Putin’in harita takıntısı ve Büyük Petro’nun gölgesi

Putin, 200 yılı aşkın bir süre sonra Rusya'da iktidarda en uzun süre kalan lideri oldu

İllüstrasyon: Daniel Baxter - Harita: David Rumsey Harita Koleksiyonu
İllüstrasyon: Daniel Baxter - Harita: David Rumsey Harita Koleksiyonu
TT

Putin’in harita takıntısı ve Büyük Petro’nun gölgesi

İllüstrasyon: Daniel Baxter - Harita: David Rumsey Harita Koleksiyonu
İllüstrasyon: Daniel Baxter - Harita: David Rumsey Harita Koleksiyonu

Husam İtani

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, dün yapılan başkanlık seçimlerinde binlerce muhalifin sandık merkezlerinde protesto gösterileri düzenlemelerine rağmen ezici bir zafer kazanarak iktidarını güçlendirdi. ABD, Rusya’daki devlet başkanlığı seçimlerinin ‘adaletten ve özgürlükten yoksun olduğu’ yorumunda bulundu.

İlk kez 1999 yılında iktidara gelen ve eski bir Sovyet İstihbarat Teşkilatı (KGB) ajanı olan Putin için bu sonuç, Batılı liderlerin Rusya'nın önümüzdeki yıllarda ister barışta ister savaşta olsun daha cesur olacağının farkına varmaları gerektiğini teyit ediyor.

Seçimlerin ön sonuçları, Putin'in (71) Joseph Stalin'i geride bırakarak 200 yılı aşkın bir sürenin ardından Rusya'nın en uzun süre iktidarda kalan lideri olmasını sağlayacak altı yıllık yeni bir başkanlık dönemini kolayca garantileyebileceğini gösterdi. Peki Putin kimdir? Seçim zaferi Rusya'nın tarihinde, haritasında ve çarlığında ne anlama geliyor?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in doğru bir resmini çizmek için atılacak ilk adım, onun doğum tarihini, Sovyetler Birliği dönemi istihbarat servislerindeki kariyerini, eğitim ve iş hayatını bilmek değildir. Onun karakterini anlamak için izlenecek en doğru yol, Rusya'nın haritasına, tarihine ve bunların yüz yılı aşkın süredir nasıl değiştiğine dair derinlemesine bir okuma yapmak olacaktır.

Putin'in, St. Petersburg/Leningrad Belediye Başkanı Anatoli Sobçak’ın yardımcısı olarak kamusal hayata atılmaya karar vermesinden bu yana kendisine tehlikeli bir misyon yüklediği açık. Ancak bu misyon, Soğuk Savaş'ın son yıllarında Almanya'nın Dresden kentindeki KBG karargahında görevli eski ajanın aklının ucundan geçmeyecek boyutlar kazanmış gibi görünüyor. Bugünlerde hafızası zayıflamış olan Sobçak, Sovyetler Birliği’nin son lideri Mihail Gorbaçov döneminde hem kulakları hem de gözleri dolduran isimler arasındaydı. Sovyetler Birliği'nde siyaset, medya ve ekonomide daha liberal reformlar yapılması için baskı yapan Sobçak’ın yıldızlığı onu bu çalkantılı dönemde başka bir yıldız adayıyla çatışmaya soktu. Yeni yıldız adayı, Sovyet Komünist Partisi’ne uzun süredir bağlı olan ve eski yoldaşlara ve partideki şahsi geçmişine karşı derin bir düşmanlık besleyen Boris Yeltsin'den başkası değildi.

Putin ve destekçileri Rusya'nın 1990'lı yıllarda yaşadığı zorlu koşullarla ilgili abartılı bir dil kullanıyor.

Putin, St. Petersburg belediyesindeki çalışmaları sırasında, İngiltere Veliaht Prensi Charles ve ABD Başkanı Bill Clinton gibi şehri ziyarete gelen önemli misafirlere eşlik etmek dışında kayda değer bir başarı elde edemedi. Bu bağlamda eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Strobe Talbott, yıllar önce ABD’nin PBS adlı televizyon kanalı tarafından yayınlanan ‘Putin Dosyaları’ adlı belgesel dizisinde St. Petersburg’u ziyaret eden ABD’li yetkililerin gezileri ve görüşmeleri sırasında herhangi bir sorun yaşanmamasından sorumlu olan Putin'in, örneğin Clinton'ın ziyareti sırasında ABD Başkanı ile Rus halkı arasında herhangi bir sürtüşmenin yaşanmasını önlemek ve ABD’li heyete bir nevi kuşatma uygulamak için büyük çaba sarf ettiğini belirtiyor. Talbott, bunun başkalarını olayların gidişatından izole etmeye ve çevrelerine gizemli bir hava vermeye çalışan kıdemsiz istihbarat görevlilerinin ve ajanlarının davranışlarını anımsattığını da sözlerine ekliyor.

Putin, 1990'lı yıllarda ‘St. Petersburg Çemberi’ adıyla anılan oluşumun kurulmasında etkili oldu. Bu çemberde Rus Çarlığı döneminin başkenti St. Petersburg’da okuduğu St. Petersburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden arkadaşları ve KGB'den bazı meslektaşları yer alıyordu. Çember, (ya da Putin'in muhaliflerinin tercih ettiği isimle çete) Putin’in Rusya'da önce başbakanlığa, ardından devlet başkanlığına yükselişinde büyük rol oynadı.

Akıp giden doksanlar

Putin’in biyografisinde üzerinde durulması gereken noktalardan biri de 1990’lı yılların onda yarattığı travmadır. Travmanın nedeni, istikrarlı siyasi yapısıyla Sovyetler Birliği'nin çöküşünün bu yapıdan tüketim ve hızlı kar değerlerini yükselten ithal versiyonunda piyasa ekonomisine dayanan diğer yapıya geçmeye çalışan vatandaşların büyük çoğunluğu için psikolojik, davranışsal ve sosyal istikrar üzerindeki olumsuz etkileridir. Bu durum, Ruslar üzerinde, özellikle de hepsi komünist rejim tarafından üretilmiş değilse de bazılarının kökleri yüzlerce yıl öncesine uzanan yerleşik bir gelenekler sistemi içinde çalışmaya alışkın olanlar üzerinde derin bir iz bıraktı.

Putin, Rusya'nın mesajının milli, askeri ve ekonomik olarak uyanık kalmasını gerektirdiğini düşünüyor.

Putin, önce KBG başkanlığına, ardından Rusya'nın Birinci Çeçen Savaşı'nda (1994-1996) aldığı aşağılayıcı yenilgiden ve bu sonucunda ortaya çıkan donuk yetkililerden sonra 1999 yılında başbakanlığa ulaştığında mevcut tablo böyleydi. Yenilgi, Rus ordusunun imajını derinden sarstı. Hatta Rusya’nın toprak bütünlüğü ve Yeltsin'in görevinde kalmasının anlamıyla ilgili soruların ortaya çıkmasına neden oldu.

Dolayısıyla Putin'in başbakanlık görevine yenilginin etkilerini silmeye ve sembollerinden kurtulmaya çalışarak başlaması hiç şaşırtıcı değil. Silahlı Çeçen grupların Dağıstan topraklarına girmesinin ardından Rusya'da gizemli patlamalar meydana geldi. Rusya'nın çeşitli şehirlerinde yaşanan ve yüzlerce kişinin ölmesine neden olan patlamalar hakkında çok şey söylendi. Rus yetkililer, patlamalarla ilgili Çeçen isyancıları suçlarken, patlamalara dair şüpheleri olan çevreler, bu patlamaların Rus teşkilatlarının Çeçenistan’a karşı ikinci savaşın başlatılması için uygun ortamın yaratılması amacıyla devreye girdiğini ima ettiler.

Bu patlamalar furyası uzun sürmedi, zira Putin ve Rusya’nın yeni liderliği Çeçenistan’daki durumu, ülkenin bekasına yönelik bir tehdit olarak görmeye başladılar. Çeçen isyancıların Rusya'nın toprak bütünlüğünü kalıcı olarak parçalamak amacıyla Batı'dan destek aldığına dair haberler yayıldı.

Bu nokta, Sovyetler Birliği deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanması ve Boris Yeltsin dönemindeki kafa karışıklığının ardından Rus devlet bilincinin deyim yerindeyse yeniden yapılandırılması sürecinde çok hassas bir sinire dokunmuştu. Çok sayıda Rus siyasetçi ve düşünür, Rusya'nın kendisini yeni bir şekilde üretmediği sürece ayakta kalamayacağında hemfikirdi. O dönemde pek çok görüş ortaya atıldı. Bunlar arasında yazar Aleksandr Dugin'in öne sürdüğü ve Putin'in de sesini duyduğu ‘Avrasyacılık’ öne çıktı. Dugin'in Avrasyacılık görüşü, Rusya'nın Batı medeniyetine ait olmadığı, Asya ile Avrupa arasında geniş bir coğrafyaya yayılan Rus halkı için Ortodoks Hıristiyan inancının birleştirici rol oynadığı eşsiz bir doku olduğu sonucuna varıyor. Avrasyacılık taraftarları, Rusya’nın Bizans İmparatorluğu'nun mirasçısı (dolayısıyla antik dönemdeki ilk Roma’dan sonra üçüncü Roma, ardından Orta Çağ'daki Konstantinopolis) olduğunu, bu yüzden de Batı’dan ve Doğu’dan birçok tehditle karşı karşıya kaldığını ve Rusya’nın mesajının, milli, askeri ve ekonomik olarak tetikte olmasını gerektirdiğini düşünüyorlar.

Yani Putin, Rus Çarı Büyük Petro'nun Rusya'yı Orta Çağ karanlığından çıkarıp bir dünya gücü olma yolunda ilerlemesi projesini canlandırdı. Rus yöneticiler, siyasi modelleri için ilk kez geçmişten ilham almıyorlardı. Joseph Stalin, Batı Avrupa modernitesinden ortaya çıkan Marksizme ideolojik olarak bağlı olmasına rağmen, Rus prenslere, tüccar ve toprak sahibi sınıfa ve yabancı rakiplerine, özellikle de başkentleri Kazan'daki Tatarlara karşı kazandığı zaferlerden sonra Rus devletinin kurucusu olarak gördüğü Çar IV. İvan'a (Korkunç İvan) büyük bir hayranlık besliyordu.

Putin, büyük ve servet sahibi ülkesini Batı'ya bağımlığından kurtarması gerektiğini düşünüyor.

Büyük Petro’nun Batı'da Rusya'nın medeniyete girmesi gereken kapıyı gördüğü ve Rus soylularının Batılı kıyafetlerine ve sakallarına, Batı’nın mimari ve sanatsal yönlerinin alınmasına bile savaş açtığı biliniyor. Ancak tüm bunları, Rusya'nın Avrupa siyasetindeki ve Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili belirleyici statüsünde kalması konusundaki ısrarıyla bir araya getirmişti ve tıpkı Çariçe II. Katerina (Büyük Katerina) gibi bazılarının neredeyse hiç Rusça konuşmamasına ve Rus kökenli olmamasına rağmen, Rus milliyetçiliğinin üzerlerinde derin bir iz bıraktığı haleflerinin neredeyse hepsi bu yolu izledi.

dfsvfdebfr
İllüstrasyon: Daniel Baxter - Harita: David Ramsey Harita Koleksiyonu

Yukarıda bahsi geçen Rus milliyetçiliğinin bıraktığı derin iz, siyaset bilimci John Mearsheimer gibi bazı Batılı araştırmacıların, Moskova'daki (ve Pekin'deki) politikacıların zihinlerine hâlâ hakim olduğunu söyledikleri ve 19. yüzyıl politikalarına benzettikleri politikalardan hoşlanan Putin’i de etkilemişti. Rus politikacıların etkilendikleri bir diğer düşünce ise Rusya'nın, Napolyon Bonapart ve Adolf Hitler'in yaklaşık 130 yıl arayla gerçekleşen saldırılarının izinde bir Batı saldırısına karşı savunmasız kalacağı inancı. Napolyon Bonapart ve Adolf Hitler'in ortak noktası, iki güçlü Batılı devletten gelmeleri ve Rusya'nın dağların bulunmadığı ve Polonya ile Rusya arasında yer alan bölgede, tüm savunma mevzileri açıktayken orduların hareket etmesini kolaylaştıran ‘Büyük Avrupa Bozkırı’ndaki coğrafi zayıflığından faydalanmalarıydı.

Öte yandan Rusya nüfusunun büyük çoğunluğu ülkenin batı (Avrupa) yakasında yaşıyor. Asya yakası ise coğrafi olarak izole bir yapıya sahipken yaz ve kış aylarındaki sert iklimi nedeniyle neredeyse boş kalıyor. Asya yakasında Rusya'yı geliştirmeye yönelik tüm girişimlerin karşılaştığı büyük zorluklardan bahsetmiyorum bile. Bu yüzden Avrupa Rusyası, Dugin'in sözleriyle Rus tarihinin, kültürünün ve medeniyetinin kuluçka merkezi olmasının yanı sıra en önemlisi olmaya devam ediyor.

Buradan Rusya’nın üç eski Sovyet Baltık ülkesinin NATO üyesi olmasına ve NATO’nun bu sayede genişlemesine karşı gösterdiği aşırı hassasiyeti ve verdiği mücadelenin yanı sıra Gürcistan'ın (diğer konuların yanı sıra) 2008 yılında NATO'ya katılma girişimine verdiği güçlü tepkiyi anlayabiliriz. Daha da önemlisi, Ukrayna'daki mevcut savaşın Rusya ile ikiz kardeşi Ukrayna arasındaki karmaşık tarihi özetlemesi nedeniyle Putin için şahsi bir kriz oluşturduğu söylemek gerçeklerden çok da uzak olmaz.

Rusya, 24 Şubat 2022 tarihinde ‘özel askeri operasyon’ başlattığı Ukrayna'ya girdiğinde Putin'in verdiği röportajlar, yaptığı konuşmalar ve yazılı açıklamaları, ‘Ukrayna diye bir yer olmadığı, aksine çoğunluğu yeniden Rusya’ya bağlanması gereken bir topraklar grubu olduğu, bu topraklarda saf kan Rusların yaşadığı, ancak Lehçe’den etkilenen farklı bir Rusça konuştukları’ şeklinde ifadelerle doluydu. Putin, Sovyetler Birliği liderlerini, Rusya topraklarını Ukraynalılara ve Polonyalılara hediye olarak dağıtmakla suçlayan ifadeler de kullandı.

Büyük ve servet sahibi ülkesini Batı'ya olan bağımlığından kurtarması gerektiğini düşünen Rusya Devlet Başkanı Putin, adımlarını işte bu siyasi ve tarihi arka plan çerçevesinde atıyor. Siyasi ve ahlaki yozlaşmanın kaynağı olarak gördüğü Batı’nın etkisine şiddetle karşı çıkan Putin, Batı’da ‘ahlaksız’ davranışların yaygınlaşmasıyla birlikte siyasetin ve toplumsal normların gerilediğini alaycı bir dille ifade ediyor. Putin'in Batı'ya yönelik bu bakış açısı, Rusya’nın ve Rusya’nın müttefiklerinin, uzun süredir ülkesinin devlet başkanlığı koltuğunda oturan Putin’in Rusya'nın düşmanları olarak gördüğü ülkelere karşı zafer kazanmasının kaçınılmaz olduğu inancını pekiştiriyor.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Şili'de aşırı sağcı aday başkanlık seçimini kazandı

Jose Antonio Kast, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyunu kullandıktan sonra bir seçim merkezinin dışında konuşuyor (AFP)
Jose Antonio Kast, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyunu kullandıktan sonra bir seçim merkezinin dışında konuşuyor (AFP)
TT

Şili'de aşırı sağcı aday başkanlık seçimini kazandı

Jose Antonio Kast, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyunu kullandıktan sonra bir seçim merkezinin dışında konuşuyor (AFP)
Jose Antonio Kast, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyunu kullandıktan sonra bir seçim merkezinin dışında konuşuyor (AFP)

Şilililer dün, Augusto Pinochet'nin diktatörlüğünün sona ermesinden 35 yıl sonra, en sağcı cumhurbaşkanını seçti. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunun resmi sonuçlarına göre Jose Antonio Kast oyların yüzde 58'ini alırken, rakibi yenilgiyi kabul etti.

10 milyondan fazla oy sayıldıktan sonra, toplam oyların yaklaşık yüzde 70'ini temsil eden sonuçlarla, Kast, geniş bir sol koalisyonun başında bulunan Komünist Parti üyesi Janet Jara'ya karşı açık bir üstünlük sağladı.

51 yaşındaki Jara, yenilgiyi kabul ederek sosyal medya paylaşımında seçmenlerin yüksek sesle ve açıkça konuştuğunu ve cumhurbaşkanı seçilen kişiye tebriklerini ve en iyi dileklerini ilettiğini söyledi.

Muhafazakâr Katolik Cast, kampanyasını Şili'deki suçlarla mücadeleye odakladı ve çoğu Venezuelalı olmak üzere yaklaşık 340 bin belgesiz göçmeni sınır dışı edeceğine söz verdi.

Şarku'l Avsat'ın edindiği nilgiye göre Kast, askeri diktatörlüğün açık bir destekçisi ve Pinochet hayatta olsaydı ona oy vereceğini söylemişti.

16 Kasım'da yapılan ilk turda, her iki aday da oyların dörtte birini aldı ve sol kanat az bir farkla öndeydi. Ancak, tüm sağcı adaylar birlikte oyların yüzde 70'ini topladı.


Dünya liderleri, Avustralya’daki Bondi sahili saldırısını kınadı

14 Aralık 2025'te Avustralya'nın Bondi plajındaki silahlı saldırı olay yerinde bir polis aracı duruyor (Reuters)
14 Aralık 2025'te Avustralya'nın Bondi plajındaki silahlı saldırı olay yerinde bir polis aracı duruyor (Reuters)
TT

Dünya liderleri, Avustralya’daki Bondi sahili saldırısını kınadı

14 Aralık 2025'te Avustralya'nın Bondi plajındaki silahlı saldırı olay yerinde bir polis aracı duruyor (Reuters)
14 Aralık 2025'te Avustralya'nın Bondi plajındaki silahlı saldırı olay yerinde bir polis aracı duruyor (Reuters)

Dünya liderleri, Pazar günü Sydney’in Bondi Sahili’nde düzenlenen Yahudi kutlamasına yönelik saldırıyı şiddetle kınadı. Saldırıda en az 12 kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi yaralandı.

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, olayı “Avustralya’daki Yahudilere yönelik bir saldırı. Hanuka Bayramı’nın ilk günü, normalde sevinç ve inançla kutlanması gereken bir gün…” sözleriyle değerlendirdi ve polis ile güvenlik güçlerinin olaya karışanları tespit etmek için çalıştığını söyledi.

frgt
Avustralya Güvenlik İstihbarat Teşkilatı (ASIO) Güvenlik Genel Direktörü Mike Burgess, Sidney'deki Bondi Plajı saldırısının ardından 14 Aralık 2025'te Canberra'daki Parlamento Binası'nda düzenlenen basın toplantısında konuşuyor (EPA)

Avustralya muhalefet partisi Liberal Parti lideri Susan Lee, “Avustralyalılar bu akşam derin bir yas içinde. Şiddet ve nefret, toplumumuzun kalbini vurdu… Hepimizin bildiği ve sevdiği Bondi’de” ifadelerini kullandı.

frgt
Avustralya Federal Polisi'nde ulusal güvenlikten sorumlu geçici komiser yardımcısı Nigel Ryan (EPA)

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, “Bu dünyada antisemitizme yer yok. Kalplerimiz bu korkunç saldırının kurbanları, Yahudi toplumu ve Avustralya halkı ile birlikte” dedi.

Saldırıya ilişkin tepkilerini dile getiren dünya liderleri arasında İngiltere Başbakanı Keir Starmer, olayın “son derece üzücü haberler” olduğunu söyledi. Yeni Zelanda Başbakanı Christopher Luxon ise, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın bir aile gibi olduğunu belirterek, Bondi’deki saldırının kurbanlarıyla dayanışma içinde olduklarını ifade etti.

sd
Avustralya polisi ve acil durum ekipleri, 14 Aralık 2025'te Bondi Plajı'ndaki silahlı saldırı olayının yaşandığı yere yakın bir bölgede çalışıyor (EPA)

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar, saldırının “Yahudi topluluğuna yönelik antisemitizmin bir sonucu” olduğunu ifade etti. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “Avustralya ve Yahudilerle dayanışma içindeyiz. Şiddet, nefret ve antisemitizme karşı birleşiyoruz” açıklamasında bulundu.

İspanya Dışişleri Bakanı José Manuel Albares, Norveç Başbakanı Jonas Gahr Støre ve İsveç Başbakanı Ulf Kristersson da benzer şekilde saldırıyı kınayarak, kurbanlar ve ailelerine başsağlığı dileklerini iletti.

ABD ve Kanada yetkilileri de saldırıyı terör eylemi olarak nitelendirerek, kurbanlara ve Avustralya halkına destek mesajı verdi. Almanya’daki Yahudi Derneği ise yaptığı açıklamada, “Derin bir şok içindeyiz. Antisemitizm öldürür” ifadelerini kullandı.

New South Wales Başbakanı Chris Minns, “Hanuka’nın ilk günü kutlanan bir bayram, ne yazık ki bu korkunç saldırı nedeniyle kabusa dönüştü. En az 12 kişi hayatını kaybetti, saldırganlardan biri de öldü” dedi.


Avustralya, silahlı saldırganı durduran Ahmed el Ahmed'i konuşuyor

Ahmed'in silahlı saldırganla karşı karşıya geldiği anı ve vurulduktan sonra tedavi edildiği anı gösteren bir videodan alınan birleşik görüntü (Dolaşımda)
Ahmed'in silahlı saldırganla karşı karşıya geldiği anı ve vurulduktan sonra tedavi edildiği anı gösteren bir videodan alınan birleşik görüntü (Dolaşımda)
TT

Avustralya, silahlı saldırganı durduran Ahmed el Ahmed'i konuşuyor

Ahmed'in silahlı saldırganla karşı karşıya geldiği anı ve vurulduktan sonra tedavi edildiği anı gösteren bir videodan alınan birleşik görüntü (Dolaşımda)
Ahmed'in silahlı saldırganla karşı karşıya geldiği anı ve vurulduktan sonra tedavi edildiği anı gösteren bir videodan alınan birleşik görüntü (Dolaşımda)

Bondi Plajı’nda düzenlenen Yahudilerin Hanuka Bayramı kutlamaları sırasında yaşanan ve en az 12 kişinin yaşamını yitirdiği saldırıya dair ortaya çıkan görüntülerde, bir sivilin saldırgana müdahale ederek silahını elinden aldığı görüldü. Söz konusu davranış, kamuoyunda geniş yankı uyandırırken, çok sayıda kişinin hayatının kurtarılmış olabileceği değerlendirildi.

Görüntülerde, otoparkta beyaz tişört giymiş bir kişinin, tüfek taşıyan koyu renkli tişörtlü saldırgana hızla yaklaştığı, arkasından saldırarak silahı ele geçirdiği ve ardından silahı saldırgana doğrulttuğu görülüyor. Saldırganın dengesini kaybederek geriye doğru çekildiği ve köprüye doğru yöneldiği, kahraman vatandaşın silahı daha sonra yere bıraktığı anlar videoda net şekilde yer alıyor.

Olay anına ait görüntüler kısa sürede sosyal medyada yayılırken, çok sayıda kullanıcı müdahalede bulunan kişinin cesaretini övdü ve bu davranışın birçok insanın hayatını kurtarmış olabileceğini dile getirdi. Avustralya merkezli News.com.au sitesi, kahraman olarak anılan kişinin Sidney’de yaşayan ve Sutherland’da bir manav işleten 43 yaşındaki Ahmed el-Ahmed olduğunu duyurdu.

İki çocuk babası olan Ahmed’in, bu müdahalesi sırasında iki kurşunla yaralandığı, kuzeninin 7News kanalına yaptığı açıklamayla doğrulandı. Duygusal görüntülerde, 43 yaşındaki manavın saldırganlardan birinin silahını zorla aldığı anlar dikkat çekti.

h
Viral videodan bir görüntü (ABC Avustralya Haber Ağı)

Reuters, güvenilir görüntüler üzerinden videonun doğruluğunu teyit etti. Ajans ayrıca, söz konusu görüntülerdeki saldırganların, daha sonra polis tarafından çevrelendiği doğrulanan kişilerle aynı kişiler olduğunu, kıyafetlerinden yola çıkarak belirlediğini aktardı. Şüpheli saldırganlardan birinin öldürüldüğü, diğerinin ise ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldığı bildirildi.

“Nefreti körüklüyor” açıklaması

Saldırıdan saatler sonra açıklama yapan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ağustos ayında Avustralya Başbakanı Anthony Albanese’ye bir mektup gönderdiğini ve Canberra yönetimini “antisemitizm ateşini körüklemekle” suçladığını söyledi.

Albanese hükümetinin Filistin devletini tanımayı da içeren politikalarının, Yahudi karşıtlığını teşvik ettiğini ve sokaklarda yayılmasına neden olduğunu savunan Netanyahu “Antisemitizm bir kanserdir. Liderler sessiz kaldığında yayılır. Zayıflığın yerini eylem almalıdır” ifadelerini kullandı.

Saldırıyı “dehşet verici” olarak nitelendiren Netanyahu, “Bu soğukkanlı bir cinayettir. Ne yazık ki her dakika kurbanların sayısı artıyor. En uç kötülüğü gördük. Aynı zamanda Yahudi kahramanlığının zirvesine de tanık olduk” dedi. Netanyahu, kendisinin Yahudi olduğunu söyleyen ve saldırganlardan birinin silahını alan bir sivile atıfta bulundu.

Netanyahu açıklamasında, “Küresel antisemitizme karşı bir mücadele içindeyiz. Bununla mücadele etmenin tek yolu onu açıkça kınamak ve kararlılıkla karşı durmaktır. İsrail’de yaptığımız da budur. Ordumuz, güvenlik güçlerimiz, hükümetimiz ve halkımızla birlikte bunu sürdürmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Avustralya hükümetine dolaylı eleştirilerde bulunan Netanyahu, “Kınamayan, hatta teşvik edenleri kınamayı sürdüreceğiz. Özgür ülkelerin liderlerinden beklenen adımları atmaları için baskı yapmaya devam edeceğiz. Teslim olmayacağız, eğilmeyeceğiz ve atalarımızın yaptığı gibi mücadeleyi sürdüreceğiz” dedi.