İnsan ve zaman: Siyasi tarihte kişiliğin rolü

Her lider hem zamanının bir ürünü hem de zamanın yapıcısıdır

 Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
TT

İnsan ve zaman: Siyasi tarihte kişiliğin rolü

 Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)

Remzi İzzettin Remzi

‘İnsan ve zaman’ meselesi, uluslararası siyasette her zaman düşünce odağı olurken, araştırmacıları ve genel kamuoyunu meraklandıran bazı soruları da gündeme getirmiştir.

Kişi ile yaşadığı dönem arasındaki ilişki nedir? İnsan kendi dönemini mi yaratır, yoksa dönem insanı mı yaratır? Tarih, ihtiyaç duyduğumuz liderleri üreten karşı konulamaz bir güç mü, yoksa tek bir kişinin iradesi ve vizyonunun netliği sayesinde tarihi kontrol altına alıp seyrini değiştirebileceği belirleyici anlar var mıdır?

Cevap basit olmamakla birlikte, bir tarafla da sınırlı değil. Daha ziyade ikisi arasında karmaşık, büyüleyici ve genellikle öngörülemez bir etkileşim bulunuyor. Bu, şahısların ve dönemlerin sürekli bir yeniden tanımlama sürecinde birbirlerini etkiledikleri ve şekillendirdikleri dinamik bir ilişkidir.

Cevaba yaklaşmak için bu hassas ilişkiyi kişiliğin siyasi tarihteki rolü açısından incelemeliyiz.

İnkar edilemez karakter gücü

Öncelikle, bireyin yadsınamaz gücünü kabul ederek başlayalım. Tarihin sayfaları, zaman ve mekan sınırlarını aşan, iradeleri, hırsları, vizyonları ve hatta ciddi hatalarıyla olayların gidişatını yeniden şekillendiren şahsiyetlerle dolu.

Eski firavunları ve imparatorları düşünün. Antik Mısır imparatorluğunun sınırlarını genişleten büyük savaşçı 2. Ramses, adını taşa kazıyarak ölümsüz kalan tanrı-kral ve saygıdeğer bir mimar. Geniş topraklara sahip bir imparatorluğu yöneten Büyük Darius.

Kişilik ne zaman belirleyici olur? Bazen belirleyici olsa da diğer zamanlarda kurumlar, sosyal normlar ve daha geniş ekonomik güçler bireyi ezip geçer.

Bir de fatihleri ve ulus kurucuları düşünün. Rubicon Nehri'ni geçen Julius Caesar, kıtalararası bir imparatorluk kuran Cengiz Han, Avrupa haritasını yeniden çizen Napolyon Bonapart, ABD’yi kuran ve koruyan George Washington ve Abraham Lincoln. Rus İmparatorluğu'nu kuran Büyük Petro ve Büyük Catherine.

Peki, ya büyük stratejistler? Diplomatik becerisiyle Almanya'yı birleştiren Otto von Bismarck ve tüm kıta için muhafazakar bir düzen kuran Klemens von Metternich.

Ardından şahsi inançları bütün ulusları özgürleştirmenin aracı haline gelen ahlaki liderler, Gandhi ve Mandela'yı düşünün.

xscdf
Napolyon Bonapart'ın atlı heykelinin önünde kılıçlarını selamlama pozisyonunda tutan Saint-Cyr Askeri Uzmanlık Okulu öğrencileri, 19 Temmuz 2002 (AFP)

Bu kişilerden her biri, sadece kendi ülkelerinde değil, bölgelerinde ve çoğu durumda tüm dünyada silinmez izler bıraktı. Ancak önemli bir nokta olarak onların etkisi mutlak değildi. Tarihteki bir şahsiyetin ağırlığı sabit değil, değişkendir.

Kişiliğin değişken ağırlığı

Kişilik ne zaman belirleyici olur? Bazen belirleyici olsa da diğer zamanlarda kurumlar, sosyal normlar ve daha geniş ekonomik güçler bireyi ezip geçer.

Bugünü anlamak için geçmişe bakmalıyız. Yüzyıllar boyunca uluslararası diplomasi kralların kişisel alanıydı.

Kriz zamanlarında, savaşlar, devrimler ve sistemik çöküşler sırasında, eski düzen çöktüğünde boşluğu doldurmak ve halkı yönlendirmek için güçlü ve kararlı liderler ortaya çıkar. Ancak istikrarlı zamanlarda parlamentolar, mahkemeler ve bürokrasiler gibi kurumlar öne çıkarak sorumluluğu üstlenir. Sistemin düzenini korurlar, esneklik sağlarlar ve bireylerin aşırılıklarını sınırlarlar.

Ancak en ilginç ve belki de en tehlikeli dönemler, bugün yaşadığımız gibi, iki geçiş dönemi arasında kalan dönemlerdir. Bu değişken ve çalkantılı zamanlarda kişilik, çoğu zaman bağlamla orantısız bir şekilde büyük bir önem kazanır.

Dönüşüm çağı olarak 21. Yüzyıl

Bugünün dünyasını bir düşünelim. Eşi benzeri görülmemiş eşzamanlı devrimlerin yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. Şaşırtıcı teknolojik dönüşümler ve derin jeopolitik değişimlere tanık oluyoruz. Derinleşen bir güven krizine tanık olmamız ise durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Kurumlarımıza hükümetlere, medyaya ve uluslararası kuruluşlara duyulan güven, artan eşitsizlik, dezenformasyon dalgaları ve küresel bir pandeminin yarattığı toplumsal travma nedeniyle zedelendi.

fgth
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Japonya'ya karşı kazanılan zaferin 80. yıldönümü için düzenlenen askeri geçit töreninin ardından Büyük Halk Salonu'nda düzenlenen resepsiyona katıldılar, 3 Eylül 2025 (AFP)

Bu iklim, şahıs odaklı siyasete güçlü dönüş için verimli bir zemin oluşturdu. Küresel sahnede, ulusların kaderi bir kez daha liderlerinin vizyonuna ve karizmasına, bazen de bireysel kaprislerine bağlı hale geldi. Bu durum, ‘Modern, dijital bir "krallar diplomasisi" biçimine dönüşe mi tanık oluyoruz? Daha da önemlisi, iklim değişikliğinden siber güvenliğe ve salgınlara kadar günümüzün varoluşsal zorlukları, yalnızca güçlü kişiliklere güvenerek çözülebilir mi?’ gibi acil yanıt bekleyen bazı soruların gündeme gelmesine neden oldu.

Krallıklardan kurumsallaşmalara geçildikten sonra tekrar geri mi dönüldü?

Bugünü anlamak için geçmişe bakmalıyız. Yüzyıllar boyunca uluslararası diplomasi kralların kişisel alanıydı. XIV. Louis'in “Ben devletim” sözü meşhurdur. Gerçekten de onun kişiliği Fransa'nın dış politikasını şekillendirmişti. Napolyon'dan sonra Avrupa haritasını yeniden çizen 1815 Viyana Kongresi, imparatorlar ve kralların (Çar I. Alexander, İmparator I. Francis ve Kral III. Frederick William) şahsi ilişkilerine ve aile çıkarlarına dayalı anlaşmalar yaptıkları bir toplantıydı. Kısacası devlet hükümdarın kişiliği idi.

Güçlü liderler bürokratik karmaşıklıkları aşabilir ve krizlerde hızlı hareket edebilir. Liderler arasındaki şahsi ilişkiler, kritik zirvelerde görüldüğü gibi, kurumların açamadığı kapıları açabilir.

Yirminci yüzyılda bu modelden kasıtlı ve zorlu bir şekilde uzaklaşıldı. İki dünya savaşı, kontrolsüz kişisel hırsların tehlikelerini ortaya çıkardı. Buna yanıt olarak, diplomasiyi profesyonel, kurumsallaşmış ve kurallara dayalı hale getirmek ve şahısları sisteme tabi kılmak için Birleşmiş Milletler (BM), Bretton Woods Sistemi ve bölgesel örgütler ağı gibi çok taraflı bir yapı ortaya çıktı.

Bugün, bu sistem çökmek üzere gibi görünüyor. Kurumlarımız uyum sağlamakta zorlanıyor, halk güvenini kaybediyor ve bu boşlukta liderler, hizmet etmeleri gereken kurumları yeniden domine etmeye başlıyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre tüm bunlar, geriye doğru bir dönüşe işaret ediyor.

“Güçlü adam” dönemi mi?

Bu eğilim, çeşitli şekillerde küresel olarak tekrarlanıyor. Popülist liderler, karizma ve milliyetçiliği kullanarak, yalnızca kendilerinin ‘halkın iradesini’ temsil ettikleri iddiasıyla kurumsal denetimden kurtuluyor. Sosyal medya, sembol isimleri güçlendirerek, soğukkanlı düşünmeyi bir kenara bırakarak ve siyasi dramayı teşvik ederek güçlü bir etki unsuru olarak işlev görüyor. Çin, Rusya ve ABD gibi büyük güçler arasında jeopolitik rekabetin yeniden canlandığı ve yeni ortaya çıkan orta güçlerin rolünün arttığı bir dönemde, uluslararası sahnede sağlam kararlar alabilen merkezi liderlik tercih ediliyor.

Uluslararası ilişkiler, giderek artan bir şekilde, liderler arasında, zirvelerde, ‘kralların diplomasisi’ formülünün çağdaş bir versiyonu olarak yürütülüyor.

Fırsatlar ve riskler

Ancak siyaset sahnesinde yeniden şahısların öne çıkması, iki ucu keskin bir bıçak. Olumlu tarafı, güçlü liderler bürokratik karmaşıklıkları ortadan kaldırabilir ve krizlerde hızlı hareket edebilirler. Ayrıca liderler arasındaki şahsi ilişkiler, kritik zirvelerde görüldüğü gibi, kurumların açamadığı kapıları açabilir. Ancak benim görüşüme göre bunun riskleri faydalarından daha ağır basıyor. Siyasetin aşırı kişiselleştirilmesi onu öngörülemez hale getirir ve tek bir tweet veya ruh hali değişikliği, yıllarca süren ölçülü politikaları bozabilir. Kurumlar bir kenara bırakılıp şahısların yüceltilmesi, yargıyı, basın özgürlüğünü ve seçim sistemlerini zayıflatarak, tartışmalı seçimlere ve iktidarın tek elde toplanmasına yol açar. Pandemilerden yapay zekanın (AI) yönetilmesine ve iklim değişikliğine kadar sınır ötesi zorluklar, güçlü iradeli bireylerin tek taraflı kararlarıyla değil, sürdürülebilir kolektif iş birliği ile aşılabilir.

Bir model olarak Mısır

Bu teoriyi somut olarak ortaya koymak için Mısır örneğini ele alalım. Modern Mısır, geçtiğimiz yüzyılda temelde birbirinden çok farklı iki önemli isim olan Cemal Abdunnasır ve Enver Sedat tarafından şekillendirildi.

Onların mirası hakkında nihai yargıda bulunmak istemiyorum, zira tarih bunu yapacaktır.

Vurgulamak istediğim, bu düşüncenin ana fikri olan ‘bu adamlar yaşadıkları dönemin etkisiyle şekillenirler, ancak yaptıkları seçimler tarihi yeniden şekillendirir’ düşüncesidir.

Her iki adam da oldukça benzer sosyal ortamlarda büyüdü. İlk olarak devlet okullarında, ardından askeri akademide aynı eğitimi aldılar. Siyasi görüşleri de aynı koşullar altında şekillendi. Aralarında on sekiz yıllık bir farkla iktidara geldiklerinde, her ikisi de büyük bir gücü kendi ellerinde toplamaya çalıştı.

Ancak kişilikleri, sezgileri ve Mısır'a dair vizyonları kökten farklıydı. Nasır'ın vizyonu Arap milliyetçiliğine, sosyalist reformlara ve Batı ile çatışmaya dayanıyordu; belirtmeliyim ki, bu çatışma onun tercihi olmaktan çok, kendisine dayatılan bir çatışmaydı.

Sedat ekonomik açıklık, Mısır dış politikasının yeniden şekillendirilmesi ve İsrail ile barış yapılmasına dayanan bir vizyon benimsedi.

Tarih, insan ve zamanın birbirinden ayrılamaz olduğunu defalarca kez kanıtladı. Her biri hem kendi döneminin bir ürünü hem de onun yapıcısıydı.

Burada aynı koşullardan çıkan aynı ülkenin, liderinin kişiliği nedeniyle tamamen farklı iki yol izlemiş olması dikkati çekiyor.

Bireysel tercihleri, Mısır'ın bölgedeki ve dünyadaki konumunu on yıllar boyunca değiştirdi.

Kişi ve an, birbirinden ayrılamaz bir şekilde bağlantılıydı.

Peki, bundan ne ders çıkardık? Siyasi tarihte bireylerin rolü sabit değil, aksine değişkendir ve zamanın koşullarına göre yükselip alçalır.

Bugün, çalkantılı geçiş dönemimizde, güçlü figürler manşetlere geri dönüyor ve jeopolitik kaderi şekillendiriyor.

sd
Mısır Hür Subaylar Hareketi üyeleri ve Mısır’ın gelecekteki cumhurbaşkanları Cemal Abdunnasır (sağda) ve Enver Sedat (solda), 1952 yılının ağustos ayına ait bu fotoğrafta Kahire'de birlikte yemek yiyorlar (AFP)

Ama asıl zorluk bu isimleri sevmek ya da onlardan korkmak değil, dengeyi yakalamakta yatıyor.

Belirsizlik dönemlerinde güçlü liderlerin getirebileceği enerji ve kararlılığı kullanırken, kurumlarımızın esnekliğini, bilgeliğini ve hesap verebilirliğini şiddetle korumalıyız. Bireysel vizyonu sürdürülebilir kolektif ilerlemeye dönüştürebilecek kadar güçlü sistemler kurmalı ve kişisel kaprislerin hepimizi kolektif bir yıkıma sürüklemesini önlemeliyiz.

Tarih, insan ve zamanın birbirinden ayrılamaz olduğunu defalarca kez kanıtladı. Her biri hem kendi döneminin bir ürünü hem de onun yapıcısıydı. 21. Yüzyıla gelindiğinde, “Pasif gözlemciler olarak, çalkantılı zamanlarımızı sadece kişiliklerin yönlendirmesine mi izin vereceğiz, yoksa aktif mühendisler olarak geleceğimizin sadece büyük erkek ve kadınların hikayesi değil, herkes için istikrarlı, adil ve sürdürülebilir bir dünyanın hikayesi olmasını sağlayacak sistemler mi kuracağız?” sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz.

Bu dengeyi sağlamak kadar acil ve önemli bir hedef daha yok.

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Ukrayna: Rusya ile taviz değil, gerçek barış peşindeyiz

Ukrayna'nın güneydoğusunda Rus araçları ve askerleri (Reuters)
Ukrayna'nın güneydoğusunda Rus araçları ve askerleri (Reuters)
TT

Ukrayna: Rusya ile taviz değil, gerçek barış peşindeyiz

Ukrayna'nın güneydoğusunda Rus araçları ve askerleri (Reuters)
Ukrayna'nın güneydoğusunda Rus araçları ve askerleri (Reuters)

Ukrayna Dışişleri Bakanı Andriy Sibiga, dün Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'na (AGİT) yaptığı açıklamada, Ukrayna'nın Rusya ile "taviz değil, gerçek barış" istediğini söyledi.

Güvenlik ve insan haklarına odaklanan bir kuruluş olan AGİT, savaş sonrası Ukrayna'da rol oynamayı hedefliyor.

ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ABD elçileri arasında "oldukça iyi" olarak nitelendirdiği görüşmelerin ardından çarşamba günü yaptığı açıklamada, barış görüşmelerine giden yolun şu anda belirsiz olduğunu söyledi.

Sibiga, örgütün yıllık bakanlar kurulu toplantısından önce, "Münih'te gelecek nesillere ihanet edenlerin isimlerini hâlâ hatırlıyoruz" diyerek, "Bu bir daha asla olmamalı. İlkelerden taviz verilmemeli ve uzlaşmaya değil, gerçek barışa ihtiyacımız var" ifadelerini kullandı.

devfdr
Rus askerleri Kursk bölgesindeki Sudzha’da devriye geziyor (Arşiv- AP)

Bakan, görünüşe göre İngiltere, Fransa ve İtalya'nın Adolf Hitler'in o dönem Çekoslovakya olan toprakları ilhak etmesini kabul ettiği 1938 tarihli Nazi Almanyası anlaşmasına atıfta bulunuyordu. Bu anlaşma, tehditkâr bir güçle yüzleşmemenin işareti olarak yaygın olarak kullanılıyor.

Sibiga, ABD'ye barışı sağlama çabalarından dolayı teşekkür etti ve Ukrayna'nın "bu savaşı sona erdirmek için mümkün olan her fırsatı değerlendireceğine" söz verdi. "Avrupa geçmişte çok fazla adaletsiz barış anlaşması imzaladı. Hepsi yeni felaketlere yol açtı" diye ekledi.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy dün, ekibinin Amerika Birleşik Devletleri'ndeki toplantılara hazırlandığını ve Trump'ın temsilcileriyle diyaloğun devam edeceğini söyledi.

Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Rusya ve Avrupa ile Orta Asya'nın büyük bir bölümünü içeren 57 üye ülkeyi kapsayan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Soğuk Savaş döneminde Doğu-Batı diyaloğu için kilit bir forum olarak ortaya çıktı.

Örgüt son yıllarda, Rusya'nın kilit kararların uygulanmasını engellemesi ve örgütü Batı kontrolü altında olmakla suçlamasıyla sık sık çıkmaza giriyor. Rusya, açıklamasında Ukrayna'nın AGİT gündemine "tamamen hakim olmasından" şikayet etti.


İsrail, Gazze'deki son rehinenin kalıntılarının iadesini görüşmek üzere Kahire'ye heyet gönderdi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
TT

İsrail, Gazze'deki son rehinenin kalıntılarının iadesini görüşmek üzere Kahire'ye heyet gönderdi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ofisi yaptığı açıklamada, askeri ve güvenlik servislerinden temsilcilerin de aralarında bulunduğu bir heyetin, Gazze Şeridi'nde tutulan son İsrailli rehinenin naaşının iadesini görüşmek üzere dün Mısır'ı ziyaret ettiğini duyurdu.

Ofis tarafından yapılan açıklamada, "Başbakan'ın talimatları doğrultusunda bir heyet Kahire'ye gitti... ve son rehine Ran Gvili'nin derhal iadesini sağlamak amacıyla arabulucularla görüşmelerde bulundu." ifadeleri yer aldı. Açıklamada, "Görüşme sonucunda, çabaların derhal yoğunlaştırılması konusunda mutabakata varıldı" ifadeleri kullanıldı.

frgt
Hamas'ın askeri kanadı Kassam Tugayları'na bağlı savaşçılar, Kızılhaç çalışanlarıyla birlikte, 1 Aralık 2025'te Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye mülteci kampının enkazı arasında İsrailli rehinelerin cesetlerini ararken nöbet tutuyor (EPA)

Ateşkes anlaşmasının 10 Ekim'de yürürlüğe girmesinden bu yana İsrail, Filistinli grupların teslimi geciktirdiği yönündeki suçlamalarına rağmen, 20 canlı rehineyi ve Gvili'ninki hariç tüm cesetleri aldı. Hamas, savaştan kalan devasa moloz yığınları nedeniyle cesetlerin kurtarılma sürecinin yavaş ilerlediğini savunuyor.


Tarabin aşiretinden Ebu Şebab'ın öldürülmesi Gazze'de karanlık bir dönemin sonu anlamına mı geliyor?

Yasir Ebu Şebab (Sosyal Medya)
Yasir Ebu Şebab (Sosyal Medya)
TT

Tarabin aşiretinden Ebu Şebab'ın öldürülmesi Gazze'de karanlık bir dönemin sonu anlamına mı geliyor?

Yasir Ebu Şebab (Sosyal Medya)
Yasir Ebu Şebab (Sosyal Medya)

Gazze Şeridi'ndeki Tarabin kabilesi, dün yaptığı açıklamada, üyelerinin her zaman Filistin halkının ve haklı davasının yanında olduğunu ve kabilenin adının, tarihini veya değerlerini temsil etmeyen konulara karıştırılmasına yönelik her türlü girişimi kesin bir dille reddettiğini belirtti.

İsrail kanalı i24NEWS’te yer alan açıklamada, kabilenin "yeminini bozup işgale bulaştığını" söylediği Yasir Ebu Şebab'ın öldürülmesinin, kendileri için "açık ve net bir duruşla kapatmaya çalıştıkları karanlık bir dönemin sonu" anlamına geldiği belirtildi.

Aşiret, "Filistin direnişinin tüm fraksiyonlarıyla tam bir uyum içinde olduğunu ve işgalin gündemine her ne pahasına olursa olsun hizmet eden herhangi bir grup veya milisi reddettiğini" vurguladı.

Aşiret, Gazze'deki tüm aileleri ve aşiretleri birlik olmaya ve "toplumsal veya ulusal yapıya müdahale etmeye çalışan herkesi reddetmeye" çağırarak, "Gazze'de ihanete veya işbirlikçilere yer olmadığını" vurguladı.

Filistin ve İsrail güvenlik kaynakları, İsrail kanalına, Gazze Şeridi'nin güneyindeki merkezi milislerin lideri Yasir Ebu Şebab'ın, liderliğini yaptığı milis gruplarıyla girdiği şiddetli çatışmada aldığı yaraları sonucu hayatını kaybettiğine dair yeni bilgiler aktardı.

Şarku’l Avsat’ın Kanal’ın internet sitesinden aktardığına göre kaynaklar, kavganın aşiret içindeki liderlik, yetki dağılımı ve nüfuz alanlarının paylaşımı konusundaki iç anlaşmazlıkların yanı sıra Ebu Şebab'ın İsrail ile iddia edilen iş birliğinden kaynaklanan artan gerginlik nedeniyle çıktığını belirtti. Kaynaklar, Ebu Şebab'ın bıçaklanma veya silahlı saldırıdan değil, darptan yaralandığını doğruladı.

Kaynaklar, Ebu Şebab'ın İsrail güvenlik güçlerinin yardımıyla acilen Gazze dışına tedavi için nakledildiğini, ancak Beerşeba'daki Soroka Hastanesi'ne kaldırılırken aldığı yaralar nedeniyle yolda hayatını kaybettiğini belirtti. Yardımcısı Gassan el-Dahini'nin milislerin komutasını otomatik olarak devralması bekleniyor.