Silahlı hareketler kendilerini Sudan'ın siyasi gerçekliği içinde yeniden konumlandırabilecek mi?

Sudan'daki silahlı hareketler, kendilerini demokrasi ve sivil geçiş sürecinin savunucusu olarak ilan etti

Muhalifler, Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim'in Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan'ın kararlarını yönlendiren gizli seslere en yakın kişi olduğunu düşünüyor (Hasan Hamid-Independent Arabia)
Muhalifler, Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim'in Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan'ın kararlarını yönlendiren gizli seslere en yakın kişi olduğunu düşünüyor (Hasan Hamid-Independent Arabia)
TT

Silahlı hareketler kendilerini Sudan'ın siyasi gerçekliği içinde yeniden konumlandırabilecek mi?

Muhalifler, Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim'in Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan'ın kararlarını yönlendiren gizli seslere en yakın kişi olduğunu düşünüyor (Hasan Hamid-Independent Arabia)
Muhalifler, Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim'in Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan'ın kararlarını yönlendiren gizli seslere en yakın kişi olduğunu düşünüyor (Hasan Hamid-Independent Arabia)

Mina Abdulfettah 

Arjantin asıllı Kübalı devrimci Che Guevara 'Gerilla Savaşı' adlı kitabında, "bir grup insan tarafından yürütülen bir ayaklanmanın, modern orduların ve teknolojinin gücüne karşı, minimum kaynak, az bir halk desteği ve mütevazi ulaşım imkanları ve her gün yeni gönüllü bireylerin saflarına katıldığı düzenli bir orduya karşı nasıl zafer kazanabileceğine dair bir plan geliştirerek" fikrinin devrimci bir siyasi hareket olduğunu dile getirmişti.

1970'li ve 1980'li yıllar boyunca üçüncü dünyanın popüler hayal gücüne hâkim olan bu teori, Küba Devrimi'nin başarısı sayesinde üçüncü dünya ülkelerinin birçoğunu etkilemeyi başardı.

Marksist teoriyle yoğrulmuş olan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) lideri John Garang de Mabior da bu teoriden etkilendi.

Ancak askeri stratejinin yanı sıra, siyasi ve sosyal faktörler de SPLM-N hareketinin, Sudan ordusunu Güney Sudan ormanlarında birkaç kez püskürtmesini sağladı.

Hareket, daima 'halk güçlerine' ve silahlı saldırılara karşı mücadele etmek için Che Guevara'nın en iyi savaş alanı olarak tanımladığı 'kırsal alanlara' dayanıyordu.

Halk hareketinden ortaya çıkan diğer silahlı hareketler bu şekilde varlık sahasına çıktı. Buna örnek olarak SPLM-N gösterilebilir.

2003 yılında Darfur'da savaşın patlak vermesinden bu yana oradaki silahlı hareketler ortaya çıktı. Bu hareketler bazen birleşip bazen de bölünüyorlar.

Stratejilerini değiştirerek bir grup devrimciden orduyu yenmek için orduya karşı savaşacak yetenekli milislere dönüştüler.

Önceki rejim bu grupların gücünün kırsalda ve uzak bölgelerde başarılı olduğunu keşfettiğinde, onları şehirlerdeki savaşlara sürüklemeyi planladı.

Ancak sonraki dönemlerde Hızlı Destek Kuvvetleri'ne (HDK) dönüşecek olan Cancavid milislerinin bir parçası, eski Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir zamanında orduya güveniyordu.

Daha sonra bu grubun bir kısmı, taktik değiştirerek savaşı Darfur kamplarından şehir meydanlarına taşıdı.

Böylece Darfur bölgesindeki şehirlerde gerçekleşen muharebeleri yönetti. Daha sonra Başkent Hartum'un merkezindeki operasyon bölgelerini tam olarak bilerek kontrolü ele geçirdi.

Devrim niteliğinde özellikler

Geçen nisan ayında Hartum'da ordu ile HDK arasında başlayan ve altı ayı aşkın bir süredir devam eden Sudan savaşı, Darfur ve Kordofan'daki diğer bölgeleri, Nuba Dağları ve Mavi Nil bölgelerini de kapsayacak şekilde genişledi.

Savaş, Sudan'ın doğusunda gerçekleşen farklı olayları da içeriyor. Tüm bunlar, kapsamlı bir iç savaşın çekirdeğini oluşturuyor.

Savaş esas olarak HDK'ye karşı ordu güçleri tarafından yürütülse de, ister gerçek anlamda sahada olsun ister taraflardan birini desteklesin, diğer silahlı hareketler sahadan tamamen uzak değiller.

Özellikle de bu hareketler arasında 'devrimci bir hükümet' kurmayı amaçlayanlar olduğu için durum bundan ibarettir.

Aralarındaki farklılıklara rağmen, şehirlerde savaşa girişemeyenler de dahil olmak üzere tüm hareketler savaştan faydalanma ve savaşı kendi lehlerine çevirme konusunda aynı yönde hareket ediyor.

Bu hareketler, son zamanlarda her iki tarafa da destek olarak savaşı kendi bölgelerinden iç bölgelere doğru yönlendirmeye istekli olduklarını gösteriyorlar.

Silahlı hareketler sivil siyasi güçlerle birleşti ve bazıları Özgürlük ve Değişim Bildirgesi - Merkez Konseyi'nin, diğerleri ise muhalif olan Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri'nin (ÖDBG) destekçisi oldu.

Bu şekilde her bir hareket siyasi sonuçları olan devrimci özellikler kazanmak için siyasi bir gruba dahil olarak bir sonraki hükümetteki konumunu garanti altına almaya çalışıyor.

Dolayısıyla bu hareketler silah taşıdıkları halde kendilerini, demokrasiyi ve sivil geçiş sürecini savunanlar olarak konumlandırıyor.

Bazı silahlı hareketler, siyasi partilere dönüşmüş olsalar da Ekim 2020'de Cuba Barış Anlaşması'nda öngörülen 'güvenlik düzenlemeleri' maddesinin yerine getirilmesini beklemek üzere Hartum ve diğer şehirlerdeki güçlerini muhafaza ediyorlar.

Bazı hareket liderleri ise birleşme gerçekleşmeden önce siyasi pozisyonlar elde etmiştir. Bu durum savaşın bunu bozmasından önce tartışmalara neden oldu.

Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) bölündü. Malik Agar Cuba Barış Anlaşması'nı imzalarken Abdulaziz el-Hilu ise anlaşmayı reddetti
Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) bölündü. Malik Agar Cuba Barış Anlaşması'nı imzalarken Abdulaziz el-Hilu ise anlaşmayı reddetti

Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Maliye Bakanı, Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minavi Darfur Bölgesi Başkanı ve SPLM-N lideri Malik Agar kısa bir süre önce Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan tarafından Egemenlik Konseyi Başkan Yardımcısı olarak atandı. Böylece Agar, HDK Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu'nun (Hamideti) yerini aldı.
Anlaşmayı imzalamayı reddedenler ise SPLM-N'nin muhalif lideri Abdulaziz el-Hilu ve Sudan Kurtuluş Hareketi'nin muhalif lideri Abdulvahid Muhammed Nur'du.

Hareketlerin sesi

Aralık 2018 ayaklanmasının patlak vermesi ve Nisan 2019'da Beşir rejiminin devrilmesinin ardından geçiş hükümeti kuruldu.

Bir yandan ÖDBG ile diğer yandan askeri konsey arasında müzakereler başladı. Nihayet 4 Ağustos'ta imzalanan siyasi bir anlaşmaya varıldı. Ağustos 2019'da Sudan Egemenlik Konseyi, Abdullah Hamduk'u Başbakan olarak atadı. Hamduk, 21 Ağustos'ta görevine başladı.

Ayaklanmanın ilk yılında sivil ve askeri personelden oluşan karma bir hükümet kuruldu. Ancak iki grup geniş çaplı anlaşmazlıklara gark oldu ve sonra her biri kendi içerisinde bölünmeler yaşadı.

Bu dönemde silahlı hareketler tetikteydiler ve herhangi bir tarafa katıldıklarını açıklamadılar. Ancak kısa bir süre sonra bu hareketler de bölündü ve bir grup orduya, diğeri sivillere katılmayı tercih etti.

Burhan'ın Ekim 2021'de aldığı ve sivil kanada karşı bir darbe olarak değerlendirilen tedbirlerin ardından sivil ve askeri unsurlar arasındaki anlaşmazlık yoğunlaştı. Bunun üzerine Hamduk 2 Ocak 2022'de istifa ettiğini açıkladı. 

Savaş sırasında silahlı hareketlerin sesi, savaşı desteklediklerini veya savaştan vazgeçtiklerini açıkça beyan etmedikleri için zayıf çıkıyordu.

Ancak pozisyonlarını korumaya devam ettiler. Hükümettekiler mevcut pozisyonlarını korurken, muhalefettekiler de silahlarını ellerinde tutmayı sürdürdüler.

Bu pozisyonlar çatışmanın taraflarından hiçbirini heyecanlandırmayınca, her biri varlığını, pozisyonlarını kullanarak duyurmaya başladı.

Bu durum, 'güvenlik düzenlemelerinin' uygulanmasını bekleyenler için gizliden, Cuba Barış Anlaşması'nı imzalamayı reddedenler için ise açıktan gerçekleşti.

ÖDBG liderleri bu hareketlerin kışkırtıcısı rolünü oynarken, bir yandan da bu hareketleri 'savaşa hayır' mesajını benimsemeye çağırdılar ki bu birçoklarının gözünde siyasi muhalifler ortadan kaldırılana kadar 'savaşın devam etmesi çağrısından' başka bir anlama gelmeyen 'içi boş' bir mesajdı.

Beşir'in rejimine, Ulusal Kongre Partisi'ne ve otuz yıldır mensubu olduğu İslamcı örgüte karşı verilen mücadele, siyasi güçleri, hedeflerini bir varlık olarak örgüte değil, örgütün bireyleri tarafından isimleriyle temsil edilen yıpranmış bir siyasi kisveye sahip düşmana odaklamaya sevk etti. Bu nedenle de cesurca karşı karşıya gelmek düşünülmedi.

Bu yüzden Hamideti, sivil güçlerin emriyle Beşir rejiminden çekildiğini ve böylece savaşını örgüte karşı çevirdiğini açıkladığında, askeri güce ve paraya sahip, eksikliklerini telafi edecek ve rejime karşı savaşlarını daha mantıklı gösterecek güçlü bir destek buldular.

Dünkü mücadelede yoldaşları olan silahlı hareketlerin geri kalanına artık ihtiyaç duymadılar.

Tıkanıklığın açılması

Silahlı hareketler tarafından gerçekleştirilen en son bölünme, 30 Ağustos'ta Addis Ababa'da düzenlenen genel konferansta hareketin eski siyasi yetkilisi Süleyman Sandal Haggar'ı lider olarak seçen Adalet ve Eşitlik Hareketi'nden bir grubun ayrılmasıyla vuku buldu.

Günler sonra hareketin lideri Cibril İbrahim, savaşı sona erdirmek için "derhal ateşkes sağlanması, askeri, insani ve siyasi konuları ele alan bir müzakere sürecinin başlatılması için ortam yaratılmasını" içeren bir yol haritası sundu.

Hareket, geçiş döneminin tamamlanması için siyasi ve sivil güçler anayasal düzenlemeler üzerinde anlaşana kadar geçici bir hükümet kurulmasını talep etti.

Sonuç bildirisinde HDK'nin namusa saldırma, para çalma, evleri ve kamu tesislerini işgal etme ve sivilleri öldürme yönündeki ihlalleri, özellikle de Batı Darfur Valisi Hamis Abdullah Abkar'a yönelik suikast kınandı.

Bu hamleye karşılık olarak hareketin bir lideri 10 Eylül'de şunları söyledi:

HDK, hareketin lideri Cibril İbrahim'in Menşiye banliyösündeki evine baskın düzenledi ve eski muhafız komutanı ve beraberinde iki kişiyi tutukladı.

Adalet ve Eşitlik Hareketi, güvenlik hizmetlerinde reform yapılması ve orduların birleştirilmesi amacıyla Cuba Barış Anlaşması'na bağlılığını yineliyor.

Ayrıca savaşın başından bu yana tarafsızlık taahhüdünü ve çatışmanın hiçbir tarafını desteklemediğini ilan ediyor.

Ancak muhalifleri, hareketin lideri Cibril İbrahim'in İslamcılara bağlılığı sebebiyle, Burhan'ın ekibi tarafından alınan kararları yönlendiren gizli seslere en yakın kişi olduğuna inanıyor.

Abdulvahid Muhammed Nur'un kanadı olan Sudan Kurtuluş Hareketi ise Darfur'un beş bölgesinde Cebel Merre'nin uzantısı olan engebeli alanları kontrol ettiğini ve kontrolü altındaki alanların savaştan kaçan çok sayıda insanı barındırdığını açıkladı.

SPLM-N'nin muhalif lideri Abdulaziz El-Hilu'ya gelince, onun merkezin dikkatini çekmek için yeni bir savaş ilan etmesi gerekiyordu.

Sudan silahlı hareketlerin stratejisi değişti ve onlar bir grup devrimciden orduya karşı savaşan milislere dönüştüler (Hasan Hamid-Independent Arabia)
Sudan silahlı hareketlerin stratejisi değişti ve onlar bir grup devrimciden orduya karşı savaşan milislere dönüştüler (Hasan Hamid-Independent Arabia)

Sudan hükümetiyle ateşkes anlaşması imzalamasına rağmen, başkent Hartum'a yaklaşık 589 kilometre uzaklıktaki Nuba Dağları bölgesinde bulunan Güney Kordofan eyaletindeki Kadugli'de dört kampı kontrol altına aldığını ilan etti.

Nihayetinde yerel yönetimlerin liderleri, ordu ve Halk Hareketi liderleri arasına girerek iki taraf arasındaki gerginliği ortadan kaldırmayı başardı.

Gelecek hedefler

Silahlı hareketlerin konumları birbirinden farklı. Öyle ki tam bir dönüşüm geçirmedikleri için Sudan savaşına dair endişeleri artırıyorlar.

Bu hareketler sadece savaşın sonuçlarını istismar ediyorlar. Nuba Dağları bölgesi eski rejim ile Garang hareketi arasında uzun bir savaş sürecine tanıklık etti.

Darfur eyaletleri de eski rejim ile silahlı hareketler arasında halen devam eden bir savaşa tanık olduğu için bu bölgelerdeki çatışma faaliyetlerinin de yeni olduğu söylenemez.

Onlarca yıldır olduğu gibi, herhangi bir saldırı hareketi mevcut durumdan yararlanılarak motive ediliyor.

Burada silahlı hareketlerin bundan sonraki hedeflerini gösteren bir harita çizilebilir.

Cuba Barış Anlaşması'nı imzalayan hareketler ise ne kadar ayrılık yaşarsa yaşasın fiili çatışmaya dönmekte tereddüt edecekler.

Özellikle iki ila üç yıl arası bir hükümet görevinde kaldığı için ve mevcut Egemenlik Konseyi değişmediği sürece savaşmaya geri dönmeye hazır olmayacak.

Burhan ise bu hareketleri Darfur ve Nuba Dağları'ndan gelen Afrika kökenli etnik kompozisyonla sürdürüyor ve bu da kampında geniş bir çeşitliliğin varlığına işaret ediyor.

Bu nedenle, mensubiyete dayalı herhangi bir sınıflandırmanın ortaya çıkmasına izin vermediğinden, Sudan siyasi güçlerinin resminin tamamında gerekli bir dengeyi temsil ediyor.

Silahlı hareketlerin liderleri, bölgelerinde hâkim olan milliyetçi duygudan edindikleri bir özellik olan devrimci rolü üstleniyorlardı.

Daha sonra merkezdeki otoriteyle anlaşma durumunda onlara garanti edilen veya uluslararası toplumdan kendilerine ayrılan pozisyonlar da dahil olmak üzere devrimci durumu sürdürmenin gereklilikleri nedeniyle büyüdüler.

Kendilerini daha organize ve kararlı gördükleri için pozisyonlarını uzun vadede HDK'ye uyarlamak zor olsa da, belki bir sonraki aşamada, siyasi güçlerle çıkar ilişkisi sona ermek üzereyken, bu hareketleri kendine çekmeye çalışan HDK'ye tanık olacağız.

Independent Arabia - Independent Türkçe



Rusya’nın Ukrayna cephesindeki kayıpları artıyor

Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
TT

Rusya’nın Ukrayna cephesindeki kayıpları artıyor

Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)
Ukrayna savaşında çatışmalar sürerken, taraflar arasındaki müzakerelerde henüz somut ilerleme kaydedilemedi (AP)

Birleşik Krallık istihbaratına göre Ukrayna cephesinde bu yıl 400 binden fazla Rus asker öldürüldü ya da yaralandı.

Londra yönetiminin ekimde yayımladığı son savunma istihbarat raporuna göre, Şubat 2022'de başlayan savaştan bu yana Rus ordusunda toplamda 1 milyon 118 bin asker yaralandı ya da öldü.

Telegraph'ın aktardığına göre bu rakam, savaş öncesi Rus ordusunun toplam büyüklüğünden daha fazla.

Analizde, Rus ordusunun cephede “kıyma makinesi” diye de adlandırılan yoğun saldırı taktiklerini kullandığına, bunun da kayıpları artırdığına dikkat çekiliyor.

Economist'in bu ay yayımladığı çalışmada da Rusya'nın kayıplarının 1,35 milyona vardığı savunulmuştu. Ayrıca son üç yılda Rusya'nın Ukrayna topraklarının sadece yüzde 1,45'ini ele geçirebildiği belirtilmişti.

Rusya olası barış anlaşması çerçevesinde, Ukrayna'ya ait Herson, Zaporijya, Donetsk ve Luhansk'tan Kiev güçlerinin çekilmesini istiyor. Bu bölgelerin bir kısmı halihazırda Moskova'nın kontrolünde.

Economist'in haberinde, Rusya'nın sözkonusu bölgeleri askeri harekatla ele geçirmesinin Mayıs 2028'i bulacağı, bu süreçte ciddi kayıplar verilebileceği savunulmuştu.

Diğer yandan Ukrayna ordusu, Donetsk'teki Siversk kentinden çekildiğini dün duyurdu.

Ukrayna Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasında, askerlerin can güvenliği ve kaynakların korunması için geri çekilme kararı alındığı bildirildi.

New York Times'ın analizinde, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden önce yaklaşık 10 bin nüfusa sahip olan kentin, Donetsk bölgesinin savunmasında büyük rol oynadığına dikkat çekiliyor.

Şehrin kaybıyla Donetsk üzerindeki kontrolü zayıflayan Kiev'in müzakerelerde dezavantajlı konuma düşebileceği belirtiliyor.

Rusya ve Ukrayna arasındaki müzakerelerde Kiev yönetimi, Moskova'nın toprak tavizi taleplerini reddetmişti. ABD arabuluculuğunda yürütülen görüşmelerde Ukrayna, herhangi bir anlaşmayı kabul etmeden önce Batılı müttefiklerden güvenlik garantileri istiyor.

Independent Türkçe, Telegraph, New York Times


İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşına rağmen Avrupa’da gücünü artırıyor

Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
TT

İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşına rağmen Avrupa’da gücünü artırıyor

Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)
Gazze savaşının patlak vermesiyle Fransa'da İsrail karşıtı protestolar düzenlemişti (AP)

İsrailli teknoloji şirketleri, Gazze savaşı sırasında Avrupa'daki işgücünü artırdı.

İsviçreli risk sermayesi fonu Planven ve Britanya merkezli danışmanlık şirketi KPMG'nin araştırmasında, İsrailli teknoloji firmalarının Avrupa'daki faaliyetlerini genişlettiği ve daha fazla çalışan istihdam ettiği belirtiliyor.

Avrupa Birliği'ne (AB) bağlı Avrupa İnovasyon ve Teknoloji Enstitüsü'nün İsrail'deki inovasyon merkezi IT Hub Israel de salı günü yayımlanan çalışmaya katkı sağladı.

Araştırmaya göre, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısıyla  patlak veren Gazze savaşından bu yana İsrail teknoloji şirketlerinin Avrupa'daki istihdamı ortalama yüzde 5 arttı.

Ocak 2025 itibarıyla Avrupa'da faaliyet gösteren toplam 1686 İsrailli teknoloji şirketi, çalışan sayısını 32 bin 617'ye çıkardı. Bu sayı 2024'te 30 bin 936, 2023'teyse 29 bin 317'ydi.

Avrupa'da en fazla sayıda İsrailli teknoloji şirketine ev sahipliği yapan ülke Birleşik Krallık. Ülkede 704 İsrail teknoloji şirketi, 6 bin 724 çalışanıyla faaliyet gösteriyor.

415 şirket ve 2 bin 131 çalışanla Almanya ikinci, 312 şirket ve 2 bin 598 çalışanla da Ukrayna üçüncü sırada geliyor.

Fransa'da 279 teknoloji şirketinde 1750 kişi çalışırken, Polonya'da 257 firmada 1734 kişilik istihdam var. İspanya'da 356 şirket faaliyet gösterirken, bu firmalarda 1415 kişi çalışıyor.

Avrupa'da Gazze savaşı nedeniyle İsrail karşıtı görüşlerin artmasına rağmen firmaların istihdam kapasitesini geliştirdiği görülüyor.

Planven'den Elle Taitou Spruch, araştırma bulgularına ilişkin Times of Israel'e şunları söylüyor:

Veriler savaş gibi zor zamanlarda bile, Avrupa'dan çok fazla eleştiri aldığımız halde, uzun vadeli varlıklarını geliştiren İsrailli girişimlerin sürekli büyüdüğünü ortaya koyuyor. İnsanlar hâlâ yatırımlarını artırmayı tercih ediyor.

Avrupa Komisyonu, AB ve İsrail arasında 5,8 milyar euroluk ihracatı etkileyecek karşılıklı ticaret anlaşmasının askıya alınabileceğini eylülde duyurmuştu. Brüksel henüz bu yönde bir adım atmadı.

Birleşmiş Milletler de İsrail ordusunun Gazze'de soykırım yaptığını bildiren çalışmasını eylülde kamuoyuyla paylaşmıştı.

Independent Türkçe, Times of Israel, Guardian


Netanyahu yeni Trump’ı anlamaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
TT

Netanyahu yeni Trump’ı anlamaya çalışıyor

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)
ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eşi Sara, 7 Temmuz 2025'te Beyaz Saray'ın güney girişinde sohbet ederken (DPA)

ABD-İsrail ilişkileri, bugün olduğu kadar çalkantılı bir dönem yaşamamıştı. Washington’un İsrail’e yönelik güvenlik, siyaset ve ekonomi alanlarındaki stratejik desteğine ve ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya verdiği güçlü desteğe rağmen, Tel Aviv’de artan bir kaygı ve yanıtsız kalan çok sayıda soru dikkat çekiyor. Trump’ın, Netanyahu’nun yargılandığı yolsuzluk davalarının düşürülmesini talep eden tutumu dahi bu belirsizlikleri gidermiş değil.

Öne çıkan soruların başında Trump’ın kendisi geliyor: İlk başkanlık dönemindeki Trump ile bugünkü Trump aynı mı? ‘İsrail’in küçük bir devlet olduğu ve genişlemeye ihtiyaç duyduğu’ yönündeki yaklaşımlarından vazgeçti mi?

Trump yönetiminin Aralık 2025’in başında yayımladığı ve yönetimin stratejik hedeflerini ortaya koyan belgede, Filistin meselesinin yakın vadede çözülebilir olmadığı ifade edildi. Bu durum, Gazze Şeridi’nde savaşı durdurmayı ve Ortadoğu’da kapsamlı bir barış tesis etmeyi amaçlayan Trump planının rafa kaldırılabileceği anlamına mı geliyor? Eğer öyle değilse, Trump İsrail üzerinde bir uzlaşıyı dayatacak baskı uygulayabilir mi? İsrail’e verilecek desteğin sınırları nerede başlayıp nerede bitecek? Trump, görev süresi boyunca önümüzdeki on yıl için İsrail’e nasıl bir askerî ve ekonomik yardım anlaşması sunacak?

sdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim 2025'te İsrail'i ziyareti sırasında Ben Gurion Uluslararası Havalimanı'nda parmağıyla İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu işaret ediyor. (Reuters)

Netanyahu’nun yakın çevresinde, ikili ilişkilerin sağlamlığına dair iyimser açıklamalara rağmen tablo net değil. Hatta kendisini ‘ABD meselelerinde İsrail’in en büyük uzmanı’ olarak gören Netanyahu’nun dahi Trump’ın gerçek tutumunu tam olarak kestiremediği, yeni Trump’ın kişiliğini anlamak için uzun saatler harcadığı ifade ediliyor.

Netanyahu uzun süre ABD'de yaşamıştı

Siyasi tarihe göre, bugüne kadar İsrail’i yöneten 13 başbakandan 8’i, ABD’de altı aydan uzun süre yaşamış durumda. ABD’de en uzun süre kalan başbakan 18 yıl ile Golda Meir olurken, onu 16 yıl ile Binyamin Netanyahu izliyor. Her iki lider de ABD’de uzun yıllar yaşamış olmaları sayesinde ABD’yi ‘içeriden en iyi tanıyan’ siyasetçiler olmakla övünüyordu.

Ancak İsrailli tarihçiler bu tabloyu tersinden okuyor. Gazeteci ve tarihçi Tani Goldstein, bazı çevrelerin Golda Meir ile Netanyahu’yu İsrail’in ABD ile ilişkilerinde en başarısız iki başbakan olarak gördüğünü belirtiyor. Goldstein’a göre, her iki lider de görev dönemlerinde iki ülke ilişkilerinde en fazla krize yol açan isimler olarak tarihe geçti.

Golda Meir, 1958 yılında İsrail Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, ABD’nin Lübnan’daki anayasal kriz sırasında ülkeye müdahalesi esnasında, Başbakan David Ben-Gurion ile anlaşarak İsrail istihbarat servislerini Amerikan güçlerinin hizmetine sundu. Bu adım, Tel Aviv ile Washington arasındaki ilk güvenlik iş birliğinin temelini oluşturdu. Üç yıl sonra ise bir İsrail Başbakanı ile ABD Başkanı arasında ilk resmî görüşme gerçekleşti; o dönemde Beyaz Saray’da John F. Kennedy bulunuyordu. Ancak Meir’in kendisi, İsrail Başbakanı olduktan sonra, ilişkilerde ilk büyük krizi tetikleyen isim oldu.

1970’lerin başında ABD, Dışişleri Bakanı William Rogers’ın adıyla anılan bir İsrail-Arap barış planını gündeme getirdi. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’ın ölümünün ardından, Enver Sedat bu girişimleri güçlü biçimde canlandırmaya çalıştı ve barışa açık bir tutum sergiledi. ABD Başkanı Richard Nixon, Golda Meir’in kendisiyle stratejik bir ortak ve müttefik olarak hareket edeceğini, İsrail’e barışı getirecek bir anlaşmaya sıcak bakacağını düşünüyordu. Ancak Meir’in bu öneriyi reddetmesi, Nixon için büyük bir hayal kırıklığı oldu.

dfer
Eski ABD Başkanı Jimmy Carter, Eylül 1978'de Beyaz Saray'da İsrail Başbakanı Menachem Begin'in Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ı kucaklamasını alkışlıyor. (AFP)

1973 Savaşı sırasında İsrail ciddi bir güvenlik kriziyle karşı karşıya kaldığında ve Mısır ile Suriye ordularının ülkenin varlığını tehdit ettiğini hissettiğinde, ABD Başkanı Richard Nixon, Golda Meir’i affetti. Nixon, İsrail’e büyük çaplı silah sevkiyatları ve Amerikan Hava Kuvvetleri pilotları tarafından kullanılan savaş uçakları gönderdi; bu uçaklar Mısır ve Suriye’ye karşı yürütülen savaşta fiilen yer aldı.

ABD-İsrail ilişkileri konusunda uzman tarihçi Prof. Dr. Eli Lederhendler’e göre, Golda Meir’in ‘ABD’yi içeriden tanıdığı’ yönündeki iddiaları İsrail açısından olumsuz sonuçlar doğurdu. Lederhendler, Meir’in kendine aşırı güvenen bir tutum sergilediğini ve ABD’ye dair bilgisinin İsrail’in çıkarlarına ters yönde işlediğini savunuyor.

Binyamin Netanyahu da ABD’yi içeriden bildiği düşüncesiyle benzer bir özgüvene sahip. Ancak birçok gözlemciye göre Netanyahu, ülke yönetiminde bulunduğu yıllar boyunca, ABD-İsrail ilişkilerinde Golda Meir’i hem kriz sayısı hem de bu krizlerin derinliği bakımından geride bıraktı. Netanyahu, 2015 yılında İran’la nükleer anlaşmanın imzalanmasını engellemek amacıyla ABD Başkanı Barack Obama’ya karşı açık bir siyasi mücadele yürüttü.

Netanyahu, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısının ardından İsrail’in yardımına koşan ve Gazze’de ateşkesi sağlamaya çalışan dönemin ABD Başkanı Joe Biden ile de ciddi bir kriz yaşadı; Biden’ın girişimlerini boşa çıkardı. İsrail başbakanlarının çoğu, ülkenin hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçilerden destek alabilmesi için iki partiyle dengeli ilişkiler kurmaya çalışırken, Netanyahu ABD iç siyasetine müdahil olarak Cumhuriyetçi adayları destekledi ve Demokratlarla sorunlar yaşadı.

asdfrt
Gazze Şeridi sınırına yakın bir noktada konuşlanmış tankın kulesinin üzerinde duran İsrail askerleri (AFP)

Washington’daki Netanyahu karşıtları, İran nükleer anlaşmasının Trump’ın ilk başkanlık döneminde iptal edilmesinde Netanyahu’nun belirleyici rol oynadığını savunuyor. Netanyahu’nun, ABD’yi savaşa sürüklemek isteyen bir lider olarak anılmaya başlandığına dikkat çekiliyor. Nitekim son bir yıl içinde bu değerlendirme kısmen doğrulandı ve ABD, kısa süreli ve sınırlı olsa da İran’la bir savaşa girdi. Netanyahu’nun bununla yetinmediği, ABD Başkanı’nı İran’a karşı yeni bir askerî harekâta ya tamamen Amerikan ya da iki ülkenin ortak yürüteceği bir savaşa ikna etmeye çalıştığı ifade ediliyor.

İlişkinin gücü

İsrail ile ABD arasındaki ilişkilerin stratejik ve güçlü olduğu konusunda kuşku yok; bu durum Trump döneminde de geçerliliğini koruyor. Ancak değişen bir unsur var ve bu durum İsrail’de kaygı yaratması gereken bir gelişme olarak görülüyor. Nitekim Tel Aviv’de bu endişe şimdiden hissedilmeye başlandı.

ABD ile kurulan ittifakın sağlamlığı, İsrail’in Ortadoğu’da genel olarak Batı’nın, özel olarak da ABD’nin çıkarları için ilk savunma ve saldırı hattı olmayı kabul eden tek ülke olmasından kaynaklanıyor. NATO’nun eski komutanlarından ve ABD’nin eski dışişleri bakanlarından General Alexander Haig, İsrail’i ‘Amerikan askerleri sahaya inmeden savaş yürüten Ortadoğu’daki Amerikan uçak gemisi’ olarak tanımlamıştı. Almanya Şansölyesi Friedrich Merz de İsrail’in ‘Batı adına kirli işler yaptığını’ ifade etmişti.

İsrail’in bu denli güçlü destek görmesinin temelinde bu yaklaşım yatıyor. Geçtiğimiz on yıllarda ABD’nin İsrail’e sağladığı askerî yardımlar önemli ölçüde arttı. 1998 yılında yıllık yaklaşık 1,8 milyar dolar olan yardım miktarının, 2028 itibarıyla yıllık 3,8 milyar dolara ulaşması öngörülüyor.

tyu
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordu karargahında yaptıkları bir toplantı sırasında (İsrail hükümeti)

İsrail, önümüzdeki dönemde bu desteğin daha da artırılmasını talep ediyor. Bu rakamlara, Gazze savaşı sırasında ABD’nin sağladığı ve 22 milyar doları aşan destek dâhil değil. Haaretz gazetesinin 18 Aralık 2025 tarihli haberine göre, ABD son iki yılda savaş nedeniyle İsrail’e toplamda yaklaşık 32 milyar dolarlık yardımda bulundu. Gazete, Kongre Araştırma Servisi ve Washington’daki Brown Üniversitesi’ne dayandırdığı haberinde, Yemen ve İran’daki ABD askerî operasyonları gibi doğrudan maliyetlerin yanı sıra, Washington’un son iki yılda İsrail güvenlik kurumlarına 21,7 milyar dolar aktardığını yazdı. Buna ek olarak, ABD Temsilciler Meclisi 2025’in başında 26 milyar dolarlık özel bir askerî yardım paketini onayladı; bu paketin yaklaşık 4 milyar doları füze savunma sistemi kapsamında önleyici füzeler için, 1,2 milyar doları ise yeni lazer savunma sistemi Or Eitan için ayrıldı.

ABD-İsrail stratejik ittifakı, uzun yıllar boyunca iki ülkenin ‘ortak değerleri’ ve örtüşen çıkarları üzerine inşa edildi. Ancak Gazze savaşı, bu temellerde ciddi bir sarsıntıya yol açtı. Bu sarsıntı, Ortadoğu’da ‘gözde müttefikini’ sahiplenen bir süper gücün dayandığı dengeleri de derinden etkiledi.

Trump öngörülemez biri

Netanyahu, İsrail’in ABD’ye sunduğu stratejik hizmetin gücünün farkında ve bunu özellikle Obama ve Biden yönetimleri döneminde sert biçimde kullandı. Ancak Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, denklemi Netanyahu ve hükümeti açısından sarsacak ölçüde değiştirdi ve onları temkinli adımlar atmaya zorladı. ABD’nin değişmekte olduğu gerçeği, Trump yönetiminin ilk yılında belirgin biçimde ortaya çıktı.

ABD Başkanı Donald Trump, alışılmışın dışında ve kararları öngörülemez bir lider olarak görülüyor. Bu durum, onunla muhatap olanların önceki başkanlara kıyasla daha fazla dikkatli davranmasını gerektiriyor. İsrail basınına göre bu yaklaşım, Başbakan Binyamin Netanyahu’da da kaygı yaratıyor. Netanyahu’nun, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin maruz kaldığı türden aleni eleştirilerle karşı karşıya kalmaktan çekindiği ifade ediliyor. Trump, İsrail’in stratejik öneminin farkında olsa da, değerlendirmeler onun hesaplarının yalnızca bu unsurla sınırlı olmadığını gösteriyor.

Trump, İsrail’in çıkarlarını İsraillilerden ve liderlerinden daha iyi bildiğine inanan liderler arasında yer alıyor. İsrail’in yürüttüğü ve bedelini İsraillilerin hayatlarıyla ödediği, ABD’ye ise tek bir asker kaybı yaşatmayan savaşları yüksek takdirle karşılıyor.

İsrail’de yapılan kamuoyu yoklamalarını yakından takip eden Trump’ın, 21 Aralık 2025’te Yahudi Halkı Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayımlanan ve İsraillilerin yüzde 60’ının Trump’ın İsrail’in çıkarlarını önceleyen bir vizyonla hareket ettiğine inandığını ortaya koyan araştırmayı da dikkate aldığı belirtiliyor.

ABD kamuoyunda ise İsrail’e yönelik desteğin keskin biçimde azaldığına dikkat çekiliyor. Tel Aviv merkezli Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün (INSS) bir çalışmasında, ‘İsrail’in ABD’deki konumunda ciddi bir kriz yaşandığı ve bunun stratejik bir tehdide dönüşme riskinin bulunduğu’ değerlendirmesine yer verildi.

Aralık 2025’in başında yayımlanan ve Eldad Shavit ile Ted Sasson tarafından hazırlanan çalışmada, “İsrail’in ABD’deki konumu benzeri görülmemiş bir krize girmiş durumda. Geleneksel destek, Demokratlar arasında ve hatta Cumhuriyetçilerin bir bölümünde gözle görülür biçimde aşındı” değerlendirmesi yer aldı.

Anketler, İsrail’e yönelik kamuoyu tutumunun, savaş sırasındaki İsrail uygulamalarından ve Gazze Şeridi’ndeki insani durumdan doğrudan olumsuz etkilendiğini ortaya koyuyor. Özellikle liberal çevrelerdeki Yahudi toplumu içinde desteğin gerilediği, İsrail’e yönelik eleştirilerin arttığı gözleniyor. Bu eğilimin, İsrail’in siyasi ve askerî hareket serbestisini kısıtlayabileceği ve ülkenin güvenliği açısından gerçek bir tehdit oluşturabileceği belirtiliyor.

Trump’ın, tabanını korumak istemesi ve Netanyahu’nun yönetiminin planları önünde engel oluşturduğunu düşünmesi halinde, bu değişimleri görmezden gelmesinin mümkün olmadığı ifade ediliyor. Nitekim Trump daha önce, Netanyahu döneminde İsrail’in ABD dışında neredeyse hiç dostunun kalmadığını, İsrail’i destekleyen tek ülkenin kendisi olduğunu söylemiş ve Tel Aviv’in ABD’nin çıkar ve iradesini zedeleyecek adımlardan kaçınması gerektiğini vurgulamıştı.

ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarında da önemli bir değişim yaşandığına dikkat çekiliyor. Bu değişimin en belirgin göstergesi, Trump’ın bölgedeki Arap liderlerle kurduğu yeni söylem olarak öne çıkıyor. Netanyahu’nun bu ‘yeni dili’ dikkatle dinlediği ve sınırlarını anlamaya çalıştığı belirtiliyor.

ABD Başkanı’nın görevdeki bir yılının ardından, Netanyahu’ya yakın çevrelerde hâlâ yeni Trump’ın kişiliğini çözmeye çalıştığı, ABD’ye dair edindiği bilgilerin artık güncellenmiş bir anlayış gerektirdiği değerlendirmesi yapılıyor.