ABD’nin Baharat Yolu’na ilişkin sorular…

Bu yolun görevi, Çin nüfuzuna karşı koymakla mı sınırlı?

Fotoğraf: Shutterstock
Fotoğraf: Shutterstock
TT

ABD’nin Baharat Yolu’na ilişkin sorular…

Fotoğraf: Shutterstock
Fotoğraf: Shutterstock

Halid Hamade

152 ülke ve 32 uluslararası kuruluşu kapsayan anlaşmalarla sonuçlanan ve Çin ile 25 ülke arasında ticari ortaklıklar kuran Kuşak ve Yol Girişimi’nin başlatılmasından 10 yıl sonra ABD; Yeni Delhi’de düzenlenen son G20 zirvesinde, Güney Asya ile Avrupa’yı Arap Körfezi ve Ortadoğu üzerinden birbirine bağlayacak Ekonomik Koridor projesini başlattı.

Yeni proje, uluslararası ekonomik kalkınmada ve bütünleşik bir demiryolu ve deniz koridoru ağı aracılığıyla ticari alışverişin güçlendirilmesinde stratejik bir dönüm noktasını temsil ediyor. Öte yandan ABD’nin yanı sıra Suudi Arabistan Krallığı, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Fransa, Almanya ve İtalya’nın da iş birliği anlaşmasına imza atması Kuşak ve Yol Girişimi’nin rekabetçi rolünü aşarak, Çin’in Avrupa ve Arap Körfez ülkeleriyle ortaklık ağını dağıtma ve bölgenin ekonomik ve siyasi merkezlerini değiştirme teşebbüsü doğrultusunda ilerleyen pek çok varsayıma alan açıyor.

Sonucunda zarar gören ülkeler ile fayda sağlayan ülkeler

Ukrayna’daki savaşın yansımaları ABD ile Avrupa’yı, Rusya’nın, Çin’in hızlı ekonomik yükselişiyle birlikte tehlikeleri ikiye katlanan hırsları karşısında ittifak kurmaya sevk etti. Başkan Joe Biden’ın tarihî anlaşma olarak nitelediği yeni proje, Pekin’in tedarikine olan bağımlılığı azaltmaya yönelik Batılı çabaların ışığında, Pekin’in bölgedeki nüfuzuna karşı koyma biçimlerinden birini temsil ediyor. Washington’ın geleneksel müttefikleri aynı zamanda Çin, Hindistan ve diğer Asyalı güçlerle ilişkileri de derinleştirmeye çalışıyor.

ABD’nin projesi duyurulduğu versiyonuyla, Hindistan’ı Arap Körfezi üzerinden deniz yoluyla Ortadoğu’ya bağlayacak ki buna Doğu Hattı deniyor. Kuzey Hattı ise Arap Körfez ülkelerini demiryoluyla Ürdün ve İsrail’e bağlayacak. İsrail’den de deniz yoluyla Güney Avrupa, tam olarak Fransa ve İtalya sahillerine ve bu ikisinden de demiryolu ağlarıyla Avrupa’nın orta, kuzey ve batı ülkelerine bağlanılacak. Proje ayrıca yenilenebilir enerji ve temiz hidrojen ile dijital veri aktarımı sürecini kolaylaştırmak amacıyla bir fiberoptik kablo paketiyle boru altyapısını da içerecek.   

Ukrayna’daki savaşın yansımaları ABD ile Avrupa’yı, Rusya’nın Çin’in hızlı ekonomik yükselişiyle birlikte tehlikeleri ikiye katlanan hırsları karşısında ittifak kurmaya sevk etti. Başkan Joe Biden’ın tarihî anlaşma olarak nitelediği yeni proje, Pekin’in bölgedeki nüfuzuna karşı koyma biçimlerinden birini temsil ediyor.

Proje, Kuşak ve Yol Girişimi’nin Çin’in batısından Türkiye’ye ya da Pakistan’a uzanan koridorlarının geçtiği Orta ve Batı Asya ülkelerini kapsamıyor. Dolayısıyla Çin’in girişiminde uluslararası bir ticari düğümü temsil eden Türkiye, projenin Türkiye’nin dev altyapısını ve yerel boru hattı ağı üzerinden gaz, petrol ve hidrojen taşıma imkânlarını dışarıda tutması nedeniyle zarar gören ülkelerden biri olacak. Ayrıca projenin Akdeniz’e ulaşmak için Kızıldeniz’i geçmeden kara yoluyla BAE, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail üzerinden geçmekle yetinmesi, Afrika Sahil ülkelerini ve özellikle Arap ülkelerini, sağladığı ekonomik avantajlardan mahrum bırakacak. Kızıldeniz’in iki yakasındaki Afrika ve Arap ülkeleri ilişkilerinin göreceği etkiler de cabası.

ZXSC
Fotoğraf:  Reuters

Proje, malların toplanması ve Avrupa’ya taşınması için ana durak ve lojistik bir üs olarak Hayfa limanını kullanacağı, bunun da Süveyş Kanalı’ndaki seyrüseferi olumsuz etkileyeceği için Mısır da zarar gören ülkelerden biri olabilir. Bunun yanı sıra enerjinin doğudan kuzeye boru hatları ve demiryolları aracılığıyla taşınmasındaki düşük maliyet, düşük risk ve hız da Süveyş Kanalı için büyük bir zorluk oluşturacak. Bu ayrıca, koronavirüs salgını krizinde olduğu gibi deniz taşımacılığı alanında zorunlu kesintiler meydana gelmesi halinde tedarik güvenliğini de artıracak. Proje, ekonomik öneminin yanı sıra ABD ve İsrail açısından siyasi önem de kazanıyor. Zira atacağı ticari temellerle Batı ile Doğu arasında daha derin bir ortaklık tesis edecek. Aynı şekilde İsrail ile Arap Körfez ülkeleri arasındaki normalleşmeyi de bölgede daha fazla bütünleşme doğrultusunda hızlandıracak. Başkan Biden, anlaşmanın bu anlamda ‘tarihî’ olduğunu ve Ortadoğu’nun daha istikrarlı ve müreffeh bir hale gelmesine katkı sağlayacağını söyledi.

Öte yandan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de proje için, “Kıtalar ve medeniyetler arasında yeşil ve dijital bir köprü… Demiryolu hattı, Hindistan ile Avrupa arasındaki ticareti yüzde 40 oranında hızlandıracak” yorumunu yaptı. Hint Yolu projesinin ABD’ye sağlayacağı en önemli artı, Avrupa’yı doğrudan Arap Körfez ülkelerine bağlayarak, temiz ve sürdürülebilir enerji kaynaklarını güvence altına almak ve tedarik zincirini en hızlı ve en az maliyetli yollarla temin etmek suretiyle Avrupalı müttefiklerinin güvenini geri kazanması olabilir. Üstelik ABD bölgeye yeniden ilgi gösterecek, ortaklara güven verilecek ve Washington’ın nüfuzu teyit edilecek.

Avrupa, İpek Yolu’na dahil olduktan sonra geri adım atabilir mi?

Kuşak ve Yol Girişimi Eylül 2013’te başlatıldığından bu yana çoğunluğu doğudakiler olmak üzere Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin üçte ikisi girişime katıldı. Bu da çok sayıda demiryolu, liman ve otoyol projesine yatırım yapılmasının yolunu açtı. Ekonomilerdeki gerilemeye rağmen bu ülkelerin birçoğu, Kuşak ve Yol Girişimi’ne yatırım yapmanın getirebileceği potansiyel ekonomik kazanımların propagandasını yapmaya devam ediyor. Bu bağlamda Çin’in Avrupa’da derin bir şekilde yayılması ve tedarik zincirleri üzerinde hâkimiyet kurmasından sonra Çin’den kopuşun hiç de kolay olmadığı görülüyor. Zira bu yayılma ve hâkimiyet, Çin’in, rakiplerine karşı yaptırım kartlarını denemesinin yanı sıra birçok hayati faaliyeti kontrol eder hale gelmesini sağladı.

Proje, malların toplanması ve Avrupa’ya gönderilmesi için ana durak ve lojistik bir üs olarak Hayfa limanını kullanacağı, bunun da Süveyş Kanalı’ndaki seyrüseferi olumsuz etkileyeceği için Mısır zarar gören ülkelerden biri olabilir.

Ancak görünüşe bakılırsa İtalya, dört sene önce katıldığı Kuşak ve Yol Girişimi’nden yakın zamanda ayrılma doğrultusunda ilerliyor. Bu, Pekin’in yolunu tıkamaya çalışan ABD ve AB için bir başarı sayılır. Roma, Çin’e karşı daha sert bir tutum benimsiyor. Nitekim eski Başbakan Mario Draghi, Pekin’e teknoloji aktarımını yasakladı ve Çinlilerin İtalyan şirketlerini satın alma operasyonlarını engelledi. Geçtiğimiz 30 Temmuz’da yaptığı net açıklamalarda İtalya Savunma Bakanı Guido Crosetto da İtalya’nın Kuşak ve Yol Girişimi’ne katılma kararını eleştirerek, bunu ‘gelişigüzel ve berbat’ bir karar olarak niteleyerek şöyle dedi: “Bugün mesele Pekin ile ilişkilere zarar vermeden Kuşak ve Yol Girişimi’nden nasıl geri adım atılacağıdır… Çin’in bir rakip olduğu doğru ama aynı zamanda bir ortak da.”

2020 yılında Çin, ilk kez AB’nin birinci ticari ortağı oldu. Bu kapsamda Eurostat rakamlarına göre AB’nin ABD ile ticaret hacmi 555 milyar dolar iken, Çin’le ticaret hacmi, yani ithalat ve ihracat toplamı 586 milyar dolara ulaştı. AB ile Çin arasında geçtiğimiz yılki toplam ticaret de 912,6 milyar dolardı. Avrupa bloğu ile Pekin arasındaki ticari açık ise 2022 yılında yaklaşık 400 milyar euroya (440 milyar dolar) ulaştı. Yine de Çin, 2023 yılının ilk yarısında açık ara AB’nin en büyük tedarikçisi konumunu korudu.    

Hiç şüphe yok ki Avrupa bloğu, Pekin’e olan bağımlılığı azaltmak için ‘oldukça zorlu’ bir görevle karşı karşıya kalacak. Bununla birlikte AB yetkilileri, küresel mal ihracatının yüzde 14’ünü oluşturan bir ekonomiyle ilişkileri koparmanın zor olacağının giderek daha fazla farkına varacak. Zaten Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de bu yılın başlarında bloğun Pekin ile ticareti tamamen ‘koparmasının’ mümkün olmadığını itiraf etti.

Çin’in küresel tedarik zincirinin büyük bir kısmını elinde tutmasına ek olarak, Avrupa’nın Çin’e karşı birleşik bir tutum alma konusunda ayrışması da ABD’nin Avrupa başkentlerine karşı baskıları ve Çin’den uzaklaşmayı teşvik etmek için yakın zamanda benimsediği mali kışkırtma kararlarına rağmen, güç dengesini Pekin lehine güçlendiriyor. Bazı Avrupa ülkeleri Çin konusunda şüpheye düşerken diğerleri, özellikle de AB’ye üye en güçlü iki ülke olan Almanya ve Fransa, Çin’le ekonomik ilişkilerden fayda sağlamaya devam ediyor. Almanya elektrikli araba ve yarı iletken sanayilerinde kullanılan nadir malzemelerin üçte ikisini Çin’den ithal ediyor ki bu oldukça önemli bir şey. Çin’de faaliyet gösteren Fransız ve Alman şirketlerinin gelirleri de Almanya GSYİH’sinin yaklaşık yüzde 7’sine ve Fransa’nınkinin ise yaklaşık yüzde 6’sına denk geliyor.

Çin ve Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri arasında enerji sınırlarını aşan ilişkiler

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri ile Çin arasındaki ekonomik ilişkiler, petrol ve ticaretin ötesine geçiyor. Nitekim bu iki taraf birlikte küresel GSYİH’nin yaklaşık yüzde 22’sini oluşturuyorlar. Başta Ukrayna’daki savaş ve Arap Körfezi’ndeki tehlikelerin artması gibi büyük jeopolitik dönüşümlerin ve dünyanın özellikle petrol ve gaz sahasında sahne olduğu büyük krizlerin etkisiyle de iki taraf arasındaki ekonomik ilişkilerin derinliği arttı. Söz konusu gelişmeler, iş birliği koşullarını doğurdu ve ümit vaat eden fırsatlar ve beklentiler için önemli ufuklar açtı.

Çin ile Ortadoğu bölgesi arasındaki toplam ticaret, 10 yıl önceki seviyeye göre yüzde 76 büyüme oranıyla 2022 yılında 505 milyar dolara ulaştı. Çin ile Körfez ülkeleri arasındaki toplam ticaretin bu dönemde 3 katına çıkması ise dikkat çekici. Bu demek oluyor ki iki taraf arasındaki ekonomik bağlar, ticari ilişkiler meselesinin çok ötesinde. Çin’den ve KİK ülkelerinden iş adamları, her iki tarafın iç pazarlarına ilişkin karşılıklı anlayışın nasıl geliştirileceğini ve ortaklıkların nasıl kurulacağını müzakere etmek amacıyla Dünya Ekonomi Forumu’nun geçtiğimiz haziran ayında Çin’in Tianjin [Tiençin] kentindeki yıllık toplantısında bir araya geldi.  

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen: Proje, kıtalar ve medeniyetler arasında yeşil ve dijital bir köprüdür… Demiryolu hattı Hindistan ile Avrupa arasındaki ticareti yüzde 40 hızlandıracak.

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Aralık 2022’de gerçekleştirdiği Suudi Arabistan ziyaretinin ardından Suudi Arabistan Krallığı, çoğu özel olmak üzere Çinli şirketlerle 35 mutabakat zaptı imzaladı. Bulut Bilişim (Cloud Computing) ve Suudi şehirlerinde yüksek teknoloji kompleksleri inşa etme konusunda anlaşma yapılan şirketlerden biri de Çinli teknoloji devi Huawei’di. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığı habere göre elektrikli araba alanında büyüyen Çinli şirket Innovate de Krallık’ta yerel bir ortakla elektrikli araba üretmek için 500 milyon dolarlık bir yatırım planıyla yeni ekonomik sektörlere doğru bu geçişi öne çıkarıyor. Çin ile Ortadoğu arasındaki yakın ilişkiler, petrol ve tüketim malzemelerini temin etme meselesinin ötesine geçerek, teknolojiden yararlanma, kişileri vasıflandırma, fikirlere ve sermayeye yatırım yapma gibi daha önemli bir aşamaya doğru ilerledi.  

BRICS grubu ile yeni proje arasında kalan Hindistan

Üç gün süren bir zirveden sonra Arjantin, Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, tam üyeler olarak BRICS grubuna katıldı. Grubun 24 Ağustos 2023’te Johannesburg’daki zirvesinde Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa tarafından ilan edildiği üzere üyelik, 1 Ocak 2024’ten itibaren yürürlüğe girecek. Böylece grup, ülkelerinin toplam milli gelirlerinin dünya toplamının yüzde 30’unu ve nüfuslarının da dünya nüfusunun yüzde 40’ını aşmasıyla tüm stratejik düzeylerde güçlenecek ve genişleyecek. Aynı şekilde küresel enerji üretiminin yüzde 76’sından fazlasını da kontrol ediyor ve halihazırda 20’den fazla ülke, gruba katılmayı bekliyor.

BRICS’in iki kutbu Çin ve Rusya’nın temel hedefi uluslararası ilişkilerde denkliği sağlamak değil, ABD ve müttefiklerinin bu iki ülkeye uyguladığı çifte kuşatmaya, doların küresel ekonomi üzerindeki egemenliğine ve ABD’nin BM’de ve Uluslararası Para Fonu ile Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşlarındaki etkinliğine karşı koymaktır. BRICS’in bu iki kutbuna göre ABD Donanması’nın gölgesinde kuzeyde Finlandiya’dan doğuda Japonya’ya kadar bir kuşak halinde uzanan bu kuşatma, özellikle Çin’in petrol türevlerini tedarik etmesi ve üretiminin yüzde 81’inden fazlasını oluşturan ihracatının kısıtlanması konusunda Rusya ile Çin ve dünyanın geri kalanı arasındaki iletişimi tehdit etmeyi hedefliyor. ABD bu kuşatmayı, en açık örneği NATO’da görülen askerî ve siyasi ittifaklarla ya da kısa bir süre önce Hindistan, Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD’yi bir araya getiren QUAD gibi ABD’nin kuşatma hedefleriyle örtüşen yeni ittifaklarla tamamlıyor.

Hindistan, G20 zirvesinde ilan edilen Ekonomik Koridor Projesi ile BRICS grubunun son açıklamasında ifade edilenleri nasıl uzlaştıracak?

Grubun açıklaması dikkatle incelendiğinde iki farklı vizyonun birleştirilmesinin imkânsız olduğu görülür. Grup gerek BRICS ülkeleri içinde gerekse ticari ortaklarla uluslararası ticarette ve finansal işlemlerde ulusal para birimlerinin kullanımını teşvik etmenin öneminin vurgulanması, ticaret ve yatırım akışlarını teşvik etmek ve ülkelerin toparlanıp kalkınmasına yardımcı olmak amacıyla tedarik zincirleri ile ödeme sistemleri arasındaki bağlantıyı güçlendirmek için BRICS ülkeleri arasında daha fazla iş birliği kurulması çağrısında bulunuyor. Buna karşılık Ekonomik Koridor projesi ise tek kutupluluğu teyit etme, ABD ile müttefik olan ülkelerin ekonomik istikrarını artırma, yeni ortaya çıkan ekonomik toplulukları dağıtma ve tek küresel para birimi olarak doların konumunu güçlendirme eğiliminde.

Tüm bunlara rağmen Ekonomik Koridor Projesi, Başkan Joe Biden’ın dediği gibi oyunun kurallarını değiştirecek mi?

xasc
İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, 10 Eylül’de Yeni Delhi’de düzenlenen G20 zirvesinde basın açıklaması yaparken (AFP)

İsabetli sorular

Yeni Delhi’deki G20 zirvesinde dünya liderleri tarafından ilan edilen ve Hindistan’ı Ortadoğu üzerinden Avrupa’ya bağlamayı hedefleyen Ekonomik Koridor projesinin, daha güvenilir ve maliyet bakımından daha uygun bir ticaret yolu benimsenmesi suretiyle katılımcı ülkelere gelecek vaat eden pek çok fırsat sunacağına şüphe yok. Böylece tedarik zincirlerinin esnekliği artacak, bu da başta koridorun kapsadığı ülkeler olmak üzere dünyanın birçok ülkesini etkileyecek. Üstelik temiz ve yenilenebilir enerji güvenliğinin artırılmasına, malların Güney Asya üzerinden Avrupa’ya taşınmasına ve Avrupa’nın enerji tedarikinin güvence altına alınmasına da gerçek anlamda katkı sağlayacak.

BRICS’in iki kutbu Çin ve Rusya’nın temel hedefi, uluslararası ilişkilerde denkliği sağlamak değil, ABD ve müttefiklerinin bu iki ülkeye uyguladığı çifte kuşatmaya, doların küresel ekonomi üzerindeki egemenliğine ve ABD’nin BM’de ve Uluslararası Para Fonu ile Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşlarındaki etkinliğine karşı koymaktır.

İlk anlaşmayı imzalayan ülkelerin yenilenebilir enerji ve temiz hidrojen projelerine küresel yatırımları çekme hırsı, projenin başarılı olması ve getirilerinden herkesin faydalanması için büyük bir iş birliği arzusuyla karşılanacak. Bununla birlikte ABD’nin öngördüğü siyasi boyut, Ortadoğu’da siyasi bakış açılarında yakınlığı güçlendirmek, çatışmaların yoğunluğunu azaltmak ve Körfez ülkelerinin çıkarlarının İsrail ve Avrupa’nınkilerle birleştirilmesinden sonra istikrara katkı sağlamak açısından yerini koruyor. Yeni projeyi tehdit eden zorlukların başında ise bölge ülkeleri ile ABD arasında hüküm süren güven aşınması ve bu aşınmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak bölge ülkeleri arasında alan ve boyut kazanan büyük Çin nüfuzu geliyor.

xsc
Hindistan Başbakanı Narendra Modi, 18 Eylül’de Yeni Delhi’de (Reuters)

Ekonomik toplulukların iç içe geçmesi ve bölgesel ve uluslararası dengelerin bozulması göz önüne alındığında, Ekonomik Koridor projesinin başlangıcını çevreleyen nesnel koşullar projenin başarı ve başarısızlık ihtimallerini değerlendirmeye yönelik pek çok soru işareti doğuruyor:

Birinci olarak; Çinliler altyapı kurma, birçok endüstriyel tedarik kaynağına sahip olma ve hammadde ile nadir madenlere erişme yeteneklerine sahipken, yeni projenin kendisinden birkaç yıl önce ortaya atılan Çin projesiyle rekabet edebilme yeteneği nedir? Proje, Türkiye ile Mısır’ın koridor ülkelerinden dışlanmasının sonuçlarına rağmen, Asya ile Avrupa arasındaki ticari alışverişini güçlendirmek için gerçek bir fırsat oluşturacak mı?

İkinci olarak; Avrupa’nın Çin tedarikine olan bağımlığı azaltma ya da Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in deyimiyle Avrupa’nın Çin’in tedarik kaynaklarına ve ticaret yollarına aşırı bağımlılık sebebiyle yüzleşeceği riskleri ortadan kaldırma konusundaki çabaları başarılı olacak mı?

Üçüncü olarak; Hindistan, Çin’in yeteneklerine denk ve küresel mal üretiminden pay edinmeyi arzulayacak büyük bir sanayi gücüne dönüşmeyi başarabilecek mi? Projenin başarıya ulaşması için denizcilik yeteneklerinin seviyesini yükseltip, Avrupa ve Ortadoğu’nun mal ihtiyacını karşılamak üzere rekabete elverişli altyapıyı artırma ihtiyacını karşılayabilir mi?

Dördüncü olarak; ABD, BM Güvenlik Konseyi’nin, Arap-İsrail çatışmasının nihai çözümü ve ilişkilerde yeni Ekonomik Koridor’un dayattığı normalleşme için bağlayıcı bir şart olmaya devam eden kararlarına göre iki devletli çözümü uygulayıp, Filistin Devleti’ni kurabilecek mi?

Bu soruların ortak paydası, ABD’nin her birine yaklaşımında yatıyor. Bunlar, ABD’nin, Hindistan’dan başlayarak Ortadoğu ve Avrupa’ya uzanan ve başarılı olması dışlayıcı bir projeye dönüşmemesine, hatta bütünleşik küresel ekonomi çevresine dahil olmasına bağlı kalan Baharat Yolu’na dair sorulardır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrilmiştir.



İran, Husiler ve İsrail: Washington karşısındaki üçlü ittifak

ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
TT

İran, Husiler ve İsrail: Washington karşısındaki üçlü ittifak

ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump (AFP)

Hüda Rauf

İran ile ABD arasındaki müzakereler, her iki müzakereci ve arabulucu tarafın iyimser ve olumlu açıklamalarıyla ilerleyen üç turdan sonra durdu. Dördüncü turun ertelenmesi, ABD-İran arasında geçici veya kalıcı bir anlaşmaya varılma şansı konusunda soru işaretlerine yol açtı.

Donald Trump'ın göreve gelmesinden bu yana tüm göstergeler, hem İran hem de Amerikan tarafının bir anlaşma imzalamaya hazır ve niyetli olduğuna işaret etse de, şimdilik görüşmelerin üçüncü turda durmasının -ama bu geçici ve yakında dördüncü turla devam edecek gibi görünüyor- her bir tarafın istediği şeyin teknik ayrıntılarından ibaret olmayan başka nedenleri de vardı. Nitekim Washington'daki bazı taraflar İran'ın nükleer programının tamamen ortadan kaldırılmasından bahsederken, diğerleri ise sıfır zenginleştirmeden bahsediyor ve İran her ikisini de reddediyor.

Trump yönetiminin İran ile müzakerelerdeki temsilcisi Steve Witkoff, Tahran'ın uranyumu yüzde 3.67 oranında zenginleştirme hakkı olduğunu söylese de, ertesi gün İran'ın uranyum zenginleştirmemesi gerektiğini açıkladı. Ardından Dışişleri Bakanı Marco Rubio, İran'ın uranyum zenginleştiren tek nükleer olmayan ülke olmak istediğini söyledi.

Öte yandan İran'ın yüzde 3.67 oranında uranyum zenginleştirme imkânına sahip olması durumunda bu oranın barışçıl amaçlarla uyumlu olmadığı belirtiliyor. Zira birkaç hafta içinde yüzde 20, sonra yüzde 60 ve en sonunda da yüzde 90 zenginleştirme oranına ulaşabilir ki bu da silah üretmek için gereken oran.

Her iki taraftan gelen belirsiz açıklamalara rağmen İran ve Washington'un çok yakında bir anlaşmaya varma noktasında olduğu kesin. Ancak görüşmelerdeki duraklamanın bölgesel bir başka gelişmeyle bağlantılı olduğu anlaşılıyor. İran'da Recai Limanı’nda ağır kayıplara yol açan ve etkileri halen devam eden bir patlama meydana gelirken, Husilerin İsrail hedeflerine yönelik saldırısı gerçekleşti. Husilere ait bir insansız hava aracı İsrail'deki enerji merkezini çevreleyen köprünün yakınına düşerek geniş çaplı bir hasara yol açtı. İsrail güvenlik birimlerinin yaptığı değerlendirmelerde, Husilerin Ben Gurion Havalimanı'na yeni tip bir füze fırlattığı belirtiliyor. Saldırı üzerine İsrail, İran’ı hedef alma ve eleştirme bahanesi bulma fırsatını kaçırmayarak, Tahran’ı Husi saldırısının arkasında olmakla suçladı.

İran'ın yıllardır Husilere askeri, mali ve lojistik destek sağladığı biliniyor. Ancak İsrail, bu olayı İran'ı eleştirmek ve Washington ile yürüttüğü müzakereler kapsamında ona baskı yapmak için kullandı. Öte yandan İran da Husi saldırılarını, Washington'u Kızıldeniz'deki saldırıları durdurmaları için Husileri etkileme gücüne sahip olduğuna ikna etmek amacıyla kullanıyor ve bu, İran'ın bilinen meseleleri birbirine bağlama politikasıyla örtüşüyor.

Daha sonra üçüncü tur görüşmelerin ardından müzakereler durdu, ama dördüncü tur görüşmeler yakın. Trump da Husiler ile Kızıldeniz'de ABD gemilerine yönelik saldırıların durdurulması ve ABD’nin Yemen'deki Husilere yönelik saldırılarının durması konusunda anlaşmaya vardıklarını duyurdu.

Bilhassa saldırılardan zarar gören Mısır ve Suudi Arabistan gibi Kızıldeniz'e kıyısı olan bölge ülkeleri olduğu için, iki taraf arasındaki saldırıların durması, bölgede sükunetin sağlanması ve gerginliğin azalması için olumlu bir gösterge. Suudi Arabistan, Yemen'de gerginliğin azaltılması ve Yemen krizinin barışçıl bir şekilde çözülmesi amacıyla bu anlaşmaya mutlaka destek verecektir. Ancak anlaşma diğer yandan, Trump'ın övünebileceği herhangi bir başarı elde etmek isteyen Washington'a baskı yaparak, İran ve İsrail'in çıkarları doğrultusunda birbirlerini nasıl kullandıklarını da ortaya koydu.

Kaldı ki Washington ile Husiler arasındaki anlaşmaya ilişkin soru işaretleri de gündemde; anlaşma Trump'ın bölge ziyareti bitene kadar geçici mi olacak, yoksa devam mı edecek? Yemenli isyancılar sadece İsrail gemilerine saldırmaya devam ederse ne olacak? Bu durum İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının durmasına yol açacak mı? Tüm bunlar önümüzdeki ziyaretten sonra cevapları daha da netleşebilecek sorular.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre İran, İsrail ve Husiler, mevcut süreçte çıkarlarını korumak için Amerikan rolünü kullanmayı, ondan faydalanmayı başardılar. Ancak gelişmeler henüz şekillenme aşamasında ve bunların kısa sürede çökecek geçici düzenlemelerle mi yoksa daha uzun süre devam edecek düzenlemelerle mi sonuçlanacağı belirsiz.