin nasıl şekilleneceğini ya da şekillenip şekillenmeyeceğini belirleyecek.



Suriye, Lübnan'a kaçak olarak sokulmak üzere olan mayın sevkiyatının ele geçirilmesi sırasında bir kişinin öldüğünü duyurdu

Suriye güvenlik güçleri tarafından ele geçirilen çok sayıda mayın (Suriye İçişleri Bakanlığı'nın resmi X hesabı)
Suriye güvenlik güçleri tarafından ele geçirilen çok sayıda mayın (Suriye İçişleri Bakanlığı'nın resmi X hesabı)
TT

Suriye, Lübnan'a kaçak olarak sokulmak üzere olan mayın sevkiyatının ele geçirilmesi sırasında bir kişinin öldüğünü duyurdu

Suriye güvenlik güçleri tarafından ele geçirilen çok sayıda mayın (Suriye İçişleri Bakanlığı'nın resmi X hesabı)
Suriye güvenlik güçleri tarafından ele geçirilen çok sayıda mayın (Suriye İçişleri Bakanlığı'nın resmi X hesabı)

Suriye İçişleri Bakanlığı bugün X platformu üzerinden yaptığı açıklamada, Lübnan’a gönderilmek üzere olduğu belirtilen büyük miktarda harp mayınının sevkiyatını engelleyen operasyonda bir kişinin öldüğünü, dört kişinin ise gözaltına alındığını duyurdu.

Açıklamaya göre operasyon, Şam’ın kuzey kırsalındaki Cebbe bölgesinde yürütülen ‘titiz takip ve detaylı soruşturma’ sonrası gerçekleştirildi. Şüpheli bir grubun hareketlerinin tespit edilmesinin ardından düzenlenen baskında dört kişi yakalandı, beşinci bir şüpheli ise devriyelerle yaşanan çatışma sırasında öldürüldü.

Lübnan sınırına yakın Yabrud bölgesinin iç güvenlik müdürü Halid Abbas Taktuk, uzman birimlerin ‘fitilleri takılı bin 250 harp mayınını’ ele geçirdiğini, mayınların Şam kırsalındaki Cebbe bölgesinde bir noktada depolandığını aktardı. Bakanlık, ele geçirilen mühimmatın Lübnan’daki Hizbullah’a kaçırılmak üzere hazırlandığını bildirdi.

Suriye İçişleri Bakanlığı, harp mayınlarının bulunduğu onlarca ahşap sandık ve çantanın yanı sıra bir binanın avlusunda istiflenmiş yüzlerce mayını gösteren fotoğraflar yayımladı.

Suriye-Lübnan sınırı boyunca uzanan 300 kilometrelik hat, özellikle Kalamun, Zebedani ve Humus kırsalındaki sarp dağlık bölgelerde faaliyet gösteren kaçakçılık şebekelerinin yoğun hareketliliğine sahne oluyor. Bu şebekeler, bölgenin coğrafi yapısından ve kontrolsüz geçiş noktalarının fazlalığından yararlanarak uyuşturucu, akaryakıt ve silah kaçakçılığı yapıyor. Bu durum, AFP’nin aktardığı bilgilerle de destekleniyor.

Hizbullah’a yönelik saldırılarını artıran İsrail ise Tahran destekli örgütün yeniden silahlanmaya çalıştığını öne sürüyor. Şarku'l Avsat'ın edindiği bilgiye göre11 Eylül’de Suriye, Şam yakınlarında Hizbullah bağlantılı bir hücrenin çökertildiğini açıkladı, ancak Hizbullah yayımladığı açıklamada Suriye topraklarında ‘varlık göstermediğini’ belirtti.

Beşşar Esed’in devrilmesinin ardından göreve gelen yeni yönetim, Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera liderliğinde sınır güvenliğini artırmaya yönelik adımlar atıldığını duyurmuştu. Zaman zaman çatışmalar yaşansa da kaçakçılık faaliyetleri durmadı. Komşu ülkeler, özellikle büyük miktarlarda captagon hapı ele geçirildiğini açıklamayı sürdürüyor.


Hafter, AFRICOM ile güvenlik ve askeri iş birliğini görüştü

Libya Ulusal Ordusu (LUO) Komutanı Mareşal Halife Hafter ve oğulları, LUO karargâhında AFRICOM Komutanı General Dagvin Anderson ile görüştü, 2 Aralık 2025. (LUO Genel Komutanlığı)
Libya Ulusal Ordusu (LUO) Komutanı Mareşal Halife Hafter ve oğulları, LUO karargâhında AFRICOM Komutanı General Dagvin Anderson ile görüştü, 2 Aralık 2025. (LUO Genel Komutanlığı)
TT

Hafter, AFRICOM ile güvenlik ve askeri iş birliğini görüştü

Libya Ulusal Ordusu (LUO) Komutanı Mareşal Halife Hafter ve oğulları, LUO karargâhında AFRICOM Komutanı General Dagvin Anderson ile görüştü, 2 Aralık 2025. (LUO Genel Komutanlığı)
Libya Ulusal Ordusu (LUO) Komutanı Mareşal Halife Hafter ve oğulları, LUO karargâhında AFRICOM Komutanı General Dagvin Anderson ile görüştü, 2 Aralık 2025. (LUO Genel Komutanlığı)

Kahire: Halid MahmudABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) Komutanı General Dagvin Anderson, Libya ziyaretine devam ederek ülkenin doğusuna geçip Libya Ulusal Ordusu (LUO) Komutanı Mareşal Halife Hafter ile bir araya geldi. Anderson, başkent Trablus’ta Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde Washington’un askeri kurumların birleştirilmesi ve iki tarafın katılımıyla ilk kez düzenlenecek ortak askeri tatbikatların önemine vurgu yaptığını belirtmişti.

LUO Komutanlığı dün yaptığı açıklamada, Hafter’in Bingazi’de Anderson ile yaptığı görüşmede, ikili bağların güçlendirilmesi ve askeri iş birliği konularının ele alındığını bildirdi. Görüşmede özellikle terör ve aşırılık, insan kaçakçılığı ve yasadışı göçle mücadele alanlarında koordinasyon sağlanması, ayrıca ordu birliklerinin kapasitelerini artırmaya yönelik ortak eğitim programlarının geliştirilmesi konuları değerlendirildi. Bunun yanı sıra ekonomik ve ticari alanlardaki iş birliği fırsatları da görüşüldü.

Toplantıda Hafter, Libya ile ABD arasında çeşitli alanlardaki özel ortaklık ilişkilerini övdü.

Hafter’in ofisi, Anderson’un görüşmede taraflar arasındaki ilişkilerin derinliğine vurgu yaptığını ve ordunun, Libya’da güvenlik ve istikrarı artırmadaki başlıca rolünün bölge üzerinde olumlu etkileri olduğunu ifade ettiğini aktardı.

acdfgt
AFRICOM Komutanı General Dagvin Anderson, pazartesi günü Trablus'ta Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed el-Haddad ile bir araya geldi. (ABD Büyükelçiliği)

Anderson, Trablus’ta UBH Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ile yaptığı görüşmede, ikili güvenlik iş birliğinin güçlendirilmesi, bölgesel istikrarın sağlanması ve ABD’nin Libya ordusunun birleştirilmesine yönelik çabalarının desteklenmesi konularını ele aldı. Anderson, birleşik, egemen ve istikrarlı bir Libya’nın ABD ve diğer ortaklarla ekonomik iş birliğini artıracağını ve bunun Libya halkının yararına olacağını vurguladı.

ABD Büyükelçiliği, resmi X hesabından yaptığı açıklamada, Anderson’un Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed el-Haddad ve Savunma Bakan Vekili Tuğgeneral Abdusselam ez-Zubi ile ayrı ayrı toplantılar yaptığını bildirdi. Toplantılarda, ortak askeri iş birliğinin genişletilmesi, Libya güvenlik güçlerinin profesyonelliğinin artırılması ve Libya’nın askeri kurumları birleştirme çabaları ele alındı. Anderson ayrıca, AFRICOM tarafından nisan ayında Sirte’de düzenlenecek Flintlock 26 tatbikatının, ülke genelindeki Libya güçlerini Afrika ve Avrupa’daki ortaklarla bir araya getirerek terör ve diğer tehditlere karşı kapasitelerini güçlendireceğini belirtti. Anderson, ABD’nin, Libya’nın bölünmüşlükleri aşarak güvenlik güçlerini birleştirme çabalarını desteklemeye devam edeceğini de taahhüt etti.

gty
Libya Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe, belediye başkanlarıyla bir araya geldi. (UBH)

Diğer yandan Dibeybe, pazartesi akşamı belediye başkanlarıyla yaptığı toplantıda, yürütülen projelerde belirlenen takvimlere uyulmasının ve uygulamaların yüksek verimlilikle takip edilmesinin önemine vurgu yaptı. Dibeybe, bunun vatandaşların yaşamına olumlu yansıyacağını ve hükümetin kalkınma hedeflerine ulaşmasını sağlayacağını belirtti.

Dibeybe, toplantıda ayrıca yeni projelerin uygulanması talimatını verdi; bunların başında okul inşaatları yer alıyor. Yürütme birimlerinin başkanlarına, salı günü itibarıyla belediyelerle doğrudan toplantılar yaparak projelerin ilerleyişini takip etmeleri ve planlanan şekilde uygulanmasını sağlamaları talimatı verildi.

Toplantıya katılanların, hükümetin kalkınma ve hizmet dosyalarını yönetme çabalarını tam olarak desteklediğini, hükümet yaklaşımına bağlı kalacaklarını ve projelere desteğin süreceğini ilettikleri aktarıldı. Bu tutumun, vatandaşlara sunulan hizmetlerin iyileştirilmesine ve tüm sektörlerde yerel kalkınmanın güçlendirilmesine katkı sağlayacağı vurgulandı.

rtt
Önceki belediye seçim kampanyasından (Libya Yüksek Seçim Komisyonu)

Öte yandan Libya Yüksek Seçim Komisyonu, belediye meclisi seçimlerinin üçüncü aşamasının oylamasını bu ayın 13’ünde gerçekleştirme tarihini açıkladı. Bu aşama, ağırlıklı olarak ülkenin doğu ve güney bölgelerinde yer alan dokuz belediyeyi kapsıyor.

Yüksek Seçim Komisyonu, şu ana kadar 120 belediye meclisinden 60’ının seçimlerini tamamladı. Kalan belediyelerdeki seçimleri ise önümüzdeki yıl içinde tamamlamayı planlıyor.


Sudan, Rusya'ya silah karşılığında deniz üssü ve altın teklif ediyor

TT

Sudan, Rusya'ya silah karşılığında deniz üssü ve altın teklif ediyor

Sudan, Rusya'ya silah karşılığında deniz üssü ve altın teklif ediyor

Amerikan yönetimi Sudan’daki çatışmanın taraflarına ülkedeki savaşı durdurmaya yönelik bir yol haritasını kabul ettirmeye çalışırken, ABD ve Sudanlı kaynaklar, Port Sudan yönetiminin Rusya’dan silah desteği almak için Moskova ile temas kurduğunu bildirdi. Kaynaklara göre Port Sudan, gelişmiş silahlar karşılığında Rusya’ya Kızıldeniz kıyısında deniz üssü kurma imkânı ve maden ile altın yatırımları teklif etti. Bu durum, Sudan’daki savaşın, küresel ölçekte kritik öneme sahip deniz geçişlerinden birinde, ABD baskıları ile Rusya’nın cazip teklifleri arasında daha geniş bir güç mücadelesine dönüşmesi riskini artırıyor.

Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak, ABD’nin Sudan’da ateşkes için hazırladığı yeni öneriye ilişkin daha fazla ayrıntı ortaya çıktı. Teklifin, İslamcı akım ve Müslüman Kardeşler’i dışarıda bırakan, askeri, insani ve siyasi alanları kapsayan üç paralel yol haritası içerdiği belirtildi.

Rusya için deniz üssü ve altın

ABD’nin yoğun diplomatik girişimleri sürerken, Wall Street Journal dün yayımladığı haberinde, geçici başkent olarak Port Sudan’ı kullanan hükümetin Rusya’ya Kızıldeniz kıyısında deniz üssü kurma ve maden ile altın alanlarında yatırım yapma teklifinde bulunduğunu aktardı. Habere göre bu teklif, Sudan ordusunun Rusya’dan gelişmiş silahlarla yeniden donatılması karşılığında yapıldı.

fvbg
Kızıldeniz'deki Port Sudan limanı (Getty Images)

Gazetenin adını vermediği Sudanlı yetkililere dayandırdığı habere göre, Sudan’ın Rusya’ya ilettiği teklif, 25 yıllık bir anlaşmayı kapsıyor. Buna göre Rusya, Port Sudan Limanı’nda veya Kızıldeniz kıyısındaki başka bir deniz tesisinde, aralarında nükleer güçle çalışan savaş gemilerinin de bulunduğu dört deniz unsurunu ve en fazla 300 askeri konuşlandırabilecek.

Amerikan gazetesi, böyle bir üssün Rusya’ya Süveyş Kanalı üzerinden geçen ve küresel ticaretin yaklaşık yüzde 12’sini oluşturan deniz hattını izleme imkânı vereceğine dikkat çekti.

ABD uyarısı

Gazete ayrıca, üst düzey bir ABD yetkilisinin, Port Sudan ya da Libya’da kurulacak bir Rus askeri üssünün Moskova’nın güç kullanma kapasitesini artırabileceği ve daha az kısıtlamayla hareket etmesine yol açabileceği uyarısında bulunduğunu aktardı. Emekli Tümgeneral Mark Hicks’in değerlendirmesine göre ise böyle bir deniz üssü, Rusya’nın uluslararası konumunu güçlendirecek ve bölgedeki nüfuz alanını genişletecek.

fv
Sudan Ordusu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan (AFP)

Bu gelişme, Port Sudan’daki askeri yönetimin yeni silah kaynakları arayışını sürdürdüğü bir dönemde ortaya çıktı. Gazetenin adını açıklamadığı bir Sudanlı yetkili, ülkenin gelişmiş silah sistemlerine ve hava savunma kapasitesine ihtiyaç duyduğunu, ancak bu tür bir anlaşmanın ABD ve Avrupa Birliği (AB) ile sorun yaratabileceğini belirtti.

Gazetenin değerlendirmesine göre Washington, savaşı durduracak ve sivil yönetime geçiş sürecini başlatacak bir yol haritasına odaklanırken, Port Sudan yönetimi ise Rusya ile yakınlaşmanın getireceği askeri ve ekonomik kazanımları önceliklendiriyor.

Ateşkes ve uluslararası mekanizma

Bu çerçevede, ABD’nin Sudan’da ateşkese yönelik yeni önerisine ilişkin ayrıntılar da ortaya çıkmaya devam ediyor. Al Arabiya’ya konuşan kaynaklar, teklifin askeri, insani ve siyasi başlıklardan oluşan üç paralel süreci kapsadığını ve İslamcı akım ile Müslüman Kardeşler’in bu süreç dışında tutulduğunu aktardı.

Mısır kaynaklarına dayandırılan habere göre, askeri başlık, ülke genelinde kapsamlı bir ateşkesi öngörüyor. Buna göre ateşkesten sonra geniş ölçekli bir insani operasyon başlatılacak, yardım kuruluşlarının erişimi sağlanacak ve temel hizmetler yeniden tesis edilecek. Ayrıca ateşkesi denetlemek üzere, sahada gözetim mekanizmalarına sahip bir uluslararası komite kurulması planlanıyor. Bu komite, insani koridorların güvenliğini sağlamak, sivilleri korumak ve olası ihlalleri takip etmekle görevlendirilecek.

cdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump’ın Arap ve Afrika İşlerinden Sorumlu Başdanışmanı Massad Boulos (AFP)

İnsani sürecin başarısı, ateşkesin kalıcılığına ve yardımın ülke geneline etkin biçimde ulaşmasına bağlanıyor. Buna göre sağlam bir ateşkes, insani operasyonların başlaması için temel koşul olacak; bu da yardım ekiplerinin erişimini kolaylaştırarak yerinden edilmiş kişiler ile mültecilerin güvenli dönüşü için gerekli ortamın hazırlanmasına katkı sağlayacak.

Siyasi sürece ilişkin öneri ise eski rejim mensupları ve İslamcılar hariç, sivil güçlerin öncülüğünde bir geçiş süreci öngörüyor. Bu süreç, ordunun ve Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) ateşkese onay vermesiyle eş zamanlı olarak başlayacak ve savaşın sonlandırılmasına giden yolun ilk adımını oluşturacak.

Askeri alanda kapsamlı reform

Yol haritası ayrıca kapsamlı bir askeri reform sürecini de içeriyor. Buna göre Sudan İslami Hareketi ve Müslüman Kardeşler çizgisine yakın isimlerin ordu ve güvenlik kurumlarından çıkarılması, silahlı grupların entegrasyonu ve iki tarafla birlikte savaşan milis yapılanmalarının tasfiyesi planlanıyor. Amaç, sivil otoriteye tabi, birleşik ve profesyonel bir ordu ile yeniden yapılandırılmış güvenlik kurumları oluşturmak. Bu süreçte karar merciinin ordu veya HDK olmayacağı özellikle vurgulanıyor.

Öte yandan, eylül ayında ABD’li arabulucu Massad Boulos tarafından sunulan planın, Sudan hükümeti ile HDK temsilcilerine ateşkes ve kapsamlı bir insani süreç önerdiği biliniyor. Ancak Boulos 25 Kasım’da her iki tarafın da plana henüz onay vermediğini açıklamıştı.

Boulos o dönemde yaptığı açıklamada, tarafların ateşkesi ‘ön koşul olmadan’ kabul etmesinin önemine dikkat çekmiş; bunun can kayıplarını azaltmak, siyasi sürecin yeniden başlamasını sağlamak ve ülkenin sivil yönetime geçişi için gerekli koşulları oluşturmak açısından kritik olduğunu ifade etmişti.