Mısır: Umut Kurbanlarının Ölüm Yolu -4-

Libya'dan Cezayir'e Tunus'tan Fas'a göç sorunu nasıl ortaya çıktı? Şarku'l Avsat'tan Afrika’dan Avrupa'ya göç dalgasına ilişkin araştırma dizimizin 4. Bölümü Mısır ile devam ediyor.

Mısır: Umut Kurbanlarının Ölüm Yolu -4-
TT

Mısır: Umut Kurbanlarının Ölüm Yolu -4-

Mısır: Umut Kurbanlarının Ölüm Yolu -4-

Fas, Cezayir ve Tunus gençleri Avrupa kıtasına ulaşmak için hayatlarını tehlikeye atarken Mısır’da durum bundan biraz farklı gelişmekte. Zira çok sayıda Mısırlı Avrupa yerine iş bulmak için Libya topraklarına ulaşmaya çalışmakta.
Sevhac şehrinde yaşayan 20 yaşındaki Seyyid Abdurrazi; baba evinin yanında kendi özel evini inşa etmek ve yaşadığı köyden bir kızla evlenme hayalini gerçekleştirmek için Libya’ya çalışmaya gitmek isteyen gençlerden sadece biri.
Bunun için ağır işlerde çalışarak ve akrabalarından borç alarak yaklaşık 7 bin Mısır Cuneyhi biriktirmeyi başarıp yola çıksa da engebeli çöl yolları üzerinden Libya’ya sızma teşebbüsünde başarısız olmuş. Çünkü içinde bulunduğu grupla birlikte Matruh kentinin yaklaşık 300 km güneyinde yer alan Siva vahasından geçerken Mısır sınır güçleri tarafından fark edilmişler ve kovalanmışlar. Abdurrazi, Şarku'l Avsat’a kısa sürede çok para kazanmak hayalinin gözünü kör ettiğini ve Libya’ya göç yolculuğunda karşı karşıya kalabileceği tehlikeleri unutmasını sağladığını anlattı.
Libya’ya sızmakta başarısız olan Mısırlı gencin Şarku'l Avsat’a anlattıklarını 1 hafta önce Mısır İçişleri Bakanlığı’nın yayınladğı açıklama da onaylamıştır. Bu açıklamaya göre; İçişleri Bakanlığı yasadışı göç alanında faaliyet gösteren yüzlerce kaçakçı ve komisyoncuyu tutuklayarak haklarında yaklaşık 86 davanın açılmasını sağlamış. Buna ek olarak açıklamada bakanlığın, insan kaçakçılarını ve komisyoncuları tutuklamak için çalışmalarını yoğunlaştırdığı da vurgulanmış.
Mısır İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre; Matruh Güvenlik Müdürlüğü yasadışı göç ile mücadele kapsamında Matruh’ta terkedilmiş bir evde yaşayan ve yola çıkma hazırlığında olan 33 kaçak göçmeni tutuklamış. Bu yasadışı göçmenler arasında Mısır dışında bir Arap ülkesinin vatandaşı olan 2 kişi de bulunuyormuş. Bu bağlamda kaçak göçmenleri taşımak suçlamasıyla birkaç balıkçı da tutuklanmış. Matruh Güvenlik Müdürlüğü tarafından 5 ay önce yayınlanan ve Mısır-Libya sınırını yasadışı bir şekilde geçmeye çalışan 7 kişinin tutuklandığına yönelik yapmış olduğu açıklama da  İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlayan açıklamayı desteklemiş.
Güvenlik güçleri ve sınır muhafızlarının güvenlik önlemlerine arttırmalarına ve 2015 yılının şubat ayında DAEŞ örgütünün 20 Kıpti Mısır vatandaşını öldürmesinin ardından devletin Mısırlı işçilerin Libya’ya gitmelerini yasaklamasına rağmen yine de bazı Mısırlı göçmenler yasadışı bir şekilde karşı tarafa geçmeyi başarmakta.
Şarku'l Avsat’ın görüştüğü ve Dekahliye ilinin Talha ilçesine bağlı Meyt Zankar köyünde yaşayan Seyyid Receb de bunu doğruladı: "Geçen yıl bu yolculuğa çıkan köy sakinlerinden bazıları hayatlarını kaybederken bazıları da çöl ortasında ölmeyi ya da güvenlik güçleri tarafından yakalanmayı göze alarak Libya’ya sızmayı başardılar. Libya’ya sızmayı başaranlardan bazıları köylerini terk ettikten ancak 1 ay sonra ailelerini arayarak sağ olduklarını haber verebildiler.”
Ardından Receb sözlerini şu şekilde sürdürdü: "Yazın çölde sıcaklık oranları çok yüksek olduğu için Libya’ya gitmek isteyenler kış mevsimini tercih etmektedir.”
Kendi köyünden ve komşu köylerden gençlerin hala 10 bin Mısır Cuneyhi karşılığında yasadışı bir şekilde Libya’ya gitmeye çalıştıklarına dikkat çeken Receb bu konuda şunları söyledi: "Köylüler bu işi yapan kaçakçıları ve komisyoncuları bizzat tanımaktadır. Bu bölgelerde kaçakçılar serbestçe dolaşıp Libya’da ekonomik durumun Mısır’dan daha iyi olduğu, daha çok iş fırsatı olduğu, maaşların daha yüksek olduğu yalanlarıyla gençleri Libya’ya gitmeye ikna etmeyi başarmaktadır. Ama gençlerin yolculuk sırasında karşı karşıya kalabilecekleri tehlikelerden ve güvenlik güçleri tarafından yakalanma olasılıklarından ise bahsetmemekteler.”
Mısır’dan Libya’ya yasadışı göç olgusu; Mısır’ın büyük bir bölümünde ve özellikle de doğu sınırlarında güvenliğin gerilemesine neden olan 2011 yılındaki 25 Ocak devriminin ardından ortaya çıktı. Matruh Güvenlik Müdürlüğü’nün 2015 yılında yayınladığı ve Mısırlı gazeteler tarafından yayınlanan istatistiklere göre aynı yılın 6 ayında Libya’dan dönen Mısırlıların sayısı 76 bine ulaştı. Bu Mısırlıların yaklaşık 30 bini Libya’ya yasadışı bir şekilde giriş yapmıştı. Son üç yılda Libya’ya giriş yapan yasadışı Mısırlı göçmenler hakkında ise Mısır makamları şimdiye kadar bir istatistik yayınlamadı.
Bir buçuk yıl önce Libya makamları; Libya’nın doğusundaki Tobruk ve Ecdebiye şehirleri arasındaki çöl bölgesinde 48 yasadışı göçmenin cesedine ulaştı. Libya Kızılayı’na göre bu cesetler, Mısır’ın Asyut, Minye, Beni Suveyf ve Kafru'ş-Şeyh illerinden gelen Mısırlılara aitti ve cesetleri çölde, birbirine yakın ayrı gruplar halinde bulunmuştu. Kızılay'ın verdiği bilgilere göre cesetlerden birisi Kahire’nin güneyinde bulunan Minye iline bağlı Samalut ilçesinden adı Ala Said Seyyid olan bir gence aitmiş. Kızılay; daha önce de bir kez yasadışı bir şekilde Libya’ya girmeyi başaran babasına eşlik etmekte ısrar eden bu gencin yakıcı güneş ışınları, açlık ve susuzluk nedeniyle hayatını kaybettiği bilgisine ulaşmış. Babasının oğlunu küçük bir çukura gömdüğü ve neredeyse oğluyla aynı kaderi paylaşacakken Libya sınır muhafızları tarafından kurtarılmış.
Şarku'l Avsat’a konuşan eşi Fatıma Abdullah’a göre; birincisi Sellum El-Haddudi geçidi ikincisi ise güneyde yer alan ve çöle açılan kapı olan Siva vahası olmak üzere kaçakçıların Libya’ya gitmek için kullandığı iki ana rota bulunuyormuş. Fatıma hala bu yasadışı göç yolculuğunda kaybettiği oğlu için gözyaşı dökerken oğlu göze aldığı büyük tehlikeler ve arkasında bıraktığı acılara rağmen küçük hayallerini hiçbir zaman gerçekleştiremedi.
Yarın Tunus...
Libya: Umut Kurbanlarının Ölüm Yolu -1-
Cezayir: Umut Kurbanlarının Ölüm Yolu -2-
Fas: Umut Kurbanlarının Ölüm Yolu -3-



Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  
TT

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi Arabistanlı bir yazar olarak, uzun yıllar, birçok sanatçı, yazar, akademisyen ve aydını barındıran bir entelektüel grubun içinde yer aldım. Kahire, Beyrut, Tunus ve Kazablanka gibi Arap başkentlerindeki konferanslara, festivallere ve kültürel organizasyonlara iştirak ediyorduk. O zamanlar kardeş ülkelerde olan kültür bakanlıklarının bir benzerinin ülkemiz Suudi Arabistan’da da olması için özlem duyuyorduk. Daha sonra enformasyon bakanlığı altında bir kültür komitesi kurulması kararlaştırıldı. Bu haberi yarım yamalak bir tebessümle karşılamak durumunda kaldık. Çünkü bu, hayallerimizin ve beklentimizin altında bir karardı. Biz daha çok yazar, sanatçı ve her alandaki düşünüre ciddi destekler verecek bağımsız bir kültür bakanlığı hayal ediyorduk.  
Suudi Arabistan’daki kültürel sahne oldukça zengin ve çok çeşitlidir.  Suudi kültür ortamı hakkında pek bir şey bilmeyenler için şöyle özetleyebilirim.  Birincisi kamu desteği, ikincisi; özel sektör ve üçüncüsü bağımsız olmak üzere, kültür dünyamız üç alanda değerlendirilebilir. Kamu desteği, devletin kültürel etkinliklere doğrudan veya dolaylı olarak sunduğu desteklerdir. Özel sektörün hizmetleri ise, yayınevleri, edebiyat merkezleri ve sanat galerileri ile sınırlıdır. Bağımsız sanat ise, edebiyat kulüpleri, sivil kültür sanat dernekleri ve geleneksel medya tarafından desteklenen faaliyetleri içerir.  
Bağımsız addedebileceğimiz bu kültürel alanda, ülke genelinde 17 edebiyat kulübü ve 16 kültür sanat derneği faaliyet göstermektedir. Bağımsız alan, yetmişli yıllardan bu yana Krallıktaki kültürel yaşamın gelişiminde çok önemli bir rol oynadı ve oynamaya da devam ediyor. Ülkedeki en önemli kültürel ve düşünsel ürünlerin ortaya çıkmasına olanak sağlayan bağımsız kültürel alan, sınırlı kamu desteği, sınırlı özel sektör desteği ve bağışçıların desteği ile ayakta kalmaktadır.  
2018 yılında yayınlanan kraliyet kararnamesi ile, kültür bakanlığı enformasyon bakanlığından ayrılarak bağımsız bir kuruluş haline geldi. Ülkede kültürel faaliyetleri yakından takip edenler artık farklı bir gelecek tahayyül edebiliyordu. Nitekim takip eden üç yıl içinde kültürel alanlarda önemli atılımlar yapıldı.  
Artık karamsarlığın yerini iyimserlik alabilirdi. Çünkü Suudi Arabistan’ın yeni kültür bakanlığı, Arap ülkelerindeki muadillerinden farklı olarak, aydınların arzu ettiğinden daha olumlu bir vizyon taşımaktaydı. Kültür bakanlığı, bölgedeki ve Arap ülkelerindeki benzerlerinden farklı bir örgütlenmeye gitmişti. Bu örgütlenmenin şekillenmesinde UNESCO aktif rol aldı. Bakanlık süreç içinde faaliyetlerini çeşitli kültürel sektörleri kapsayan 11 başlık altında organize etti. Bu başlıklar altında edebiyat, çeviri, tiyatro, müzik ve resim sanatlarının yanı sıra moda ve yemek pişirme gibi aşina olunmayan kültürel üretim alanları da kendisine yer buldu. Bakanlık nezdinde 16 komisyon oluşturuldu. Dikkat çekici husus ise, bu komisyonların bürokratik ataletten uzak olarak tamamen bağımsız bir şekilde yönetilmeleridir. Bahsi geçen komisyonların yönetim kurulları ve icra komiteleri, kültür aracılığı yapan dernekleri denetlemekte ve desteklemektedir.  Kültürel bir etkinlik yapmak, konferans veya sempozyum düzenlemek isteyenlerin, bakanlık destekli bir dernekle anlaşması gerekiyor. Kitap telif etmek veya yabancı dildeki bir eserin çevirisini yapmak isteyenlerin ise bir yayınevi ile anlaşmaları yeterli oluyor. Komisyonların doğrudan değil de bağımsız dernekler aracılığıyla vatandaşla muhatap olması nedeniyle, bürokratik zorluklar ve idari yolsuzlukların önüne geçilmesi hedefleniyor.  

Bütün bunlar gülümseten olumlu gelişmelerdir. İşlerin gidişatını yakından takip eden biri olarak bu pozitif yargılarda bulunabiliyorum. Sayın kültür bakanının başkanlığını yaptığı, edebiyat ve tercüme komisyonunun içinde yer almaktayım. Kadın çalışanların da yoğunlukta olduğu bu komisyonun çalışma ortamı, daha önce devlet kurumlarında alışık olmadığımız kadar rahat ve özgürlükçü.   
Ancak, bilindiği üzere kültür, ne kadar çeşitli ve gelişmiş olsa da kurumlar tarafından üretilemez. Kurumlar kültürel üretimi teşvik eder ya da sekteye uğratır fakat kültürün üretimini üstlenemez. İster edebiyat olsun ister felsefe veya sanat, tekil ya da çoğul olarak bireyler tarafından üretilir. Kral Abdülaziz tarafından kurulduğu ilk yıllardan itibaren ülkemizin kültürel birikimi, bireysel çabalarla oluşmuştur.  
Sayın Veliaht Prens Muhammed bin Selman liderliğindeki 2030 vizyonunu kültürel alanda yakalayabilmemiz için, kültür üreticisi bireylere uygun koşulların sağlanması bir zorunluluktur. Kültür bakanlığının artan ve çeşitlenen maddi manevi destekleri, bu yolda güçlü bir şekilde ilerlediğimizin güçlü bir göstergesidir. Ancak bu eğilimin sürdürülebilir olması için dikkat edilmesi gereken hususlar var: 
Birincisi: kültürün, entelektüel ve yaratıcı bir doruk noktası olarak görülmesidir. Doruk noktası derken, insanın kültürel faaliyeti ile kendisini gerçekleştirebileceği en üst sınırlara ulaşabilmesini kastediyoruz. Popülizmin cazibesine kapılmadan, üretici ve alıcıları tatmin etmek için nitelikten ödün verilmemesi gerekir. Bunun elitist, üstenci bir yaklaşım olduğunu ve kültürün geniş kitlelere yayılmasına mâni olacağını iddia edenler olabilir.  Ancak niteliğin niceliğe feda edilmesi, kültürel seviyenin ve kalitenin düşmesiyle sonuçlanacaktır. Asıl hedeflenmesi gereken, kitlelerin seviyesinin yukarıya çekilmesi olmalıdır.  Kültürün en yüksek ürünlerinden biri olan felsefe, kimileri için hayata dair basit fikirlere dönüşebilir veya insan hayatındaki en önemli konuların tartışılarak, sorunlarına çözüm bulunmasına katkı sağlayabilir. Tabi ki yüksek standartlar dayatılamaz, bununla birlikte olumlu yönlendirmeler ve hatırlatmaların yapılması gerekir.   
İkincisi: Kültürel üretimin aracı olan Arap diline azami özenin gösterilmesidir. Arapçanın kültürel üretimdeki temel rolü teşvik edilmelidir. Başta eğitim alanında iyileştirmeler olmak üzere, akademi, medya ve ticari alanlarda Arapça dilinin doğru kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. Özellikle ticaret alanlarında İngilizcenin Arapçanın yerini almaya başladığı görülüyor. Gençlerin kullandığı dil itibariyle Arapçalarının geliştirilmesi için gerekli adımların atılması zorunludur. Arapça, kültürümüzün geleceğidir, çünkü sahip olduğumuz kültür Arap kültürüdür.   
Üçüncüsü: İfade ve üretim özgürlüğü alanlarının genişletilmesidir. Toplumsal baskı ve muhafazakâr yaklaşım, üretilenlerin kalitesini olumsuz etkiler. Geçmişte, bu korkular ve hassasiyetler nedeniyle, nice kültürel içerik üreticisi yurt dışında yaşamak zorunda kalmıştır. Çok şükür bu yönde olumlu değişikliklerin olduğuna dair birçok işaret var, ancak Suudi Arabistan’ı, kendi çocuklarının ürettikleri için bir merkez haline dönüştürebilmemiz için daha fazla çaba sarf etmeliyiz.  
Dördüncüsü: Kültürün, geniş anlamıyla bir milli servet olduğunun bilincinde olmalıyız.  Veliaht Prens, Cidde şehrinde Suudi aydınlarla yaptığı ilk görüşmede, bu hususu vurgulamıştı. Suudi Arabistan’ın Arap, Müslüman ve dünya düzeyindeki entelektüeller için bir cazibe merkezi olması için bireysel ve toplu olarak daha fazla çaba sarf etmemiz gerekir. Bunun için de ülkemizde kitap dağıtımı, konferans ve festivallerin düzenlenmesi için mevcut prosedürlerin kolaylaştırılması lazımdır. Yakın zamanda ülkemizde geniş katılımlı Arapça kitap fuarının düzenlenmesi ile felsefe ve çeviri alanlarında iki önemli konferansın yapılmış olması, sürdürülmesi gereken doğru yolda atılmış adımlar olarak değerlendirilebilir.  
Beşincisi: Kültürel faaliyette tarihsel olarak önemli bir yeri olan, edebiyat kulüplerinin ve kültür sanat derneklerinin verimliliğinin arttırılması için girişimlerde bulunulmasıdır. Bu kültürel tarihi mirasa yeterli özeni göstermeliyiz.  
 Altıncısı: Akademik ve araştırma kurumlarının, kültürel üretime daha fazla katkıda bulunmaya teşvik edilmesidir. Akademi yaygın olduğu üzere halktan uzak olmamalı, halkla daha fazla etkileşim kurmalıdır. Üniversiteler, yirminci yüzyılın başlangıcından bu yana Arap kalkınmasında önemli roller üstlenmiştir. Suudi Arabistan’ın kültürel tarihinde de üniversitelerin önemli bir yeri olmuştur. Ancak son yıllarda bu rolün azaldığına dair emareler bulunmakta. Üniversitelerin aktif katılımı olmadan gerçek nitelikli bir kültürel canlanma tasavvur edilemez. Zira üniversiteler, aydınlanma, gelişim ve bilinçlenme için en önemli merkezlerdir.  
 Bana göre, ülkemizde kültürel atılım gerçekleşmesi için dikkate alınması gereken hususlar bunlardır. Bu alanlarda şimdiye değin atılmış önemli adımlara ek olarak, bu hususlara da odaklanılırsa yüksek kültür seviyelerine çıkmamız kaçınılmazdır.