Iraklı Hristiyanlar ayaklarıyla yeni bir çıkış kitabı yazıyorlar

Silahlı güçler onların mallarına el koydu ve ülkedeki ebedi varlıklarını tehdit etti, zorla yerinden edilmeleri sonucu sayıları nüfusun dörtte birinden bile az bir düzeye indi.

Hristiyanlar, az sayıda olmaları ve barışçıl bir sivil hayata inanmaları nedeniyle en çok etkilenen grup oldu (AFP)
Hristiyanlar, az sayıda olmaları ve barışçıl bir sivil hayata inanmaları nedeniyle en çok etkilenen grup oldu (AFP)
TT

Iraklı Hristiyanlar ayaklarıyla yeni bir çıkış kitabı yazıyorlar

Hristiyanlar, az sayıda olmaları ve barışçıl bir sivil hayata inanmaları nedeniyle en çok etkilenen grup oldu (AFP)
Hristiyanlar, az sayıda olmaları ve barışçıl bir sivil hayata inanmaları nedeniyle en çok etkilenen grup oldu (AFP)

Sabah Nahi

“Zaman davamız ve Irak'taki varlığımızın lehine değil.” Iraklı Hristiyanlar, onlarca yıl boyunca anavatanlarında güvenli bir şekilde yaşamalarının ardından bu kanaate vardılar. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Ruhani ve siyasi liderlerinin bir çoğu da bu söylemi tekrarladılar. Oysa Hristiyanlar ülkenin en eski bileşeni ve kiliseleri ile manastırları Irak şehirlerine yayılıyor. Hristiyan el-Hire şehri, ikinci halife Ömer bin Hattab zamanında kurulan Basra ve Kufe'den daha eski. Muvahhid müminler olarak diğerleriyle ilişkileri iyi olmayı sürdürdü ve yüzyıllarca bir arada yaşadılar. Öyle ki Irak Arapları onları ve onlara yakın olan Mandailer/Sabiîleri “Irak topraklarının tuzu” diye adlandırdılar. Ancak geçen yüzyılın ellili yıllarının sonunda, Cumhuriyet döneminde, siyasetin insanların zihinlerini ve kalplerini bozması ile birlikte her şey değişti ve altüst oldu. Hristiyanlar, sayılarının az olması ve barışçıl bir sivil hayata inanmaları nedeniyle bundan en fazla etkilenen grup oldu. Barışçıl oldukları için çok azı orduya katılıyor, çoğu serbest mesleklerde çalışıyor ya da eğitim ve sağlık alanlarına, yahut devlet memurluklarına yönelerek ülkedeki orta sınıfın çekirdeğini oluşturuyorlardı.

Hristiyanlar ve savaş

Ardından 2003 yılındaki tufan yaşandı ve mezhepçi savaşların tezahürleri görülmeye başladı. Savaş Iraklı Hristiyanların evlerine ateş düşürdü,  bu ateşin alevleri kiliseleri ile manastırlarına da uzandı. Güvenlik ve hayatta kalma kaygısıyla bir zorunlu göç yolculuğu başladı ve bunun sonucunda hayatları daha da kötüleşti ve mallarını kaybettiler. Ancak eski milletvekili ve Asurili siyasetçi, Asur Hareketi Genel Sekreteri Younadam Yousef Kanna şunu söylüyor: “Hristiyan mallarına el konulması bu dönemde başlamadı. Bilakis, önceki rejimin son günlerinde, binlerce ailenin göç etmesinden sonra başladı. Ancak bu durum 2003'ten 2011'e kadarki sürede daha da kötüleşti. Mezhep temelli çatışmalar, hiçbir yasal statüsü olmayan bazı silahlı milis gruplar için halkı korkutmak, göç etmeye veya ev ve mallarını çok ucuz fiyatlara satmaya zorlamak için bir fırsattı.” Şunu da ekliyor: “Bağdat'ta 25 mahallemiz vardı. Başkentte yarım milyondan fazla Hristiyanın oluşturduğu bir nüfus ağırlığımız vardı. Bugünse Bağdat'taki Hristiyanların sayıları 150 bini geçmiyor. Nedeni de başkentteki zayıf hukuki durum. Nitekim Bağdat'ta ya da (örneğin) Basra'da DEAŞ ya da el-Kaide yokken de, 4 bin Hristiyan ailenin yaşadığı Basra'da sadece 300 aile kalmıştı. Yani Basra’da nüfusun yüzde 10'undan daha azken, Bağdat'ta kalanların sayısı ise tüm Hristiyanların yüzde 15'inden bile az.”

Sözlerini şöyle sürdürüyor: “Mülk ve mallara el konulduğu dönemde, Maliki hükümeti, Hristiyan evlerine yasadışı olarak el koyan bazı kişileri evlerden çıkarma konusunda bizimle iş birliği yaptı, ancak daha sonra onları yargıya bıraktı. Failler, yasaların etrafından dolanarak veya “hükmen sahiplenme” denilen, gıyabi kararlar çıkarma yoluyla yargıyı aldattılar. Bugün de Yargıtay’ın bizimle iş birliği yapmasına, hükmen sahiplenme kararlarının alınmasını zorlaştırma yönünde daha sıkı talimatlar vermesine rağmen, özellikle emlak ofisi sahipleri ve onlarla iş birliği yapan avukatlar ile birlikte kanunları deliyorlar. Ardından binanın keşfini yapıp yıkımını gerçekleştiriyorlar. Böylece yeni bir bina inşa edilip kiralanıyor ya da arsa konut inşası için parsellere bölünüp üzerine birden fazla bina inşa ediliyor. Hırsızları caydıracak güçlü bir yasal otorite yok. Ayrıca bürokratik işlemler ve yasaların delinmesi sorunun bugüne kadar sürmesine yol açtı.”

Yahudilerden daha kötü

Eski milletvekili Younadam Kanna daha da ileri giderek şunu söylüyor: “Bağdat’taki Hristiyanların durumu, 1950’lerde Bağdat’ı terk eden Iraklı Yahudilerin durumundan daha kötü. Çünkü Yahudi malları ve mülkleri hakkında bir kanun çıkarıldı ve bunlar devlet malı haline getirildi veya devletin kontrolü altına alındı. Hristiyanlara ait mal ve mülklere gelince, sahte alım-satım sözleşmeleri yapıldı. Bu Bağdat’ta, şu anda Musul'da, ayrıca bir ölçüde Basra'da da yaşandı. Hükümet bu konuyu araştırmak için bir komisyon kurdu ve insanlar bunu sosyal medyada tartışıyorlar ki bu çok büyük bir hata. Komisyonda 11 kişi var ama komisyonun bir çözüm üretme gücü yok. Kendisine çözdüğü tek bir vakayı açıklaması için meydan okuyorum. Krizin üzerinden tek bir çözüm bulunmadan iki yıl geçti.”

Eski Hristiyan milletvekili, krizin sadece Hristiyanları değil, toplumun tamamını etkilediğini belirttiği bir boyutunu daha ortaya koyarak şöyle dedi: “Emlak kayıt bürolarındaki yaygın yolsuzluklara da dikkat çekmeliyim. Bu bürolar kayıtlarla oynamak, kaybedilmiş göstermek ve gayrimenkuller ile ilgili benzeri sahtekarlıklar konusunda avukatlar ve diğerleri ile iş birliği yapıyorlar. Bu sahtekarlıklar özellikle değerli, Bağdat'ta veya başka bir şehirde önemli bir bölgede bulunan gayrimenkulleri hedef alıyor. Emlak kayıt büroları, gayrimenkul alım satımıyla uğraşan emlakçı ve komisyoncular ile de iş birliği yapıyorlar.”

Hiçbir çözüm kalmayacak

Irak ve dünyadaki Keldani Katolikleri Patriği Louis Raphael Birinci Sako ise Independent Arabia’ya şunu vurguladı: “Ülkedeki anormal koşulları istismar eden yasadışı güçlerin ele geçirdiği Hristiyan mallarından iade edilenlerin oranı yüzde 5-10’u geçmiyor. Hristiyanların durumunun hâlâ endişe verici olduğunu ve mecliste temsil edilmelerine rağmen dışlanmış bir unsur olarak varlıklarının tehdit altında olduğunu kesin bir şekilde söyleyebilirim. Dahası meclisteki Hristiyan temsili tüm Hristiyanları ve çoğunluğunu temsil etmiyor, belirli bir silahlı siyasi taraf tarafından kendisine el konulmuş. Hristiyanlar ayrıca kabinede biri kadın biri erkek, iki bakan tarafından da temsil ediliyorlar, ancak onlar da bu özel güce tabiler. Hatta memurluklar veya il meclisleri dahi aynı silahlı grubun elindeyken, genel olarak Hristiyanlar dışlanmış durumda.”

Keldani Birliği İdari Kurulu Başkanı Profesör Gazi İbrahim Raho ise şunu vurguluyor: “Iraklı Hristiyanlar sürekli göç veriyor. Ürdün'e her hafta 8-10 aile gidiyor. Bu sürekli kan kaybının birkaç nedeni var; birincisi, Hristiyan topraklarına ve mallarına el konulması. Mezhepsel temelli savaştan sonra güvenlik arayışıyla Irak'ı terk eden ailelerin yanı sıra DEAŞ’ın Irak’a girişi ile ayrılan aileler de var. Ninova Ovası'nda çeşitli silahlı güçler ile milis gruplarının kontrolünde olan topraklar var. Bunlar toprakların yüzde 65'inden fazlasını kontrol ediyorlar. Bağdat, Basra ve Musul'da da Hristiyan ailelere ait yüzlerce ev, dükkân ve bina gibi gayrimenkule el konuldu.” Raho şunu da ekledi: “Bu ihlaller, sahtecilik ve dolandırıcılık da dahil olmak üzere devlet dairelerinde çeşitli şekillerde işlendi. Iraklı Hristiyan aileler hakkında, mülk sahibinin imzaladığı ve ödemediği senetler olduğu gerekçesiyle şikâyetlerde bulunuyor ve davalar açılıyor, ardından senetlerin ödenmesi gerekçesiyle gayrimenkullere el konulup satılıyor. Dahası kapıları kırılarak, içindekilerle birlikte gasp edilerek zorla yerleşilen ev ve mülkler de var.”

Kilise bu konuyu Başbakan'a kadar götürse ve bu sorunu ele almak, Hristiyan ailelere haklarını iade etmek için komisyonlar oluşturmuş olsa da, Keldani Birliği İdari Kurulu Başkanı’na göre bu komisyonlar somut bir sonuç üretmediler. Başkan’a göre sadece Sayın Mukteda el-Sadr tarafından daha önce kurulan ve sadece Bağdat'ta 155'ten fazla mülkü iade edebilen komisyon bu konuda bir şeyler yapabildi, ama bu din adamlarının değil, devletin ve yasaların görevi. Yasalar sarsıldığında geriye aileyi tehditlerden korumak için zorunlu göçten başka bir çözüm kalmıyor.



Beyaz Saray yakınlarındaki saldırıyı gerçekleştiren Rahmanullah Lakanwal kimdir?

Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız mensubunu hedef alan silahlı saldırının gerçekleştiği yerde bekleyen kolluk kuvvetleri (EPA)
Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız mensubunu hedef alan silahlı saldırının gerçekleştiği yerde bekleyen kolluk kuvvetleri (EPA)
TT

Beyaz Saray yakınlarındaki saldırıyı gerçekleştiren Rahmanullah Lakanwal kimdir?

Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız mensubunu hedef alan silahlı saldırının gerçekleştiği yerde bekleyen kolluk kuvvetleri (EPA)
Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız mensubunu hedef alan silahlı saldırının gerçekleştiği yerde bekleyen kolluk kuvvetleri (EPA)

Aralarında AP’nin de bulunduğu Amerikan medya kuruluşları, Beyaz Saray yakınlarında iki Ulusal Muhafız mensubunun vurulmasıyla ilgili olarak aranan şüphelinin Rahmanullah Lakanwal adlı, Eylül 2021’de ABD’ye giriş yapan Afgan kökenli bir kişi olduğunu bildirdi.

ABD güvenlik güçleri, dün Beyaz Saray’dan birkaç sokak ötede iki askere ateş açtığından şüphelenilen kişiyi kısa süre içinde gözaltına aldı. ABD Başkanı Donald Trump, şüpheliyi ‘hayvan’ olarak nitelendirdi.

Şarku’l Avsat’ın AP’den aktardığına göre saldırı, Beyaz Saray’ın kuzeybatısında, bir metro istasyonu yakınlarında meydana geldi. Olayın ardından kimliği henüz açıklanmayan iki Ulusal Muhafız görevlisinin vurulduğu bildirildi.

Rahmanullah Lakanwal kimdir?

New York Post’un emniyet kaynaklarına dayandırdığı habere göre, saldırganın 29 yaşındaki Afgan vatandaşı Rahmanullah Lakanwal olduğu belirtildi.

Lakanwal’ın 2021 yılında ABD güçlerinin Afganistan’dan çekilmesi sırasında ülkeye giriş yaptığı ifade edildi.

Olayla ilgili güvenlik kaynakları, şüphelinin metro istasyonu yakınında pusuya yattığını ve saat 14.15 sularında önce bir askerin göğsüne ve başına ateş ederek saldırdığını aktardı. Ardından ikinci askeri de vurduğu, bölgede konuşlu üçüncü bir muhafızın müdahalesiyle etkisiz hâle getirildiği kaydedildi.

Saldırganın dört kurşunla vurulduğu, ambulansla yarı çıplak halde hastaneye kaldırıldığı ve olayın münferit bir saldırı olarak değerlendirildiği bildirildi.

Lakanwal’ın ülkede Operation Allies Welcome (Müttefikleri Karşılama Operasyonu) programı kapsamında bulunduğu ve Washington eyaletinin Bellingham kentine yerleştirildiği ifade edildi.

ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth, saldırının ardından Başkan Trump’ın başkent Washington’a 500 ek Ulusal Muhafız askeri konuşlandırılması talimatı verdiğini açıkladı. Hegseth, “Bu olay Beyaz Saray’ın birkaç adım ötesinde gerçekleşti. Bu durum böyle devam etmeyecek” dedi.


‘Şimdi harca, sonra öde’ stratejisi, Starmer hükümetini mali erteleme tuzağına düşürüyor

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Avam Kamarası'nda konuşma yapıyor. (Reuters)
Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Avam Kamarası'nda konuşma yapıyor. (Reuters)
TT

‘Şimdi harca, sonra öde’ stratejisi, Starmer hükümetini mali erteleme tuzağına düşürüyor

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Avam Kamarası'nda konuşma yapıyor. (Reuters)
Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Londra'daki Avam Kamarası'nda konuşma yapıyor. (Reuters)

Birleşik Krallık Maliye Bakanı Rachel Reeves, değer olarak ‘devasa’ ancak yapısı bakımından alışılmışın dışında bir bütçe sundu. Bütçe, geçen yıl yapılan artışa yakın seviyede, 26 milyar sterlinlik (34 milyar dolar) büyük bir vergi artışı içeriyor. Ancak bu bütçe, kısa vadede borçlanmayı artırmaya ve halk arasında popüler olmayan vergi artışlarına dayanırken, harcama disiplinini sağlama önlemlerini parlamentonun son yıllarına erteleyen alışılmadık bir yaklaşıma sahip.

Bu yaklaşım, Birleşik Krallık Finansal Araştırmalar Enstitüsü’nün (IFS) tanımıyla ‘şimdi harca, sonra öde’ stratejisini temsil ediyor. Buna göre, ek harcamalar şu anda yapılırken, gelecekte harcama disiplinini sağlamak ve vergi artışlarını uygulamak için verilen vaatler üzerinden mali denge sağlanması hedefleniyor.

Reeves’in bütçesi tahvil piyasalarını yatıştırmış olabilir, ancak yüksek vergilerin İngilizlerin yaşam standardı üzerindeki etkilerini hafifletmesi veya ülke genelindeki olumsuz ruh halini ve partisinin sıkıntılarını kısa vadede gidermesi pek olası değil. Reeves’in açıkladığı vergi artışları, resmi bütçe tahminlerini hazırlayan kurum tarafından da, yaşam standartları üzerinde ciddi etkiler yaratabileceği uyarısına yol açtı. Ayrıca bütçenin hazırlık sürecindeki kaotik durum (Bütçe Sorumluluk Ofisi’nin, Reeves konuşmasını yapmadan önce tüm temel detayları yanlışlıkla internet üzerinden yayımlaması) İşçi Partisi milletvekillerini hükümetin yönetim kapasitesi konusunda ikna etmedi.

frgt
Birleşik Krallık Maliye Bakanı Rachel Reeves, hükümetin yıllık bütçe sunumu sırasında Londra'daki Avam Kamarası'nda konuşuyor. (AFP)

Bütçe Sorumluluk Ofisi (OBR) Başkanı Richard Hughes bugün, hem Reeves’e hem de Avam Kamarası Maliye Komitesi Başkanı’na yazdığı bir mektupta, OBR’nin Kasım 2025 ekonomik ve mali tahminlerine ‘yanlışlıkla’ 26 Kasım’da erişim sağlanmasına izin verdiğini belirtti.

Vergi dilimlerinin erimesi

OBR’nin tahminlerinde öne çıkan sürpriz, Reeves’in beklenmedik şekilde kamu harcamalarını artırma baskısıyla karşılaşması oldu. Yükselen enflasyon tahminleri, hükümeti sosyal yardım ödenekleri ve devlet emekli maaşları için ayrılan bütçeyi artırmaya ve özel eğitim ihtiyaçlarını finanse etme baskısını tanımaya zorladı.

Ancak durumu dengelemek için bu ek harcamalar, vergi gelirlerindeki artışla karşılandı. Bu artış yeni vergilerden kaynaklanmadı; temel sebep ‘vergi dilimlerinin erimesi’ fenomeniydi. Bu durum, hükümetin vergi dilimlerini dondurduğu sırada, enflasyon nedeniyle nominal ücretlerin artmasıyla, daha fazla kişinin otomatik olarak daha yüksek vergi dilimlerine girmesi anlamına geliyor. Böylece, resmi bir vergi artışı yapılmadan hazine gelirleri artıyor.

Bu dinamikler, Rachel Reeves’in büyük mali zorluğu aşmasını sağladı. Beklenmedik gelirler sayesinde, bütçe için mali rezervi 22 milyar sterline çıkarma kararı aldı. IFS, bu adımı ‘akıllıca’ olarak nitelendiriyor; çünkü 2026 yılında meydana gelebilecek ekonomik şoklara karşı bir güvence sağlıyor.

Taahhütleri aşan vergi paketi

Reeves, iki amaçla vergi artışı yaptı; mali rezervi güçlendirmek ve ek tahmini harcamaları finanse etmek, bunların başında ise evrensel kredi sisteminde iki çocuk sınırının kaldırılması yer alıyor. Ana gelir vergisi oranlarını, katma değer vergisini veya ulusal sigorta katkılarını artırmaktan kaçındı. Bunun yerine, kişisel vergi dilimlerinin dondurulmasını 2030-2031’e kadar üç yıl daha uzatarak milyonlarca kişiyi ya vergi ödemeye ya da daha yüksek gelir dilimine taşımayı seçti. Bu uzatma, ulusal sigorta eşiklerini de kapsayarak İşçi Partisi’nin seçim taahhüdünü ihlal ediyor ve açık bir şekilde ‘çalışanlar’ üzerinde vergi artışı anlamına geliyor. Buna ek olarak, emeklilik katkıları, yatırım gelirleri ve sermaye kazançlarındaki diğer artışlar, tasarruf ve yatırım teşviklerini zayıflatıyor.

Mali disiplinin güvenilirliği

Bu bütçede asıl belirleyici konu, açıklanan mali disiplin paketinin güvenilirliği oluyor. Kesintiler vaat edilmiş olsa da, önümüzdeki üç yılda borçlanmanın hâlâ beklenenden yüksek olması öngörülüyor. Borçlanmanın önceki tahminlerin altına düşmeye başlaması ancak 2029-2030 yıllarında mümkün olacak ve bu tamamen ertelenmiş vergi artışları ile gelecek harcama inceleme döneminde verilen disiplin vaatlerine dayanıyor. Kısa vadede ek borçlanma ve harcama uygulanabilir görünse de, özellikle yaklaşan seçimler öncesi harcama disiplininin sağlanabilirliği büyük ölçüde şüpheyle karşılanıyor. IFS’ye göre bu bütçe, toplam vergi yükünü 2030-2031’de gayri safi yurt içi hasılanın (GSYİH) yüzde 38,3’üne çıkarıyor; bu, mevcut parlamentoda açıklanan vergi artışlarının onlarca yılın en yüksek seviyesi anlamına geliyor.

Kısmi reformlar

Bütçe, bazı olumlu adımlar da içeriyor. Büyük aileleri desteklemek amacıyla iki çocuk sınırının kaldırılması, çocuk yoksulluğunu azaltmaya yönelik etkili bir uygulama olarak öne çıkıyor. Ayrıca özel eğitim harcamalarının aşılması riskinin yerel yönetimlerden merkezi hükümete aktarılması, hükümetin reform yapma teşviklerini artırıyor ve şeffaflığa doğru bir adım olarak değerlendiriliyor. Ancak bütçe, net bir büyüme planı olmaksızın kısa vadeli istikrarı hedefliyor.

axsd
Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ve Maliye Bakanı Rachel Reeves, hükümetin bütçe sunumu sırasında Avam Kamarası'nda görülüyor. (AFP)

Özetle bu bütçe, Başbakan Keir Starmer liderliğindeki İşçi Partisi hükümetinin karşı karşıya olduğu zor ikilemi gözler önüne seriyor. Hükümet, uzun süren kriz dönemlerinin ardından kamu hizmetlerini yeniden inşa etme ve istikrar sağlama sözü verirken, piyasaları yatıştırmak ve gelirleri güvence altına almak için onlarca yılın en yüksek vergi artışını kabul etmek zorunda kalıyor. Bu adım, kreditörler açısından mali disiplin anlamına gelse de, seçmenler üzerinde büyük bir baskı yaratıyor ve ciddi bir siyasi zorluk oluşturuyor. Ek harcamalar, parti içindeki sol kanadı sakinleştirmek için hızlıca geçirildi, ancak acı veren mali önlemler ve gerçek harcama disiplini gelecek seçimlerden sonrasına ertelendi. Bu ‘ertelenmiş disiplin’ yaklaşımı, partinin güvenilirliğini tehlikeye atıyor ve Starmer’ın vaat ettiği değişimi gerçekleştirme görevini zorlaştırıyor; finansal istikrarın gerçek maliyeti, esas olarak mevcut dönemi takip eden dönemlere bırakılıyor.


Trump’ın desteklediği Filistin asıllı Honduras’ın Cumhurbaşkanlığı yarışında Nasri Asfura kim?

Honduras cumhurbaşkanı adayı Nasri Asfoura, Honduras'ın Tegucigalpa kentinde Ulusal Parti kampanyasının kapanış etkinliğinde konuşuyor (EPA)
Honduras cumhurbaşkanı adayı Nasri Asfoura, Honduras'ın Tegucigalpa kentinde Ulusal Parti kampanyasının kapanış etkinliğinde konuşuyor (EPA)
TT

Trump’ın desteklediği Filistin asıllı Honduras’ın Cumhurbaşkanlığı yarışında Nasri Asfura kim?

Honduras cumhurbaşkanı adayı Nasri Asfoura, Honduras'ın Tegucigalpa kentinde Ulusal Parti kampanyasının kapanış etkinliğinde konuşuyor (EPA)
Honduras cumhurbaşkanı adayı Nasri Asfoura, Honduras'ın Tegucigalpa kentinde Ulusal Parti kampanyasının kapanış etkinliğinde konuşuyor (EPA)

Filistin kökenli Nasri Asfura, destekçileri arasında “Tito” olarak bilinen, bu yıl Honduras’ta cumhurbaşkanlığı yarışına büyük bir ilgiyle girdi. Amerikan Başkanı Donald Trump’ın kendisine verdiği açık destek, kampanyasının yatırım politikaları ve ekonomik istikrar üzerinde yoğunlaşacağına dair güçlü bir işaret olarak değerlendiriliyor. Bu destek aynı zamanda Tegucigalpa–Washington ilişkilerinin geleceğine ilişkin soru işaretlerini de artırmış durumda.

Asfura, kampanyasını halkın dikkatini çeken “Papi a la Orden” (“Papi hizmetinizde”) sloganıyla yürütüyor. “Latin American Report”un aktardığına göre bu slogan, seçmene yakın duran, hizmete hazır bir lider imajı yaratarak geleneksel adaylara karşı duygusal bir avantaj sağlıyor.

Filistinli göçmenlerin çocuğu

1958’de Filistinli göçmen bir ailede doğan Asfura, üniversitede yarıda bıraktığı inşaat mühendisliği eğitiminden sonra iş hayatına inşaat sektöründe başladı. Ardından siyasete girerek parlamentoda görev yaptı ve 2014–2022 yılları arasında başkent Tegucigalpa’nın belediye başkanlığını üstlendi. Bu dönemde trafik akışını iyileştirmeye yönelik altyapı projeleriyle dikkat çekti; ancak aynı dönemde kentte yaklaşık 400 ağacın kaybedildiği de kaydedildi.

df
Fotoğraf: AFP

Asfura, 2021’de Ulusal Parti adına ilk kez başkanlığa aday oldu ancak seçimi kaybetti. Buna rağmen parti içinde yükselişini sürdürerek 2025 seçimlerinde ana aday olarak yarışıyor.

Yasal tartışmalar ve parti geçmişi

Belediye başkanlığı döneminde kamu fonlarından 1 milyon dolardan fazla kaynağı kötüye kullanmakla suçlanan Asfura; zimmet, kara para aklama ve sahte belge kullanma iddialarıyla karşı karşıya kaldı. Ancak tüm suçlamalar daha sonra düşürüldü.

s
Tegucigalpa'daki son seçim mitinginde bir kare (AFP)

Bu süreç, Ulusal Parti’nin yıpranmış siciliyle de ilişkilendiriliyor. Nitekim partinin eski başkanı ve Honduras’ın eski devlet başkanı Juan Orlando Hernández, ABD’de uyuşturucu kaçakçılığıyla bağlantılı suçlardan hüküm giymişti.

Yatırım ve güvenlik odaklı bir program

“AS-COA” raporuna göre Asfura’nın seçim programı; yabancı yatırımı çekmek amacıyla serbest ticaret bölgeleri, sanayi parkları, ulaşım ve enerji altyapısının güçlendirilmesi ile 10 yıl içinde 550 bin sosyal konut inşa edilmesini içeriyor.

Güvenlik alanında ise polis teşkilatının yolsuzlukla mücadele ve insan hakları konularında eğitilmesi, hassas bölgelerde ortak güvenlik güçlerinin artırılması ve gasp şebekelerini çökertmek için uzman birimler oluşturulması öngörülüyor.

Tito'yu kimler destekliyor?

“Americas Quarterly”e göre Asfura; devlet memurları, ordu ve polis üst kademesi, Tegucigalpa sakinleri, Evanjelik seçmenler ve daha önceki projelerinden yararlanan ekonomik elitler tarafından destekleniyor. Trump’ın desteği ise kampanyasına stratejik bir boyut katıyor ve onu ekonomik istikrara odaklanan bir aday olarak güçlendiriyor.

Seçim şansı ve karşılaştığı engeller

Başkentte belirgin bir popülariteye sahip, deneyimli bir siyasetçi olsa da Asfura’nın karşısında önemli zorluklar var: muhalefet içindeki dağınıklık, geçmiş yolsuzluk iddiaları ve olası bir birleşik muhalefet oyu.

Ayrıca Honduras’ta 1982’de sivil yönetime geçilmesinden bu yana hiçbir parti arka arkaya üçten fazla başkanlık seçimi kazanamadı.

Rakibi: Salvador Nasralla

Asfura’nın en güçlü rakiplerinden biri, Liberal Parti adayı Salvador Nasralla. 2024’te istifa etmeden önce Xiomara Castro hükümetinde başkan yardımcılığı yapan Nasralla; siyasi deneyimi ve güçlü medya varlığıyla tanınıyor. “AS-COA” ve “Latin American Reports”a göre programı; sosyal adalet, yolsuzlukla mücadele, eğitim ve sağlık yatırımlarının artırılması, küçük ve orta ölçekli işletmelerin desteklenmesi ve şehirlerde istihdamın genişletilmesine odaklanıyor. Ayrıca seçimlerin şeffaflığı için uluslararası gözetim talep ediyor.

2025 seçimleri: Son yılların en çekişmeli yarışı

Muhalefetin birleşmesi hâlinde yarışın daha da kızışacağı değerlendiriliyor. Bu durum, 2025 Honduras seçimlerini uluslararası ilginin yoğunlaştığı, son yılların en tartışmalı seçimlerinden biri hâline getiriyor.

sdfr
Liberal Parti'nin cumhurbaşkanı adayı Salvador Nasralla, kampanyasının kapanış etkinliğini Honduras'ın San Pedro Sula kentinde gerçekleştirdi (AP)

Nasralla, 1953’te Tegucigalpa’da Lübnan kökenli bir ailede doğdu. Şili’de Katolik Üniversitesi’nde endüstri mühendisliği okudu ve işletme alanında yüksek lisans yaptı. Eğitimine ek olarak aldığı drama ve televizyon dersleri, ona güçlü bir medya kişiliği kazandırdı.

sd
Honduras'ın San Pedro Sula kentinde düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kapanış etkinliğinde Liberal Parti destekçileri Salvador Nasralla için slogan attı (AP).

Önceki seçimlerde oyların yüzde 57’si sayıldığında, Nasralla’nın oyların yüzde 45’inden fazlasını aldığı ve mevcut Başkan Juan Orlando Hernández’in yaklaşık yüzde 40’ta kaldığı açıklanmıştı. Önceki beklentiler Hernández’in zaferine işaret etse de Nasralla kendine güvenini korumuş ve “Ben Honduras’ın seçilmiş başkanıyım” mesajını paylaşmıştı.

2025 yarışı da benzer şekilde büyük çekişmeye sahne olacak gibi görünüyor.