Ermenistan Dışişleri Bakanı Mirzoyan: Ülkelerle bağlantı kurduğunuzda barışın tesisine olumlu etkileri oluyor

Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan, "Diğer ülkelerle bağlantı kurduğunuzda sadece ekonominize katkı sağlamıyorsunuz, aynı zamanda barışın tesis edilmesi anlamında da olumlu etkileri oluyor. Biz, bunu bölgemizde yaşayarak gördük." dedi.

AA
AA
TT

Ermenistan Dışişleri Bakanı Mirzoyan: Ülkelerle bağlantı kurduğunuzda barışın tesisine olumlu etkileri oluyor

AA
AA

Antalya Diplomasi Forumu'nda düzenlenen "Uluslararası Ticaret, Bağlantısallık ve Karşılıklı Bağımlılık" başlıklı "ADF Round"da uluslararası ticarette bağlantısallık ve birbirine bağımlılık konuşuldu.

Anadolu Ajansının (AA) "Global İletişim Ortağı" olduğu, Belek Turizm Bölgesi'ndeki NEST Kongre Merkezi'nde gerçekleştirilen Antalya Diplomasi Forumu 2024'te moderatörlüğünü gazeteci Melinda Nucifora’nın üstlendiği "ADF Round"a Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Irak Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin, Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan, Cibuti Dışişleri Bakanı Mahmud Ali Yusuf, Ruanda Dışişleri Bakanı Vincent Biruta, Macaristan Ulusal Ekonomi Bakanı Marton Nagy, Türk Yatırım Fonu Başkanı Baghdad Amreyev, Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü Genel Direktörü Daren Tang, Avrupa Birliği Körfez Bölgesi Özel Temsilcisi Luigi Di Maio, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Almanya Dış Ticaret ve Ekonomik Kalkınma Birliği (BWA) Yönetim Kurulu Başkanı Michael Schumann ve Hepsiburada Yönetim Kurulu Başkanı Hanzade Doğan Boyner katıldı.

Irak Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Hüseyin, Irak'ın da diğer ülkelerde olduğu gibi dünyanın geri kalanına bağlantılı olduğunu belirterek, şunları söyledi:

"Irak, aynı zamanda pek çok savaş nedeniyle izole kalmış bir ülke. 2005’ten itibaren Irak'ı çeşitli düzeylerde, özellikle diplomatik ve ekonomik bağlar açısından dünyanın geri kalanıyla daha irtibatlı hale getirmeye çalışmaya başladık. Hala ekonomimizi düzlüğe çıkarmaya çalışıyoruz çünkü ekonomimiz bu savaşlar nedeniyle mahvolmuş durumdaydı. Yaptırımların da etkisi vardı. O yüzden de yeniden yapılanma sürecinde ekonomimiz teknolojiden ve inovasyondan yararlanmak durumundaydı."

Kovid-19 döneminde ve Rusya-Ukrayna Savaşı'yla petrol fiyatlarında yaşanan düşüşten de oldukça etkilendiklerini anlatan Hüseyin, "Diğer ülkelerle irtibatımız da bundan büyük darbe aldı ve ülkenin ekonomisinin güvence altına alınması konusunda sorunlar yaşadık çünkü büyük oranda petrole bağlı bir ülkeyiz. Ekonomisi petrole bağlı olan bir ülkeyiz." diye konuştu.

Hüseyin, şu anda bunu çeşitlendirmeye çalıştıklarını belirterek, "Yakında sadece petrol değil doğal gaz ülkesi haline de geleceğimizi düşünüyoruz. Bunu yapabilmemiz için de tabii ki diğer ülkelerle bağlantımızın olması gerekiyor. Sonuç olarak her ülkenin dış dünyayla bağlantılı olması gerekiyor fakat bizler komşu ülkelerimize büyük oranda bağımlı durumdayız." ifadelerini kullandı.

"Ermenistan, denize kıyısı olmayan bir ülke"

Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan, uluslararası ticaret için insanların birbirleriyle irtibatının artması gerektiğini, kültür olarak birbirine yakınlaşılması gerektiğini vurgulayarak, "Ermenistan, denize kıyısı olmayan bir ülke, o yüzden de Ermeniler olarak uluslararası ticaretin tabii ki bir parçası olmamız gerektiğinin elzem olduğunu biliyoruz. Sadece denize kıyısı olmayan bir ülke değiliz, aynı zamanda sadece iki sınırımız açık yani diğer iki komşumuzla sınırlarımız 30 yılı aşkın süredir kapalı durumda." şeklinde konuştu.

Sınır kapılarının açılmasının sadece ekonomik açıdan değil siyasi açıdan da faydalı olacağının altını çizen Mirzoyan, sözlerini şöyle tamamladı:

"Diğer ülkelerle bağlantı kurduğunuzda sadece ekonominize katkı sağlamıyorsunuz, birbirinize bağımlı hale gelme imkanı da sağlıyor ve bunun barışın tesis edilmesi anlamında da olumlu etkileri oluyor. Biz, bunu bölgemizde yaşayarak gördük, o yüzden de geçiş noktalarının açılması, ticaretin kolaylaştırılması anlamında çeşitli inisiyatifler aldık ve bunun da barışa katkısının olduğunu gördük."

"Sahra Altı ülkelerde çok kırılgan ekonomisi olanlar var"

Cibuti Dışişleri Bakanı Yusuf, Afrika'nın bu konularda bazen eğilimin farklı ilerlediği bir kıta olabildiğinin altını çizerek, şunları söyledi:

"Şu anda Kızıldeniz'de olanlarla ilgili şunu söyleyebilirim, buradaki deniz trafiği oldukça fazla ve Avrupa'nın dış ticaretinin yüzde 40’ı buradan geçiyor. Kasımda buna yönelik sorunlar ortaya çıktığında ve trafik aksamaya başladığında ilk haftanın etkileri inanılmaz oldu. Buradan geçen gemilerin yüzde 50’si artık geçemez oldu o dönemde ve ticaret hacminin yüzde 40’ı bu işten etkilendi."

Farklı yöntemlerden yararlanılarak bu tür sorunlara karşı dayanıklı hale gelmenin önemini vurgulayan Yusuf, şunları kaydetti:

"Jeopolitik gerilimlerin küresel ekonomiye etkilerinin olduğunu görüyoruz. Sahra Altı ülkelerde çok kırılgan ekonomisi olanlar var. O yüzden de ulaşım maliyetlerinin bu şekilde artmasının çok önemli sonuçları beraberinde getirebileceği ülkeler var. Aden Körfezi'nde, Kızıldeniz’de ve Süveyş Kanalı’ndaki bu tür aksaklıklar, küresel büyüme oranlarına da yansıyacaktır. Bu tür konulara yönelik yenilikçi çözümler bulunması lazım. Yemen’i bombalamak, bu anlamda bir çözüm değil kesinlikle."

"Artık ülkeler izole bir şekilde mevcudiyetlerini sürdüremiyor"

Ruanda Dışişleri Bakanı Biruta, küreselleşme, teknolojik gelişmeler ve ekonomik entegrasyonun kolektif geleceği şekillendiren faktörler olduğunu belirterek, "Uluslararası ticaret, aslında dünya ekonomisine can veren bir şey. Mal, hizmet ve fikirlerin sınırları aşarak ticareti hem yenilikçiliği hem de küresel anlamda refahı teşvik ediyor. Uluslararası ticaretin kalbinde de tabii ki bağlılık var." değerlendirmesinde bulundu.

Dijitalleşen dünyanın dijital olarak da anında iletişim kurabilme ve kıtalar arasında doğrudan hızlı şekilde bilgi alışverişi anlamına geldiğini anlatan Biruta, "Tabii bağlılık, birbirine bağımlılığı da yanında getiriyor. Artık ülkeler, izole şekilde mevcudiyetlerini sürdüremiyor." dedi.

"Devletlerin teşvik etmesi gerekiyor"

Macaristan Ulusal Ekonomi Bakanı Nagy, Batı dünyası ve Avrupa Birliği'nin (AB) daha önce ticaret ve rekabet anlamında üstünlüğe sahip olduğunu kaydederek, "Fakat şu anda özellikle Avrupa, bunu kaybetmiş durumda. Artık bu yeni sektörlerde bayağı geride kaldık. Mesela 5G, robotik, yapay zeka, elektrikli araçlar vesaire gibi birçok sektörde gerideyiz." ifadelerini kullandı.

Gelecek 5 yılda ABD ve Çin'in, Avrupa'ya kıyasla gayrisafi milli hasılalarının yüzde 20 daha fazlasını bu teknolojilere ayıracağını belirten Nagy, bunun "Avrupa için intihar" demek olduğunu söyledi.

Nagy, teknolojik yatırımların çok pahalı olduğunu dile getirerek, "Devletlerin bunu teşvik etmesi gerekiyor çünkü hem tüketici hem de üretici için bunlar çok pahalı. Bir süre sonra bunun faydalarını görmeye başlayacağız." dedi.

"İnsanlara destek olmamız ve yaratıcılığı desteklememiz gerekiyor"

Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü Genel Direktörü Tang, fikri mülkiyetin inovasyon, teknoloji, dijitalleşme ve girişimciliği hızlandırdığını belirterek, "Şirketler ve ülkeler yenilikler yaptıkça ve dijitalleştikçe değer yaratmada patentler, ticari markalar, markalar, tasarımlar, teknik bilgi ve veriler gibi maddi olmayan varlıklara doğru dramatik bir geçiş görüyoruz. Bugün küresel şirketlerin elinde yaklaşık 70 trilyon dolar değerinde soyut varlıkları var." dedi.

Fikri mülkiyet başvurularında ciddi bir coğrafi değişimin söz konusu olduğunu vurgulayan Tang, "Türkiye fikri mülkiyet başvuruları, şu anda dünyanın 3. en büyük tasarım başvuru sahibi ve 4. en büyük ticari marka başvuru sahibi konumunda. Yani fikri mülkiyet, sadece Avrupa ve Kuzey Amerika gibi geleneksel güç odaklarından değil Latin Amerika gibi, Asya gibi ülkelerden geliyor." ifadelerini kullandı.

Tang, yeni kurulan şirketlerin, KOBİlerin ve gençlerin desteklenmesi gerektiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

"Bu çelişkili ve çatışmalı dünyada insanların daha önce olduğundan çok daha fazla bir arada olmaya ihtiyacı var. Şimdi bir şeyler icat ettiğiniz zaman bunu belki bireysel olarak yapıyorsunuz ama bundan para kazanmak istediğinizde başka insanlara ihtiyacınız oluyor. Bu anlamda bizlerin de insanlara destek olmamız ve yaratıcılığı desteklememiz gerekiyor."

"Çok taraflı ilişkilere odaklanmamız gerekiyor"

AB Körfez Bölgesi Özel Temsilcisi Di Maio, artık dünyada iki tip dinamiğin olduğunu belirterek, "Bunlardan biri beklenmedik olaylar. Ukrayna'da olanlar gibi, Kovid-19 gibi. Şimdi de Gazze çatışması var. İkinci dinamik ise ikili bir dönüşüm, dijital ve teknolojik dönüşüm. Şimdi bu iki şey Avrupa'da ham madde ihtiyacını artırıyor, artık 2030'da ham madde ihtiyacımız 4 katına çıkmış olacak." diye konuştu.

Karar verme mekanizmalarının artık değişmesi gerektiğini söyleyen Di Maio, "İki kutuplu bir dünyadan çok kutuplu bir dünyaya geldiğimiz bu dönemde çok taraflı ilişkilere odaklanmamız gerekiyor." dedi.

"Ekonomi ve ticari anlaşmalar da ittifaklarda değişikliklere neden olabilir"

Türk Yatırım Fonu Başkanı Amreyev, bağlantısallık ve birbirine bağımlılığın, küresel hale gelmiş dünyanın elzem bir unsuru olduğunun altını çizdi.

Belirsizliğin oluştuğu ortamda ülkelerin birbiriyle işbirliği yapmaları gerektiğini belirten Amreyev, şöyle devam etti:

"Çünkü bunlar ortak sorunlar fakat buna kim öncü olacak? Dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlarda kimler öncülük edecek? Çünkü çok taraflı mekanizmalar söz konusu. Küresel kurumlar, bu sorunlarla yeterli şekilde baş edemiyor. O yüzden de ülkeler arasındaki gerginliklerin artması sonucunda bunun örneklerini görüyoruz."

Amreyev, dünyada bu yıl 64 ülkede seçim olacağını anlatarak, "Bunlar da çeşitli belirsizliklere yol açabilir. Bunlar, küresel piyasalara etki edebilir ve burada değişiklikler olması, ekonomi ve ticari anlaşmalar da ittifaklarda değişikliklere neden olabilir, küresel olarak yapılan işbirliklerine olumsuz etki de edebilir." ifadelerini kullandı.

"Ticaret, en büyük barış kaynağıdır"

TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, 1996'da Gümrük Birliği'ne geçişin, Türkiye'yi pozitif etkilediğini söyleyerek, "Bu, esasında şunu göstermektedir: Ticaret zenginleştirir, korumacılık fakirleştirir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin istikrarlı ve refah için ticaretin daha serbest olması şart. Dünyaya entegre olmuş, iş yapma ortamını iyileştirmiş ülkeler, hem daha zengin hem daha huzurlu olacaktır." diye konuştu.

İki büyük dünya savaşını çıkaran Avrupa ülkelerinin birbirlerine artık düşman olarak değil ticaret partneri gözüyle baktığını dile getiren Hisarcıklıoğlu, "Kurdukları bu ekonomik birlik sayesinde tarihte ilk defa Batı Avrupa, 80 senedir kendi bölgesinde savaş görmüyor çünkü ticaret, en büyük barış kaynağıdır. Ticaret yapan savaşı konuşmaz, birbirine kötü bakmaz." değerlendirmesinde bulundu.

"Vize işlemlerinin kolaylaştırılması, önemli gündem maddelerinden biri haline getirilmeli"

Almanya Dış Ticaret ve Ekonomik Kalkınma Birliği (BWA) Yönetim Kurulu Başkanı Schumann da böyle bir dönemde barışın en büyük öncelik olması gerektiğine dikkati çekerek, "Çünkü yalnızca çatışmaların önlenmesi, bizi ticaretin artırılması gibi bir yola götürecektir. O yüzden de bu tür sorunlardan kurtulup düzlüğe kavuştuğumuzda da ticaretin kolay hale gelebileceğinden bahsedebileceğiz." diye konuştu.

Sınır geçişlerinin ve vize işlemlerinin kolaylaştırılmasının ticaretteki yavaşlamanın önüne geçme imkanı sağlayacağını belirten Schumann, şu ifadeleri kullandı:

"Vizelerin kaldırılması konusunda özellikle de iş insanları, yatırımcılar ve akademisyenlerin Almanya'ya gelmesi, daha da kolay hale getirilmeli çünkü Almanya'nın ekonomik olarak büyümesi, milyonlarca Türk'ün katkısı olmadan mümkün olamazdı. Bugün hala Türk girişimciler ve Türk iş insanları, Almanya'da değer yaratılmasına büyük katkı sağlıyor. Vize işlemlerinin kolaylaştırılması, bu anlamda önemli gündem maddelerinden biri haline getirilmeli."

"Jeopolitik, teknolojik yeniliklerin bazen önüne geçebiliyor"

Hepsiburada Yönetim Kurulu Başkanı Doğan Boyner de yeni dünyada ticaretten bahsederken geleneksel mal ve hizmet ticaretinden daha ziyade yazılım, veri ve teknolojik hizmetler ticaretinden söz etmek gerektiğini vurguladı.

Teknolojinin birçok sorunu çözebileceğini dile getiren Doğan Boyner, şunları kaydetti:

"Jeopolitik, teknolojik yeniliklerin bazen önüne geçebiliyor. Sonuçta teknolojinin ilerlettiği bir küresel büyüme çerçevesinde sürdürülebilir olması ve bütün uluslara fayda sağlayabilmesi için Amerika-Çin blokunun ötesinde bir şey gerekiyor ve ulusların kendi teknolojik stratejilerinin olması gerekiyor, kendi yeniliklerini yapmaları gerekiyor ve işbirliği yapması gerekiyor."



Netanyahu, ikinci aşamanın Hamas iktidarının sona ermesine bağlı olduğunu ileri sürüyor

Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
TT

Netanyahu, ikinci aşamanın Hamas iktidarının sona ermesine bağlı olduğunu ileri sürüyor

Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)
Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria'nın el Halil kentinde dün İsrail tarafından öldürülen bir işçinin cenazesini taşıyor (AFP)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze'deki ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçişin yakın olduğunu öngörmesine rağmen, bunu Hamas'ın iktidarının sona ermesine bağladı.

Netanyahu, dün İsrail'de Almanya Başbakanı Friedrich Merz ile düzenlediği basın toplantısında, "Kimse Trump'ın rehineleri serbest bırakması için Hamas'a baskı yapmasını beklemiyordu ama başardık. Şimdi ikinci aşama, Hamas'ı ve Gazze'yi silahsızlandırmak" ifadelerini kullandı.

Merz'in İsrail ziyareti, Netanyahu'nun Gazze Savaşı'nın ardından yaşadığı göreceli Avrupa izolasyonuna son verdi. Merz, Tel Aviv'in yanında durmanın "Almanya politikasının ayrılmaz ve temel bir parçası olduğunu ve öyle kalacağını" belirtti, ancak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Netanyahu ve eski savunma bakanı Yoav Gallant hakkında Gazze'de işlendiği iddia edilen savaş suçları nedeniyle çıkardığı tutuklama emrine atıfta bulunarak, Netanyahu'ya Berlin'i ziyaret daveti göndermeyi reddetti.


ABD'li yetkili Helberg: Batı Afrika'daki güvenlik, Washington için büyük bir endişe

ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg (X platformundaki hesabı)
ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg (X platformundaki hesabı)
TT

ABD'li yetkili Helberg: Batı Afrika'daki güvenlik, Washington için büyük bir endişe

ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg (X platformundaki hesabı)
ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg (X platformundaki hesabı)

ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı Jacob Helberg, dün Abidjan'da AFP'ye yaptığı açıklamada, Batı Afrika'daki sorunlu güvenlik durumunun Washington için "büyük bir endişe" olduğunu ve Washington'un kalkınma yardımlarından ziyade ticareti önceliklendirmeye başladığını söyledi.

AFP’nin çatışma izleme örgütü ACLED'in verilerine dayanarak yaptığı analize göre, Afrika'nın Sahel bölgesinde silahlı saldırılar son altı yılda önemli ölçüde arttı. 2019'da Mali ve Burkina Faso sınırında yoğunlaşan bin 900 saldırıdan, 2024'te 5 bin 500'ün üzerine çıkan saldırılara ve bu yıl 10 Ekim'e kadar İspanya'nın iki katı büyüklüğündeki bir alanda 3 bin 800 saldırıya ulaşıldı.

Şiddet olayları yaklaşık 77 bin kişinin hayatına mal oldu ve Gine Körfezi ülkelerine de sıçradı.

Devlet Başkanı Alassane Ouattara'nın yemin töreninde Başkan Donald Trump'ı temsil ettiği Abidjan'dan konuşan Helberg, Sahel bölgesindeki güvenlik sorunlarının ABD yönetiminin en önemli öncelikleri arasında olduğunu vurguladı.

“Bölgedeki güvenlik ihtiyaçları ciddi endişe kaynağıdır” diyen Helberg, bu sorunların bölgedeki ekonomik güvenlik ve yatırım istikrarı üzerinde doğrudan etkileri olduğunu belirtti.

Washington'un kıtada, özellikle Fildişi Sahili ile ekonomik ortaklıklarını güçlendirmesi bağlamında, Amerikalı yetkili, istikrarın her türlü Amerikan yatırımı için ön koşul olduğunu vurguladı.

ABD'li yetkili, Washington'un kıtadaki ekonomik ortaklıklarını, özellikle Fildişi Sahili ile olan ilişkilerini güçlendirme bağlamında, istikrarın herhangi bir ABD yatırımı için ön koşul olduğunu vurguladı.

"Amerikalılar yatırım yapma riskini alacaklarsa, bu yatırımın güvenilir ve emniyetli olması gerekir" ifadelerini kullandı.

Trump, ikinci döneminin başlangıcından bu yana, yönetiminin Afrika'ya yardımdan ziyade ticarete odaklanacağını açıkladı.

Son haftalarda, birkaç üst düzey ABD yetkilisi, "terörizmle" mücadele ve ABD özel yatırımlarını teşvik etmek için "Amerikan çözümünü" sunmak üzere, tamamı askeri rejimler tarafından yönetilen Bamako, Vagadugu ve Niamey'i ziyaret etti.

Şarku’l Avsat’ın edindği bilgiye göre bu, Demokrat Başkan Joe Biden yönetiminin 2020-2023 yılları arasında üç ülkede gerçekleşen ardışık darbelerin ardından bu ülkelere sağladığı kalkınma yardımının önemli bir kısmını askıya almasının ardından, Washington’un Sahel ülkelerine yönelik yeni yaklaşımını temsil ediyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Büyümeden Sorumlu Müsteşarı, Washington ile Mali, Nijer ve Burkina Faso arasındaki diplomatik görüşmelerin "hâlâ sürdüğünü" doğruladı ve sonuçları hakkında yorum yapmanın "erken" olacağını belirtti.

Helberg, "Bölgedeki güvenlik sorunları ulusal bir sorun olmaktan çok bölgesel bir sorundur" dedi.

Kasım ayının ortasında, üç Sahel ülkesi Birleşmiş Milletlere, "bölge ülkeleri ve istekli tüm ortaklarla iş birliğine tam olarak hazır olduklarını" bildirdi.


Şam ile Tel Aviv arasında sessiz bir savaş: ABD’den Netanyahu’ya fren baskısı

İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
TT

Şam ile Tel Aviv arasında sessiz bir savaş: ABD’den Netanyahu’ya fren baskısı

İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)

Suriye’nin güneyi, Beşşar Esed rejiminin bir yıl önce devrilmesinden bu yana, Şam’ın ‘1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’na karşı bir İsrail darbesi’ olarak nitelendirdiği gelişmelere sahne oluyor. İşgal altındaki Golan Tepeleri sınırlarını düzenleyen anlaşma, yaklaşık yarım yüzyıl boyunca bölgedeki hukuki ve güvenlik çerçevesini oluşturmuştu. Ancak Tel Aviv, son gelişmeleri fırsat bilerek benzeri görülmemiş bir askeri tırmanışa girişti ve bu süreçte ülkenin güneyindeki Kuneytra ve Dera’daki yeni alanları kontrolü altına aldı.

Suriye’deki yeni yönetim ise İsrail’in Esed sonrası işgal ettiği bölgelerden çekilmesini öngören bir güvenlik anlaşması yapmaya çalışıyor. Bu kapsamda Şam yönetimi, Washington’ın etkin bir rol üstlenmesini bekliyor. Konuya hâkim kaynaklara göre, ABD’nin İsrail’i böyle bir anlaşmaya ikna edebilecek en güçlü taraf olduğu düşünülüyor; zira Tel Aviv, şimdiye kadar bu anlaşmayı imzalamaya yanaşmadı.

İşgalin genişlemesi

Şam’ın yaklaşık 60 kilometre güneybatısında yer alan ve İsrail tarafından Haziran 1967 Savaşı’nda işgal edilen Golan Tepeleri cephesi, uzun yıllar boyunca hem Hafız Esed hem de oğlu Beşşar Esed dönemlerinde sakinliğini korudu. Bu durum, 1973 Ekim Savaşı sonrasında Suriye ile İsrail arasında imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması sayesinde mümkün olmuştu. Anlaşma, toplam bin 860 kilometrekarelik Golan’ın üçte ikisinin İsrail işgali altında kalmasını fiilen kabul ediyordu.

Ancak 8 Aralık 2024’te Beşşar Esed rejiminin devrilmesi ve Esed’in Moskova’ya kaçmasının ardından, dünya çapında yankı uyandıran bu gelişmeden sadece saatler sonra İsrail, anlaşmanın çöktüğünü ilan ederek Suriye topraklarındaki tampon bölgeyi ele geçirdi. Yaşananlar, sessiz fakat kesintisiz bir savaşın başlangıcı olarak değerlendiriliyor.

Söz konusu anlaşmayla oluşturulan tampon bölge, Golan’ın kuzeyinden güneyine doğru yaklaşık 75 kilometre boyunca uzanıyor; Dera vilayetindeki Yermuk Vadisi’ne komşu bu hattın genişliği bazı yerlerde birkaç yüz metreden 14 kilometreye kadar çıkıyor. Bölgenin toplam yüzölçümü yaklaşık 235 kilometrekare.

İsrail savaş uçakları, Esed rejiminin devrilmesini izleyen ilk günlerde yüzlerce hava saldırısı düzenleyerek askeri hava üslerini ve Suriye ordusunun elinde kalan ağır silahları imha etti. İsrail sadece tampon bölgeyi işgal etmekle yetinmedi; Kuneytra ve Dera kırsalının doğu kesimlerine doğru ilerleyerek kontrol alanını genişletti. İsrail ordusu bölgede her gün yeni operasyonlar düzenliyor, kontrol noktaları kuruyor ve sivilleri gözaltına alıyor.

fgt
Golan Tepeleri'nde İsrail ile Suriye arasındaki tampon bölgede hareket eden İsrail güçleri, 10 Aralık 2024 (EPA)

Suriyeli yetkililer, İsrail’in geçtiğimiz yıl aralık ayından bu yana ülke içine binden fazla hava saldırısı düzenlediğini ve güney vilayetlerine yönelik sınır ötesi kara operasyonlarının 400’ü aştığını belirtti. Çalışmalara göre Esed rejiminin devrilmesinin ardından başlayan süreçte İsrail’in kontrol altına aldığı Suriye topraklarının toplamı 460 kilometrekareyi geçiyor. Bu alanlarda dokuz askeri üs ile gözetleme ve kontrol noktaları kuruldu. Ayrıca İsrail, Cebel eş-Şeyh’teki Suriye gözlemevini de ele geçirerek Suriye ve Lübnan içindeki hareketliliği, hatta Irak sınırına kadar uzanan bölgeleri izlemeye başladı.

Esed’in kaçışından sonra İsrail’in Suriye’deki tutumu için çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Suriyeli askeri uzman İsmet el-Absi’ye göre Tel Aviv, 1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın artık kendi güvenlik çıkarlarına hizmet etmediğini düşünüyor. Özellikle Suriye’nin uluslararası arenaya dönüşü ve bölgesel etkisinin artması bu değerlendirmede belirleyici oldu.

El-Absi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail’in son tırmanışının olası herhangi bir anlaşma öncesinde sahada yeni bir gerçeklik dayatma amacı taşıdığını vurguladı. El-Absi’ye göre Tel Aviv, operasyonel özgürlüğünü sınırlayabilecek herhangi bir kısıtlamaya bağlı kalmayacağını göstermek, ayrıca uluslararası toplumun ve ABD’nin Golan’daki olası ihlallere vereceği tepkiyi test etmek istiyor.

İsrail hükümeti, eski rejim güçlerinin çekilmesinin ardından tampon bölgenin işgalini ‘Golan’daki yerleşimlerin güvenliğini sağlama’ gerekçesiyle savunuyor. Ancak birçok gözlemci, Suriye’nin yeni yönetiminin İran destekli milisleri, Hizbullah’ı ve diğer silahlı grupları ülkeden çıkarmayı başarması ve kalan uyuyan hücreleri takip etmeyi sürdürmesi nedeniyle bu gerekçeyi ikna edici bulmuyor.

Dürzileri koruma bahanesi

Temmuz 2025’te Suriye’nin güneyindeki çoğunluğu Dürzi olan Suveyda’da, Dürzi silahlı gruplar ile Bedevi aşiretlerine mensup silahlı unsurlar arasında kanlı çatışmalar patlak verince, Suriye ordusu ve güvenlik birimleri tarafları ayırmak için harekete geçti. Bu gelişme, İsrail’in ‘Dürzileri koruma’ gerekçesiyle yeni bir askeri müdahalede bulunması için ek fırsat yarattı.

Bu müdahale, özgürleşme sürecinden sonra İsrail’in yeni Suriye yönetimine yönelik en sert askeri operasyonu oldu. İsrail savaş uçakları 16 Temmuz 2025’te Şam merkezindeki Genelkurmay binasını ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı çevresini vurdu. Aynı saatlerde Suveyda kentinde ve çevresinde İçişleri ve Savunma bakanlıklarına bağlı unsurlara ait araçlar hedef alındı. Saldırılar, onlarca asker ve güvenlik mensubunun hayatını kaybetmesine yol açtı. Buna paralel olarak Dera ve Kuneytra’da da benzer hava saldırıları düzenlendi.

İsrail’in kendisini Suriye’deki Dürzilerin ‘koruyucusu’ gibi göstermeye yönelik çabaları sürerken, uzmanlar sahadaki gelişmelerin Tel Aviv’in hedeflerinin çok daha geniş olduğunu ortaya koyduğunu belirtiyor. Analistlere göre İsrail’in asıl amacı, ‘yeni Suriye’yi zayıflatmak için ülkeyi parçalamak, Suriye ordusunun güney illerinde (Dera, Kuneytra ve SUveyda’da) hatta Şam’ın güneybatı kırsalında varlık göstermesini engellemek.’ Nitekim İsrailli yetkililer bu hedefi daha önce birçok kez açık şekilde dile getirdi.

Gözlemcilere göre İsrail, Dürzi şeyhi Hikmet el-Hicri’yi planlarını uygulamak için uygun bir araç olarak gördü. İsrail, Hicri’nin Suveyda’nın Suriye’den ayrılmasını savunan çağrılarını destekledi. Hicri ise bu desteğe sürekli teşekkür etti. Hicri’nin takipçileri sokak ve meydanlarda İsrail bayrakları ile Netanyahu’nun fotoğraflarını açtı. Bu adımlar, Hicri’nin, vilayetteki Dürzi silahlı gruplar ve çeşitli milislerden oluşan Ulusal Muhafızlar’ı kurmasının, kontrolü elinde tutmasının ve muhalifleri susturma politikasını uygulamasının ardından geldi.

sdcfrgt
Aktivistler tarafından paylaşılan bir fotoğrafta, 2025 yılının mayıs ayında hükümet ile vilayet liderleri arasında imzalanan anlaşma uyarınca Suveyda girişinde konuşlandırılan kamu güvenlik güçleri görülüyor.

Gözlemciler, Hicri’nin projesinin artan zorluklarla karşı karşıya olduğunu, Arap, bölgesel ve uluslararası aktörlerin Suriye toprak bütünlüğüne bağlılıklarını sürdürdüğünü ve ayrılıkçı adımlara karşı çıktığını vurguluyor. Ayrıca Suveyda’daki çeşitli toplumsal kesimlerin projeye güçlü şekilde karşı çıktığı ve bunun Hicri’yi muhalifleri tasfiye etmeye yönlendirdiği belirtiliyor.

Ulusal Muhafızlar, 23 Ağustos 2025’te Suveyda merkezli olarak kurulan, vilayetteki silahlı Dürzi unsurları bir araya getiren yarı askeri bir grup olarak biliniyor.

Tıkalı müzakereler

Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera göreve gelir gelmez hükümetinin önceliklerini, Suriye’nin Arap, bölgesel ve Batılı ülkelerle ilişkilerini onarmak, izolasyondan çıkarmak ve yaptırımların kaldırılması yoluyla yabancı yatırımların akışını sağlayarak yeniden imarı hızlandırmak olarak açıkladı.

Şera, İsrail’e dolaylı bir mesaj vererek, ‘yeni Suriye’nin daha fazla savaş istemediğini’ vurguladı.

Geçen ay gerçekleştirdiği ve Başkan Donald Trump ile görüştüğü tarihi Washington ziyaretinde Şera, Washington Post gazetesine verdiği röportajda, Suriye’nin İsrail ile güvenlik anlaşması müzakerelerine başladığını ve önemli mesafe kat ettiğini belirtti. Şera, “Ancak nihai bir anlaşmaya varmak için İsrail’in 8 Aralık’ta işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerekiyor” dedi.

Şera, ABD’nin müzakerelerde Suriye ile birlikte olduğunu ve birçok uluslararası aktörün bu tutumu desteklediğini vurguladı. Şera, “Bugün Başkan Trump’ın da görüşümüzü desteklediğini gördük. Bu konunun çözümü için en kısa sürede harekete geçecek” ifadelerini kullandı.

İsmet el-Absi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail ile yürütülen müzakerelerin temel zorluklarının karşılıklı güven eksikliği ve İsrail içindeki bölünmelerden kaynaklandığını belirtti. Bazı kesimler kapsamlı bir çatışmayı önlemek için anlaşmayı gerekli görürken, bazıları sert şartlar dayatmak için tırmanışı tercih ediyor. El-Absi, buna rağmen Amerikan açılımının, gerçek bir siyasi irade mevcutsa anlaşmalara ulaşmak için bir pencere açabileceğini ifade etti.

grt
Birleşmiş Milletler (BM) gözlemcileri tarafından Güney Kuneytra kırsalındaki bir İsrail askeri üssünün karşısına göndere çekilen UNDOF (BM’nin Golan Tepeleri'ndeki Ateşkes Gözlem Gücü) bayrağı (Arşiv – Şarku'l Avsat)

El-Absi, Netanyahu’nun Trump baskısı karşısında nasıl bir tutum alacağı sorusuna yanıt verirken, “Amerikan baskısını görmezden gelmek, İsrail Başbakanı’nı doğrudan Washington ile karşı karşıya getirebilir ki, bu iç krizleri göz önünde bulundurulduğunda isteyeceği bir durum değil” dedi.

Bu nedenle el-Absi’ye göre Netanyahu’nun muhtemel yaklaşımı, ‘müzakerelere şeklen açık görünmek, ama pratikte imkânsız şartlar koyarak süreci engellemek’ şeklinde olacak.

Olası senaryolar

El-Absi’ye göre İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun anlaşmayı imzalamakta ısrar etmemesi halinde Suriye’nin güneyinde üç olası senaryo gündeme gelebilir: İsrail’in askeri tırmanışı sürdürerek sahada yeni bir gerçeklik dayatması, uluslararası aktörlerin (özellikle Rusya ve ABD’nin) krize doğrudan müdahale ederek kapsamlı bir çatışmayı önlemesi, ya da yerel direnişin İsrail güçlerine karşı güçlenmesi.

Bunların yanı sıra, anlaşmanın başarısızlığı direniş ekseninin yeniden etkinleşme olasılığını artırabilir ve İsrail’i uzun vadeli stratejik zorluklarla karşı karşıya bırakabilir. Güvenilir kaynaklara göre, Güney Suriye’deki gelişmeler ve bölgenin yeniden istikrara kavuşturulma çabaları, Lübnan, İran ve Irak başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası ortamda yaşanan derin dönüşümlerden bağımsız değil.

Adının açıklanmasını istemeyen kaynaklar, ABD aracılığıyla yürütülen Şam-Tel Aviv müzakerelerinin yazılı bir güvenlik anlaşmasına ulaşılmasını sağladığını, söz konusu anlaşmanın eylül ayında BM Genel Kurulu çerçevesinde imzalanmasının planlandığını, ancak Netanyahu’nun imzayı reddettiğini belirtti.

Kaynaklar, Güney Suriye’deki durumu ‘son derece endişe verici’ olarak nitelendirirken, Şam’ın eski durumu yeniden tesis etmek için ABD’nin etkin bir rol üstlenmesini beklediğini vurguladı. Zira Başkan Trump’ın, İsrail üzerinde baskı kurarak güney Suriye’deki tırmanışı sona erdirebilecek tek aktör olduğu ifade ediliyor.