Iraklı Hristiyanlar ayaklarıyla yeni bir çıkış kitabı yazıyorlar

Silahlı güçler onların mallarına el koydu ve ülkedeki ebedi varlıklarını tehdit etti, zorla yerinden edilmeleri sonucu sayıları nüfusun dörtte birinden bile az bir düzeye indi.

Hristiyanlar, az sayıda olmaları ve barışçıl bir sivil hayata inanmaları nedeniyle en çok etkilenen grup oldu (AFP)
Hristiyanlar, az sayıda olmaları ve barışçıl bir sivil hayata inanmaları nedeniyle en çok etkilenen grup oldu (AFP)
TT

Iraklı Hristiyanlar ayaklarıyla yeni bir çıkış kitabı yazıyorlar

Hristiyanlar, az sayıda olmaları ve barışçıl bir sivil hayata inanmaları nedeniyle en çok etkilenen grup oldu (AFP)
Hristiyanlar, az sayıda olmaları ve barışçıl bir sivil hayata inanmaları nedeniyle en çok etkilenen grup oldu (AFP)

Sabah Nahi

“Zaman davamız ve Irak'taki varlığımızın lehine değil.” Iraklı Hristiyanlar, onlarca yıl boyunca anavatanlarında güvenli bir şekilde yaşamalarının ardından bu kanaate vardılar. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Ruhani ve siyasi liderlerinin bir çoğu da bu söylemi tekrarladılar. Oysa Hristiyanlar ülkenin en eski bileşeni ve kiliseleri ile manastırları Irak şehirlerine yayılıyor. Hristiyan el-Hire şehri, ikinci halife Ömer bin Hattab zamanında kurulan Basra ve Kufe'den daha eski. Muvahhid müminler olarak diğerleriyle ilişkileri iyi olmayı sürdürdü ve yüzyıllarca bir arada yaşadılar. Öyle ki Irak Arapları onları ve onlara yakın olan Mandailer/Sabiîleri “Irak topraklarının tuzu” diye adlandırdılar. Ancak geçen yüzyılın ellili yıllarının sonunda, Cumhuriyet döneminde, siyasetin insanların zihinlerini ve kalplerini bozması ile birlikte her şey değişti ve altüst oldu. Hristiyanlar, sayılarının az olması ve barışçıl bir sivil hayata inanmaları nedeniyle bundan en fazla etkilenen grup oldu. Barışçıl oldukları için çok azı orduya katılıyor, çoğu serbest mesleklerde çalışıyor ya da eğitim ve sağlık alanlarına, yahut devlet memurluklarına yönelerek ülkedeki orta sınıfın çekirdeğini oluşturuyorlardı.

Hristiyanlar ve savaş

Ardından 2003 yılındaki tufan yaşandı ve mezhepçi savaşların tezahürleri görülmeye başladı. Savaş Iraklı Hristiyanların evlerine ateş düşürdü,  bu ateşin alevleri kiliseleri ile manastırlarına da uzandı. Güvenlik ve hayatta kalma kaygısıyla bir zorunlu göç yolculuğu başladı ve bunun sonucunda hayatları daha da kötüleşti ve mallarını kaybettiler. Ancak eski milletvekili ve Asurili siyasetçi, Asur Hareketi Genel Sekreteri Younadam Yousef Kanna şunu söylüyor: “Hristiyan mallarına el konulması bu dönemde başlamadı. Bilakis, önceki rejimin son günlerinde, binlerce ailenin göç etmesinden sonra başladı. Ancak bu durum 2003'ten 2011'e kadarki sürede daha da kötüleşti. Mezhep temelli çatışmalar, hiçbir yasal statüsü olmayan bazı silahlı milis gruplar için halkı korkutmak, göç etmeye veya ev ve mallarını çok ucuz fiyatlara satmaya zorlamak için bir fırsattı.” Şunu da ekliyor: “Bağdat'ta 25 mahallemiz vardı. Başkentte yarım milyondan fazla Hristiyanın oluşturduğu bir nüfus ağırlığımız vardı. Bugünse Bağdat'taki Hristiyanların sayıları 150 bini geçmiyor. Nedeni de başkentteki zayıf hukuki durum. Nitekim Bağdat'ta ya da (örneğin) Basra'da DEAŞ ya da el-Kaide yokken de, 4 bin Hristiyan ailenin yaşadığı Basra'da sadece 300 aile kalmıştı. Yani Basra’da nüfusun yüzde 10'undan daha azken, Bağdat'ta kalanların sayısı ise tüm Hristiyanların yüzde 15'inden bile az.”

Sözlerini şöyle sürdürüyor: “Mülk ve mallara el konulduğu dönemde, Maliki hükümeti, Hristiyan evlerine yasadışı olarak el koyan bazı kişileri evlerden çıkarma konusunda bizimle iş birliği yaptı, ancak daha sonra onları yargıya bıraktı. Failler, yasaların etrafından dolanarak veya “hükmen sahiplenme” denilen, gıyabi kararlar çıkarma yoluyla yargıyı aldattılar. Bugün de Yargıtay’ın bizimle iş birliği yapmasına, hükmen sahiplenme kararlarının alınmasını zorlaştırma yönünde daha sıkı talimatlar vermesine rağmen, özellikle emlak ofisi sahipleri ve onlarla iş birliği yapan avukatlar ile birlikte kanunları deliyorlar. Ardından binanın keşfini yapıp yıkımını gerçekleştiriyorlar. Böylece yeni bir bina inşa edilip kiralanıyor ya da arsa konut inşası için parsellere bölünüp üzerine birden fazla bina inşa ediliyor. Hırsızları caydıracak güçlü bir yasal otorite yok. Ayrıca bürokratik işlemler ve yasaların delinmesi sorunun bugüne kadar sürmesine yol açtı.”

Yahudilerden daha kötü

Eski milletvekili Younadam Kanna daha da ileri giderek şunu söylüyor: “Bağdat’taki Hristiyanların durumu, 1950’lerde Bağdat’ı terk eden Iraklı Yahudilerin durumundan daha kötü. Çünkü Yahudi malları ve mülkleri hakkında bir kanun çıkarıldı ve bunlar devlet malı haline getirildi veya devletin kontrolü altına alındı. Hristiyanlara ait mal ve mülklere gelince, sahte alım-satım sözleşmeleri yapıldı. Bu Bağdat’ta, şu anda Musul'da, ayrıca bir ölçüde Basra'da da yaşandı. Hükümet bu konuyu araştırmak için bir komisyon kurdu ve insanlar bunu sosyal medyada tartışıyorlar ki bu çok büyük bir hata. Komisyonda 11 kişi var ama komisyonun bir çözüm üretme gücü yok. Kendisine çözdüğü tek bir vakayı açıklaması için meydan okuyorum. Krizin üzerinden tek bir çözüm bulunmadan iki yıl geçti.”

Eski Hristiyan milletvekili, krizin sadece Hristiyanları değil, toplumun tamamını etkilediğini belirttiği bir boyutunu daha ortaya koyarak şöyle dedi: “Emlak kayıt bürolarındaki yaygın yolsuzluklara da dikkat çekmeliyim. Bu bürolar kayıtlarla oynamak, kaybedilmiş göstermek ve gayrimenkuller ile ilgili benzeri sahtekarlıklar konusunda avukatlar ve diğerleri ile iş birliği yapıyorlar. Bu sahtekarlıklar özellikle değerli, Bağdat'ta veya başka bir şehirde önemli bir bölgede bulunan gayrimenkulleri hedef alıyor. Emlak kayıt büroları, gayrimenkul alım satımıyla uğraşan emlakçı ve komisyoncular ile de iş birliği yapıyorlar.”

Hiçbir çözüm kalmayacak

Irak ve dünyadaki Keldani Katolikleri Patriği Louis Raphael Birinci Sako ise Independent Arabia’ya şunu vurguladı: “Ülkedeki anormal koşulları istismar eden yasadışı güçlerin ele geçirdiği Hristiyan mallarından iade edilenlerin oranı yüzde 5-10’u geçmiyor. Hristiyanların durumunun hâlâ endişe verici olduğunu ve mecliste temsil edilmelerine rağmen dışlanmış bir unsur olarak varlıklarının tehdit altında olduğunu kesin bir şekilde söyleyebilirim. Dahası meclisteki Hristiyan temsili tüm Hristiyanları ve çoğunluğunu temsil etmiyor, belirli bir silahlı siyasi taraf tarafından kendisine el konulmuş. Hristiyanlar ayrıca kabinede biri kadın biri erkek, iki bakan tarafından da temsil ediliyorlar, ancak onlar da bu özel güce tabiler. Hatta memurluklar veya il meclisleri dahi aynı silahlı grubun elindeyken, genel olarak Hristiyanlar dışlanmış durumda.”

Keldani Birliği İdari Kurulu Başkanı Profesör Gazi İbrahim Raho ise şunu vurguluyor: “Iraklı Hristiyanlar sürekli göç veriyor. Ürdün'e her hafta 8-10 aile gidiyor. Bu sürekli kan kaybının birkaç nedeni var; birincisi, Hristiyan topraklarına ve mallarına el konulması. Mezhepsel temelli savaştan sonra güvenlik arayışıyla Irak'ı terk eden ailelerin yanı sıra DEAŞ’ın Irak’a girişi ile ayrılan aileler de var. Ninova Ovası'nda çeşitli silahlı güçler ile milis gruplarının kontrolünde olan topraklar var. Bunlar toprakların yüzde 65'inden fazlasını kontrol ediyorlar. Bağdat, Basra ve Musul'da da Hristiyan ailelere ait yüzlerce ev, dükkân ve bina gibi gayrimenkule el konuldu.” Raho şunu da ekledi: “Bu ihlaller, sahtecilik ve dolandırıcılık da dahil olmak üzere devlet dairelerinde çeşitli şekillerde işlendi. Iraklı Hristiyan aileler hakkında, mülk sahibinin imzaladığı ve ödemediği senetler olduğu gerekçesiyle şikâyetlerde bulunuyor ve davalar açılıyor, ardından senetlerin ödenmesi gerekçesiyle gayrimenkullere el konulup satılıyor. Dahası kapıları kırılarak, içindekilerle birlikte gasp edilerek zorla yerleşilen ev ve mülkler de var.”

Kilise bu konuyu Başbakan'a kadar götürse ve bu sorunu ele almak, Hristiyan ailelere haklarını iade etmek için komisyonlar oluşturmuş olsa da, Keldani Birliği İdari Kurulu Başkanı’na göre bu komisyonlar somut bir sonuç üretmediler. Başkan’a göre sadece Sayın Mukteda el-Sadr tarafından daha önce kurulan ve sadece Bağdat'ta 155'ten fazla mülkü iade edebilen komisyon bu konuda bir şeyler yapabildi, ama bu din adamlarının değil, devletin ve yasaların görevi. Yasalar sarsıldığında geriye aileyi tehditlerden korumak için zorunlu göçten başka bir çözüm kalmıyor.



Beyaz Saray yakınında silahlı saldırı: 2 ABD askeri vuruldu Beyaz Saray kapatıldı

Beyaz Saray (Arşiv - Reuters)
Beyaz Saray (Arşiv - Reuters)
TT

Beyaz Saray yakınında silahlı saldırı: 2 ABD askeri vuruldu Beyaz Saray kapatıldı

Beyaz Saray (Arşiv - Reuters)
Beyaz Saray (Arşiv - Reuters)

ABD medyası ABC News, Washington’da Beyaz Saray yakınında iki askerin silahlı saldırıya uğradığını bildirdi.

Beyaz Saray sözcüsü, Başkan Donald Trump’ın olay hakkında bilgilendirildiğini ve Beyaz Saray’ın kapatıldığını açıkladı.

ABD İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem ise iki Ulusal Muhafız mensubunun Washington’da silahlı saldırıya maruz kaldığını doğruladı, ancak detay vermedi.


İran, Hamaney sonrası döneme mi hazırlanıyor?

Hamaney'in resmi internet sitesinde yayınlanan, Salı akşamı dini törenlere katılımını gösteren fotoğraf
Hamaney'in resmi internet sitesinde yayınlanan, Salı akşamı dini törenlere katılımını gösteren fotoğraf
TT

İran, Hamaney sonrası döneme mi hazırlanıyor?

Hamaney'in resmi internet sitesinde yayınlanan, Salı akşamı dini törenlere katılımını gösteren fotoğraf
Hamaney'in resmi internet sitesinde yayınlanan, Salı akşamı dini törenlere katılımını gösteren fotoğraf

Financial Times, İran’daki elit çevrelerde özellikle Batı ve Arap ülkeleriyle ilişkiler konusunda dış politikanın yeniden şekillendirilmesi gerektiğine dair tartışmaların arttığını bildirdi. Bu tartışmalar, Haziran ayında İsrail ile yaşanan 12 günlük savaşın ardından gündeme geldi.

Habere göre, İran elitleri arasında bir değişim gözlemleniyor; devrimin ikinci kuşağı, üst düzey yetkililer ve yönetim içi önemli isimler bu tartışmalara dahil. Lider Ali Hamaney’in (86) görünürlüğü, İsrailli yetkililerin suikast tehdidi sonrası azaldı ve Hamaney’in yerine geçecek liderle ilgili spekülasyonlar gündeme geldi.

İçerideki pragmatik sesler arasında yer alan Hamza Safavi, İran’ın ABD ve İsrail’e karşı tutumunu yeniden değerlendirmesi gerektiğini vurguluyor ve Çin modelinden örnek veriyor. Eski parlamento üyesi Fazile Haşimi ise Washington ile diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasını ve İran’ın daha açık bir sisteme doğru adım atmasını savunuyor.

Şarku’l Avsat’ın Financial Times’tan aktardığı analize göre bu tartışmaların kısa vadede sınırlı etkisi olabileceğini, ancak Hamaney sonrası dönemin temel fikir ve nüfuz mücadelesini şimdiden şekillendirdiğini belirtiyor. Halkın, ideolojik çatışmaların ekonomik ve yaşam standartları üzerindeki etkilerinden endişeli olduğu vurgulanıyor.


Katz–Zamir geriliminin tırmanmasının nedeni Netanyahu’nun gizli planı mı?

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (solda) ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir (İsrail Savunma Bakanlığı)
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (solda) ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir (İsrail Savunma Bakanlığı)
TT

Katz–Zamir geriliminin tırmanmasının nedeni Netanyahu’nun gizli planı mı?

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (solda) ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir (İsrail Savunma Bakanlığı)
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (solda) ve Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir (İsrail Savunma Bakanlığı)

İsrail Savunma Bakanı Yoav Katz ile Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun ofisinde düzenlenen uzlaşı toplantısında bir araya gelmiş olsalar da aralarındaki gerilim dinmedi. Tartışma, İsrail kamuoyunda büyük tepki yaratırken yorumcular bunu “öğretmenin çocukların kavgasından keyif aldığı bir anaokulu”na benzetiyor.

Anlaşmazlık, Zamir’in 7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısı sırasında yaşanan “büyük başarısızlıktan” sorumlu tuttukları üst düzey subaylara ceza vermesiyle başladı. Savunma Bakanı Katz ise bu kararların kendisine danışılmadan alındığını söyleyerek uygulamayı reddetti. Uzmanlara göre konu artık yalnızca iki isim arasındaki bir çekişme değil; hükümet ile güvenlik kurumları arasındaki güç mücadelesine dönüşmüş durumda.

Netanyahu’nun bu krizi kendi lehine kullanmaya çalıştığı belirtiliyor. Başbakanın, yaklaşan Likud iç seçimleri öncesinde Katz’ın parti içindeki konumunu zayıflatmak, aynı zamanda Zamir’in ordudaki konumunu da tartışmalı hâle getirmek istediği ifade ediliyor.

Gerilim son olarak dün gece doruğa ulaştı. Netanyahu, iki tarafı barıştırmak için Katz ve Zamir’i birlikte toplantıya çağırdı. Ancak Katz toplantıya zamanında gelmedi ve iki ayrı görüşme yapılmasını tercih ettiğini bildirdi. Netanyahu’nun da bu talebi kabul ettiği aktarıldı.

Netanyahu’dan iki tarafa da mesajlar

Başbakanlık çevreleri, basına yapılan sızıntılarla iki tarafa da mesajlar iletti. Medyaya yansıyan haberlere göre Netanyahu, Katz’ın “Genelkurmay Başkanıyla gereksiz çatışma çıkardığını ve aşırı şekilde saygısız davrandığını” düşünüyor. Öte yandan başka sızıntılarda Netanyahu’nun, “Zamir’in atanmasının hata olduğunu düşündüğü, bağımsız hareket ettiği ve görev öncesi verdiği sözlerden döndüğü” iddia edildi.

fgthy
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yisrael Katz, bir ordu karargahındabir araya geliyor. (İsrail hükümeti)

Bu sızıntılar kamuoyunda tartışma yaratınca, bu kez “askerî çevrelerin kasıtlı olarak gerilimi artırmak için bilgi sızdırdığı” iddia edildi. Netanyahu’ya yakın isimler, başbakanın Katz’ı da Zamir’i de görevden almayı planlamadığını savundu.

Çatışmanın kökeni

Gerilim, Zamir’in Hamas saldırısı sırasında güney cephesinden sorumlu komutanlara disiplin cezaları vermesi ve terfi listesini bakanlığa danışmadan hazırlamasıyla büyüdü. Katz, buna karşılık terfileri askıya aldı ve ordu içi incelemelerin yeniden araştırılmasını içeren başka bir komisyon kurdu.

Zamir, yapılan tüm atama ve cezaların “profesyonel askerî kararlar” olduğunu savunurken, Katz bunu “otoriteye başkaldırı” olarak niteliyor. Netanyahu ise hem Zamir’i “bakanı yok saymakla”, hem de Katz’ı “gerilimi tırmandırmakla” eleştirdi.

Orduyu suçlama stratejisi

Haaretz gazetesi, yaşananları “7 Ekim hükümetinin tüm sorumluluğu orduya yükleme çabasının” bir parçası olarak değerlendirdi. Gazete, hükümetin “kamuoyunun orduya güvenini sarsmayı, atamaları siyasallaştırmayı ve Genelkurmay Başkanı’nı küçük düşürmeyi” amaçladığını iddia etti.

Strateji uzmanı Efrahim Ganor da Maariv’e yaptığı açıklamada, yaşananların “devlet güvenliğini tehlikeye atan bir skandal” olduğunu belirterek, “Gerçek bir devlet adamı önceliğini güvenliğe ve ülkenin geleceğine verirdi” dedi.

Lapid’den Netanyahu’yu sıkıştıracak hamle

İsrail muhalefet lideri Yair Lapid, gelecek hafta ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze krizinin çözümü ve rehinelerin serbest bırakılması için sunduğu 20 maddelik planı Knesset’e oylatacağını açıkladı. Lapid’in amacı, bu plana karşı çıkan koalisyon partilerini zor durumda bırakarak Netanyahu’yu ABD yönetimi karşısında sıkıştırmak.

Lapid, muhalefetteki ortağı Avigdor Liberman’ı da plana destek vermeye ikna etmeye çalışıyor. “İsrail halkı, Başkan Trump’ın rehinelerin serbest bırakılması için yürüttüğü cesur girişime minnettardır” diyen Lapid, tüm partilere plana destek çağrısı yaptı.