DEAŞ ve El Kaide’nin birleşmesi mümkün mü?

DEAŞ ve El Kaide’nin birleşmesi mümkün mü?
TT

DEAŞ ve El Kaide’nin birleşmesi mümkün mü?

DEAŞ ve El Kaide’nin birleşmesi mümkün mü?

Yaşadığımız çağda dünya genelindeki en büyük iki terör grubunun hedefleri arasında kuşkusuz apaçık bir fark var. El Kaide’nin dikkati her zaman ABD’nin üzerinde oldu ve ona en büyük zararı vermeye çalıştı. DEAŞ ise bir devlet kurmaya, coğrafi ve demografik eksenini genişletmeye ilişkin başka bir kavramsal bağlamda hareket etti.  
Bununla birlikte her iki grubun arasında ortak bağların olduğu, silahlı şiddete başvurdukları ve özellikle Afganistan, Irak ve Afrika’nın bazı kaynayan noktaları gibi hassas bölgelerde güçlü bir yer edinmeye çalıştıkları biliniyor.
Özellikle El Kaide ile DEAŞ arasındaki ideolojik benzerliklerin farklılıklardan çok daha fazla olduğu dikkate alındığında, bu durum onların entegre olduğu anlamına mı geliyor?
Bu soru yaklaşık bir buçuk yıl boyunca, dünyanın dört bir yanındaki birçok güvenlik uzmanı için bir sorun haline geldi ve bu sorunun cevabını aramak söz konusu kimseleri oldukça meşgul etti.
Nisan 2017'de Moskova Uluslararası Güvenlik Konferansı’nda konuşan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü Genel Sekreteri Valery, DEAŞ ve El Kaide arasında gerçekleştirilen müzakereler yoluyla anlaşmazlıkların üstesinden gelmeye yönelik yeni girişimlerin olduğunu dile getirerek bu girişimlerin gerçekleşmesi durumunda nasıl bir netice ile karşı karşıya kalınacağını sordu. Rus uzman konuşmasının devamında böyle bir durumun dünya üzerindeki terör tehdidinin katlanarak büyümesine sebep olacağını dile getirdi.
Rus istihbaratının DEAŞ ve El Kaide’yi yakından ve dikkatli bir şekilde takip ettiği görülüyor. Bunun sebebi lojistik bakımdan Afganistan’a en yakın ülkenin Rusya olması ve burada iki grup arasında yeni bir terörist varlığın oluşumuna dair çok sayıda haberlerin bulunması olabilir. Belki de Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) Başkanı Aleksandr Bortnikov’un “her iki grubun güçlerini birleştirmesi ile ortaya çıkacak risklere karşı uyarmasının ve her iki terör örgütünün yakınlıklarına dair işaretler bulunduğunu” açıklamasını yapmasının sebebi de buydu.
Rus uzman, teröristlerin savaş meydanındaki yenilgisinin, onları kanlı faaliyetlerine devam etmeleri için yeni olanaklar aramaya sevk ettiğini düşünüyor. Bu faaliyetler arasında “Orta Asya bölgesine nüfuz etme riskini arttıran Afganistan, Avrupa, Kuzey Afrika ve Güneydoğu Asya'daki milis hareketliliğinin yanı sıra güvenli ülkelerdeki varlıklarını genişletmeleri” gibi durumlar bulunuyor.
Dünya çapındaki radikal politik ve terörist gruplarla ilgilenen entelektüel araştırma merkezleri gözlemcisi muhtemelen, her iki örgüt arasında zaman zaman yaşanan çalışmalara rağmen her iki grubun da silahaltına almak için ortak insan kaynaklarına dayandıklarının ve ideolojik olarak benzerlikler taşıdıklarının farkındadır. Grup üyelerinin çeşitli sebeplerle birbirlerinin saflarına katıldığını gösteren birçok örnek var.
DEAŞ ve El Kaide’nin özellikle medya konuşmaları ve dış dünya ile iletişim kurma yolları göz önüne alındığında, medyada istikrarlı ve benzer bir büyüme sergiledikleri göze çarpıyor. Her iki örgüt de aynı radikal fikirleri empoze etmeye ve benzer yöntemler ile yeni destekçiler bulmaya çalışıyor.
Rusya Dış İstihbarat Servisi Terörle Mücadele Merkezi Başkanı Sergey Kojetev, Eylül ayı başlarında yaptığı açıklamada, DEAŞ ve El Kaide tarafından melez bir oluşumun tesis edilmesi sonucu, hem insan hem de materyal bakımından kendi kaynaklarına sahip olan yıkıcı bir terör gücünün yolda olduğuna işaret etti. Kojetev, dünyanın ölümcül, tehlikeli ve endişe verici bir meydan okuma ile karşı karşıya olduğunun da altını çizdi.
Farklı ABD istihbarat ajansları bu korkunç durumun farkına varamadı mı ya da umursamıyor mu?
Özellikle Başkan Trump’ın dünyanın herhangi bir yerindeki terörizmle mücadele etme ve yok etme hedeflerini ön plana çıkardığından bu yana ABD’nin böyle bir durumdan habersiz olması veya umursamaması mümkün değil. Bu, dünya çapında terörizmle mücadele eden ABD’nin, karanlık grupların geri dönüşünü engellemeye yönelik önleyici savaş gibi son stratejilerinde açık bir şekilde görünüyor. ABD basını şüphesiz ABD askeri müessesesinin kulisinde DEAŞ ve El Kaide arasında gelecekteki bir birleşmeye dair sıcak tartışmalar olduğundan haberdardı.
Georgetown Üniversitesi profesörlerinden biri olan ve Pentagon’a yakınlığı ile bilinen Bruce Hoffman, ABD basınında yer alan bir analiz yazısında şunları söyledi:
“İki grubun ittifakı kaçınılmaz. Suriye'deki iki grup arasındaki yakınlaşma, çatışmanın başlangıcından bu yana gerçekleşmedi. Bilakis aralarındaki rekabet ve fikri farklılıklardan dolayı silahlı çatışmalar yaşanıyordu. Ancak devam eden yenilgiler ve Suriye'nin geniş bölgeleri üzerindeki kontrol kaybının bir sonucu olarak her iki grubun ittifak etmesi şu anda oldukça muhtemel.”
Hudson Enstitüsü Siyasi-Askeri Analiz Merkezi Müdürü Richard Whites, Rusya ve ABD’nin terörist gruplar üzerindeki baskılarını sürdürmelerinin onları ittifak kurmaya ve farklılıkları arkalarında bırakmaya zorladığını düşünüyor. Whites, terörist grupların nadiren ittifak kurduklarını ve asıl olarak bu eğilimde olmadıklarını, fakat buna rağmen sonlarının yaklaştığına dair risklerin ortaya çıkmasıyla birlikte farklılıklarının üstesinden gelerek ittifak edebileceklerini ifade ediyor.
Öte yandan DEAŞ ile El Kaide arasındaki muhtemel ittifak meselesi Birleşmiş Milletler (BM) gözlemcilerinin de gözünden kaçmadı. Nitekim geçen Ağustos ayında yayınladıkları uzun bir raporda, terör örgütlerinin durumlarını ve mekanizmalarını açıkladılar. AFP, raporun içeriğinde bulunan “El Kaide'nin hala kararlılığını sürdürdüğü, bazı bölgelerde DEAŞ örgütünden daha büyük bir tehlike oluşturduğu ve farklı ülkelere yönelik terörist saldırılar başlatmak için iki örgüt arasında ortak işbirliği olasılığı” gibi bazı ifadeleri aktardı.
BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan söz konusu rapor, dünyadaki başlıca terör örgütleriyle savaşmaya yönelik olan önceki tüm stratejilerin başarısızlığını gösteren şaşırtıcı bir gerçeği gözler önüne seriyor. ABD tarafından Afganistan, Irak, Somali ve Nijerya’da El Kaide’ye karşı gerçekleştirdiği açık ve gizli savaşlar bu durumun en bariz örneğidir. Bu savaşların aksi neticeler vermesi de muhtemel. Nitekim DEAŞ örgütü ABD’nin Irak ve Suriye işgali sırasında ortaya çıktı, öncesinde değil. Gözlemciler, El Kaide ile ilişkili grupların Somali ve Yemen gibi bazı bölgelerde hala en önemli terör tehdidi olduğunu ve bunun kanıtının ise devam eden saldırılar ve sürekli başarısız olan operasyonlar olduğunu belirtiyorlar.
Bu rapordan El Kaide’nin, sebep olduğu tüm kanlı sahnelere rağmen DEAŞ’tan daha tehlikeli olduğu anlaşılır mı?
Rapor bize, Batı Afrika ve Güney Asya'da bulunan El Kaide bağlantılı grupların, güçlü bir konum edinmekten aciz kalan DEAŞ örgütü savaşçılarından daha tehlikeli olduğunu söylüyor. Bazı bölgelerde DEAŞ ve diğer El Kaide örgütü ile bağlantılı gruplar arasında mevcut işbirliği olasılığının dünya için yeni ve ciddi bir tehdit oluşturabileceği hususunda da uyarıyor. Örneğin Suriye'deki El Nusra Cephesi, El Kaide’nin dünya üzerindeki en güçlü ve en büyük kollarından biri olmaya devam ediyor. Savaşçılarının sayısı 7 bin ila 11 bin arasında olan bu örgüt, küçük silahlı grupların kendilerine katılmaları için tehditlere, şiddete ve maddi teşviklere başvuruyor.
DEAŞ unsurlarının Taliban saflarına katılmalarına, aralarındaki farklılıkları görmezden gelmelerine ve onlarla stratejik bir ortaklık kurmalarına sebep olan şey nedir?
El Kaide'nin göreli bir üstünlüğe sahip olduğunu, yerel ve küresel hedefler arasında etkili bir denge kurabilme yeteneğinin bulunduğunu görüyoruz. Terör uzmanı Daniel Byman, radikallerin yerel kabilelerle iyi ilişkiler sürdürdüklerine ve şeriatın uygulanmasında esnek olduklarına işaret ediyor. Ayrıca Arap Yarımadası'nda El Kaide örgütünün hala 2015 yılının başında Paris’te gerçekleştirilen Charlie Hebdo saldırısı gibi saldırılar gerçekleştirebileceğini ve El Nusra Cephesi ve Somali'deki Eş-Şebab hareketi ile giderek daha yakın bir ilişki kurduğunu belirtiyor.
El Kaide ile DEAŞ arasındaki ortaklık sonucu oluşacak tehlikeli bir terör koalisyonun ortaya çıkışının ve yükselişinin kurbanı olabilecek belirli bir yer var mı?
Hedef yerin Afganistan olduğu kesin. Yeni bir gruba hayat ve barınak sağlayabilecek üst perde Taliban’dır. 18 yıldır maruz kaldığı şiddetli darbelere rağmen hala ayakta. Terör operasyonları ülkenin farklı bölgelerinde hala devam ediyor. ABD Genelkurmay Başkanı General Joseph Dunford tarafından 18 Kasım'da yapılan açıklamada, Taliban’ın Afgan topraklarındaki ilerleyişine ve Afgan ve yabancı kuvvetlere karşı giriştiği savaşları kaybetmediğine dikkat çekilerek “Taliban’ın sahada kaybetmeyeceği” ifade edilmişti.
El Kaide ile DEAŞ arasındaki birlik için en gözde mekânın Taliban olmasının sebebi nedir?
Muhtemelen iki sebepten dolayı. Bunlardan birincisi Afganistan’ın Amerikan ve Rus varlığının ortak noktası olması ile ilgili, ikincisi ise Taliban tarafından kontrol edilen alanların genişliğidir. Nitekim Taliban ülke topraklarının yüzde 4’ünü oluşturan 14 bölgeyi kontrol ediyor ve 263 diğer bölgede yüzde 66 oranında bir alanda varlık gösteriyor. Taliban’ın saha uzmanlığı, organizasyonel kontrolü ve Amerikalılar ve Ruslar karşısında tarihsel deneyimi, onu doğu ve batıdaki tüm terörist grupların savaş alanındaki en büyük öğretmeni yapmaktadır.
Bu gerçeğe dikkat çeken en önemli kişilerden biri de Stratfor Merkezi’nde araştırmacı olan Scott Stewart’tı. Mart 2017'de şöyle bir soru sordu: DEAŞ ve El Kaide ortak bir zemin bulabilir mi?
Analiz, güvenlikten yoksun başarısız devletlerin bulunduğu yumuşak karna sahip olan bölgelere dikkat çekiyor. Bu bağlamda Afganistan ön sırada geliyor. Stewart'ın görüşünün özeti, El Kaide ve DEAŞ’ın güçlerinin birlikteliğinin dünya için büyük bir tehlike oluşturacak olmasıdır.
Özellikle Moskova ile Washington ve bir dereceye kadar Pekin gibi büyük kutuplar arasındaki farklılıkların derinleşmesi, DEAŞ ve El Kaide’nin yeni bir terör canavarı yaratmalarına katkıda bulunacak ve bununla yüzleşmek zor olacak. Pozisyonlar ne kadar farklılaşırsa, uluslararası aktörler köktenci terörist grupları manipüle ederler. Böylece terörizm ve teröristler, büyümek ve fitneyi yaymak için elverişli bir ortam bulurlar. Bu nedenle tabiri caizse bir sonraki ölümü karşılamak için uluslararası bir güven durumu oluşturulması gerekiyor. Mevcut dünya düzeninin tektonik katmanlarının eridiği bir zamanda, daha fazla sosyal adaletsizlik, sınıf eşitsizliği ve uluslararası çatışmalar ortaya çıkar.



Demokratik ülkeler ‘gri bölge’ savaşlarını nasıl kazanır?

Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)
Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)
TT

Demokratik ülkeler ‘gri bölge’ savaşlarını nasıl kazanır?

Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)
Rusya devlet Başkanı Putin, Kırım'ın Ukrayna'dan alınması ve Rusya'ya ilhakının yıl dönümünü bir Rus savaş gemisinde kutladı (Reuters)

Savaş ve barış arasında, kavramların farklılaştığı ve kuralların karmaşıklaştığı ‘gri bölge’ olarak anılan belirsiz bir bölge var. Bu bölge, bir ülkenin bir başka ülkeye zarar veren faaliyetlerde bulunduğu yeri temsil ediyor. Öte yandan bu faaliyetler, savaş eylemleri olarak kabul edilse de yasal açıdan savaş eylemleri değildir.
Eski bir İngiliz ordu mensubu olan Albay Richard Kemp tarafından hazırlanan ve ABD merkezli Gatestone Enstitüsü tarafından yayımlanan bir raporda, demokratik ülkelerin gri bölgedeki otoriter devletlerin ve terör örgütlerinin eylemlerine ilişkin tutumları ve bunlarla nasıl mücadele edebileceklerine dair bir incelemeye yer verildi.
İngiltere Kabine Ofisi'nde uluslararası terörle mücadele ekibinin başkanı olarak görev yapan Kemp, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin, bu ay geçici ulusal güvenlik strateji belgesini yayınladığını, aynı şekilde Atlantik Okyanusu’nun karşısında İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın, Parlamento’ya entegre bir güvenlik, savunma, kalkınma ve dış politika belgesi sunduğunu söyledi. Biden ve Johnson, söz konusu belgelerde gri bölgedeki giderek artan zorluklarla ilgili endişelerini dile getirirken bunlara daha etkili bir şekilde yanıt vermek için önlemler alma sözü verdiler. Rapor, gri alanın, ülkeler arasındaki normal jeopolitik rekabetin dışında kalan, ancak silahlı çatışma düzeyine ulaşmayan zorlayıcı eylemlerin yer aldığı barış ve savaş arasındaki yer olduğuna dikkati çekti. Gri bölgedeki eylemler, genellikle teröristler dahil olmak üzere vekiller kullanan ülkeler ve terör örgütlerinin kendileri tarafından gerçekleştiriliyor. Gri bölgenin kuralları genellikle agresif, belirsiz, inkar edilebilir ve görünmezdir. Hedef ülkelere zarar vermeyi, onları zorlamayı ve etkilemeyi veya istikrarlarını bozmayı ya da uluslararası statükoya zarar vermeyi amaçlar. Bir yandan büyük bir askeri müdahaleden kaçınırken diğer yandan gerilimi daha da artırma tehdidiyle hedef ülkeyi yıldırmaya ve caydırmaya çalışırlar.
Albay Kemp, Alman Haber Ajansı’nda (DPA) yer alan analizinde, gri bölgenin yeni bir fenomen olmadığını, aksine dünya genelinde en baskın çatışma biçimi olduğunu belirtiyor. Bunun yanı sıra küreselleşme ve teknolojinin, bu tür eylemlerin sıklığını, etkililiğini ve ortaya çıkma hızını artırdığına işaret eden Albay Kemp, ABD ve İngiltere'nin de bu durumun farkında olduklarını vurguladı. Albay Kemp, siber alan, uzay, internet, sosyal medya, dijital propaganda ve insansız hava araçları (İHA) gibi giderek daha güçlü hale gelen ‘gri savaş’ araçlarını kullanan daha fazla aktörün devreye girdiğine dikkati çekti. Bu aktörlere verilen örnekler arasında Rusya’nın 2018 yılında Birleşik Krallık'ta bir kişiyi sinir gazı ile öldürme girişimi, Kırım'ın ilhakı, Avrupa parlamentosu seçimlerine müdahale çabaları, Çin'in Güney ve Doğu Çin denizlerindeki tartışmalı adalar üzerinde egemenlik ilan etme taktikleri ve eylemleri, Hindistan'a karşı Ladakh bölgesindeki askeri saldırısı, Hong Kong'a yönelik şiddetli baskısı ve İran’ın Ortadoğu, Güney Amerika, ABD, Avrupa ve diğer yerlerde tekrarlanan terörist saldırıları, uluslararası tankerlere el koyma ve saldırıda bulunma ve vekilleri aracılığıyla Irak’taki ABD’ye ait tesislere füze saldırıları düzenlemesi de yer alıyor. Batılı ülkelerin elinde, kendilerini veya müttefiklerini hedef alan ve çok taraflı koordinasyonu daha etkin bir şekilde kullanan gri bölge eylemlerine karşılık vermek için birçok proaktif ve reaktif seçenek bulunuyor. Amaç, caydırıcılığın yanı sıra topyekün bir çatışmaya yol açabilecek gerilimleri önlemektir. Seçenekler, diplomasi, basın, ekonomi ve askeri olmak üzere dört kategoriye ayrılır.
Söz konusu gri bölge eylemlerine askeri olarak karşılık verme kategorisi, NATO güçlerinin, Rusya'nın saldırı olasılığına karşı Litvanya'da konuşlandırılması ve İngiliz Kraliyet Donanmasına ait uçak gemilerinin Güney Çin Denizi'ndeki seyrüsefer özgürlüğünün sağlanması için devriye gezmeleri gibi sembolik güç gösterilerinin yanı sıra sınırlı konvansiyonel savaş, gizli operasyonlar, siber saldırılar ve casusluk gibi seçenekleri barındırıyor. 
Bu seçeneklerin her biri, gri bölge eylemlerine karşı son derece önemli olabilir, ancak önemli politik riskleri de beraberinde getirmektedir. ABD’nin 2020’de İran'ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'yi hedef alan füze saldırısı, bunun en büyük örneğidir. Süleymani, diğer kötü niyetli faaliyetlerin yanı sıra, uzun yıllar ABD’yi ve müttefiklerini hedef alan saldırıları organize eden ve gri bölgenin önde gelen isimlerinden biriydi. Demokratik ülkelerin gerilim yaşama korkusu, gri bölgede askeri seçeneklerin kullanımı konusunda büyük kısıtlamalara yol açarken bu durum İran gibi otoriter ülkeler tarafından sömürülüyor. Oysa verilecek karşılık dikkatli bir şekilde hesaplandığı takdirde Başkan Biden’ın uyardığı türden bir tırmanma pek olası değildir. Gri bölge eylemlerinin asıl amacı, ABD ve müttefikleri ile topyekun bir çatışmaya girmekten kaçınmaktır.
Kemp, Batılı güçler tarafından yürütülen tüm askeri operasyonların, hükümetlerin askeri operasyonların yürütülmesinin veya kanunları uygulama prosedürlerinin belirli operasyonlarda geçerli olup olmadığına dair net bir karar almasıyla gri bölge de dahil olmak üzere iç ve uluslararası hukuka uygun olarak yürütülmesi gerektiğini düşünüyor.
Ancak yasalara bağlı olmak, askeri operasyonun siyasi açıdan zarar vermeyeceğini garanti etmez. Özellikle de operasyon ters giderse bu kaçınılmaz olur ve oldukça risklidir. Bazı durumlarda, dolaylı bir yaklaşım benimsenmesi ve gri bölgede başka bir ülkedeki bir düşmana ve onu harekete geçiren davadan farklı bir davaya karşı askeri bir operasyon düzenlenmesi gerektiğinden durum daha da karmaşık bir hale alır.
Eğer siyasi çıkarlar çok yüksekse, gri bölgedeki askeri operasyona karşılık vermek gerekir mi? İngiltere Başbakanı Johnson’ın Parlamento’ya sunduğu belgede, “Ülkeleri cezalandırılma ihtimalleri olduğunu belirterek, bu eylemleri yapanları açığa çıkararak, bunları kimin işlediğini açıklayarak ve buna göre cevap vererek düşmanca eylemlerinden caydırmaya çalışacağız. Caydırıcılık tek başına askeri bir seçenek anlamına gelmez. Mümkün olduğunda, yaptırımların uygulanması için diplomasi ve basın yolunun kullanılması ve ekonomik tedbirler alınması tercih edilir. Ancak bazen aynı şekilde yanıt vermek gerekebilir. Askeri seçeneği kullanmak isteyen gri bölge muhalifleri de gerçek bir askeri tehditle karşı karşıya kalmalıdır” ifadeleri yer aldı.
Albay Kemp raporunda “Liberal demokrasilerin gri bölgede çalışmak istediklerinden ne kadar eminiz?” diye soruyor. İngiltere, on yılı aşkın bir süredir İran’ın askeri mühimmatlarını kullanan vekil güçler, Irak'ta İngiliz (ve Amerikan) askerlerini öldürüldüğünde ve sakat bıraktığında dahi gri bölgede herhangi bir askeri operasyon düşünmedi. Her şey ortada olmasına rağmen İran’a düşmanlık bile beslemedi.  Bunun yerine diplomatik çabalara dayandı ve cinayetler devam etti” değerlendirmesinde bulunuyor.
Bu zayıf tutumun sonuçları, İran'ın devam eden gri bölge saldırılarında görülmeye devam ediyor. Eğer bu zayıflığın nedeni, -askerleri öldürülen ülkelerin- siyasi liderlerinin o dönemdeki gerilim yaşama korkusu ve siyasi yankılarsa, bugün özellikle çok yüksek bir risk taşımıyorsa gri bölgede askeri operasyonlar düzenlemeyi ciddi olarak düşünme ihtimalleri nedir?