İsrail'in vahşeti ve boyutları hakkında

Bölgesel rolünü geri kazanmaya çalışıyor

İsrail ordusunun Gazze'deki kara ve hava harekatlarını genişletmesiyle onbinlerce Filistinli tekrar yerinden edildi (Reuters)
İsrail ordusunun Gazze'deki kara ve hava harekatlarını genişletmesiyle onbinlerce Filistinli tekrar yerinden edildi (Reuters)
TT

İsrail'in vahşeti ve boyutları hakkında

İsrail ordusunun Gazze'deki kara ve hava harekatlarını genişletmesiyle onbinlerce Filistinli tekrar yerinden edildi (Reuters)
İsrail ordusunun Gazze'deki kara ve hava harekatlarını genişletmesiyle onbinlerce Filistinli tekrar yerinden edildi (Reuters)

Macid Kayali

İsrail'in Lübnan ve Suriye'ye yönelik sert ve art arda gerçekleştirdiği saldırıların ne siyasi ne de güvenlik açısından hiçbir haklı gerekçesi yok, zira bu iki ülkede en azından öngörülebilir gelecekte, önleyici bir savaşa girişmesini gerektirecek bir tehlike bulunmuyor. Bunun, 18 aydır ısrarla Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilere ve hatta oradaki Filistinli mülteci kamplarını yıkmaya ve ortadan kaldırmaya çalıştığı Batı Şeria'daki Filistinlilere karşı sürdürdüğü korkunç imha savaşı için de geçerli olduğunu unutmayalım.

Kastettiğimiz, İsrail'in bu vahşi saldırganlığının, bazılarına göre, Binyamin Netanyahu'nun yargılanmaktan ve hesap vermekten kaçma arzusuna ya da yaklaşan seçimleri kazanarak siyasi ömrünü uzatma isteğine bağlanamayacağıdır. Aynı şekilde rehinelerin serbest bırakılması yönündeki baskıyla da alakası yok, zira rehineler aylar önce bir baskı kartı olmaktan çıktılar. Çünkü bunların hepsi, Netanyahu'nun İsraillilerin tartışmasız lideri olmasından sonra çoktan tükendi.

Ayrıca İsrail'in Filistinlilere, Suriye'ye ve Lübnan'a yönelik vahşeti, yalnızca Aksa Tufanı operasyonuna (2023 sonu) bir tepki olarak bile açıklanamaz. Bu operasyon İsrail'e şu anda yaptıklarını yapma fırsatını verdi ancak İsrail'in yaptıkları, bu olaya verilen tepkinin ötesinde oldu ve çeşitli alanlarda gerçekleşti.

Bu durum daha önceki çatışmalarda da yaşandı, nitekim (Hayfa Üniversitesi Ulusal Güvenlik Araştırma Merkezi Başkanı) Dan Tchernov şöyle diyor: “Hamas, Gazze ve Kassam savaşın hedefi veya başarısının ölçüsü değildir. Gazze'de bölgedeki aşırılığın ve direniş mitinin kaderini belirlemek için mücadele ediyoruz. İşte Tahran, Beyrut ve Şam'da çok iyi bildikleri şey budur (Yedioth Ahronoth – 15.01.2009).

İsrail'in bu vahşetinin açıklaması, İsrail'e ve onun çevresindeki konumuna dair belli bir vizyona sahip ideolojik, kendisiyle aynı fikirde olmayan Yahudilere bile karşı olan aşırılıkçılara ait bir hükümetle karşı karşıya olduğumuz gerçeğinde yatıyor

Siyasi coğrafya profesörü Oren Yiftachel de Netanyahu'nun ikinci başbakanlık döneminin (2009-2021) başında bunu doğrulayarak şöyle demişti: “Bu savaş, Filistin tarihini susturma, yani bu ülkenin tüm tarihini silme gibi radikal ve vahşi bir hedef benimseyen İsrail bölgesel projesinin ve davranışının bir devamıdır. Tarihin susturulması aynı zamanda Filistin mekânının ve onunla birlikte tüm siyasi hakların silinmesi demektir. İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşı yalnızca roketleri durdurma, seçimler için bazı isimleri parlatma veya caydırıcılığı yeniden sağlama operasyonu değildir. Savaş sadece Hamas hükümetini devirme girişimi ve aynı zamanda kontrol etmeye yönelik emperyalist (İsrailli-Amerikan) bir girişim de değildir, bunların hepsidir” (İsrail Sahnesi – 18.01.2009).

Dolayısıyla İsrail'in vahşetinin ve radikal hükümetin (Netanyahu, Smotrich, Ben-Gvir) yönetimi altında yaptıklarının açıklaması, İsrail'e ve onun çevresindeki konumuna dair belli bir vizyona sahip ideolojik, kendisiyle aynı fikirde olmayan Yahudilere bile karşı olan aşırılıkçılara ait bir hükümetle karşı karşıya olduğumuz gerçeğinde yatmaktadır.

Aslında bu hükümet, mevcut uluslararası, bölgesel ve Arap koşullarında İsrail'in doğasında köklü değişiklikler yapmak, Yahudi/dindar bir devlet olma niteliğini, (Yahudi vatandaşları için) demokratik/liberal bir devlet olma niteliği pahasına ön planda tutarak, çevresiyle ilişkisini ve uluslararası çerçevedeki konumunu güçlendirmek için uygun bir fırsat buldu. Bunun için bir yandan yargı organını zayıflattı veya ikinci plana itti. Diğer yandan, Filistinlileri siyasi denklemden çıkarmanın yanı sıra, İran ve Türkiye'yi de zarara uğratarak Ortadoğu'nun bölgesel süper gücü olma konumunu geri kazanmaya çalışıyor.

İsrail, 1967 savaşından sonra birçok Arap rejimini yenerek dayattığı Ortadoğu'daki tek bölgesel güç olma rolünü geri kazanmaya ve hatta belki de daha da fazlasını elde etmeye çalışıyor

Önemli olan, İsrail'in bu saldırganlıkla, 1967 savaşından sonra birçok Arap rejimini yenerek dayattığı Ortadoğu'daki tek bölgesel güç olma rolünü geri kazanmaya ve hatta belki de daha da fazlasını elde etmeye çalıştığıdır. Zira İkinci Körfez Savaşı’nın etkileri ve ABD’nin Irak’ı işgali (2003) sonucunda bu rol azalırken, İran’ın bölgedeki rolü güçlenmiş ve ardından Türkiye’nin bölgedeki rolü de artmıştı.

İsrail'de bu eğilimi daha da güçlendiren, şu anda aşırı sağcı Başkan Donald Trump yönetimi altındaki ABD'den sınırsız destek alıyor olması. Trump yönetimi de çıkarlarını ve değerlerini, dünyaya ve hatta dost ülkelere dayatmak için dünya ile savaşıyor. Çıkarlar, emeller ve politikaların bu şekilde örtüşmesi, Netanyahu'yu bütün savaşlarını rahatlıkla yürütmeye teşvik etti.

Yukarıda anlatılanların hepsi, Netanyahu'nun yaptıklarının İsrail güvenlik düşüncesinin merkezinde yer aldığını ve şimdiye kadar sadece bunları benimseyecek bir hükümeti ve koşulların uygun olmasını beklediğini gösteriyor. Örneğin, İkinci İntifada’dan kaynaklanan çatışmalar sırasında, İbrani Üniversitesi Tarih Fakültesi'nde Askeri Çalışmalar Profesörü ve askeri strateji alanında önde gelen uzmanlardan biri olan Profesör Martin Van-Cerveld, Filistinlilere ağır darbe vurulması gerektiğini savunan bir teori ortaya atmıştı. Kendisi şöyle diyordu: “Açık köprüler, ekonomik ve siyasi ilişkiler yok. Caydırıcılık dengesini yeniden sağlamak için bir veya iki nesil boyunca veya ihtiyaç duyulduğu kadar mutlak bir ayrışma olmalı. Bunların kesinlikle pişmanlık duyulmadan, tam bir süratle ve kuvvetle hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu durumda uçak değil topları kullanacağım çünkü onlara onların gözüyle bakmak istiyorum, eğer eylemlerinizle her şeyi yapabileceğinizi kanıtlamazsanız bu harekâtın bir anlamı yoktur. Onlara tüm gücümüzle sert bir darbe indirmemiz lazım ki, bir daha o hale gelmeyelim, çıktığımızda arkamızdan saldırmasınlar. Öyle bir kuvvet ve şiddetle vurmalıyız ki, ikinci bir darbeye ihtiyacımız olmasın. En iyisi, tek ve ağır bir suç işledikten sonra çekilmek ve kapıları arkamızdan kapatmaktır” (Imtisaa Hadhira – 3.8.2002).

İsrail, sadece İran'ın değil, herhangi bir önemli bölgesel askeri gücün varlığını engellemek için de etrafında onlarca kilometrelik hayati bir coğrafi alan dayatmak istiyor.

Dolayısıyla İsrail, Filistinlilere, Lübnan'a ve Suriye'ye karşı savaşlarını, ne gelecekte hangi düzeyde ve biçimde olursa olsun, herhangi bir direniş isteğini bastırmak için ne de önleyici bir savaş olarak yürütmüyor. Zira öngörülebilir gelecekte ne devlet düzeyinde ne de milis gruplar düzeyinde hiçbir direniş olasılığı yok. İsrail, etrafına onlarca kilometrelik hayati bir coğrafi alan dayatmayı amaçlıyor. Bununla, sadece sınırları içerisinde hem ABD hem de İsrail tarafından tehdit edilen İran'ın değil, herhangi bir önemli bölgesel askeri gücün varlığını önlemeyi amaçlıyor. Bu Türkiye için de geçerli, yani Ortadoğu'nun yeni mimarisi çerçevesinde İsrail'in bölgedeki tek bölgesel güç olması varsayımına dayanarak, yeni rejimin gölgesinde Suriye'de Türkiye'nin herhangi bir role sahip olmasına olanak tanınmak istenmiyor.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



ABD ile Avrupa arasındaki çalkantıların Ortadoğu’ya ne gibi yansımaları olacak?

Görsel: Sara Padovan
Görsel: Sara Padovan
TT

ABD ile Avrupa arasındaki çalkantıların Ortadoğu’ya ne gibi yansımaları olacak?

Görsel: Sara Padovan
Görsel: Sara Padovan

Robert Ford

Avrupa ile ABD arasındaki ilişkilerde yaşanan çalkantılar, Avrupa'nın askeri ve ekonomik politikalarındaki değişikliklerin hızını artırırken bu değişiklikler ise Avrupa'nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika (ODKA/MENA) bölgesindeki komşularıyla ilişkilerini de etkilemeye başlıyor. Avrupa ülkeleri, ABD'ye olan bağımlılıklarını azaltmak için jeopolitik bir araç olarak askeri güce yeniden odaklanmaya başladı. Fakat gelişmiş bir askeri sanayi üssü kurmak, yüksek kaliteli silahlar üretmek ve daha büyük orduları harekete geçirip eğitmek zaman alacaktır.

Avrupa, jeostratejik dönüşümün bu aşamasının başlangıcında özellikle ekonomik yardım bütçelerinin azalmasıyla Ortadoğu'daki yumuşak gücünü artırmakta zorluklarla karşı karşıya kalıyor. Avrupa başkentlerinin, özellikle Körfez ülkeleriyle yeni ortaklıklar kurması ve stratejik önceliklerini net bir şekilde tanımlaması her zamankinden daha fazla gerekiyor.

İran

ABD ve Avrupa’nın başlıca ülkeleri, İran'ın nükleer silah edinmesinin engellenmesi gerektiği konusunda hemfikir ve yaptırımların bu amaca ulaşmak için kilit bir baskı aracı olduğunu düşünüyorlar. Ancak Washington ile Moskova arasındaki ilişkilerin gelişmesi ve Avrupa'nın güvenliğine doğrudan tehdit oluşturan Moskova'nın Tahran'la arabuluculuk yapma ihtimali bazı Avrupalı analistleri endişelendiriyor. İran’ın Rusya'ya Ukrayna topraklarını hedef almak için kullandığı binlerce insansız hava aracı sağlaması ve Rusya'nın insansız hava aracı programının geliştirilmesine yardımcı olması, Washington'un yanı sıra Avrupa’nın da Moskova aracılığıyla yapılabilecek herhangi bir uzlaşı anlaşmasına yönelik şüphelerini derinleştiriyor.

“Ekonomik yardımlardaki azalma, ABD Ortadoğu’dan giderek çekilirken Avrupa’nın Ortadoğu’daki yumuşak gücünden yararlanma kabiliyetini sınırlayacak olsa da Avrupa’nın varlığını genişletebileceği alternatif yollar var.

Washington, Moskova ve Tahran arasında varılacak herhangi bir anlaşmayı etkilemeyi hedefleyen Avrupa ülkelerinin, İran'ın nükleer silah edinmesini engelleme konusunda aynı hedefi paylaşan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi etkili Körfez ülkeleriyle yakın koordinasyon içinde olması muhtemeldir. Ancak Avrupa'nın İran'a karşı ABD ve İsrail tarafından olası bir askeri harekâtına katılması pek olası görünmüyor. Çünkü Avrupa başkentleri, ABD Başkanı Donald Trump yönetimiyle, özellikle de Ukrayna konusunda Trump'ın desteğine güvenmeye devam ettikleri düşünüldüğünde, ek sorunlar yaratmak istemiyor. Bu yüzden Avrupa’dan ABD'nin İran'a yönelik herhangi bir askeri operasyonuna yönelik eleştirilerin tonu ve etkisi sınırlı olabilir.

Bütçeler ve yumuşak güç

Daha da önemlisi, Rusya'nın artan tehdidi çoğu Avrupa ülkesini askeri bütçelerini arttırmaya itiyor. Bu da dış ekonomik yardım bütçelerinde kesintilere yol açıyor. Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Bruegel’e göre Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından şubat ayında açıklanan Avrupa'nın askeri harcamalarını gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yaklaşık yüzde 3,5'ine çıkarma hedefine ulaşmak için yılda 250 milyar avro gerekiyor.

Aynı zamanda Avrupa başkentleri de kalkınma yardımlarında kesintiye gidiyor. İngiltere Başbakanı Keir Starmer, şubat ayında İngiltere Parlamentosu’nda yaptığı açıklamada, hükümetinin savunma harcamalarında benzer bir artışı finanse etmek için dış yardımları 13 milyar sterlinden (yaklaşık 16 milyar avro) fazla keseceğini duyurdu. Fransa Savunma Bakanı Sebastien Lecornu, mart ayında Paris'in dış yardımlarını üçte bir oranında azaltarak 2025 yılında 3,8 milyar avroya indirdiği bir dönemde, önümüzdeki yıllarda savunma bütçesinde 40 milyar avroluk bir artış yapılması çağrısında bulundu. Almanya ve Hollanda da son iki yıl içinde dış yardım bütçelerini büyük ölçüde azalttı. Avrupa ülkelerinin dış yardım bütçelerinde yaptığı bu kesintiler, ABD’nin dış yardımda yaptığı önemli kesintileri takip etti.

Ekonomik yardımlardaki azalma, ABD Ortadoğu’dan giderek çekilirken Avrupa’nın Ortadoğu’daki yumuşak gücünden yararlanma kabiliyetini sınırlayacak olsa da Avrupa’nın varlığını genişletebileceği alternatif yollar var. Avrupa, geçtiğimiz onlarca yıl boyunca nüfuz elde etmek için büyük ölçüde mali imkanlarını kullandı. AB, geçtiğimiz yılın şubat ayında Mısır ile üç yıla yayılan yaklaşık 7 milyar avroluk yardım ve yatırım içeren bir anlaşma imzaladı. Resmi istatistiklere göre Ürdün 2011 yılından bu yana AB’den yaklaşık 4 milyar Avro aldı ve iki taraf 2025-2027 dönemi için 3 milyar avroluk yeni bir yardım ve yatırım paketi üzerinde anlaştı. Benzer şekilde Lübnan da 2011 yılından bu yana Avrupa'dan yaklaşık 3,5 milyar avro yardım aldı.

Suriye’nin önümüzdeki yıllarda büyük bir ekonomik yardıma ihtiyacı olacak. Dünya Bankası 2022 yılında Suriye’nin yeniden inşasının maliyetinin en az 250 milyar dolar olacağı tahminini açıklamıştı.

Rusya'yı caydırmak için artan askeri harcamalar ve siyasi açıdan hassas iç sosyal programların talepleri nedeniyle Avrupa ülkelerinin bütçeleri önümüzdeki yıllarda giderek daha fazla baskı altına girecek ve Mısır, Ürdün ve Lübnan gibi ülkelere sağlanan büyük meblağlardaki desteğin sürdürülmesini haklı göstermek giderek daha zorlaşacak. Bu zorluk, Avrupa ülkelerinin Afrika ve Asya'daki kalkınma yardım programlarını finanse etmeye devam etmeleri nedeniyle daha da karmaşık bir hale getiriyor.

defrgty6
Görsel: Sara Padovan

Batılı ülkelerin ODKA bölgesine yönelik yardımları azaldıkça Körfez ülkeleri, Türkiye ve hatta Çin'in desteği giderek daha önemli hale gelecek. Ancak yumuşak güç sadece mali destekten ibaret değil. Avrupa ülkeleri, ABD'de eğitim görmeye olan ilginin azalmasıyla birlikte üniversitelerine öğrenci çekmeye devam edebilir ve yeni nesillerle köprüler kurabilir. Dahası, ABD'nin bölgeye olan ilgisi azaldıkça, Avrupa ve bölge ülkeleri arasında birbirleriyle koordinasyon sağlama ve bölgesel çatışmaları yönetme ihtiyacı da artacak. Özellikle İsrail'le doğrudan ilgili olmayan çatışmalarda ABD'nin doğrudan müdahalesi olmadan hareket etmek için daha fazla alana sahip olacaklar.

Avrupa ve ABD’nin Suriye ayrışması

Örneğin Suriye’nin önümüzdeki yıllarda büyük bir ekonomik yardıma ihtiyacı olacak. Dünya Bankası 2022 yılında Suriye’nin yeniden inşasının maliyetinin en az 250 milyar dolar (en az 230 milyar avro) olacağı tahminini açıklamıştı. Bugünkü gerçek maliyet çok daha yüksek olabilir. Brüksel’de geçtiğimiz mart ayında düzenlenen Suriye konulu 9. Brüksel Konferansı'nda Avrupa ülkeleri toplam 5,8 milyar avroluk taahhütte bulunuldu. Bu miktar geçtiğimiz yıl aynı ayda düzenlenen konferansta taahhüt edilen miktarla neredeyse aynı.

Yardım bütçelerindeki küresel kesintilere rağmen bu kadar yüksek düzeyde desteğin sürdürülmesi, Avrupa'nın Suriye dosyasına verdiği önemi yansıtıyor. Avrupa’nın önde gelen ülkelerinin hükümetleri, AB ile birlikte topraklarına yeni bir Suriyeli mülteci dalgasını önlemek için Suriye'yi istikrara kavuşturmaya ve yeniden yapılandırmaya çalışıyor. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, bu bağlamda geçtiğimiz mart ayında Şam'ı ikinci kez ziyaret etti ve yeniden inşa çabalarını desteklemek üzere 300 milyon avroluk yeni bir yardım paketi açıkladı.

Trump yönetimi Şam ile ilişkilerin düzelmesini Şam'ın İbrahim (Abraham) Anlaşmalarına katılmayı kabul etmesine bağlayabilir. Trump, yaptırımların tamamen hafifletilmesinden önce Şam'a İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yapabilir.

Bu arada şubat ayında AB ve İngiltere, Suriye’nin kamu iktisadi teşebbüslerini (KİT’ler) ve özel sektörünü desteklemek amacıyla enerji ve ulaştırma sektörlerinde faaliyet gösteren belirli Suriye merkezli şirketlere ve beş ticari bankaya yönelik yaptırımları askıya aldı.

ABD Başkanı Donald Trump, Beşşar Esed'in geçtiğimiz aralık ayında devrilmesinin ardından “Suriye ABD’nin sorunu değil” şeklinde bir tweet atarak Suriye dosyasına ilgisinin az olduğunu gösterdi. Washington'daki birçok analist, Trump yönetiminin Asya'daki tehditlere karşı koymaya odaklanan daha geniş bir stratejinin parçası olarak önümüzdeki birkaç yıl içinde ABD güçlerini Suriye'nin doğusundan çekeceğine inanıyor.

Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump yönetimi, Avrupa’nın tutumunun aksine eski ABD Başkanı Joe Biden yönetimi tarafından ocak ayı ortalarında atılan bazı sınırlı adımlar dışında Suriye'ye yönelik yaptırımları hafifletmedi. Ayrıca Brüksel'deki konferans sırasında yeni bir yardım taahhüdünde bulunmaktan da kaçındı. ABD'li üst düzey bir yetkili konferansta yaptığı açıklamada, Trump yönetiminin Suriye’deki yeni hükümetinin ‘radikalizmi’ ve ‘insan hakları ihlallerini’ terk etme konusundaki istekliliğine şüpheyle yaklaşmaya devam ettiğini söyledi. ABD’li yetkili, hiçbir dış yardımın ya da yaptırımların hafifletilmesinin yeniden inşa için gerekli yatırımı çekmeye yetmeyeceğinin de altını çizdi.

Öte yandan Almanya Şam'daki büyükelçiliğini sınırlı bir diplomatik personelle yeniden açarken, Trump yönetimi şimdiye kadar ikili ilişkilerin geleceğini görüşmek üzere Suriye hükümetiyle masaya oturma konusunda herhangi bir isteklilik göstermedi.

Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, şubat ayında Washington'da düzenlenen Amerikan Yahudi Komitesi (AJC) etkinliğindeki konuşmasında Suriye ve Lübnan'ın önünde sonunda İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalayabileceğini söylemesi durumu ilginçleştiriyor. Washington'daki kaynaklara göre Trump yönetimi Şam ile ilişkilerin düzelmesini Şam'ın İbrahim (Abraham) Anlaşmalarına katılmayı kabul etmesine bağlayabilir. Trump, yaptırımların tamamen hafifletilmesinden önce Şam'a İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yapabilir.

Avrupa ülkeleri ise Suriye'nin İsrail ile normalleşmesi konusunda ABD aynı tutuma sahip olduğuna dair herhangi bir sinyal vermemekle birlikte Şam'ın bu yolu izlemeye karar vermesi halinde buna karşı çıkmayacaklarını belirttiler.

Trump yönetiminin, Cumhuriyetçi Parti’nin ve hatta Demokrat Parti’nin büyük bir kısmının, Gazze'nin yeniden inşasını finanse etme konusunda istekli davranması pek olası değil.

Avrupa, Gazze ve İsrail

Avrupa’nın İsrail konusundaki odak noktası şu anda Gazze'deki savaşın durmasının ardından Gazze Şeridi’nin yeniden inşası. Avrupa ülkeleri Trump’ın Filistinlilerin Gazze’den çıkarılması ve Gazze’nin ABD ve özel yatırımcılar tarafından yönetilmesi önerisini reddetti. Fransa, Almanya ve İtalya hükümetleri bu fikrin uluslararası hukuku hiçe saydığını ve iki devletli çözümü engellediğini vurguladı.

Trump’ın şubat ayında açıkladığı öneriyi eleştiren Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere dışişleri bakanları mart ayında Arap ülkeleri tarafından onaylanan Mısır’ın önerisini desteklediklerini açıkladılar.

Avrupa’nın politikaları, Gazze'de yeniden inşayı destekleme yönünde açık bir eğilim gösterse de artan bütçe kısıtlamaları Avrupa başkentlerini Suriye, Mısır, Ürdün, Lübnan ve Gazze arasında yeniden önceliklendirme yapmaya zorlayacak. Bazı Avrupa ülkeleri ise kendi önceliklerini belirleyebilir. Bazı ülkeler yardımlarını güneyden kuzeye göç akışını azaltmaya yardımcı olabilecek ülkelere yönlendirmeyi seçebilir. Buna karşın diğer Avrupa ülkeleri iç siyasi güçlerin tercihlerini takip ederek, iç kamuoyuna ve her ülkenin koşullarına bağlı olarak, örneğin Filistinlilere, Suriye'ye veya Lübnan'a destek vermeyi tercih edebilir.

Öte yandan Trump yönetiminin, Cumhuriyetçi Parti’nin ve hatta Demokrat Parti’nin büyük bir kısmının, Gazze'nin yeniden inşasını finanse etme konusunda istekli davranması pek olası değil. Ayrıca İsrail'in 2028 seçimlerinden önce karşı çıkması halinde böyle bir fonun Washington'dan siyasi olarak geçmesi neredeyse imkansız. Sonuç olarak, 53 milyar dolar olarak tahmin edilen Arap yeniden imar planının finansmanının büyük kısmının Körfez ülkeleri tarafından karşılanması bekleniyor.

Artan ekonomik baskılar, bazı Avrupa başkentlerini, İsrail ya da ABD tarafından Arap ülkelerine silah satışına yapılan itirazlara daha az olumlu yanıt vermeye itebilir.

İsrail

Avrupa'nın İsrail'e yönelik tutumu, Avrupa ve ABD arasındaki ilişkilerde süregelen gerginliğin bir sonucu olarak doğrudan değişmeyecek olsa da Avrupa ve Tel Aviv arasında gelecekte yaşanacak gerginliğin işaretleri görülüyor. Her Avrupa ülkesinin İsrail ile kendine özgü ikili ilişkileri vardır ve bu ilişkiler tarih, iç politika ve stratejik öncelikler gibi çeşitli faktörlerden etkileniyor. Örneğin İspanya ve İrlanda, Levant bölgesine olan coğrafi uzaklıkları nedeniyle İsrail'i en çok eleştiren ülkeler arasında yer alıyor.

ABD'deki Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti’nin üst düzey siyasi liderlerinin açıkça destekledikleri iki devletli çözümden dahi giderek uzaklaşmaları dikkati çekiyor. Bu siyasi bağlamda Washington, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’nın bir kısmını ilhakını tanıyabilir. Avrupa başkentleri, en azından kamuya açık söylemlerinde, iki devletli çözüme bağlı kalmaya devam edecek ve İsrail'in her türlü ilhakını eleştir

Avrupa’daki bazı çevrelerinde İsrail'e karşı ekonomik önlemler alınması yönünde çağrılar yapılabileceğini düşünmek zor değil. Dahası, orta vadede, yüksek kaliteli silah ve askeri teçhizat üretimini arttıran Avrupa'nın, Washington'ın F-35 uçaklarını bazı ülkelere satarak yaptığına benzer şekilde, üretim hatlarında ölçek ekonomisi elde etmek için bu ürünleri Ortadoğu ülkelerinde pazarlamaya çalışması bekleniyor.

Özellikle son on yılın ikinci yarısında artan ekonomik baskılar, bazı Avrupa başkentlerini, İsrail ya da ABD tarafından Arap ülkelerine silah satışına yapılan itirazlara daha az olumlu yanıt vermeye itebilir. Bu da iki taraf arasındaki ilişkilerde yeni bir gerginliğe neden olabilir.