Arap kültürel hafızasında Sartre

Arap kültürel hafızasında Sartre
TT

Arap kültürel hafızasında Sartre

Arap kültürel hafızasında Sartre

50’li ve 60’lı yıllarda Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) felsefesi yaygındı ve bu felsefenin öncülüğünü o dönem Fransız filozof ve yazar Jean-Paul Sartre (1905-1980) yapıyordu.
Kendisi Arap düşüncesi ve edebiyatı üzerinde derin etkiler bıraktı. Beyrut’ta yayınlanan edebiyat dergisi "Adab"ın yaklaşık 40 yıllık yayın serüvenine baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliriz. Süheyl İdris, Muta Safadi, George Tarabişi, Edwar Kharrat ve diğerlerinin yazılarında da bu derin etkiyi görmek mümkündür.
Bugünlerde Chicago Üniversitesi, Sartre’ın düşünce dünyasına olan etkisini Arap kültürüyle ilişkilendiren Yoav Di-Capua'nın "Çıkış Yok/ No Exit: Arap Egzistansiyalizmi, Jean-Paul Sartre ve Sömürge Karşıtlığı" adlı İngilizce bir kitap yayınladı. Kitabın adı -okuyucunun bildiği gibi- Sartre'ın “Çıkış Yok/ No Exit” oyununa bir atıftır (1944’de yayınlandı. Çeşitli Arapça çevirilerde; Oturum Gizemlidir, Kapalı Kapılar ve Boş Daire başlıklarıyla yayınlandı).
350 sayfanın üzerindeki kitap, Sartre'ın başta Mısırdakiler olmak üzere Arap aydınlarıyla olan serüvenine ışık tutuyor.
Serüven - Adam Schatz'in İngiltere’nin köklü kitap değerlendirme dergisi  London Review of Books’ta (22 Kasım 2018) söylediği gibi- 50'lerin sonlarında Ali Samman adlı genç bir Mısırlı akademisyenin Paris'e siyasal düşünce alanında doktora hazırlamak için gelmesiyle başlar.
Samman kültürlü ve aktif bir gençtir. Fransa'da Arap Öğrencileri Birliği'ni kurar ve iki taraf arasındaki görüşmeler sırasında General de Gaulle ile Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) arasındaki bağlantıları kurar. Sartre’ın Bonaparte Caddesi'ndeki evine tesadüfen komşu olur. Aralarında çok sayıda buluşma gerçekleşir ve bu büyük düşünür genç adamdan Arap-İsrail çatışmasının boyutları hakkında kendisini bilgilendirmesini ister. Samman bu konuda elinden gelen her türlü gayreti sarf eder ve 1948 Filistin sürgününde insanların nasıl kendi topraklarından sökülüp yerine yabancı bir varlığın yerleştirildiğini, Filistin topraklarının gaddar bir yapı tarafından nasıl işgal edildiğini anlatır.
Daha sonra, Sartre ve Fransız yazar Simone de Beauvoir, “Talia” dergisinin Genel Yayın Yönetmeni ve gazeteci Lütfi el-Huli ve eşi Lilyane ile tanıştı. Muhammed Hasaneyn Heykel öncülüğündeki el-Ahram Vakfı kendilerine ev sahipliği yaptı. Sartre ve De Beauvoir, Filistin meselesi ve diğer konularda Arap bakış açısını öğrenme fırsatı yakaladılar.
Varoluşçu felsefenin iki kutbunun 25 Şubat 1967'de Kahire'ye gelişi, Mısır'ın kültürel yaşamını hareketlendirdi ve insanları derinden etkiledi. Sartre, üç saat boyunca Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır ile görüştü, el-Ahram gazetesi ön sayfasını kendisine ayırdı, “Çıkış yok” adlı oyununun Arapça gösterimini seyretti, Delta'daki Kamşiş köyünü ziyaret etti ve oradaki köylülerle konuşma fırsatı buldu. Yazarlar, sanatçılar ve öğrencilerle bir araya geldi. Tiyatro yazarı Tevfik el-Hakim, felsefe profesörü Osman Emin ve edebiyat eleştirmeni Ahmed Abbas Salih bunlardan bir kaçıdır. Ahmed Abbas Salih buluşma esnasında Sartre’a "Bu bölgedeki etkiniz, diğer yazarlarınkinden daha derindir” demiştir. Kahire Üniversitesinde “Modern Dünyada Entelektüellerin Rolü” başlığı altında bir konferans verdi (Bu satırların yazarı da katılmış, ancak pek azını anlamıştı). Arapça çevirisi sonradan “Talia” dergisinde yayınlandı.
Arap aydınlarının gözünde Sartre, selim bir vicdanın sembolüydü. Cezayir, Küba, Kongo ve diğer ülkelerdeki kurtuluş hareketlerinin destekçisi oldu. 1956’da İngiltere, Fransa ve İsrail’in başlattığı üçlü saldırıda Mısır’ın yanında yer aldı.
Fakat bu coşkulu destek, Altı Gün Savaşı 5 Haziran 1967'de patlak verdiğinde acı bir şekilde söndü; Sartre -De Beauvoir, Claude Lanzmann ve birçok ilerici "Fransız" aydınla birlikte- İsrail’in yanında yer aldı.
Bu tutum, Arap aydınlarının ruhlarında derin bir yara meydana getirdi. Edward Said bu durumu şöyle dile getirdi: “Hala kesin olarak bilmediğimiz nedenlerden dolayı, Sartre, Siyonizm’in radikal savunucularından bir haline geldi. Bunu anti-semitik görünme korkusuyla mı, Nazi Soykırımı'ndan dolayı kendisini suçlu hissetmesinden dolayı mı ya da Filistinlilerin İsrail baskısı altında neler çektiğini tam olarak idrak edememesinden dolayı mı yapıyor bilemiyorum.”
Böylece, Arapların Sartre sempatisi de azalmış oldu. Arap entelektüelleri daha ziyade Michel Foucault, Roland Bart ve Jacques Derrida gibi diğer düşünürlere yöneldiler.
Özellikle Varoluşçu felsefenin parıltısı söndükten sonra yapısalcılık, Dekonstrüksiyon (Yapısöküm) ve Postmodernizm gibi diğer eğilimleri benimsemeye başladılar.
Pusula böylece, Maxime Rodinson, Roger Garaudy ve Jacques Berque gibi Araplara daha fazla sempati duyan diğer Fransız düşünürlere çevrilmiş oldu.
Sartre’ın Egzistansiyalizminin (bir yandan boşluk, berbatlık, özgürlük ve anarşizm fikirleri, diğer yandan siyasal ve ahlaki bağlılık, ahlaki sorumluluk ve Varoluşçu Marksizm) kültür dünyamıza etkisi yine de oldukça derin olmuştur.
İngiliz şair ve edebiyat eleştirmeni T.S. Eliot'un şiir ve modern eleştirileri kadar etki (Bedir Şakir Sayyab, Salah Abdussabur, Reşad Rüşdi etkilenen yazarlardan bazılarıdır) etmiştir.
Sartre (bazı konularda onunla aynı fikirde olmasak da) parlak bir zihindir. Onun varoluşçu felsefesi, hikâyeleri, oyunları, felsefi kitapları, Baudelaire, Flaubert, Jean Genet gibi yazarlar hakkında yaptığı psikolojik analizler, insani varlığımızın birçok yönünü aydınlatmıştır.
Bunların hepsi 20. yüzyıl düşünce dünyasında kalıcı bir yer edinmesini sağlamıştır.



Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
TT

Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)

Mustafa el-Feki
Eski ve modern Arap tarihini araştıran herhangi biri olayların bağlamından, liderliğin doğasından ve yönetimin kalitesinden özgürlüğün her zaman kritik bir konu olduğunu görecektir. Şiirde ve nesirde, övgüde ve hicivde ağırlığı olan bir konuşma özgürlüğünün mirasçısı olan Arapçanın kökenlerinin özgürlük duygusuna ve savunuculuğuna dayandığını keşfedecektir. Burada, ulusal çıkarların sınırlarını aşmayan, ‘diğerleri arasından sivrilme’ mantığıyla şöhret peşinde koşmayan, başkalarının haklarını ihlal etmeyen ve diğerini rencide etmeyen sorumlu özgürlüğü kastediyoruz. Özgürlük, insanlığın yaradılışından itibaren alışık olduğu açık ve net bir kavramdır. “Hiç elleri kelepçeli doğan bir bebek gördünüz mü?” diyenler haklılar.  Zira insan hür yaratılmıştır. Hür yaşar ve hür ölür. Bunlar tartışmaya kapalı konulardır. Ama bizi ilgilendiren, insan hakları arasında öne çıkan özgürlük hakkını, modern dünyamızın içinde bulunduğu mevcut koşulları çerçevesinde Araplara ve Arap dünyasında olan bitenlere özel bir uygulamayla nasıl kullanacağımızdır. Bu yüzden Arap ülkelerindeki özgürlük tartışması ve halkların bu tartışmaya karşı tutumu ile ilgili olarak şu maddeleri ele aldık:
1 - Arap dünyası, son on yıl içinde Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat (buyurgan) rejimlerin çöküşüyle ​​diktatörlüklere darbe vurdu. Bu gelişmelerin ardından bölgedeki siyasi harita, olduğu gibi değişti. ‘Arap Baharı’ olayları, Arap dünyasında daha önce var olmayan bir özgürlüğe kapıyı araladığını kabul etmemize rağmen tartışma konusu olmaya devam ediyor. Ancak tartışmanın koşulları, konunun netleşmediğini anlamamızı sağlıyor. Arap Baharı olaylarının, büyük güçlerin bazı Arap ülkelerinin içinde bulundukları şartlar üzerinden bölgeyi şekillendirmek istedikleri stratejik bir planın ve bu ülkelerde yaygın olan yolsuzluk, ihmalkârlık ve zayıflığın bir parçası olduğunu düşünenlerdenim. Aynı şekilde bu olayların, halkların çektiği acılardan ve yaygın işsizlik oranlarından yararlanılarak değişim sloganlarıyla bu ülkelerin tek bir sisteme dönüştürülmeleri için kullanıldığını da düşünüyorum. Bunu bir kenara bırakalım. Zira bu sistemlerin ömrü, ya devrim niteliğindeki teklifler ya sloganlar sonucunda ya da bazılarının gevşemesi ve kendilerine biçilen ömrün sona ermesiyle bitmiştir.
2 – Araplar bir yanda siyasi bağımsızlık, diğer yanda özgürlükler arasında kemikleşmiş ve yaygın bir kafa karışıklığı yaşıyorlar. Değerler ve fikirlerin kaybolduğu ve özellikle özgürlük tek başına yeterli olmadığından, buna ekonomik özgürlüğün elde edildiği, en kalabalık ve en yoksul sınıfları hesaba katan, çağın ruhuna ve modern teknolojiye ayak uyduran, arzulanan toplumsal dönüşüme de kapıları ardına kadar açan bir reform programının eşlik etmesi gerektiğinden dolayı rahatlığı çağrıştırmayan sahnelerle karşı karşıyayız. Aynı şekilde günümüz dünyasında, gelişmiş ülkelerin geçtiği ve yükselen ulusların her zaman yöneldiği vizyona doğru değişim ve ilerleme yoluyla reform yapabilmemizi zorunlu kılan bazı büyük değişimlerle de karşı karşıyayız. Arapların zamanın medeniyetine çok sınırlı bir yaklaşıma sahip olmaları ve zenginliklerimizin büyük bir bölümünün Arap olmayanlar tarafından kullanılması bizim çıkarımıza değil. Bu yüzden kalıcı bir zihinsel ve entelektüel olgunlaştırma süreci başlatmak da bize düşüyor. Akıl, davranışların belirleyicisidir. Geri kalmışlığın entelektüel bir durgunluk olması gibi değişim de zihinsel bir karardır.
3 – Araplar olarak özellikle büyük bir mirasın gölgesinde yaşadığımız için siyaset ve din arasında bir ayrım yapmamızın zamanı geldi. Memleketimiz semavi mesajların diyarıdır. Bu yüzden dinlerin ve medeniyetlerin döndüğü noktadır. Bu yüzden dinin derinliklerimize kök salması doğal bir durum ve bu iyi bir şey. Fakat asıl sorun, dinin siyasetle iç içe geçmesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden taraflar kendi amaçlarına hizmet etmesi için dini kullanmalarına imkan doğar. Bize din adına farklı bir yaşam tarzı dayatmak isterler. Oysa din tüm bunlardan uzaktır. Özgürlük tartışması, semavi mesajları uzaklaşmadan ya da abartmadan anlamak adına dini ılımlılıkla bağlantılı olmalı. Böylece gerçek din, makasidu'ş-şeriat (dini kuralların amaçları) ile tutarlı olarak hayatımızdaki baskın maneviyat kavramı haline gelir. İslam dünyasında dini siyasete alet etme girişiminin ilk etapta dine zarar verdiğini bile düşünüyorum. Siyasete gelince; siyaset petrol gibidir. Yapışkan ve kirlidir. Sonuç, manevraya, ertelemeye, ilerlemeye ve geciktirmeye başvuran siyasi oyunlar ile dini değerler arasında bariz çelişkinin varlığıyla onu takip edenler ve takipçilerinden nefret edenler karşısında dinin yüce çehresini çarpıtır! Siyaset, ahlak nedir bilmezken din, manevi değerlerin damarı ve bizi daha iyiye götüren inancın kaynağıdır.
4 - Ülkemizde özgürlük tartışması, kimi zaman dinle kimi zaman rejimlerle olmak üzere her defasında geçmişten miras kalan değerlerle kesişiyor. Dolayısıyla özgürlüğün insanların ödediği ve milletlerin uğruna çabaladığı bir bedeli vardır. Bu zorlu denklem, bir yanda özgürlükleri, diğer yanda dini duyguları, diğer yanda ise yönetim sistemlerini uzlaştırmaya başlar. Buna sınıflar arasındaki eşitsizliğinin etkisini ve ekonomik durumun bu mesele üzerindeki etkisini eklediğimizde ortaya bir ikilem çıkar. Eskiler, seçim özgürlüğünün bir somun ekmekle bağlantılı olduğunu söylerler. Bunun siyasi anlamı, özgürlük, ekonominin doğal bir ürünü demektir. Bazıları insanların özgürlük ile arayış içerisinde oldukları ufuklara doğru yola çıkmak arasındaki bağı koparmak için halkların öne atıldığı bir tür diktatörlükten bahsedebilirler.
5 – Özgürlük, doğası gereği göreceli bir meseledir. Mutlak özgürlük, gerçeklikten ziyade kurguya daha yakındır. Özgürlüğün önündeki engeller genellikle eğitim, medya ve dini kurumun rolü gibi diğer faktörlerle ilgilidir. Bu yüzden özgürlükler geniş bir cephede ilerliyor. Toplumun bileşenlerini ve halkın mirasını, geleneklerini ve göreneklerini bir araya getiriyor. Bir ülkede belirli bir zamanda kabul edilebilir olan, başka bir ülkede ve farklı bir zamanda kabul edilemeyebilir. Özgürlük, insan hakları sorunlarının en başında geliyor. Bu yüzden imzalanan farklı sözleşmelerde insan hakları ile karakterize edilen aynı ölçülere sahip olması doğaldır. Düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü ortak unsurları olduğundan bu konuda büyük bir eşitsizlik yoktur. Aynı durum, ikamet ve hareket özgürlüğü gibi sınırları başkalarının özgürlüğüyle biten kişisel özgürlükler için de geçerli. Burada ‘özgürlük kültürü’ olarak adlandırılabilecek duruma dikkati çekmeliyim. Özgürlük kültürü, eğitimin kalitesine ve her bireyin kendi birikmiş deneyimlerine bağlı olarak oluşan kültürel bir kalıptır. Eskilerin bir sözü vardır: Senin adına ne suçlar işleniyor ey özgürlük!
Bu söz kültürün, insan davranışı ve sosyal düzeyi olduğuna işaret eder. Özgürlüğün anlamı, her döneme ve mevcut koşullara göre şekillenir ve doğasını anlamada önemli bir faktör oluşturur.
Tüm bu maddelerle Arap dünyasındaki özgürlükler tartışmasını aktarmaya çalıştık. Herkesin ülkelerinin günümüz dünyasında modern toplumların çabaladığı amaç ve hedeflerine ulaşmadaki sorunlarına bağlı olarak özgürlüğün anlamıyla ilgili ortak bir formül ve tek bir kavram belirlemeleri için bir uyarıda bulunmayı istedik. Zaman faktörü her zaman siyasi ve toplumsal hareketle bağlantılı olduğundan, görmezden gelinmesi zor bir dönüm noktasından geçtiğimizi anlamalıyız. Dünya bugün çelişkili akımlarla dalgalanan ve sonuçları halkların çıkarları uğruna bazı özgürlüklerin geçici olarak askıya alınması olan bir salgınla karşı karşıya. Burada, özgürlüğün mutlak hakim olmadığını, zaman ve mekan şartlarının yanı sıra eğitim, kültür ve çağdaş dünyamızdaki diğer gelişim tezahürleri gibi bir takım faktörlere bağlı olduğunu bir kez daha vurgulamalıyız.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.