DNA testleri İsraillileri korkutuyor

Katı haham mahkemeleri, Yahudi olduğundan şüphelenilen kişilerin Yahudi olduklarını kanıtlamak için bu işlemi şart koşuyor

İsrail Adli Tıp Enstitüsü (AFP)
İsrail Adli Tıp Enstitüsü (AFP)
TT

DNA testleri İsraillileri korkutuyor

İsrail Adli Tıp Enstitüsü (AFP)
İsrail Adli Tıp Enstitüsü (AFP)

İsrail Geri Dönüş Yasası 1950'de kabul edildiğinde, dünyadaki her Yahudi'nin İsrail'e göç etmesine ve otomatik olarak tüm yetkilere sahip bir İsrail vatandaşı olmasına izin veriyordu, ancak o sırada Yahudiliğin kimliği belirtilmemişti.

Ta ki İsrail Geri Dönüş Yasası 1970 yılında değiştirilene kadar.

Değiştirilen yasaya göre bir Yahudi, Yahudi bir anneden doğmak veya Yahudi dini yasası veya "Halaha" uyarınca Yahudi dinine geçmek zorunda.

Bu, Ultra-Ortodoks Hahamlar Yüksek Konseyi'nin (Haredi) İsrail'deki resmi ve en yüksek dini kuruma hâkim olduğu ve evlilikten sosyal hayata, cenazeden boşanmaya ve diğer meselelere kadar tüm konulardan tamamen sorumlu olduğu Ortodoks Yahudi görüşüne çok yakın bir değişiklik.

İsrail Demokrasi Enstitüsü'ne göre, İsrail'de haham kurumu tarafından tam Yahudi olarak tanınmayan yaklaşık 500 bin İsrailli var.

İsrail vatandaşlığına sahip olmalarına rağmen "dini kimlikleri olmayan kişiler" olarak sınıflandırılıyorlar.

Çoğu ya Sovyet kökenli (Doğu Avrupa ve Asya ülkelerinden) ya da Etiyopyalı.

Hahamlar Yüksek Konseyi, bu Yahudilerin kökenlerinden şüphe ediyor ve onların Yahudi olmayan İsrailliler olduğuna veya Yahudi olduklarına ancak İsrailoğullarından olmadıklarına inanıyor.

Ulusal eserler

İsrail'deki haham mahkemeleri, Yahudi olduklarını haham mahkemesinde kanıtlamak isteyenlerin, yalnızca anneden geçen Yahudi soyunun kanıtı olarak mitokondriyal DNA analizi sonuçlarını sunmalarını şart koşuyor.

Halaha'ya göre Yahudiliği şüpheli olan düzinelerce İsrailli DNA testine tabi tutulmuş olsa da İsrail'deki pek çok Yahudi bu tür testlere girme eğiliminde değil.

Bazıları laik ve Yahudi hukukunun öğretilerini umursamaz; bazıları ise haham mahkemelerinde Yahudiliği kanıtlamak için kullanılan katı prosedürlerin, uğraşılamayacak kadar yorucu ve karmaşık olduğunu düşünüyor.

İsrail gazetesi "Jerusalem Post" daha önce İsrail'in, bu test ve analiz sonuçlarının, Yahudilerin tek bir ırka mensup olduğu yönündeki temel Siyonist efsaneyi çürüteceğinden korktuğunu belirtmişti.

Gazete, özellikle gerekli numuneleri posta veya internet yoluyla uzaktan göndererek hizmet veren uzman ABD şirketleri için benzer analizlerin yapılması adına gerekli araç ve gereçlerin mevcut olduğuna ancak bunun İsrail'de tamamen yasak olduğuna şu sözlerle dikkat çekti:

İsrail'in tanınmış bir Yahudi dini devleti olduğu göz önüne alındığında, bu testlerin ulusal sonuçları olabilir.

İsrail'in en kıdemli hahamlarından biri olarak kabul edilen David Lau ise şunları söyledi:

İnsanlar kendilerini Yahudi olarak tanımlıyor ancak bunu kanıtlayan belgeleri yok ya da iddiaları ile daha sonra açığa çıkanlar arasında çelişkili durumlar var. Bu davada mahkeme, başvurucuya yardımcı olmak amacıyla iddiasını güçlendirmek adına DNA testi yapılmasını öneriyor.

ABD'nin Baltimore eyaletindeki Johns Hopkins Enstitüsü'ndeki Yahudi araştırmacı Irene Hayek'in araştırması, ortak Yahudi kökeninin birliğine ilişkin Siyonist anlatıyı "saçmalık" olarak tanımladı.

Bu, İsrail'deki Yahudi cemaati içinde yaygın bir kargaşaya neden oldu.

Hayek, 2012 yılında yaptığı genetik araştırmada ise Yahudilerin genel olarak tek bir kökene ait olmadıkları sonucuna vardı.

Adli tıp doktorlarından oluşan bir ekip, kalıntıları bir şahıs adıyla ilişkilendirilmek için yoğun bir şekilde çalışıyor (AFP)
Adli tıp doktorlarından oluşan bir ekip, kalıntıları bir şahıs adıyla ilişkilendirilmek için yoğun bir şekilde çalışıyor (AFP)

Araştırmasında "Yahudi milliyetçiliğini" eleştiren tek kişi Hayek değildi.

İsrailli tarihçi ve "Yahudi Halkının İcadı" kitabının yazarı Shlomo Zand, "Dünyada bu konuda araştırma yapan tek halk Yahudilerdir" dedi.

Tel Aviv Üniversitesi'nde halen Yahudi genetik genleri ve DNA'sı üzerinde araştırmalar yapıldığını; ancak sonuca ulaşılamadığının altını çizen İsrailli tarihçi, şöyle devam etti:

Tarih boyunca Yahudiler, insanlarla dilini, yemeğini, hatta kıyafetlerini bile paylaşmıyorlardı.

Bilinmeyen kimlikler

Geçen ekim ayının 7'sinde Hamas'ın Gazze Şeridi'ni çevreleyen yerleşimlere düzenlediği saldırılardan sonra İsraillilere artık DNA testi yapılmaya başlandı.

DNA testleri, cinsel saldırı mağdurları, ani genç ve bebek ölümleri için klinik muayene yapmak, bilinmeyen cesetleri tespit etmek, iş kazalarını, intiharları ve suçları araştırmak, babalığı veya Yahudi soyunu kanıtlamaya yönelik testler yapmak isteyenlerle sınırlıydı.

Saldırı sırasında yüzlerce İsraillinin öldürülmesi, yakalanması ve ortadan kaybolması, yüzlerce İsrailli ailenin, kayıp üyelerini aramak ve onların ölü mü yoksa Hamas tarafından esir mi alındığını öğrenmek için DNA testine başvurmalarına yol açtı.

Bu yüzden sonuçlar esas olarak İsrail polisine gönderiliyor ve polis bu sonuçları aile üyelerinin DNA veri tabanıyla karşılaştırıyor.

ABD gazetesi Wall Street Journal'ın haberine göre, İsrail Adli Tıp Enstitüsü uzmanları cesetlerin kimliklerini belirlemek için zamana karşı yarışıyor.

Gazete, enstitüde adli tıp doktorları, antropologlar, laboratuvar teknisyenleri ve gönüllülerden oluşan küçük bir ekibin bulunduğunu belirtti.

Doktorlar kalıntıları biri ile irtibatlandırmak için gece geç saatlere kadar yoğun bir şekilde çalışıyorlar.

Testlerin sonuçlarını bir an önce öğrenmek için daha yoğun çalışmalarını talep eden ordu ve ailelerin büyük baskısına maruz kalıyorlar.

İsrail Adli Tıp Enstitüsü DNA laboratuvarı sorumlusu Nurit Boublil, "Ceset kamyonu günde 2-3 kez enstitüye gelip gidiyor. Çalışmalar durmuyor" dedi.

Enstitü yetkilileri, saldırının sadece ilk üç haftasında adli tıbba ulaşan toplam kalıntı sayısının, yaklaşık olarak bir yıl boyunca ele alınanlara eşdeğer olduğunu söyledi.

7 Ekim'den önce yalnızca sekiz çalışanı bulunan DNA laboratuvarı, bugün gönüllü adli antropologlar, laboratuvar teknisyenleri, doktorlar ve akademisyenlerin de aralarında bulunduğu 30 çalışana sahiptir.

Anında imtiyazlar

Ayrıca, geçen kasım ayının sonunda Knesset Sağlık Komitesi, doktorların içinde bulunduğu zorlukları ve İsrail Adli Tıp Enstitüsü'ndeki çalışma koşullarını ele aldı.

Knesset Sağlık Komitesi Başkanı MK Yonatan Mashreki, her yıl ilave adli tıp doktorları alınması için Maliye Bakanlığı'na acil imtiyazlar çağrısında bulundu.

Oturumu başlatan Knesset Üyesi Vladimir Bilyak'a göre, Adli Tıp Enstitüsü, harap bina, bütçe ve insan gücü eksikliği nedeniyle işlevini yerine getiremiyor.

Bilyak, adli tıp raporlarındaki gecikmenin "cesetlerin kimliklerinin belirlenmesindeki gecikmelerden kaynaklandığına" dikkat çekti.

Bilyak, İsrail'deki Adli Tıp Enstitüsü'nün büyüklüğünün dünyada kabul edilebilir olanın yalnızca yüzde 10-15'i kadar olduğunu, zira her 100-200 bin vatandaş için bir adli tıp doktorunun çalışması gerektiğini vurguladı.

Cesetler, soğutmalı kamyonların boşalttığı torbalarda sabah akşam durmaksızın geliyor (AFP)
Cesetler, soğutmalı kamyonların boşalttığı torbalarda sabah akşam durmaksızın geliyor (AFP)

İsrail'in resmi tahminlerine göre, kadrosu şu anda altı uzman doktor, iki stajyer doktor, beş teknisyen, iki sekreter ve bir fotoğrafçıyı aşmayan İsrail Adli Tıp Enstitüsü'nde en az 50 adli tıp doktoru çalışıyor.

İstihbarat bilgileri

Ciddi insan gücü ve kaynak sıkıntısının İsrail Adli Tıp Enstitüsü'nün görevlerini yerine getirme kabiliyetine zarar verdiğine dair defalarca yapılan uyarılara rağmen, Askeri Hahamlık ve İsrail Adli Tıp Enstitüsü, Gazze Şeridi'nde 7 Ekim'deki saldırıda öldürülen bini aşkın Filistinlinin cesetlerinden diş ve DNA örnekleri alınmasına karar verdi.

Bundaki amaç aralarında ölü İsraillilerin bulunmadığından emin olmak.

Zira Gazze Şeridi'ni çevreleyen ve sınıra yakın yerleşim birimlerinde bugüne kadar kayıp İsrailliler bulundu.

İsrail kamu yayıncısı Kan'ın birkaç gün önceki haberine göre, en az iki hafta sürebilecek bu operasyon İsrail'in güneyindeki bir askeri üste gerçekleştirilecek.

Buna paralel olarak İsrail güçleri, Gazze Şeridi'ni çevreleyen kasabalarda ve Gazze Şeridi'ni çevreleyen güvenlik çitlerine bitişik bölgelerde ceset aramaları yapacak.

İsrail ordusuna göre, tüm Filistinlilerin cesetlerinden DNA örnekleri almanın amacı, 7 Ekim'den bu yana kayıp olan mahkumların ve kayıp kişilerin tam bir resmini çıkarmak.

Ordu, bu operasyonun saldırıya katılan savaşçılar hakkında istihbarat bilgisi toplamaya olanak sağlayacağını düşünüyor.

Independent Arabia - Independent Türkçe



ABD-İran müzakereleri ve aradaki görüş ayrılıklarını giderme girişimleri

 ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)
TT

ABD-İran müzakereleri ve aradaki görüş ayrılıklarını giderme girişimleri

 ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)

Washington: Arash Azizi

ABD ile İran arasında önemli olumlu gelişmelerin kaydedildiği önceki iki müzakere turunun ardından 26 Nisan'da Umman’ın başkenti Maskat'ta bir müzakere turu daha gerçekleştirildi. Her iki taraf da iyimserliklerini ve diyaloğu ilerletme yönündeki ortak kararlılıklarını dile getirdi. Washington ve Tahran arasındaki söylem sadece birkaç hafta içinde dramatik bir şekilde değişti ve taraflar bir anlaşmaya varma konusunda daha önce Viyana’da imzalanan nükleer anlaşmanın önünü açan 2013 ve 2015 yılları arasındaki görüşmelere kıyasla daha kararlı olduklarını gösterdi.

ABD için başarılı bir anlaşma, İran'ın nükleer silah edinmesini engellemek ve istikrarı bozucu bölgesel davranışlarını frenlemek anlamına geliyor. İran için ise anlaşma, ekonomisini boğan yaptırımların kısmen de olsa hafifletilmesi hayati önem taşıyan bir can simidi olabilir.

Daha önceki müzakerelerde benzer faktörler mevcut olsa da İran'ın nükleer programı, nükleer silah elde etmenin eşiğine geldiği için bugün riskler çok daha yüksek.

Bu müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması halinde, bunun sonuçları sadece daha fazla ekonomik yaptırımla kalmayıp, İsrail ve ABD tarafından düzenlenecek askeri saldırılar da olabilir.

Bu durum hem Washington'ı hem de Tahran'ı bir anlaşmaya varılması için yoğun çaba sarf etmeye itiyor. Ancak hem iki başkentin içinde hem de dışında birçok taraf böyle bir anlaşmanın olası şekli konusunda endişeli. Söz konusu taraflardan bazıları askeri çatışma tercihlerini gizlemiyor. Müzakere karşıtlarının ısrarcı seslerine rağmen, bugün başlıca karar alıcıların genel tutumu, 2013-2015 yılları arasında olduğundan daha fazla olarak müzakereleri destekliyor gibi görünüyor.

İran'da uzun süredir ABD ile ilişkilerde önemli bir ilerleme kaydedilmesine karşı çıkan katı muhafazakarların nüfuzu azalmış durumda. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan reformcu kampa mensup ve dış politika konularında Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ile yakın bir çalışma ilişkisi sürdürüyor. Kalibaf, muhafazakâr kanattan olmasına rağmen hiçbir şekilde katı muhafazakâr kanadın müttefiki olmadı.

İran’da halen son sözü söyleyen kişi olan Dini Lider, rejim ve daha geniş anlamda toplum içindeki rakip çıkarları dengeleme ihtiyacının farkına varmaya başladığından müzakerelerin sürdürülmesine yeşil ışık yaktı.

İran’da halen son sözü söyleyen kişi olan Dini Lider (Rehber) Ali Hamaney, rejim ve daha geniş anlamda toplum içindeki rakip çıkarları dengeleme ihtiyacının farkına varmaya başladığından müzakerelerin sürdürülmesine yeşil ışık yaktı. Hamaney, bir Şii imamın ölüm yıldönümü olan 24 Nisan'da yaptığı dikkat çekici konuşmada, Şii tarihi üzerine uzun bir değerlendirme yaparak, imamların düşmanlar karşısında nasıl sıklıkla barış ve itidali tercih ettiklerini özetledi. Eski nükleer anlaşma müzakerecisi ve geçtiğimiz yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybeden Said Celili gibi önde gelen katı muhafazakâr isimlerin bile yorumlarında itidal gözle görülür hale gelmeye başladı. Celili, bir süre sessiz kaldıktan sonra haftalık konuşmalarına yeniden başladı, ancak konuşmalarında mevcut müzakere turunu eleştirmekten ziyade 2015 tarihli nükleer anlaşmayı eleştirdi. Celili'nin çevresi, müzakerelere İran Devrim Muhafızları Ordusu’ndan (DMO) üst düzey bir yetkilinin de katılabileceğini ima etmişti, fakat beklenen yetkilinin ortada olmaması işi ilginç ve dikkat çekici bir hale getirdi.

İran Lideri Ali Hamaney, Tahran, 12 Şubat 2025 (AFP)İran Lideri Ali Hamaney, Tahran, 12 Şubat 2025 (AFP)

Said Celili'nin kardeşinin başkan yardımcısı olduğu ve halen sertlik yanlılarının hakimiyetindeki en etkili kurumlardan biri olan İran Radyo Televizyon Kurumu (İRİB), son günlerde kendi içinde sert bir eleştiri dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Kriz, Arap yetkilileri eleştiren komedi skeçlerinin yayınlanmasıyla başladı. Bu hamle, İran-ABD müzakerelerinin başarısı için önemli bir dayanak olan Tahran ve Riyad arasındaki yakınlaşmayı teşvik etmek için çok çaba sarf edilen hassas bir zamanda geldiğinden ‘talihsiz’ olarak nitelendirildi. Tartışma, bir aile programında, Sünni Müslümanlar tarafından büyük saygı gören ilk halife Ebu Bekir es-Sıddık hakkında uygunsuz sözler sarf eden bir konuğun ağırlanmasıyla büyüdü. Ebu Bekir hakkında sarf edilen bu sözler, İran'daki Sünniler arasında ve Sünnilerin çoğunlukta olduğu komşu Arap ülkelerinde öfke patlamasına yol açtı. Bu öfke karşısında İRİB Başkanı Peyman Cebelli resmi bir özür mesajı yayınladı ve ardından kanalın bazı yetkilileri hakkında disiplin cezaları uygulandı. Bu kişilerden bazıları görevden alındı, diğerlerinin ise hakkında yasal soruşturma başlatıldı.

Müzakerelere karşı İran içinden yapılan muhalefet, ufukta belirmeye başlayan bariz ekonomik kazanımlar nedeniyle daha kırılgan hale geldi. Müzakerelerle ilgili olumlu haberlerin duyulması bile, İran riyalinin ABD doları karşısında yüzde 20'nin üzerinde değer kazanmasına yetti. Yaptırımların kaldırılması İran'ın zor durumdaki ekonomisinin yapısını hemen değiştirmeyecek olsa da somut bir iyileşme vaat ediyor. Bu bağlamda, İran Ticaret Odası'ndan bir yetkili kısa süre önce verdiği bir röportajda, yaptırımların hafifletilmesinin etkisinin orta ve uzun vadede belirleyici olacağını, en azından işlem maliyetlerini azaltacağını ve İran halıları gibi geleneksel malların ihracatını artıracağını ve Batı ülkelerinden özellikle teknoloji gibi hayati öneme sahip malların ithalatını kolaylaştıracağını vurguladı.

Müzakerelerle ilgili olumlu haberlerin duyulması bile, İran riyalinin ABD doları karşısında yüzde 20'nin üzerinde değer kazanmasına yetti.

ABD’de ise Başkan Donald Trump'ın müzakerelere olan sarsılmaz bağlılığına rağmen, müzakerelerin gidişatı konusunda kendi içinde bir görüş ayrılığı söz konusu. İran’la müzakerelerde ABD'nin teknik müzakere ekibinin başına ABD Dışişleri Bakanlığı politika planlama direktörü Michael Anton'un atanması, yönetim içindeki destekçilerin elini güçlendirmiş olabilir. Çünkü Anton, diplomat olmamasına rağmen Dışişleri Bakanlığı'nın düşünce kuruluşunun başında bulunan önde gelen muhafazakâr düşünürlerden biri olarak öne çıkıyor.

Başkanlık ekibi içinde ABD'nin Ortadoğu’ya askeri müdahalesi konusunda açıkça çekingen olan bir akımdan gelen Anton, Başkan Trump’a olan kişisel sadakatinin yanı sıra, onunla ideolojik olarak uyumu nedeniyle bu göreve seçilmiş gibi görünüyor.

İsrail bölgesel olarak devam eden ABD-İran müzakerelerine şüpheyle yaklaşmaya devam ediyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun 2013-2015 dönemindeki müzakereler sırasında eski ABD Başkanı Barack Obama yönetiminin çabalarına kamuoyu önünde karşı çıkmasına rağmen, Başkan Trump ile uzun süredir devam eden ittifakı göz önüne alındığında şu an bu konuda daha fazla kısıtlandığı da bir gerçek. Daha da önemlisi, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) de mevcut müzakereleri destekliyor. Bu da KİK’in daha önceki müzakerelere muhalefet eden tutumuna kıyasla belirgin bir değişim anlamına geliyor.

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın üst düzey bir güvenlik heyetinin başında Tahran'a yaptığı son ziyaret bu değişimi teyit eder nitelikteydi ve Riyad ile Tahran arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemin sinyallerini verdi.

Yıllardır Suudi Arabistan'a yönelik düşmanca söylemleriyle tanınan Hamaney, siyasal İslamcılığın katı muhafazakarlık yanlısı formunun hem İran toplumu hem de siyasi elitler arasında giderek ivme ve inandırıcılık kaybettiğinin farkına varmış gibi görünüyor. Eldeki veriler, İran'ın askeri ve güvenlik alanlarının önde gelen isimlerinin Suudi Arabistan gibi komşu ülkelere yönelik düşmanlığın devam etmesinin artık sürdürülebilir olmadığı sonucuna vardıklarını ve çatışma yerine iş birliğini en gerçekçi ve uygulanabilir yol olarak görmeye başladıklarını ortaya koyuyor. Bölgesel politikalardaki bu değişim Washington ve Tahran arasındaki görüşmelerin başarı şansını arttırıyor. Zira çatışma yerine ekonomik iş birliğine odaklanan daha istikrarlı bir Ortadoğu, ilgili tüm tarafların çıkarına hizmet edeceği kesin.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi, ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile görüşmelerini sürdürürken bir dizi önemli uluslararası aktörle de temaslarına devam ediyor. Kısa bir süre önce Rusya ve Çin'i ziyaret ederek her iki başkentte de mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulunan Arakçi, Pekin'de 23 Nisan'da yaptığı açıklamada, ABD ile müzakereler konusunda İran ve Çin arasında ‘çok iyi bir anlayış’ olduğunu belirtti. Bunun yanında İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın bu yıl biri Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile ikili bir zirveye, diğeri ise eylül ayında yapılacak Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesine katılmak amacıyla olmak üzere Çin'e iki ziyaret gerçekleştirmesi bekleniyor.

24 Nisan'da Avrupa'ya yönelik diplomatik bir girişim başlatan Arakçi, İran'ın İngiltere, Fransa ve Almanya ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açılması çağrısında bulunarak Londra, Paris ve Berlin'i ziyaret etmeye hazır olduğunu söyledi. Arakçi’nin bu diplomatik hamleleriyle eş zamanlı olarak ABD teknik heyetinin başındaki Michael Anton da Avrupalı mevkidaşlarıyla benzer istişareler yürütüyor. Avrupalı yetkililer arasında, Ukrayna gibi daha geniş konulardaki görüş ayrılıklarına rağmen, İran dosyasında Washington ile tutumlarını koordine etme eğilimi artıyor gibi görünüyor.

İran Dini Lideri Hamaney’in nükleer müzakerelerdeki özel temsilcisi Ali Şemhani, müzakerelerin gidişatına ilişkin dokuz yol gösterici ilke sundu. Bunların başında ‘Libya ve BAE deneyimlerini kategorik olarak reddedilmesi’ geliyor.

Tüm göstergeler ABD-İran müzakerelerinin ilerlemekte olduğuna işaret etse de müzakereler ilerledikçe hem teknik hem de siyasi önemli meseleler ortaya çıkmaya başlayacağından önümüzde bir takım gerçek zorluklar bulunuyor.  Taraflar arasındaki anlaşmazlıkların başında, 2015 tarihli nükleer anlaşmada öngörülen şekilde İran'ın kendi topraklarında en fazla yüzde 3,67 ile sınırlandırılması kaydıyla uranyum zenginleştirmesine izin verilip verilmeyeceği meselesi geliyor. ABD'li yetkililer bu konuda farklı görüşler dile getirdiler. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, bundan kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, İran sivil bir nükleer program yürütüyor olsa bile, ülke içinde uranyum zenginleştirmeye neredeyse hiç ihtiyacı olmadığını ve bunun yerine yabancı kaynaklardan zenginleştirilmiş uranyum ithal edebileceğini savundu. Ancak bu sözler, Tahran'ın aşılmaması gereken bir kırmızı çizgi olarak gördüğü kendi uranyum zenginleştirme kapasitesini elinde tutma konusundaki ısrarıyla çatışıyor.

İran Dini Lideri Hamaney’in nükleer müzakerelerdeki özel temsilcisi Ali Şemhani, 19 Nisan'da yaptığı bir açıklamada, müzakerelerin gidişatını belirleyecek dokuz yol gösterici ilke sundu. Bunların başında ‘Libya ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) modelinin kategorik olarak reddedilmesi’ geliyor. Şemhani, Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi döneminde Batılı güçlerle yaptığı anlaşma karşılığında nükleer programını tamamen tasfiye ederken, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) tamamen Avrupa'dan zenginleştirilmiş nükleer yakıt ithalatına dayanan sivil bir nükleer program yürüttüğü iki farklı deneyime atıfta bulundu. Ancak burada sorulması gereken asıl soru, Washington'ın İran'ı bu iki modelden birine ya da belki de BAE modelini benimserken yerel olarak sınırlı miktarda uranyum zenginleştirmeye izin veren karma bir seçeneğe doğru itmek için yeterli baskı uygulayıp uygulayamayacağı sorusudur.

Sonuç olarak bu müzakereler, Maskat'ta, Roma'da ya da önümüzdeki haftalarda müzakere masalarının kurulacağı diğer şehirlerde diplomasinin bir sonraki aşamasının şeklini de belirleyecek.