Hollanda'da genel seçimleri İslam düşmanı Wilders'ın partisi açık farkla önde tamamladı

- Hollanda'da dün düzenlenen erken genel seçimlerde, Geert Wilders liderliğindeki İslam düşmanı ve aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) açık farkla ilk sırayı aldı

Aşırı sağcı Hollandalı siyasetçi ve Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders'in, Hollanda'nın Lahey kentinde yapılan kamuoyu yoklamalarına ve seçimleri kazandığını gösteren erken sonuçlara tepkisi. 22 Kasım 2023'te (Reuters)
Aşırı sağcı Hollandalı siyasetçi ve Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders'in, Hollanda'nın Lahey kentinde yapılan kamuoyu yoklamalarına ve seçimleri kazandığını gösteren erken sonuçlara tepkisi. 22 Kasım 2023'te (Reuters)
TT

Hollanda'da genel seçimleri İslam düşmanı Wilders'ın partisi açık farkla önde tamamladı

Aşırı sağcı Hollandalı siyasetçi ve Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders'in, Hollanda'nın Lahey kentinde yapılan kamuoyu yoklamalarına ve seçimleri kazandığını gösteren erken sonuçlara tepkisi. 22 Kasım 2023'te (Reuters)
Aşırı sağcı Hollandalı siyasetçi ve Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders'in, Hollanda'nın Lahey kentinde yapılan kamuoyu yoklamalarına ve seçimleri kazandığını gösteren erken sonuçlara tepkisi. 22 Kasım 2023'te (Reuters)

Ülkede 22 Mart Çarşamba günü yerel saatle 07.30'da (TSİ 09.30) başlayan oy verme işlemi saat 21.00'de (TSİ 23.00) sona erdi. Oyların yüzde 98'i sayıldı. 

Resmi olmayan sonuçlara göre, Geert Wilders liderliğindeki İslam düşmanı ve aşırı sağcı PVV, yüzde 23,5 oy alarak 37 milletvekili çıkardı. Eski AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Frans Timmermans’ın liderliğinde seçimlere ittifakla giren İşçi Partisi (PvdA) ve Yeşil Sol (Groen Links) ise 25 sandalye ile ikinci sıraya yerleşti.

Bir önceki seçime göre 10 sandalye kaybeden Dilan Yeşilgöz-Zegerius liderliğindeki Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD), 24 sandalye ile üçüncü sıraya geriledi.

2021 seçimlerinde Hristiyan Demokratlar Birliğinden (CDA) seçilen ve daha sonra ayrılarak yeni parti kuran Pieter Omtzigt'in lideri olduğu, ilk defa seçimlere katılan Yeni Sosyal Sözleşme Partisi (NSC) 20 sandalye ile dördüncü oldu.

Bir önceki seçime göre koalisyon partilerinden Demokratlar 66 (D66) 24'ten 9’a, CDA 15'ten 5'e ve Hristiyan Birlik Partisi (CU) 5'ten 3 sandalyeye düştü.

1126 aday ve 26 partinin 150 sandalye için yarıştığı seçime katılım yüzde 78,2 oldu.

"Ülkeyi biz yöneteceğiz"

İlk sonuçların ardından destekçilerine hitap eden Wilders, bu sonuçlarla göre artık göz ardı edilemeyeceklerini, aksi bir durumun son derece antidemokratik olacağını, seçmenlerin bunu kabul etmeyeceğini savunarak "Ülkeyi biz yöneteceğiz." dedi.

Wilders, “Diğer partilere sesleniyorum; artık kampanya bitti ve seçmen konuştu. Şimdi benzer yanlarımızı aramamız gerekecek. Birlikte çalışmamız gerekecek. PVV artık hiçbir partinin görmezden gelemeyeceği 35 sandalyeye ulaştı. Bıktık artık. Hollandalıların yeniden birinci sırada olmasını istiyoruz ve bunu sağlayacağız." ifadesini kullandı.

Demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü savunma zamanı olduğuna dikkat çeken Timmermans ise “Hollanda’dan kimsenin gitmesine izin vermiyoruz. Hollanda'da herkes eşittir. Dünyanın savaş olan ülkelerindeki mağdurlara sesleniyorum. Savaştan ve şiddetten kaçtığınız takdirde kapımız sizlere açık. Bu bizim için hiçbir zaman değişmeyecek. Hukukun üstünlüğünü savunmaya devam edeceğiz, hukukun üstünlüğü bizim için kutsaldır.” diye konuştu.

Yeşilgöz-Zegerius de sonucun kendileri için hayal kırıklığı olduğunu ifade ederek “Buradan büyük siyasi derslerin çıkarılacağını düşünüyorum. Halka yeterince kulak verilmiyor. Eğer siyasette bunları görmezden gelmeye devam ederseniz, sonuç bu olur. Seçmen karar verdi, artık liderlik bizim değil. Şimdi sıra onda (Wilders), (koalisyon için) böyle bir çoğunluğu oluşturabileceğini göstermesi gerekiyor." değerlendirmesinde bulundu.

Koalisyonun kurulmasında kilit isim haline gelen Omtzigt de daha önceki açıklamalarında Wilders ile koalisyona girmeyeceklerini söylemişti ancak ilk sonuçların ardından bu konuda net bir ifade kullanmaktan kaçındı.

Denk Partisi lideri Stephan van Baarle da Wilders'in partisinin kazanmasının birçok kişide korkuya yol açtığına vurgu yaparak "Yılmayacağız, aşırı sağ söylemlere karşı siper olup ilk günden itibaren bu ülkedeki azınlıklar için mücadele edeceğiz. Irkçılığa ve ayrımcılığa karşı mücadelede Denk partisine her zamankinden daha fazla ihtiyaç var." dedi.

Aşırı sağın meclisteki toplam sandalye sayısı 28’den 41’e yükseldi

Wilders'ın lideri olduğu PVV, 2021 seçimlerinde kazandığı 17 sandalyeyi iki kattan fazla artırarak 37 milletvekili çıkardı. PVV'nin oy oranını da 10,8 puan artışla 23,5'e çıktı.

Bir başka aşırı sağcı Thierry Baudet liderliğindeki Demokrasi için Forum Partisi (FvD), 2021 seçimlerine göre 5 milletvekili kaybederek 3 sandalyeye düştü. JA21 Partisi de 3 sandalyeden bir sandalyeye geriledi. Diğer aşırı sağ partilerin oyları düşse de aşırı sağcıların Meclis'teki sandalye sayısı 10 arttı.

Buna göre, aşırı sağcıların Meclis'teki toplam sandalye sayısı 28’den 41’e çıktı.
Lilian Marijnissen liderliğindeki Sosyalist Parti (SP) de 2021 seçimlerine göre 4 milletvekili kaybederek 5 sandalye elde ederken, Hollanda Senatosunda en çok sandalyeye sahip olan, Temsilciler Meclisinde 2021'de bir sandalye elde eden Çiftçi Vatandaş Hareketi Partisi (BBB) ise 7 sandalye kazandı.

DENK 3 sandalye kazandı

Üyelerinin çoğunluğu Türk ve diğer Müslümanlar olan Denk Partisinin milletvekili sayısı ise bir önceki seçime göre değişmeyerek 3 kaldı.

Geriye kalan 8 sandalyeyi, Toplumcu Reform Partisi (SGP), Hayvanları Koruma Partisi (PvdD) ve VOLT Partisi paylaştı.

En az 3 partili koalisyon

Seçimde hiçbir parti tek başına hükümet kuracak çoğunluğa ulaşamadı.

Bir partinin hükümet kurabilmesi için parlamentodaki 150 milletvekilinden en az 76'sının desteğini alması gerekiyor.

Ülkede 1 Aralık’tan sonra resmi sonuçların açıklanmasıyla koalisyon görüşmelerinin başlaması bekleniyor.



Trump, savaş ve aldatmaca

Trump, savaş ve aldatmaca
TT

Trump, savaş ve aldatmaca

Trump, savaş ve aldatmaca

Steve Hewitt

18 Haziran'da, Beyaz Saray'a iki yeni bayrak direği dikilirken, Başkan Donald Trump ülkenin bayrağını değil, diplomatik aldatmacanın bayrağını göndere çekiyordu. Trump, İsrail'in İran'ı hedef alan saldırılarının ardından İran'a yönelik politikası hakkında belirsiz ifadeler kullanmak için bu anı kullandı. Bayrak direklerinden birinin yanında, kask takmış inşaat işçileriyle çevrili bir şekilde konuşurken, muhabirlerle dallanıp budaklanan bir iletişimde bulundu.

Sahneyi incelerken “Önümüzdeki hafta çok büyük olacak, belki bir haftadan az, belki de daha az” dedi gizemli bir ses tonuyla ve İran ile nükleer programı hakkında diplomatik görüşmelerin hâlâ mümkün olduğuna işaret etti.

Ertesi gün, Beyaz Saray Basın Sekreteri Trump'ın “önümüzdeki iki hafta içinde savaşa girip girmeme konusunda bir karar vereceğini” söyleyen bir açıklamasını okudu.

Bu, kasıtlı bir aldatmacaydı, çünkü karar çoktan verilmişti ve Amerikan B-2 bombardıman uçaklarına iki gün sonra Missouri'deki üslerinden kalkış yaparak, yaklaşık 30 bin pound ağırlığında birkaç bombayı İran nükleer tesislerinin üzerine bırakmak üzere 37 saatlik bir gidiş-dönüş görevine hazır olmaları emri verilmişti.

Bu Amerikan aldatmacası, İsrail aldatmacasının ardından geldi; İsrail, Tahran'ın ABD ile görüşmeleri devam ederken ve saldırıdan iki gün sonra bir toplantı planlanmışken İran’ın nükleer programını hedef almıştı.

Bir düşmanı aldatmak için aldatmacaya başvurmak yeni bir şey değil. Tarih boyunca bu tür davranışların sayısız örneği var

Buradaki soru şu: Devletler arasında bu tür aldatıcı diplomatik davranışlar ne kadar yaygındır? Bu davranışlar kesinlikle nadir ve bu örnek, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana büyüyen ve uluslararası ilişkilerdeki yerleşik normlardan giderek daha fazla sapan bir hareketin varlığına dair bir kanıt daha sunuyor.

Bir düşmanı aldatmak için aldatmacaya başvurmak yeni bir şey değil. Tarih boyunca bu tür davranışların sayısız örneği var. Ancak önemli fark, aldatmanın tarihsel örneklerinin (daha sonra ele alacağım birkaç istisna dışında) genellikle farklı taraflar arasındaki veya son birkaç yüzyılda ulus devletler arasındaki devam eden çatışmalar sırasında uygulanmış olmasıdır.

grtyuı
ABD Başkanı Donald Trump (Reuters)

Savaşta düşmanı aldatmanın en ünlü örneği binlerce yıl öncesine dayanan ve İngilizcede aldatmanın yaygın bir simgesi haline gelen Truva Atı'dır. Truva ile savaşan Yunan orduları savaş alanını terk etmiş ve Truvalı düşmanlarına bir barış hediyesi olarak büyük bir tahta at bırakmış gibi yaparlar. Elbette atın içinde Yunan askerleri saklanmışlardı, bunlar daha sonra ortaya çıkıp, Truvalıları yenerek şehirlerini ele geçirdiler.

Tiyatro ve filmler yoluyla popüler kültürde kendisine yer bulan önemli bir çağdaş örnekse, İkinci Dünya Savaşı'ndaki Mincemeat (Kıyma) Operasyonu'dur. Bu operasyonda İngiliz istihbaratı Nazi Almanyası'nı 1943'te planlanan Sicilya işgali konusunda yanıltmayı amaçlıyordu. Kraliyet Donanması subayı üniforması giydirilmiş bir serserinin cesedi İspanya kıyılarına atılmış ve cebine Almanları işgalin gerçek hedefinin Sicilya değil Sardunya olduğuna ikna etmek için sahte planlar yerleştirilmişti. Bir yıl sonra, Müttefikler Nazileri benzer bir şekilde aldatmaya çalışarak, uzun zamandır beklenen Fransa çıkarmasının 6 Haziran 1944'te gerçekleştiği gibi Normandiya sahillerinden değil, Pas de Calais'den gerçekleşeceğine ikna etmeye çalışmışlardı.

Bir hükümet, yalnızca bir saldırıyı kamufle etmek amacıyla bir düşmanla neden diplomatik görüşmelere girişsin ki?

Peki ya aldatıcı diplomasi? Diplomasi doğası gereği, müzakereler sırasında güvenilirliği sağlamak için aldatma riskini azaltmalıdır. Ne de olsa, bir hükümet, yalnızca bir saldırıyı kamufle etmek amacıyla bir düşmanla neden diplomatik görüşmelere girişsin ki? Bu durumda bu tür örneklerin nadir görülmesi belki de şaşırtıcı değil. Zira tarihi model, bu tür diplomatik aldatmaya en istekli ülkelerin doğası gereği otoriter olma eğiliminde olduğunu gösteriyor.

ghyjukı
Haziran 1940’da Fransa-Belçika sınırındaki Nazi birliklerini ziyareti sırasında, Birinci Dünya Savaşı’nda ölen askerleri onurlandırmak için Alman Langemark Mezarlığı’na yaptığı ziyaret sırasında Hitler (AFP)

Nazi Almanyası bu tür uygulamalarda ön saflardaydı, yüzyıllardır süregelen normları sürekli ihlal etti ve Holokost sırasında büyük ölçekte kitlesel cinayetler işledi. 1939'da savaşın patlak vermesinden önce Naziler aldatıcı diplomasiye başvurdular. 1938 Münih Konferansı bu tür uygulamaların başlıca örneği olarak öne çıkmaktadır ve 21. yüzyılda kendisine sıklıkla atıfta bulunulmaya devam edilmektedir.

Bilindiği üzere Münih Konferansı Çekoslovakya ve ülkenin nüfusun çoğunluğunun Almanca konuştuğu Sudetenland olarak bilinen bölümüne odaklanmıştı. Adolf Hitler liderliğindeki Naziler, Büyük Almanya projelerinin bir parçası olarak bölgeyi ilhak etmeye çalıştılar. Nazi Almanyası'nı kontrol altına almak ve bir Avrupa savaşından kaçınmak amacıyla Fransa ve Birleşik Krallık liderleri Eylül 1938'in sonlarında Münih'te Hitler ile bir araya geldiler.

Donald Trump, emlak dünyasında şüpheli iş uygulamalarıyla ünlendi. İlk döneminde Beyaz Saray'a girdiğinde, bu alışkanlıkları bir nebze olsun dizginleyebilecek profesyonellerle çevriliydi

Çekoslovak hükümetini görmezden gelerek, liderler Sudetenland'ı Almanya'ya devretme konusunda bir anlaşmaya vardılar. Hitler, Almanya'nın Avrupa'da hiçbir toprakta emelleri olmayacağına söz verdi.

Tarihin bize anlattığı gibi, memnun etme politikası Hitler'i Nazi saldırganlığından vazgeçiremedi. Nitekim Münih toplantısından aylar önce, daha büyük bir Avrupa çatışması için daha geniş askeri hazırlıklarla birlikte Çekoslovakya'yı işgal etme planlarını onaylamıştı. Mart 1939'da Almanya, Çekoslovakya'nın geri kalanını da işgal etti.

Ağustos 1939'da, Naziler Polonya'yı işgal etmeye hazırlanırken Hitler'in elinde başka bir diplomatik numara daha vardı. Hükümeti, Joseph Stalin ve Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa'yı paylaşmaya yönelik iki ülke arasında gizli bir anlaşmayı içeren bir saldırmazlık paktı imzaladı. Ancak Hitler, anlaşmayı yalnızca geçici bir önlem olarak görüyordu, zira Nazi ideolojisi uzun zamandır Sovyetler Birliği'nin bazı kısımları da dahil olmak üzere Doğu Avrupa topraklarını kapsayacak Büyük Almanya idealini benimsiyordu. Sonuç olarak, anlaşmaya yalnızca Sovyetler Birliği'ne yönelik Alman saldırısı ve 22 Haziran 1941'de başlayan Barbarossa Harekatı hazırlıklarına dair istihbarat raporlarına ve diğer kanıtlara inanmayı defalarca reddeden Stalin kanmış görünüyor.

ymum
Tahran'ın merkezinde, hizmette olan İran balistik füzelerini tasvir eden ve Farsça “İsrail bir örümcek ağından daha zayıftır” yazan bir reklam panosu, 15 Nisan 2024 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre geçmişteki dersler göz önüne alındığında, ABD'nin İran'a karşı eyleminin korkunç sonuçları olabilir. Askeri saldırılar düzenlemek için bir kamuflaj olarak görüşmelerin kullanıldığı İran örneği göz önüne alındığında, herhangi bir hükümet, hatta ABD'ye karşı sınırlı bir düşmanlığı olan bir hükümet bile neden diplomatik görüşmelere katılsın ki? Örneğin Kuzey Kore, Trump yönetimi de dahil olmak üzere ABD yönetimleri ile gelecekte herhangi bir diplomatik görüşmede bulunmaya meyilli olur mu? Bilhassa İsrail'e olan mutlak desteği göz önüne alındığında, ABD'nin dürüst bir aracı olduğu fikri uzun zamandır sorgulanırken, bugünkü eylemleri bu fikri tam anlamıyla paramparça ediyor.

Donald Trump, emlak dünyasında şüpheli iş uygulamalarıyla ünlendi. İlk döneminde Beyaz Saray'a girdiğinde, bu alışkanlıkları bir nebze olsun dizginleyebilecek profesyonellerle çevriliydi. İkinci döneminde ise yakın çevresi pozisyonlarını neredeyse yalnızca Trump'a olan mutlak sadakatleri sayesinde koruyor. Yönetiminin hem içeride hem de uluslararası alandaki yaklaşımı, gittikçe Trump'ın kişisel değerlerini yansıtıyor.