Cumhurbaşkanı Erdoğan: Güvensizlik ve huzursuzluk ortamına müsaade etmedik, etmeyeceğiz

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Türkiye'nin her ne surette olursa olsun bir güvensizlik ve huzursuzluk ortamına sürüklenmesine müsaade etmedik, etmeyeceğiz" dedi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (AA)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (AA)
TT

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Güvensizlik ve huzursuzluk ortamına müsaade etmedik, etmeyeceğiz

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (AA)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (AA)

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Tekirdağ Valiliği önündeki meydanda düzenlenen mitingde yaptığı konuşmada, Tekirdağ'ın tüm ilçelerine selamlarını gönderdi.

Murat Hüdavendigar'ın yadigarı olan ilin kendilerinin göz bebeği olduğunu, Tekirdağ'a hasbi ve yürekten bağlı olduklarını dile getiren Erdoğan, "3 Kasım 2002'den beri Tekirdağ'ın tercihi ne olursa olsun şehrimizi hiçbir zaman ihmal etmedik, kaderine terk etmedik. Her fırsatta Tekirdağ'ın misafiri olduk, ya partimizin kongreleri ya toplu açılış törenleri ya da seçim mitinglerimiz vesilesiyle şehrimize sık sık geldik, sizlerle hasret giderdik. Son olarak bundan 8 ay önce Tekirdağlı kardeşlerimizle birlikteydik. 14-28 Mayıs seçimlerinde temennimiz Tekirdağ'da Cumhur İttifakı'nın renkleriyle boyamaktı. Ancak bu arzumuzu maalesef gerçekleştiremedik." diye konuştu.

Bu nedenle kendilerini ve projelerini Tekirdağlı vatandaşlara tam olarak anlatamadıklarını, Tekirdağ'ı ikna etmeye yetersiz kaldıklarını düşündüklerini söyleyen Erdoğan, "Bu eksiğimizi 31 Mart Mahalli İdareler Seçimleri'nde telafi etmeye var mıyız? Bunun için önümüzde 50 gün var. Bu 50 günü çok iyi değerlendirmemiz lazım. Hata varsa düzeltecek, sıkıntı varsa giderecek şayet insanımıza ulaşma noktasında engeller varsa mutlaka aşacağız." ifadelerini kullandı.

"Hangi siyasi partiden olursa olsun seçmen velinimetimizdir"

Cumhurbaşkanı Erdoğan çok daha fazla sayıda Tekirdağlının gönlüne girmenin yollarını arayacaklarına dikkati çekerek, şöyle devam etti:

Ama hiçbir şart altında, tercihinden dolayı milletimizi asla yargılamayacak, milletimize karşı kesinlikle hürmetsizlik etmeyeceğiz. Kardeşlerim şunu bir kez daha samimiyetle ifade etmek isterim: Biz ayıran ve ayrıştıran değil, birleştiren bir anlayışla siyaset yapıyoruz. Biz, muhalefet gibi hatayı, kusuru, yanlışı, oy tercihinden dolayı seçmende değil, daima kendimizde arıyoruz. Bize oy versin veya vermesin, sandığa giden, özgür iradesini ortaya koyan kullandığı oyla demokrasimizin gücüne güç katan her bir vatandaşımızın başımızın üzerinde yeri vardır, hangi siyasi partiden olursa olsun seçmen velinimetimizdir.

"Bizde CHP'li belediye başkanları gibi milleti tehdit etmek olmaz"

Partilerini ve ittifaklarını rakiplerden ayıran temel vasıflarının bu olduğunun altını çizen Erdoğan, şunları kaydetti:

Bizde, CHP gibi vatandaşa 'Tıpış tıpış gideceksiniz, oyunuzu vereceksiniz.' diyen kibirli bir dil olamaz. Bizde oy tercihleri sebebiyle insanımızı 'makarnacı, kömürcü, göbeğini kaşıyan adam' yaftası vurarak aşağılama olmaz. Bizde sırf kendisine rey vermedi diye depremzedelere hakaret etmek, mağdurları gecenin bir yarısında kapı dışarı atmak olmaz. Bizde CHP'li belediye başkanları gibi 'Oy yoksa hizmet de yok' diye milleti açık açık tehdit etmek olmaz. Meselenin trajikomik tarafı CHP zihniyetinin sadece oy vermeyenlere değil, yüksek oranlarda oy veren il ve ilçelerimize dahi hizmet etmemesidir.

"Türkiye'yi yönetmeye namzet gördükleri zatı kendi partilerini yönetmeye yeterli görmediler"

Erdoğan, Tekirdağ Valiliği önündeki meydanda düzenlenen mitingde yaptığı konuşmada, beceriksizlik, iş bilmezlik ve ideolojik bağnazlığın CHP'yi esir aldığını, nereye ellerini atsalar orasının adeta kuruduğunu, çöktüğünü ve çürüdüğünü söyledi.

CHP'nin idare ettiği illerde vatandaşların vizyoner projelerle tanışmayı bırakın klasik belediyecilik hizmetlerini bile almakta zorlandığına dikkati çeken Erdoğan, "Düşünebiliyor musunuz? Millet görev vermiş, yetki vermiş, imkan vermiş ama bunlar çıkıyor, temel atmamakla, asfalt dökmemekle, yol yapmamakla övünebiliyor. Kimi, belediye başkanı olduğu şehre fırsat bulursa veya yolu düşerse uğruyor. Yönetimdeki zafiyetlerinin faturasını ise ya hükümete ya vatandaşa keserek kendi kusurlarını örtmeye çalışıyor." diye konuştu.

Erdoğan, 14 ve 28 Mayıs'taki seçim süreci ile sonrasında buna bir kez daha şahit olduklarını dile getirerek, şöyle devam etti:

Depremzedelerimize bugün bile hatırladıkça onlar adına hicap duyduğumuz hakaretleri savurmaktan çekinmediler ama bir kez olsun kendilerini hesaba çekmediler. Bir defa bile egolarını ayaklar altına alıp vatandaşa öz eleştiri vermediler. Millete parmak sallamadan önce şöyle aynanın karşısına geçip, 'Acaba biz nerede hata yapıyoruz?' sorusunu kendilerine sormadılar. Bir günah keçisi bulup hiçbir şey olmamış gibi pişkince yollarına devam ettiler. Son seçim yenilgisinde tüm faturayı '13'üncü Cumhurbaşkanımız' diyerek yere göğe sığdıramadıkları Bay Kemal'e kestiler. Türkiye'yi yönetmeye namzet gördükleri zatı kendi partilerini yönetmeye yeterli görmediler.

"Anadolu insanını hiçbir zaman hizmete ve hürmete layık bulmadılar"

CHP başta olmak üzere muhalefetin mazisine bakıldığında bunun gibi sayısız garabet ve skandallarla karşılaşılacağını belirten Erdoğan, Türkiye'de CHP'nin tarihinin aynı zamanda millete ve milli iradeye meydan okumanın, milletin değerleriyle kavga etmenin tarihi olduğunu söyledi.

Erdoğan, CHP'nin Anadolu insanını hiçbir zaman hizmete ve hürmete layık bulmadığını dile getirerek, "Biraz emek verip, çalışıp, ter döküp seçmenin kalbini ve zihnini kazanmak yerine her zaman kolaya kaçtılar. Kimi zaman vesayet odaklarından kimi zaman emperyalist güçlerden kimi zaman da son seçimlerde olduğu gibi terör baronlarından medet umdular. Aylarca Kandil'deki terör elebaşları bunlar için açıkça oy istedi. Öyle mi? Kandil'den oy istediler. Benim Tekirdağlı kardeşim, Kandil'den oy isteyenlerin uzantılarına oy verir mi?" ifadelerini kullandı.

Seçimlere 50 gün kaldığını hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "50 gün sonra sandıklarda bunlara gereken cevabı vermeye hazır mıyız? CHP ve şürekasından bir kez olsun bu utanmazlığa itiraz gelmedi. Bugün de kapalı kapılar ardında bölücü örgütün uzaktan kumanda ettiği yapılarla, dikkat edin çay demlemiyorsunuz ha, demlenerek seçim kazanmanın hesabını yapıyorlar. Niçin bu tür yollara tevessül ediyorlar biliyor musunuz? Çünkü bunların millete ve milli iradeye saygıları yok." diye konuştu.

"Bunlarda demokrasiye ve demokrasi kültürüne bağlılık yok"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Kadınlar ile 31 Mart'ta sandıkları patlatacaklarına inandığını belirterek, şunları söyledi:

Bunlarda demokrasiye ve demokrasi kültürüne bağlılık yok. Bunlarda kendini vatandaşa karşı sorumlu hissetme duygusu yok. Bunlarda istişare etmek, sokağa kulak vermek gibi bir alışkanlık yok. Bunlarda hatasından dolayı milletten helallik isteme diye bir erdem yok. Bunlarda Türkiye'yi büyütmek, Türkiye'ye ufuk çizmek, ülkemizin önünü açmak, şehirlerimizi yeni yatırımlarla geliştirmek gibi bir dert yok. Peki bunun yerine ne var? Tek parti dönemi faşizmine özlem var. Vatandaşa tepeden bakma hastalığı var. Terör örgütlerine şaşı bakma zihniyeti var. Siyasi ikballeri için her şeyi yapma omurgasızlığı var. Seçim meydanlarında tutamayacakları sözleri verme hainliği var. Çantada keklik gördükleri kupon belediyeler için meydan muharebesi verme ihtirası var. Bir de iradesine haciz koydukları vatandaşlarımızı korkutmak, ürkütmek, endişelerini istismar etmek var. Gençler, bugüne kadar hep bunu yaptılar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Yalan ve istismar siyasetiyle bir şekilde gemilerini yürüttüler. Köken, inanç, meşrep, mezhep ve hayat tarzı üzerinden insanımıza korku salarak bir şekilde siyasi kariyerlerini garanti altına aldılar ama artık millet nazarında tüm kredilerini bitirmiş, sıfırı tüketmişlerdir." şeklinde konuştu.

"Önümüzdeki 50 gün boyunca her zamankinden çok daha fazla çalışacağız"

Erdoğan, Tekirdağ Valiliği önündeki meydanda düzenlenen mitingde yaptığı konuşmada, CHP'nin istismar ve korku siyasetinin, 31 Mart'ta son bulacağını belirterek, AK Parti ve Cumhur İttifakı'nın bu süreci kolaylaştıracağını söyledi.

Önlerindeki 50 gün boyunca her zamankinden çok daha fazla çalışacaklarını dile getiren Erdoğan, "Ana kademe çok daha fazla çalışmaya var mıyız? Kadın kolları, çok daha fazla çalışmaya var mıyız? Gençler çok daha fazla çalışmaya var mıyız?" diye sordu, mitinge katılanlar da "Evet" diye yanıtladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, başkalarının fitne girişimlerine karşı kimseyi ötekileştirmeyeceklerini, kutuplaştıranlardan ve gerilimi körükleyenlerden değil, kucaklaştıranlardan ve kardeşliği savunanlardan olacaklarını anlattı.

Hiçbir ayrım gözetmeden milletin tüm fertlerini bağırlarına basacaklarını ve Türkiye Yüzyılı'nın inşası için gece gündüz demeden çalışacaklarını ifade eden Erdoğan, hiçbir engelin kendilerini yollarından alıkoymasına izin vermeyeceklerini dile getirdi.

"Bir tanesi yakalandı, diğerlerini de inşallah yakalayacağız"

Erdoğan, dün AK Parti Küçükçekmece Belediye Başkan adayı Aziz Yeniay'ın seçim çalışmaları esnasında gerçekleşen menfur olayı bir kez daha lanetlediğini vurgulayarak, şöyle konuştu:

Saldırıda yaralanan vatandaşımıza Rabb'imden acil şifalar diliyorum. İstanbul Emniyetimiz ve İstanbul Başsavcılığımız gerekli tahkikatı titizlikle yürütmektedir. Türkiye'nin her ne surette olursa olsun bir güvensizlik ve huzursuzluk ortamına sürüklenmesine müsaade etmedik, etmeyeceğiz. Son 21 yıldır olduğu gibi terör örgütleriyle suç şebekeleriyle çetelerle şehir eşkıyalarıyla milletimizin canına ve malına kasteden tüm alçaklarla mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz. Bu vesileyle dünkü hadise sonrasında farklı mecralardan geçmiş olsun dileklerini ileten tüm siyasi parti genel başkanlarına teşekkür ediyorum. Siyaset kurumunun bu konudaki hassas ve sorumlu tavrını demokrasimiz adına takdirle karşıladığımızı burada tekrar ifade etmek istiyorum. Bir tanesi yakalandı şu anda, diğerlerini de inşallah yakalayacağız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybeden AK Parti İstanbul İl Kadın Kolları Başkan Yardımcısı Fatma Sevim Baltacı'ya da rahmet diyerek, ailesine ve parti teşkilatına başsağlığı dileklerini iletti.

"Devletimizin şefkat eli deprem bölgesinin her daim üzerindedir"

Geçen hafta "asrın felaketi" olarak nitelenen 6 Şubat depremlerinin 1. yılı olduğunu anımsatan Erdoğan, "53 binden fazla canımızı toprağa verdiğimiz bu büyük afetin yıl dönümünü deprem bölgesinde geçirdik. Depremzedelerimizle kucaklaştık, dertleştik." ifadesini kullandı.

Bu zor günde devlet olarak depremzedelerin yanlarında olduklarını, acılarını samimiyetle paylaştıklarını gösterdiklerini anlatan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

Hükümetimizin deprem bölgesini asla ihmal etmediğini ve etmeyeceğini çok açık ve net biçimde ziyaretimizde bir kez daha ortaya koyduk. Bu vesileyle yapımı tamamlanan afet konutları ve köy evleri kuralarını çekerek, hak sahibi kardeşlerimize teslim ettik. Yani yalan yok, laf ola beri gele yok ve şu anda bütün illerimizi dolaşıyoruz ve hak sahiplerine de konutlarını teslim ediyoruz. Ziyaret ettiğim 5 ilimizde bizzat teslim ettiğimiz konut ve köy evi sayısı 31 binden fazladır. Deprem turistleri görmese ve kabul etmese de devletimizin şefkat eli deprem bölgesinin her daim üzerindedir. Durmak yok, durmak yok. Bu gerçeği yurt dışından bölgeyi ziyarete gelen yabancı basın mensupları da açıkça dile getirmektedir. Sadece 11 ilimizi ve 14 milyon insanımızı değil, 85 milyon olarak hepimizi acıya boğan bu afetin üstesinden Allah'ın izniyle geliyoruz ve geleceğiz. Her zaman söylediğimiz gibi gideni geri getiremeyiz ama maddi zararları telafi etmek mümkündür.

"31 Mart'tan sonra kentsel dönüşüm süreçlerini daha da hızlandıracağız"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu sürecin kendilerine hatırlattığı en önemli hususun, depreme dayanıklı binalar ve konutlar yapmaları gerektiği olduğunu kaydetti.

TOKİ vasıtasıyla son 21 yılda 1 milyon 300 binden fazla konut üreterek bu konuda ciddi mesafe katettiklerine dikkati çeken Erdoğan, "Aynı şekilde kentsel dönüşüm projelerini destekleyerek, teşvik ederek hukuki süreçlerini basitleştirerek kararlılığımızı ispat ettik." değerlendirmesinde bulundu.

Erdoğan, tüm bunların, muhalefetin engelleme çabalarına rağmen yapıldığına vurgu yaparak, şöyle devam etti:

Sizler de gayet iyi biliyorsunuz TOKİ ve kentsel dönüşüm meselesinde bize demediklerini bırakmadılar. Vatandaşımızın zihnini bulandırmak için ortaya olmadık yalanlar attılar. Mahalle ve apartman sakinlerini örgütleyerek, kışkırtarak, hukuki destek altında provoke ederek kentsel dönüşüm projelerini provoke ettiler. Reklama verdikleri önemin yarısını yönettikleri şehirlerin depreme dirençli hale getirilmesine vermediler. Kentsel dönüşümle şehrini depreme hazırlamak yerine vatandaşın önüne geçip eylem yapan, nümayiş belediye başkanları bile gördük. Maalesef aynı aymazlığı bugün de sergiliyorlar. Daha 1 sene önce yaşadığımız büyük acıya ve yıkıma rağmen illerimizi afetlere hazırlamak konusunda elle tutulur somut hiçbir adım atmıyorlar. Benzer çarpık bakış açısının Tekirdağ'da da olduğunun farkındayım. 31 Mart'tan sonra hükümet, belediye el ele vermek suretiyle işbirliği içinde kentsel dönüşüm süreçlerini daha da hızlandıracağız. Çarpık ve sağlıksız yapılaşmanın yaygın olduğu, deprem riski yüksek illerimize daha fazla yoğunlaşacağız.

"Genç, dinamik bir yapıyla Tekirdağ'ı ayağa kaldıracağız"

Tekirdağ Valiliği önündeki meydanda düzenlenen mitingde konuşan Erdoğan, Tekirdağ'ı, Cumhur İttifakı Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkan adayı Cüneyt Yüksel'le tüm ilçelerde el ele vermek suretiyle yeniden ayağa kaldıracaklarını söyledi.

"Yeniden Tekirdağ" dediklerini ifade eden Erdoğan, "Genç, dinamik bir yapıyla Tekirdağ'da merkezi yönetim ve Tekirdağ Belediyemiz, el ele vereceğiz ve Tekirdağ'ı ayağa kaldıracağız. Tekirdağ'ın da bu süreçte bizlere destek vereceğine, bu mücadelemizde bizleri yalnız bırakmayacağına inanıyorum. Biz, Tekirdağ'ı tıpkı hükümet işlerinde olduğu gibi yerel yönetim tarafında da hak ettiği hizmetlerle buluşturmak istiyoruz. Tekirdağ'ın AK Parti ve Cumhur İttifakı'nın gerçek belediyecilik vizyonuna acil ihtiyacı olduğu açıktır. İnşallah 31 Mart yerel seçimleri bu noktada, Tekirdağ'ımız için bir milat olacaktır." diye konuştu.

Erdoğan, Tekirdağlıların 31 Mart'ta sandıklara gittiğinde en doğru, en isabetli kararı vereceğinden şüphe duymadığını dile getirerek, meydandakilere, "Gençler öyle mi? Şimdi Tekirdağ'a soruyorum, hazır mıyız? Tekirdağ, 31 Mart'ta Türkiye Yüzyılı şehirleri için hazır mıyız? 31 Mart'ta Türkiye Yüzyılı şehirleri için kararlı mıyız? 31 Mart'ta gerçek belediyeciliği tercih ediyor muyuz? Bunun için seçim gününe kadar kapı kapı dolaşmaya var mıyız? Büyük ve güçlü Türkiye vizyonumuza sıkı sıkıya sahip çıkmaya var mıyız? Seçim akşamı Tekirdağ'la birlikte Türkiye haritasını Cumhur İttifakı'nın renkleriyle boyamaya var mıyız?" sorularını yöneltti.

Meydandakilerin, "Evet" yanıtı üzerine Erdoğan, "Rabb'im hepinizden razı olsun." karşılığını verdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, hizmet ve eser siyasetlerinin en yakın şahidinin Tekirdağ olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

Son 21 yılda Tekirdağ'a güncel rakamlarla toplamda 157 milyar liralık yatırım yaptık. 4 bin 149 adet yeni derslik inşa ettik. Namık Kemal Üniversitesini ilimize kazandırdık. 4 bin 973 kapasiteli yükseköğrenim yurt binaları açtık. Şehrimize farklı branşlarda toplam 45 spor tesisi yaptık. Şehrimiz için Tekirdağ'da, Hayrabolu'da ve 2 tane Çorlu'da olmak üzere toplam 7 millet bahçesi projemiz bulunuyor. Çorlu ve Süleymanpaşa, Yavuz millet bahçemizin yapımını tamamladık. Diğer millet bahçelerimizin projelendirme çalışmaları devam ediyor. İnşallah en kısa sürede tamamlamayı hedefliyoruz. Kentsel dönüşümde riskli yapı olarak tespit edilen 2 bin 919 konut ve 469 iş yerinin dönüşümünü sağladık.

İktidara geldiklerinde Takirdağ'da 2 adet atık su arıtma tesisiyle nüfusun yüzde 21'ine hizmet verilirken bugün 19 atık su arıtma tesisiyle nüfusun tamamına hizmet götürüldüğüne işaret eden Erdoğan, "Şehrimizdeki ihtiyaç sahibi vatandaşlarımıza toplam 3,5 milyar liralık sosyal yardım yaptık. Sağlıkta, toplamda 1546 yataklı, 15'i hastaneden oluşan toplam 33 sağlık tesisi inşa ettik. Bunları biz yaptık. Ülkemize kazandırdığımız 17'nci şehir hastanemiz olan Tekirdağ Şehir Hastanemizi tamamlayıp Fehmi Cumalıoğlu Şehir Hastanesini Tekirdağ'ın hizmetine sunduk. 100 yataklı Kapaklı Devlet Hastanemizin inşası devam ediyor. Tekirdağ'ımız için ihale, proje ve arsa aşamasında 16 adet sağlık tesisimiz bulunuyor. 86 kilometreden devraldığımız bölünmüş yol uzunluğunu 323 kilometre ilaveyle 409 kilometreye çıkardık." ifadelerini kullandı.

"Trafikte azalma sağlayarak zaman ve yakıt kayıplarının önüne geçeceğiz"

Erdoğan, Kınalı-Tekirdağ-Çanakkale-Savaştepe Otoyolu projesinin şehir ve bölge için çok mühim olduğunu vurgulayarak, "Bu otoyolumuzun Malkara, Çanakkale, 1915 Çanakkale Köprüsü dahil, kesimini ne yaptık? Tamamladık. Kınalı-Malkara kesiminin de tamamlanmasıyla trafikte azalma sağlayarak zaman ve yakıt kayıplarının önüne geçeceğiz. Yapımı süren Kuzey Marmara Otoyolu'nun Başakşehir-Nakkaş arası ile Kınalı-Malkara Otoyolu kesiminin bitirilmesiyle Marmara Bölgesi'nin otoyol ringi tamamlanmış olacak." diye konuştu.

Kapaklı Köprülü Kavşağı ve bağlantı yollarını tamamladıklarını dile getiren Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

İstanbul, Halkalı, Pehlivanköy, Demirköprü ve Pehlivanköy Hudut arasındaki demir yolunu yenileyerek modernize ettik. 31 kilometre uzunluğundaki Tekirdağ-Muratlı arasındaki demir yolunu çift hatlı, elektrikli ve sinyalli hale getirdik. Asya-Avrupa koridorunun ilk parçasını oluşturan Halkalı-Kapıkule hızlı tren projemizle ilgili çalışmalarımız devam ediyor. İki kesimden oluşan bu projenin 153 kilometrelik Çerkezköy Kapıkule kesimi ve 76 kilometrelik Halkalı-Çerkezköy hattındaki çalışmalar devam ediyor. Şehrimiz için önemi yüksek bir diğer projemiz Tekirdağ-Çerkezköy Lojistik Merkezi İntermodal Terminali projesidir. Projenin etüt, fizibilite ve operasyonel plan çalışmaları ile kamulaştırması büyük oranda bitti, yapım ihalesi için çalışmalarımız sürüyor.

"Tekirdağlı çiftçilerimize toplamda 6,2 milyar lira tarımsal destek verdik"

Erdoğan, Tekirdağ Valiliği önündeki meydanda düzenlenen mitingde yaptığı konuşmada, Tekirdağlı çiftçilere toplamda 6,2 milyar lira tarımsal destek verdiklerini aktardı.

Tekirdağ'da 3 baraj, 2 gölet, 2 yeraltı depolama tesisi ile 4 gölet ve 7 atık su arıtma tesisini hizmete aldıklarına işaret eden Erdoğan, son 21 yılda inşa ettikleri sulama tesisleriyle 30 bin dekar zirai araziyi sulamaya açtıklarını dile getirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, hayata geçirdikleri projelerle Ergene Nehri'nin su kalitesinde iyileşme sağlandığını ve kirliliğin azaldığını belirterek, Ergene Havzası'nda son teknolojiye sahip 18 ileri biyolojik atık su arıtma tesisi inşa edip hepsini hizmete aldıklarını, bu 18 tesisin 11'ini Tekirdağ'da yaptıklarını ifade etti.

Tekirdağ'a son 21 yılda 14 yeni organize sanayi bölgesi, 2 endüstri bölgesi, 1 teknopark ve 54 araştırma geliştirme merkezi kurduklarını anlatan Erdoğan, şehrin bütün ilçelerine doğal gaz arzını verdiklerini kaydetti.

"Siyasetteki gayemiz, mensubu olmaktan şeref duyduğumuz aziz milletimize aşkla hizmettir"

Bunların 21 yılda şehre kazandırdıkları yatırım, hizmet, proje ve eserlerin sadece özeti olduğuna dikkati çeken Erdoğan, şöyle devam etti:

Şehrimizin eksiklerini giderme, ihtiyaçlarını karşılama, sorunlarına çözüm bulma noktasında çok daha fazlasını yaptığımızı sizler zaten biliyorsunuz. Şunu lütfen unutmayın: Bizim siyasetteki gayemiz, mensubu olmaktan şeref duyduğumuz aziz milletimize aşkla hizmettir. 81 vilayetin tamamı, 780 bin kilometrekarenin tamamı bizim nazarımızda aynıdır, eşittir. Biz Türkiye'yi bir bütün olarak kalkındırmanın, büyütmenin, yüceltmenin çabasındayız. Tüm bu mücadeleyi koltuk veya siyasi ikbal uğruna değil, evlatlarımıza daha müreffeh, daha güçlü ve itibarlı bir Türkiye bırakmak için yapıyoruz. Biz ne diyoruz? 'Biz, bu millete efendi olmaya değil, hizmetkar olmaya geldik.

Erdoğan, her fani gibi kendilerinin de eksiği ve hatası olabileceğini, gücünü aşan sebeplerle ortaya çıkan bazı aksaklıkların bulunabileceğini belirterek, "Gün olacak bizler de emaneti sahibine teslim edeceğiz. İlanihaye yaşamak var mı, yok. İşte kızımız (Fatma Sevim Baltacı) kadın kollarımızda başkan yardımcısıydı. Dün akşam maalesef emaneti sahibine teslim etti. Şimdi de yetişebilirsem inşallah ben de cenaze merasimine yetişme arzusundayım. Yol arkadaşımız, dava arkadaşımız bu kardeşimizin cenazesinde bulunmak bizler için bir görev." dedi.

"Sadece hizmet edecek ehil isimleri aday olarak belirledik"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 85 milyonun her bir ferdinin, devletin bekası, milletin huzuru, evlatların aydınlık yarınları için döktükleri terin tanığı olduğunu vurguladı.

Erdoğan'ın "31 Mart'ta Tekirdağ'da artık bir yola ama yepyeni bir yola girelim.' diyorum. Öyleyse ne yapacağız, şu 50 günde çok çalışmaya var mıyız?" ifadesi üzerine alandaki katılımcılar, "evet" yanıtını verdi.

Tekirdağ'ın CHP'nin korku ve istismar üzerine kurulu esersizlik siyasetine mecbur ve mahkum olmadığının altını çizen Erdoğan, şu ifadeleri kullandı:

Tekirdağ, gelişme ve ilerleme yerine CHP'nin beceriksiz yönetimi altında hayatta kalma mücadelesi vermeye mahkum değildir. Tekirdağ'da muhalefetin sömürdüğü sahte ve sanal kaygılar hizmetin önüne artık geçmemelidir. Tekirdağ mevcut durumdan çok daha iyisini hak ediyor. Tekirdağ büyükşehir kimliğine uygun hizmetleri artık fazlasıyla hak ediyor. Gelin, hep birlikte Tekirdağ'ı içine düştüğü bu dehlizden çıkaralım. Gelin, Tekirdağ'ı Cumhur İttifakı'nın gerçek belediyecilik vizyonuyla buluşturalım. Bu konuda şehrimize her açıdan çağ atlatacak güçlü bir kadro kurduk. Başka hesaplar peşinde koşmadan, sadece hizmet edecek, her anınızda hep yanınızda olacak ehil isimleri aday olarak belirledik.

"31 Mart akşamı Tekirdağ'dan müjdeli haberler bekliyorum"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen günlerde tüm adayların tanıtımının yapıldığını, belediye başkan adaylarının tamamına güvendiklerini ve inandıklarını belirterek, "Kararlıyız ve kazanacağız." dedi.

Tekirdağ'ın tercihinin de başta büyükşehir olmak üzere bu sefer Cumhur İttifakı'ndan yana olmasını temenni ettiklerini dile getiren Erdoğan, "Büyükşehir ve ilçe belediye başkan adaylarımızı ben sizlere emanet ediyorum. 31 Mart akşamı Tekirdağ'dan müjdeli haberler bekliyorum." diye konuştu.

Erdoğan, alandaki katılımcılara yönelttiği "Tekirdağ, 31 Mart'ta gerçek belediyeciliği tercih ediyor muyuz? Tekirdağ, 31 Mart'ta Cumhur İttifakı'na destek veriyor muyuz?" sorulara gelen "evet" yanıtının ardından "Rabb'im yolumuzu, bahtımızı açık etsin. Rabb'im bizleri utandırmasın, mahcup etmesin." ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasına son vermeden önce alandakilerle beraber, "Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız." sözlerini tekrarladı.

Konuşmasının ardından Erdoğan, Cumhur İttifakı'nın Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkan adayı Cüneyt Yüksel ve ilçe belediye başkan adaylarıyla birlikte vatandaşları selamladı.

Mitinge, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Ticaret Bakanı Ömer Bolat, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da katıldı.



Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ortadoğu ve dünyadaki son gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulundu

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
TT

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ortadoğu ve dünyadaki son gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulundu

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)

İstanbul: İbrahim Hamidi

Türkiye'deki önemli siyasetçilerden biri olan Abdullah Gül, ülkesini hem içeriden hem de dışarıdan iyi tanıyor. Hem yurtiçinde hem yurtdışındaki okullarda eğitim alan Gül, aynı şekilde yurtiçinde ve yurtdışında profesyonel olarak çalıştı. Necmettin Erbakan'la birlikte Refah Partisi'nde (RP) siyaset yapan Gül, daha sonra Recep Tayyip Erdoğan'la birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AK Parti) kurdu.

Abdullah Gül, Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı gibi çeşitli mevkilerde görev aldı. 2007-2014 yılları arasında Çankaya Köşkü'nde ikamet etti ama buranın tutsağı olmadı. Görev süresinin sonunda cumhurbaşkanlığı görevini dostu Recep Tayyip Erdoğan'a devretti.

Akademisyen, siyasetçi, ekonomist, diplomat ve eski Cumhurbaşkanı olan Gül, Ortadoğu'daki birçok kritik kavşağın yaşandığı, Türkiye tarihinin önemli aşamalarından geçti. ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgali sırasında Başbakanlık görevinde olan Gül, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) Irak’ta savaşın patlak vermesi halinde, ABD askerlerinin Türkiye’deki üsleri kullanmasına izin verilmemesi kararı almasında öncü bir rol oynadı. Aynı şekilde 2008-2009 yılları arasında İsrail'in Gazze Şeridi’ne karşı yürüttüğü savaş ve 2011 yılında başlayan ‘Arap Baharı’ sırasında Cumhurbaşkanlığı görevindeydi.

Al-Majalla, Abdullah Gül ile İstanbul'da ormana bakan bir tepede bulunan ofisinde, Türkiye'deki iç siyasi ve ekonomik durumdan Ortadoğu'daki bölgesel savaş ihtimallerine kadar geniş bir yelpazede görüşlerini aktardığı kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdi.

İşte Şarku’l Avsat’n Al-Majalla‘dan aktardığı Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül röportajının tam metni:

*Önce Türkiye'deki gelişmeleri, ardından bölgesel ve uluslararası gelişmeleri konuşacağız. İç meseleler çerçevesinde geçtiğimiz yıl Türkiye'de cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri yapıldı, bu yıl ise yerel seçimler. Milletvekilliği, cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimlerin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip Erdoğan) geçtiğimiz yılki seçimlerde yeniden seçildi. Seçilmesiyle birlikte dış politikada ve ekonomik konularda bir değişim yaşandı. Seçimlerden sonra hem dış meselelerde hem de içeride ekonomik konularda benimsemeye başladığı pragmatik bakış açısıyla uyumlu olarak hükümette bazı yeni bakanlar atamaya başladı.

Yerel seçimlerde ise muhalefet partileri, özellikle nüfusun yoğun olduğu büyük şehirlerde ciddi oranda oy aldı. Bu sonuç, iktidar ile muhalefet arasında bir güç dengesi oluşmasına yol açtı.

*Muhalefetin kazançlı çıktığı yerel seçimlere bakıldığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bazı ekonomik reformları hayata geçirmesi kendisine pahalıya mal olmuş gibi görünüyor. Türkiye'de seçmenlerin en büyük kaygısı ekonomi mi?

Ekonomi, insanların hayatındaki en önemli faktördür. Bu açıdan bakıldığında, son seçimlerden önceki beş yılın ekonomik açıdan ve halkın ekonomik sorunlarıyla ilgilenilmesi açısından kötü geçtiğini söyleyebilirim.

Türkiye’nin iki yılda aldığı mülteci sayısı, Almanya'nın otuz yılda aldığından daha fazla.

Olan oldu ve enflasyon neredeyse yüzde 100'lere çıkmaya başladı.

*Bu reformlar bilinip kamuoyuna duyurulsa da sizce bunlar yeterli mi, yoksa ekonomik duruma dair hızla alınması gereken başka tedbirler olduğunu düşünüyor musunuz?

Başlatılan sürecin doğru bir süreç olduğunu ama daha önceki politikaların yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden hukukun üstünlüğü ve adaletin güçlendirilmesinin yanı sıra ekonominin ve halkın taleplerinin doğru şekilde ele alınması gibi yeni ve önemli pratik adımlar atılmalı.

xcdfrtg
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül (Al-Majalla)

Sizce şu an Türkiye’de hukukun üstünlüğü yok mu?

Ankara’da 2016 yılındaki başarısız darbe girişimi ve çeşitli dış siyasi ve ekonomik faktörler bu alandaki ilerlemeyi önemli ölçüde etkiledi. Cumhurbaşkanlığı görevimden ayrıldığım 2014 yılına kadar ciddi bir ilerleme kaydetmiştik, fakat o tarihten bu yana çeşitli faktörlerden dolayı bir gerileme yaşandı. Bu aksaklıkların etkili bir şekilde giderilmesi için doğru ve akılcı politikalara dönülmesi gerektiğinde şüphe yok. Şu an olan da bu.

*Toplumsal durumun her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de önemli olduğuna şüphe yok. Türkiye'deki toplumsal durumu nasıl görüyorsunuz? Sizce mülteciler, Türkiye'deki toplumsal durumda nerede yer alıyor?

Bu konular Türkiye'de oldukça garip karşılanıyor. Ancak bildiğiniz üzere Türkiye iki yıl gibi kısa bir sürede, Almanya'nın otuz yılda aldığından daha fazla mülteci aldı. Böylece Türkiye en çok mülteci alan ülkelerden biri haline geldi. Elbette bu durum, ülkedeki sosyal dokuyu etkiledi.

*Geçtiğimiz yıl Türkiye'ye yaptığım ziyaret sırasında Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile görüştüm. Sizce Suriyeli mülteciler gerçek bir sorun mu yoksa bu mesele Türkiye'deki siyasi güçler tarafından siyasi amaçlarla kullanılıyor mu?

Türk halkı bu konuda önemli ve ortak bir tutum sergiledi. Mültecilerle ilgili büyük çaplı bir tartışma yaşanmadı, sadece birkaç münferit olay meydana geldi. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri yapıldı. Hiçbir siyasi parti mülteci sorununu istismar etmedi. Son seçimlerde bu konu bir ölçüde öne çıksa da Türk halkı konuyu ele alışında genel olarak insancıl davrandı.

Aslında muhalefet partilerini- özellikle de ana muhalefet partisini- seçimler sırasında bu konuyu silah olarak kullanmadıkları için takdir ediyorum. Mülteci konusunun son derece politize edildiği Avrupa'da ise aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Erdoğan, Esed ve mülteciler

Suriyelilerin ülkelerine geri dönmesi meselesi sık sık gündeme getiriliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Suriyelilerin bir kısmının geri dönmesi gerçekten bir çözüm olabilir mi?

Bu konuda birçok kez konuştum. Mültecilerin hangi ülkeye giderlerse gitsinler kendilerini evlerinde hissetmediklerini söyledim, elbette vatanlarını, evlerini, tarlalarını, okullarını özlüyorlar. Bununla birlikte bu insanlar ev sahibi ülkede de bir süreliğine misafir ediliyorlar. Daha sonra örneğin, yabancıların yerel halkla rekabeti konusunda sosyal gerilimler ortaya çıkıyor. Dolayısıyla mülteciler, kendilerini bu konuda rahat ve güvende hissedecekleri uygun bir şekilde geri dönmeli.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye Devlet Başkanı Esed ile görüşme önerisi beni mutlu etti. Ancak her şeyden önce bölgede ve söz konusu ülkede barışın sağlanması önem taşıyor.

Ancak bu mültecilerden bazıları sığındıkları ya da yerlerinden edildikleri ülkede kalabiliyor. Bu durum ender değil, birçok kez görüldü. Ancak önemli olan bu insanların kendi ülkelerine ve rahat ettikleri gerçek orijinal ortamlarına nasıl döndükleri. Herkesin kendi vatanında, ülkesinde ve yakınları arasında rahat etmesini temenni ediyorum. Bu bakımdan ilgili tüm tarafları tatmin edecek şekilde, bu amaç doğrultusunda önemli girişimler ve projeler başlatılmalı.

*Cumhurbaşkanı Erdoğan son zamanlarda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile görüşmeye hazır olduğu yönünde açıklamalarda bulundu. Esed ile görüşmek istemesinin nedenlerinden birinin de mültecilerin geri dönüşü meselesi olduğu söyleniyor. Siz bu yaklaşım hakkında ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye Devlet Başkanı Esed ile görüşme önerisi beni mutlu etti. Ancak her şeyden önce bölgede ve söz konusu ülkede barışın sağlanması önem taşıyor. Eğer o ülkede barış ve sosyal uyum varsa, elbette yerinden edilenlerin çoğu gönüllü olarak ülkelerine dönmek isteyecektir. Ama eğer istikrar ve toplumsal barış yoksa, bu konuya öncelik verilebilir mi? Tabii bu konuda karar alma sorumluluğuna sahip bir konumda değilim.

*Esed-Erdoğan görüşmesi sizi memnun eder mi, yoksa birtakım çekinceleriniz var mı?

Eğer her iki taraf da samimi olarak bu görüşmenin gerçeklemesini istiyorsa, süreç dikkatle yönetilmeli. Taraflar arasında iletişime geçme iradesi varsa, geçmişteki anlaşmazlıkların üstesinden gelebilir ve ilişkilerinde yeni bir sayfa açabilirler. Ancak görüşmenin verimli geçmesi için kapsamlı bir ön hazırlık yapılması şart. Bunun için öncelikle tansiyonu düşürmek ve verimli görüşmelere zemin hazırlamak üzere diplomatik, bakanlık, siyasi ve güvenlik gibi farklı düzeylerde toplantılar yapılması gerekebilir. Esed ve Erdoğan ancak bu şekilde bir araya geldiklerinde, düğüm halinde bekleyen meselelerin çözümünde somut ilerleme kaydedebilirler. Eğer görüşme söz konusu hazırlıklar yapılmadan gerçekleşirse, çözüm bekleyen konuların tartışıldığı görüşme süreci rayından çıkarabilir.

Türkiye, Suriye topraklarının bütünlüğüne bağlı, bu birçok kez ifade edildi. Bu konuda hiçbir tereddüt yok.

*Kamuya açık ve kapalı kapılar ardında olmak üzere çeşitli toplantılar yapıldığını ve güvenlik teşkilatlarının başkanları arasında önemli gizli toplantılar gerçekleştiğini biliyoruz. Sanırım bu tür toplantılar Bağdat'ta, Moskova'da ve sınır bölgelerinde halen yapılmaya devam ediyor. Siyasi düzeyde temaslar da var. Esed'in, en azından Türk ordusunun Suriye topraklarından çekilmesi şartı yerine getirilmeden Erdoğan ile görüşmeyeceğini söylediği biliniyor. Esed'in Türk ordusunun Suriye topraklarından çekilmesi şartı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Her şeyden önce Türkiye’nin Suriye topraklarının bütünlüğüne bağlı olduğunun, bunun birçok kez ifade edildiğinin ve bu konuda hiçbir tereddüdün olmadığının bilinmesi gerekiyor. ‘Yeni Osmanlıcılık’ ve benzeri konularda ortaya atılan bazı söylentiler hakkında konuşmaya gerek yok. Türkiye, Suriye'nin egemenliği, toprak ve toplumsal bütünlüğü ile özgür olmasını istiyor.

Bu konuda hiçbir şüpheye yer yok. Dolayısıyla bu noktaya takılmadan sürece başlamalıyız. Çünkü bu konu zaman içinde bir noktada buluşmayı kolaylaştırabilir.

Türk askerleri neden Suriye’de konuşlandırıldı? Bir güvenlik ve terör boşluğu oluştuğu ve Türkiye’nin Suriye'nin güvenliğine zarar vermek ya da mevcut haritayı değiştirmek istemediği kesin. Bunun hem Suriyeli kardeşlerimiz hem de tüm dünya tarafından bilinmesi gerekiyor.

Bu konu Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Dışişleri Bakanımız ve ilgili tüm yetkililer tarafından dile getirildi, getiriliyor. Suriye'deki Türk askerlerinin ne zaman ve ne şekilde geri çekileceği konusu ise tartışılması gereken bir konudur. Tabii bu konuda karar alma sorumluluğuna sahip bir konumda değilim. Ancak tüm tarafları tatmin edecek şekilde sorunsuz ve net bir şekilde gerçekleşmesini umuyorum.

sdvfb
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Al-Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye açıklamalarda bulundu (Al-Majalla)

Aynı durum Irak için de geçerli. Belki bazı Iraklılar, Türk askerinin topraklarındaki varlığını ya da askeri operasyonlar düzenlemesini doğru bulmuyor olabilir. Ancak bu varlık, Irak topraklarındaki mevcut güvenlik boşluğundan kaynaklanıyor. Eğer Irak hükümeti bu sorunu çözebilseydi, Türk askerleri Irak topraklarına girmeyecekti. Bu, Suriye için de geçerli.

Kürtler

*Irak ve Suriye arasındaki karşılaştırmalar gerçekten de yerinde. Örneğin Başika'da bir Türk askeri üssü var ve Muhammed Şiya es-Sudani hükümetiyle PKK'ya karşı iş birliği yapılıyor. Bu açıdan Suriye’de en azından teröristlere ya da Kürtlere, özellikle de PKK ve YPG’ye karşı mücadelede Şam ile Ankara arasında iş birliği yapılabileceğini düşünüyor musunuz?

Her şeyden önce Kürtlerin bu bölgede, Suriye, Irak, İran ve Türkiye'de büyük bir etnik grup olduğunu kabul etmeliyiz. Kürtlerin ülkelerinde eşit vatandaşlar olmaları gerektiğini düşünüyorum. Özgürlükten ve yasalarla güvence altına alınan tüm haklardan yararlanmalılar. Bazı ülkelerdeki çeşitli zorluklara rağmen, Suriye'deki bazı Kürt topluluklarının tarihte ötekileştirildiği ve birçoğunun kimlik kartının dahi olmadığı unutulmamalı. Bununla birlikte, bir bütün olarak Kürt halkı ile terörist bir oluşum olarak PKK’yı birbirinden net bir şekilde ayırmalıyız.

PKK ve Abdullah Öcalan, 1970'li ve 1980'li yıllarda Suriye topraklarında faaliyet gösterdi. PKK, Ankara ve Şam arasında Adana Anlaşması'nın imzalandığı 1998 yılına kadar güvenlik ve istikrar boşluğunu istismar etmeye devam etti. Türkiye ve Suriye arasında terör örgütlerine karşı ortak eylem ve iş birliği konusuna gelince, bunun hem mümkün hem de gerekli olduğunu düşünüyorum. Adana Anlaşması'nın hükümleri bu tür bir iş birliğinin temelini oluşturabilir. Ancak teröristler ile ülkede yaşayan Kürt vatandaşları birbirinden ayırmak gerekiyor.

Kürt meselesiyle ilgili bir başka soru da şu: 1990'lı yılların sonlarında Türkiye, Irak'ın kuzeybatısında bir Kürt devleti kurulmasını önlemek için Suriye, Türkiye ve Irak arasında ‘üçlü koordinasyon’ olarak bilinen ittifaka katıldı. Türkiye ve Suriye arasındaki mevcut gerilime rağmen, Suriye'nin kuzeydoğusunda bir Kürt devletinin kurulmasının engellenmesi için ortak çabalar devam ediyor. Kürtlerin Türkiye, Suriye, İran ve Irak olmak üzere dört ülkede var olduğundan söz ettiniz. Sizce bir Kürt devletinin kurulmasını engellemek için bu dört ülke arasında koordinasyon olmalı mı?

Tabii ki tüm bu ülkeler, teröristler ile bu ülkelerde yaşayan ve tam ve eşit haklara sahip olması gereken vatandaşlar arasında net bir ayrım yapmak suretiyle, terörizm ve terör örgütleriyle mücadele konusunda koordinasyon içinde olabilirler. Ancak, bu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı hareketler ya da terör örgütleri varsa, aralarında koordinasyon kurulması kaçınılmaz hale gelir.

*Buna bir Kürt devletinin kurulmasını önlemeye yönelik bir koordinasyon da dahil mi?

Herhangi bir ülkede tüm vatandaşların güvenlik, özgürlük, egemenlik ve yasal haklardan faydalanması gerektiğini kabul etmeliyiz. İster Kürt ister başka bir milletten olsun, tüm vatandaşlara temel haklar tanınmalı. Fakat terörist ya da ayrılıkçı hareketler, insan haklarının meşru savunucuları olarak görülemez. Bu hareketler bazen Rusya ve Amerikalılar gibi dış güçler tarafından araç olarak kullanılabilir. Bununla birlikte, herhangi bir Kürt oluşumu İsrail tarafından potansiyel bir müttefik olarak görülecektir. Bundan dolayı ilgili ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden tüm ayrılıkçı ve terörist hareketlere kararlı bir şekilde müdahale edilmeli.

Esed'in yönetimde kalması

*İsrail konusuna döneceğim ama Arap Baharı ile ilgili iki sorum var. İlk sorum şu: Esed’in yönetimde kalmasına- ki Arap Baharı’nın yaşandığı ülkeler arasında yönetimde kalan tek başkan olduğuna inanıyorum- şaşırdınız mı?

Bunun şaşırtıcı olduğunu söyleyemem ama Arap Baharı’na tanık olan bölge ülkelerinin olumlu ya da olumsuz bir şekilde değiştiğini düşünüyorum.

Esed ile aranızdaki son temas ne zamandı?

2011 yılında Arap Baharı’nın başlangıcındaydı. Suriye'de görmek istediğim son şey, Suriye ordusu ile kendi halkından oluşan silahlı bir grup arasındaki çatışmaydı.

2012 yılında olaylar geliştikçe ve Rusya ile İran’ın kendi çıkarları için Suriye’deki çatışmaya dahil olmalarıyla birlikte, Suriye'de hızlı bir rejim değişikliğinin gerçekleşmesi olasılığından şüphe etmeye başladım. Rusya'nın Akdeniz'de geleneksel bir politikası olduğu, İran'ın ise ulusal çıkarlarına ulaşmada kendi ajandası olduğu biliniyor. Rusya ve İran'ın rejime destek vermeye devam edeceği açıktı, oysa Suriye'deki silahlı hareketler aynı düzeyde güçlü bir desteğe sahip değildi ve bu da dengesiz hesaplara yol açıyordu. Bu görüşümü hükümetimle paylaştım ve uluslararası forumlarda da dile getirerek, bu çatışmanın diplomatik veya siyasi çözüme yönelmeden çözülemeyeceğini vurguladım. Durumun bugün gördüğümüz gibi sonuçlanacağını, her şeyin olduğu gibi kalacağını tahmin ediyordum.

Filistin'in kendi içinde bile ister Batı Şeria'da ister Gazze'de olsun iki cephede bir bölünme var. Bu bölünmeler İsrail'i hesap vermeden hareket etmeye cesaretlendirdi.

Son ciddi girişimin 2012 yılında, BM ve Arap Birliği'nin ortak Suriye Özel Temsilcisi olarak atanan (eski BM Genel Sekreteri) Kofi Annan'dan geldiğini hatırlıyorum. 2012'de Chicago'da düzenlenen NATO zirvesi gibi uluslararası forumlarda yaptığım konuşmalarda bu çabanın Suriye'nin son şansı olduğunu vurguladım ve kendisini siyasi bir sürecin takip etmesini ümit ettim. Durumu gerçekten acı verici hale getiren 400 binden fazla ölü ile işlerin bu trajik noktaya ulaşması, beni derinden üzüyor.

Arap Baharı

*Arap Baharı ile ilgili bir sorunun ardından Gazze ve Lübnan'a geçeceğiz. Pek çok Arap ülkesinde yaşanan Arap Baharı’ndan 13 yıl sonra ne düşünüyorsunuz? Bu deneyimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekten bir Arap Baharı mıydı, yoksa sonbahar ya da karanlık bir kış mıydı?

Gençliğin ve Arap halklarının taleplerini kesinlikle meşru görüyordum. Bunu, onurlu bir yaşam için çabalayan ve iyi bir yönetim talep eden gençlerin ve vatandaşların asil bir hareketi olarak gördüm. Monarşiler de dahil olmak üzere bazı devletler, vatandaşlarının meşru taleplerinin çoğunu karşılamaya çalışarak krizi yönetebildiler. Seçilmiş diktatörler ise durumla gerektiği gibi başa çıkamadılar.

Arap Baharı’nın başarısız olduğunu düşünüyor musunuz?

Meselenin Tunus'ta başladığını ve Tunus'un şu anda geldiği noktayı, son Tunus seçimlerinde katılım oranının yüzde 27 civarında olduğunu gördüğümde, durum nasıl iyi olabilir? Raşid Gannuşi 83 yaşında ve daha önce seçimlere katılmış birisi. Bu adam şu anda cezaevinde.

*Sayın Cumhurbaşkanı Arap Baharı sizin için bir hayal kırıklığı mıydı?

Bir hayal kırıklığı değil ama işlerin vardığı noktaya üzülüyorum, çünkü Arap halklarının ekonomik ve sosyal anlamda iyi yaşama umutları ve arzuları var ve hükümetlerin hesap vermesini istiyorlardı. Arap halklarının Almanlar, Fransızlar, İngilizler veya diğerleri gibi ekonomik, siyasi, sosyal vb. konularda haklarını garanti altına alacak şekilde yaşama hakları yok mu? İşlerin bu noktaya gelmesi bizi üzüyor.

İsrail’in bombardımanları

*Bölgesel bir konuya geçelim. İsrail uçakları Suriye’de Şam'ı, Yemen'de Hudeyde'yi bombaladı ve şu an Beyrut'u ve Gazze Şeridi’ni bombalıyor. Aynı şekilde Batı Şeria'yı, Irak'ı ve İran'ı bombaladı. Bu tabloyu nasıl görüyorsunuz?

Bunun için derin bir üzüntü duyuyorum. Bölgedeki İslam ülkeleri birlik içinde değil, aksine derinden bölünmüş durumdalar. Filistin'in kendi içinde bile ister Batı Şeria’da ister Gazze’de olsun iki cephede bölünme var. Bu bölünmeler, İsrail'i hesap vermeden hareket etmeye cesaretlendirdi. Bölge ülkeleri arasında birlik ve beraberliğin yokluğu aslında İsrail'e bu şekilde hareket etme konusunda tarihi bir fırsat sundu.

*7 Ekim, Hamas saldırısının birinci yıl dönümüydü. 7 Ekim’i nasıl görüyorsunuz?

Silahsız ve masum sivillere yönelik saldırıları hiçbir şekilde desteklemiyorum. Ancak BM Genel Sekreteri António Guterres'in bu bağlamda söyledikleri, konunun anlaşılması açısından oldukça önemli; bu saldırılar durduk yere ortaya çıkmadı.

İsrail'in tüm politikaları 1967 sınırlarına çekilmesi meselesini ortadan kaldırmaya yöneliktir. İsrail hükümeti tüm eylemleriyle bu meseleyi bitirmek istiyor

İsrail onlarca yıldır Filistin topraklarını hukuka aykırı ve haksız bir şekilde işgal ediyor. Üstelik İsrail, Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararlarına rağmen, Batı Şeria'da acımasız bir yerleşim politikası uyguluyor.

İsrail makamları sistematik ve sürekli bir şekilde Filistinlileri topraklarını terk etmeye zorluyor. Tüm bu zulümle birlikte insanlar sürekli olarak onurlarından ve temel haklarından mahrum bırakıldıklarında kendi kendilerine “Her halükârda sona doğru gidiyoruz, o halde hep birlikte ölelim” diyebilirler. İnsanların hakları elinden alındığında veya onlara insan muamelesi yapılmadığında, direniş hareketlerinin ortaya çıkması doğaldır. Gerçekte olan da budur.

*Hizbullah liderlerini öldüren ve Lübnan'ı bombalayan İsrail şimdi Lübnan'da ne istiyor?

İsrail'in tüm politikaları 1967 sınırlarına çekilmesi meselesini ortadan kaldırmaya yöneliktir. Tüm eylemleriyle bu meseleyi bitirmek istiyor, dolayısıyla bunun önünde bulunan tüm kısıtlamaları kaldırmak istiyor.

dvf
Hatay'ın Türkiye-Suriye sınırındaki Reyhanlı ilçesi yakınlarında Suriyeli bir mülteci, 10 Ağustos 2012 (AFP)

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2006 yılında onayladığı 1701 sayılı kararda İsrail’in çekilmesi ve Hizbullah’ın silahsızlandırılması kabul edildi. Ama işgal bitmeyince mücadele ve direniş başladı. Zira bu konu diğeriyle bağlantılıdır.

O halde çözüm 1701 sayılı karar mı?

Sadece 1701 değil, bu konudaki en son düzenleme olduğu için, kendisini zikrettim, esas olan 1967 sınırları ile ilgili 242 sayılı karardır. Ben sadece Lübnan meselesiyle ilgili olarak 1701'den bahsettim.

*Türkiye'nin son dönemde İsrail'in ‘Vadedilmiş Toprakları’ elde etmek istediği yönündeki açıklamalarını nasıl yorumluyorsunuz? Bildiğiniz gibi geçtiğimiz günlerde TBMM'de İsrail'in Vadedilmiş Toprakları ele geçirmeye yönelik bir planı olduğuna ve Türkiye'ye karşı tehdit oluşturduğuna dair bir oturum yapıldı. Bir bütün olarak bu söylem hakkında ne düşünüyorsunuz?

Modası geçmiş hayaller olduğu için bu ideolojik ya da mitolojik iddiaları önemsemiyorum. İsrail, Türkiye'ye karşı düşmanca davranışlar sergilemeye cesaret edemez.

İran, İsrail ve Ortadoğu

*Daha önce İsrail ile İran arasında bir “gölge savaşı” vardı. Vekiller ve müttefikler aracılığıyla savaşıyorlardı. Son aylarda ve özellikle de nisan ayında yeni bir aşamaya, İsrail ile İran arasında doğrudan savaşa geçiş yaptık. Nisan ayı sonunda İran, İsrail'i vurdu ve o da İran'ı bombalayarak karşılık verdi. Bölgesel bir savaş ve bir İran-İsrail çatışmasından endişeleniyor musunuz?

Biraz önce de belirttiğim gibi bölge birlik içinde değil. Ne yazık ki Ortadoğu'da İslam dünyasının kendi içinde bir bölünme var. İran'ın sert politikaları bölgedeki tehdit kaynaklarına ilişkin algıları değiştirdi. Arap ülkeleri geleneksel olarak İsrail'i ana tehdit olarak görürken, İran bu rolde İsrail'in yerini aldı. Bu durum bazı Arap ülkelerinin İsrail ile doğrudan veya dolaylı ilişkiler kurmasına yol açtı. İsrail'in istediği de buydu ve şimdi bu bölünmüşlüğü istismar ederek emellerini gerçekleştiriyor. Bu durum bölgeyi ve genel bütünlüğünü etkiledi.

Son dönemdeki tek olumlu gelişme, Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin Çin'in arabuluculuğunda yeniden başlaması oldu. Bu adım bölgeye fayda sağladı.

Son dönemdeki tek olumlu gelişmenin Suudi Arabistan ile İran arasında Çin'in arabuluculuğunda diplomatik ilişkilerin yeniden başlaması olduğunu düşünüyorum. Bu adım bölgeye fayda sağladı.

İsrail'in haritadan silinmesi ve İsrail devletinin sona erdirilmesi yönündeki İran’ın düşmanca söylem ve sloganlarına gelince, bunlar Tel Aviv'in lehine oldu. Bunları, ABD ve bazı Avrupa ülkelerinden gelen sınırsız askeri desteği meşrulaştırmak için bir bahane olarak kullandı.

İsrail bölgedeki savaşın kapsamını genişletmeye çalışıyor, çünkü bunun kendi çıkarına olduğuna inanıyor. Bu amaca ulaşmak için de başta İran olmak üzere bölgesel tarafları kışkırtmaya çalıştığını görüyoruz.

*Çin himayesinde varılan Suudi Arabistan-İran anlaşmasından bahsettiniz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan da yeni bir yaklaşım geldi ve Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerde iyileşme yaşandı. Türkiye Cumhurbaşkanı'nın yeni yaklaşımını en azından bölgesel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben bu adımları sonuna kadar destekliyorum ve bu kardeş ülkelerle ilişkilerimizde kaybedilen 10 yıl için üzülüyorum. Türkiye ile bu ülkeler arasındaki dayanışmanın, bölgenin güvenliği ve refahına olumlu etkileri olacağı için bu yaklaşımı tüm kalbimle destekliyorum.

Filistin meselesine dönersek, İsrail-Filistin çatışmasında büyük bir zaafın varlığına dikkatinizi çekmek isterim. O da Filistinlilerin kendi aralarındaki bölünmedir. Bu bölünmeyi sona erdirmek için pek çok çaba sarf edildi. Bunların başında da Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz'in girişimi geliyor.

Kendi açımdan ben de geçmişte üstlendiğim çeşitli sorumluluklar sırasında çeşitli vesilelerle Filistinliler arasında görüşleri birbirine yakınlaştırmak için girişimlerde bulundum. Bu bölünme davanın gücünü zayıflatıyor, zira Gazze ve Batı Şeria iki farklı halktan oluşmuyor. Aksine, hepsi haklarından mahrum bırakılmış Filistinliler. Yaşanan bunca acıdan sonra birlik olmanın zamanı geldi.

Ayrıca, 2002 yılında Beyrut'ta Kral Abdullah tarafından sunulan ve İran'ın da dahil olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) desteğini alan Arap Barış Girişimi'nin, Filistin meselesine etkin ve etkili bir çözüm bulunması için temel bir çaba olmayı sürdürdüğünü anlamalıyız. Bu davaya iki devlet formülüne dayalı kalıcı bir çözüm bulunmadan, Ortadoğu'da bölgesel barış ve güvenliğin sağlanması zorlaşır.

*Son bir soru; Türkiye uluslararası ağırlığa sahip ve G20 üyesi bir ülke. Bölgede net bir doğum sancısı yaşanıyor ama aynı zamanda küresel olarak da bir doğum sancısının yaşandığı anlaşılıyor. Küresel olarak Çin'in yükselişi, Ukrayna'da Rusya ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) var ve ABD'nin rolü zayıflıyor olabilir. Nasıl bir yeni bölgesel düzen öngörüyorsunuz? Daha da önemlisi önümüzdeki yıllarda yeni uluslararası düzenin nasıl olacağını düşünüyorsunuz?

Mevcut koşullar altında Batı'nın hararetle savunduğunu iddia ettiği insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi evrensel değer ve standartlar, İsrail'in Filistin'i işgali ve Filistinlilere yönelik saldırganlığı söz konusu olduğunda, aynı standartları uygulamayı reddeden Batılılar tarafından bizzat ayaklar altına alınıyor.

ABD ile Çin arasında özellikle ekonomik meseleler ve nüfuz alanları üzerinden yaşanan mevcut çatışma, şüphesiz yeni bir kutuplaşma dönemine yol açar.

Gazze'de yaşanan büyük acılar karşısında uluslararası sistemin başarısızlığı ortada. ABD'nin başını çektiği Batılı aktörlerin Gazze'deki savaşa ilişkin tutumları, Rusya-Ukrayna savaşına ilişkin tutumlarından farklılık gösteriyor.

Bu ikiyüzlülük, onların inandırıcılığını ve ikna gücünü azaltıyor. Ne yazık ki bu ayrım, Batı'nın bu net taraflılığına karşı koymak için bazı ülkeleri ister Çin ister başka yerlerdeki otoriter rejimlere yönelmeye itebilir.

scd
Eski Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İstanbul'da düzenlediği basın toplantısında, 28 Nisan 2018 (AFP)

ABD ile Çin arasında özellikle ekonomik meseleler ve nüfuz alanları üzerinden yaşanan mevcut çatışma, şüphesiz önümüzdeki on yıl içinde dünyada yeni bir kutuplaşma dönemine yol açar. Bu kutuplaşma, Ortadoğu ve ötesi için büyük meydan okumalar anlamına gelir.

Bu nedenle, Batı dünyasının davranış ve uygulamalarını gözden geçirmesi, diyalog ve dürüstlüğe dayalı, adil, katılımcı ve şeffaf politikalar izlemeye, uluslararası hukukun gereklerine ve evrensel ilkelere saygı duymaya dönmesi gerekiyor. O zaman kaybettiği güveni, Arap dünyası ve Asya'dan Latin Amerika'ya kadar daha geniş bölgenin halklarının güvenini yeniden kazanabilir.

Bu anlayış, Batı dünyasını ve kurumlarını yeniden ilham verici hale getirebilir. Bunu yapmazsa hayal kırıklığı yaşamaya devam eder.

Batı eğer bu atılımda bulunursa, artan farkındalıkla birlikte ister batıda ister doğuda olsun, birçok ülkenin kendi içine odaklanmaya, sosyal ve ekonomik politikalarını gözden geçirmeye ve iyi yönetişime dayalı bir yaklaşımı uygulamaya teşvik edilmesine katkı sağlar.