İslam kültür mirasında Şuubiye

Yazar: Sadun El Meşhadani – Yayınevi: Vard Yayıncılık ve Dağıtım- Amman, 2018
Yazar: Sadun El Meşhadani – Yayınevi: Vard Yayıncılık ve Dağıtım- Amman, 2018
TT

İslam kültür mirasında Şuubiye

Yazar: Sadun El Meşhadani – Yayınevi: Vard Yayıncılık ve Dağıtım- Amman, 2018
Yazar: Sadun El Meşhadani – Yayınevi: Vard Yayıncılık ve Dağıtım- Amman, 2018

"Modern Şuubiye: İdeolojik ve Düşünsel Kökleri" kitabında Şuubiye'nin ideolojik, entelektüel köklerinin, metodlarının ve amaçlarının izleri takip edilmekte.
Araştırmacı Sadun el-Meşhadani İslam kültür mirası hakkındaki çalışmalarını sürdürüyor. Daha önce “Haricilerden Yeşil Bölge’ye Siyasal İslam”, “İslam Tarihinde Efsaneler ve Kültür” ve “Üç Semavi Dinde Cinsellik” adlı kitapları yayınlanan araştırmacının son olarak “Modern Şuubiye: İdeolojik ve Düşünsel Kökleri” kitabı piyasaya çıkmıştır.
Araştırmacı bu kitabında İslam tarinde ilk ortaya çıkışından günümüze kadar Şuubiye'nin kaynaklarının ve amaçlarının izlerini sürmektedir. Şuubiye'nin ortaya çıkış nedenleri ile ilgili ise araştırmacı; Emevi devletinin kabileciliği yeniden canlandırmasına karşı gösterilen tepkinin İslam’da Şuubiye'yi doğurduğunu belirtmektedir. Kabilecilik politikalarına geri dönülmesi sonucunda bilhassa Emevi devletinin son yıllarında Arap olmayan Müslümanlar “Mevaliler” ayrımcılığa maruz kalmışlardır. Bu durum onların büyük oranlarda Emevi yönetimine karşı olan hareketlerin faaliyetlerine katılmalarına ve İslam dininin adalet ve eşitlik ilkelerinin uygulanmasını talep etmelerine yol açmıştır.
Araştırmacı ayrıca bütün milliyetlerden müslümanların arasında eşitlik esası üzerine kurulan Abbasi devletinde Arap olmayan müslümanların nüfuzunun ve etkinliklerinin arttığını belirtmektedir. Abbasi döneminde idari yönden devletin önde gelen vezirleri ve yöneticileri ya Fars veya Türk ya da diğer milletlerdendi. Düşünce ve kültür alanında Arap olmayan ulusların kültürel birikimlerinin çevrilmesi; İslam Arap medeniyetinin gelişerek altın çağına ulaşması ile sonuçlanmıştır. Bu gelişme ile hilafet devleti sınırları içerisinde yaşayan uluslar arasındaki ilişkileri tanımlanmada yeni kavramlar ortaya çıkmıştır. Buna göre bu ulusların tamamı ırk temeline dayanmayan tek bir ümmeti oluşturmaktadır. Abdulaziz el-Devri’nin “Şuubiye'nin Tarihi Kökenleri” kitabında da yer verdiği gibi  el-Cahiz’e göre bir ulusu oluşturan temel etkenler; dil, huy, davranış, çevre ve coğrafyadır.
İslam halkları arasında kültürel bir bütünleşmenin varlığına rağmen araştırmacıya göre, bazı nedenlerden dolayı İslam tarihi boyunca Şuubiye etkin bir hareket olmayı sürdürmüştür. Bu nedenlerin başlıcaları:
1- Çok sayıda mevalinin bu hareketlere katılması sonucunda popülerizmin muhalif hareketler ve devrimlerle karıştırılması.
2- Kültürel ve ideolojik faaliyetlerin büyük oranda popülerist unsurlar tarafından yürütülmesi. İbn Haldun’un dediği gibi İslam’da özellikle bilim ve kültür bayrağını taşıyanların büyük bir çoğunluğu “Arap olmayan” mevalilerdi.
3- Yönetimde baş gösteren siyasi yolsuzluk ve ardından gelen mali yolsuzluk, servet dağılımındaki eşitsizlik ve yöneticinin hanif dinin emirlerinden uzaklaşması. Bu da yöneticiler ve halkın geneli arasında bir uçurum yaratmıştır. Gün geçtikçe bu uçurumun  genişlemesi kimisi doğru, kimisi de İslam’ı zayıflatmak için kullanılan hareketler ve devrimler ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla Şuubiye'nin doğmasına ve yaygınlaşmasına yardımcı olan etkenler katıksız bir şekilde iç etkenlerdir.
4- Abbasi halifeleri ile çoğunluğu Arap olmayan vezirleri arasındaki çatışmanın şiddetlenmesinin İslam tarihinde popülerizm eğiliminin artmasına yardımcı olması
Şuubiye'nin hedeflerini gerçekleştirmek için takip ettiği yöntemler hakkında ise araştırmacı popülerizmin şu noktalara odaklandığına işaret etmektedir:
İslami inançları karalamak ve güvenirliğini sarsmak. Bu alanda araştırmacı; din, insan ve yaratıcı arasındaki ilişkiyi anlamada aklı bir kenara iten empirik bakış açısı yerine dinin ilkelerini anlamakta akılcı bakış açısına odaklanan Mutezile’nin İslami düşüncenin gelişmesindeki rolüne işaret ederek buna özel bir önem vermiştir. Çünkü bu bakış açısına sahip olan Mutezile; müslümanları ırk ve etnik kökenlerine göre ayıran yöneticilerin tutumu ile İslam’ın “Allah katında sizin en üstün olanınız takvaca en ileride olanınızdır” ilkesini ve müslümanlar arasında etnik, ırk ve renk temelinde ayrımcılık yapılmasını reddeden ilkelerini birbirine karıştırarak Araplara düşman olan popülerist hareketlerle savaşmıştır.
Popülerizm; İslam bayrağının taşıyacıları olarak Araplar ile İslam medeniyetini birbirinden ayırmaya çalışmıştır. Çünkü popülistlere göre İslam medeniyeti; İslam’ın Arap yarımadasının dışında yayılmasının ardından farklı kültürlerin birleşmesi ve eşleşmesi ile doğmuştur. Aynı zamanda bu akım; bir yandan Arap olmayan kültürlerin rolünü abartılı bir şekilde överken diğer yandan Arapların İslam Arap medeniyetindeki rolünü, Arapların İslam’dan önce cahil ve barbar bir toplum oldukları gerekçesiyle inkar etmiştir. Diğer bir deyişle popülerist kişiler Arapları küçümsemiş ve diğerlerine karşı hiçbir üstünlükleri olmadığına inanmıştır. Yine Şuubiye; halkların İslam öncesi Zerdüştlük vb. geleneklerine dayanarak insanları bazı dini ibadetlerde aşırılığa kaçmaya teşvik etmiştir.Modern Şuubiye ve amaçları hakkında ise araştırmacı; kaynaklarının çeşitlendiğine, İslam’a ve Araplara karşı düşmanlıklarını açık bir şekilde deklare eden hareketlerin ve kurumların temsil ettiği dış etkenlerle sınırlı kalmadığına işaret etmektedir. İç popülerizmin dış popülerizmden çok daha tehlikeli olduğuna değinmektedir. Bu bağlamda araştırmacı; siyasal İslam akımların çok sayıda takipçisinin İslam öncesi Arap tarihini cahiliye olduğu gerekçesiyle inkar ederek popülerizmi yaygınlaştırdıklarına iaşret etmektedir. Hatta bu akımların popülerist tutumları modern Arap toplumlarını da kapsamaktadır. Çünkü bu hareketler;  kendi deyimleriyle “Allah’ın hükümleri” ile yönetilmedikleri için modern Arap-İslam toplumlarını da cahiliye toplumları olarak nitelerler.
Arap olmayan milliyetçi azınlıklara (Kürt, Türkmen ve Fars) ait siyasi hareketlerin popülist tutumu da buna benzemektedir. Örneğin bu hareketlerin politikası; Türkiye ve İran’ın Arap ülkelerine karşı tezleri ve iç işlerine müdahaleleri ile uyum içindedir. (Sayfa:38)
Şuubiye'nin eleştirisi ile ilgili araştırmacının sunduğu bazı düşünceler çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bunlardan biri de Arapları bir millet olarak değil de gelişimi İslam’ın doğuşu ve diğer Arap olmayan milletler arasında yayılması ile bağlantılı olan bir kültür olarak savunmaktır. Örneğin araştırmacı kitabının 4. bölümünde; Resulullah’ın (sav) kurmuş olduğu Medine devletinin farklı din ve ırklardan oluşan Medine halkı arasında eşitliği savunan bir vatandaşlık kavramı üzerine kurulduğuna işaret etmektedir. Diğer yandan bazılarının din ile tarihi birbirine karıştırdığına da işaret etmektedir. Buna örnek olarak ise İslam öncesi Arap tarihine değersiz gören bir bakış açısına sahip olan siyasal İslam akımlarını göstermektedir.
Siyasal İslam akımlarının aşırı olanlarının arasında bu din ile tarihi birbirine karıştırma o kadar derinleşmiştir ki bu kavramı modern İslam toplumlarını kapsayacak şekilde genelleştirmişlerdir.
Örneğin; Seyyid Kutub yazdığı birçok kitap ile bunu yapmıştır. Kitaptan edindiğim izlenimden yola çıkarak araştırmacının, Arap-İslam tarihinde Şuubiye olgusuyla ilgilenen yazarlar ve araştırmacılara yararlı olacak bazı ilkelere ulaştığına işaret ederek bunları kısaca şöyle sıralamak isterim:
1- Yönetim ve idarede Arap olmayan müslümanlara karşı uygulanan ayrımcılıkla mücadele çağrısında bulunan ideolojik ve sosyal hareketler ile Arap İslam kültür bayrağının taşıyıcısı olarak Araplara düşmanlığı benimseyen hareketleri birbirinden ayırmak çok önemlidir.
2- İslam öncesinde şan sahibi ve köklü bir kültürü olan ve bununla övünmek isteyen, yeni toplum içerisinde kendisine bir konum edinmeye çalışan uluslar ile İslam’ın yayılmasından sonra gelişen ve İslam hilafetini kuran Arapları ve Arap-İslam kültürünü küçümseyerek eski şanlı günlerini canlandırmaya çalışan uluslar birbirinden ayırt etmek.
3- İbn Mukaffa İsyanı (Hicri 159-163), Babek Hürremi Ayaklanması (Hicri 201-233) gibi Pers (Sasani) devletini tekrar kurmak ve eski şanlı günlerine döndürmek amacını taşıyan sosyal-siyasi isyanlar ile diğerlerini ayırmak. Çünkü bunlar dışarıdan İslami  görünselerde gizli hedefleri Arapların yönetimine ve Arap-İslam medeniyetine son vermektir.
Bu kitabın İslam tarihi, kültürü, edebiyatı, düşüncesi ve toplumu hakkında araştıma yapanlar için çok yararlı olacağını ama aynı zamanda normal okurların da sıkılmadan okuyacakları bir kitap olduğunu düşünüyorum. Çünkü kitap; okuru Araplar ve genel olarak müslümanlara ait adet ve gelenekler, tarihte yaşanan olaylar  ve bununla ilgili rivayetler arasında güzel bir yolculuğa çıkarmaktadır. Ayrıca İslam öncesi Arap tarihinden başlayarak Arap-İslam medeniyet tarihinde ortaya çıkan birçok devlet, beylik, siyasi ve ideolojik hareketlerle ilgili okura önemli bilgiler vermektedir. Yine kitapta; bazen medenileştirme ve modernleştirme bazen de demokrasiyi yayma ve sözde insan haklarını korumak gibi farklı gerekçelerle ülkelerimizin istila eildiği ve sömürgeleştirildiği dönemden bahsedilmektedir. Hakikat; bütün bu eski ve modern istila çabaların arakasında yatan asıl nedenleri gözler önüne sermiş olsa da bugün halen aynı şeyler yaşanmaktadır. Araştırmacının iki ciltten ve yaklaşık 1000 sayfadan oluşan çalışmasını özetleyerek işaret ettiği gibi bu istilalar, toplumlarımıza ne medeniyet getirmiş ne de onların modernleşmelerini sağlamıştır. Yıkılan şehirler, sosyal ve ekonomik yıkım, milyonlarca mülteci, hayatta kalmak için mücadele eden ülkeler ise sözde demokrasi iddialarının tanıklarıdır.
Son olarak; araştırmacının bazen İslam tarihinde görülen ve özellikle de Arap olmayan unsurların liderlik ettiği muhalif hareketlerden toplumsal boyutlarını çekip aldığına da işaret etmeliyiz. Bunun nedeni bu hareketlerin; Ahmed Emin’in dediği gibi Arap düşmanı hareketler değil de müslüman yöneticilerin birçoğunun yaptığı gibi İslam dininin ilkelerinden sapmaya karşı mücadeleyi amaçlayan, Araplar ile Arap olmayan müslümanlar arasında eşitlik kavramını savunan sınıfsal ve toplumsal hareketler olmalarıdır.



Eski bir Suudi diplomat ABD Başkanı'na açık bir mektup gönderdi

Ali Asiri, ülkesinin Obama'ya karşı üzüntü hissettiğini ve Trump ile ilişkisinin güçlü olmadığını söyledi (Reuters)
Ali Asiri, ülkesinin Obama'ya karşı üzüntü hissettiğini ve Trump ile ilişkisinin güçlü olmadığını söyledi (Reuters)
TT

Eski bir Suudi diplomat ABD Başkanı'na açık bir mektup gönderdi

Ali Asiri, ülkesinin Obama'ya karşı üzüntü hissettiğini ve Trump ile ilişkisinin güçlü olmadığını söyledi (Reuters)
Ali Asiri, ülkesinin Obama'ya karşı üzüntü hissettiğini ve Trump ile ilişkisinin güçlü olmadığını söyledi (Reuters)

Ziyad el-Fifi
‘Bir Suudi vatandaşından açık mektup’ adını vermiş olsa da Ali Avad Asiri’nin yazdığı büyükelçilerin el ele vermek için kullandığı diplomatik bir mektuptu. Ancak o, bunu tüm dünyanın huzurunda ABD Başkanı Joe Biden’a okumayı tercih etti.
ABD menşeili ‘The National Interest’ dergisi, daha önce Riyad'ın İslamabad ve Beyrut büyükelçisi olarak görev yapan Suudi bir diplomat tarafından yazılmış bir makale yayınladı. Suudi yazar bu makalede, ABD Başkanı’na hitap ederek iki ülke arasındaki ilişkilerin, önceki iki başkan dönemine, geçmişe ve geleceğe değindi.
Asiri, makalesini Beyaz Saray hükümdarı ile karşılık oturup konuşuyor gibi kaleme aldı. Bu vesile ile iki ülke arasındaki tarihsel ilişkinin kaybolan ve tarihin kenarında üzücü bir olay haline gelen ve ‘trajik bir kaza’ olarak nitelendirdiği ‘dengesizlik’ sonrasında başladığı yeni bir noktayı ortaya çıkarmaya çalışıyor. Emekli Suudi diplomat, Biden'in ülkesinin, Riyad ile ilişkilerini yeniden değerlendirmek için başlangıç ​​noktası olarak seçtiği noktayı, ilişkinin yeni bir aşamasına geçmek için bir fırsat olarak görüyor.

Washington'un güvenilirliğini aşındırması
Eski Suudi yetkilinin Beyaz Saray’ın Efendisiyle iletişim kurmak için neden bu yolu seçtiği bilinmiyor. Bununla birlikte, yaklaşık yarım yüzyıla yayılan siyasi tecrübesiyle yetmişlerindeki bu adama hitap eden mektubunun başında, bölge ve sorunlu karmaşıklığıyla kendi istediği gibi değil de olduğu gibi ilgilenmesini talep etti.
Asiri, “Obama yönetiminde Başkan Yardımcısı olarak Irak'taki mezhepsel çekişmenin etkisiz hale getirilmesine yardımcı oldunuz. Arap Baharı’nın ardından, temkinli sesiniz, liberal demokrasi gündeminin destekçilerini Ortadoğu krizinin sosyal ve ekonomik yapısını ilk etapta dikkate almaya ikna etti. Ancak Ne yazık ki, o zamandan beri, Obama ve Trump yönetimlerinin siyasi çelişkiler ve kararlılık eksikliği, ABD'nin Arap devletleri için güvenilir bir ortak olarak itibarını büyük ölçüde aşındırdı” ifadelerini kullandı. Önceki iki yönetimin neden olduğu kafa karışıklığını gidermek için farklı bir yaklaşım benimsemesini istedi.

‘Sözde müttefikin’ acısı
Ali Asiri, mektubunda, doğrudan söylemese de Biden'ın Barack Obama'nın daha modern bir versiyonu olduğu görüşüne değinmeyi de göz ardı etmedi. O dönemde kartları karıştıran kişinin Obama’nın gölgesi ve yardımcısı olan Biden olduğuna işaret etti.
Asiri, ülkesinin eski Demokrat Başkan tarafından yapılan ve ‘sözde müttefiklik’ olarak nitelendirdiği şey ve Araplar ile İran arasındaki sorunu çözmek için ‘bölgeyi Tahran ile paylaşmayı önererek’ yaptığı ‘haksız planın’ acısını hala hissettiğine değindi. Ayrıca Washington nezdinde İran’ın hala terörizm sponsoru olduğuna dikkat çekti.


Obama yönetiminin İran ile yaptığı anlaşma Körfez ülkelerini alarma geçirdi (Reuters)

44’üncü Başkan’ın ülkesi ile bölgedeki geleneksel müttefikleri arasında başlattığı krizin tetikleyicisi olan nükleer anlaşmaya atıfta bulunmadan Obama döneminden ve Körfez'den söz etmek mümkün değil. Mektupta, İran'la ortak eylem planı, ‘İran devrimci rejiminin Yemen, Suriye, Irak ve Lübnan'daki militan vekillerini desteklemek için bir örtü olarak kullandığı kusurlu anlaşma’ olarak nitelendirildi.
Bunun yanısıra Suudi diplomata göre ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan dönemin olumsuz yansımaları, ‘Mısır'daki Müslüman Kardeşler gibi aşırılık yanlısı güçlere güzelleme yapma ve Suriye'deki çatışma kurbanlarını baskıcı bir rejimin gazabıyla karşı karşıya bırakma’ hatasının sonucuydu ve bu ülkeler hala o dönemin zorluklarıyla karşı karşıya.

Trump'la olan ilişki bir ‘takastı’
Görünüşe göre eski Başkan Donald Trump ile selefinin dönemine kıyasla tüm sıcaklığıyla ilişki Suudiler için pek tatmin edici değildi.
Ali Asiri, Trump'ın Suudi Arabistan ile Amerika arasındaki stratejik ilişkiyi, askeri ve diplomatik düzeyde iki ülke arasındaki ilişkilerdeki iyileşmeyi kabul etmesine rağmen, bir ‘takas ilişkisine’ dönüştürdüğünü vurguladı.


Saudi Aramco tesislerin 2019 yılında hedef alındığı saldırıdan bir kare (Reuters)

Ayrıca, Eylül 2019'da iki Aramco tesisine düzenlenen saldırının, İkinci Dünya Savaşı sırasında Pasifik'teki ABD filosunu etkileyen ‘Pearl Harbor’ saldırısına benzer olduğunu belirtti. ABD’nin bunun ardından bir savaş başlattığına işaret eden Asiri, ancak ABD’nin iki yıl önceki tepkisinin ‘sembolik’ olduğunu söyledi. Bunun üzerine bir de Riyad’ın bedeli ödemesini talep ettiğini ifade etti.
Yazı, Washington ile Riyad arasındaki son dört yıldaki ilişkiyle ilgili olarak, ülkesi ile önceki ABD yönetimi arasındaki ilişki olarak nitelendirilmesinin yanlış bir tanım olduğu ifadesiyle sona eriyor.

Veliaht Prens’in eleştirilmesi
Suudi diplomatın mektubu, Körfez devletindeki yeni politikanın ne yapmaya çalıştığına dair daha net bir yaklaşım sunuyor. Yazıda Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman liderliğindeki Suudi yönetiminin yaklaşımının, ‘ideolojik mülahazaları ülkenin uluslararası davranışını ve iç politikasını tanımlayan kalkınmacılarla değiştirmeye’ çalışmak olduğuna işaret edildi.
Asiri, Suudi Veliaht Prensine karşı yürütülen kampanyanın eski Beyaz Saray Baş Danışmanı Jared Kushner ile kişisel ilişkisinin bir sonucu olduğunu ima etti.


Suudi Veliaht Prensi ve Jared Kushner arasındaki ilişkinin güçlü ve derin olduğu biliniyor (SPA)
Suudi diplomat bu konuyla ilgili şu ifadeleri kullandı: “İç Amerikan siyasetindeki mevcut bölünmeleri anlıyoruz, ancak görünen o ki, uluslararası ilişkiler ve Suudi liderliği, Capitol Binası içindeki partizan çıkar savaşında, özellikle de insan hakları gruplarıyla ittifak halindeki Demokratların çıkarları için hedef haline geldi. Söz konusu gruplar, Washington'daki siyasi bloklar için rızaya dayalı bir figür olmayan Kushner ile olan ilişkisi nedeniyle Suudi iktidar düzenindeki ikinci isim olan Veliaht Prensi hedef almak için hiçbir çabadan kaçınmıyor.”
 Suudi diplomat, bunun iki ülkenin uzun süredir devam eden ilişkilerine eğer kontrol altına alınmazsa büyük zarar vereceği konusunda uyararak şu ifadelere yer verdi: “Tüm bunlar, genellikle yerel siyaseti veya liderlik seçeneklerini aşan ve uzun süredir devam eden ilişkimize büyük zarar veriyor. Zamanla üstesinden gelinmezse, aynı güçler daha büyük zararlara neden olacaklar.”