İran bir devrime mi yoksa bir canlanmaya mı sahne olacak?

Bir darbe imkânsız olmakla birlikte derin ve geniş bir değişikliğe yol açabilecek bir hareketlenme söz konusu

(AFP)
(AFP)
TT

İran bir devrime mi yoksa bir canlanmaya mı sahne olacak?

(AFP)
(AFP)

Yusuf Aziz

Geçen yıl Mahsa Amini ayaklanması olarak bilinen olay sırasında İran'ın sahne olduğu protestolar ve gösteriler, 2009'daki ayaklanmadan ve 2007 ile 2019 yıllarındaki sosyoekonomik protestolardan kurtulan İran'daki dinî rejimin ortadan kalkması, değişmesi ya da istikrarsızlaşması yönündeki umutları canlandırdı. 

Ana sloganı "Kadın, Yaşam, Özgürlük" olan ayaklanma, geçen yıl 16 Eylül'de başladı.

Rejim karşıtı ayaklanmalar tarihinin bu en uzun ayaklanması gerçekten söndü mü?

Eğer öyleyse, neden? Geri dönmesi için bir umut var mı?

Evet, kadınlarla gençlerin ön saflarda yer aldığı ayaklanma söndü ve yüzlerce kişinin ölmesine, binlerce kişinin yaralanmasına ve tutuklanmasına yol açtı.

Bununla birlikte sonsuza kadar ya da uzun bir süreliğine yenildiğini ya da söndüğünü düşünürsek temel bir hataya düşeriz.

Ayaklanma denizi, ya da halk denizi diyelim, bir süreliğine duruldu.

Bununla birlikte dünyanın dikkatini çeken o kitle hareketini oluşturan dürtülerle (ekonomik, toplumsal ve çevresel krizler başta olmak üzere İran rejiminin boğuştuğu yapısal ve büyük krizleri kastediyorum) deniz, iç koşulların gerektirdiği ilk fırsatta yeniden dalgalanacak.

Zira ne İbrahim Reisi hükümeti ne de bu rejimdeki bir başka hükümet, bu krizleri çözemedi. 

İran'da bir askerî darbe ihtimali var mı?

Yani İran toplumunun yüzleştiği köklü sorunlar, bir askerî darbeye yol açabilir mi?

İran silahlı kuvvetleri arasındaki ikincil rolünden dolayı İran ordusunun bir askerî darbe yapması ihtimali söz konusu değil.

Devrim Muhafızları'nın İran Dinî Lideri Ali Hamaney'e karşı tek başına veya Muhafızlar arasında destekçileri olduğunu iddia eden devrik Şah'ın oğlu Rıza Pehlevi'yle ittifak kurarak ya da bölgesel veya Batılı güçlerin teşvikiyle bir askerî darbe yapması ihtimalinin konuşulduğunu duyduk.

Bu, pek muhtemel değil. Çünkü Mısır, Suriye, Irak, Türkiye, Pakistan ve Afganistan gibi birçok bölge ülkesinin aksine İran, çağdaş tarihinde ne Şah döneminde ne de İslam Cumhuriyeti döneminde askerî darbelere sahne oldu.

Çok nadir durumlarda da darbeciler, daha emekleme aşamasındayken işleri bitirildi.

Bu noktada ordunun 'şehinşahçı milliyetçi' ve 'cumhuriyetçi İslamcı' şeklindeki ideolojik rolü farkını gösteriyor.

Yani mutlak itaat vatana değil, şaha ve veliyy-i fakihedir*. Meselenin binlerce yıl öncesine dayanan tarihî kökleri vardır. 

Devrim neden başarısız oldu?

İran'da askerî darbe yoksa da bir devrimden bahsedebiliriz. Birçok analist böyle düşünüyor.

Bence bu devrim, 16 Eylül 2022'de başlamadı. Bu devrimin başlangıç noktası Aralık 2017'de, İran sokaklarının İran'daki iki iktidar kanadı reformcularla muhafazakârlara karşı muhalefetini ilk kez ilan ettiğini duyduğumuz zamandı.

Devrim, Kasım 2019'da gerçekleşen ve aralarında Ahvazlı Arapların da bulunduğu yaklaşık bin 500 göstericinin ölümüne yol açan kanlı ayaklanmayla devam etti.

İran'daki dinî iktidar, halkına karşı uyguladığı tüm bu aşırı baskıya rağmen her iki üç yılda bir yinelenen hareketi bastıramadı.

Ama bunun tersi de doğru. Yani rahatsız ve öfkeli kalabalıklar da geçen yılki Mahsa Ayaklanması başta olmak üzere sokaklarda ve hapishanelerde akan tüm kanlara rağmen rejimi devirmeyi başaramadı.

Yani İran toplumunda çatışan bu iki güç arasında bir denge var.

Peki yakıtı genç erkeklerin ve kadınların kanı olan ve sokaklarla meydanları başörtüsü zorunluluğunun kaldırılması, kadına ve Pers/Fars kökenli olmayan halklara karşı ayrımcılığın bitirilmesi ve sonra da İran rejiminin düşürülmesi yönündeki sloganlarla dolduran bu devrim, neden başarısız oldu?

Birincisi: İran toplumunda ezilen sınıfların çoğunu çeşitli nedenler yüzünden kazanamadı.

Bu nedenlerden biri, bu devrimin ana sloganlarının bu sınıfların ekonomisini ve gündelik yaşantılarını ilgilendiren meseleleri kapsamamasıdır.

Aynı şekilde önceki kuşak, desteklemekle birlikte ayaklanmaya katılmadı ve ayaklanma esas olarak 90'lı yılların kuşağıyla sınırlı kaldı. 

İkincisi: Modern İran tarihinde önemli bir rol oynayan Türk ve Arap halklarının katılımı azdı.

Kürtler ve Beluçlar, bu devrim hareketine güçlü bir katılım gösterdi ve yüzlerce kurban verdi.

Hatta Beluç halkının protestoları, her hafta Belucistan bölgesinin başkenti Zahidan'ın önde gelen Beluç-Sünni din adamı Mevlevi Abdülhamid'in imamlığındaki cuma namazından sonra olmak üzere bugüne kadar devam etti.

Bununla birlikte Azerbaycan Türkleri, yaklaşık 5 ay süren bu ayaklanmaya sadece iki ay ya da daha az bir süre katıldı.

Katılım konusundaki bu çekimserlik, bazı Türk aktivistlerin şu sözlerle ifade ettiği sebepten kaynaklanıyor:

Milletlerden birinin İran'daki iktidar dizginlerini tekrar ele geçirmek için fedakârlığımızı ve kanımızı kullanmasına bir kez daha alet olmak istemiyoruz.

Bununla, İran Türklerinin Kaçar ve Pehlevi diktatörlüğüne karşı 1906 Meşrutiyet Devrimi ile 1970 Şubat Devrimi'ni zafere eriştiren çabalarından faydalanan Pers milliyetçiliğini ve Persler tarafından ulusal haklarının az da olsa tanınmamasını kastediyorlar.

Arapların geçen yılki ayaklanmaya katılımları ise Türklerden daha da azdı.

Bunun sebebi, Pers milliyetçilerinin ya da kraliyetçilerin yeniden iktidara gelmesinden duydukları endişedir.

Bu konuda Türklerle benzeşiyorlar. Bu iki halk, Pers milliyetçi söylemler tarafından Aryan ırkından kabul edilmeyen iki Şii halktır. 

Üçüncüsü: Silahlı Kuvvetler Başkomutanı Dinî Lider Ali Hamaney'in şahsiyeti ve başörtüsü zorunluluğuna yönelik itirazlar dahil olmak üzere protestolar ve gösteriler karşısındaki katı tavrıdır.

Nitekim iktidarı döneminde tüm muhalefet tezahürlerine demir ve ateşle karşılık verdi.

Şah döneminde yetişen, solcular ve İslamcılarla birlikte hapsedilen ve o dönemde Belucistan'a sürgüne gönderilen biri olarak protestocularla göstericilerin talepleri karşısında göstereceği herhangi bir esnekliğin, insanları daha fazlasını isteme konusunda cesaretlendirebileceğini ve bunun da bizzat rejimin düşmesine yol açabileceğini gayet iyi biliyor. 

Dördüncüsü: İslam Cumhuriyeti rejiminin güvenlik hareketi. Rejim, adam satın almak, yurtdışında faaliyet gösteren (Pers kökenli olan ve olmayan) muhalif siyasi partilere ve örgütlere sızmak ve yurtdışına, özellikle de Avrupa ülkelerine, Avustralya'ya ve Kuzey Amerika'ya özel güvenlik personeli göndermek için başta İstihbarat Bakanlığı olmak üzere çeşitli güvenlik teşkilâtlarını kullandı.

Bu teşkilâtlar, şahlık rejiminin güvenlik servisi SAVAK'ın tecrübeleri ile sol muhalefet, Halkın Mücahitleri Örgütü ve Pers kökenli olmayan halklara karşı mücadelelerinde edindiği tecrübelerden faydalandı.

Bu sızma faaliyeti, Pers kökenli olan ve olmayan kraliyetçi ve milliyetçi grupları içeriyordu ve sızan unsurlar, bazı medya ve kültür kurumları da dahil olmak üzere rollerini dikkatli ve çeşitli şekillerde oynadı. 

Gördüğümüz gibi süregelen diktatörlüğün yanı sıra nesiller, cinsiyetler, toplumsal sınıflar ve etnik gruplar arasındaki gedikler ve halkın çoğunluğu ile yönetici baskıcı azınlık olmak üzere çatışan güçler arasındaki denge, ayaklanmanın devrimci bir vaziyete evrilmesine engel oldu.

Bu durum, dengeler bilhassa İran dışındaki muhalif İranlı hareketinin lehine dönene kadar devam edecek.

Bunun için de bu hareketin performansını gözden geçirmesi ve yukarıda işaret edilen boşlukların doldurulması gerekiyor. 

İran bir devrime mi yoksa bir canlanmaya mı sahne olacak?

Yukarıda İran'da bir darbenin görülmesinin pek muhtemel olmadığını söyledim. Geriye iki seçenek kalıyor: devrim ve canlanma.

Bu noktada İran toplumunun bir canlanmaya tanık olduğunun altını çiziyorum.

Bu, devrimden daha derin ve kapsamlı olmakla birlikte kendisini bir devrim olarak da başka türlü bir dönüşüm olarak da gösterebilir.

Peki canlanma derken neyi kastediyorum? Tezahürleri nedir?

Burada canlanma derken İran toplumunun dinî ve toplumsal gelenekler de dahil olmak üzere temellerinde tanık olduğu derin kültürel değişimden bahsediyorum.

Yaklaşık 20 yıl önce İranlı sosyologlardan bu canlanmanın İran toplumunun rahminde büyümeye başladığını duymuştum.

Bu doğum, 2022 ayaklanmasında farklı şekillerde gerçekleşti. Bu canlanmanın göstergelerinden biri 'beyaz evlilik'.

İslam şeriatına aykırı olarak gerçekleşen bu evlilik, aynı evde yaşaması şart olmayan bir erkek ile kadın arasında gerçekleşiyor.

Tanık olduğumuz bir diğer evlilik türü de Aryan evliliği. Bunda da Arap-İslam usulünde İslami nikâh ve evlilik akdi reddedilip, Pers usulü ve dinî olmayan evlilik metni kullanılıyor.

Adından da anlaşılacağı üzere bu tür evlilik, Aryan ırkı temelli ırkçı bir durumu ortaya koymaktadır.

Aynı şekilde "Kadın, Yaşam, Özgürlük" ayaklanmasında öldürülenlerin ailelerinden birçoğunun ölülerinin cenaze töreninde İslami zikirlerden kaçınıp, onun yerine Pers milliyetçiliğinin bir sembolü olarak Firdevsi'nin Şehname'sinden şiirler okuduklarına ya da ölünün mezarı başında müzik çalıp dans ettiklerine, aynı şekilde Kürtler ve Azerbaycan Türkleri arasında da milli marşların söylendiğine şahit olduk.

Mesele ayaklanmadaki ölümlerle sınırlı kalmayarak, trafik kazasında ya da başka şekillerdeki bazı ölümleri de kapsıyor.

Bu, yurtdışındaki İranlılar arasında neredeyse genel bir olgu haline geldi.

Genellikle Hüseyni (Hz. Hüseyin'in anıldığı) yas törenlerine ve bedenlere vurulduğuna şahit olunan Muharrem ayının ilk on gününde başkent Tahran sokakları dans partilerine sahne oldu.

Protestolarda idam edilen ya da öldürülenlerden bazılarına ait, geleneksel dinî vasiyetlerden farklı olarak dinî olmayan laik bir milliyetçi dilin kullanıldığı vasiyetnameler okuduk.

Tahran'daki camilerin yarısını kimsenin ziyaret etmediğini belirten resmi istatistikler var.

Genç kız ve erkeklerin din adamlarının sarıklarını fırlattıklarını gördük. İran toplumu, İran'da Şiiliğin yayılmasından ve hatta İslam öncesinden bu yana bu tür olgulara sahne olmamıştı. 

Pers kökenli olmayan halklar arasında da milliyetçi bilincin geliştiğini, sürekli arttığını ve bu halkların, özellikle de Kürtlerle Beluçların Pers halkıyla yan yana kitlesel mücadele sahalarına katıldıklarını görüyoruz.

Resmi istatistiklere göre Arabistan bölgesindeki kitapların yaklaşık yüzde 30'u Arapça, Kürdistan bölgesindekilerin yüzde 25'i Kürtçe ve Azerbaycan bölgesindekilerin de yüzde 20'si Türkçe yayımlanıyor.

Bu, bu bölgelerde ve bu dillerde kitap basımını kesin olarak yasaklayan Şah dönemiyle kıyaslanmaktadır.

Ayrıca İran'da tutukluların en büyük yüzdesi (yaklaşık yüzde 78), nüfusun yalnızca yüzde 50'sini oluşturan Pers kökenli olmayan halklara ait.

İran'da idam kararlarının çoğu da Kürtler, Beluçlar ve Araplar hakkında veriliyor. Bu da İran tarihinde benzeri görülmemiş bir olgu. 

Bu yüzden denebilir ki İran, bir canlanmaya sahne oluyor. Bu, devrimden daha derin ve geniş olmakla birlikte biraz daha uzun sürecek ve bir devrim ya da farklı bir değişim şeklinde tecelli edecek. 

*Ayetullah Humeyni tarafından öne sürülen ve 1979'da İran İslam Cumhuriyeti'nin temel ilkelerinden biri olarak ortaya konan 'velayet-i fakih', siyasi bağlamda fakihin/din aliminin yönetim yetkisine işaret eden bir tamlamadır. Bu yetkiyi elinde bulunduran kişiye ise veliyy-i fakih denir. 

Independent Arabia - Independent Türkçe



Bangkok’ta bir alışveriş merkezinde yaşanan silahlı saldırıda 3 kişi hayatını kaybetti

Bangkok’taki alışveriş merkezinin önünde bekleyen ambulans (AFP)
Bangkok’taki alışveriş merkezinin önünde bekleyen ambulans (AFP)
TT

Bangkok’ta bir alışveriş merkezinde yaşanan silahlı saldırıda 3 kişi hayatını kaybetti

Bangkok’taki alışveriş merkezinin önünde bekleyen ambulans (AFP)
Bangkok’taki alışveriş merkezinin önünde bekleyen ambulans (AFP)

Tayland’ın başkenti Bangkok’ta bugün bir alışveriş merkezinde meydana gelen silahlı saldırıda üç kişi öldü, dört kişi de yaralandı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre, Erawan Acil Durum Merkezi Direktörü Yuthana Srettanan saldırıda üç kişinin öldüğünü, dört kişinin de yaralandığını bildirdi.

Başbakan Srettha Thavisin, teslim olan saldırganın tutuklandığını ve polisin şu anda bölgeyi tahliye ettiğini duyurdu.


Katolik Kilisesinde "bekarlık şartı" konusunda reform çağrıları

(AA)
(AA)
TT

Katolik Kilisesinde "bekarlık şartı" konusunda reform çağrıları

(AA)
(AA)

Katolik Kilisesinin merkezi Vatikan'da 4-29 Ekim'de yapılacak ve dünyanın dört bir yanından yaklaşık 300 rahibin katılmasının beklendiği Sinod olarak bilinen "Rahipler Meclisi" oturumlarında, rahiplerin evlenmesini yasaklayan "bekarlık şartı"ndan kadınların kiliselerde daha üst düzey yönetime gelmesine ve farklı cinsel kimliği sahip bireylere yaklaşıma kadar kilise içindeki tartışmalı konuların ele alınacağı belirtiliyor.

Katoliklerin ruhani lideri Papa Franciscus'un kararıyla, yarısı kadın olacak şekilde piskopos olmayan 70 kişiye de oy kullanma hakkı tanınmasıyla bir ilke sahne olacak "Rahipler Meclisi"nde, farklı reform taleplerinin yanı sıra son olarak Almanya, Güney Amerika ve İsviçre'deki bazı Katolik çevrelerden gündeme getirilen "Kilise'de cinsel istismar hadiselerinin önlenmesi için bekarlık şartının kaldırılması" önerisinin tartışılması bekleniyor.

AA, Katolik Kilisesini sarsan cinsel istismar hadiseleri ve buna önlem olarak gündeme getirilen "bekarlık şartı"na yönelik tartışmayı derledi.

Hristiyanların kutsal kitabı İncil'de geçmemesine karşın Katolik Kilisesinde ilk kez 11. yüzyılda dönemin papalarından; Papa 8. Benediktus (1022) tarafından uygulanan, Papa 9. Leo ve Papa 7. Gregoryus tarafından da onaylanarak sürdürülen "Katolik din adamlarının evlenmemesi" kuralı, namıdiğer "bekarlık şartı", son yıllarda farklı vesilelerle tartışılmaya başlandı.

Alman Katolik Kilisesinde ortaya çıkan cinsel istismar hadiseleri nedeniyle geçen yıl "bekarlık şartı"nın gözden geçirmesi talepleri gündeme gelirken, son olarak İsviçre Katolik Kilisesinde meydana gelen cinsel istismar hadiseleri, bu ülkede Katolik rahiplerin evlenmeme dogmasının tartışılmasına ve reform taleplerinin dillendirilmesine yol açtı.

Kiliselerde önlenemeyen cinsel istismar vakaları

Katolik Kilisesine bağlı İsviçre Piskoposlar Konferansı'nca görevlendirilen Zürih Üniversitesinden araştırmacılar, kilise tarafından toplanan ve 1950'lerden bu yana yayımlanmış gizli dokümanları inceledi ve İsviçre Katolik Kilisesi'nde 20. yüzyılın ortasından bugüne kadar 1002 cinsel istismar vakasının yaşandığını tespit etti.

Cinsel istismara uğrayanların yüzde 56'sının yetişkin erkek ve erkek çocukları olduğu aktarılan araştırmada, vakaların yüzde 39'unu kadın ve kız çocuklarının oluşturduğu, kalan yüzde 5'in cinsiyetinin bilinmediği kaydedildi.

İstismar vakalarının yüzde 30'unun okullar ve evlerde meydana geldiği ifade edildi.

Belgelenen vakaların, birkaç istinası dışında, hepsinde erkekler suçlanırken, mağdurların yarısından fazlasının erkek ve erkek çocukları olduğu belirlendi.

Ayrıca kilise, okul, ev ve yatılı okul gibi farklı mekanlarda yaşanan istismar vakalarının gizlendiği veya vakalarla ilgili belge ile delillerin örtbas edildiği tespit edildi.

Kilise Hukuku Uzmanı Stefan Loppacher, Kilisedeki istismar vakalarının sistematik olarak örtbas edildiğini yayımladığı bir makalede açıkladı.

İsviçreli Katolik din adamlarının isimlerinin karıştığı taciz skandalları, kiliseye karşı güven kaybına, hayal kırıklığı ve öfkeye sebep oldu.

Dinde reform tartışmaları

İsviçre'de ortaya çıkan bu hadise, kilisenin yapısı, piskoposların yetkileri ve medeni durumlarıyla ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi.

Kilisede "çağa ayak uydurmayı" savunanlar ile "eski dogmaları" destekleyen ve mutlak gücünden vazgeçmek istemeyenler arasında bu noktada görüş ayrılığı yaşanıyor.

Ülkede yapılan tartışmalarda, "bekarlık şartı"nın kaldırılmasının Katoliklerin temel doktrinini sarsmayacağı belirtilirken, devam etmesi halinde taciz skandallarının önüne geçilemeyeceği savunuluyor.

İsviçre Piskoposlar Konferansı Başkanı Felix Gmür, yerel basına yaptığı açıklamada, mevcut koşulların sorgulanması gerektiğini vurgulayarak, "Bekarlığın ortadan kaldırılması ve kadınların rahipliğe erişmesine izin vermenin zamanı geldi." dedi.

Daha önce de gündeme gelen "Katolik din adamlarının bekarlığı" konusunun, kiliselerde artan cinsel istismar vakaları nedeniyle Vatikan'ı da baskı altına alabileceği belirtiliyor.

Diğer taraftan belgelenen cinsel istismar hadiseleri İsviçre Katolik Kilisesini sarsmaya devam ediyor. İddialarda adı geçen Hristiyan din adamlarından bazıları görevlerinden ayrıldı.

Saint-Maurice bölgesel manastırının başrahibi Jean Cesar Scarcelle geçen ay görevinden ayrılırken, Lozan, Cenevre ve Fribourg piskoposluklarının genel vekili Bernard Sonney de hafta sonunda görevini geçici olarak bırakan bir diğer isim oldu.

Katoliklerin ruhani lideri Papa, "bekarlık şartı" ile ilgili ne düşünüyor?

Katoliklerin ruhani lideri Papa Franciscus, Mart 2023'te Arjantin'de bir yayın organı olan "Infobae"ye yaptığı açıklamada, rahiplerin "bekarlık şartı" için "Bir rahibin evlenmesinde çelişki yok, geçici bir emirdir. Bu revize edilebilir." demesi, Papa'nın Katolik rahiplerin evlenmesine "yeşil ışık yaktığı" şeklinde yorumlara neden olmuştu.

Papa Franciscus, tartışmalara yol açan bu röportajından kısa süre sonra yaptığı başka açıklamada ise "bekarlık şartı"na dair sözlerine açıklık getirerek, "Henüz bunu tekrar gözden geçirmeye hazır değilim ancak bunun bir disiplin konusu olduğu açık. Bu, bugün var ama yarın olmayabilir, dogmayla ilgisi yok." ifadesini kullandı.

Teolog Dr. Zubia: "Katolik din adamları için bekarlık şartı kutsal emirleri almak için bir gerekliliktir"

Roma'da 500 yıldır faaliyet gösteren Katolik Kilisesine bağlı cemaatlerden "Teatini Babaları"nın başpiskopos vekili Teolog Dr. Marcelo Raul Zubia, AA'ya yaptığı açıklamada, Katolik din adamları için bekarlık şartının kutsal emirleri almak için bir gereklilik olduğunu söyledi.

Hristiyanların kutsal kitabı İncil'de bekarlık şartına işaret eden ayetler olduğunu ifade eden Zubia, bekarlık şartının; insanın, ailesini, kardeşlerini, eşini bırakarak kendisini Tanrı'ya, Hz. İsa'ya ve kiliseye adaması anlamına geldiğini dile getirdi.

Son dönemde Katolik rahiplerin evlenebilmelerine yönelik tartışmaları hatırlatılması üzerine Zubia, "Alman Rahipler Meclisinde ve Amazonlar Rahipler Meclisinin etkinliklerinde bu dönemde, toplum içinde gündeme gelen iyi örnek teşkil eden evli bireylerin rahip olmasına yönelik tartışmadan bahsediyorsak, bu konuyu sakince ve derinlemesine bir analiz yaparak ele alan bir yaklaşım sergilemeliyiz. Bekarlık şartının, kilisede sadece bir disiplin kuralı olduğu hatasına düşmemeliyiz." değerlendirmesinde bulundu.

Teolog Dr. Marcelo Raul Zubia (AA)
Teolog Dr. Marcelo Raul Zubia (AA)

Katolik Kilisesinin başını ağrıtan sorunlardan olan cinsel istismar hadiselerinin, rahiplere evlilik izni verilmesiyle çözüleceği önerilerine de değinen Zubia, "Günümüzde yaşanan skandalların, özellikle cinsel istismar ve diğer istismar türlerine yönelik skandalların, bekarlık şartının kaldırılmasıyla çözüleceğine inanılıyor. Ancak bu sorunlara geniş bir açıdan bakacak olursak, bunları engellemek için bekarlık şartını kaldırmanın, yanıt olmadığını anlarız. İki konuyu ayırmamız gerekiyor. İstismar, sadece rahiplerin evlenmemesiyle ilgili bir şey değildir. İstismarlar sadece bekar rahipler arasında değil, aynı zamanda ailelerde de yaşanıyor. Bu dünyanın her yerinde var. Bu, sorunun sadece medeni durumla ilgili olmadığını, yani evli veya bekar olmakla ilgili olmadığını anlamamıza yardımcı olur. Sorun, kilisede otoritenin nasıl kullanıldığı ve ifa edildiği ile ilgilidir." ifadelerini kullandı.

Katoliklerin ruhani lideri Papa Franciscus'un bu konudaki açıklamaları anımsatılan Zubia, "Bekarlık konusu, kilise kanunları açısından ve dogmatik olarak kapalı bir konu gibi görünse de Papa, bu dönemde nasıl yaşanacağı ve daha ileri gitme ihtiyacının olup olmadığı konusunda bir diyalog ve tartışma yapılması için bir pencere açtı." dedi.

Teolog Zubia, bekarlık şartı ya da cinsellikle ilgili tartışmaların, Vatikan'da 4 Ekim'de başlayacak genel Rahipler Meclisi (Sinod) oturumlarında ana gündem maddesi olmadığını belirterek, bu toplantıların amacının açık bir kilise modeli oluşturmak ve insanı merkeze koymak olduğunu söyledi. Zubia, öte yandan herkesin her sorun hakkında mutabık olamayacağını da aktardı.


Birleşik Krallık, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden çıkmayı tartışıyor: "II. Brexit"

BK'nin Ruanda planının açıklanmasının ardından başkent Londra'da geçen yıl haziranda hükümet karşıtı gösteriler düzenlenmişti (Reuters)
BK'nin Ruanda planının açıklanmasının ardından başkent Londra'da geçen yıl haziranda hükümet karşıtı gösteriler düzenlenmişti (Reuters)
TT

Birleşik Krallık, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden çıkmayı tartışıyor: "II. Brexit"

BK'nin Ruanda planının açıklanmasının ardından başkent Londra'da geçen yıl haziranda hükümet karşıtı gösteriler düzenlenmişti (Reuters)
BK'nin Ruanda planının açıklanmasının ardından başkent Londra'da geçen yıl haziranda hükümet karşıtı gösteriler düzenlenmişti (Reuters)

Birleşik Krallık (BK), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden (AİHS) çıkmayı tartışıyor. 

BK'deki tartışmalar, son dönemde özellikle göçmen kriziyle birlikte tekrar gündeme geldi. 

Muhafazakar Parti'den parlamenter Jonathan Gullis, ülkenin önde gelen gazetelerinden Telegraph'ta kaleme aldığı yazıda, "Britanya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden artık çekilmeli, başka yolu yok" ifadelerini kullandı.

Gullis, BK'nin Avrupa Birliği'inden (AB) ayrıldığı Brexit sürecini örnek göstererek, "Strazburg'da bizim seçmediğimiz yargıçların, seçimle işbaşına gelmiş parlamenterlerin demokratik yetkilerini geçersiz kılmasına izin verilmemelidir" diye yazdı.

Muhafazakar siyasetçi, AİHS'nin ve bu sözleşmenin uygulanmasını denetleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) ülkedeki sorunların çözümünde yetersiz kaldığını savundu.

BK'deki tartışmalar, hükümetin düzensiz göçmenleri Ruanda'ya gönderme planında yaşanan sorunlarla ilişkili gelişti.

BK hükümeti, geçen yıl Ruanda yönetimiyle 140 milyon sterlinlik bir anlaşma imzalayarak, göçmenlerin bu ülkeye sınır dışı edilmesini kararlaştırmıştı.

Ancak BK'den Ruanda'ya göçmenleri taşıyacak ilk uçak, AİHM kararıyla son anda durdurulmuştu. BK'deki Temyiz Mahkemesi de Ruanda anlaşmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermişti. 

Başbakan Rishi Sunak liderliğindeki hükümetse kararı Yüksek Mahkeme'ye taşımıştı. 9 Ekim'de başlayacak hukuki süreçte Yüksek Mahkeme, anlaşmanın BK'nin AİHS'ye yükümlülüklerini ihlal edip etmediğini kararlaştıracak.

Buna paralel olarak BK hükümetinden de AİHS'ten çıkılmasına yönelik farklı açıklamalar geldi. 

İçişleri Bakanı Suella Braverman, ABD'deki sağcı düşünce kuruluşu American Enterprise Enstitüsü'ndeki konuşmasında, AİHS'nin ya da Birleşmiş Milletler Göçmen Sözleşmesi'nin düzensiz göçmenlerin durdurulması için yeterli olmadığını ileri sürdü.

Bu sözleşmelerdeki maddelerin, mevcut göçmen kriziyle mücadelede eksik kaldığını öne süren Braverman, "Artık sadece eşcinsel ya da kadın olmak ve ülkende ayrımcılığa uğramaktan korkmak, göçmen statüsüne hak kazanmak için yeterli değil" dedi. Braverman, ülkesinin göçmen planını uygulamak için AİHS'ten çıkabileceğini de söyledi.

Ticaret Bakanı Kemi Badenoch da ülkenin önde gelen gazetelerinden Sunday Times'a geçen hafta verdiği söyleşide, sözleşmeden ayrılmanın kesinlikle değerlendirmeye alınması gereken bir seçenek olduğunu savundu.

Öte yandan Dışişleri Bakanı James Cleverly, ülkesinin göçmen kriziyle mücadele sürecinde AİHS'ten çıkmasına gerek olmadığını söyledi. 

BK merkezli düşünce kuruluşu Onward'ın pazar günkü toplantısına katılan Cleverly, ülkesinde göçmenlerle ilgili alınan kararların uluslararası hukuka uygun olduğunu savunarak, "Sınırlarımızı koruyabilmemiz için AİHS'ten çıkmamız gerektiğini düşünmüyorum. Bu meseleyle ilgili başarılı olduğumuzu gösterdik" dedi.

ABD'nin önde gelen gazetecilik kuruluşlarından Politico'nun analizinde "II. Brexit Savaşları" diye nitenen süreçte, Sunak da ülkesinin AİHS'ten çıkmasının söz konusu olmadığını söylemişti.

II. Dünya Savaşı'nın ardından 1949'da kurulan Avrupa Konseyi, ertesi yıl AİHS'yi imzaya açmıştı. 1953'te yürürlüğe giren ve Türkiye'nin de yer aldığı sözleşmenin denetlenmesi için de 1959'da AİHM kurulmuştu. 

Independent Türkçe


Karabağ'ın çöküşünden sonra Ermenistan'ın karşılaştığı jeopolitik zorluklar nelerdir?

Shutterstock
Shutterstock
TT

Karabağ'ın çöküşünden sonra Ermenistan'ın karşılaştığı jeopolitik zorluklar nelerdir?

Shutterstock
Shutterstock

Otuz yıl süren mücadelenin ardından Karabağ'daki Ermeni ayrılıkçılar, Bakü'nün Eylül ayı sonlarında bölgenin kontrolünü yeniden ele geçirmesinin ardından silahsızlanmayı, hükümetlerini feshetmeyi ve Azerbaycan'la yeniden bütünleşmeyi kabul etti.

Bu ayrılıkçı bölgenin çöküşü bölgedeki güç dengesini değiştirebilir ve Erivan'ı çeşitli jeopolitik kaygılarla karşı karşıya bırakabilir.

Rusya'nın ‘çifte’ anlaşmaları

120 bin nüfusa sahip Karabağ’ın neredeyse tüm sakinleri kaçtı ve Erivan, Azerbaycan'ı bu bölgeye yönelik bir ‘etnik temizlik’ kampanyası yapmakla suçladı. Ancak Bakü bunu reddetti. Karabağ'daki Ermeni nüfusa açıkça kalmaya ve ‘Azerbaycan'a yeniden entegre olmaya’ çağırdı.

Ermenistan'ın uzun süredir müttefiki olan Rusya, kaçanların korkacak hiçbir şeyi olmadığını vurguladı. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, "Yerinden edilmeden kimin sorumlu olduğunu tespit etmek zor. Bu eylemlerin doğrudan bir nedeni yok" dedi.

Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ise Karabağ'daki Rus barış gücünü Bakü'deki yıldırım saldırısına müdahale etmemesi nedeniyle eleştirdi, Moskova ise bunu yalanladı.

2020 yılında, Azerbaycan ve Ermenistan arasında altı haftalık çatışmayı sona erdiren ateşkes anlaşmasının bir parçası olarak, bu dağlık bölgeye yaklaşık 2 bin barış gücü askeri konuşlandırıldı.

Ancak Rusya'nın geçen hafta Karabağ'daki ‘ayrılıkçı Ermeni cumhuriyetinin’ yıl sonuna kadar varlığının sona ereceği yönündeki duyurusuna tepkisi ılımlı oldu.

Peskov, "Bunu fark ettik ve durumu yakından izliyoruz" dedi. Barış gücümüz insanlara yardım etmeye devam ediyor.”

Analistler, Rusya'nın, düşük nüfuslu ve diplomatik olarak izole edilmiş tarihi müttefiki Ermenistan'ın pahasına, petrol zengini Azerbaycan'ın yükselen gücü safında yer aldığını söylüyor.

Moskova ayrıca geçen hafta, Ermenistan'ın Başkan Vladimir Putin hakkında tutuklama emri çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne katılma kararının ‘son derece düşmanca’ olacağı konusunda uyarmıştı.

Ancak uzmanlara göre Rusya'nın bölgede nüfuzunu sürdürmesi hâlâ mümkün.

Carnegie - Avrupa'dan Thomas de Waal, ""Tüm hükümleri çürütülmüş olsa da hâlâ yürürlükte olan tek çerçeve anlaşması, Rusya'nın 9 Kasım 2020'de sponsor olduğu üçlü ateşkes anlaşmasıdır. Ateşkes anlaşmasının bir maddesi, Rus Federal Güvenlik Servisi sınır muhafızlarının Ermenistan üzerinden Nahçıvan'a giden ulaşım koridorunu koruması. Ancak bu, Rusya'nın Ukrayna'daki savaşı nedeniyle pek olası değil" dedi.

Türkiye-Azerbaycan İttifakı

Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti, Azerbaycan'a bağlı bir karayla çevrili cumhuriyet. Sovyet döneminden kalma karmaşık bir kalıntı olup, Azerbaycan ile sınır paylaşmasa da Bakü ile 1920'lerden beri bağlantılı durumda. Ermenistan, Türkiye ve İran arasında yer alıyor.

Bazı uzmanlar, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in artık Nahçıvan'la bir koridor oluşturmak için güney Ermenistan'da operasyonlar başlatmaya çalışabileceğine inanıyor.

Müttefikler Türkiye ve Azerbaycan Haziran ayında, uzun vadeli ve karmaşık bir proje olan, Türkiye'yi Nahçıvan ve Ermenistan üzerinden Azerbaycan'ın ana topraklarına bağlayan bir kara koridoru açma çabalarını yoğunlaştırmak istediklerini söylediler.

Azerbaycan'ın 19-20 Eylül tarihlerinde Dağlık Karabağ'a düzenlediği yıldırım saldırısından günler sonra Aliyev, bölgede Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya geldi.

Aliyev geçtiğimiz günlerde güney Ermenistan'dan ‘Batı Azerbaycan’ olarak söz etmiş ve Aralık ayında Azerbaycanlıların ‘asıl topraklarına dönebilmeleri gerektiğini’ söylemişti.

Daha da ileri giderek Şubat 2018'de düzenlediği basın toplantısında "Erivan bizim tarihi topraklarımızdır... Biz Azerbaycanlılar tarihi topraklarımıza dönmeliyiz" demişti.

Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ittifak, 1915 Olayları nedeniyle Ankara'ya düşman olan Ermenistan'la karşılıklı güvensizliğe dayanıyor.

30'dan fazla ülke bu katliamları soykırım olarak tanısa da Ankara bu ifadeyi şiddetle reddediyor.

İran faktörü

Bölgedeki diğer önemli jeopolitik aktörler arasında Ermenistan'ın geleceğinde ticari çıkarları olan İran yer alıyor.

Fransız Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Ulusal Enstitüsü'nden Profesör Talin Ter Minasyan, İran'ın Ermenistan'ı Kafkasya'ya ticaret kapısı olarak gördüğünü ve bu nedenle "Azerbaycan'ın lehine bir sınır değişikliği görmek istemediğini" söyledi.

Sebepler aynı zamanda jeostratejik, zira Azerbaycan yıllardır Tahran'ın baş düşmanı İsrail'e yaklaşıyor.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü'ne göre 2016 ile 2020 yılları arasında Azerbaycan'a yapılan silah satışlarının yaklaşık yüzde 70'inin kaynağı İsrail'di.

Fransız İstihbarat Araştırma Merkezi, İsrail'in Azerbaycan'da ‘birkaç elektronik istihbarat istasyonu’ kurduğunu söylüyor.

Azerbaycan'ın ana müttefiki Türkiye'nin aynı zamanda İran'ın da katılmadığı ABD öncülüğündeki askeri ittifak NATO'nun da üyesi olduğunu belirtmekte fayda var.

Fransız Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Jean-Louis Bourlanges, Batı'nın Ermenistan'a ikna edici bir bağlılığının yokluğunda, "Ermenistan'ın şimdiye kadarki tek koruması İran oldu" dedi. Ancak, bunun ‘çok kırılgan ve endişe verici bir garanti’ olduğunu da sözlerine ekledi.


ABD ve Filipinler, tartışmalı Güney Çin Denizi’nde ortak deniz tatbikatına başladı

Japon destroyeri (JMSDF), deniz tatbikatına katılmak üzere Manila Limanı’na yanaşmaya hazırlanıyor (EPA)
Japon destroyeri (JMSDF), deniz tatbikatına katılmak üzere Manila Limanı’na yanaşmaya hazırlanıyor (EPA)
TT

ABD ve Filipinler, tartışmalı Güney Çin Denizi’nde ortak deniz tatbikatına başladı

Japon destroyeri (JMSDF), deniz tatbikatına katılmak üzere Manila Limanı’na yanaşmaya hazırlanıyor (EPA)
Japon destroyeri (JMSDF), deniz tatbikatına katılmak üzere Manila Limanı’na yanaşmaya hazırlanıyor (EPA)

ABD ve Filipinler, Manila ile Pekin arasında tartışmalı Güney Çin Denizi konusunda yaşanan son diplomatik anlaşmazlığın ardından, bugün yıllık ortak deniz tatbikatlarına başladı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre, Güney Çin Denizi’ndeki Luzon adası açıklarında her yıl düzenlenen ‘Samasama’ tatbikatlarına iki ülkeden binden fazla denizci katılıyor.

Pekin, 2016’da bu tutumunun hukuki bir dayanağı olmadığı yönündeki uluslararası mahkeme kararına rağmen, her yıl milyarlarca dolarlık ticari yükün geçtiği Güney Çin Denizi üzerinde neredeyse tam egemenlik iddiasında bulunuyor.

ABD 7. Filo Komutanı Koramiral Carl Thomas, Manila’da tatbikatlar başlamadan önce yaptığı açıklamada, tüm ülkelerin ulusal egemenliklerini garanti altına alma haklarının ‘açık denizlerde her gün saldırı altında’ olduğunu söyledi.

Koramiral. onlarca yıldır bölgesel barışı sağlayan ‘kurallara dayalı uluslararası düzenin’ parçalandığını ve tüm ülkeler değil, tek bir ülke lehine test edildiğini vurguladı. Koramiral Thomas, “Egemenliği ve güvenliği sağlamanın yelken açmaktan ve birlikte çalışmaktan daha iyi bir yolu yoktur” dedi.

Thomas, gazetecilerin ‘kimden bahsettiği’ yönündeki bir soruya net bir yanıt vermeden, saldırıya uğrama korkusu olmadan veya gözdağı verilmeden bölgede gezinme hakkını korumanın önemli olduğunu söyledi.

Filipin Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral Toribio Adachi ise, Samasama tatbikatının kendilerini ‘çeşitli tehditlerle yüzleşmeye hazırladığını’ ifade etti.

ABD Donanması yetkilileri, 12 gün sürecek bu tatbikatlara, güdümlü füze destroyeri USS Dewey, bir mühimmat ve kargo gemisi ile P-8 Poseidon deniz gözetleme uçağının katılacağını bildirdi.

Tatbikatlara ayrıca Filipinler Donanması’na ait güdümlü füze firkateyni, bir Japonya Deniz Öz Savunma Kuvvetleri destroyeri ve Kanada Kraliyet Donanması firkateyni HMCS Vancouver da katılacak.


El Kaide, Sahel’deki nüfuzunu artırıyor

2016’da Mali’nin kuzeyindeki Kidal’da görüntülenen Azavad güçlerinden oluşan konvoy. (AFP)
2016’da Mali’nin kuzeyindeki Kidal’da görüntülenen Azavad güçlerinden oluşan konvoy. (AFP)
TT

El Kaide, Sahel’deki nüfuzunu artırıyor

2016’da Mali’nin kuzeyindeki Kidal’da görüntülenen Azavad güçlerinden oluşan konvoy. (AFP)
2016’da Mali’nin kuzeyindeki Kidal’da görüntülenen Azavad güçlerinden oluşan konvoy. (AFP)

Mali ordusunun ülkenin kuzeyinde Tuareg isyanıyla karşı karşıya olduğu bir dönemde El Kaide'nin bir kolu, Afrika kıyısındaki bu yoksul ülkedeki eylemlerine hız verdi. Gurup, geçtiğimiz ağustos ayının sonlarından bu yana tarihi Timbuktu şehrini kuşatma altında tutuyor.

Mali'nin kuzeyindeki Azavad bölgesinde şehir ve köyleri işgal eden bu radikal örgüt, 2022'de Fransız kuvvetlerinin ayrılması ve bu yıl Birleşmiş Milletler güçlerinin de ayrılacağını duyurması ardından nüfuzunu artırdı.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Sahel bölgesindeki krizlerden yararlanan örgüt, nüfuzunu üç ülke arasında ‘ölüm üçgeni’ olarak bilinen sınır üçgeninde Nijer topraklarına ve Burkina Faso'ya doğru genişletmek için kullandı. Bölgede, Wagner grubunun desteklediği Mali hükümet güçleri ve rakibi DEAŞ ile savaş yürütülüyor.

Kuzey Mali'de faaliyet gösteren hareketleri tek bir gövdede birleştiren Tuareg liderlerinden Iyad Ag Gali söz konusu sahnede ön plana çıkıyor. Ensaruddin, Macina Kurtuluş Cephesi, Murabitun örgütü ve El Kaide'nin Mağrip'teki sahra kanadını Nasrul İslam vel Müslimin (İslam’ın ve Müslümanların Galibiyeti) bloğu altında bir araya getiriyor. Gali’nin ismi, El Kaide'nin Eymen el Zevahiri'nin yerine geçecek olası liderlerinden biri olarak anılıyor.

Malili bir askeri yetkili, ordunun Tuareg isyanına karşı koymak için güçlerini yeniden kuzeye konuşlandırdığını bildirdi.


Tahran nükleer müzakerelerin Tokyo’da yapılacağı iddialarını yalanladı

Umman Dışişleri Bakanı Bedir el-Busaidi, geçen ay New York’ta Genel Kurul çalışmaları sırasında İranlı mevkidaşı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile bir
Umman Dışişleri Bakanı Bedir el-Busaidi, geçen ay New York’ta Genel Kurul çalışmaları sırasında İranlı mevkidaşı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile bir
TT

Tahran nükleer müzakerelerin Tokyo’da yapılacağı iddialarını yalanladı

Umman Dışişleri Bakanı Bedir el-Busaidi, geçen ay New York’ta Genel Kurul çalışmaları sırasında İranlı mevkidaşı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile bir
Umman Dışişleri Bakanı Bedir el-Busaidi, geçen ay New York’ta Genel Kurul çalışmaları sırasında İranlı mevkidaşı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile bir

İran, ABD ile doğrudan müzakereler yapılacağına dair dünya basınında yer alan iddiaları yalanladı. Tahran yönetimi öte yandan Umman’ın 2015 nükleer anlaşmasını yeniden canlandırmayı amaçlayan diplomatik süreçteki çıkmaza son verme girişiminden duyduğu memnuniyeti yineledi. İranlı parlamenter Şehriyar Haydari, Japonya’da müzakere masasına dönülebileceğini söyledi.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasıl Kenani, haftalık basın toplantısında Umman Sultanı Heysem bin Tarık’ın nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma planının Washington ile Tahran arasındaki görüşleri yakınlaştırmaya yönelik pratik bir girişim olduğunu söyledi. “Bu girişim ne yeni bir anlaşma ne de yeni bir projedir” diyen Kenani, “Defalarca belirttiğimiz gibi, Umman dahil dost ülkelerin tüm tarafları nükleer anlaşmaya döndürme yönündeki çabalarını ve girişimlerini memnuniyetle karşılıyoruz” dedi.

İranlı yetkili, “Diplomatik süreç de mesaj alışverişi de açık. Bu süreç devam ediyor” diyerek, sözlerinin devamında ise “ABD ile doğrudan müzakere yapmayacağız ve doğrudan müzakere planımız da yok” şeklinde konuştu.

Şarku’l Avsat’ın ABD merkezli Semaphore sitesi ve Londra merkezli Farsça yayın yapan Iran International kanalının hazırladığı araştırma haberinden aktardığına göre Sözcü, İran Uzmanlar Girişimi konusuna girmekten ise kaçındı. Haber, İran kökenli Amerikalı uzmanlar ile Devrim Muhafızları’yla yakından bağlantılı olan İran Dışişleri Bakanlığı Araştırma Dairesi yetkilisi arasındaki mesaj alışverişine de ışık tutuyor.

31 senatörün Pentagon’a mesajların içeriği, ABD çevrelerinde, özellikle de Kongre üyeleri arasında öfkeye yol açtı.

Mesajda, İran asıllı ABD’li bir araştırmacıya, nükleer müzakere ekibinden çıkarılması sonrasında bakanlıkta üst düzey bir pozisyonu üstlenmesi için nasıl güvenlik izni verildiği soruldu.

Konuyla ilgili olarak Kenani, “Özellikle bazılarının İran kartını oynamaya çalışması ve buna bağlı meseleler nedeniyle ABD’nin iç sorunları ve partiler arası rekabet çerçevesindeki bazı konulara girmek istemiyoruz” dedi.

Öte yandan İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi’nin medya platformu Nour News, ‘İran ile savaş açmaya çağıranlar’ olarak adlandırdığı kişileri, İran’ın ABD’deki nüfuzu meselesini alevlendirmekle suçladı. Ajans, sosyal medya platformu X üzerinden “Onlar, esir takası anlaşmasına varıldıktan sonra, yaptırımların kaldırılmasına (nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması) yönelik müzakerelerde anlaşmaya varma şansının arttığına inanıyorlar. Bu nedenle Demokratların yaklaşan başkanlık seçimlerinde bunu kullanmasını engelleyecek bir ortam yaratmak ve yaptırımların kaldırılması konusunda olası bir atılımı engellemek istiyorlar” açıklamasında bulundu.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani’nin bugün düzenlediği haftalık basın toplantısından yayınlanan videodan bir görüntü
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani’nin bugün düzenlediği haftalık basın toplantısından yayınlanan videodan bir görüntü

Kitle imha silahları

Öte yandan Kenani, İran’ın bu bölgede oluşturduğu kalıcı tehdide ilişkin ABD’nin kitle imha silahlarıyla mücadeleye yönelik stratejik belgesindeki uyarıyı yalanladı. Kenani, “Bu iddialar asılsızdır. İran, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nın bir üyesidir ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile kapsamlı bir koruma anlaşmasının imzacısıdır” dedi.

“İran defalarca nükleer silahların askeri ve savunma doktrininde yeri olmadığını ilan etti” diyen Nasır Kenani, “İran bu tür kitle imha silahlarının kullanımını ve kullanım tehdidini reddediyor” ifadelerini kullandı. Kenani ayrıca, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İran’ın Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’ne uymamasına ilişkin yıllık raporunu da protesto ederken, “Şiddetle reddediyoruz” dedi. Kenani ayrıca, bunların asılsız suçlamalar olduğunu söyledi.

Nükleer müzakereler, geçen yıl son zamanlarda sekteye uğradı. Öncesinde ise Tahran, UAEA’nın insan yapımı uranyum izleri bulduğu iki gizli bölgede nükleer faaliyetlere ilişkin uluslararası bir soruşturmayı kapatmak da dahil olmak üzere şartlarına bağlıydı. Batılı diplomatlar, Tahran’ın geçen yıl anlaşmayı tamamlamaya yönelik en az iki taslağı reddettiğini söylüyor.

UAEA, İran’ın yüzde 60 zenginleştirilmiş uranyumdan oluşan üç bomba geliştirmeye yetecek kadar güce sahip olduğunu tahmin ediyor. Ajansa göre İran, yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş daha büyük miktarlarda uranyuma sahip. Tahran ayrıca, nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması yönündeki görüşmelerin Nisan 2021’de başlatılmasına paralel olarak yüzde 60 oranında uranyum zenginleştirmeye başladı.

Tokyo arabuluculuğu

Milletvekili Şehriyar Haydari, geçen pazar günü Dideban İran internet sitesinden yaptığı açıklamada, Japonya’da nükleer müzakerelerin yeniden başlatılabileceğini belirtti.

Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komitesi üyesi Haydari, nükleer anlaşmanın tarafları arasında üçüncü bir ülkede toplantı yapılmasının planlandığını söylerken, “Son zamanlarda Batı ve ABD mesajları açıklandı. Japonya’nın hazır olduğunu beyan etmesiyle nükleer anlaşma için toplantı yapılmasına yönelik mekanizmanın bir ölçüde hazırlandığını ve bunun üçüncü bir ülkede yapılabileceğini düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

“Nükleer anlaşma sonuca ulaşsa da ulaşmasa da bunun diyalog ve toplantı çerçevesinde yapılması gerekiyor” diyen Milletvekili, “Nükleer anlaşma, şu anda hem Avrupa’da hem de ABD’de gündemde. Ancak ABD’nin bu konudaki politikası ve yaklaşımı farklı” şeklinde konuştu.

Geçen hafta İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Japon arabuluculuğunun varlığını açıklamadan önce, Umman Sultanı’nın nükleer müzakere masasına dönme yönünde önerdiği bir girişimden bahsetti.

Abdullahiyan, Japon Kyodo ajansı tarafından geçen çarşamba günü yayınlanan bir açıklamada Tokyo’nun teklifinin İran’ın çıkarlarını karşıladığını, ilgiyi hak ettiğini ve olumlu olarak değerlendirilebileceğini söyledi. Batılı tarafları abartılı taleplerde bulunmakla suçlayan Abdullahiyan, ülkesinin Japonya’nın nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasında oynadığı her türlü yapıcı role desteğini ifade etti.

Abdullahiyan ayrıca, İran resmi medyasına Sultan Heysem bin Tarık’ın nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmaya çalıştığını belirterek, “Önerilen Umman girişimi, tüm tarafları hızlandırmanın ve yükümlülüklerine geri döndürmenin bir yoludur. Ancak bu, Umman Sultanı’nın yeni bir planı veya metni olduğu anlamına gelmiyor” dedi.

İbrahim Reisi hükümeti, bölgesel ve uluslararası izolasyonunu kırmak için arabuluculuğa güveniyor. Arabuluculuk, İran ile büyük güçler arasındaki nükleer müzakerelerin 2013 yılında yeni haliyle başlatılmasının ve 2015 yazında nükleer anlaşmayla sona ermesinin anahtarıydı.

Geçen Nisan ayında İran Dışişleri Bakanı, Japon mevkidaşı Yoshimasa Hayashi ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından, Hayashi’nin bozulan nükleer görüşmeleri tamamlamak için Tahran’a yardım teklif ettiğini söyledi.

Geçen Ağustos ayının ilk haftasında Abdullahiyan, Tokyo’yu ziyaret ederek Japon yetkililere, Tahran’ın tüm tarafların nükleer anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerine geri dönmeye hazır olduğunu bildirdi.

Japonya, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018’de nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından gerginliği azaltmak için ABD ile İran arasında arabuluculuk yapmaya çalıştı. Ancak eski Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin girişimi, 2019’da başarısız oldu. Bu, Şah rejimini deviren 1979 devriminden bu yana bir Japon başbakanının İran’a yaptığı ilk ziyaretti.

Abe, Trump’ın İran rejim lideri Rehber Ali Hamaney’e mesajını iletirken, Devrim Muhafızları deniz kuvvetleri Umman Körfezi’nde bir Japon petrol tankerini alıkoydu.


Ermenistan, UCM'nin Roma Statüsü'nü onayladı

Dağlık Karabağ bölgesinden gelen mülteciler Ermenistan'da bir sınır köyüne varıyor (Reuters)
Dağlık Karabağ bölgesinden gelen mülteciler Ermenistan'da bir sınır köyüne varıyor (Reuters)
TT

Ermenistan, UCM'nin Roma Statüsü'nü onayladı

Dağlık Karabağ bölgesinden gelen mülteciler Ermenistan'da bir sınır köyüne varıyor (Reuters)
Dağlık Karabağ bölgesinden gelen mülteciler Ermenistan'da bir sınır köyüne varıyor (Reuters)

Meclis oturumunda, UCM'nin kurucu anlaşması olan Roma Statüsü, 22'ye karşı 60 oyla onaylandı.

Ermenistan, Roma Statüsü'nü 1999'da imzalamasına rağmen Anayasa Mahkemesi, 2004'te aldığı karar uyarınca statüyü Ermenistan Anayasası'na aykırı bulmuştu.

Hükümet, 2022'de statünün incelenmesi amacıyla yeniden Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmuştu.

Ermenistan Anayasa Mahkemesi, 24 Mart'ta UCM Roma Statüsü'nün Ermenistan yasalarına uygun olduğu kararını vererek onay için Ulusal Meclise göndermişti.

Roma Statüsü'nün Anayasa Mahkemesi tarafından yasalara uygun bulunması Ermenistan ve Rusya arasında gerginlik yaratmıştı. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, "(Ermenistan'ın Roma Statüsü kararı) Bu bize yönelik son derece düşmanca bir karar. Onaylayabileceğimiz bir durum değil." ifadelerini kullanmıştı.

Öte yandan Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, 19 Eylül'de Ulusal Mecliste yaptığı konuşmada, Roma Statüsü'nün Ermenistan-Rusya ilişkileri ile bir bağlantısının bulunmadığını, tüzüğün onaylanmasının Ermenistan'ın güvenliğiyle ilgili olduğunu belirtmişti.

Roma Statüsü, 15 Haziran-17 Temmuz 1998'de toplanan Birleşmiş Milletler Konferansının İtalya'nın başkenti Roma'da karara bağladığı Uluslararası Ceza Mahkemesinin Kuruluş Statüsü'dür.


Washington’daki iç siyasi hesapların kurbanı olan Ukrayna

Biden, Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy’ye ‘manevrayı bırakma’ çağrısı yaptı (Getty Images)
Biden, Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy’ye ‘manevrayı bırakma’ çağrısı yaptı (Getty Images)
TT

Washington’daki iç siyasi hesapların kurbanı olan Ukrayna

Biden, Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy’ye ‘manevrayı bırakma’ çağrısı yaptı (Getty Images)
Biden, Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy’ye ‘manevrayı bırakma’ çağrısı yaptı (Getty Images)

Başkan Joe Biden, Rusya’yla yüzleşmek için ihtiyacı olan her şeyi alacağı konusunda Kiev’i temin etmeye çalışsa da hükümet tıkanıklığından kaçınmak için son anda yapılan anlaşmadan sonra ABD’nin Ukrayna’ya yardımlarının geleceği belirsiz görünüyor.

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy’nin daha fazla mali yardım talebinde bulunmak üzere Washington’a gerçekleştirdiği ziyaretin üzerinden bir haftadan az bir süre geçmişken pazar günü geç saatlerde varılan uzlaşma, radikal Cumhuriyetçilerin taleplerine karşılık olarak Ukrayna’ya tahsis edilen yeni bir fonu iptal etti.

Rus saldırısıyla karşı karşıya

Biden ve partisi Demokrat Parti, ABD’nin Rus saldırısına karşı Ukrayna’ya yardımla yükümlü olduğunu belirterek, bu konuda bir başarısızlığın gelecekte Başkan Vladimir Putin gibi otoriter liderleri güçlendirebileceği konusunda uyardı. Ancak mesele, Washington’da siyasi bir karaktere büründü. Öyle ki, Kiev’in kış gelmeden önce yavaş ilerleyen karşı saldırısında ilerleme kaydetmeye çalıştığı bir durumda oldukça gerekli askerî yardımlar tehlikeye girdi.

Biden, Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy’yi ‘manevradan vazgeçmeye’ çağırdı ve ondan, yakın zamanda Ukrayna’ya mali yardımla ilgili ayrı bir yasa tasarısının meclisten geçişini sağlamasını beklediğini vurguladı. Biden, Beyaz Saray’da yaptığı bir konuşmada “Müttefiklerimizi, ABD ve Ukrayna halklarını, desteğimize güvenebilecekleri konusunda temin etmek isterim. Sizden vazgeçmeyeceğiz” ifadelerini kullandı..

Gerileme

Buna karşılık Ukrayna, yeni yardımlara erişimi sağlamak için ‘Amerikalı ortaklarla aktif bir şekilde’ çalıştığını söyleyerek yardımın onay almamasını pek önemsemedi.

Avrupa Birliği Dışişleri Temsilcisi Josep Borrell ise Ukrayna’ya yardımların ulaştırılması konusunda Washington’ın ana ortağı sayılan bloğun son anlarda imzalanan anlaşmadan ötürü ‘şaşırdığını’ belirtti. ABD’nin kararından ‘derin bir üzüntü’ duyduğuna dikkat çeken Borrell, “Bu kararın nihai olmayacağına ve Ukrayna’nın ABD’den yardım almaya devam edeceğine dair umudum var” dedi.

Olumsuz etki

Bu bağlamda analist Brett Bruen, dünyaya verilen ve Cumhuriyetçilerin, hatta bazı Demokratların siyaset uğruna Ukrayna’yı feda etmeye hazır olduklarını ifade eden daha geniş mesajın olumsuz etkisi konusunda uyardı. Eski bir diplomat ve halihazırda danışmanlık şirketi Global Situation Room’un başkanlığını yapan analist, “Bu, Kiev’deki liderleri endişelendirecektir. Bence Moskova’da desteğimizin azalabileceğine dair işaretler kutlanıyor” değerlendirmesinde bulundu.

Ukrayna, daha önce Putin’i öven eski Cumhuriyetçi Başkan Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesi ihtimalini endişeyle izliyor.

Temsilciler Meclisi’nin en önde gelen Demokratları, McCarthy’nin Ukrayna’ya yardımla ilgili ayrı bir yasa tasarısını önümüzdeki hafta oylamaya sunmasını beklediklerini dile getirdiler. Bununla birlikte miktarın 24 milyar dolar olup olmadığı henüz belli değil. Bu rakamı başlangıçta Biden istemişti, ancak bunu hayata geçirmek kolay olmayacak.

Ukrayna’nın mücadelesi

Ukrayna’nın beka mücadelesi, ABD başkanlık seçimlerine bir yıldan fazla bir süre kalmışken siyasi gerilimlere konu olan bir meseleye dönüştü. Kongre’nin onayladığı, şu ana kadar toplamda 100 milyar dolara ulaşan ve 43 milyar dolar değerindeki silahları da kapsayan yardımlara ilişkin sorular giderek artıyor. McCarthy, Cumhuriyetçi Parti’nin aşırı sağcı olan ve Ukrayna’ya ek herhangi bir yardım sunulmasına tamamen karşı çıkan üyelerinden Matt Gaetz tarafından devrilme çabasıyla karşı karşıya. McCarthy, oylamadan kurtulması halinde, Cumhuriyetçilerin önemli bir talebini karşılamak üzere Meksika sınırlarından göçmenlerin geçişini engellemek için yeterli fonun tahsis edilmesine odaklanacağını açıkladı. CBS kanalına konuşan McCarthy, “Ukrayna’ya silah verilmesini sağlayacağım, ancak sınır güvenliği sağlanmadıkça büyük bir paket alamayacaklar” dedi. McCarthy, muhtemelen Demokratlarla yapılan ve ona meclis başkanı olarak kalma imkânı veren bir anlaşma yoluyla Ukrayna yardımlarını onaylasa bile, savaş yorgunluğu duygularıyla temsil edilen daha geniş bir sorun mevcut.

Rahatsızlık duyguları, radikal Cumhuriyetçilerden Ukrayna’ya ‘açık çek’ vermeyeceklerini söyleyen daha ılımlı milletvekillerine taşınıyor. Biden ve Kiev için belki de daha rahatsız edici olan şey, Ukrayna ile ilgili benzer endişelerin enflasyonun sonuçlarıyla boğuşan ABD’li seçmenleri de etkisi altına almasıdır.

Taahhütler

ABC kanalı ve The Washington Post gazetesinin 24 Eylül’de yayınladığı bir kamuoyu yoklamasına göre katılımcıların yüzde 41’i ABD’nin Ukrayna’yı desteklemek için çok çaba harcadığı görüşünde. Bu oran, şubat ayında yüzde 33 ve Nisan 2022’de sadece yüzde 14’tü. Oğlu Hunter’ın Ukrayna’yla ticari işlemleri nedeniyle Biden’ı azletmek için başlatılan Cumhuriyetçi soruşturma, konuya daha da karmaşıklaştırıyor. Bununla birlikte Biden yönetimi basit bir şekilde, Ukrayna’da Rusya’ya engel olunmaması halinde dünyanın geri kalanı için bir tehlike doğabileceğini söylüyor.  

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin Kongre’ye, ‘ABD’nin, ülkesini zalim güçlere karşı savunma mücadelesi veren Ukrayna halkına gerekli yardımları sunma taahhüdünü acil bir şekilde yerine getirme’ çağrısı yaptı.

Analist Bruen, Ukrayna’ya mali yardım konusunda geçici bir süreliğine de olsa herhangi bir gecikmenin, yardımı eleştirenler için büyük bir destek oluşturduğunu ifade ederek, “Uzun vadede meselenin daha sorunlu hale geleceğini düşünüyorum” dedi.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


Fransa Dışişleri Bakanı, Ermenistan’ın toprak bütünlüğüne verdikleri desteği teyit etmek için Erivan’a gitti

Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna (EPA)
Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna (EPA)
TT

Fransa Dışişleri Bakanı, Ermenistan’ın toprak bütünlüğüne verdikleri desteği teyit etmek için Erivan’a gitti

Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna (EPA)
Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna (EPA)

Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna, bugün Erivan’a yaptığı ziyarette, ülkesinin, Dağlık Karabağ bölgesinin Azerbaycan güçlerinin eline geçmesinin ardından egemenliği ve toprak bütünlüğü konusunda endişeleri artan Ermenistan’a desteğini dile getirdi.

Azerbaycan güçlerinin 19 Eylül’de Dağlık Karabağ’a başlattığı ve yaklaşık 600 kişinin ölümüyle sonuçlanan operasyonun ardından, 30 yıldır Bakü’nün kontrolü dışında kalan bölgedeki Ermeni ayrılıkçılar teslim oldu.

Dağlık Karabağ’daki ayrılıkçılar ve Bakü, ilki 1988-1994 yılları arasında, ikincisi ise 2020’de olmak üzere bölge için iki kez savaştı.

Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’ın tamamında kontrolü sağlamasının ardından bölgede yaşayan 120 bin Ermeni’den 100 bini bölgeyi terk etti. Ayrılıkçı sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti ise feshedildi.

Bölge halkının bu kitlesel göçü, Azerbaycanlıların misilleme eylemlerine maruz kalması korkusuyla gerçekleşti.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Dışişleri Bakanı Colonna, son günlerde Bakü’nün Erivan’a düzenleyebileceği askeri saldırıyla ilgili kaygılarını defalarca dile getirdi.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre, isminin gizli kalmasını isteyen bir Fransız diplomatik kaynak, “Ermenistan topraklarının küçük bir kısmı, zaten son aylarda Azerbaycan askeri saldırılarının hedefi oldu” dedi.

Eylül 2022’de meydana gelen ve 300’e yakın kişinin ölümüyle sonuçlanan çatışmalara atıfta bulunan kaynak, “Bu bir gerçek” diye ekledi.

Azerbaycan 2022’deki çatışmada, iki ülke arasındaki sınır hattını kendi lehine 7-9 kilometre kaydırdı.

Fransa o dönemde, Ermenistan’da bulunan Cermuk’ta bir Avrupa Birliği (AB) izleme misyonunun kurulması için baskı yaptı.

Colonna daha önce, AB’nin Ermenistan’ın Azerbaycan sınırında istikrara ve normalleşme çabalarına katkı sağlama amacıyla görevlendirdiği sivil misyon üyelerini nisan ayında ziyaret etmişti.

AFP’ye konuşan diplomatik kaynak, şöyle konuştu:

“Ermenistan’ın toprak bütünlüğünün Azerbaycan tarafından ihlal edilmesine yönelik hiçbir tehlike olmadığına inanmak çok saflık olur. Bunun kaçınılmaz olacağını söylemiyorum ama bizim görevimiz bunun olmasını önlemek. Bu misyonun boyutunun arttırılmasını talep edeceğiz.”

Ayrıca diplomatik kaynağa göre Paris, Azerbaycan’a yaptırım uygulanması fikrini bir dereceye kadar destekliyor.

Pazar günü Brüksel’de gösteri yapan binlerce Ermeni, AB’yi, Rus gazı kaybını kısmen telafi etmek için satın aldığı Azerbaycan gazı karşılığında, Karabağ’daki Ermenilerin trajedisine göz yummakla suçladı.

Fransa Dışişleri Bakanı Colonna’nın Erivan ziyaretinde, Ermenistan’ın toprak bütünlüğü meselesinin yanı sıra Fransa’nın mültecileri kabul eden Ermenistan’a acil durum ve insani yardımlarını artırmaya hazır olduğunu dile getirmesi bekleniyor.

Paris, bu yıl Erivan’a yaptığı yardımı geçtiğimiz hafta 12,5 milyon euroya çıkardı.

Ziyareti sırasında Fransız Bakan, Başbakan Nikol Paşinyan başta olmak üzere birçok Ermeni yetkiliyle görüşecek.