İsrail topyekûn bir savaşa girerken İsrail vatandaşı Filistinlilerin durumu

Filistin bayrağını yasaklayan yasa tasarısına karşı Tel Aviv Üniversitesi'nde protesto gösterisi düzenleyen İsrail vatandaşı Filistinliler ve sol görüşlü İsrailli göstericiler, 28 Mayıs 2023 (AFP)
Filistin bayrağını yasaklayan yasa tasarısına karşı Tel Aviv Üniversitesi'nde protesto gösterisi düzenleyen İsrail vatandaşı Filistinliler ve sol görüşlü İsrailli göstericiler, 28 Mayıs 2023 (AFP)
TT

İsrail topyekûn bir savaşa girerken İsrail vatandaşı Filistinlilerin durumu

Filistin bayrağını yasaklayan yasa tasarısına karşı Tel Aviv Üniversitesi'nde protesto gösterisi düzenleyen İsrail vatandaşı Filistinliler ve sol görüşlü İsrailli göstericiler, 28 Mayıs 2023 (AFP)
Filistin bayrağını yasaklayan yasa tasarısına karşı Tel Aviv Üniversitesi'nde protesto gösterisi düzenleyen İsrail vatandaşı Filistinliler ve sol görüşlü İsrailli göstericiler, 28 Mayıs 2023 (AFP)

Asaad Ghanem

İsrail'in “nehirden denize” kadar Filistinlilere karşı yürüttüğü yıkıcı savaşın başka bir boyutu daha var. Bu boyut, uzun zamandır karartılıp ötekileştiriliyor. İsrail vatandaşı olan Filistinli Arapların (1948 Arapları) ‘kendi devletleri’ tarafından Gazze’ye yönelik eşi benzeri görülmemiş zulmünden dolayı çektikleri acıları kastediyorum.

Savaşın bu yönüne çekmeye, bu zulmün durdurulmasına ve İsrail'deki ulusal ve dini haklardan mahrum bırakılmalarına ve tıpkı 2018 yılın İsrail'in ‘Yahudi ulus devlet’ olarak ilan edildiği yasa tasarısının kabul edilmesinde olduğu gibi bu hakları elde etmelerini baltalama çabalarına rağmen İsrail vatandaşı Arapların -eksik olsa da- hukuki statüsüne saygı gösterilmesi için uluslararası, bölgesel, Filistin ve İsrail düzeyinde çalışılmasına yönelik açık bir çağrı bu.

İsrail’deki (Batı Şeria ve Gazze dışındaki) Filistinlilerin çoğu vatandaşlık haklarına ve Filistinli Arap kimliklerine bağlılar. Bu bağlılık onların özlemlerinde, siyasi ve toplumsal mücadelelerinde önemli bir yere sahip. Öyle ki bu bağlılığın anayurtlarında kararlılıklarını güçlendirmelerine ve benzersiz başarılar elde etmelerine de katkısı oldu. Böylece yavaş yavaş dünyadaki diğer Arap topluluklarından nispeten daha üstün eğitimsel, sosyal ve ekonomik donanıma ve avantajlara sahip bir topluluğa dönüştüler. Göreceli olarak ve sayıları bakımından dünyadaki en güçlü Arap ve Filistinli sivil topluluk olduklarını söyleyebilirim.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından kurulan hükümetler, 2009 yılından bu yana Yahudilerin ‘soy üstünlüğü’ meselesini çeşitli yasalarla ve düzenlemelerle ortaya koydu. Bunların başında, İsrail vatandaşı Araplarla ortak statüyü reddeden Yahudi Ulus Devleti Yasası’nın onaylanması geliyor. Bu yasayla İsrail devleti gerek İsrail'de gerekse dünyanın başka yerlerinde Yahudilerin münhasır mülkiyeti haline geldi.

İsrail vatandaşı Filistinlilerin önemli başarılar elde etmeleri, onların Yahudilerle eşit vatandaşlık haklarına sahip olmalarını sağlamadı. Yahudi devleti, özünde, anayasasında ve politikasında onları her zaman ikinci sınıf ‘vatandaş’ olarak gördü. 48 Arapları çoğu durumda normal bir demokratik devletin vatandaşları olmaktan ziyade apartheid rejimi altında yaşayanların durumdalar. Hatta bazı İsrailliler dahi ülkelerini apartheid devleti olarak gördüklerini söylüyorlar. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından kurulan hükümetler, 2009 yılından bu yana Yahudilerin ‘soy üstünlüğü’ meselesini çeşitli yasalarla ve düzenlemelerle ortaya koydu. Bunların başında, İsrail vatandaşı Araplarla ortak statüyü reddeden Yahudi Ulus Devleti Yasası’nın onaylanması geliyor. Bu yasayla İsrail devleti gerek İsrail'de gerekse dünyanın başka yerlerinde Yahudilerin münhasır mülkiyeti haline geldi.

Tüm bunlar, bir devletin kendi vatandaşlarına karşı tarafsız olmadığını teyit eden idari uygulamalardır. Hatta devlet vatandaşları arasında çifte standart uyguluyor. İsrail vatandaşı Arapları, onlara saldırmayı kolaylaştıracak şekilde hırpalanmış ve karartılmış bir sınıfa, ikinci sınıf bir konuma yerleştirmeye çalışıyor.

İsrail vatandaşı Filistinlilerin ikinci sınıf ve sallantılı bir statüde olduklarına ilişkin iddiamın belki de en önemli kanıtı, Hamas Hareketi tarafından düzenlenen 7 Ekim 2023 tarihinde Gazze Şeridi yakınlarında İsrailli sivillerin kabul edilemez şekilde hedef alındığı saldırının ardından İsrail’in savaş ilan etmesiyle birlikte resmi kurumlar ve halk düzeyinde işlediği çeşitli ihlallerin yer aldığı uzun listedir. İsrailli sivillerin hedef alınması, Halid Meşal ve Salih el-Aruri gibi Hamas Hareketi’nin bazı liderlerinin daha önce mesafeli olduklarını, kaçındıklarını ve reddettiklerini vurguladıkları bir saldırı çeşidi.

İsrail’in Hamas’ın saldırısına misilleme olarak Gazze Şeridi’ne karşı askeri operasyonlar başlamasının ve sonuçlarının ardından İsrail'in tüm dünyadaki vicdan sahibi her insanın canını acıtan Gazze’deki sivillere yönelik saldırılarının yarattığı dehşet ve insanlığa karşı işlediği suçların vahşeti, 1948 topraklarındaki Filistinlilerin durumunu daha da kötüleştirdi. Çünkü onların Gazze’deki Filistinlilerin çektikleri acılar karşısında insani bir sempati duyması ya da anlayış göstermesi bile yasak. İsrail’de savaş durumu ilan edildikten sonra, resmî kurumlarda ve halk arasında İsrail vatandaşı Filistinlilere ‘düşmanın beşinci kolu’ muamelesi yapılmaya başlandı.

Netanyahu seçim kampanyası kapsamında Nasıra'ya yaptığı ziyaret sırasında protesto edildi, 13 Ocak 2021 (AFP)
Netanyahu seçim kampanyası kapsamında Nasıra'ya yaptığı ziyaret sırasında protesto edildi, 13 Ocak 2021 (AFP)

İsrail'deki iç güvenlik servisleri, savaşın ilan edilmesinden sonraki bir ay içinde, 48 Araplarının Hamas'ın yaptıklarını anlayışla karşılama ya da meşrulaştırma yahut İsrail propagandasında olduğu Hamas'ın DEAŞ ile eşit olduğu iddiasının aksine bir Filistin ulusal hareketi olduğunun savunulması şeklinde anlaşılabilecek her kelimesini, her ifade girişimini ve Gazze Şeridi'ne saldırı’ ile Filistinlilerin 7 Ekim öncesinde Gazze'deki büyük hapishanelerinde çektikleri acıları birbirine bağlayacak her bir tutumu yakın takibe aldı. Böylece İsrail vatandaşı Filistinlilere ve Filistinli aktivistlere karşı eşi benzeri görülmemiş bir zulüm ve istismarın yapıldığı büyük bir kampanya başlatıldı.

Bir belediye başkanı, ‘halkın barışını’ koruduğu gerekçesiyle belediyede çalışan 48 Araplarından işçileri işlerinden kovdu. Zulümlerini sürdüren hükümet, ‘teröristlere sempati duyan’ kişilerin vatandaşlığının geri alınmasına ilişkin bir karar taslağını gündemine aldı. Eğer bu karar taslağı kabul edilirse İsrail'deki Filistinlilerin vatandaşlık hakları tehlikeye girecek ve benzeri olmayan bir bozulma yaşanacak.

İsrail vatandaşı Filistinlilerin hukuki statüsüyle ilgilenen İsrail'deki Arap Azınlığın Haklarının Korunması Hukuk Merkezi (Adalah), 48 Araplarına karşı açılan 150'den fazla davayı takip ettiğini duyurdu. Hakkında dava açılanlar arasında üniversite öğrencileri, kamu çalışanları ve hatta özel şirket çalışanlarının da olduğunu belirten Adalah, bu kişilerin tek yaptığının İsrail'in Gazze'deki sivillere yönelik saldırılarını kınamak ya da Hamas'ın saldırısını ‘anladıklarını’ belirtmek yahut kasıtlı veya kasıtsız olarak İsrail askerlerinin rehin alınmasına yahut yakalanmasına gönderme yapan ya da Filistinlilerin kendilerini onlarca yıldır kuşatıp işgal eden İsrail karşısında meşru müdafaa hakkına atıfta bulunan bir görüntüyü onaylamak anlamında ‘like atmak’ (beğenmek) olduğunu vurguladı.

Konu, Gazze savaşında yaşananlara ve Gazzelilerin acılarına dair bilgiler yayınlayan sosyal medya kullanıcılarının ya da İsrail'in askeri operasyonlarına ve sivillere yönelik saldırılarına son verilmesi çağrısında bulunan akademisyenlerin tutuklanması ve yargılanması noktasına kadar geldi. Öyle ki İsrail'in merkezindeki bir hastanenin acil servis müdürü, savaştan aylar önce sayfasından paylaştığı ve iki halk arasında barış çağrısı yapılan gönderisi nedeniyle tutuklandı. Savaşın sona ermesi çağrısında bulunan ve Hamas'ın güç kullanmaya başvurmasının nedenlerini açıklayan üniversitelerde derslere ara verildi. Bir belediye başkanı, ‘halkın barışını’ koruduğu gerekçesiyle belediyede çalışan 48 Araplarından işçileri işlerinden kovdu. Zulümlerini sürdüren hükümet, ‘teröristlere sempati duyan’ kişilerin vatandaşlığının geri alınmasına ilişkin bir karar taslağını gündemine aldı. Eğer bu karar taslağı kabul edilirse İsrail'deki Filistinlilerin vatandaşlık hakları tehlikeye girecek ve benzeri olmayan bir bozulma yaşanacak.

Üniversite ve kolejlerde, genellikle fikir özgürlüğüne karşı hoşgörülü olmakla övünen üniversite yönetimleri, Gazze halkı ve onların acılarıyla ilgili endişelerini ve dayanışma içinde olduklarını dile getiren paylaşımlar nedeniyle Arap öğrencileri eğitimden uzaklaştırma ya da disiplin kuruluna verildiklerine dair bildiriler gönderme gibi önlemler aldılar. Şu ana kadar yaklaşık 80 Arap öğrenciye bu bildirilerden gönderildi. Sosyal medya genel olarak 48 Araplarına özelde ise Arap öğrencilere karşı özellikle Yahudi üniversite öğrencilerinin organize girişimiyle kışkırtıcı binlerce yazıyla dolu, fakat hiçbir Yahudi öğrenci üniversite yönetimleri tarafından disipline gönderilmek ya da okuldan atılmakla tehdit edilmedi.

Örneğin Kudüs’teki İbrani Üniversitesi yönetimi, alanında uluslararası üne sahip bir Arap öğretim görevlisinin, İsrail'in Gazze'de yaptıklarını ‘bir yok etme savaşı’ olarak tanımlayan bildiriyi imzalaması nedeniyle gönüllü olarak istifa etmeye çağrılması girişiminde bulundu. Üniversite yönetimi, bu ifadenin Gazze'deki durumu tanımlamak için uygun olduğunu teyit eden ve üniversite yönetiminin bu girişiminden geri adım atmasını isteyen uluslararası akademisyenlerden ve araştırmacılardan gelen onlarca mektubu ve çağrıyı görmezden geldi.

“Bir grup ırkçı faşistin Netanya Akademik Koleji'ndeki öğrenci yurtlarını ablukaya almasıyla olay çığırından çıktı. Bazı Arap öğrencilere fiziki saldırıda bulunan ırkçı faşistler ‘Araplara ölüm’ sloganları attılar ve Arap öğrencileri yurtlardan ayrılmaya zorladılar.

Öte yandan kolejler ve üniversiteler, Nazizm zamanı Yahudilerin yaşadığı felaketle Hamas'ın saldırısını aynı gören ve Hamas’ın DEAŞ’tan farkı olmadığını öne süren İsrail'deki resmi propagandayı eleştiren ve savaşla ilgili bu tür genellemelere karşı çıkan çok sayıda Arap ve Yahudi öğretim görevlisini görevlerinden uzaklaştırdı.

Bir grup ırkçı faşistin Netanya Akademik Koleji'ndeki öğrenci yurtlarını ablukaya almasıyla olay çığırından çıktı. Bazı Arap öğrencilere fiziki saldırıda bulunan ırkçı faşistler ‘Araplara ölüm’ sloganları attılar ve Arap öğrencileri yurtlardan ayrılmaya zorladılar. Daha sonra Netanyahu'nun partisi Likud’dan olan Netanya belediye başkanının, daha önce savaş ve bölgelerinin Hamas ve İslami Cihad Hareketi tarafından füzelerle hedef alınması nedeniyle evlerinden tahliye edilen Yahudi vatandaşların barınması için öğrenci yurtlarının boşaltılması çağrısında bulunduğu ortaya çıktı.

Bu olay bir ‘pogrom’ (kıyın: dini, etnik ya da siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet hareketleri) vakasına diğer tüm olaylardan daha çok benziyordu. İsrail’in son günlerdeki hali, kendini Gazze halkını öldürmek, yerinden etmek ve 48 Araplarına zulmetmek söylemleriyle ifade eden şiddetli bir ırkçılık hali olarak karşımıza çıkıyor. Bu faşizme varan ırkçı ve milliyetçi hal, İsrail'in resmi ve kamudaki tutumu haline geldi.

Irkçılığı ve Filistinlilere karşı düşmanlığıyla bilinen Itamar Ben-Gvir yönetimindeki Ulusal Güvenlik Bakanlığı'nın 620'den fazla komiteden oluşan ‘acil durum komiteleri’ adı altında vatandaşlara (Yahudilere) silah dağıtmak gibi çalışmalarının yanında İsrail hükümeti, gösterilerde ateş etme kurallarını değiştirmeyi ve İsrail vatandaşı Filistinlilerin savaş karşıtı protestolar düzenlemeleri halinde kalabalıkların üzerine gerçek mermilerle ateş açılmasına izin vermeyi düşünüyor.

İsrail devletinin, İsrail vatandaşı Filistinlilerin vatandaşlığıyla ilgili bu tehlikeli ve benzeri görülmemiş tutumuna dair gelişmelerle, acilen düzeltilmesi gereken bir durumla ve özellikle İsrail'de uzun yıllardır yapılan anketlerin de işaret ettiği gibi 48 Araplarına düşman olan faşist bir devletin olduğunu ve 48 Araplarının vatandaşlık haklarının derhal ele alınması gereken bir durumla karşı karşıya olduğumuz ortada.

Tüm bunlara fanatik Yahudilerin kendi ayrı bölgelerinde ya da Filistinlilerle birlikte yaşadıkları karma şehirlerdeki mahallelerinde Filistinli sivillere doğrudan saldırmaları olasılığı da ekleniyor.

İsrail hükümetindeki bakanların ve politikacıların temsil ettiği devletin kurumlarında, İsrail vatandaşı Filistinlilerin vatandaşlığıyla ilgili bu tehlikeli ve benzeri görülmemiş duruma dair gelişmelerle, acilen düzeltilmesi gereken bir durumla ve özellikle İsrail'de uzun yıllardır yapılan anketlerin de işaret ettiği gibi 48 Araplarına düşman olan faşist bir devletin olduğunu ve 48 Araplarının vatandaşlık haklarının derhal ele alınması gereken bir durumla karşı karşıya olduğumuz ortada. Netanyahu'nun başbakanlık görevi sırasında ve son savaştan önce birçok kez 48 Araplarına karşı açıkça provakatif söylemlerde bulunduğunu söylemeye gerek dahi yok.

Netanyahu'nun İsrail yargı sisteminde reform yapma planına karşı düzenlenen gösterilerden biri (AFP)
Netanyahu'nun İsrail yargı sisteminde reform yapma planına karşı düzenlenen gösterilerden biri (AFP)

Üniversiteler ve hastaneler gibi kamu kurumlarının resmi zulüm ve baskıları ile sıradan Yahudi vatandaşların 48 Araplarına karşı saldırıları daha da kötüleşti. Yıllardır var olan ve zamanla dozu artan milliyetçi, ırkçı, faşist eğilimlerin körüklediği bir durumun devamı olarak son bir ay içinde 48 Arapları, haklarının ihlal ve varlıklarının tehdit edildiği bir tehlikeyle karşı karşıyalar.

Savaş ve yansımaları, İsrail vatandaşı Filistinlilerin ne vatandaşlıklarının ne de işgal altındaki kendi topraklarındaki varlıklarının güvende olduğu konu İsrail’e bırakılırsa vatandaşlıktan çıkarılma ve sınır dışı edilme tehlikesinin gerçek olduğunu kanıtladı. Savaş ve yansımaları, İsrail vatandaşı olan Filistinli Arapların ne vatandaşlıkları ne de tarihi vatanları açısından güvende olmadıklarını, mesele İsrail'e bırakılırsa vatandaşlıklarının geri alınması ve sınır dışı edilmeleri tehlikesinin gerçekten var olduğunu kanıtladı. İsrail'i, 48 Araplarının haklarına saygı duymaya ve onların anavatanlarındaki varlığının ötesinde eşit hak ve vatandaşlık haklarını teyit etmeye zorlayan uluslararası önlemler de dahil olmak üzere İsrail'in durumu kötüleştirdiği işin bu boyutunun önüne geçmek için çalışılması gerekiyor.

Bu meselenin uluslararası kuruluşların gündemine alınmasının yanı sıra Filistinlilere karşı kapsamlı savaşında İsrail'i destekleyen ülkelerin de gündemine alınması büyük önem taşıyor. Bu, İsrail'in demokratik olmayan prosedürlere devam etmesini engellemek için İsrail, tam bir vatandaşlık olmasa da 48 Araplarının haklarını yerli halkları ve göçmen olmayanlar olarak korumak zorunda kalsa bile çeşitli şekillerde müdahale edilmesi çağrısıdır.

Bu aynı zamanda tüm Filistinlilere ve Araplara, İsrail'deki Filistinlilerin durumunu ve içinde bulundukları koşulları hesaplarına dahil etmeleri çağrısıdır. Tüm bunların da ötesinde bu, İsrail vatandaşı Filistinlilere ve liderlerine, kararlılıklarını ve haklarına bağlılıklarını güçlendirmek için toplumlarını örgütleme konusunda çalışmaları çağrısıdır. Son olaylar, bunu yapmak için çok geç kaldıklarını kanıtladı. Bu konu eşitlik ve tam vatandaşlık mücadelesinde ve Filistin halkının meşru haklarını elde etme mücadelesinde İsrail'in içinde bir dönüşüm gerçekleşene, faşist ve ulusal düzeydeki bir durumdan makul ve demokratik olarak kabul edilebilir bir sivil duruma, Yahudi ırkının üstünlüğü statüsünden vatandaşlık ve eşitlik durumuna dönüşene kadar ikinci sırada kalmaya devam edemez. Bunun Filistin-İsrail çatışmasına tarihi bir çözüm bulunmasına da katkısı olabilir.

En nihayetinde acı deneyimlere dayanarak, İsrail vatandaşı Filistinlerin kendisini Yahudi Ulusal Devleti olarak gören bir devletin etkisinden koruma konusunda İsrail’e güvenmek yanlış olur. Bunun yerine özel, uluslararası bir denetim mekanizması oluşturulmalı. İsrail vatandaşı Filistinlilerin varlığını ve haklarını korumak amacıyla, uluslararası bir kuruluşun onların içinde bulundukları şartları izlemesi daha doğru bir tercih olacaktır.

Ülke nüfusunun 2023 yıl başı itibariyle 9 milyon 700 bine ulaştığı İsrail’de nüfusun yaklaşık 2 milyon 150 binini "İsrailli Araplar" olarak tanımlanan İsrail vatandaşı Filistinlilerden oluştuğu belirtiliyor.

İsrail vatandaşı Filistinliler ülke nüfusunun yüzde 22'sine tekabül ediyor. Tel Aviv rejiminin "İsrailli Araplar" Filistin tarafının ise “1948 Filistinlileri” olarak tanımladığı vatandaşlar, 1948'deki savaş ve sonrasında yaşanan işgale rağmen yurtlarında kalarak İsrail vatandaşı olan Filistinlilerden oluşuyor. Ülkenin kuzey ve güney illerinde yoğunlaşan Arap nüfusun yüzde 84’ü Müslüman, yüzde 8’i Hristiyan, yüzde 8’i ise Dürzi.

Bu nüfusun dışında kalan ve İsrail vatandaşı olmayan Filistinliler ise Gazze ve Batı Şeria’da yaşıyor.

* Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir



Gizli Irak Savaşı belgeleri: “Washington, Londra pahasına Bağdat’ta rejimi değiştirdi”

Tony Blair, Irak savaşı kararı nedeniyle kendi partisinden büyük tepki çekmişti (Reuters)
Tony Blair, Irak savaşı kararı nedeniyle kendi partisinden büyük tepki çekmişti (Reuters)
TT

Gizli Irak Savaşı belgeleri: “Washington, Londra pahasına Bağdat’ta rejimi değiştirdi”

Tony Blair, Irak savaşı kararı nedeniyle kendi partisinden büyük tepki çekmişti (Reuters)
Tony Blair, Irak savaşı kararı nedeniyle kendi partisinden büyük tepki çekmişti (Reuters)

Birleşik Krallık'ın (BK), ABD'ye Irak işgalinin Tony Blair'ın başbakanlığına mal olabileceği uyarısında bulunduğu belirtiliyor.

Londra'daki Ulusal Arşivler tarafından yayımlanan yeni belgelere göre Blair'ın dış politika danışmanı David Manning, dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice'la 2003'te yaptığı görüşmede şunları söyledi:  

ABD, Londra'da yönetimin değişmesi pahasına Bağdat'ta rejim değişikliğini desteklememelidir.

Guardian'ın haberinde Manning ve Rice arasındaki görüşmenin, Blair'in 31 Ocak 2003'te dönemin ABD Başkanı George W. Bush'u ziyaret etmesinden önce gerçekleştiği aktarılıyor.

Irak işgalinden iki ay önce gerçekleşen bu görüşme sırasında Washington, Irak işgaline yönelik Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden (BMGK) ikinci bir karar çıkarılması için harekete geçip geçmemeye henüz karar vermemişti. Blair'ın hedefinin, Bush'u ikinci BMGK kararı için ikna etmek olduğu belirtiliyor.

BMGK, 8 Kasım 2002'de düzenlenen oturumda 1441 sayılı kararı kabul etmişti. Bu karar, Saddam Hüseyin yönetiminin silahsızlanma yükümlülüklerini yerine getirmesi için son uyarı niteliğini taşıyordu. Ancak herhangi bir askeri müdahale yetkisi verilmemişti.

BMGK'da veto hakkına sahip Fransa ve Rusya, Irak işgaline yetki verecek olası bir ikinci kararı reddedeceklerini bildirmişti. Haberde, Washington'ın "Fransa ve Rusya'nın isteksizliği nedeniyle gün geçtikçe sabırsızlandığı" yazılıyor.

Blair'ın, BK Parlamentosu ve kamuoyundaki savaş karşıtı seslere karşı işgali meşru kılmak için ikinci kararda ısrarcı davrandığı, ABD'yi diplomatik kanalları açık tutması için ikna etmeye çalıştığı aktarılıyor.

Manning'in 29 Ocak 2003'te Blair'e gönderdiği gizli notta şu ifadeler yer alıyor:

İkinci BMGK kararı, iç siyaset bağlamında sizin için politik bir gereklilik. Bu olmadan askeri harekat için kabine ve Parlamento'dan destek alamazsınız. Rice, böyle bir şey yapmayı denerseniz görevden alınabileceğinizi anlamalı.

Manning, aynı notta Rice'la konuşmasına dair, "Ona, Bush'un kumar oynamayı göze alabileceğini söyledim. İkinci BMGK kararını Bush da istiyordu ama bir açıdan bu onun için o kadar da önemli değildi. Zaten Kongre'den onay almıştı" ifadelerini kullanıyor.

Ancak Bush'ın, Blair'ın ziyaretinden kısa süre önce yaptığı Ulusa Sesleniş konuşmasının, Londra yönetimine manevra yapacak alan bırakmadığı aktarılıyor.

Buna ek olarak BK Savunma Bakanlığı'nın, Bush'la görüşmesinden önce Blair'a şu notu ilettiği belirtiliyor:

Saddam'ın iktidarının zayıflaması ciddi bir iç savaşa yol açabilir.

Bush yönetimi, Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olduğunu ve BMGK kararını ihlal ettiğini öne sürmüş fakat buna yönelik kanıt bulunamamıştı. ABD Senatosu İstihbarat Komitesi, 2004'te Irak'ta kitle imha silahları iddialarının yanlış olduğunu kabul etmişti. Irak'ta kurulan bir komisyon da 2005'te yayımladığı raporda ülkede kitle imha silahı olmadığı sonucuna varmıştı.

Bush, Kongre'nin onayladığı Askeri Güç Kullanma Yetkisi'yle (AUMF) 20 Mart 2003'te Irak işgalini başlatmıştı.

İşçi Partili Blair'ın öncülüğünde Parlamento'da düzenlenen oylamada 149'a karşı 412 oyla ülkenin savaşa katılmasına karar vermişti. Ancak karşı oyların 139'unun İşçi Partili parlamenterlerden gelmesi dikkat çekmişti.

BK'de Gordon Brown yönetiminin başlattığı ve 2016'da yayımlanan Chilcot Raporu'nda, Blair'ın Parlamento'ya eksik ve yanıltıcı bilgi verdiği ve Savunma Bakanlığı'nın "iç savaş" uyarılarını görmezden geldiği ortaya konmuştu.

Independent Türkçe, Guardian, Financial Times