ABD güçleri Doğu Akdeniz'de ne gizliyor?

Güç dengesi İsrail'in lehine dönse de Hamas gerilla savaşında uzman

Doğu Akdeniz'de dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'dan havalanan bir Amerikan savaş uçağı (AFP)
Doğu Akdeniz'de dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'dan havalanan bir Amerikan savaş uçağı (AFP)
TT

ABD güçleri Doğu Akdeniz'de ne gizliyor?

Doğu Akdeniz'de dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'dan havalanan bir Amerikan savaş uçağı (AFP)
Doğu Akdeniz'de dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford'dan havalanan bir Amerikan savaş uçağı (AFP)

Tarık eş-Şami 

ABD Başkanı Joe Biden, bir yandan İsrail'i Gazze Şeridi'nin yeniden işgal edilmesine karşı uyarıp orada bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına giden yolun gerekliliğine ve sivillerin korunmasının önemine vurgu yaparken, diğer yandan Tel Aviv'in kendisini savunma hakkını ve Gazze'deki Hamas hareketinden kurtulmanın gerekliliğini vurguladı.

Bu durum, ABD'nin Ortadoğu'da konuşlandırılan kuvvetlerinin ateş gücünü neden iki katına çıkardığını gayet iyi açıklıyor.

Peki bu gücün boyutu ve amacı ne?

Yakında beklenen askeri çatışmadaki diğer tarafların yetenekleri neler?

Hamas'ın 7 Ekim'de Gazze Şeridi'ni çevreleyen İsrail kasabalarına gerçekleştirdiği saldırının ardından ABD yönetimi, İsrail'in tüm silah ve mühimmat ihtiyacını karşılama kararı aldı.

Kuşkusuz bu, İsrail'in Hamas'ın füze saldırılarından korunmasına ve Tel Aviv'in gerçekleştirdiği ve Washington tarafından desteklenen kara harekâtının kolaylaştırılmasına büyük ölçüde yardımcı olacaktır.

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Demir Kubbe füze savunma sistemi için İsrail'e önleyici füzeler gönderdi.

Bununla beraber, Gazze gibi yoğun nüfuslu şehirlerdeki çatışmalarda sivil kayıp olasılığını azaltmak için tasarlanan yaklaşık 110 kilogram ağırlığındaki küçük çaplı bombaların yanı sıra, Hamas'ın son yıllarda herhangi bir İsrail kara saldırısı beklentisiyle inşa ettiğine inanılan derin tünelleri havaya uçurmak ve yıkmak için top mermileri ve diğer delici mühimmatlar da gönderildi.

ABD tarafından sağlanan Demir Kubbe mühimmatının İsrail'in talep ettiğinden çok daha yüksek olması muhtemel. Zira şu ana kadar gönderilenler devam edecek askeri yardım paketinin sadece bir parçası.

Söz konusu askeri yardım paketi, sıradan bir bombayı, kuvvetlerin mühimmatı sadece düşürmek yerine hedefe yönlendirmesini sağlayan akıllı bir bombaya dönüştüren küçük çaplı bombaları da içerecek.

Caydırıcılık hedefi

Ancak bu yardım, bir başka hedefe, yani İsrail ile Hamas arasında beklenen savaşın daha da genişlemesini engellemeye yetmedi.

İşte bu nedenle Pentagon, İran'ı ve bölgedeki silahlarını daha geniş bir bölgesel savaşa girmekten caydırmak için Doğu Akdeniz'de ve bölgede konuşlandırılan kuvvetlerinin ateş gücünü hızla ikiye katladı.

New York Times'a göre bu durum Washington'u, İsrail'i ve ABD çıkarlarını savunmak için hava saldırıları düzenlemeye sevk edebilir.

En yeni ve en büyük Amerikan uçak gemisi USS Gerald R. Ford'un İsrail kıyılarına gelişi, görünüşe göre yeterli caydırıcılığı sağlamak için yeterli değildi.

Bu nedenle ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, önümüzdeki birkaç gün içinde gelmesi beklenen ikinci uçak gemisi Dwight D. Eisenhower'ı ABD'nin doğu kıyısından doğu Akdeniz'e göndermeye karar verdi.

ABD Hava Kuvvetleri, uçak filosu sayısını ikiye katlamak için Körfez bölgesine başka saldırı uçakları da gönderdi.

Ayrıca istihbarata yardımcı olmak ve bazı ABD'liler de dahil olmak üzere Hamas tarafından tutulan yaklaşık 150 rehinenin bulunmasına ve kurtarılmasına yardımcı olmak için her türlü operasyonu planlamak üzere İsrail'e özel harekât kuvvetlerinden oluşan bir ekip sevk etti.

ABD'li askeri analistler, Biden yönetiminin Ukrayna'daki savaşın yanı sıra Çin'den gelen uzun vadeli tehditlere odaklanmak yönündeki hedefi doğrultusunda, Irak ve Afganistan'da yıllardır süren savaşların sona ermesiyle bölgedeki ABD askeri varlığının azalmasının ardından, ilave kuvvet konuşlandırmasının bölgedeki Amerikan gücünü en azından geçici olarak yeniden canlandıracağına inanıyor.

Uçak gemilerinin önemi

Uçak gemilerinin önemi, çeşitli seçenekler sunmaları, birincil komuta ve kontrol operasyon merkezleri olarak hizmet vermeleri ve bilgi savaşı yürütebilmelerinden kaynaklanıyor.

ABD'ye ait uçak gemilerinde Hawkeye Havadan Erken İhbar ve Kontrol (HEİK) uçağı bulunuyor. Bu uçak sayesinde füzeler fırlatıldığında erken uyarı sistemi devreye giriyor ve 7 metre çapındaki disk şeklindeki radarlar tarafından tespit edilebiliyor.

Uçak gemileri, hava sahasını izliyor, yönetiyor ve yalnızca düşman uçaklarını tespit etmekle kalmıyor, aynı zamanda Amerikan uçaklarının ve kuvvetlerinin hareketlerini de yönetiyor.

İsrail Demir Kubbesi'nin sorumlularının açıklamalarına göre askeri liderlik, ABD kuvvetleriyle veri alışverişinde bulunarak Demir Kubbe'yi ABD hava savunma sistemine entegre etmeyi planlıyor.

Uçak gemileri, düşman uçaklarını önleyebilen veya hedefleri bombalayabilen F-18 Hornet savaş uçakları için yüzen hava üsleri olarak tanımlanıyor.

Uçak gemilerine eşlik eden muhripler ve kruvazörler seyir füzesi fırlatabilirken, bazıları uzun menzilli füzeleri önleme yeteneğine de sahip.

Uçak gemileri ayrıca yoğun bakım üniteleri bulunan hastaneler, acil servis odaları, sağlık görevlileri, cerrahlar ve doktorlar da dahil olmak üzere önemli insani yetenekler sağlayabilir.

Gemide bulunan helikopterler ise hayati önem taşıyan malzemeleri veya mağdurları hava yoluyla taşımak için kullanılıyor.

USS Gerald R. Ford

ABD Donanması internet sitesine göre, iki nükleer güç motoruyla çalışan ve 18 milyar dolar değerindeki uçak gemisi USS Gerald R. Ford, ABD Donanması'nın bugüne kadarki en yeni ve en gelişmiş uçak gemisi.

Dünyadaki diğer tüm askeri güçlerden daha üstün yeteneklere sahip olan gemi, Tomahawk füzelerini fırlatma kapasitesine sahip dört destroyeri (USS Thomas Hudner, USS Ramage, USS Carney ve USS Roosevelt) içeriyor.

USS Gerald R. Ford ayrıca olası bir çatışma durumunda İran'ın İsrail'e yöneltebileceği her türlü uzun menzilli füze saldırısına karşı koyma yeteneğine de sahip.

2017 yılında hizmete giren USS Gerald R. Ford, şimdiye kadar yapılmış en büyük savaş gemisi olarak öne çıkıyor.

337 metre uzunluğunda, 78 metre genişliğinde ve 76 metre yüksekliğinde olan gemi, beşinci nesil F-35 uçakları, F-18 Super Hornet uçakları, gelişmiş E-2D Hawkeye HEİK uçağı, EA-18G Growler elektronik saldırı uçağı ve MH-60 helikopterleri de dahil olmak üzere 90'a kadar uçak taşıyabiliyor.

Bunların yanı sıra gemide bir dizi insansız hava aracı (İHA) da bulunuyor. Gemideki tüm operasyonları yürütmek için, destek personeli de dahil olmak üzere 4 bin 500'den fazla mürettebata ihtiyaç duyuluyor.

Adını eski ABD Başkanı Gerald Ford'dan (1974-1977) alan uçak gemisi, boyutuna rağmen oldukça esnektir. Azami hızı 56 km/saat üzerine ulaşarak daha küçük gemilerin hızına yetişebilmesini sağlıyor.

Bunun nedeni, ABD'deki önceki nesil uçak gemileri olan Nimitz sınıfı uçak gemilerine göre yüzde 250 daha fazla elektrik kapasitesi sağlayan iki nükleer reaktörünün ürettiği enerjidir.

ABD'nin en büyük uçak gemisi şu anda Doğu Akdeniz'de bulunuyor (AFP)
ABD'nin en büyük uçak gemisi şu anda Doğu Akdeniz'de bulunuyor (AFP)

Askeri gücün sembolü

ABD'nin askeri gücünün önemli bir sembolü olan uçak gemileri, bir kruvazör, dört muhrip ve bir ikmal gemisinden oluşan saldırı grubuyla her zaman savunma koruması altında hareket eder. Hatta bazen gruba bir veya daha fazla denizaltı eşlik eder.

USS Gerald R. Ford'un, savaş uçakları ve İHA'lara karşı kullanılan orta menzilli Sea Sparrow hava savunma füzesi cephaneliği bulunuyor.

Gemide gemisavar füzeleri engellemek ve vurmak için kullanılan füzelerin yanı sıra zırh delici mermileri ateşlemek için kullanılan Phalanx silah sistemi de bulunuyor.

Gemi ayrıca, hava trafik kontrolüne ve navigasyona yardımcı olabilecek gelişmiş radarlar da içeriyor.

USS Gerald R. Ford uçak gemisi ve saldırı grubu, taşıdığı muazzam ateş gücüne ek olarak, dinleme, gözetleme ve casusluk gibi bir dizi başka görevi de yerine getiriyor.

Ayrıca gemide çok büyük bir silah stoğu var. Dolayısıyla bu görev için onu seçmek, İsraillilerin Gazze Şeridi'ni işgal etmeden önce gerekli bilgileri elde etmelerine yardımcı olacaktır.

Geminin bölgeye gönderilmesi, öncelikle İran ve Hizbullah'ı Hamas hareketini desteklemek için bir savaşa girmekten caydırmayı da amaçlıyor.

USS Dwight D. Eisenhower uçak gemisi

ABD Donanması internet sitesi, USS Dwight D. Eisenhower uçak gemisini ABD Donanması'nın en iyi beş yıldızlı uçak gemisi olarak tanımlıyor.

Çünkü bu gemi, deniz güvenlik operasyonları, seferi kuvvet projeksiyonu, ileri deniz varlığı, kriz müdahalesi, deniz kontrolü, caydırıcılık, terörle mücadele, bilgi operasyonları ve güvenlik iş birliğini içeren çok çeşitli esnek görev yetenekleri sağlıyor.

Nükleer enerjiyle çalışan ve beş bin denizcinin görev yaptığı USS Dwight D. Eisenhower'ın yaklaşık bir hafta sonra Doğu Akdeniz'e varması bekleniyor.

1977 yılında çalışmalarına başlayan gemi, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etmesinden sonra ilk kez 1991 yılında Birinci Körfez Savaşı'nda Kuveyt'i kurtarmak için askeri operasyonlara katıldı.

USS Gerald R. Ford uçak gemisinden havalanan bir helikopter (AFP)
USS Gerald R. Ford uçak gemisinden havalanan bir helikopter (AFP)

Güçlendirilmiş hava kuvvetleri

ABD Hava Kuvvetleri, Arap Körfezi bölgesine ilave kara saldırı uçağı göndererek F-15 Eagle, F-16 Fighting Falcon ve A-10 filolarının sayısını iki katına çıkardı.

Yetkililer, her uçak gemisindeki dört F-18 filosuyla birlikte ABD'nin 100'den fazla saldırı uçağından oluşan bir hava filosuna sahip olacağını söyledi.

Gerekirse daha fazla savaş uçağı eklemeye hazır olduğunu açıklayan Pentagon, ABD Hava Kuvvetleri'nin halihazırda Suriye başta olmak üzere insanlı ve insansız operasyonlar yürütmek üzere bölgede büyük bir hava kuvveti bulundurduğunu bildirdi.

Geçen hafta, ABD Hava Kuvvetleri'ne ait bir F-16 uçağına, Suriye'de görev yapan ABD kara kuvvetlerine tehdit oluşturan bir Türk İHA'sını düşürme emri verilmişti.

ABD'li yetkililer, şu anda Doğu Akdeniz'de ek güçlerin konuşlandırılmasının, İran'ı, Suriye'yi veya Hizbullah gibi İran destekli herhangi bir vekil grubu çatışmaya katılmaktan caydırmayı amaçladığını belirtti.

Pentagon ve ABD istihbarat yetkilileri, Lübnan'daki Hizbullah güçlerini yakından takip ederken, Irak ve Suriye'deki İran destekli milisler, her iki ülkede de konuşlu ABD askeri personeline periyodik olarak saldırılar düzenliyor.

Ancak ABD'nin İsrail'e yönelik yardımı, bilgi desteği ve gerektiğinde mühimmat ve silah sağlanması çerçevesinde kalacak.

Zira ABD'nin asıl amacı, İran'ı ve onun vekillerini Tel Aviv ile Hamas arasındaki savaşa girmekten caydırmak.

Peki savaşın ana taraflarından her birinin gücü ne?

İsrail ordusunun gücü

ABD, İsrail'in dünyanın en iyi askeri ordularından birine sahip olduğunu düşünüyor.

Ancak Türkiye, Mısır ve İran'ın ardından bölgenin dördüncü büyük ordusu olan İsrail, küresel güç sınıflandırmasında dünyada 18'inci sırada yer alıyor.

İsrail ordusu, uzun süredir ABD'nin desteğinden yararlanıyor.

Öyle ki ABD'den füze savunma teknolojisine yönelik 500 milyon doların yanı sıra, ABD Kongresi tarafından onaylanan yıllık 3,3 milyar dolar askeri yardım aldı. İsrail askeri bütçesinin büyüklüğü ise yaklaşık 23,4 milyar doları buluyor.

İsrail'in aktif hizmette yaklaşık 170 bin askeri var. Washington'daki Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'ne göre, Gazze'de yaklaşan savaş için yaklaşık 360 bin yedek asker, yani tahmini kapasitenin dörtte üçü çağrıldı.

İsrail ordusunun elinde bini Merkava olmak üzere bin 760 ana muharebe tankı, bin 200 zırhlı personel taşıyıcı, 530 topçu, 240 çoklu roketatar ve bir grup başka silah ve gözetleme sistemi bulunuyor.

Deniz kuvvetlerinde ise beş denizaltı, üç çıkarma gemisi, bir deniz komando birliği ile 45'e yakın devriye botu ve diğer savaş botları bulunuyor.

Ancak İsrail'in sahip olduğu en güçlü birliği hava kuvvetleri. İsrail Hava Kuvvetleri, F-35 dahil 350 savaş uçağına sahip.

İsrail'in ayrıca F-15 ve F-16 uçakları, yaklaşık 126 helikopteri ve Apache gibi 48 saldırı helikopteri bulunuyor.

İsrail, çeşitli destekleyici rollerde, bir grup füze ve füzesavar sistemine ek olarak Heron silahlı insansız hava aracı da dahil olmak üzere çok çeşitli silahlı ve silahsız insansız hava araçlarına sahip.

Ayrıca elinde 160 km'ye kadar menzile sahip uzun menzilli Patriot ve kısa menzilli füzelerin yanı sıra, Hamas'ın Gazze'den fırlattığı roketlere karşı koyan Demir Kubbe olarak bilinen füzesavar sistemi de bulunuyor.

İsrail uzun süredir ilan edilmemiş bir nükleer silah programını sürdürüyor. Silah Kontrolü ve Nükleer Silahların Yayılması Merkezi'ne göre İsrail'in denizaltılarına yüklenebilecek 90 nükleer bombası var.

Hamas'ın askeri gücü

1987 yılında Filistinli Şeyh Ahmed Yasin tarafından siyasi bir hareket olarak kurulan Hamas'ın askeri ideolojiye sahip silahlı bir kolu da bulunuyor. Ancak söz konusu askeri kanadı 1990'ın sonlarında kuruldu.

Hamas'ın elinde herhangi bir kuvvet, konvansiyonel silah, ana muharebe tankı, top ve savaş gemisi yok. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nün tahminlerine göre savaşçı sayısının 15 ila 20 bin arasında olduğu tahmin ediliyor.

Tel Aviv ise bu sayının gerilla savaşı ve taktikleri konusunda uzman yaklaşık 30 bin kişi olduğunu tahmin ediyor.

Hamas'ın cephaneliğinde temel el silahlarının yanı sıra bir dizi kısa menzilli füzenin de bulunduğu biliniyor.

Hamas'ın elinde Rusya yapımı Kornet platformu ve İran'ın Fecr tanksavar silah ailesi ile 185 mil menzile sahip İran menşeli Fatih 110 balistik füzeleri bulunuyor.

Hamas'ın elinde saldırı tüfekleri, ağır makineli tüfekler, roket güdümlü el bombaları ve tanksavar silahlarının yanı sıra, uzun menzilli keskin nişancı tüfekleri ve geçmişte olduğu gibi tuzaklar ve intihar bombacıları da yer alıyor.

İsrail'in geniş bir füze savunma ağı olmasına rağmen Hamas, yerel olarak üretilen füzelerden oluşan büyük bir stok oluşturdu.

İsrail istihbaratı bu sayının 2021'de yaklaşık 30 bin füze olacağını tahmin ediyor. Analistler, Hamas'ın hedefleri daha isabetli vurabilecek güdümlü füzeler geliştirdiğine dair henüz bir kanıt bulunmadığını söylüyor.

Ulaşım konusunda Hamas savaşçılarının cip, küçük kamyon ve motosiklet gibi hafif, hızlı hareket eden araçları kullandıkları biliniyor.

Hamas'ın operasyon yöntemi, Gazze sınırının altındaki tünelleri kullanarak patlayıcı cihazlar yerleştirmek ve İsrail'e belirli saldırılar gerçekleştirmek olarak özetlenebilir.

Bunlardan en sonuncusu, Tel Aviv'deki resmi verilere göre 7 Ekim'de bin 400 İsraillinin ölümüne yol açan sürpriz saldırıydı.

Dolayısıyla çatışma, güçlü, modern, teknolojik açıdan üstün bir askeri güç ile küçük, yetersiz donanıma sahip, ancak motivasyonu yüksek, geleneksel bir güç arasındadır.

Hizbullah füzelerinin gücü

Hamas saldırısından bu yana Hizbullah ile İsrail arasında sınırlı bir çatışma yaşandı, ancak büyük çaplı bir saldırı olmadı.

Ancak Hizbullah, İsrail için endişe kaynağı olmaya devam ediyor.

Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah, 100 bin savaşçısıyla övünse de diğer tahminler Hizbullah güçlerinin bu sayının yarısından az olduğunu gösteriyor.

Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi'ne (CSIS) göre Hizbullah'ın çoğu küçük, taşınabilir, güdümsüz karadan karaya füzelerden oluşan devasa bir cephaneliği var.

ABD, Hizbullah'ın ve Lübnan'daki diğer silahlı grupların yaklaşık 150 bin roket ve füzeye sahip olduğunu tahmin ediyor.

Diğer yandan Hizbullah, hassas güdümlü füzeler geliştirmek için çalışıyor.

Independent Arabia - Independent Türkçe



Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
TT

Avustralya: Müfettişler, Bondi Plajı saldırısının faillerinin DEAŞ mensubu olduklarına inanıyor

Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)
Bondi Plajı saldırısının şüphelisinin evini çevreleyen şeridi kaldıran Avustralyalı bir polis memuru (Reuters)

Avustralya Yayın Kurumu (ABC), Avustralya istihbarat biriminin altı yıl önce Bondi Plajı saldırganlarından birinin DEAŞ ile bağlantıları olduğunu araştırdığını bildirdi.

Avustralya polisi, 50 yaşındaki bir adam ile 24 yaşındaki oğlunun pazar günü Sidney’de ünlü bir plajda Hanuka Bayramı kutlaması yapanlara ateş açtığını, saldırıda 15 kişinin hayatını kaybettiğini ve 40’tan fazla kişinin yaralandığını açıkladı.

Avustralya medyası, saldırganların Sajid Akram ile oğlu Naveed Akram olduğunu ve Sajid Akram’ın polisle çıkan çatışmada öldüğünü, Naveed Akram’ın ise polis gözetiminde hastanede tedavi gördüğünü bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın ABC’den aktardığına göre, Bondi Plajı saldırısını soruşturan ortak terörle mücadele ekibindeki üst düzey bir yetkili, Avustralya Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı’nın (ASIO) 2019 yılında Naveed Akram ile ilgili bazı şüpheleri araştırdığını belirtti.

Haberde, Naveed Akram’ın, Temmuz 2019’da yakalanan ve Avustralya’da bir terör eylemi planlamakla suçlanan DEAŞ üyesiyle yakın bağlantısı olduğunun düşünüldüğü ifade edildi.

ABC, terörle mücadele soruşturmacılarının, Bondi Plajı saldırısını gerçekleştiren silahlı kişilerin DEAŞ mensubu olabileceğine inandığını bildirdi.

ABC’ye konuşan yetkililer, silahlı kişilerin araçlarında iki DEAŞ bayrağı bulunduğunu da açıkladı.

ASIO Genel Direktörü Mike Burgess dün gazetecilere yaptığı açıklamada, saldırganlardan birinin kendileri tarafından bilindiğini ancak ‘acil tehdit’ olarak görülmediğini belirterek, “Dolayısıyla burada yaşanan olayın şartlarını yeniden gözden geçirmemiz gerektiği açık” dedi.

Yeni Güney Galler polisi ise ABC’nin haberini doğrulayamayacaklarını belirtirken, ASIO da ‘bireyler veya devam eden soruşturmalar hakkında yorum yapmadığını’ açıkladı.


Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Cezaevindeki 4 bin 200 PKK-KCK’lı için kademeli düzenleme: Suça karışmamış 950-1.050 PKK’lı eve dönüş yolunda mı?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Türkiye’de “Terörsüz Türkiye” süreci, kimilerine göre 2. çözüm süreci olarak değerlendiriliyor; bu konuda çok şey yazılıp çiziliyor. Sürecin toplumsallaşması adına tartışılması doğru; ancak bu tartışmanın gündelik siyasi çekişmeler, öne çıkma çabaları ya da kısır hesaplar üzerinden yapılması, sürece yarardan çok zarar veriyor. Burada herkesin dikkatli olması gerektiğinin altını bir defa daha çizmek gerekiyor.

Siyasetin bu süreçte daha cesur olması, daha fazla adım atması ve daha fazla inisiyatif alması gerekiyor. Çünkü artık top, güvenlik bürokrasisinin sahasından siyasetin sahasına geçmiş durumda.

Elbette süreçte daralmalar olacaktır. İşin doğası gereği bu daralmaların olması son derece doğaldır; ancak siyasi aktörlük meselesi üzerinden herkesin kendisini tekrardan sorgulaması gerekiyor. “Her meseleyi Öcalan’a soralım” yaklaşımı, bana göre doğru değil. Siyasetin inisiyatif alması bir bütün olarak gerçekleşmeli ve inisiyatifler alınabilmelidir. Her meselede Öcalan’ı öne çıkarma, aktör yapma isteğinin toplumsal güvende yara açtığı da görülmelidir. Belki artık örgütün partiyi kurma paradigması tersine dönmeli ve parti, örgütü dönüştürebilmelidir.

Pedal çevirme teorisi işlemeye devam ediyor. Örgütün el yükseltme sebebi ya da farklı seslerin çıkma sebebi, bence devlette ciddiyetin ilk defa bu kadar net görülmesidir. Artık herkes yeni bir paradigmaya dönüleceğini görmeye başladı ve doğal olarak bir bocalama süreci yaşanıyor. Süreç tamamlanırsa siyasetin de paradigmasının değiştiği görülmelidir.

Çünkü şu ana kadar siyaseten “zaten masa devrilecek, güvenmiyoruz, gel gel yapıyorlar, sonra yine bizi hapishanelere atacaklar” anlayışı çok hakimdi. Ama atılan adımlar neticesinde işin ciddiyeti anlaşılıyor ve bu da ezber bozuyor. Bu bakımdan şu ana kadar yaşananların, ben sürecin özüne bir tahribat verdiğini düşünmüyorum. Bu düşüncemi görüştüğüm farklı kaynaklarım da doğruluyor.

Sürecin geldiği yerde iki mesele, en çok sorulan ve merak edilen konuların başında geliyor: Yasal düzenlemeler ve SDG meselesi.

İmralı Adası’ndan Meclis’e: Fırsat yasası ve sürecin kritik eşiği

Komisyon üyelerinin İmralı Adası’na gitmesi, bir eşiğin daha aşılmasını kolaylaştırdı. MHP Genel Başkanı Feti Yıldız Bey’in okuduğu özet, kendi tuttuğu notların özetiydi. Dolayısıyla 16 sayfalık raporun özeti değildi. Beklenti, hem AK Parti adına Hüseyin Yayman’ın hem de DEM adına Gülistan Koçyiğit’in de notlarını okumasıydı; ama bu gerçekleşmedi. Keşke onlar da komisyon üyelerine notlarını aktarsaydı ve sorulacak olan sorulara da cevap verseydi.

Komisyon üyelerinin tuttuğu 16 sayfalık raporun aslında komisyon üyelerine dağıtılması gerekiyordu. Sürecin şeffaflığı, toplumsal rıza üretme konusunda bunun yapılmasının hâlâ geç olduğunu düşünmüyorum. Görüştüğüm ve raporu bilen kaynaklarım, burada anlatılamayacak bir şeyin olmadığını, Öcalan’ın bugüne kadar söylediği görüşlerin benzerlerinin yer aldığını ifade ediyorlar.

Şimdi top Meclis’te. Nasıl bir yasa çıkarılacak? Toplumda cezasızlık algısına da yol açmadan, süreci de sahiplenerek nasıl bir yol bulunacak?

Görev, öncelikli olarak Komisyon’da bulunan partilere düşüyor. Onlar tekliflerini yavaş yavaş Meclis Başkanlığı’na verecekler. Meclis hukukçuları ve güvenlik bürokrasisi de sürece destek verecek.

Kesinleşen bir şey olmamakla beraber, anladığım kadarıyla çıkarılacak olan “Fırsat Yasası” iki ayağa cevap verecek:

A- Eve dönüş durumu
B- Mevcut tutuklu ve hükümlülerin durumu

KCK-PKK örgüt üyeliğinden şu an Türkiye’de cezaevlerinde bulunanların sayısının 4 bin 200 kişi civarında olduğu belirtiliyor. Bunlar içerisinde müebbet hapis cezası alanlar olduğu gibi, cezası bitmeye yakın insanlar da var.

Bunlar için kademeli bir anlayış ve bakış açısı geliştiriliyor. Kişi bazında durumlar incelenecek, toptancı bir anlayışla düzenleme yapılmayacak. Cezaevindekiler için düzenleme yapılırken, aynı zamanda eldeki bazı uygulamalardan da yararlanılacak. Denetimli serbestlik meselesi, yararlanılacak uygulamaların başında geliyor.

PKK’lıların Türkiye’ye dönüşü: Suça karışmamış 950-1.050 kişi için yasal çerçeve nasıl şekillenecek?

Eve dönüş olarak adlandırılan PKK’lıların Türkiye’ye dönme meselesine gelince…

Öncelikle Ankara, Bağdat ve Erbil arasındaki mekanizmanın hâlâ çalıştığını ifade etmek lazım. Bu mekanizma hem silahların hem mağaraların teslimi hem de Irak’ta kalmak isteyen örgüt mensupları için son derece hayati.

Benim gerek Irak makamları, gerek Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi yetkilileri, gerek PKK ve gerekse de Ankara’dan aldığım bilgiye göre PKK içerisinde suça karışmamış militan sayısı 950-1050 arasında. Bu kişilerin gelmesinin önünde şu an herhangi bir engel bulunmuyor. Diyarbakır annelerinin çocukları başta olmak üzere ilk etapta suça karışmamış kişilerin gelmesi, “Fırsat Yasası” ya da “Çerçeve Yasası”nın şekillenmesiyle birlikte gerçekleşebilir.

Burada yapılacak olan yasal düzenleme netleştiğinde, atılacak olan adımların daha da hızlanacağını göreceğiz. Meclis’ten çıkacak olan yasa büyük bir ihtimalle özel bir yasa olacak. Hukukçular bu yasayı çalıştırırken bir taraftan Anayasa’nın eşitlik ilkesinin çiğnenmemesine, diğer taraftan da FETÖ başta olmak üzere diğer örgütlerin yararlanmasının önünü kapatacak. Burada kendisini fesheden bir örgüt olduğu için yeni bir yasa zorunluluğu ortaya çıkıyor.

Hem eve dönüş hem de mevcut cezaevindekilerle ilgili düzenleme yapılırken iki ayrımın altını çizmek gerekiyor. Yapılacak olan düzenleme ile birlikte “örgüt” ortadan kalkarsa örgüt üyeliği ya da örgüte üye olmamakla birlikte oluşan suç ortadan kalkacak; ancak işlenen suçlar ortada duracağı için yapılacak olan düzenlemede kademeli olarak buna cevap verilecek.

Örneğin, örgütte yıllarca kuryelik yapan ama silahlı eylemlere katılmayan kişiler örneğinde olduğu gibi belirli ayrımların yapılması gerekiyor. Benim kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre, kişinin durumu üzerinden bir değerlendirme yapılacak, toptan bir değerlendirme yapılmayacak.

Çıkarılacak olan yasada bir süre sınırı konulması, denetimli serbestlik vb. uygulamaların işletilmesi de karşımıza çıkacak gibi duruyor. Burada belki tekrar altını çizeceğim, bireylerin durumunun tek tek ele alınacağı.

Örgüt üst düzey yönetici dediğiniz 232 kişi civarında. Bunlardan 30-40’ı en önemli üst düzey yönetici olarak karşımıza çıkıyor. Bunların büyük bir kısmının Irak’ta kalması ya da seyahat özgürlüğü kapsamında Avrupa ve Irak arasında olması bekleniyor. Burada da Bağdat-Erbil ve Ankara arasındaki mekanizmanın devreye girmesi öngörülüyor.

SDG meselesinde kilit güç ABD: Mazlum Abdi ve YPG’nin silahlı sayısı gerçekçi rakamlarla değerlendiriliyor

SDG meselesine gelince:
Öncelikle Mazlum Abdi’nin verdiği 100 bin rakamı çok abartılı bulunuyor. Hem Suriye’deki kaynaklar hem Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, SDG ve onun silahlı kanadını oluşturan YPG’nin silahlı sayısının 45 bin civarında olduğunu belirtiyor.

Suriye’de muhatabın esas olarak ne Şara ne Abdi olduğu, muhatabın ABD olduğu ve SDG meselesinin çözümünde sürecin ABD ile yürütüldüğünün altı çiziliyor. Yani esas patron kimse, müzakereler de onlarla yürütülüyor.

Bu noktada özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la olan kişisel ilişkisinin, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın temaslarının ve zamanın ruhunun Türkiye’nin işini kolaylaştırdığı belirtiliyor. Erdoğan-Trump görüşmesi, ardından Şara-Trump görüşmesi, CENTCOM’un Trump politikalarıyla paralel hareket etmesi ve Tom Barrack’ın Mazlum Abdi’ye ABD politikaları konusunda net mesajları, aslında Suriye’de önümüzdeki haftalarda bazı olumlu adımların SDG tarafından atılacağını gösteriyor.

Bu aşamada süreci bozma noktasında Fransa, İran ve İsrail gibi ülkelerin SDG’nin kulağına fısıldadığı da gözlerden kaçmıyor.

Sınır kapılarının devri, enerji sahalarının devri ve silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na entegrasyonu sağlanırsa, SDG Türkiye açısından tehdit olmaktan çıkacak.

SDG içerisinde iki anlayış hâkim.

1- Anlayış, “Ankara’nın hem SDG’nin tamamen tasfiyesini hem de 10 Mart mutabakatının uygulanmasını aynı anda talep etmesi, Suriye’de siyasi çözümü engellemeye yönelik politikasını açıkça ortaya koyuyor” derken,

2- Anlayış, “Türkiye Şam Hükümeti ile aramızda garantör ülke olsun. Kolaylaştırıcı olursa süreç daha çabuk ilerler” anlayışında.

Peki SDG bu adımı atar mı?

Bana göre zaman içerisinde SDG bu adımı beş sebepten dolayı atmak durumunda kalacak.

1- Amerika Birleşik Devletleri’nin bunu istemesi
2- SDG’yi oluşturan en büyük güçlerden Arap aşiretlerinin tavrı
3- YPG içerisindeki silahlı dağılım
4- Türkiye ve ABD’nin arabuluculuğu ve garantörlüğü meselesi
5- Zamanın ruhu

Şam yönetimi SDG’den ne istiyor?

Şara yönetimi, SDG’den askerlerinin %75’ini kendilerine vermesini ve Savunma Bakanlığı’na dâhil olmasını istiyor. Geri kalanların ise yerel yönetimlerde asayiş gücü olarak kullanılabileceği belirtiliyor.
SDG, Şam’a üç tümen vereceğini ve komutanların isimlerini Şam’a bildirdiğini ifade ediyor.

Önce saha gerçekliği adına şunu görmemiz gerekiyor:
SDG’nin sahip olduğu 45 bin kişilik gücün %75–%80’inin Arap aşiretlerden oluştuğu, geri kalanının ise farklı Kürt yapılardan oluştuğunun altı çiziliyor.

Saha kaynakları YPG içerisindeki formülasyonu şöyle yapıyorlar:

Irak’tan gelen Irak Kürtlerinin sayısı yaklaşık olarak 1350 civarında.

PKK’dan YPG’ye gelen militan sayısı 1500 civarında.

Suriye Kürtlerinin ise 6 bin civarında olduğu belirtiliyor.

Şam ve SDG anlaşırsa kalan silahlı güç nasıl entegre edilecek: Savunma Bakanlığı mı, polis gücü mü?

Peki diyelim ki Şam Hükümeti ve SDG arasında bir anlaşma oldu; kalan %25 silahlı güç ne olacak sorusuna cevap, silahlı unsurların Savunma Bakanlığı’na bağlanması gibi Suriye Hükümeti’nin karar vereceği bir konu, ancak asayiş ya da polis gücü olarak kullanılmaları güçlü bir olasılık.

Burada özellikle polis gücü olmak istedikleriyle ilgili olarak, merkezi hükümetin denetiminde bir yapı oluştuğunda; Dürzi bölgelerinde Dürzilerden, Arapların yoğun olduğu yerlerde Araplardan, Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde ise Kürtlerin alınması son derece doğal. Burada anlaşmazlık, bunların kimin kontrolünde olacağı. Merkezi hükümet, bu polis gücünün Suriye Devleti’nin polis gücü olacağını söylüyor ve Kamışlı’da görev alan bir polisin Süveyda’ya, Lazkiye’de görev alan bir polisin de Kamışlı’ya tayinle gönderilebileceğini ifade ediyor. Aynı şekilde Savunma Bakanlığı bünyesine katılacak olan yapıların da komuta merkezinin Suriye Hükümeti’nde olacağı belirtiliyor.

Suriye’de tamamlanmamış devlet tamamlanırsa, hem anayasal güvence hem de diğer haklar garanti altına alınmış olacak ve Dürzilerin de, Nusayrilerin de olduğu gibi Kürtlerin de devlette karar alma süreçlerinde yer alacağını görmemiz gerekiyor.

Bu geçiş sürecinde SDG yasal garanti istiyor. Bu garanti büyük ihtimalle ABD tarafından verilecek. Türkiye’nin istediği adımlar atılmaya başlanırsa, Türkiye de bu noktada süreci kolaylaştıracak her adımı atacak. Bu adımlardan en önemlisi Nusaybin Sınır Kapısı’nın açılması ve Kamışlı ile ticaretin Türkiye üzerinden devam etmesi olacak.

Amerikalılar Esad döneminde Arap aşiretlerini SDG bünyesine dahil ettiler ve hâlen maaşlarını ödemeye devam ediyor. ABD Kongresi’nden geçen bütçenin büyük bir kısmı bu maaşlara gidiyor.
PKK, Türkiye’de sürecin ciddileştiğini görüyor; SDG de Suriye’de ABD’nin entegrasyonu istediğini ve bu konuda ısrarcı olduğunu biliyor.

Nitekim yakın zaman içerisinde Şammar Aşireti’nin lideri el-Cerba, Şam’a gidip Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile bir araya gelmiş, daha sonra da Mazlum Abdi ile görüşmüştü. Saha kaynakları, Cerba’nın SDG’yi de 10 Mart Anlaşması çerçevesinde Şam ile anlaşmaya ikna etmek için arabuluculuğa başladığını ifade ediyor.

Toparlayacak olursam, Arap aşiretlerini SDG’ye entegre eden ABD’nin kendisi ve şu ana kadar maaşlarını da ödemeye devam ediyor. ABD’nin tavrı burada çok net: Şam’a entegrasyon, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmesi, bununla birlikte toprak bütünlüğü ve politik birliğin sağlanması noktasında Şara’nın güçlendirilmesi. Nitekim CENTCOM Komutanı Brad Cooper, ABD’nin Suriye’deki üç önceliğini, “IŞİD’e karşı mücadele, SDG’yi Suriye devlet yapısına entegre etmek ve Suriye hükümetiyle koordinasyon sağlamak” olarak açıkladı.

10 Mart Mutabakatı ile Suriye’de Kürt, Dürzi ve diğer grupların güvenliği sağlanıyor

Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’nin garantörlüğünde 10 Mart mutabakatının hayata geçirilmesi, Kürtlerin, Dürzilerin ve diğer grupların Suriye’de güvenceye kavuşmaları ve Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesi herkesin faydasına olacaktır.

Ankara’da görüştüğüm kaynaklar, “Bugün Türkiye çatışma ortamının oluşmamasını istiyorsa, İsrail’in Suriye’de nüfuzunu genişletmemesi için yapıyor. Bu yapamadığımızdan değil, İsrail’e alan açmama isteğimizden kaynaklanıyor” diyorlar.

SDG konusunda 10 Mart mutabakatının bana göre iyi niyet adımı Deyrizor’da görülecek.
Suriye’de 10 Mart mutabakatıyla ilgili önümüzdeki hafta birkaç adımın atılma ihtimali, aynı adımların Kuzey Irak’ta da (IKBY) gelme ihtimali çok yüksek. Güven artırıcı adımların atılmasına devam edilecek.

Başta ifade ettiğimi tekrar söyleyeyim. Devlet iradesi devam ediyor, ABD’nin Türkiye ve Şara’yı destek politikası devam ediyor, uluslararası konjonktür uygun, Öcalan paradigmada ısrar ediyor ve sürece katkı vermekten geri durmuyor.

Sürecin ciddiyeti noktasında iki hafta içerisinde güzel şeyler görmeye devam edeceğiz. Partiler taleplerini dillendirecekler; bu, hepsinin kabul edildiği ya da edileceği anlamına gelmez. Herkes kendi tabanına sesleniyor ama bu işin siyaset üstü olduğunu da artık görmek gerekiyor.


Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
TT

Zelenskiy, Ukrayna’nın NATO üyesi olması hedefinden vazgeçti

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, dün Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ı karşıladı (EPA)

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy dün, ülkesinin Rusya ile savaşı sona erdirecek bir uzlaşı olarak Batı'nın güvenlik garantileri karşılığında NATO üyesi olma hedefinden vazgeçtiğini açıkladı. Bu adım, Rusya'nın saldırılarına karşı bir koruma olarak Batılı ülkelerin askeri ittifakına katılmak için mücadele eden Ukrayna için önemli bir dönüşüm anlamına geliyor.

Zelenskiy bu açıklamayı, Berlin'de ABD Başkanı Donald Trump’ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve damadı Jared Kushner'ın Avrupalı yetkililerle yapacakları üst düzey görüşmeler önce yaptı.

Ukrayna Devlet Başkanı, ülkesi ile Rusya arasındaki savaşı sona erdirecek bir uzlaşı sağlamayı amaçlayan görüşmelerde ‘diyaloga’ hazır olduğunu vurguladı. Zelenskiy ayrıca, ABD'yi Ukrayna'daki cephe hatlarını dondurma fikrini desteklemeye ikna etmeyi umduğunu ifade etti.