Prens Bender bin Sultan: İran-Irak savaşında gizlice arabuluculuk yaptık

Prens Bender bin Sultan: İran-Irak savaşında gizlice arabuluculuk yaptık
TT

Prens Bender bin Sultan: İran-Irak savaşında gizlice arabuluculuk yaptık

Prens Bender bin Sultan: İran-Irak savaşında gizlice arabuluculuk yaptık

Suudi Arabistan eski İstihbarat Başkanı, Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Washington Büyükelçisi ünlü Suudi siyasetçi Prens Bender bin Sultan, ülke liderleriyle yapılan toplantıların kulislerinde yaşananları ve bölgedeki sorunlu dosyalara ilişkin düşüncelerini Independent Arabia'ya anlattığı ve 14 saatten uzun süren röportajın devamı.
Bender ile görüşme üç gün ertelendi ve üç aydan fazla bir süre boyunca kendisinden görüşme talep edildi. Prens Bender görüşmek istiyordu, fakat kararlaştırılan ilk görüşme, Prens’in diş ağrısı sebebiyle ertelendi. Ertesi gün ise oldukça yorgundu. Cidde'den Londra'ya uçuşunun ertelenmesi ile birlikte nihayetinde görüşmeyi gerçekleştirdik.
İkindi vakti başladığımız görüşme, ertesi günün şafak vaktine kadar devam etti. Prens Bender arada sorduğumuz sorular dışında sürekli bir şeyler anlattı. Bender ile konuşmamız, Suriye, Katar ve ABD üzerineydi. Prens Bender, ABD eski Başkanı Barack Obama, Katar'ın eski Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Hamad Bin Casim ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed hakkında konuştu. Her sözünün sonunda, bunun devlet koridorlarında dolaşanların ötesinde kendi kişisel görüşü olduğunu vurguladı. Görüşmenin aslan payı Filistin meselesine ayrıldı. Prens Bender, Filistin davası hakkında açıklamalarda bulundu ve eski Filistin lideri Yaser Arafat’ın ABD eski Başkanı Bill Clinton tarafından sunulan çözüm önerilerini ve barış girişimini reddederek Filistin davasına ve Filistinlilere karşı nasıl suç işlediğini söyledi.
Neden Bender’le konuştuk?
Neden Prens Bender ve neden şimdi? Prens, aralarında İran, Arap Baharı ve Suriye krizi gibi önde gelen meselelerin de bulunduğu bir dizi dosyanın sorumluluğunu üstlendiği Ulusal Güvenlik Konseyi veya Suudi istihbaratının başkanlığını devraldığından beri konuşmadı. 2016 yılında Elaph sitesinde İran nükleer anlaşmasına ve ABD eski Başkanı Barack Obama'ya yüklendiği bir makalesinin yayınlanmasının dışında, 12 yıl boyunca medya aracılığıyla herhangi bir açıklamada bulunmadı.
Röportajın devamı;
Yeni Suudi Arabistan

Prens konuşmasına, halihazırda Suudi Arabistan’da yaşanan değişikliklerle ve Kral Selman bin Abdulaziz’in Prens Muhammed bin Selman’ı Veliaht Prens seçmesi meselesi ile başladı. Suudi Arabistan eski İstihbarat Başkanı, Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Washington Büyükelçisi Prens Bender bin Sultan, bu eylemin önümüzdeki 20 sene boyunca Suudi Arabistan’ın istikrarının garantisi olacağına inanıyor. Batılı karar mercilerinin Suudi Arabistan tarihi hakkında yanlış bir anlayışa sahip olduğunu düşünen Prens Bender, “Batı dünyası Suudi devleti hakkında yanlış bir anlayışa sahip. Suudi Arabistan 1932 yılında ortaya çıkmış gibi konuşuyorlar. Oysa Suudi Arabistan’ın mevcudiyeti 300 sene kadar geriye dayanıyor. Önce birinci Suudi devleti, sonra ikinci ve sonra üçüncü” ifadelerini kullandı.
“Kral Selman, vermiş olduğu bu karar ile en az 20 yıl boyunca Suudi Arabistan’ın istikrarını muhafaza etmiş oldu. Kral Abdulaziz’in sadece oğullarının değil torunlarının çoğunun yaşı 60’ı geçti. Ben de onlardan biriyim. Kral Selman, bu temelde Prens Muhammed bin Selman'ı Veliaht Prens olarak atamaya karar verdi.”
Prens Bender, Suudi Arabistan’ın eski ve yeniçağları arasında ilişki kurarak sözlerini şöyle sürdürdü:
“Üçüncü Suudi devletinin kurucusu Kral Abdulaziz’in entelektüel bir merakı vardı. Kuveyt hükümdarı olan Şeyh Mübarek, kendilerine derin bir muhabbet beslerdi. Kral ise Kuveyt'te bulunduğu sıralarda onunla beraber oturup, ondan, İngilizler, İranlılar ve diğerleri ile yaptığı konuşmaları dinlemek konusunda istekli olurdu. Böylece dünyanın Diriye veya diğer herhangi bir yerden ibaret olmadığını anladı. Aralarında İngiliz John Philby’in de bulunduğu bütün milletlerden danışmanlar çağırdı. Kral Abdulaziz, ikinci Suudi devletinin inşasından yıkılışına kadar geçen süre boyunca yapılan hatalardan kaçınmaya karar verdi ve devletlerin üzerine inşa edildiği temelleri sağlamlaştırmayı kararlaştırdı. Kral, oğlu Suud'u Veliaht Prens olarak atadı. Kral Fahd, iktidara geldiğinde, Körfez Savaşı'nın ardından hükümetin esası olarak bilinen ‘İktidar, Kral bin Abdulaziz’in çocukları arasındadır. Erkek kardeşten erkek kardeşe devredilir’ hükmünü onayladı.”

Kral Abdulaziz’in bazı çocukları ile birlikte göründüğü 1 Ocak 1934 tarihli bir fotoğraf (Getty)
Prens Muhammed bin Selman'ın Veliaht Prens olarak seçilmesi

Yeniçağ hakkında çok daha kapsamlı konuşan Prens Bender, Kral Selman’ın veliaht olduğu dönemden itibaren tüm eski krallarla çalışan ve onlarla vakit geçiren tek kral olduğunu ifade ederek, sözlerine şöyle devam etti:
“Bundan dolayı oldukça büyük bir idari ve siyasi hafızası var. Düşünce, sabır, entelektüel merak ve bilgisini Kral Abdulaziz’den miras aldı. Kendimi bildim bileli Kral Selman'ı tanıyorum. Çünkü çocukluğumda, Kral Selman’ın annesi olan büyükannem Hüsa Sudayri’nin evinde büyüdüm. Okumayı çok sevdiğini fark ettim. Zengin bir kütüphaneye sahipti. Uygarlık ve Arap tarihiyle yakından ilgilenirdi. Aynı şekilde genel olarak haberleri ve medyayı da takip etmeye özen gösterirdi. Arap dünyasındaki tüm gazeteciler ve düşünürlerle arkadaşlıkları vardır. Bütün hepsi, devlet tarihinde çok önemli bir an olarak kabul edilen ‘iktidarın devri’ sırasında toplanırlar.
Suudi Arabistan şeriat ile yönetilen bir ülkedir. Bu nedenle Suudi Arabistan'daki bağlılık hükümet sisteminin değil, dinin bir parçası olarak kabul ediliyor. Bundan dolayı yemin edildiği zaman, ‘Vatandaşlar, Allah'ın kitabı ve peygamberinin sünneti üzerine krala bağlılık sözü veriyor’ ifadesi kullanılır. Kral Selman’ın Prens Muhammed bin Selman’ı seçimi, seçtiği veliaht prensin ülkenin geleceği adına düşüncelerine uygun olduğuna ikna olduğunu gösterir.
“Kral Abdulaziz döneminden günümüze kadar Suudi Arabistan, devletin ilerlemek için adım atmaya çalıştığı fakat çoğunluğun reddiyesiyle karşılaştığı tek ülkedir. Örneğin, Suudi Arabistan'da yasaklanan ‘kızların eğitimi’ meselesi. Devlet, kızların eğitimi için okullar açmak istedi fakat bu adım vatandaşlar tarafından pek coşkuyla karşılanmadı. Aynı şekilde televizyon meselesi ve televizyon yayınlarının başlatılması ülkede büyük bir tepki ile karşılandı.”
Kral Selman’ın verdiği bu karar ile önümüzdeki en az 20 yıl için Suudi Arabistan’ın istikrarını korumuş olduğunu dile getiren Prens Bender, “Kral Abdulaziz’in sadece oğullarının değil torunlarının çoğunun yaşı 60’ı geçti. Ben de onlardan biriyim. Kral Selman, bu temelde Prens Muhammed bin Selman'ı Veliaht Prens olarak atamaya karar verdi” diyerek sözlerini sürdürdü.

Prens Bender Bin Sultan, Kral Salman'ın Prens Muhammed bin Selman'ı Veliaht Prens tayin etmekle birlikte, ülkenin önümüzdeki yıllar içerisindeki istikrarını korumuş olduğunu söylüyor

Suudi Arabistan'daki hükümet değişime öncülük ediyor!
“Suudi Arabistan, hükümetin halk direnişinin gölgesi altında girişimlerde bulunduğu dünya üzerindeki tek ülkedir” ifadeleriyle her zamanki gibi tartışma yaratan Prens Bender şu açıklamalarda bulundu:
“Kral Abdulaziz döneminden günümüze kadar Suudi Arabistan, devletin ilerlemek için adım atmaya çalıştığı fakat çoğunluğun reddiyesiyle karşılaştığı tek ülkedir. Örneğin, Suudi Arabistan'da yasaklanan ‘kızların eğitimi’ meselesi. Devlet, kızların eğitimi için okullar açmak istedi, fakat bu adım, vatandaşlar tarafından pek coşkuyla karşılanmadı. Aynı şekilde televizyon meselesi ve televizyon yayınlarının başlatılması ülkede büyük bir tepki ile karşılandı. Seçenekler açıktı. Ya kademeli ve yavaş bir şekilde ilerlemeye kaydedilecekti ya da devrim yapılacaktı. Her birinin kendine özgü avantaj ve dezavantajları bulunuyordu. Suudi Arabistan bundan dolayı devrimden ziyade kademeli bir modernizasyonu tercih etti. Makineyi daima yenileyebilirsiniz ancak insanları yenileyemezsiniz.”
Kral Abdulaziz döneminde yaşanan tuhaf bulduğu bir hadiseyi anlatan Prens Bender sözlerine şöyle devam etti:
“Kral Abdulaziz döneminde, ülkedeki üst düzey söz sahipleri ile kral arasında teknoloji kullanımının ve yabancıların Suudi Arabistan'a girmesinin önlenmesi konusunda bir sorun yaşandı. Kralın çevresinde bulunanların bir kısmı bunu talep ediyordu. Fakat nihayetinde İslam hukukunu temel olarak alan Kral, kararını verdi ve onları umursamadı. Şayet o kimseler o gün dinlenmiş olsaydı, Suudi Arabistan kalkınma açısından bugün Afganistan gibi olacaktı. Aynı şekilde petrol, yabancıların ülkeye girmesinden sonra keşfedildi. Eğer yine o kimseler dinlenmiş olsaydı petrol keşfedilmemiş olacaktı.”
İran, Şah ve Humeyni
Suudi Arabistan'ın ardından İran hakkında konuşmaya başlayan Prens Bender, herkes tarafından bilinen şu cümleyi kurdu,
“Akıllı bir düşman cahil bir dosttan daha iyidir.”
Prens Bender, İran’ın 1979 Humeyni öncesindeki son hükümdarı olan İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin akıllı bir düşman olduğunu ve Tahran’daki mevcut rejimin ise cehalet ile nitelenebileceğini düşünüyor. İran Meclis Başkanı olan Ali Laricani ile görüşmek üzere Tahran'a yaptığı ziyaret sırasında tesadüfen İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ile bir araya geldiğini belirten Prens Bender, “Daha önce duyduğumuz fakat görmediğimiz Süleymani ile tesadüfen tanıştık” dedi. 2003 yılında Washington'dan dönmesinin ardından
İranlı yetkililerle yaptığı görüşmeler hakkında ilk kez konuşan Prens Bender, şu açıklamalarda bulundu:
“İran Şahı bir dost değildi. Birtakım arzuları vardı ve kendisini bölgenin polisi olarak görüyordu. Fakat akıllı biriydi. Mesela Bahreyn'i İran’a dahil etmek istediği vakit Kral Faysal ile temaslarda bulundu. Kral Faysal ona, tüm Arapların düşmanlığını kazanmanın kendisine bir faydası olmayacağını ve bu durumda nasıl olurda Bahreyn'i almayı düşündüğünü söyledi ve bir kez daha meseleyi gözden geçirmesi için tavsiyede bulundu. Kral Faysal, Birleşmiş Milletler’den (BM) Bahreynlilerin Araplara mı yoksa Farslara mı katılmak istedikleri konusunda referandum yapılması için Bahreyn'e bir ekip göndermelerini teklif etti. Cevabı önceden biliyorduk. BM neticeyi açıkladı ve İran Şahı bunu kabul etti.”

İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, 1976’da Tahran’ı ziyaret eden Suudi Arabistan'ın 4’üncü Kralı Halid bin Abdulaziz’i karşılarken

Kral Faysal'ın Şah'a tavsiyesi
“Şah döneminde ve Humeyni öncesindeki İran-Suudi Arabistan ilişkileri iniş-çıkışlardan ve siyasi entrikalardan ibaret değildi. Bilakis bu ilişkilerin olumlu bir yanı vardı” diyen Prens Bender, Suudi Arabistan Kralı ile Şah Muhammed Rıza Pehlevi arasında geçen bir hikayeyi şöyle anlatıyor:

“İran ve Suudi Arabistan hakkında konuşmadan önce, İran Şahı ile Kral Faysal arasında gerçekleşen önemli bir yazışmayı zikredelim. Şah 1963'te İran'ı entelektüel ve sosyal olarak modernize etmek için beyaz devrime başladı. Devrimler arasında başörtüsünün yasaklanması meselesi de vardı. ‘Yasaklı’ ya da ‘senin tercihine kalmış’ demek arasında bir fark var. Sonra Şah dost olarak gördüğü Kral Faysal'a tavsiyede bulundu ve kendisinin beyaz devrimine paralel olarak ülkeyi hızlı bir şekilde Batılılaştırmasını talep etti. Kral Faysal ona teşekkür ederek cevap verdi ve bunu, Suudi Arabistan'ın çıkarlarını düşünen bir dostun tavsiyesi olarak kabul ederek ona şöyle dedi: ‘Fransa ya da İngiltere Şahı değil, İran Şahı olduğunuzu belirtmek istiyorum. Halkınızın çoğunluğu ise Müslümandır. Ramazan günü öğle yemeğinde yabancı misafirlerin kabulünün hiçbir gerekçesi olamaz. İran'ı muhafaza etmeni tavsiye ediyorum.’”
Humeyni’nin iktidara yükselişi
ABD’de çeyrek asır boyunca Suudi Arabistan Büyükelçisi olarak görev yapan Suudi siyasetçi ve Suudi-ABD ilişkilerinin mimarı Prens Bender, Ruhullah Humeyni’nin Riyad tarafından nasıl karşılandığını şöyle anlatıyor:
“Oradaki gelişmeleri büyük bir ilgiyle takip ediyorduk. Suudi Arabistan Humeyni'ye tebrik mesajını gönderen ilk ülke oldu. Ayrıca Kral Halid bin Abdulaziz, yeni İran yönetimini ve rejimini tebrik sadedinde İran’a bir elçi gönderdi. Bir süre sonra entelektüellerin, politikacıların ve ordu liderlerinin toplu bir şekilde tasfiye ediğine tanık olduk. Sonrasında ise Velayet-i Fakih mekanizması ortaya çıktı. İktidar artık tek bir kişinin elinde olacaktı. Bir seçim ve bir cumhurbaşkanlığının olduğu doğru, fakat pek kıymeti yoktu.”
Suudi Arabistan ve İran arasındaki düşmanlık hakkında daha fazla bilgi edinmeye yönelik sorulan bir soru Prens’in konuşmasını yarıda kesti. 
Suudi Arabistan ile İran arasında neden bir düşmanlık söz konusu oldu?
“İran-Irak savaşı sırasında gizlice arabuluculuk yaptığımız dönemde, İran eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti ve Irak eski Dışişleri Bakanı Tarık Aziz ile birlikte BM eski Genel Sekreteri Javier Perez de Cuellar ile New York'ta bir araya geldik. Bazı Amerikalı gazetecilerin bundan haberdar olduklarına dair bir haber aldık ve bu sebeple İsviçre'ye geçmeye karar verdik. Savaşı durdurmaya ilişkin müzakerelerimizi Prens Sultan bin Abdulaziz'in Cenevre'deki evinde gerçekleştirdik.”
Prens Bender bu soruya bir hikaye ile cevap verdi:
“Humeyni düşmanca açıklamalara başladı ve Irak’a saldırdı. İronik olan şu ki, o sıra Ahmed Hasan el-Bekir yönetimdeydi ve Humeyni ev hapsinde bulunuyordu. Garip tesadüfler… Burada ‘cahil kendisinin düşmanıdır’ sözüne atıfta bulunalım. Humeyni, Saddam Hüseyin rejimi altında ev hapsinde tutulduğu sırada Şah aleyhinde kışkırtıcı videolar yayınlıyordu. Şah, Humeyni’yi Irak’tan çıkarmadığı takdirde Saddam’ı Şattülarap’ı işgal etmekle tehdit etti. Saddam her ne kadar Humeyni’nin kışkırtıcı videolar yayınlamasını önleyeceğine dair Şah’ı ikna etmeye çalışsa da, Şah reddetti. Bunun üzerine Saddam, Humeyni’yi ülkeden çıkardı. Humeyni ise o sıra Fransa’ya gitti. İran Şahı daha sonra anılarında, 1975’te Cezayir’de gerçekleştirilen OPEC zirvesinde Şattülarap ile ilgili meseleyi Saddam’la birlikte çözdüğünü belirtti. Humeyni, Batı medyasının kapılarını araladı ve batılı oryantalistler, liberaller ve çeşitli İran partileri ile görüşmelere başladı. İran partileri Şah'a karşı bir araya geldi. İşte Suudi-İran sorununun başı ve sonu… Bundan sonra sözlü saldırılar ve hakaretler başladı.”
Prens sözlerini şöyle sürdürdü:
“Saddam Hüseyin’in kelimenin tam anlamıyla bir suçlu ve gerçek bir katil olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak Humeyni bir konuşmasında önce Irak'ı kurtaracağını ve sonrasında Körfez devletlerine yöneleceğini söyledi. Suudi liderliğinin önünde sadece iki seçenek vardı; Kötü ve en kötü. Kötü seçenek, Suudi liderlerin Humeyni'nin anlaşmazlığını Sünni-Şii çatışması veya siyasi olarak yorumlamaktan ziyade tarihsel bir Fars-Arap çatışması olarak görmesiydi. Basit bir örnek verecek olursak, İran-Irak savaşında Irak ordusunun yüzde 80'ini Şiiler oluşturuyordu. Onlar Velayet-i Fakih rejimine veya Şii İran’a karşı savaşmıyorlardı. Bilakis Saddam onları Farslarla savaştıklarına dair ikna etmişti.”
Suudi Arabistan ve İran arasındaki uzlaşma çalışmaları
Prens Bender’e göre Riyad, o sıra bir uzlaşı sağlamak ve aynı zamanda İran’a bir mesaj vermek istiyordu. Bundan sonra  İran ve Irak arasında gizli müzakerelerin başladığını belirten Prens Bender şöyle devam etti:
“İran-Irak savaşı sırasında gizlice arabuluculuk yaptığımız dönemde, İran eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti ve Irak eski Dışişleri Bakanı Tarık Aziz ile birlikte New York'ta eski BM Genel Sekreteri Javier Perez de Cuellar ile bir araya geldik. Bazı Amerikalı gazetecilerin bundan haberdar olduklarına dair bir haber aldık ve bu sebeple İsviçre'ye geçmeye karar verdik. Savaşı durdurmaya ilişkin müzakerelerimizi Prens Sultan bin Abdulaziz'in Cenevre'deki evinde gerçekleştirdik. Savaşın başlangıcının üzerinden 7 yıl geçti. Her iki taraf da barış istiyor fakat hiç kimse taviz vermek istemiyordu. Ne Humeyni ne de Saddam tevazu ruhuna sahip değillerdi. Bunun kanıtı Humeyni'nin barış anlaşması hakkında, “Bu anlaşma zehir içmek gibidir” değerlendirmesinde bulunmasıdır. Humeyni bu zehrin çıkarılması gerektiğine ikna olmuştu. Bu ise devrim aracılığıyla gerçekleştirilecekti.”
“Mesela Lübnan’da 2007’de Hizbullah ve diğer taraflar arasında şiddetli bir çatışma çıktı. Kral Abdullah, İran’a gitmemi ve Hizbullah’ın savaşı durdurmasını talep etmemi istedi. Nihayetinde ikna oldular. Suudi ve İran büyükelçilerinin çatışma yerlerine gitmelerini şart koştuk. Nitekim, Hizbullah yarım saat veya bir saat sonra geri çekildi. Hizbullah’ın İran’ın kontrolünde olmadığını söylemesi ne kadar da ironik.”
Hamaney bana, “Neden bir gün daha kalmıyorsun?” diye sordu. Ona, ‘büyük şeytanla randevum’ olduğunu söyledim. Sonra bana büyük şeytanın kim olduğunu sordu. Bende ona “ABD başkanıyla bir randevum var” dedim. Hamaney’in yüz hatları attığı bir kahkaha ile ortaya çıktı ve bana, “Onları neden böyle tanımlıyorsun? Sizin dostunuz değil mi?” diye sordu. Bende ona, “Evet, stratejik bir dost fakat size Amerika’ya gideceğimi söylediğim zaman bana, güney mi yoksa kuzey mi diye sormanızdan korktum. Bundan dolayı sizin kullandığınız ismi kullandım” dedim.
Prens Bender, eski Enformasyon Bakanı ve Lübnan Büyükelçisi Dr. Abdülaziz Hoca'dan bir hikaye naklederek sözlerini sürdürdü:
“Hoca, Hasan Nasrallah ile iki kez bir araya geldi ve ona şunu sordu; Hafız Esed, bir araya geldiği herhangi birine iki saat boyunca Emevi oğullarından, onların görkeminden ve sizin onların düşmanı olduğunuzdan bahsederken, sizi Suriyelilerle bir araya getiren şey nedir? Nasrallah ise tek bir şeyin onlarla Suriyelileri bir araya getirdiğini söylemiş ve şöyle cevap vermiş; “Batımızda deniz, güneyimizde İsrail ve doğumuzda Suriye var. İran'dan gelen herhangi bir destek bize yalnızca Suriye üzerinden ulaşabilir. Bundan dolayı Suriyeliler ile birlikte olmaya çalışıyoruz.” Geçtiğimiz yıllarda Hizbullah ile Emel Hareketi arasında meydana gelen şiddetli çatışmaların ardından Meclis Başkanı Nebih Berri’den gelen müdahale talebi, bunun bir örneğidir. Nitekim Binbaşı General Kenan’a Nasrallah’la konuşması söylendi. Hoca’nın aktardığına göre burada iki Şii partisinin olmayacağı gerekçesini öne süren Nasrallah, bu teklifi reddetmiş. Kenan, Nasrallah'a çatışmaları durdurması için tavsiyede bulunmasını söylemiş. Nasrallah ise bu defa Cumhurbaşkanı Hafız Esed’in buna güç yetirebileceğini fakat bunu yapmayacağını söylemiş. İki ya da üç saat sonra parti üyeleri gelmiş ve Kenan’ın mesajını taşıyan bir kamyonun geldiğini bildirmişler. Kamyonun bagajını açtıkları sırada parti savaşçılarından 30’unun cesedini görmüşler. Sonrasında çatışma durmuş.”
Suudi Arabistan’ın arananlar listesi
Prens Bender’e göre İran ve Suudi Arabistan’ın yakınlaşmasına dair herhangi bir umut yok. Washington'dan döndükten sonra yaşanan birtakım olayları anlatan ve İranlılarla doğrudan görüşmelere başladığını belirten Prens, İran'ı kontrol eden birden fazla güç olduğunu dile getirerek şunları söyledi:

“Ulusal Güvenlik Konseyi'ne geldiğim dönemde Kral Abdullah, İran eski Cumhurbaşkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani ile temas halindeydi. Rafsancani halihazırda İran dini lideri olan Ali Hamaney’i Velayet-i Fakih olarak aday gösterdiği için pişman oldu. Kendisi defalarca Suudi-İran ilişkilerini düzeltmeye çalıştı. Daha sonra Muhammed Hatemi, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu ve o da Rafsancani’nin tutumunu benimsedi. Kral Abdullah ile görüşmelerde bulundu. Bunun, iyi niyetleri göstermek ve bu çerçevede hareket etmek için bir fırsat olduğunu söyledik. Dönemin İçişleri Bakanı Prens Nayef bin Abdulaziz, o zamanlar güvenlik dosyalarından sorumlu olan İranlı mevkidaşı ile işbirliği yapmak üzere görevlendirildi. İkili, ülkeler aleyhinde eylemlerde bulunan yabancı, İranlı veya Suudi vatandaşı olan herhangi bir kişi hakkında bilgi alışverişinde bulunacaklardı. Prens Nayef, aranan yaklaşık 10 Suudi’nin isimlerini içeren bir listeyi tüm ayrıntıları, adresleri, yaşadıkları evlerin fotoğrafları ve resimleriyle birlikte İran İçişleri Bakanı’na teslim etti. Gerekli olan tek şey, yerel polise söz konusu kimseleri tutuklamaları konusunda bilgi vermekti. Ancak İran İçişleri Bakanı dosyayı aldı ve dosya ortadan kayboldu. Bir yetkili, daha sonra Muhammed Hatemi ile görüşmeye gitti. Muhammed Hatemi işbirliği yapmak istediğini fakat aranan kimselere ilişkin meseleyle Devrim Muhafızları’nın ilgilendiğini söyledi.”
Prens Bender sözlerine şöyle devam etti:
“Ulusal Güvenlik Konseyi'ne üye olduğum sıra Mahmut Ahmedinejad göreve geldi. İranlı mevkidaşım ise Ali Laricani’ydi. Laricani, Ahmedinejad’ı hiç takdir etmezdi. İran ziyaretim sırasında sözlerimin cumhurbaşkanına ulaştığını teyit edene dek onunla bir araya gelme hususunda ısrarcı oldum. Laricani bana, “Nejad’ı bırak. Onunla görüşmek o kadar önemli değil” dedi. Israrımdan vazgeçmedim ve nihayet Ahmedinejad ile bir araya geldim. Bana, Laricani’nin kendisine görüşmenin ayrıntılarını ilettiğini söyledi. O sıra Ahmedinejad’ı marjinalleştirmeye çalışan Laricani’nin bana yalan söylediğini düşündüm ve şaşırdım. Daha sonra İran dini lideri Ali Hamaney ile görüşmek istedim. Çok iyi Arapça biliyordu. tercümanın hatalarını ustalıkla düzeltiyordu. Ona, tercüman olmadan konuşalım dedim. Görüşmeden olumlu bir intiba ile ayrıldım. Aydın ve okuyan bir adamdı. Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal, Hamaney’in cumhurbaşkanı olduğu dönemde kendisiyle Pakistan'da bir araya geldi. Faysal, Ali Ekber Velayati ile birlikte Hamaney’in ikametgahına gittiğinde onu, sarığını bir kenara koymuş ve Mütenebbi okurken görmüş. Yüz hatları belirsizdi ve sert bir havası vardı. Bana, “Neden bir gün daha kalmıyorsun?” diye sordu. Ona, “büyük şeytanla randevum” olduğunu söyledim. Sonra bana büyük şeytanın kim olduğunu sordu. Bende ona “ABD başkanıyla bir randevum var” dedim. Hamaney’in yüz hatları attığı bir kahkaha ile ortaya çıktı ve bana “Onları neden böyle tanımlıyorsun? Sizin dostunuz değil mi?” diye sordu. Bende ona, “Evet, stratejik bir dost fakat size Amerika’ya gideceğimi söylediğim zaman bana, güney mi yoksa kuzey mi diye sormanızdan korktum. Bundan dolayı sizin kullandığınız ismi kullandım” dedim.”
Kasım Süleymani ile tesadüfi görüşme
Kısa bir aradan sonra Suudilerin ve İranlıların neden aynı masada oturmadıklarını anlatmaya devam eden Prens Bender, bütün yolları açtıklarını ve birtakım girişimlerde bulunduklarını belirterek, “Batılı gözlemciler tarafından sürekli bize soruluyor; Neden aynı masaya oturmuyorsunuz?” dedi.
Prens Bender, İran ziyareti sırasında karşı karşıya kaldığı garip bir tesadüfü şöyle anlattı;
“Kasım Süleymani’nin ismi Suudi istihbarat yetkililerine ulaşan her olayda yankılanıyordu, fakat resmi yoktu ya da Suudi yetkililerin elinde bulunan resim pek net değildi. Son seyahatten önce Kral Abdullah’a Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri olarak İran ziyaretlerini tamamlayacağımı ve emrettiği takdirde bu görevi yerine getireceğimi söyledim. Kendileri ile dost olduğum kimseler vardı, fakat karar mercii değillerdi. Karar mercii olan kimseler ise bizimle bir araya gelmek istemiyorlardı. Laricani ile Beyrut'ta 2007 yılında gerçekleştirdiğimiz ve ‘Seraya Kuşatması’ olarak adlandırılan meseleye ilişkin görüşmemiz bunun kanıtıdır. Daha önce İran’da gerçekleştirdiğimiz 4 toplantının hiçbirinde kendisini görmediğimiz biri, toplantının ortasında geldi ve bir koltuğa oturdu. Prens Selman bin Sultan ve yardımcısı Rehab Mesud benimle birlikteydi. Prens Selman, cep telefonunu titreşim moduna aldı ve telefon çaldığı sırada cevap vermek için telefonuna uzandı. Aniden, odanın köşesinde oturan kişi hızla dışarı çıktı ve içeriye giren bir diğer kişi Laricani’ye yanaşarak kulağına bir şeyler fısıldadı. Sonrasında Laricani kendisiyle ofisine gelmemi istedi. Bana bunun oldukça ahlaksız bir davranış olduğunu ve nasıl olur da heyet üyelerinden birinin Kasım Süleymani’nin fotoğrafını çekmeye çalışabileceğini söyledi. Şaşırdım ve şaşkınlıkla şöyle bir tepki verdim; “Kasım Süleymani!” Bana Prens’in onun fotoğrafını çektiğini ve bundan dolayı kendisinin dışarı çıktığını söyledi. Güldüm ve ona Kasım Süleymani’nin nasıl biri olduğunu gösterdiği için teşekkür ettim. İsmini, eylemlerini ve eylemlerinin kötü neticelerini sürekli duyduğumuzu fakat kendisini tanımadığımızı belirterek, artık geri dönüp dosyaları daha fazla inceleyeceğimizi söyledim.”
Bu olayı o sıra Kral Abdullah’a anlatmıştım. Şimdi de size anlatıyorum. Bu olay İranlılarının diğer kişilere yönelik güvensizliklerini ortaya koyuyor.
Suudi Arabistan’ın eski Washington Büyükelçisi, Suudi’nin bölgedeki en meşhur düşmanı ile neden aynı masaya oturmadıklarına dair şöyle bir hikaye daha anlattı:
“El Kaide’nin Suudi Arabistan'da terör operasyonlarına başlamasının ardından İran'a gittik. Onlara aranan kişilerin ve El Kaide üyelerinin isimlerini verdik. İranlı yetkililer, onları göndereceklerine ve Riyad ile yeni bir sayfa açacaklarına dair söz verdiler. Gerçekten de bize bir uçak gönderdiler. Fakat havaalanında karşıladığımız uçağın içinde kadınlar ve çocuklar vardı. Diğerleri ise İran tarafından himaye edildi.”
Prens sözlerini şöyle sürdürdü:
“İran tarafına, El Kaide lideri Usame bin Ladin’in ailesinin sınır tarafında bulunduğunu ve İran sınırının içinde olduğunu haber verdik. Fakat bu isteğimizi görmezden geldiler ve meseleye ilişkin herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarını söylediler. Onlara, söz konusu kimseleri sınır ötesi uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapan kimseler olarak değerlendirmelerini ve cevap vermesi için birini göndermelerini söyledik. Bunu yapacaklarını söylediler fakat herhangi bir cevap alamadık. Talebimizi tekrarladık ve bu kişileri araştırmaları için birilerini göndermelerini istedik. Fakat bu talebimizi de reddettiler.”
Bender bin Sultan ile Ali Laricani arasındaki söz düellosu
Taleplerinin görmezden gelinmesi, Suudi yetkililerin İranlı mevkidaşları ile görüşmeleri sırasında öne çıkan en belirgin mesele değil. Bilakis yetkililer arasındaki bu görüşmelerde ön plana çıkan en bariz olay, yaşanan söz düellolarıdır.
Prens Bender bin Sultan, kendisiyle Ali Laricani arasında tartışmaya dönüşen resmi bir toplantıyı şöyle anlattı:
“İranlı yetkililer ve Laricani ile Hizbullah hakkında gerçekleştirdiğimiz bir toplantıda, sözlü bir tartışma yaşandı. Onlara elimizde partinin eylemlerine, İran’ın onları eğittiğine ve İmad   Körfez ve Suudi Arabistan'ın çıkarlarını hedef aldığına dair kanıtlarımız olduğunu söyledik. Ayrıca Muğniye’nin yardımcılarının ve çevresindeki kimselerin Devrim Muhafızları’na mensup olduğunu, onun Kuveyt Emiri konvoyunun bombalanması eyleminin arkasında bulunduğunu ve Kuveyt uçağının kaçırılması hadisesi ile 1996’da el-Huber’in bombalanması olayında yer aldığını belirttik. Laricani, bana tartışmanın kızıştığı bir anda “Dikkatli olun! Yoksa bütün dünyayı Suudi Arabistan’a karşı kışkırtırız” dedi.”
Prens Bender, Laricani’nin bu cevabı üzerine şu ifadeleri kullandığını söyledi:
“Dünyayı bize karşı kışkırtacaksınız öyle mi? Bizim için sorun değil. Sana Suudi Arabistan adına söylüyorum, ‘Elinden geleni ardına koyma.’ Fakat sana karşı açık olmadığımı iddia etmemen için şunu söyleyeceğim, “Mısır, Türkiye, Pakistan, Endonezya, Malezya, Çin Müslümanları ve Arap Mağrip ülkeleriyle, dışişleri bakanları, istihbarat şefleri ve ardından genelkurmay başkanları düzeyinde temaslarda bulunacağız. Ondan sonra ne olacağını göreceğiz.’ Bu sözlerimin tehdit anlamına mı geldiğini soran Laricani’ye tüm dünyayı bize karşı kışkırtacaklarını kendisinin söylediğini söyledim.”
Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Suudi Arabistan'a geri döndüm ve Kral Abdullah'a detayları anlattım. Bana meselenin artık bir güvenlik meselesi olduğunu söyledi. Kendilerine bunun doğru olduğunu, buna karar verecek kişinin kendileri olduğunu ve bir elçi olarak emirlerini uygulamakla yükümlü olduğumu söyledim. Kral Abdullah, Dışişleri Bakanı Suudi el-Faysal’ı ve İstihbarat Şefi Prens Mukrin bin Abdulaziz’i çağırdı. Kral, Suud el-Faysal’dan benim belirleyeceğim dışişleri bakanları ile bir toplantı yapması yönünde talimat verdi. Aynı şekilde Prens Mukrin’den de diğer ülkelerdeki mevkidaşlarını aramasını ve Suudi Arabistan'da bir toplantı yapmaları çağrısında bulunmasını istedi. Dışişleri bakanlığı düzeyinde bir toplantı yapma planımızı açıklamamızın ertesi günü Laricani’den hemen görüşmemiz gerektiğine dair bir mesaj aldım. Ona elbette görüşebileceğimizi söyledim fakat öncesinde kraldan izin almam gerektiğini belirttim.”
Prens Bender, İranlılar hakkındaki konuşmasını, “İranlıları Suudilerle aynı masaya oturtmaya kimin gücü yetebilir? Suudi-İran ilişkilerinin özeti böyle. Bu detayları açıklığa kavuşturmadığı için Suudi Arabistan'ın kusurlu olduğunu düşünüyorum” diyerek bitirdi.
Suriye... Hafız Esed ve Beşşar!

Bender bin Sultan’a doğrudan “Beşşar Esed’in Bender bin Sultan ismine olan aşırı duyarlılığının sebebi nedir? Hizbullah’ın Bender bin Sultan hakkında Suriye rejimi medyasında ve İran'ın Lübnan'daki kanallarında dolaşan yoğun konuşmaları neden kaynaklanıyor?” diye sordum. Fakat cevap beklenilenin aksineydi.
Soruma alaycı bir gülümseme ile karşılık veren Bender, şunları söyledi:
“Bazı Arap ve Arap olmayan ülkelerle çok yakın temaslarda bulundum. Şu anki hükümdarların bazılarının babası ile dostluk bağlarım var. Mesela bunlar arasında, Fas Kralı Hasan ve oğlu 7. Muhammed, Baba Bush olarak bilinen George H. W. Bush ve oğlu George W. Bush, eski Katar Emir Şeyh Hamed bin Halife Al Sani ve oğlu Katar Emiri Şeyh Temim ve Kuveyt Emiri Şeyh Sabah el-Ahmed el-Cabir es-Sabah gibi isimler var. Bu anlattığım, Beşşar Esed ile bağlantılıdır. Beşşar’ı bir şey olmadan önce de tanıyordum. Bir şey olduğunu düşünmeye başlamasından sonrada. Bir trafik kazasında ölen kardeşi Basil’i de tanıyorum. Suriye rejimi cumhurbaşkanının, bir düğüm haline gelmiş 'Basil Hafız Esed' kompleksi olduğunu düşünüyorum. Hafız Esed ile Beşşar Esed arasındaki fark, yeryüzü ile gökyüzü arasındaki fark kadardır. Baba Esed tam bir adamdı. Şimdiki ise hala bir çocuk. Babası, onunla aynı fikirde olmamasına rağmen dürüsttü. Çocuğun söylediği yalanlar ise doğru sözlerinden daha fazla. Babası kendilerine güvendiği adamlar ile çevrelenmişti. Oğlunun çevresinde ise kendisi gibi olan adamlar bulunuyor. Hafız Esed inatçı ve sabırlıydı, ancak sınırları biliyordu. Oğlu Beşşar da inatçı fakat kendisine bir diken battığında ağladığını görürsünüz. Size birazdan bir misal anlatacağım. Babası ne zaman riske atılacağını ve ne zaman geri çekileceğini biliyordu, oysa oğlunda bundan eser yok. Suriye kuvvetlerin 2005 yılında zelil bir şekilde Lübnan’dan çekilmiş olması bunun bir örneğidir. Üstelik Suudi Arabistan, bundan önce kendisine Lübnan hükümeti tarafından onaylanan haftalık bir plan sunmuştu. Plan dahilinde hareket etmiş olsaydı zelil bir şekilde geri çekilmek yerine resmi ve onurlu bir şekilde ayrılacaklardı. Ancak Beşşar planı reddetti ve olan oldu.”
Beşşar Esed ile ilk toplantı ve ilk intiba
Prens Bender bin Sultan sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hafız Esed’in hastalığı gittikçe kötüleşmeye başladı. ABD Başkanı Bill Clinton ile görüşmek üzere Cenevre'ye gitti ve sonra Şam'a döndü. Hafız Esed ile yaptığım tüm toplantılarda onunla 3 saatten daha az konuştuğumu hatırlamıyorum. Konuşmanın yüzde 75’i onu dinlemekle geçerdi. Çünkü her görüşmemizde Emeviler tarihinden modern tarihe kadar birçok şeyden konuşur ve sonrasında konuya geçeriz. Emeviler tarihini çok seviyor ve onunla gurur duyuyordu. Ancak her toplantıda uçmaktan bahsetmekten mutluluk duyardı. Ben eski bir pilottum, o ise darbe sırasında hava kuvvetleri komutanıydı. 1998'de onu ziyaret ettim. Söylediklerime odaklanamıyordu. Bu yüzden konuyu anlayana kadar ona söylediklerimi tekrar etmem gerekiyordu. Birdenbire bana, İsrail Başbakanı İzak Rabin’in suikasta uğraması kadar kendisini üzen bir şey olmadığını söyledi. Ona neden üzüldüğünü, bundan dolayı sevineceğini düşündüğümü söyledim. Bana genellikle fırsatları görüp değerlendirdiğini ve zamanı gelince istediğini elde ettiğini söyledi. Fakat bu sefer fırsatı Rabin’in değerlendirdiğini ve kendisini affedemeyeceğini dile getirdi.”
“Hafız Esed bana, “Rabin denklemi değiştirmeye karar verdi ve ABD Başkanı’na hitaben Golan’dan çekileceğine dair bir mektup gönderdi” dedi. O mektupta, “Esed’e söyle, size ilişkilerin düzeleceğine dair söz verir, ağır silahları Türkiye sınırına çekmeyi kabul ederse, ben Golan’dan çekilmeyi kabul ediyorum” ifadeleri yer aldı. Bunun üzerine Esed bu teklifi kendisine değil, ABD Başkanı’na hitap ettiği için reddetti.
“Bunun üzerine ABD Dışişleri Bakanı Esed’e, “Sana gelebilecek en iyi teklif budur, düşün. Rabin’in popülerliği var, bu anlaşma Knesset’ten de geçebilir. Başkan aracı olarak gelmeye hazır” dedi. Esed ise “Direndim ve reddettim, çünkü bu hitap bana değil ABD Başkanı’na yöneliktir” ifadelerini kullandı. Bu cevap üzerine ABD Dışişleri Bakanı, “Hayır Telaviv’e gitmeyeceğim, Washington’a gideceğim” der. Bunun üzerine ise Esed, “Bu fırsatı kaçırmasaydım Golan bizim olacaktı. Bir büyükelçilik açacaktık ama kimseyi sokmayacaktık. Ama fırsat kaçtı” dedi.”
Prens Bender bin Sultan sözlerini şöyle sürdürdü:
Rabin hakkında konuşmayı bitirdikten sonra bana, “Bu gece bizimle Suriye'de kalacak zamanın var mı?” diye sordu. Bende ona bir emri olup olmadığını söyledim. Bana “Oğlum Beşşar ile tanışmanızı istiyorum. Onun dünyaya dair bakış açısını ve ufkunu genişletmeye ihtiyacı var” dedi. Aniden İngiltere'de uzmanlık çalışması için arabuluculuk konusunu hatırladım ve “Göz doktoru olan mı?” diye sordum. “Evet. Faruk eş-Şara’dan Beşşar'la görüşmenize katılmasını isteyeceğim” dedi.
O zamanlar ben ve Hafız, Golan sorunu çözülene kadar Suriye ve İsrail taraflarının üzerinde çalışabileceği bir haritayı masaya koyduk. Taberiye Gölü tarafından 300 metrelik mesafeye ilişkin bir sorun vardı. Çünkü Hafız Esed, 67 metrede Suriye askerlerinin ayaklarının suya temas ettiğini hatırladığını ve şimdi ise öyle olmadığını söylüyordu. İsrailliler ise sınırın aynı sınır olduğunu ve çekilme nedeniyle suyun durumun değiştiğini söylüyorlardı. İsrailliler devriyelerinin geçişi için kendilerine bir 10 metrelik bir alan açılmasını istiyor, fakat İsrail devriyelerinin dışarıdan geçmelerini isteyen Suriye tarafı bunu reddediyordu. Amerikalılar, ABD, İngiltere, Kanada, Japonya ve Körfez devletlerinden oluşan uluslararası bir grup kurmayı ve Golan’ı sanayi, turizm ve diğer alanlarda canlandırmak üzere ortak projeler üzerinde çalışmayı teklif ediyorlardı. Esed, bu teklif konusunda iyimserdi, ancak diğer meseleyi ret konusundaki ısrarını sürdürüyordu. Esed’e acele etmemesini ve bu meseleyi düşünmesini söyledim. Ona o sıra Veliaht Prens olan Kral Abdullah’ın kendisini ziyarete geleceğini ve onunla konuşacağını söyledim. Sonra tekrar Beşrar meselesini açtı. Hafız Esed’i 30’dan fazla ziyaret etmeme rağmen Beşşar’ı onunla birlikte görmediğimi hatırlıyorum.
Hafız Esed, Prens Bender ile görüştükten sonra Beşşar'ı azarladı
Prens Bender, Esed ile olan ilk görüşmesini şöyle anlatıyor:

“Hafız Esed’in yanından ayrıldıktan sonra otele gittim. Sonra Suriye Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara geldi ve beni Şam taraflarında bir villaya götürdü. Beni orada Beşşar Esed karşıladı. İdmanlı bir genç olduğu her halinden belli oluyordu. Fazla konuşmadı. Ona tanıştığımıza memnun olduğumu söyledim. Bana cumhurbaşkanının kendisini bilgilendirdiğini söyledi. Cumhurbaşkanının kendisine ‘emrettiğini’ değil de ‘bilgilendirdiğini’ söylemesi beni şaşırttı ve onu test etmek için “Cumhurbaşkanı mı emretti?” diye sordum. Fakat kastımı anlamadı. Yanımızda bulunan Faruk eş-Şara soruyu üstüne alındı ve şöyle cevap verdi, “Evet, cumhurbaşkanı benden Beşşar’ı ziyaretinizde size eşlik etmemi emretti.” Sonra Beşşar beni buyur etti. Haritaları masaya koydum ve ona babasıyla aramda konuştuğumuz ayrıntıları anlattım. Faruk eş-Şara’nın görüşme sırasında meselenin önemli olduğuna dair Beşşar’ı uyardığını görmedim. Beşşar masaya vurdu ve şöyle dedi, “Bu nasıl biz söz 10 metre buradan 10 metre şuradan bu meseleden kurtulalım.” Bende ona, “Neyinden kurtulalım” diye sordum. O da “Daha iyi bir çözüm var mı? Kimde daha iyi bir çözüm varsa getirsin” dedi. Ben de “ Evet var” dedim. Bana “Kim?” dedi. Ben de “Baban” dedim.
Faruk eş-Şara o anda “Yoldaş Beşşar meselenin iki boyutu olduğunu söylüyor” diyerek konuşmamızı böldü. Beşşar ondan çıkmasını istedi ve gerçekten de Faruk yanımızdan ayrıldı. Beşşar’a o sıra şöyle bir öneride bulundum; “Bana bilgisayarları ve elektronik cihazları sevdiğini söylediler. ABD’ye gelip seni batı kıyısında beğeneceğin bir yere götürmem ve Boeing, Silikon Vadisi ve diğer şirketleri ziyaret etmeni sağlamam konusunda ne düşünürsün. Sonra Aspen'e gideriz, orada bir çiftliğim var. Orada birkaç gün geçirirsin. Sonra Washington’a döneriz. Beyaz Saray ile irtibat kurmanı sağlarım. Ya birlikte oraya gideriz ya da Beyaz Saray'dan birisini seninle evimde bir araya getiririm.”
Prens Bender’in anlattığına göre Beşşar kendisine, yerel lehçesi ile şunu söylemiş, “Neden bu karışıklık, konuşmak istiyorlarsa konuşuruz.” Prens Bender ise ona şöyle cevap vermiş, “Konuyu babanıza danışmadım. Sanırım en iyisi ona danışmak olacak. Kendiniz doğrudan Washington'a gidebileceğinizi düşünüyorsanız, bunu ayarlarım. Onlardan seni davet etmelerini bile isteyebilirim.”
Prens, Beşşar ile görüşmesinden sonraki süreci şöyle anlatıyor:
“Bende, zeki olduğu yönünde olumlu bir izlenim bıraktı. Yanından ayrılıp otele geldim. Otele varır varmaz Devlet Başkan Yardımcısı Abdülhalim Haddam beni aradı ve akşam yemeği yiyip yemediğimi sordu. Ona henüz yemediğimi, fakat aşağı inip otelin lobisinde akşam yemeğini yiyeceğimi söyledim. Evine gidip onunla birlikte yemem için ısrar etti. Bir araya geldiğimiz zaman bana, çocuğun sözlerine aldırmamı söyledi. Bende ona hangi çocuktan bahsettiğini sordum. Bana bahsettiği kişinin Beşşar olduğunu söyleyince ona, bana mı yoksa ona mı casusluk yaptığını sordum. Bana, “Hayır. Cumhurbaşkanı sana söylediği sözlerden sonra onu azarladı” dedi. Ona cumhurbaşkanının her şeyi duymuş olmasının sorun olmayacağını söyledim. Çünkü konuşmamın sonunda, ona cumhurbaşkanına sormasını ve kabul ettiği takdirde istediğini yapacağımızı söylediğimi belirttim.”
Hafız Esed'in son günleri ve Beşşar'ın değişen davranışları
Prens Bender, Hafız Esed'in son günleri ve Beşşar'ın değişen davranışları hakkında şunları söyledi;

“Neredeyse iki ay sonra tekrar geri döndüm. Hafız Esed’i bu kez daha bir yorgun gördüm. Benden bir kez daha Beşşar ile görüşmemi, fakat bu sefer diplomatik bir dil kullanmamı istedi. Kral Abdullah ile birlikte üçüncü kez Şam’a geldik. Prens Suud el-Faysal ve Prens Mukrin de bizimle birlikteydi. Kral Abdullah, Hafız Esed ile görüşmesinin ardından onun durumunun iyi olmadığını söyledi. Krala, Hafız’ın bir senedir bu durumda olduğunu ve bunu kendilerine ilettiğimi söyledim. Hafız Esed'in ölümünden sonra her şey değişti. Beşşar yükseldi ve devlet başkanı oldu. Anayasayı kendi çıkarına olacak şekilde değiştirdi.”
Prens Bender o anları şöyle anlatıyor;
“2000 yılında Washington’daydım ve Hafız Esed’in ölüm haberini aldım. Riyad'dan cenazeye katılmak için izin istedim ve Kral Abdullah’ın da cenazede hazır bulunacağını haber verdim. Kendimi Kralla aynı ya da bir saat öncesinde Şam’da olacak şekilde ayarladım. Hafız'ın ölümünün ikinci günü havaalanına ulaştım. Kral Abdullah’ın uçağı, Cidde’de merhum Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih ile sınır anlaşmasına ilişkin gerçekleştirdikleri görüşmeden dolayı gecikti. Suudi Arabistan'dan Kral'ın uçağının 3 veya 4 saat gecikeceğine dair haber aldım.”
Prens, bu gecikmeyi ve Beşşar ile doğrudan görüşmeye nasıl sürüklendiğini şöyle anlatıyor;
“Uçakta otururken, General Manaf Tlass’ın kapıda beni görmek istediğini söylediler. Bende buyurmasını söyledim. Selam verdikten sonra Beşşar’ın beni akşam yemeğine davet ettiğini söyledi. Restorana girdiğimiz sırada herkes durdu. Sırtlarında makineli tüfek taşıyan sivil kıyafetli kimseleri görünce şaşırdım. Sonra Manaf geldi ve “Cumhurbaşkanı” dedi. “Cumhurbaşkanı mı?” dedim. “Evet” dedi Cumhurbaşkanı. Benim Washington'dan Şam'a geldiğim süre içerisinde Suriye Arap Baas Partisi toplanmış ve gayr-i kanuni bir şekilde onu oylamışlar. Yaşı 40’tan daha az olan Beşşar, devlet başkanı olmuştu. Manaf Tlass, kendisine kralı bekleyeceğimi söylememe rağmen Beşşar’ın önce benimle görüşmek istediğini söyledi. Tüm bunların birkaç saat içinde nasıl gerçekleştiğine şaşırmıştım.”
Havaalanından devlet başkanının evine
Prens sözlerini şöyle sürdürdü:       

 “Ölülerinizi hayırla yad edin denilir. Ben de merhum Hafız Esed’i hatırladım ve hayırları hakkında konuşmaya başladım. Sözümü yarıda kesen Beşşar, bana kendi lehçesinde "evet evet hayrolsun" dedi ve “Amerikalılarla çalışmaya nasıl başlayacağız? Onlara hazır olduğumuza dair bir mesaj iletmek mümkün mü?” diye sordu. Ona baktım ve henüz babasını defnetmediğini söyledim. Ayrıca kralın kendisi ile çok ilgilendiğini ve emin olup olmadığını sordum. Bana neyden emin olması gerektiğini sordu. Bende ona “Kendinden!” dedim. Bana son iki aydır babasının ofise gidemediğini ve kendisinin gerekli evrakları imzaladığını söyledi. Sonrasında ise spora ve ardından işe gittiğini söyledi.”
Prens, Beşşar Esed'in devlet başkanlığı görevini üstlendiği saatlerin ayrıntılarına ilişkin sözlerini şöyle tamamladı:
“Ona ‘Tamam mı?’ diye sordum. Bana şöyle cevap verdi;

“Dün sabah birtakım evraklarla eve gittim ve onları anneme ve kız kardeşim Büşra’ya teslim ettim. Babamın biraz yorgun olduğunu söylediler. İçeri girdim. Gözlerini zar zor açtı. Nabzını dinledim ve biraz sonra nabzı durdu. . (Prens burada bu konuşmanın harfi harfine gerçekleştiği konusunda yemin etti) Anneme babamın uyduğunu söyledim ve kapıyı kapattım. Sonra kulübe gittim ve biraz spor yaptım. Mahir Esed’e ve Munaf Tlass'a güvenliği kontrol altına alma planını anlattım ve onlardan Şam’a girişleri tanklarla kapatmalarını istedim. Bölge liderleri geldi ve onların yanına gittim. Bazıları selam verdi, bazıları ise rahmet diledi. Onlara, ‘Sen yarın ayrılacaksın. Senin son senen. Sen kalacaksın. Sen dilini keseceksin. Sen şöyle yapacaksın, sen böyle yapacaksın…’
“Babasını defnetmeyen Beşşar’ın anlattığı ayrıntılardan duyduğum şaşkınlıktan ona bir kez daha silahlı kuvvetlerin yanında olacağına güvenip güvenmediğini sordum. Bana, getirdiği liderlerin hepsinin silahlı kuvvetlerden olduğunu ve onlara güvendiğini söyledi. Şaşırdım. Kendi kendime, “Allah Golan’ı korusun, bu ordu liderleri olduğu müddetçe Golan kurtulamayacak” dedim.”
Prens, Devlet Başkanı Beşşar Esed ile yalnız kaldığı zaman, onun kendisine şunları söylediğini aktardı;
“Bender! İnsanlar ellerimin kadife gibi yumuşak olmasını bekliyor. Evet, ellerim kadife gibi fakat altında demir yumruk var.”
Kral Abdullah’ın Şam'a ulaşması ve Devlet Başkanı Beşşar ile ilk görüşmesi
O sıra Veliaht Prens olan Abdullah bin Abdulaziz’in Şam’a ulaşmasından birkaç saat önce Beşşar Esed, babasının hayatının son saatlerini ve ordunun memnuniyetini nasıl kazandığını anlatmaya devam ediyordu. Fakat Prens Bender'in acelesi vardı. Havaalanına geri dönmek, Kral Abdullah'ı karşılamak, ona olup biteni anlatmak ve sonrasında cenazeye eşlik etmek istiyordu.
Beşşar, “Biliyor musun? Kral Abdullah babam gibi ve bazen kendimi onun önünde ifade edemiyorum ya da onunla hiçbir şey konuşamıyorum. Herhangi bir sorun olmadığı ve işlerin yolunda gittiği konusunda ona güvence vermeni istiyorum” dedi.
Havaalanına geri döndüm ve kralın uçağını beklemeye başladım. Oysa Beşşar Esed’in de onu karşılamak için havaalanına geldiğini gördüm. Krala olup biteni anlatmaya fırsat bulamadım. Kral Abdullah ve beraberinde bulunan Prens Mukrin bin Abdulaziz, Prens Suud el-Faysal ve Dr. Gazi Kusaybi, Beşşar ile birlikte meclise girdiler. Bir süre sonra Kral Abdullah, Beşşar’a “Özel konuşalım” dedi.
Kral ofise açılan bir kapı olduğunu düşünerek hızlıca kapıya doğru ilerledi ve kapıyı açtı. Fakat kapı dinlenme odasına açılıyordu. Kral sonra Beşşar’a döndü ve burada ofis olup olmadığını sordu. Beşşar, “Nasıl olmaz majesteleri, ofis diğer tarafta” dedi. Kral, Beşşar’a “Seni oğlum gibi severim” dedi ve birlikte ofise girdiler. Kral, Beşşar’ı karşısındaki bir sandalyeye oturttu ve kendisi ile biraz şakalaştı. Konuşma yaklaşık 45 dakika sürdü. Prens Mukrin bin Abdulaziz, Prens Suud el-Faysal ve Dr. Gazi Kusaybi’ye olan biteni anlattım. Gazi Kusaybi, bunları neden Kral’a anlatmadığımı sordu. Ona, olanlara kendilerinin de şahit olduğunu söyledim. Prens Suud el-Faysal bana döndü ve bunları Kral’a iletmemi söyledi.”
Prens o anları şöyle anlatıyor:
“Kral çıkıncaya kadar bekledik. Beşşar Kral’ı uğurlamak için ısrar etti. Kral dışarı çıktı ve ona doğru hızlıca ilerledim. Ona kendileri gelmeden önce Beşşar ile görüştüğümü ve bunu kendilerine söylemek için fırsat bulamadığımı söyledim. Kral bana şöyle dedi:
"Bu konuşmayı bilmeyen bir çocuk. Ona sordum senin danışlmanların kimlerdir? Çünkü konuşmayı bilmiyor! Suriye bizim için çok önemli o yüzden başkasının eline geçmesini istemiyoruz."

Kral Abdullah bin Abdulaziz, 2001 yılında Şam Havaalanı’nda Beşşar Esed ile birlikte (Getty)
Prens Bender bin Sultan ile gerçekleştirilen röportajın ikinci bölümünden başlıklar:
- Kral Abdullah, Beşşar’ın işleri idare edemeyeceğine dair edindiği izlenimden dolayı Şam'da daha uzun kalmayı kararlaştırdı ve ABD Dışişleri Bakanı'ndan da Suriye'de kalma süresini uzatmasını ve Beşşar ile resmi bir şekilde görüşmesini istedi.
- Beşşar, Mahluf ailesinden olan kuzenini bir Fransız şirketini koruması amacıyla bir sözleşmenin imzalanmasına aracılık etmesi için gönderdi. Bunu öğrenen Savunma Bakanı Veliaht Prens Sultan Bin Abdulaziz öfkelendi ve şirketin başvuru listesinden çıkarılması istedi.
- Suudi Arabistan’ı görmezden gelerek İran’a ziyarette bulunan Esed, Riyad ile ilişkilerini soğuttu.
- Suriyeliler, Yaser Arafat'ın Beyrut'taki Arap zirvesine katılmasını engellediler ve televizyonda bir konuşma yapmaya hazırlanan Arafat’ın bunu gerçekleştirdiği takdirde Emil Lahud’dan yayını kesmesini istediler.
- Beşşar Esed'in Lübnan Devlet Başkanı Refik Hariri'ye sövmesi ve Kral Abdullah'ın Refik’e zarar verememesi hususunda Esed’i uyarması
- Hariri’nin suikastına ilişkin davada aranan ile ilgili Beşşar’ın yapmış olduğu hilenin ardından Riyad ve Paris arasında yaşanan diplomatik utanç
RÖPORTAJIN 1.KISMI
RÖPORTAJIN 3. KISMI​
RÖPORTAJIN 4.KISMI



Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
TT

Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi, Al Majalla’ya verdiği röportajın ikinci bölümünde Sudan’la ilgili uluslararası ve bölgesel bir tartışmanın olduğunu belirtti. Minawi, “Sudan’ı ya bölmek istiyorlar ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar” diyerek dışarıdan ülkeyi bölmeye yönelik bir plan yapıldığı uyarısında bulundu.

Röpottajın iilk bölümünde 15 Nisan’da Hartum'da tanık olduklarını anlatan Darfur Bölgesi Valisi Minawi, Muhammed Hamdan Dagalu komutasındaki HDK'nın başlangıçta yaklaşık 25 bin kişiden oluştuğunu ancak savaş başlamadan önce Hartum’a 120 bin HDK üyesinin getirildiğini belirterek, “Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkent Hartum’a) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi” şeklinde konuştu.

HDK’nın Darfur bölgesindeki 5 eyaleti askeri olarak kontrol ettiğini, ancak tam kontrole sahip olmadığını söyleyen Minawi, HDK’nın yanında Rus paralı asker grubu Wagner’in de rolü olduğuna dikkati çekerek “HDK üyelerinin yüzde 50’sinden fazlası yabancı uyruklu ve operasyon odalarında Sudanlı olmayan yabancı subaylar oturuyor” ifadelerini kullandı.

Rusya’nın Port Sudan’da askeri bir üs kurma anlaşmasının ‘öldüğünü’ belirten Minawi, ancak Sudan Ordusu ile Tahran arasında, askeri ortaklık karşılığında İran’ın ürettiği silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) satın alımının da olduğu bir mutabakata varılabileceğini göz ardı etmedi.

İşte Darfur Bölgesi Valisi ve Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ile Zoom uygulaması üzerinden yaptığımız röportajın ikinci bölümü:

*Sudan’daki savaşın, iki general (Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Dagalu) arasındaki bir savaş olduğunu, Darfur’daki savaşın bir uzantısı olarak patlak verdiğini ve dolayısıyla Darfur’daki savaşın bitmediğini, mevcut savaş başlayınca Darfur'daki savaşın bir uzantısı olarak oldubittiye getirildiğini söyleyenler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu doğru. Bu savaş, Darfur’daki savaşın, 1955 yılında Torit şehrinde patlak veren savaşın, Güney Sudan’daki savaşın, Nuba Dağları’ndaki savaşın, Mavi Nil’de yaşanan savaşın ve tüm birikmiş meselelerin bir uzantısıdır. Bunu neden söylediğime gelince öncelikle HDK'nın yapısı kabile temellidir. Kurulduğu dönemde Darfur'da çıkan olaylar adına oluşturuldu. Ben de başlarda bu oluşum içinde yer aldım. HDK, dönemin Cumhurbaşkanı Ömer Hasan el-Beşir'i, bazı generalleri ve yardımcılarıyla birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) önüne çıkarana kadar birtakım eylemler gerçekleştirdi.

Darfur'da bir soykırımın yaşandığı, 2003 yılında başlayan etnik temizliğin 2006 ve 2007 yıllarına kadar devam ettiği herkesçe biliniyor. Darfur’daki çatışmanın tüm dünyayı, bölgenin kontrolünü Afrika Birliği (AfB) tarafından gönderilen AMIS (African Union Mission in Sudan) adlı barışı koruma gücüne devredecek kadar ikilem içerisine soktuğu biliniyor. Durumun kötüleşmesi üzerine AfB Barışı Koruma Gücü’nün (AMIS) misyonu Birleşmiş Milletler (BM) tarafından oluşturulan bir görev gücüne devredildi. BM ve AfB’nin ortak görev gücüne o dönemde dünyanın en büyük misyonu olan ‘UNAMID’ (BM-AfB Darfur Misyonu) adı verildi.

FOTO: Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)
 Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)

Tüm bunlar olurken, merkez ile kenarlar arasındaki gerginlik, merkez beni çağırıncaya kadar zaman zaman şekil değiştirdi. O sıra iktidarda siyasal İslamcı Ulusal Kongre Partisi hükümeti vardı. HDK, demokratik dönemde Sadık el-Mehdi hükümeti ve şu ​​an Milli Ümmet Partisi’nin lideri olan general tarafından kurulmuş bir kabile ordusu olmasına rağmen ondan yardım istediler.

HDK, devletin kendisine sağladığı imkanlar sayesinde orduyu destekleyen bir yapıdan paralel bir orduya dönüştü.

*HDK, bahsettiğim gibi Darfur’daki daha önceki savaşta önemli bir rol üstlenmişti. Bu savaş yeniden başlamış gibi görünüyor. İhlallerden, sahadaki ve insani durumdan bahsediliyor. Şu an Darfur'daki askeri durumla ilgili nasıl bir harita çizersiniz?

HDK 2003-2004 döneminde bu saydıklarınızı içeren bir kültür üzerine kuruldu. Tıpkı ‘her kap içindekini dışına sızdırır’ deyiminde ifade edildiği gibi. HDK, son dakikaya yani hedef aldığı düşmanın kafasına sıkacağı son kurşuna kadar uygulanmak üzere manifesto geliştiren bir yapıdır. Dolayısıyla HDK’nın sahip olduğu bu kültür, karşınıza çıkan ne varsa mutlaka ele geçirilmesi gerektiğini salık verir. Karşısına çıkan tüm kadınlara tecavüz etmesi gerekiyor, çünkü o dönemde bu gücü oluşturan istihbarat üyelerinin bu güçleri oluşturmadaki gerçek niyeti bu tür ihlallere yol açmaktı. ‘Her kap içindekini dışına sızdırır’ derken kast ettiğim o kabın içindeki işte bu. Dolayısıyla bir şekilde iktidarı ele geçirmeye karar verdiklerinde, komşu ülkelerden çok sayıda paralı asker, savaş tutkunu, para düşkünü ve kaos müptelası, hiç eğitim almamış, vicdanı olmayan, çölden gelmiş, insanlık nedir bilmeyen kim varsa getirdiler. Hepsi Sudan sahasında, savaş alanında toplandı. Herkes bunun bir parçası oldu. Tecavüz olsun, yağma olsun, insanlara baskı olsun, başka şeyler olsun istediklerini yapıyorlar. Tam özgürlüğe sahipler. Hartum'da evlere el koydular. Sudan dışından gelenler ne Sudan halkını ne de Sudan ruhunu umursuyorlar. Çünkü ele geçirmek için geldiler. Yaklaşım bu. Onlara verilen mesaj da bu. Dolayısıyla aldıkları mesajı yerine getiriyorlar.

HDK’nın operasyon odalarında yabancı uyruklu, Sudanlı olmayan subaylar oturuyor

*HDK askeri olarak Darfur’un kontrol ediyor mu?

Evet, Darfur’u askeri olarak kontrol ediyor. Darfur dört eyaletten oluşuyordu. Darfur’daki savaş sırasında Ulusal Kongre Partisi hükümeti bu sayıyı Batı Darfur, Orta Darfur, Güney Darfur, Doğu Darfur ve Kuzey Darfur eyaletleri olmak üzere beşe çıkardı. HDK dört eyaleti kontrol ediyor, ama yönetimi ele geçirmedi. Tam bir kaos yaşanıyor. Vatandaşlar da bu yüzden tüm bu eyaletlerden kaçıyorlar. Gerçekler bunlar.

*Wagner güçlerinin HDK’ya Darfur'daki operasyonlarında yardım ettiği konuşuluyor. Bununla ilgili bir bilginiz var mı?

Bu konuda yeterli ve kesin bir bilgiye sahip değilim. Fakat savaştan önce bile duyduklarım ve elde ettiğim bilgiler doğrultusunda bunu göz ardı etmiyorum. Ama bu savaşı destekleyenler ve bu savaşı çok yüksek bir oranda, yüzde 50’nin üstünde yönetenler Sudanlı değiller. HDK’nın operasyon odalarında Sudanlı değil, yabancı uyruklu subaylar oturuyor.

(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)
(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)

*Sudanlı olmayanlar da var dediniz. Wagner’den olanların ve olmayanların olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

Evet, Wagner’den olanlar ve Wagner’den olmayanlar var.

*Wagner’den olmayanlar, yani Afrikalılar. Bildiğiniz gibi Çad'da darbe girişimi yaşandı. Kabilelerin Darfur bölgesine müdahalesi nedeniyle Darfur'daki savaşın Çad ve Orta Afrika'da yansımaları olduğunu düşünenler var. Bununla ilgili yorumunuz nedir?

Ben herhangi bir ülkenin adını vermedim ve daha fazla ileriye gitmek de istemiyorum. Ama Çad’a ile ilgili ne kastettiniz. Orada darbe girişimi mi oldu yoksa başka bir şey mi oldu bilmiyorum. Fakat güvenlik durumu ve kriz haline gelip çözülmesi gereken siyasi gerginliklerin yaşandığını biliyoruz. Ama bahsettiğim rol, Sudan'ın savaşın yönetilmesinde oynadığı rol. Burada Çad devletini kastetmiyorum.

Altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürülmesi korkunç bir durum.

*Wagner meselesine dönecek olursak, basında Wagner'in HDK'yı desteklediğine dair birçok haber yer alıyor. Altın kaçakçılığına karıştığı konuşuluyor. Sizce bu haberler doğru mu? Bununla ilgili herhangi bir bilginiz var mı?

Biz bu tür haberleri ve bilgileri, hassas istihbarat bilgilerine sahip, modern istihbarat eğitimi almış, tecrübesi ve kabiliyeti yüksek, bu tür gelişmeleri takip edebilecek uyduları olan kişilerden alıyoruz. Elimde, basında çıkan haberleri teyit edecek bir bilgi yok ama altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürüldüğü açık. Bu çok korkunç. Sudan'da kaynaklar gibi birçok alanda da sömürü var. Dolayısıyla bu sömürü sayesinde şimdi bu savaşın büyük potansiyeli ortaya çıktı.

*Milislerden ve HDK'dan bahsetmişken, sizce Orgeneral Hamideti ile ne ölçüde temas halindeydiniz? Hamideti’nin HDK’yı tamamen kontrol ettiğini düşünüyor musunuz? HDK’ın kaç üyesi var?

Bu güçler bir ya da birkaç kabileden oluşuyor. Hatta bu güçlerin içindeki kabilelerin doğal olarak kardeş lidere ve komutan yardımcısına yakınlıklarına göre düzenlenmiş kategorileri var. Bu yüzden sayıları çok. Ancak bu güçlere liderlik edenler seçkin kesimlerden kişiler. Seçkinler ve elitler birdir, kabile de birdir. Kabile içinde bile ailelerin en üst düzeyden en alt düzeye kadar çeşitlilik gösterdiği biliniyor.

*Tam bir kontrol ve net bir yapı olduğunu düşünüyor musunuz?

Tabii ki hayır, oluşumu gereği kontrol tam olamaz. Hatta bunu bizzat Hamideti bile söyledi. Olan bitenlerin sebebinin ‘isyancılar’ olduğunu ifade etti. Hamideti onlara böyle diyor. Hamideti’nin yardımcısı Sayın Abdurrahim Hamdan Dagalo ile görüştüm. O da (Darfur’daki) el-Cenine’de yaşananların ‘isyancılardan’ yani kendi kontrolleri dışında olanlardan kaynaklandığını düşünüyordu. Belki savaşlardan çıkar sağlıyorlar ve operasyonlarından faydalanıyorlar ama askeri emirlere ve talimatlara uyanlardan değiller. Bu sebeple isyancıların olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte seçkinler gibi sistemin içinden gelen, ancak kişisel çıkar elde etme eğiliminde olanlar da var. Bunlar, HDK’nın düzenli ordu oluşturma yöntemiyle oluşturulmamasından ötürü varlar.

*HDK’nın üye sayısıyla ilgili bir tahmininiz var mı?

Sayılarını tam olarak bilmiyorum ama savaştan önce generallerden öğrendiğime göre Hartum’a dışarıdakiler hariç yaklaşık 120 bin HDK üyesi girdi. Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkente) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi.

Bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu.

*Yaklaşık 120 bin HDK'lının Hartum'a girdiği söylenebilir mi?

O dönemde böyle olduğu söyleniyordu. Bu, Hartum'daki sayıydı. Çünkü savaşa altı aydan az bir süre kala HDK sayısının 25-30 bin civarında olduğunu söylüyorlardı. Ancak savaşa birkaç gün kala Hartum’a 120 binden fazla HDK üyesinin getirildiğini söylediler. Bu, sayının çok fazla olduğu ve çok az dönemde dramatik bir şekilde katlandığı anlamına geliyor. Bu artışın arkasında bir kuşatma vardı ve bunun arkasında da bir hedef.

*Röportajın başında Özgürlük ve Değişim Güçleri’nin (ÖDG) rolünden bahsettiniz. Siz o dönemde de önemli bir isimdiniz, şimdi de öylesiniz. 25 Ekim 2021 günü Abdullah Hamduk hükümetine yapılan darbe hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hamduk hükümetine yapılan darbe üçüncü darbedir. Darbe diyebiliriz ama ben bunu darbe olarak görmüyorum. Çünkü iktidarı Beşir’in elinden alanlar Hamduk değil, Burhan ve Hamideti idi. Hamduk o dönem hükümetin üçüncü adamı olması için getirilmişti.

Orada bulunan görgü tanıklarından birinin aktardığına göre Hamduk 25 Ekim'den önce nüfuz sahibi biri değildi. Çünkü yönetim bizzat generallerin elindeydi. En nihayetinde Hamduk bir komutan değildi ve başbakanın yetkisi dahilinde olması gereken birçok konuda onlardan yardım istiyordu. Ancak Merkez Konseyi, ÖDG, ordu ve HDK arasında yapılan ittifak sonucu Hamduk hükümeti düştü. Bu bir darbeden ziyade bir ortaklığın sona ermesiydi. Çünkü bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu. Dolayısıyla ne devlet ne de hükümet vardı. Bu da kaosun başlangıcı oldu.

Kaos, Anayasal Bildirinin imzalanmasıyla başladı.

*Kaos ile neyi kastediyorsunuz?

Kaos, Anayasal Bildiri imzalandığında başladı. ÖDG’nin Merkez Konsey kanadı ve ÖDG'yi kanla kurduğumuz, silahlı hareketlerle inşa ettiğimiz için benim de içinde bulunduğum Demokratik Blok kanadı dahil olmak üzere diğer gruplar tarafından darbe yapıldığına inanıyorduk. Ancak (eski Cumhurbaşkan Ömer) el-Beşir rejiminin devrilmesinin ardından ordu ve HDK ile ÖDG'nin temel oluşumuna karşı çıkanlar arasında gizli bir ittifak yapıldı. Çok sayıda kişi HDK'ya katıldı. Aslında Sudan'ın lehine değil de kendi lehlerine hedefleri olan ülkelerden uluslararası yardım aldılar. Bu kusurlu oluşum 25 Ekim'e kadar böyle devam etti.

FOTO: Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)
Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)

*Darbenin Burhan ile Hamideti tarafından Hamduk’a karşı yapılmadığını söylüyorsunuz ama gerçekte ÖDG ve Merkez Konsey kanadı içinde Hamideti’ye karşı bir anlaşmazlık mı vardı?

Darbe, ÖDG içinde gerçekleşti. ÖDG'den bazı gençler tarafından yönetilen ve Hamideti ve Burhan'la ittifak kurmalarını sağlayan bu darbe, 18 Ağustos 2019'da Beşir rejiminin düşmesinin ardından ‘geçiş hükümeti’ ve diğer oluşumların kisvesi altında üstü kapalı olarak gerçekleşti. Darbe böyle başladı. Bundan önce Hamideti ve Burhan Beşir'e darbe yaptı. Durum böyle ilerledi. Askeri Konsey’deki kardeşlerimiz darbecilerin merkez noktalarını tasfiye etmek için orduyu kullanıyorlardı. Mesela bir gün darbeye kalkışabilecekleri zayıflatmak için Burhan’ı kullanıyorlardı, başka bir gün askeri operasyonla iktidara gelebilecek silahlı hareketleri zayıflatmak için Hamideti'yi. Dile getirdikleri gizemli amaç da buydu.

*Sizce en fazla suçlu olan ÖDG-Merkez Konseyi mi?

Kesinlikle. Çünkü ÖDG-Merkez Konseyi, 25 Ekim öncesi dönemde siyasi güçlerle ulaşıp orduya sızdılar.

Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Hamideti ve Hamduk arasındaki son anlaşma hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu (Tekaddüm) lideri Abdullah Hamduk siyasi rol, HDK Komutanı Hamideti ise askeri rol oynuyordu. Dolayısıyla onların aynı partinin ya da örgütün kanatları olduğuna inanıyorum. Bu da Sudan halkı açısından ‘gülünç’ bir durum. Bir diğer ‘gülünç’ olan konu ise bu tür senaryolar, skeçler ve oyunlarla bizi kandırdıklarını düşünmeleri.

*Sizce bu Sudan'da daha geniş kapsamlı bir çözümün başlangıcı mı, yoksa şu an var olan bölünmenin devamı mı?

Henüz ortaya yeni bir yapı çıkmış değil. Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Ordu Komutanı Orgeneral Burhan ile iletişim halinde olduğunuzu sanıyorum, doğru mu?

Ben herkesle iletişim halindeyim. Ancak Cuba Barış Anlaşması çerçevesinde oluşturulan hükümetteyim. Bu hükümetin başında da hâlâ Orgeneral Burhan bulunuyor.

Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkeler.

*Şu an Orgeneral Burhan’ın Port Sudan’da bulunduğu, ordunun güç merkezinin Port Sudan'da olduğu, Hamideti komutasındaki HDK’nın ise Hartum’da olduğu ve Darfur'da savaştığı bir durum söz konusu. Cevabını net olarak almak istediğim bir soru var. Sudan’ın bir gerçeklik bağlamında coğrafi olarak daha fazla bölünmeye doğru sürüklendiğini düşünüyor musunuz?

Bu savaşı ister orduda olsun ister HDK'da olsun, savaş saflarında yer alan Sudan vatandaşları ya da vatanseverler değil, devletler yürütüyor. Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkelerdir. Eğer Sudan'da başarılı olurlar ve Sudan’ı bölmeyi başarırlarsa bu felaket daha fazla yere yayılacak. HDK, Hartum'dan dönüp kasım ayı sonları aralık ayı başlarına kadar Darfur’daki operasyonlara odaklandığında, amaç Darfur'u ele geçirmek ve bir oldubittiye getirmekti. Bu oldubittinin amacı, bir zamanlar Sudan’ın komşusu olan ülkelerde yaşananları tekrarlamaktı.

Bu elbette bildiğimiz gerçeklere dayanıyor. Bunun arkasında HDK’nın olması şart değil. Daha ziyade söz konusu ülkelerin bir gündemi var. Bu gündemin uygulanması gerekiyor ve iç unsurları da var.

FOTO: Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)
 Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)

*Kim o ülkeler?

İsim vererek hiçbir ülkeyi rencide etmek istemiyorum.

*Sudan'ın bölünmesinin oldubittiye getirilmesinden mi yoksa Sudan'ın bölünmesinden mi endişeleniyorsunuz?

Sudan’ın bölmek ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar. Darfur'dan başlayıp HDK'nın Darfur’u ele geçirmesini ve ardından burayı insani yardım kisvesi altında kendisini dayatmasını istediler. Darfur'u ele geçirenlerin desteğiyle bu oldubittiye getirilecek. Hartum senaryosunun suya düşmesiyle bu senaryoya yöneldiler.

*Yani Sudan’ın bölünmesinden bahsediyoruz. Peki, ordu yalnızca Port Sudan’ı mı kontrol ediyor?

Ordu, Port Sudan'ı kontrol ediyor, Hartum'da, Darfur'da ve el-Faşir’de de ordu güçleri var. Yani ordu sadece Port Sudan’da değil, birçok bölgede güçleri var. Ancak örneğin, ülkeyi Port Sudan'dan yönetmeyi tercih ederse bu ordunun sadece Port Sudan’ı kontrol ettiği anlamına gelmez.

*Geçtiğimiz günlerde Burhan’ın Mısır’ı Hamideti’nin ise Libya’yı ziyaret ettiği söylendi. Bu ziyaretler oldu mu?

Hamideti’nin Libya’yı ziyaret ettiğine dair herhangi bir şey duymadım, ancak Burhan'ın Mısır ziyaret ettiğini biliyorum ve bu ziyareti takip ettim.

Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli.

*Peki, Burhan’ın Mısır ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sıradan bir ziyaretti. Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli. İki ülkenin liderlerinin karşılıklı ziyaretlerde bulunmasının çok doğal olduğunu düşünüyorum.

*Eski ABD Başkanı George W. Bush'la şahsi ve doğrudan bir ilişkiniz vardı...

Şimdiye kadar birçok ABD’li ile şahsi ilişkilerim oldu. Cumhuriyetçi Parti'deki birçok önemli isimle de şahsi ilişkilerim var.

*ABD, birkaç gün önce Sudan'a özel bir temsilci atadı. ABD’nin Sudan’la ilgili eğilimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeni özel temsilci atanmasını memnuniyetle karşıladık ama ABD’nin Sudan eğilimleri her zaman kurumsal eğilimler olarak kaldı. Kişisel ilişkilerden ziyade kurumlarının planlarına, kurumlarının ve ofislerinin yönlendirdiği yönlere ve yaklaşımlara bağlı olmaya devam etti. Bu konuda onlara yazdım ve Sudan'a yönelik politikalarını daha önceki özel temsilcilerin ve büyükelçilerin yönlendirmelerinden farklı bir şekilde ele almaları çağrısında bulundum. Çünkü Sudan çok büyük bir ülke. Kültürleri ve dinleri farklı milletlere ev sahipliği yapıyor. Burası uçsuz bucaksız bir ülke. Tüm bu milletler, Sudan'ın her karışını seviyor. Sudan'da iyi insanların yanında kötü insanların da olduğunu kabul etmezler. Dışarıdan gelen ve iyi biri olarak tanımlanan kişi Sudan’da sorun yaşayabilir. Bu yüzden onları Sudan'da istikrarın sağlanması ve Sudan halkının sevgisinin kazanılması için tüm sivil ve siyasi güçlerle temasa geçmeye çağırdım.

*Sanki siz de böyle olduğunu düşünmüyorsunuz?

Bilmiyorum. Çünkü atanan kişi henüz görevinde ilerleme kaydetmedi. Fakat son iki yıldır Sudan dosyasını bizi savaşa sürükleyecek şekilde yönetenlerle deneyimlerimiz oldu. Elbette onlarla birlikte başkaları da vardı. Onların değerlendirmeleri yanlış olabilir.

*Sudan'daki savaşta ABD’nin Sudan politikasının etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Belki de bu, ABD’nin Sudan politikası değil, Sudan dosyasını yöneten kişilerin politikasıdır. Çünkü ABD, kendileri için belki de Sudan'dan daha büyük olan başka sorunlarla, Ukrayna gibi başka ülkelerle, başka eksenlerle ilgileniyordu. ABD’nin yol açtığı insani felaketlerin yanında büyük sorunlar da vardı. Örneğin Ukrayna, ABD’liler için bir iç felaketti. Belki de dosyaları yöneten kişiler tahminlerinde hata yapmışlardı.

Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım.

*Bu belki de şu ya da bu şekilde, Sudan hükümeti ile Rusya arasında, Port Sudan’da askeri bir deniz üssü kurulmasına ilişkin anlaşmaya atıftır. Belki de ABD’nin bu anlaşmayı engellemekte çıkarı vardır. Bize bu anlaşmayla ilgili daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Bu anlaşma eski olmadığı gibi yeni de değil. Hatta bir anlaşma da değil, daha ziyade bir anlaşma taslağıydı ve henüz hayata geçirilmedi. Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım. Kimse bu konuyu gündeme getirmiyor.

*Ben Rusya’nın Port Sudan’a kurmak istediği askeri üsle ilgili anlaşmayı kastediyorum. Ordu ile Rusya arasında Port Sudan’da askeri üs kurulması konusunda sanırım bir taslak anlaşma vardı...

Şu an böyle bir anlaşma yok. Daha görüşülmedi bile. Ben bu anlaşmanın ölü doğmuş olabileceğine inananlardanım.

FOTO: Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)

*İran’ın, Kızıldeniz kıyısında bir deniz üssüne sahip olma karşılığında Sudan ordusunun envanterine SİHA sağlamayı teklif ettiğine dair haberleri okumuşsunuzdur. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tüm bunlar gerçek olmaktan ziyade basında dolaşan söylentiler. Sizin gibi ben de bu haberleri okudum, ancak şimdiye kadar bununla ilgili resmi bir hükümet kaynağından bilgi almadım. Ben de hükümetin içindeyim. Bu haberin doğru mu yanlış mı olduğunu herhangi bir zamanda herhangi bir kaynaktan tespit edebilirim. Ancak sorduğum insanlardan hiçbiri bana bunun doğruluğunu teyit edemedi. İran ya da başka ülkelerle iş birliği konusuna gelince, tüm bunlar ülkeler arası ilişkilere, özellikle Sudan gibi bir ülkenin değerlendirmesine, dış politikasına ve şu andaki mevcut durumuna bağlı. Ordu değil, devlet hisseder. Burada devlet ile orduyu birbirinden ayırmamız gerekiyor. Çünkü ordu devletin bir organıdır. Eğer devlet çevresinde bir kuşatma, kapatma, komplo olduğunu hissederse kuşatmayı kırabilecek herkesten yardım ister.

*Rusya, Port Sudan'da askeri üs kurmaya çalıştı, İran'ın da böyle bir girişimde bulunduğundan bahsediliyor. Aynı şekilde bölgedeki başka ülkeler için de aynı durum geçerli. Sudan konusunda bölgesel ve uluslararası bir rekabet olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu savaş, Sudan konusunda uluslararası ve bölgesel rekabetin bir özelliğidir.

Sudan halkının tanık oldukları hiç kolay değil.

*Bu savaşın yakın zamanda sona ereceğini düşünüyor musunuz? Sizce bu savaşı sonlandırmanın en iyi yolu hangisi?

Elbette bu savaş bir gün bitecek. Çünkü savaş Sudan’da, dünyada ve hiçbir yerde normal olmayıp aksine anormal bir durumdur ve belli koşullar altında bitebilir. Dolayısıyla bu savaşa yol açan koşulların artık savaşa son vermenin bir yolunu bulması gerekiyor. Savaş, Sudan siyasi ve sivil güçlerinin onayı, birbirini tanıması, ulusal diyalog ve tüm tarafların rızasıyla sona erecektir. Sudan halkı bu noktaya ve bu kanaate ulaşırsa savaş bir daha başlamamak üzere biter.

FOTO: Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)
 Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)

*Gerçekten bunun olacağını düşünüyor musunuz?

Kesinlikle. Çünkü Sudan halkının sadece 15 Nisan savaşıyla değil, 70 yıllık bağımsızlık tarihi boyunca tanık oldukları hiç kolay değil.

*Size özel bir soru: Neden biraz ağır bir Arapça konuşuyorsunuz?

Ben Arapça konuşmayan bir kabileden geliyorum. Kabilemin farklı bir dili var. On yaşımdayken okula girdim ve Arapçayı burada öğrendim. İlk kez Arapça bir kelime duyduğumda on yaşındaydım. Arapça dersleri gördüm. Bu yüzden Arapçada dilim ağır geliyor, çünkü ana dilim değil.

*Darfur bölgesinde öğretmendiniz. Sonra Sudan Kurtuluş Hareketi'ne mi katıldınız?

Evet, bu doğru.

*Bu özel soruları size geçmişinizle ilgili okuyucularımıza daha fazla bilgi aktarmak için sordum.

Çok memnun oldum, teşekkür ederim.

*Bu röportaj Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.