BAE Başbakanı Şeyh Muhammed bin Raşid Al-i Mektum: Suudi Arabistan’ın istikrarı bölge ve dünya için hayati bir gerekliliktir

BAE Başbakanı Şeyh Muhammed bin Raşid Al-i Mektum: Suudi Arabistan’ın istikrarı bölge ve dünya için hayati bir gerekliliktir
TT

BAE Başbakanı Şeyh Muhammed bin Raşid Al-i Mektum: Suudi Arabistan’ın istikrarı bölge ve dünya için hayati bir gerekliliktir

BAE Başbakanı Şeyh Muhammed bin Raşid Al-i Mektum: Suudi Arabistan’ın istikrarı bölge ve dünya için hayati bir gerekliliktir

BAE Başbakanı Şeyh Muhammed bin Raşid Al-i Mektum: Suudi Arabistan’ın istikrarı bölge ve dünya için hayati bir gerekliliktir
 
Bir şehir, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Başbakanı ve Dubai Emiri Muhammed bin Raşid Al-i Mektum’da olduğu gibi nadiren bir adamın adıyla ilişkilendirildi. Işıklar ve kuleler şehri olan ve zamanla yarışan Dubai’nin ‘su ve elektriğin olmadığı bir evde dünyaya gelen bir adamın parmak izlerini taşıdığını’ söylemek abartılı olmaz. Böyle bir adamın röportajını nadiren okuyoruz. Bunun sebebi, Twitter'daki takipçilerinin sayısının dokuz milyonu aşması değil, muhtemelen turistler, yatırımcılar ve yolcular ile kaynayan Dubai şehrinin canlılığını, konuşmaya tercih etmesidir.
Sürücü beni Şeyh Muhammed'in el-Mermum bölgesinde bulunan şehir dışındaki evine götürdü. Bir saray ile karşılaşmayı umuyordum. Fakat kendimi iki yatak odası bulunan mütevazı bir evin önünde buldum. Çölün saflığını ve çölde yürümeyi seven bir adam. Fakat aynı zamanda tarım, göller ve binalarla çölle mücadele etmeye de hevesli. Bu kişi, kendilerinden çok şey öğrendiği iki adamın mirasından ilham aldığını itiraf ediyor: Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) kurucusu Şeyh Zayed Bin Sultan el-Nahyan ve Şeyh Muhammed'in babası ve akıl hocası Şeyh Raşid Al-i Mektum. Pek çok kişi, Dubai Emiri’nin annesinin Nahyan soyundan olduğunu bilmez. Şeyh Zayed'i her zaman dayısı ve rehberi olarak gören Şeyh Muhammed, daha sonra Şeyh Zayed'in oğulları ile olan arkadaşlığını ve ortaklığını derinleştirdi.
Son kırk yıldır bölgeyi sarsan fırtınalara rağmen, Dubai hala ‘rüyasına’ sıkı sıkıya bağlı. Fakat ortaya çıkan sorunlar ve karşı karşıya kalınan zorluklar, ısrarla artmaya devam ediyor. Bu durum, Şeyh Muhammed’e ABD’nin İran’a yönelik yeni yaptırımlarının olası yansımalarını sorduğumuzda daha da belirginleşiyor. Şeyh Muhammed’in verdiği cevaptan, Dubai'nin, ‘aralarında küresel finansal krizlerin de bulunduğu zorluklar ve sıkıntılar ile dolu sularda yüzmeyi öğrendiği’ anlaşılıyor. Geçen ayın son haftasında, Riyad'da düzenlenen Geleceğe Yatırım Girişimi'ne katılması dikkat çekiciydi. Şeyh Muhammed Özbekistan’da gerçekleştirdiği av gezisini yarıda bırakmış ve gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinin Suudi Arabistan'ı ve istikrarını hedef almak için kullanılacağının bilinciyle konferansa katılmıştı. Şeyh Muhammed bu husustaki tutumunu kesin bir şekilde ortaya koymuş ve şu ifadeleri kullanmıştı:
“Suudi Arabistan'ın hedef alınmasının reddediyoruz. Suudi Arabistan’ın istikrarı bölge ve dünya için hayati bir gerekliliktir. İyi günde ve kötü günde Suudi Arabistan ile birlikteyiz.”
Şeyh Muhammed bu tutumunun bir göstergesi olarak Riyad’daki konferansa katıldı ve alışveriş merkezinde, restoranda veya kafede karşılaştığı gençler ile hasbihal etti.
“Kaddafi: Trablus'un Dubai gibi olmasını istiyorum”
Şeyh Muhammed, Libya'nın 2004 yılında nükleer programını açıklamasının ardından Albay Muammer Kaddafi’den telefon aldı. Libya lideri telefonda, “Trablus'un Dubai gibi olmasını ve onu Afrika'nın ekonomik başkenti görmek istiyorum” dedi. İkili Sirte'de bir çadırda bir araya geldikleri zaman, Kaddafi misafirine şunu söyledi: “Ben bir halk devrimi yaptım ve sen de ekonomik bir devrim gerçekleştirdin. Şimdi Trablus'tan başlayarak bir ekonomik devrim yapmak istiyorum.”
Dubai, çalışmalar için Libya’ya bir ekip gönderdi. Okullar, hastaneler, bir finans merkezi ve altyapı projeleri hazırlandı. Fakat Libya rejimi böyle bir deneyimi kabul etmeye henüz hazır değildi. Karar ve uygulamadaki yavaşlık ile komiteler ve organlardaki yolsuzluklar, BAE heyetinin bu projeden çekilmesine yol açtı. Böylece Libya için mevcut karanlık kaderinden korunabileceği bir proje yok olmuş oldu.
Şeyh Muhammed bin Raşid, Arapların, ‘asırlar boyunca kaybedilenleri telafi etmek için’ geri kalmışlığı arkalarında bırakacağına, bilimsel ve teknolojik ilerleme devrimine dahil olabileceğine inanıyor. Onun meclisinde ve vatandaşların dilinde; ‘rekabet, yaratıcılık, yenilik ve mutluluk’ kelimeleri tekrarlanır. Kendisi ile birlikte çalışanları sürekli yüreklendirir. Onlara her zaman ayda yürüyen ikinci adamın isminden hiç bahsedilmediğini hatırlatarak, ilk safta yer almaları için teşvik eder.
“Risksiz bir yatırım söz konusu değildir”
ABD-İran gerginliğinin tekrar alevlenmesi Körfez'deki yabancı yatırımcı hesaplarını etkiliyor mu?
- Bölgemizdeki gerilim yeni değil, neredeyse kırk yıldır devam ediyor. Buna rağmen kalkınma çarkı dönmeye devam etti ve yatırım akışının hızı kesilmedi. Gerilim atmosferinin rahatsız ettiği, bir endişe kaynağı olduğu ve yatırımcıların hesapları etkilediğinden şüphe yok. Ancak söz konusu hesapların odağında hala yatırımlar var. Gerilim, yatırımcıları daha dikkatli olmaya sevk ediyor fakat, onları faaliyetlerini durdurmaktan ve uygun fırsatlar aramaktan geri bırakmıyor. Zaten risksiz bir yatırım söz konusu değildir. Denildiği gibi, risk ne kadar yüksek olursa kâr da o kadar artar. Yatırımcılar her zaman bu riskleri hesaba katarlar. Söz konusu riskler her devletin sunmuş olduğu fırsatlara gömülü olarak bulunur ve modernleşme ve kalkınma planları ile açılır. Bölgemizde, özellikle Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerinde, yabancı yatırımı çeken faktörler günden güne artıyor. Kuveyt'ten Umman'a kadar bütün KİK ülkelerindeki ekonominin tüm sektörlerinde milyonlarca dolar değerinde kalkınma ve modernleşme projeleri var. Yatırımcılar ayrıca ülkelerin güçlü bir hafızaya sahip olduğunu ve karlı yatırımların devamlılık ile sağlandığını biliyorlar. Onlar vermiş oldukları kararlarında geçici bir olayı veya ani bir gerginliği dikkate almıyorlar.
“İyi günde ve kötü günde Suudi Arabistan ile birlikteyiz”
Geçen ay, Riyad'da düzenlenen Geleceğe Yatırım Girişimi'ne katıldınız ve Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinin ardından yürütülen kampanyalar karşısında Suudi Arabistan’ın yanında yer aldınız. Vizyon 2030 bağlamında Suudi Arabistan’daki dönüşümleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
- İyi günde ve kötü günde Suudi Arabistan ile birlikteyiz. İkili ilişkilerimiz Suudi Arabistan- BAE Koordinasyon Komitesi çatısı altında gittikçe daha da güçleniyor. Komite, ekonomik kalkınma ve askeri bakımdan iki ülke arasındaki stratejik entegrasyon için 44 ortak proje ve ortak bir vizyon geliştirdi. Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’ni (KİK) ve ortak Arap eylemini destekleyen entegre bir model oluşturulmasını dört gözle bekliyoruz.
Suudi Arabistan'daki büyük gelişme ve modernleşme sürecine iyimserlik ve umutla bakıyorum. Suudi Arabistan, Vizyon 2030 planının bir seçenek değil, bilakis mevcut ve gelecekteki zorluklarla başa çıkmak için birer gereklilik olduğunu biliyor. Suudi Arabistan, yarısından fazlası 30 yaşın altında olan genç bir topluma sahip. Bu kişilerin iş fırsatlarına, konut ve altyapı projelerinin genişlemesine ve bunların öncesinde modern bir eğitim, değişim ve modernleşmeye açık bir atmosfere ihtiyaçları var. Dünya ekonomisindeki gelişmeler ve değişiklikler, ekonominin çeşitlendirilmesini, yükselen küresel eğilimler ile ilişkilendirilmesini ve doğal kaynaklara olan bağımlılığın azaltılmasını gerektiriyor. Vizyon 2030’un vadettiği şey budur.
“Gelecek konusunda iyimserim”
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın ‘ülkelerin modernleşme ve gelişme doğrultusunda hareket etmeleri ile Ortadoğu'nun yeni bir Avrupa olabileceğine olan inancını’ paylaşıyor musunuz? Yoksa Ortadoğu çatışmaların esiri olarak mı kalacak?
- Evet, katılıyorum. Çatışmalar ile kalkınma ve modernleşme arasında bir zıtlık görmüyorum. Bilakis bu çatışmaların modernleşme ve gelişme için ek teşvikler sunduğuna inanıyorum. Çağa uygun araçlara sahip olunmadığı takdirde herhangi bir çatışmanın yeterli bir şekilde idare edilmesi mümkün mü? Eski araçların, şartların ve fikirlerin daha önce vermiş olduklarından farklı neticeler vermeleri mümkün mü?
Dürüst olmak gerekirse, birkaç yıl öncesine kadar, aklıma sık sık şu Arap atasözü gelirdi: ‘Malta’da ezan okuya kimse gibi.’ Yirmi yıldan uzun bir süredir durumun ciddiyetine, değişim ve modernleşme ihtiyacına karşı uyarılarda bulundum. Fakat bazı yetkililer, ülkelerindeki kötü durum karşısında sersemlemiş ve bu problemleri çözmenin yolları konusunda ise hayrete düşmüşlerdi. Sorunlar en nihayetinde karmaşıklıklar içinde bir çıkmaza girdi. Bu durum, yanlış olarak ‘ilkbahar’ diye nitelendirilen ‘Arap sonbaharı’ sırasında yaşanan olaylarla kendini gösterdi. Gelecek konusunda iyimserim ve her zaman bardağın dolu olan kısmına bakıyorum. Bardağın boş kısmının dolmasını bekliyorum. Arap ülkelerindeki liderlerin ve seçkinlerin çoğunun bunlardan gerekli dersleri aldığını düşünüyorum. Arap alemimizin pek çok tarafında reform, değişim ve modernleşme rüzgarları esiyor ve işte bu gerçek bir bahar sayılıyor.
“Miadını doldurmuş çözümlerle bugünün sorunlarını çözemeye çalıştık”
Suudi Arabistan Veliaht Prensi, 1990'larda tavanı yükselttiğinize ve başkalarının sizi takip ettiğine işaret etti. Yükselttiğiniz bu tavan neydi ve bunu nasıl yaptınız?
-  Tavanları yükseltmeyi düşünmedim, ama sorumluluklarımı gerektiği gibi yapmaya özen gösterdim. Şeyh Raşid Okulu'nda eğitim aldığım için şanslıydım. Şeyh Raşid, Dubai kalkınmasının ilkelerini koymuş ve Şeyh Zayed ile birlikte çalışmıştı. Şeyh Raşid ve Şeyh Zayed’e 18 Şubat 1968'de yaptıkları toplantıda birliğin ilk tuğlasını yerleştirmelerinden bu yana eşlik ettim. Abu Dabi ve Dubai arasında bir birlik kurma konusunda anlaştılar ve diğer ülkelere katılmaları için çağrıda bulundular. Üç yıl boyunca birlik projesi görüşmelerini takip ettim.  Görüşmeler 2 Aralık 1971'de 7 emirliğin birliğe katılması ile nihayetlendi. O zamandan beri BAE’yi ve Dubai'yi inşa etmekle uğraşıyorum.1990'ların ortalarında, erkek kardeşim Şeyh Mektum beni Veliaht Prens olarak atadı. Böylece beni büyük bir emanet ve sorumluluk ile karşı karşıya bıraktı. Ülkemizin, bölgemizin ve Arap aleminin içinde bulunduğu gerçekliğin ve imkanlarının farkındaydım. Söz konusu gerçeklik ile gelişmiş ülkeler arasındaki uçurumu görüyordum. Arap dünyası ve Müslüman alemi, insani uygarlığın merkezi olan Batı medeniyetinin meydan okumaları karşısında cevap vermekte açık bir şekilde güçlük çekiyor.
Maalesef, son yüzyıllardaki baskın kültür insani ilerlemenin önüne geçiyor veya onu dikkat almıyor. Bu durum ailenin ve toplumun dağılması ile ahlaki çöküşe yol açıyor. Hakim olan bu kültür, yaklaşık sekiz yüz yıl süren dünya liderliğimizi ve medeniyet kurma deneyimimizi bile reddetti. Bu durum gelişmiş ülkeler ile aramızda derin bir uçurum bırakmakla kalmadı. Aynı zamanda donukluk ve kapalı bir zihin dünyası bıraktı. Miadını doldurmuş çözümlerle bugünün sorunlarının üstesinden gelmeye çalıştık.
BAE ve Dubai'de, içinde bulunduğumuz gerçekliğin üstesinden gelmek ve cesurca ilerlemek için hakim düşünce ve eylem kalıplarını değiştirmek ve güncellemek zorundaydık. Ekonomi, kültür ve teknoloji gibi her insani faaliyete ilişkin yükselen küresel eğilimleri takip etmemiz ve yanıt mekanizmaları oluşturmamız gerekiyordu. Gurur duyduğumuz başarılar elde ettik ve olağanüstü başarılara imza attık. Sürdürülebilirlik ilkelerini sabitledik. Hala yapacak çok işimiz var. Hayat durmuyor, gelişmeler devam ediyor ve insani ilerleme sınır tanımıyor.
“Önlem almak tedaviden daha iyidir”
Son yirmi yıl içerisinde bölge, BAE ve Dubai ‘Körfez Savaşı, İran-Irak Savaşı, 11 Eylül olayları, ABD-Irak Savaşı, mali kriz, Arap Baharı devrimleri ve sonrası’ gibi bir dizi kriz yaşadı. Bu krizlerin bölgedeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Onlardan nasıl yararlanılabilir?
- Krizler, aslında her zaman riskler ve fırsatların eşlik ettiği zorluklardır. Eğer hazırlıksız bir şekilde yakalanırsanız riskler ile karşı karşıya kalırsınız fakat, hazırlıklıysanız krizi fırsata dönüştürebilirsiniz. Biz önlem almanın tedaviden daha iyi olduğuna inanıyoruz. Ülkemizi ve halkımızı krizlerin tehlikelerine karşı korumak için yapılması gerekenleri yapıyoruz. Ayrıca gerektiği takdirde tedavi etmeye de hazırız. Bir Arap atasözü şöyle der: ‘Krizin şiddetlenmesi beni rahatlattı.’ Umarım krizlerin şiddeti zirveye ulaşır veya en azından zirveye yakın bir dereceye gelir ve rahatlık mümkün olur.
Arap ülkeleri ve toplumları bu krizlerde ağır bedeller ödüyor. Kaybedilen hayatlar ile birlikte mal ve mülk bakımından da ağır zayiatlar veriliyor. Nesillerin seneleri heba oluyor. Bu durumlardan ders çıkarmayanların, nesnel ve dürüst bir şekilde ibret çıkarmayanların, samimiyetle yapması gerekenleri yapmayanların herhangi bir mazereti olamaz.
Dubai, gelir kaynaklarını ve ekonomik tabanını çeşitlendirdi.  Ancak küresel ekonomik değişikliklerin Dubai’deki sektörler üzerindeki etkisi hala önemini koruyor. Bu değişkenlerin Dubai ve BAE ekonomisine olan etkisi nasıl hafifletilebilir?
- Sorunuz, mevcut küresel ekonomik değişikliklerin Dubai'deki etkisinin büyük olduğunu varsayıyor ve bu etkilerin nasıl hafifletileceğini soruyorsunuz. Evet, Dubai küresel ekonomik değişkenlerden etkileniyor. Çünkü uluslararası raporlara göre Lüksemburg ve Hong Kong'dan sonra dünyanın en açık ekonomisine sahip. Fakat bu etkinin okunma şekli kişiden kişiye göre değişir. Bu kişi ister bir uzman olsun isterse de sosyal paylaşım sitelerinin öncüleri.
Ben, söz konusu etkileri, sabit gerçekliklerden olan ‘halihazır, gelecek ufukları ve kazanılmış öz deneyim’ bağlamlarında okuyorum. Muhtemelen, ekonominin iniş ve çıkışlı bir şekilde hareket ettiğini biliyorsunuz. Eğer yıllık büyüme oranı bir ölçü ise, BAE ve Dubai son altı yıl içerisinde ekonomik bakımdan bir gerilemeye şahit olmadı. Bilakis olumlu bir büyüme kaydetti. BAE ve Dubai’de kaydedilen bu oranlar her zaman küresel ekonominin büyüme oranlarından daha yüksek olmuştur. Her halükarda, 2021 planımız daha önce belirlenen zaman çizelgelerine göre uygulanıyor. Allah’ın izniyle ve gençlerimizin çabalarıyla, projelerin ve programların uygulama oranları 2021'de hedeflerine ulaşılacağını müjdeliyor.
“Ekonomik rekabet ve mücadele ticaret dışındaki alanlara uzanabilir”
Dubai, büyük ölçüde küresel ve perakende ticarete dayanıyor. Fakat burada Trump'ın küreselleşmeyi sınırlayan korumacı politikalarıyla iktidara gelmesi ile birlikte küresel durum için çeşitli zorluklar ortaya çıktı.  Dünya ticaretinde sürdürülebilirliği sağlamak için söz konusu model ile nasıl devam edilebilir?
- BAE ve Dubai, Amerika'nın koruyucu önlemlerinden etkilenmedi. Fakat söz konusu eylemler, dünya ticaret sistemi, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve küreselleşme için büyük zorluklar doğurdu. Sistem, örgüt ve küreselleşmenin itici gücü olan ABD, dünya ticaret sisteminin kurallarında ve onun gerektirdiği yükümlülük ve haklarda köklü değişiklikler yapmaya çalışan ‘denetim gücü’ oldu.
ABD dünya ticaretinde önemli bir etken fakat, tek oyuncu değil. Önemli ve etkili diğer oyuncular da bulunuyor. Kapsamlı ticari ağımız ABD faaliyetlerinin potansiyel etkilerini emebilir. 1.612 trilyon dirhemlik ( yaklaşık 439 trilyon dolar) ticaret hacmimizin yüzde 22'sini AB, yüzde 17’sini Arap ülkeleri, yüzde 11,5’ini Hindistan, yüzde 10’unu Çin ve yüzde 6,5’ini Japonya oluşturuyor. ABD ile olan geçen yılki ticaret hacmimiz yüzde 5,5. Bunun çoğunluğunu da tüketim malları ve elektronik ürünler oluşturuyor.
Bana göre ABD’nin koruyucu önlemler almasının sebebi, ihracat ekonomileri ile olan ödemeler dengesindeki gittikçe kötülen açıkları durdurmak istemesidir. ABD söz konusu politikalarını bunu gerçekleştirmeye yönelik mevcut olan tek yol olarak gördü. Endişe duyulan durum, söz konusu ekonomiler arasında bir ticaret savaşının vuku bulmasıdır. Büyük ekonomiler arasında gerçekleşen rekabet ve mücadele ticaret dışındaki alanlara kadar uzanabilir.
Dubai için önümüzdeki iki yıl içerisindeki önemli etkinliklerden biri de Expo 2020’dir. Dubai için Expo'nun nasıl bir değeri var? Ayrıca Dubai'nin Expo için değeri nedir?
- Uluslararası Sergiler Bürosu (BIE) tarafından 2020'de yapılması planlanan Expo'nun önemi herkes tarafından biliniyor. 167 yıl önce ilk kuruluşundan bu yana, popülerlik kazandı ve küresel bir üne kavuştu. Devletler bu organizasyona ev sahipliği yapmak için birbirleri ile yarışıyor. Organizasyona ev sahipliği yapacak olmamız -özellikle sıkı bir yarış söz konusu iken- devletimizin prestijini dünya milletleri arasında somutlaştırdı.
Rakiplerimiz arasında, kazanmak için her şeye sahip olan ve güçlü ekonomisi ile nüfus yoğunluğu gibi avantajlara sahip ülkeler de vardı. Expo 2020'nin ülkemizin ve bölgemizin prestijini arttıracağına inanıyorum. Expo ilk kez Ortadoğu, Afrika ve Batı Asya’yı içeren bir bölgede düzenleniyor. Genel olarak BAE ve özellikle de Dubai, sergiler ve konferanslar alanında saygın bir üne sahiptir. Expo, bu ünü ‘organizasyon becerisi, mimarlık ve misafirperverlik’ ile taçlandıracak.
“Geleceğe nasıl gidileceğini bilmiyorsanız, sizi esir alır”
İleri Bilim ve Gıda Güvenliği Bakanlarının yanı sıra Mutluluk ve Yapay Zeka Bakanlarının atanmasından bu yana bir yıldan fazla bir süre geçti. Söz konusu bakanlıkların oluşturulmasından herhangi bir netice elde ettiniz mi?
- Evet, beklenenden daha fazla. Oluşturduğumuz bakanlıklar aslında geleceğin bakanlıklarıdır. İlgili bakanlıklar için verimli, enerjik ve iddialı gençler seçtik. Gençler geleceği sahipleri ve liderleridir.
BAE Centennial 2071 Vizyonu’nun başlamasından altı ay sonra bakanlara ilişkin birtakım değişiklikler yaptık. Bu hususta Sayın Şeyh Muhammed Bin Zayed Al-i Nahyan tarafından sunulan Ulusal Eylem Programından ilham aldık. Bir an önce çalışmalara başlamamız gerekiyordu. Dünyamız hızlı bir şekilde değişiyor. Nesillerimizi ‘bugünün dünyasından tamamen farklı olacak bir dünyada başarılı olmalarını sağlamak için’ araştırma, düşünme ve iletişimde yeni bilgi ve becerilerle donatmamız gerekiyor. Kendi deneyimlerimizden ve başkalarının deneyimlerinden şunu öğrendik: “Eğer geleceğe doğru nasıl gidileceğini bilmiyorsanız, o daima sürpriz ve yeni gelişmeleri ile size gelerek, sizi tepki çemberinde esir edecek ve kendine tabi kılacaktır.”
‘Mutluluğun, Dünya Hükümetler Zirvesi'nde ileri sürülenler aracılığıyla yüksek verimliliğe sahip bir hükümetin varlığına bağlı olduğu’ anlamını yaymaya çalışıyorsunuz. Mutluluk ile söz konusu hükümet arasından asıl bir irtibat var?
 
- Mutluluk, her insanın ve her toplumun nihai amacıdır. Ayrıca her hükümetin hedefi olarak kabul edilir. Misafirleri ve vatandaşlarıyla BAE halkının mutluluğunu sağlamak, vizyonumuzun, stratejilerimizin ve planlarımızın hedefidir. Eğer on kişiye mutluluğun anlamını sorarsan, her birinden farklı bir cevap alırsın. Mutluluk ile hükümetin performansının kalitesi arasındaki irtibatı tek bir kelimede özetliyorum: ‘Memnuniyet.’
‘Hizmet sunma prosedürlerinin netliği hususunda memnuniyet, işlemlerin yapılma hızı ve kolaylığı hususunda memnuniyet, isteklerine talep verilmesi hususunda memnuniyet, personellerin çalışmalarından duydukları memnuniyet.’
Memnuniyet, ‘toplu eylem, yasa ve yönetmeliklerin yeterliliği ile birlikte yöneticinin verimliliği, adaleti ve performansın iyileştirilmesini sağlayan bir çalışma ortamı oluşturması, fikir ve girişimlerin teşvik edilmesi ve sahiplerinin ödüllendirilmesi’ ile sağlanır.
Dubai, Burç Halife’nin yüksekliği ile rekabet edecek yeni bir kule inşa ediyor ve yeni bir rekor elde etmeyi amaçlıyor. Burç Halife, yeni inşa edilecek kulenin gölgesinde kalabilir mi?
- Dubai ve BAE'nin simgesi olacak yapıları inşa etmeyi amaçlıyoruz. Bu simgeler kuleler, müzeler, kütüphaneler, opera, bahçeler, oteller veya düzenli kültürel aktiviteler olabilir. Bunlar canlı ve güncel olmakla birlikte doğrudan veya dolaylı olarak getiri sağlar.
Rekor oranlar meselesine gelirsek, bu hususta özellikle insani gelişme alanlarında yüksek dereceler kaydedilmesini istiyorum. BAE, dünyanın en büyük bağış yapan ülkesidir. Ayrıca kadın milletvekili ve bakan sayısında da ön sırada gelen ülkeler arasındadır. Bunun yanı sıra üniversitelere giren kadın sayısında da en önde geliyor. BAE, ekonomik performans bakımında 2016 yılında bulunduğu 12’inci sıradan geçen yıl itibariyle 5’inci sıraya yükseldi. BAE'nin dünya ülkeleri arasındaki sıralamasında kaydettiği ilerlememeyi diğer birkaç göstergeyi de sayabilirim.
Komşu ülkeler, BAE’nin statüsünü küresel bir finans merkezi olarak güçlendirmek için Dubai’de finans merkezleri kurduklarını açıkladılar. Dubai’nin Körfez ülkelerindeki son derece rekabetçi finans şirketleri için ilk tercih olmasının sebebi nedir?
- Öncelikle, rekabeti memnuniyetle karşılıyoruz. Çünkü çalışmalarımızı geliştirmemiz ve kalitelerini arttırmamız için bizi motive ediyor. Dubai Finans Merkezi'nin rekabetçi ufku küresel bir ufuktur ve dünyanın finans merkezleri arasında ön sıralarda yer alıyor. Başkalarının bizi takip etmesi ve projelerimizi taklit etmesinde herhangi bir sorun yok. Onlara başarılar diliyoruz. Kardeşlerimizin başarılarını kendimizin başarısı olarak görürüz. Aynı zamanda onların başarısı hepimizi güçlendirir. Bununla kastım, bazılarının başarısızlığını onları profesyonellikten yoksun olan prosedürlere zorlayabilmesidir. Bu durum herkesi olumsuz etkiler. Dubai'yi uluslararası şirketler için ilk tercih yapan şeye gelince, bunu söz konusu şirketlerin en büyük ve en ünlü olanlarına sorabilirsiniz. Onlardan işiteceğiniz şeyler, ‘Dubai'de yaşam kalitesi, yürürlükte olan mevzuat, yetki sahiplerinin bağımsızlığı ve kadrolarının yetkinlikleri ve uzmanlıkları’ gibi durumlar olacaktır.
Devletler itibarlarını korumalı ve taahhütlerine uymalıdır
Doraleh Limanı meselesi, denizaşırı şirketler için uluslararası yasalar bakımından birtakım zorluklar bulunduğunu gösterdi. Doraleh Limanı meselesinde olduğu gibi hükümetler tarafından yapılan ihlaller söz konusu iken haklar nasıl güvence altına alınabilir?
- Cibuti’nin ilgili yetkilisinin Dubai Port World ile imzalanan sözleşmeye olan taahhüdüne riayet etmemesi üzüntü vericidir. Sözleşme noter tarafından tasdik edilmiştir. Nihai ve uygulanması zorunlu olan kararlar, Dubai Port World lehinde verildi. Söz konusu liman meselesi Dubai Port World şirketinin faaliyetini etkilemeyecek. Son olarak kısa menzilli nakliye gemilerinin işletilmesi ile ilgili en büyük lojistik ağa sahip bir Danimarkalı grubu bünyesine kattı. Dubai Port World yıl boyunca 78 limanı işletiyor ve 8 ülkede 10 yeni proje geliştiriyor. Hakların güvence altına alınması hususuna gelince, Cibuti meselesinin emsal teşkil etmeyeceğini düşünüyorum. Prensip, devletlerin itibarlarını korumaya özen göstermesi, atmış oldukları imzalara riayet etmeleri ve taahhütlerine uymalarıdır.
“Bir işlem için yirmi imza gerekiyorsa yetkililerde sorun vardır”
Twitter hesabınız üzerinden yaptığınız bir paylaşımda, yetkilileri ‘hayrı açan anahtarlar ve hayrı kapatan sürgüler’ olarak ikiye ayırdınız. Hükümetler ancak birinci tür yetkililerinin artması ile başarılı olur dediniz. Arap dünyasında hangi çeşit yetkililerin daha fazla olduğunu düşünüyorsunuz?
- Bu soruya cevabım yok. Muhtemelen istediğiniz cevabı bürokratik işlemlerin durumunda, yani bakanlıklar, departmanlar ve diğer hükümet organlarının prosedürlerinde bulabilirsiniz. Ayrıca yürürlükte olan yasa ve yönetmelikler bir gösterge sunabilir. Bir işlemin tamamlanması 20 tane imzanın ve mührün kullanılmasını gerektiriyorsa, öncelikle kanunlarda ve ikinci olarak ise bu tür yasaları geliştirmeye yönelik girişimlerde bulunmayan yetkililerde sorun var demektir. Her halükarda, şeffaflık, yönetim, yolsuzluk ve diğer meselelere ilişkin uluslararası göstergeler bunun açık bir cevabıdır.
Birkaç kelime ile ‘Dubai’nin sürekli gelişmekte olan bir atölyeye dönüşmesi ile yatırımcılar ve turistler için bir cazibe merkezi olmasının’ sırrının ne olduğuna dair neler söylersiniz?
- Dubai'nin başarısı BAE için bir başarıdır. Birbiri ile bağlı olan birbirini seven bir aileyiz. BAE ‘bağış verme’ hususundaki mirası ve değerleri ile iftihar eder. Başkalarının iyiliğini ister ve kültürlerine saygı göstererek açıklık, hoşgörü ve ötekinin kabulü ilkeleri çerçevesinde hareket eder. Vatandaşlarımızla olan ilişkilerimiz açıktır. Her gün onlarla bir araya geliyor ve onların sevinçlerini ve üzüntülerini paylaşıyoruz. Onlar, gelişme ve ilerleme sürecinin kalbinde yer alıyorlar. Dubai'nin bahsettiğiniz duruma nasıl dönüştüğü meselesine gelince, bu tüm BAE'yi kapsayan bir dönüşümdür. Bu başarının sırrı ise içinde bulunduğu gerçeklikten hareket ederek, gelecek vizyonları ile değişikliklere, gelişmelere, eğilimlere, planlara, projelere ve programlara ayak uydurmasıdır.
“Dubai'nin ekonomik büyümesinin kökleri 110 yıl ötesine uzanıyor”
Dubai'nin bölgesel gerilimler ya da rekabet nedeniyle parlaklığını kaybedeceği bir günün geleciği endişesini taşıyor musunuz?
- Dubai ve BAE'nin tarihini okumanızı öneririm. Bu ışıltının Dubai halklarının nesillerinin birikiminin ürününü olduğunu ve ona layık olduğunu göreceksiniz. Dubai'nin ekonomik büyümesinin kökleri 110 yıldan ötesine uzanıyor. Dubai hükümdarı Şeyh Mektum bin Haşer Al Mektum’un gümrük vergilerini iptal etmesinden bu yana ticaret serbest oldu. Dubai yıllar içerisinde bölgenin en önemli ticaret merkezlerinden biri, Avrupa ile Hindistan arasındaki kargo gemileri için tek merkez haline geldi. Portekizliler beş yüz yıl önce silahlı gemileri ile bölgemize geldiler. Sonrasında ise Hollandalılar ve İngilizler geldi. Seleflerimiz bu şekilde çok zor ve karmaşık zorlukları atlattılar. Rekabete gelince, bunun ehliyiz. Yerel ve bölgesel olarak değil, küresel olarak rekabet ediyoruz. Rekabet olmadığı takdirde monotonluğun hakim olacağını, girişimin ortadan kalkacağını ve bugünün işinin yarına erteleneceğini düşünüyoruz. Bunlar ise geri kalmışlığın alametleridir.
Dubai, BAE’nin bir parçasıdır. Onun parıltısı, başarıları ve oluşumundaki eşsizliği ile BAE'nin parıldayan modelini daha da ışıklandırır. BAE olarak tek bir ev ve sağlam bir binayız. Tek bir uzuv rahatsızlandığı vakit bütün uzuvların etkilendiği bir beden gibiyiz.
“Hayalim, Arap dünyasının zamanını yaşaması ve medeniyet inşasına katılmasıdır”
Rönesans ile ismi özdeşleşen Dubai emirinin bundan sonraki hayali nedir?
- BAE'nin kalkınmasının güçlendirilmesini ve asırlık hedeflerini gerçekleştirmeye doğru ilerlemesini umuyorum. Arap dünyamızda Dubai 20 Vizyon’nun gerçekleşmesini ve Arap vatandaşlarının ‘BAE halkının sahip olduğu güvenlik, istikrar ve refahtan’ keyif duymalarını dört gözle bekliyorum. Arap hükümetlerinin performanslarını ortaya koyduklarını görmeyi ve hükümetimizin performansı ile rekabet etmelerini hayal ediyorum. Gençlerin ve yükselen neslin gündemin ön sıralarında yer alması ve eğitim ve bilimsel araştırmaya daha fazla yatırım yapılması gerekiyor. Hayalim, Arap dünyasının zamanını yaşaması ve şu anda Batı uygarlığının yanı sıra Çin, Japonya ve Hindistan'ın da dahil olduğu ve yeni çok kültürlü merkezlerin oluştuğu medeniyetin inşasına katılmasıdır.
Arap başkentlerini ziyaret ettiğiniz sırada, hala geçmişin esiri olduklarını ve bilimsel ilerleme, teknoloji ve uygarlık trenine binemediklerine şahit olduğunuzda neler hissediyorsunuz?
- Pek çok Arap ülkesinde, geri kalmışlığın nedenlerinden kurtulmaya ve değişimler gerçekleştirmeye yönelik çaba sarf edildiğini görüyorum. Halihazırdaki ve gelecekteki zorlukların üstesinden gelmenin yolları ile sorunları çözmeye dair gittikçe büyüyen bir farkındalığa şahit oluyorum. Ayrıca hükümetin performansını geliştirmek, mevzuatı modernleştirmek, hizmetleri geliştirmek ve eğitimi ıslah etmekle ilgilenildiğini görüyorum. Bu çabaların düzeyi ve gösterilen ehemmiyet ülkeler arasında değişiklik gösteriyor. Her halükarda bu çabalar devam etmeli, çoğalmalı ve birikmelidir. İlerleme trenine yükselemeyenler, kendi haklarında olduğu gibi vatanlarının ve vatandaşlarının hakkı hususunda da kabahat sahibi olmuş olur.
“En önemli servetimiz değerlerimiz, ilkelerimiz ve ahlakımızdır”
Arap alemi çerçevesindeki son girişimleriniz dikkat çekiyor. Bunların ardındaki temel amacınız nedir? Arap aleminin krizlerle ve sorunlar ile boğuştuğu şu dönemde bir ışık görüyor musunuz?
- BAE'deki en önemli servetimiz değerlerimiz, ilkelerimiz ve ahlakımızdır. Kalplerimizde tüm insanlar için iyi olanı istiyor ve bunu en iyi şekilde gerçekleştirmek için çalışıyoruz. Arap alemine olan bağlılığımız, yapımızın ve kimliğimizin bir parçasıdır. Şeyh Zayed bunu en iyi bir şekilde somutlaştırdı. Bu bizim sabitlerimizden biridir ve gerektiği takdirde elimizden geldiğince bunu uygularız. Evet, Arap dünyasındaki ülkelerin çoğu sorun ve krizlerle dolu. Sadece bu durum, bağışta bulunmak ve sorunların ve krizlerin üstesinden gelme çabalarına katkı sağlamak için yeterli bir sebeptir. Her Arap ülkesinin çıkarı diğer Arap ülkelerinin istikrarı, güvenliği ve refahı ile doğrudan ilişkilidir.
BAE'nin Arap arenasında başlattığı girişimler sürekli bir şekilde devam etmiş ve söz konusu girişimler ile daima halkların iyiliği, istikrarı ve gelişimi amaçlanmıştır. Benim girişimlerimde Arap gençliğine ve yeni nesillere odaklanıyorum. Onlar umudumuz ve geleceğimizdir. Onları okumaya ve Arap diline sahip çıkmaya teşvik ederek ve modern teknolojilerde ve dijital uygulamalarda yaratıcılık ve yenilik yapmaları hususunda motive ederek bilimsel, kültürel ve eğitsel olarak güçlendirmeye çalışıyorum.
Ataları en büyük uygarlıkları inşa eden gençliğimizin, mevcut gerçekliği değiştirebilme ve Arap medeniyetini yeniden inşa etme yeteneğine sahip olduğundan eminim. Çin ve Japonya uzun bir aradan sonra medeniyetini yeniden inşa etmeye başladı. Onların öncesinde çağdaş Batı uygarlığı olarak kabul edilen Avrupa bunu gerçekleştirdi. Gençlerimize ve gelecek nesillerimize fırsat vermeliyiz ve onlara kapıları sonuna kadar açmalıyız. Onları bilim ve bilgi ile donatmalı, araştırmaya ve düşünmeye teşvik etmeliyiz. Ayrıca girişimde bulunmaları ve yaratıcı olmaları için motive ederek, hoşgörü, diyalog ve ötekinin kabulü gibi değerlere sahip olmalarını sağlamalıyız.
Bazı ülkelerin parçalanmasına ve diğer ülkelerdeki politik ve ekonomik duruma rağmen Arap dünyasının geleceği konusunda iyimser olduğunuzu hissediyorum. İyimser misiniz? Eğer öyleyse, iyimserliğinizin sırrı nedir?
- Yarısı boş ve diğer yarısı dolu olan bardak meseline geri dönüyorum. Bazıları ya gözlerindeki zayıflık ya da farklı amaçlardan dolayı bardağın boş olan yarısını görürler. Bazıları ise bardağın dolu olan yarısına bakar ve boş olan kısmı nasıl dolduracağını düşünür. Ben bardağın dolu olan tarafına bakıyor ve Arap ülkelerini belirli bir ağırlığa ve tesire sahip olarak düşünüyorum. İstikrar, güvenlik, refah, kalkınma, ilerleme ve gelişme ile bardağın boş kalan kısmı doldurulur. ‘Arap Sonbaharına’ maruz kalan devletlerin kaosun etkilerini izale ettiklerini, terörizm karşısında başarılı olduklarını ve kalkınma yollarında güçlü ve emin bir şekilde hareket ettiklerini görüyorum.
Arap Sonbaharı, umulmayan olumlu neticeler verdi. Bunların en önemlisi, meşruiyet, vatandaşlık, ilerleme, milli devlet ve reform kavramları gibi Arap hayatındaki bazı temel kavramlar üzerindeki karışıklığı çözme çabalarının kaydettiği ilerlemedir. Bugün herhangi bir kişi bir ulusal devletin önemi ile gücünü ve kurumlarının etkinliğini koruma ihtiyacını tartışıyor mu? Söz konusu bu meşruiyet, başarı, güvenlik, istikrar ve kalkınma ile yaşam kalitesinin yükseltilmesinin bir işaretidir. Vatandaşlık, hak ve sorumlulukta eşitlik ile fırsat eşitliğinin bir emaresidir. Islah ise güçlü bir ulusal devletin yokluğunda söz olarak kalmaya devam ediyor. Bunlar çok önemli sonuçlardır. İlkelerin sabit kılınması ve değerlerin kökleşmesi için büyük çabalara ihtiyaç var. Bu çabalar ise sıkı çalışmayı, eğitim reformunu, hükümet performansının gelişimini, yolsuzlukla mücadele edilmesini ve gençlere önem verilerek ulusal eylem gündemlerinin başına konulmaları gerekiyor.
“Şiir beni bırakmayan arkadaşımdır”
Tarih kitaplarında sizin hakkınızda ne yazılmasını istersiniz? Arap rönesansının arkasındaki isim olarak anılmak ister misiniz? Şiire olan tutkunuz nereden geliyor?
- Bu tarihçilere kalmış bir iş. Fakat şiir beni bırakmayan arkadaşımdır. Şiirde, bilginin, bilgeliğin ve asaletin özünü bulursunuz. Bunlar bizim dilimizde en ince ve en güzel şekillerde ortaya konulmuştur. Şiir, mirasın korunması, değerlerin teşvik edilmesi ve güzel ahlakın edinilmesi için önemli bir araçtır. Kısacası benim şiirim, ülkeme, halkıma, insan ruhuna ve dünyaya kendisi ile uzandığım kimliğim ve şerefimdir.
Kariyerinizde karşılaştığınız en zor anı öğrenebilir miyiz?
- İnsan yaratıldığından bu yana hayatının her alanında çeşitli zorluklar ile karşı karşıya kalmıştır. İnsan onlar ile karşı karşıya gelerek liyakatini ispat eder. İnsanın mükafatı onların üstesinden gelebilmesidir. İnsanı diğerlerinden ayıran ise bu husustaki fırsatları ele geçirebilmesidir.
“Allah’ın ve onun kaderinin hakimiyetine inanırım”
Korku doğal bir duygudur. Sizi ne korkutuyor?
- Ben Allah’ın ve onun kaderinin hakimiyetine inanırım. Allah’ın bizim için yazdığı şey dışında bize hiçbir şey zarar vermez. Hiçbir şey beni korkutmaz.
En çok hangi şairleri seviyorsunuz?
- Çağlar boyunca en büyük Arap şairi olan Mütenebbi’yi severim. O dilin ve beyanın ustasıdır. Hayat felsefesi ve insan ruhu ile meşgul olmuştur. Şiiri insanın tüm duygularına dokunur. Diğer şairlerin şiirleri böyle değildir. Onun biyografisi, seyahatleri, endişesi, arzuları ve ölümü destanlara yaraşır şekildedir. Şiirlerindeki beyitlerinden düzinelercesi bugün hala yankılanıyor ve bazen güncel olaylarda ve durumlarda dile getirildiği görülüyor.
Kitap okumak için zamanınız var mı? Neleri okumayı tercih edersiniz?
- Zamanı iyi değerlendirdiğiniz takdirde dinlenmeye, egzersize, okumaya ve hobileriniz ile ilgilenmeye vakit bulursunuz. Birçok konuda okumalar yapıyorum. Eski ve çağdaş tarih ile toplumlarında fark yaratan ya da insanlık için yeni ufuklar açan lider kişilerin anılarına önem veririm. Ayrıca, ofisim geleceğe ilişkin siyasi, ekonomik ve bilimsel yeni yayınları takip ediyor. Bu yeterli bir özet sayılabilir. Bunlar bana tanınmış yazarların düşünce, kültür ve çağdaş konulardaki katkılarını ulaştırıyor.
 



Suriye Ulusal Diyalog Kongresi Hazırlık Komitesi Genel Koordinatörü Kıblavi Şarku’l Avsat’a konuştu: Geçiş dönemi için anayasal bir deklarasyon ve teknokrat bir hükümet gerekiyor

Dün Şam'ın doğusundaki Duma'da, Aralık 2013'te kaçırılan aktivistlerin akıbetinin açıklanması için protesto gösterisi düzenledi. (AFP)
Dün Şam'ın doğusundaki Duma'da, Aralık 2013'te kaçırılan aktivistlerin akıbetinin açıklanması için protesto gösterisi düzenledi. (AFP)
TT

Suriye Ulusal Diyalog Kongresi Hazırlık Komitesi Genel Koordinatörü Kıblavi Şarku’l Avsat’a konuştu: Geçiş dönemi için anayasal bir deklarasyon ve teknokrat bir hükümet gerekiyor

Dün Şam'ın doğusundaki Duma'da, Aralık 2013'te kaçırılan aktivistlerin akıbetinin açıklanması için protesto gösterisi düzenledi. (AFP)
Dün Şam'ın doğusundaki Duma'da, Aralık 2013'te kaçırılan aktivistlerin akıbetinin açıklanması için protesto gösterisi düzenledi. (AFP)

Beşşar Esed rejiminin devrilmesi ve Suriye'de Ahmed eş-Şera liderliğinde yeni bir yönetimin başa gelmesinin ardından Suriye dosyasındaki gelişmeler dikkatle takip ediliyor. Belki de buradaki en önemli soru, eş-Şera'nın medya açıklamalarında duyurduğu Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'nin detaylarının, bir hazırlık komitesinin oluşturulmasının ve kabul edilecek koşullara göre kimlerin davet edilip kimlerin dışarıda bırakılacağıdır.

dsvfbg

Suriye Ulusal Diyalog Kongresi Hazırlık Komitesi Genel Koordinatörü, Suriyeli yazar ve siyasi araştırmacı Dr. Mueyyed Gazlan Kıblavi, Şarku’l Avsat'ın sorularını yanıtladı.

Kıblavi, ‘Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'ne davet edilecek şahsiyetlerin mevcut ya da geçmiş mücadeleleri, Suriye davasına katılımları ve devrimci faaliyetleri nedeniyle davet edileceğini’ vurguladı. Siyaset yapmayan devrimciler olduğu gibi, devrimi pratik etmeyen siyasetçiler de olduğunu belirten Kıblavi, gençlik kategorisinin, kadın kategorisinin, muhalifler kategorisinin ve mahkûmlar kategorisinin önemine dikkat çekti. Kıblavi, “Kategoriler çok. Örneğin, şu ana kadar 15 kategori belirledik ve henüz kategorize edilmemiş olanlar da var. Bu sayı 20 kategoriye ulaşabilir ve bazı kategoriler diğerleriyle birleştirilebilir” ifadelerini kullandı.

Devrimden önce ve sonra Suriye toplumunun kategorize edilmesinin her zaman sorunlu olacağını vurgulayan Kıblavi, “Bu yüzden kongreyi, bu sosyal yelpazeler (şu anda oluşmakta olan siyasi topluluk) arasında anlayış ve iletişim alanları için bir başlangıç olarak gördük. Çünkü Suriye'de elli yıl boyunca oluşuma izin verilmedi, yasaklandı. Düşünce tutsak edildi ve oluşum suç sayıldı” şeklinde konuştu.

dsfvgb
Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ile ABD Dışişleri Bakanlığı heyeti arasında geçtiğimiz eylül ayında Ankara'da yapılan toplantıdan (SMDK)

Kıblavi, “Bu daha başlangıç. Dolayısıyla, içeridekiler kendi siyasi bileşenlerini oluşturma fırsatına sahip değilken ya da gelecekteki Suriye'ye doğru ilerlemek için belirli bir ideolojinin arkasına saklanamazken, dışarıda oluşturulan bileşenleri davet edemeyiz” dedi.

Kıblavi sözlerini şöyle sürdürdü: “Şam Deklarasyonu, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK), Suriye Ulusal Konseyi ve diğerleri gibi oluşturulan siyasi kurumlarla dışarıdakiler birçok bölünmeden muzdaripti, devlet başkanlığı ve seçimlerde hizipçilikten muzdaripti ve sokak tarafından meşrulaştırılmamıştı. Bu nedenle oluşum koşulları mevcut koşullardan tamamen farklı olan siyasi yapıları davet etmekten kaçındık.”

Kıblavi sözlerine şöyle devam etti: “Şimdi bileşenler yeni Suriye'deki hedeflerini ilan etmeye başlayacaklar ve şöyle diyecekler: Ben belli bir grubun bileşeniyim, belli bir siyasi yelpazenin bileşeniyim ya da belli bir siyasi ideolojinin bileşeniyim, taleplerim bunlar ve saygı görmek ve dahil edilmek istediğim yol bu. Yurtdışında kurulan bileşenlere gelince, onlar kotalara alışkındı ve kotalar muhalif kurumların bileşiminde ve yapısında mevcuttu. Bu gayet açık. Ekim 2011'de İstanbul'da kurulan Suriye Ulusal Konseyi, Müslüman Kardeşler ve Şam Deklarasyonu gibi onlarca yıl önce kurulan siyasi gruplar Suriye meselesindeki ağırlıklarına göre kota alırken, devrimci hareket marjinal kaldı ve siyasi uygulamalarda ağırlıkları olmadı.”

Bu nedenle Kıblavi, “Otuz kırk yıldır Suriye'de bulunmayan siyasetçilerin temsil edilmesi kabul edilemez. Zira oluşturdukları organlar bir ‘bileşen’ olarak kabul edilemez. Bu, içeride kalan ve -izin verilmediği için- herhangi bir siyasi faaliyette bulunamayan Suriye halkına yapılan bir haksızlıktır” ifadelerini kullandı.

*Eş-Şera daha önceki açıklamalarında davetlerin muhalif organlara değil, bireylere yapılacağını söylemişti... Peki, örneğin SMDK'dan şahsiyetler davet edilecek mi?

Kıblavi bu soruya şu cevabı verdi: “Elbette davetler bireylere yönelik olacak, muhalif oluşumlara değil. SMDK’dan da bazı şahsiyetler davet edildi. Zira bu siyasi oluşumların hedefleri temelde bir noktadaydı ve şimdi değişti. Devrim öncesi ile devrim sonrası aynı değil. Ayrıca bu oluşumların içinde hizipler, siyasi partiler ve parti akımları gibi başka bileşenler de var. Bu nedenle sadece bireyleri davet etmeye karar verdik.”

Varlıkları sona erdi

Kıblavi, muhalif oluşumlar ilk kurulduğunda belirtilen kuruluş amaçlarından birinin, devrimin zafere ulaşması halinde bu oluşumların varlığının sona ereceği olduğunu belirtti. Bu, devrimin zafere ulaşması ve rejimin düşmesi halinde söz konusu oluşumların kendilerini feshedeceklerine dair birden fazla kez yapılan açıklamaydı. Dolayısıyla bu varlıklar artık zaman ve bağlam dışıdır.

*Salı günü yaptığınız açıklamalarda, Suriye'deki askeri güçlerin temsilcisi olarak Askeri Operasyonlar Dairesi'nin davet edileceğini söylediniz. Aslında, Suriye devriminin başında rejimden ayrılan ve maddi ve manevi bedel ödeyen askeri personel, Esed sonrası Suriye'de tamamen göz ardı edildiklerini hissediyor. Suriye Ulusal Diyalog Kongresi onları yeni Suriye'yi müzakere etmek üzere davet etmeyecek mi?

Kıblavi şu cevabı verdi: “Ordudan ayrılanlar Savunma Bakanlığı bünyesinde değerlendirilecek, ancak bu henüz tamamlanmamış bir aşama. Çünkü hazırlanmakta olan pek çok lojistik mesele var. Ordudan ayrılanlar Savunma Bakanlığı'na dahil edilecek. Bağımsız olarak davet edilecek ayrı bir siyasi ya da askeri unsur değiller, Askeri Operasyonlar Dairesi'ne bağlı olacaklar.”

Ön koşullar

*Farklı Suriyeli gruplara ulaşmak için kriterler neler? Davet kriterleri neler?

Kıblavi, “Ne kadar adil ya da teknik olmaya çalışırsak çalışalım, herkes için adil olamayız ve herkesi tatmin edemeyiz. Suriye halkını sınıflandırmak ve bu sınıflandırmada adil olmak istersek, devrimci hareket, devrimci savaşçı, kendi topraklarında devrim yapmamış siyasi düşünür, belirli bir bölgeye ait olan ve Suriye'de bulunan tüm etnik ve ırksal bileşenler olarak ayrılırlar. Ayrıca çeşitli şehirler arasında dağılmış bileşenler de var. Tüm bu bileşenler arasından kongreye katılacak uygun kişiler seçilecek. Böylece bölgeleri kapsamış, toplumsal çeşitliliği sağlamış, gençleri, tutukluları ve siyasi aktivistleri, entelektüel ve devrimci olarak kuşatmış olacağız. Açıkçası bu biraz kapsamlı sayılır” ifadelerini kullandı.

*Peki, tüm Suriye için yüzde 100 adil olacak mı?

Kıblavi şöyle cevapladı: “Tabii ki mümkün değil. Dünyada davet kriterlerinde yüzde 100 adil olan hiçbir kongre yoktur. Bu bağlamda tarafsız olmamız gerekmediğini unutmayın. Bizden istenen gelecekteki Suriye'nin çıkarlarını düşünmemiz.”

CSDVFBR
Suriye’deki yeni yönetimin lideri Ahmed eş-Şera ve askeri gruplar arasında yapılan toplantıda yeni Suriye'de askeri kurumun nasıl şekilleneceği ele alındı. (Askeri Operasyonlar Dairesi)

Bir sonraki hükümetin şekli

*Suriye’deki yeni yönetimin lideri Ahmed eş-Şera, mevcut hükümetin tek renkli olduğunu kabul etti. Kongrenin toplanmasının yakın olduğu konuşulurken, bir sonraki hükümetin Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'nin içinden çıkacağına dair sorular akla geliyor. Bu hükümetin katılımcı bir hükümet olacağına dair herhangi bir ön yargı var mı? Ayrıca, bir sonraki hükümet sisteminin şeklini yani başkanlık mı yoksa parlamenter mi olacağını konferans katılımcıları mı belirleyecek?

Kıblavi bu soruyu, “Kongre, bir sonraki hükümet sisteminin şeklini belirlemeyecek. Çünkü kongre bir yasama organı değil. Parlamento, kongrenin hazırlayacağı çalışma ve belgelerden kaynaklanabilecek prosedürlerin bir parçası” diye yanıtladı.

“Genel sekreterlik gibi seçilmiş bir danışma komitesi” olduğunu da ifade eden Kıblavi, “Komiteler sayıca fazla olduğu için hükümet sisteminin parametrelerini belirlemek üzere mini komiteler seçilebilir. Elbette hükümet sistemi önerilecek ya da onaylanacaktır. Bundan sonra mevcut çalışmalar sona erecek ve çok hassas bir aşama olan geçiş dönemi için teknokratlar hükümeti olması beklenen bir hükümet kurulacaktır. Suriye'nin geleceğine gelince, bunu Suriye halkı ve tartışmaların başlangıç noktası olarak kabul edilen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi sırasında fikirlerin billurlaşması belirleyecek. Tüm bu göstergeler Suriye'deki hükümet sistemini belirleyecektir. Daha da önemlisi, kongreden kaynaklanacak anayasal boşluk, söz konusu anayasal boşluğu doldurarak geçici bir anayasal bildiri yayınlayacak olan uzman bir komite tarafından doldurulacaktır” dedi.

Kongrenin zamanlaması

*Kongrenin yakın zamanda toplanmasına tanık olacak mıyız? Yoksa beklemek mi gerekiyor? Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne kimlerin davet edileceğini hazırlık komitesi mi belirleyecek?

Kıblavi şu cevabı verdi: “Hazırlık komitesi ilgili makamlardan onay aldıktan sonra çalışmalarına başlayacak. Tarih konusuna gelince, hazırlık komitesi oluşturulduktan sonra, davet edilen şahsiyetler ve gruplarla iletişim kurmak yeterli zaman alacak. Meselelerin çözüme kavuşturulması bir hafta ya da belki 9 gün sürebilir.”

SCDVFEGR
Eski rejim ordusu mensupları, 1 Ocak'ta Suriye'nin Humus kentindeki uzlaşma merkezlerinde kayıt yaptırmak için sıraya girerken Esed'in fotoğrafını çiğniyorlar. (AP)

Kıblavi, “Hazırlık komitesi davetler için kriter belirlemez. İçeriden ve dışarıdan davetlilerin lojistiğini kolaylaştıran ve onlarla kongreye davet edildiklerini ve katılıp katılmayacaklarını kısaca görüşen bir komitedir. Yani konferans öncesi aşamanın lojistiğini kolaylaştıran ve ön kolaylaştırıcılığını yapan bir komite; sonuçlara ya da davet kriterlerine karar veren bir komite değil. Aday gösterecek olanlar genel olarak sivil toplum örgütleri olacak ve doğal olarak sendikalar da bunların arasında yer alacak” şeklinde konuştu.

Komite seçimi için kriterler

Hazırlık komitesi üyelerinin hangi kriterlere göre seçileceği sorulduğunda ise Kıblavi şu yanıtı verdi:

“Bu kişiler Suriye'deki en nitelikli kişiler olmayacak. Çünkü bu çok zor. Ancak yurt içinde olduğu kadar yurt dışındaki devrimci siyasi ortama ve bölgesel dağılıma dair bilgi ve aşinalıkları da göz önünde bulundurulacak. Hazırlık komitesi üyesinin bileşenler hakkında bilgi sahibi olması, devrim ve siyasi süreç konusunda daha önce deneyim sahibi olması ve Suriye'deki siyasi çevreler arasında ya da elbette yurtdışında sürekli faaliyet göstermesi ve tanınması nedeniyle Suriye arenasında bilinmesi gerekir.”