Bender bin Sultan: Kral Abdullah, Esed’i yanına çağırdı ve ‘sen yalancısın’ dedi

Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2009 yılında Şam havaalanında (Getty)
Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2009 yılında Şam havaalanında (Getty)
TT

Bender bin Sultan: Kral Abdullah, Esed’i yanına çağırdı ve ‘sen yalancısın’ dedi

Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2009 yılında Şam havaalanında (Getty)
Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2009 yılında Şam havaalanında (Getty)

Independent Arabia’nın Prens Bender bin Sultan ile gerçekleştirdiği özel röportajın ilk bölümü, Hafız Esed’in taziyesi, taziye sırasında yaşananlar, Kral Abdullah bin Abdulaziz ile Beşşar Esed arasında gerçekleşen ilk görüşme ve Kral Abdullah’ın Beşşar’ın yardıma ihtiyacı olmadığından emin olmak için Şam'da kalma süresini uzatmak zorunda kalması ile bitmişti. İkinci bölüm, Beşşar Esed’in ABD, İngiltere ve Fransa ile temaslarda bulunması amacıyla küresel bir atmosferin hazırlanması meselesi ile başlıyor.
Kral Abdullah, Şam'daki ikamet süresini uzattı
Beşşar Esed ile o sıra Veliaht Prens olan merhum Kral Abdullah bin Abdulaziz arasında gerçekleşen özel bir konuşmadan bahseden Prens Bender bin Sultan, Kral Abdullah’ın Suriye'ye ilişkin kaygısının, Şam'da daha fazla kalmasına neden olduğunu söyledi.
Prens Bender o anları şöyle anlatıyor:
“Kral bana olanları anlattıktan sonra kendilerine yöneldim ve uçağının havaalanına ulaşmasının öncesinde Beşşar ile aramızda yaşananları anlattım. Kral birdenbire Suriye'de kalma süresini uzatmaya karar verdi ve Beşşar’a “Dinle, bu gece Krallığa dönmeye niyetlenmiştim. Fakat burada kalacağım. Onlara Beşşar Esed’in yanında olduğumuzu, birilerinin seninle birlikte onun kuyruğu ile oynamanı kabul etmediğimizi ve babanın bütün adamlarının senin yanında da durduklarını göstermek için Genelkurmay Başkanı Hikmet el-Şihabi, Mustafa Talas ve Devlet Başkan Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ı göndereceğim” dedi.”

  • "Suudi Arabistan, Kral Abdullah ve ben, Suriye'nin güçlü kalmasını ve rejiminin ayakta durmasını sağlayıncaya kadar “bu çocuk” için yapabileceğimiz her şeyi yaptık."

Prens Bender, Beşşar ile olan görüşmesini Kral Abdullah’ın ağzından şöyle anlatıyor:
“Amerikalıların bir heyet gönderip göndermediğini sordum. Bana “Evet, Madeleine Albright -Bill Clinton başkanlığı dönemindeki Dışişleri Bakanı- yarın geç saatlerde gelecek ve başsağlığı sonrasında ayrılacak” dedi. Kral, Beşşar’a Albright’in kalmasını istediklerini söyledi. Beşşar ise “Ama ayrılacaklarını söylediler…” diyerek cevap verdi. Kral, Albright’in Suriye’de kalması ve taziyeden sonra Beşşar ile görüşmesi için ABD Başkanı Bill Clinton’la temasa geçmemi istedi. Clinton bana bunun gerekli olup olmadığını sordu. Ona bunun gerekli olduğunu söyledim. Sonra bana, ona haber ver dedi. Ben ise “Sayın başkan siz haber verin” dedim.”
Beşşar Esed’e yönelik duyduğu hayal kırıklığını dile getiren Prens Bender, “Suudi Arabistan, Kral Abdullah ve ben, Suriye'nin güçlü kalmasını ve rejiminin ayakta durmasını sağlayıncaya kadar “bu çocuk” için yapabileceğimiz her şeyi yaptık” dedi.
Beşşar, Chirac ve Clinton ile tanışmak istiyor!
Beşşar’ın iktidarın dizginlerini eline almasının ve Suriye’de siyasi istikrarı sağlamasının ardından Kralın kendisinden Şam’a gidip Beşşar’la görüşmesini istediğini söyleyen Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şam’a gittim. Beşşar beni birtakım taleplerle karşıladı. Bana Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile görüşmek istediğini belirterek, nasıl davet alacağını bilmediğini söyledi ve benden Fransa ziyaretini tertip etmemi istedi. Ona nereye gitmek istediğini sordum? Paris ve Londra’ya gitmek istediğini söyledi. Ona kraldan izin almam gerektiğini söyledim ve Suudi Arabistan'a geri döndüm. Krala yaşananları anlattım. O sıra tesadüfen Krallıkta bulunan Lübnan Başbakanı Rafik Hariri ile temas kurdum. Hariri geldi. Hariri, Hafız hayattayken Beşşar Esed’e pek ehemmiyet vermez ve kendisinden talep ettiği şeyleri görmezden gelirdi. Bunu, Beşşar’a hakaret amacıyla değil, Hafız’a olan saygısından dolayı yapıyordu.”
Prens Bender, Beşşar’ın talepleri ve kişiliği hakkındaki sözlerini şöyle sürdürdü:
“Beşşar Esed'in kuzeni Rami Mahluf, o sıra Savunma Bakanı olan rahmetli Prens Sultan bin Abdulaziz’e benimle ve Prens Sultan’la görüşmek istediğine dair önemli bir mesaj gönderdi. Ona meselenin ne olduğunu sordum. Suudi Savunma Bakanlığında bir proje olduğunu, projede birkaç şirketle birlikte bir Fransız şirketinin de bulunduğunu ve ihaleyi onlara vereceklerine dair söz verdiklerini söyledi. Ona büyük bir sorunun yaşanacağını beklediğimi söyledim, o ise bana bunun kendileri için önemli bir konu olduğunu söyledi. Prens Sultan'a gitmemelerini tavsiye ettim ve konunun Prens'e söylemeye değmeyeceğini belirttim. Prens Sultan'ı evinde ziyaret ettim ve meseleyi anlattım. Kendisinden talep edilen şeyden dolayı şaşkınlığını gizlemeyen Prens Sultan, ofisinin müdürü Ali Halife’yi aradı ve kendisine projede bir Fransız şirketi olup olmadığını sordu. Ali Halife, projede bir Fransız şirketinin bulunduğunu söyledi. Bunun üzerine projeyle ilgili olarak kendisinden talep edilen arabuluculuktan dolayı öfkelenen Prens Sultan, şirketin isminin projeden silinmesi yönünde talimat verdi.”
Bu hikâyeden sonra Prens Bender, Hafız'ın ölümünden sonra gerçekleşen toplantıda Beşşar’ın kendisinden talep ettiği şeyler ve Kral Abdullah’ın kendisini görevlendirdiği hususlar ile ilgili sözlerine şöyle devam etti:
“Chirac ve İngiltere Başbakanı Tony Blair ile görüşme talebine geri dönersek; Kral, onlarla irtibata geçmemi ve Beşşar'la görüşmelerini önerdiğimizi söylememi istedi. Refik Hariri iki günlüğüne Beyrut'a dönmesi gerektiğini ve sonrasında döneceğini söyledi. Kral Abdullah ise ona, buna gerek olmadığını ve benim meseleyi devralacağımı söyledi. Beşşar, Paris’e gitti ve güzel bir şekilde karşılandı. Daha sonra İngiltere'ye geçti ve başbakan tarafından kabul edildi. Bu ziyaretlerin ardından değişmeye başladı ve aramıza soğukluk girdi.”
Beşşar’ın istediklerini elde ettikten sonra gerek şahsi olarak Prens Bender’le gerekse de genel anlamda Suudi Arabistan ile olan ilişkilerinde farklı bir tutum benimsediğini dile getiren Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kral Abdullah, Şam’a tekrar gitmemi ve Beşşar’a, Amerikan tarafının barış görüşmeleri ve Golan Tepeleri konusunu açmakta ısrar ettiğini söylememi istedi. Gittim, beni bir gün bekletmelerine şaşırdım. İkinci günün sabahında beni aradılar ve başkanın beni beklediğini söylediler. Gittim ve onu kapıda beklerken buldum. Beni memnuniyetle karşıladı ve Kral ve ailesinin durumunu sordu. Ona karar verip vermediklerini ve ne düşündüklerini sordum. Bana, görüşmelerin konusunu tam olarak beğenmediğini söyledi. Bende ona “iyi” dedim. Suudi Arabistan tarafından üzerinde bir baskı hissetmemesi hususunda dikkat ettim ve müsaadesini istedim. Kalmam için ısrar etti, fakat buna gerek olmadığını söyledim. Birdenbire bana nasıl ulaşabileceğini sordu. Ona cep telefonu taşımadığımı söyledim, fakat beraberimde bulunan memurun telefon numarasını kendisine verdim. Ona, doğrudan kendileri ile nasıl temasa geçebileceğimi sordum. Bana, Muhammed Süleyman adından çok güvendiği biri olduğunu söyledi. Tuğgeneral Muhammed Süleyman, nükleer reaktörler konusunda Kuzey Kore ile ilişkileri olan biriydi ve aynı zamanda Beşşar ile devlet organları arasında önemli bir role sahip kilit isimdi. Tartus’taki evinde misafirlerini ağırladığı sırada İsrail donanmasından bir keskin nişancı tarafından öldürüldü. Beşşar o sıra Tahran’da bulunuyordu. Suudi Arabistan'a geri döndüm ve krala olanları anlattım. Kral bana, “Ona yardım etmek istiyoruz” dedi.”

  • "Lübnan’a arabayla gittiğimiz sırada Prens Necef bin Abdulaziz kalp krizi geçirdi. Bu nedenle Kral, zirveden sonra Beyrut veya Şam'da fazla vakit geçiremedi. Fakat Beşşar’la şahsi olarak konuştu ve ona, “Dinle, Beşşar. Sen ve Refik Hariri birsiniz ve benim çocuklarım gibisiniz. Onun başına gelen her şeyden seni sorumlu tutuyorum” dedi."

Beşşar gün geçtikçe daha tuhaf davranmaya başladı. Artık İran’a ziyaretlerde bulunuyor ve Lübnan’da Suriye adına garip faaliyetler gerçekleştiriyordu. Ortada bir şeylerin döndüğünü hissettik. Fakat kral, bu ilişkiler ve hamlelerin ülkesine hizmet edip etmeyeceğini bileceğini söyledi.
Refik Hariri
Hariri’nin Beşşar Esed’in isteklerini görmezden geldiği ve babası Hafız Esed’in onayını şart koştuğu görünüyor. Refik Hariri’nin, Beşşar’ın davranışlarından rahatsız olmaya başladığını dile getiren Prens Bender, şu açıklamalarda bulundu:

“Hariri, milletvekili Velid Canbolat’ı, Nebih Berri’yi ve bazı Hristiyanları Emile Lahhud’un devlet başkanlığı süresinin uzatılmaması gerektiğine ikna etmeyi başardı. Lübnan İç Güvenlik Şefi Cemil es-Seyyid, Beşşar’ın talimatıyla Meclis Başkanı Nebih Berri'yi ziyaret etti. Ziyaretin bir tehdit olduğu görünüyordu. Cemil es-Seyyid ve Nebih Berri arasında gerçekleşen görüşmenin ardından tekrar oylama yapıldı ve Lahhud’un süresi uzatıldı. Hariri bu duruma öfkelendi ve istifa etti. Selim Huss başbakan olarak atandı. Bir süre sonra seçimler yapıldı. Refik Hariri, Hıristiyanlar, Dürziler ve Sünniler ile birlikte çalıştı ve seçimler onun lehine sonuçlandı. Olaylar biliniyor. Suriyeliler çılgına döndüler ve Lübnan'daki Suriye Askeri İstihbarat Şefi Gazi Kenan'ı geri çağırdılar. Gazi Kenan Suriye İçişleri Bakanı oldu. Onun yerine Rüstem Gazali tayin edildi. Refik Hariri ölüm tehdidi aldı ve Suudi Arabistan'a gelerek Kral Abdullah'a olanları anlattı.”
Görüşme sırasında başka bir konuya değinen Prens Bender, tekrar Hariri meselesine dönerek şunları söyledi;
“Arap Zirvesi 2002'de Beyrut'ta yapıldı. Kral Abdullah’ın uçağını hedef alacak bir terör eylemi gerçekleştirileceğine dair haber aldık. Güneydeki Hizbullah bölgesinin sınırları Refik Hariri Uluslararası Havalimanı'na kadar uzanıyordu. Kral Abdullah'a önce Şam'a gitmeyi ve oradan arabayla Beyrut'a geçmeyi teklif ettik. Refik Hariri ve Emile Lahhud Kral Abdullah’ı almak için Lübnan-Suriye sınırına geldiler. Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, zirve sırasında bir konuşma yapacaktı. Suriyeliler, Yaser Arafat'ın Beyrut'taki Arap zirvesine katılmasını engellediler ve televizyonda bir konuşma yapmaya hazırlanan Arafat’ın bunu gerçekleştirdiği takdirde Emil Lahhud’dan yayını kesmesini istediler. Lübnan’a arabayla gittiğimiz sırada Prens Necef bin Abdulaziz kalp krizi geçirdi. Bu nedenle Kral, zirveden sonra Beyrut veya Şam'da fazla vakit geçiremedi. Fakat Beşşar ile şahsi olarak konuştu ve ona, “Dinle, Beşşar. Sen ve Refik Hariri birsiniz ve benim çocuklarım gibisiniz. Onun başına gelen her şeyden seni sorumlu tutuyorum” dedi. Bir buçuk yıl sonra Refik Hariri istifa etti.”
Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Refik Hariri tatildeydi. Elinden yaralanmıştı. Rüstem Gazali kendisine gelip Beşşar Esed’in onu derhal görmek istediğini söyledi. Hariri pek çok kişiyle istişarelerde bulundu. Velid Canbolat ona gitmemesini söyledi. Nebih Berri ise ona, “Eğer gidersen ve başına bir şey gelirse sorumlusu onlardır” dedi. Hariri istifa etti ve Şam'a gitmeye karar verdi. Gitmeden önce, Esed’in söyledikleri hakkında yorum yapmamasını isteyen Abdulhalim Haddam’la görüştü. Haddam ona, Esed’le görüşmesi sonrası Beyrut'a geri döndükten sonra Krallığa gitmesini, çünkü şüphe uyandıran hareketlere ve görüşmelere tanık olduğunu söyledi. Haddam bununla, Beşşar ile güvenlik hizmetleri ve diğer çevreler arasında gerçekleşen görüşmeleri kastediyordu.”
Prens Bender bin Sultan daha önce bazıları tarafından Hariri ve Esed görüşmesine ilişkin yayınlananlara ek olarak bazı ayrıntıları dile getirerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Beşşar Esed ile görüşmeye giden Hariri, Dışişleri Bakanı Faruk Şara’yı ve Abdulhalim Haddam’ı göremedi. Fakat –daha sonra kafasına üç el ateş ederek intihar eden- Gazi Kenan oradaydı. İlk defa birinin intihar ettikten sonra silahı masanın üzerine koyduğuna tanık olduk. Hariri'nin ölümü üzerindeki perdeyi aralayabilecek her delil gizlendi. Esed ile Hariri arasında neler geçtiği biliniyor. Esed, Hariri’ye küfretmeye ve saldırmaya başladı. Ona, Lahhud’un kendisinden yapmasını istediği her şeyi yerine getirmesini söyleyen Esed, “Kral Abdullah, Suudi Arabistan ve Jacques Chirac ile olan ilişkinin seni koruyacağını mı düşünüyorsun? Vallahi Lübnan’ı senin ve Velid Canbolat’ın başına geçiririm” dedi. Ağır hakaretler ve saldırıların sonrasında oluşan kan basıncı nedeniyle Hariri’nin burnundan kan geldi. Haddam Hariri ile birlikte çıktı ve ona “Sana dememiş miydim?” dedi. Hariri ise ona istifa edeceğini, kimse ile konuşmayacağını fakat Lübnan’dan ayrılmayacağını söyledi. Hariri, Canbolat’ın yanına gitti ve ona olan biteni anlattı. Olaydan birkaç hafta sonra Hariri suikastı gerçekleşti. Kral Abdullah Beşşar'ı aradı ve çok sert konuştu. Beşşar olayla hiçbir ilişkisi olmadığına dair yemin etti. Kral ise ona, “Sizin müdahaleniz olmadan Lübnan'da hiçbir şeyin olamayacağını hepimiz biliyoruz” dedi ve aranan kimseleri kendisine teslim etmesini istedi.”
Olayın ardından uluslararası toplumda bir hareketlilik başladı. Ortada pek çok soru geziniyordu. Prens, Hariri’nin suikastından sonraki ilk günleri şöyle anlatıyor:
“Fransa Cumhurbaşkanı Chirac geldi, başsağlığı diledi ve Birleşmiş Milletler’i (BM) harekete geçirdi. İrlanda başkanlığında bir komite oluşturulması üzerine anlaşıldı. Komite Beyrut'a gitti, detayları gözden geçirdi, delilleri topladı ve uluslararası bir mahkemeye ihtiyaç olup olmadığını teyit etti. Sonuç ortaya çıktı ve komite, bir suç işlendiğini açıkladı. Lübnan mahkemeleri bu davayı takip edemedi. Çünkü çeşitli davalar hakkında hüküm verilmeden önce dört hâkim suikasta uğramıştı ve soruşturmalar 20 yıldır devam ediyordu. Uluslararası bir mahkemenin kurulması kararlaştırıldı.”
Hariri soruşturması ve Beşşar'ın Suudi Arabistan'ı aldatması
Hariri suikastına ilişkin detayları anlatmaya devam eden Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü;

“Kral Abdullah benden Beşşar Esed'e gitmemi istedi. Bu sanırım onu sondan bir önceki görüşümdü. Şam’a gittim ve ona uluslararası mahkeme ile işbirliği yapmasını söyledim. Bana, “Bender kardeşim, herhangi bir delil yok” dedi. Buna soruşturma ekibinin karar vereceğini ve Refik Hariri'nin son ziyareti ile kendisinin ona söylediklerini bildiğimizi söyledim. Esed bana, “Söylediklerin yanlış. Geldi ve istifa etmek istediğini söyledi. Bende ona, bunun kendisinin iradesine kalmış olduğunu söyledim” dedi. Ben ise ona söylediklerinin yanlış olduğunu ve ilk önce istifa ettiğini sonra kendisi ile görüştüğünü söyledim.”


Suudi Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Prens Bender bin Sultan, 2005’te Şam’da Beşşar Esed’i ziyareti sırasında Hariri suikastının sonuçlarından bahsederken (AFP)

“Beşşar ile görüşmemiz sırasında kendisine, Kral Abdullah'ın öfkesinden kaçınması yönünde tavsiyede bulundum. Ona uluslararası bir soruşturma komisyonunun kurulacağını, bu arada mahkemenin teşekkülüne de başlanacağını ve bunun biraz zaman alacağını söyledim. Ayrıca ona ilgili komisyonun Beyrut’a giderek soruşturmalara başlayacağını ve kendisinden birtakım isimler talep edildiği takdirde bunu kabul etmesini söyledim. Bana onların kim olduklarını sordu. Ona, kardeşi Mahir’in de aralarında bulunduğu bazı isimler söyledim. Dakikalarca sessiz kaldıktan sonra “Soruşturma nerede olacak?” dedi. Güvenliğin sağlanması dolayısıyla komitenin karargahında yapılacağını ve şüpheli ve tanıkların oraya götürüleceklerini söyledim. Beşşar, subaylarının soruşturulmak üzere Lübnan’a götürülmelerine izin vermeyeceğini söyledi. Ona her ne kadar komisyon üyelerinin Lübnanlılardan değil, BM’den seçildiğini söyledimse de beni dinlemedi ve reddetti. Ona, Şam’a gelmelerini teklif etmesini söyledim. Bunu kabul etti. Amerikalıları ve Fransızları bunun için ikna ettik. Şam’a gelen ekip, Beşşar Esed ekibi ile görüştü ve gizlice ifadelerini aldı.
Beşşar Esed tarafından aldatıldıklarını hisseden sadece Suudiler değildi. Bilakis soruşturma ekibi üyelerinden olan bir Alman, Şam'dan döndükten sonra ayrılmak zorunda olduklarını söyledi. Prens Bender bunun sebebi ile ilgili olarak şunları söyledi:
“BM genel merkezine gelen soruşturma ekibi, Beşşar Esed'in tercümanının soruları ve cevapları doğru çevirmediğini ve girmeden önce arandıklarını söyledi. Jacques Chirac, Kral Abdullah'ı aradı ve Beşşar’ın oynadığı oyunu anlattı. Şu anki Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın o sırada ABD’de olması ilginç bir tesadüftü. Avn, Beşşar ve Suriye’ye yaptırım uygulanması ve Suriye güçlerinin Lübnan’dan çekilmesini talep etmek için Kongre'de lobicilik yapıyordu.”
Beşşar yüzünden Paris ve Riyad arasında yaşanan utanç!
Son ziyarete gelince… Son ziyaret sırasında daha önce yaşanmayan şeyler yaşandı. Beşşar’ın devlet başkanlığı makamına gelmesinin öncesinde başlayan dostluktan sonra –ki bu dostluk onun devlet başkanı olduğu döneme kadar devam etti- Riyad ve Paris arasında Suriye rejiminin başkanının neden olduğu birtakım sorunlar yaşandı.
Prens Bender yaşanan sürece dair olan tanıklığını şu sözleriyle dile getiriyor:
“Suriye'ye geri döndüm ve Beşşar'a durumun ciddiyeti hakkında bilgi verdim. Ona ipin kısalmaya başladığını ve bir adım sonra yalnız kalacağından ve ona cevap verecek kimseyi bulamayacağından bahsettim. O zaman bana meseleyi düşündüğünü ve komitenin Mahir ve Asef dışındaki diğer subayları sorgulamalarını kabul ettiğini söyledi. İkinci olarak soruşturmanın Cenevre veya Viyana'da olmasını ve son olarak ise soruşturmadan sonra Suriye'ye geri dönüşlerinin güvence altına alınması gerektiğini söyledi. Sana bir şey diyeceğim dedim ve “Rahmetli babanın babam hakkında ne dediğini biliyor musun?” diye sordum. Sonra ona her ikisi arasında geçen şu hikayeyi anlattım: Prens Sultan bin Abdulaziz Savunma Bakanı olarak görev yaptığı sırada Hafız Esed’le konuşuyor ve ona şöyle diyor: “Kurban Bayramı’nı Tebükte geçirdim, yazı ise güneyde. Her iki ziyarette de silahlı kuvvetlere yakındım ve onları ziyaret ediyordum. Hafız, silahlı kuvvetleri periyodik olarak ziyaret etme fikrinden etkilendi ve bunu uygulayacağını söyledi.”
Prens Bender hikayeyi şöyle tamamladı:
“Bir süre sonra baban Hafız'ı ziyaret ettim. Bana Majesteleri Kral Fehd ve Majesteleri Veliaht Prens’in sağlığını ve sonrasında babamı sordu. Bana onun tatil günlerinde silahlı kuvvetleri ziyaret edip etmediğini sordu. Ona, “Evet, nereden bildiniz?” dedim. Şöyle cevap verdi: “Kendisi bana bunu söyledi. Bu bilgeliktir. Ona Hafız’ın tatil zamanları silahlı kuvvetleri ziyaret ettiğini söyle. Seni onlardan biriymiş gibi hissediyorlar.” Bunu anlattıktan sonra Beşşar’a dönerek, “Şimdi Beşşar kardeşim, subaylarınız aranıyor ve kardeşiniz ve kız kardeşinizin kocası dışındakilerin Viyana'ya gitmesini kabul edeceksiniz. Silahlı kuvvetlerde subay olsaydım, kardeşinizin ve kız kardeşinizin eşinin gitmesini men etmenizden sonra sadakat ve itaatten mahkum olmazdım” dedim. Bana bu konuyu düşünmediğini ve haklı olduğumu söyledi.”


Suudi Arabistan eski Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Prens Bender bin Sultan ve eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, 2006 yılında Paris'teki Elysee Sarayı'nda (Getty)

Jacques Chirac'ın şoku
Beşşar ile görüştükten sonra Prens Bender, Kral Abdullah'ın yapmasını istediği şeyi yaptı. Paris'e gidip Jacques Chirac'a onay vermesini istedi. Fakat Prens’in Paris’i ziyaretinden sonra bir şey oldu. Prens, uçağına bindikten ve Paris’e gittikten sonra Chirac'a, Esed’in ilgili kimseleri teslim etmeyi kabul ettiğini söyledi. Fransa Cumhurbaşkanı medya karşısına çıktı ve bu gelişmeyi açıkladı. Bu durum Beşşar’ın öfkelenmesine sebep oldu. Suriye Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Chirac'ın söylediklerinin bütünüyle reddedildiği ve kimsenin teslim edilmeyeceği belirtildi. Bu durum Fransızların ve Suudilerin utancına yol açtı.

  • "Öğle yemeğinden sonra Beşşar'a gittim ve ona bana şöyle söz verdiğini söyledim. “Doğru” dedi. Bende cevap olarak, “Chirac'ı bilgilendirdim ve bu durum onu sevindirdi. Dünyayı sakinleşmeye çağırmaya başladı ve aniden sizden hiçbir anlaşmaya varılmadığına dair bir açıklama geldi” dedim. Onun cevabı, bunun bir yanlış anlaşılma olduğu ve konuyu ciddiye almadığı yönünde oldu."

Elysee'den arandığını ve Chirac'ın kendisiyle konuşmak istediğini söyleyen Bender bin Sultan Esed’in kendisine yaşattığı utancı şu sözleriyle anlatıyor:
“‘Sayın Cumhurbaşkanı, size olanları anlattım. Dışişleri Bakanı veya Beşşar'ın ben ayrıldıktan sonra söyledikleri hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Kralla konuşmama ve onu haberdar etmeme müsaade edin, sonrasını düşünürüz’ dedim. Kendimi tuzağa düşürülmüş ve aldatılmış olarak hissetmeye başladım. Kralı aradım ve olan biteni anlattım. “Evet, şimdi haberleri aldım. Bu hala oyun çağındaki bir çocuk” dedi. Bana nerde olduğumu sordu. Bende ona kendilerine doğru yola çıktığımı söyledim. Derhal Şam’a gitmemi ve Beşşar Esed’e çözüme karar verdiklerine dair televizyonda bir bildiri yayınlamasını söylememi istedi. Aksi halde Şam’daki yabancı basına bir açıklama yapacaktım. Açıklamamda, Suudi Arabistan'ın meselenin üzerinden elini çektiğini ve konuyla hiçbir ilişkisi olmadığını söyleyecektim.
“Şam'a geldim ve Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim beni havaalanında karşıladı. Şoförün kendisini duymasını istemeyerek kulağıma bir şeyler fısıldadı. Bana başlarının dertte olduğunu söyledi. Ona başlarının belaya girmediğini, zaten belanın tam ortasında olduklarını söyledim. Muallim bana önce öğle yemeğine gideceğimizi söyledi. Bende ona öğle yemeği için zamanım olmadığını, Beşşar’la görüşüp Krallığa geri döneceğimi söyledim. Sonra ısrar etti ve ona nerede yiyeceğimizi sordum. Şam dışında güzel bir restoran olduğunu söyledi ve ben de kabul ettim. Oldukça büyük bir restorana gittik. Restoran sahibi bizi güzel bir şekilde karşıladı ve bizi masaya götürdü. Fakat yöneldiğimiz masada bir kayıt cihazı bulunduğundan şüphelenen Muallim’in bana bir işarette bulunması üzerine başka bir masaya geçtik.”
Prens Bender öğle yemeğinin ardından Muallime, Faruk Şara’yı ve Abdülhalim Haddam’ı sordu. Dışişleri Bakanı Muallim onların burada olmadığını söyledi.
Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Öğle yemeğinden sonra Beşşar'a gittim ve ona bana şöyle söz verdiğini söyledim. “Doğru” dedi. Bende cevap olarak, “Chirac'ı bilgilendirdim ve bu durum onu sevindirdi. Dünyayı sakinleşmeye çağırmaya başladı ve aniden sizden hiçbir anlaşmaya varılmadığına dair bir açıklama geldi” dedim. Onun cevabı, bunun bir yanlış anlaşılma olduğu ve konuyu ciddiye almadığı yönünde oldu. Ona benim ve kralın bu meseleyi ciddiye aldığımızı söyledim. Ona, “Şimdi hala aynı fikirdeyseniz, Suriye basınını, Suriye televizyonunu veya herhangi bir muhabiri havaalanına getirmek ve Velid Muallim ile birlikte bir açıklama yapmak istiyorum” dedi. Bana bunun gerekli olup olmadığını sordu. Bende “Evet, gerekli” dedim. “Bana hizmet etmez misin?” diye sordu. Kendisine yorulduğumuzu ve hizmet ettiğimizi söyledim. Bana, “Açıklamanızda bunun, Suriye ve halkının çıkarları için akıllıca bir karar olduğunu söylemenizi istemiyorum” dedi. Ben de, benim için fark etmeyeceğini söyledim. Havaalanına gittik ve Velid ile aynı açıklamalarda bulunduk.”
Kral Abdullah Beşşar'ı karşılamayı reddetti
Yaşananların ardından Suudi Arabistan'ın Beşşar'a karşı olumsuz bir tavır takındığını belirten Prens Bender, Refik Hariri suikastından ve çelişkili açıklamaların ardından Beşşar’ın Suudi Arabistan'ı ziyaret etmek istediğini, ancak Kral Abdullah'ın kabul etmediğini söyledi. Sonrasında Esed’in ziyaret için arabuluculuk talebinde bulunduğunu ve Kral Abdullah'ın kabul ettiğini belirtti.


Suudi Kralı Abdullah bin Abdülaziz, 2005 yılında Riyad’da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’i kabul etti (SANA)

Prens Bender Beşşar’ın ziyaretine ilişkin ayrıntıları şöyle anlatıyor:
“Esed, Suudi Arabistan'a ulaştı ve Kral Abdullah'la bir araya geldi. Bir müddet yalnız oturdular. Sonra Kral dışarı çıktı ve bize şunları söyledi: “Beşşar’la birlikte Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin Şam’ı ziyaret etmesi ve Beşşar’ın onu resmi bir resepsiyon ile karşılaması konusunda anlaştık. Hariri cumhurbaşkanlığı sarayında misafir edilecek ve aldığı herhangi bir karara itiraz edilmeyecek. Artık hepiniz tanıksınız. Öyle mi Beşşar?” Bunun üzerine Beşşar Suriye lehçesinde: “Evet Kral hazretleri” dedi. Bunu üzerine Kral, bunun Refik’in öldürülmesiyle ilgili devam eden soruşturmaların tamamlanmasını engellemeyeceğini söyledi. Beşşar da “Kesinlikle” dedi.
Prens Bender'in anlattığına göre, Suudi Arabistan, Saad Hariri’den Beşşar’ı ziyaret etmesini istedi. Suudi Arabistan’ın Saad’ı ikna ettiğini, kendisinin Lübnan devletini başka bir ufka taşıyabileceğini ve gücünü yeni bir siyasi sayfa açarak gösterebileceğini söylediğini dile getiren Prens Bender, Hariri’nin bunu kabul ederek Şam’a gittiğini, orada Esed tarafından karşılandığını ve cumhurbaşkanlığı sarayında misafir edildiğini söyledi. Ancak yaklaşık bir ay sonra Beşşar, bütün vaatlerini reddetti, Refik Hariri suikastıyla ilgili soruşturmaların Şam tarafından tanınmayacağını ve Suriye'nin bağımsız bir devlet olduğunu açıkladı. Ayrıca bunun bir baskı propagandası olduğunu belirterek, doğru olmadığını söyledi.


Lübnan Başbakanı Saad Hariri, 2009’da Suriye’ye yaptığı ziyaret sırasında Beşşar Esed ile el sıkışırken (AFP)

Beşşar Esed bu yaşananların ardından Suudi Arabistanı ziyaret etmeyi ve Kral Abdullah ile görüşmeyi bir kez daha istedi. Fakat Kral bunu reddetti. Esed, bu konuda ısrarcı oldu. Kral kardeşlerine ve danışmanlarına danıştı. O zamanlar Riyad Emiri olan Kral Salman, Kral Abdullah’a konuyla ilgili düşünmeye gerek olmadığını, Esed’in ziyarette neden ısrar ettiğini öğrenmek için Prens Bender’i Şam’a gönderebileceğini söyledi. Bender ise Kral’a “Hayır hayır Allah size uzun ömürler versin” dedi. Bunun üzerine Kral Abdullah, Esed’in Riyad davet edilmesi emrini vererek, “Esed’e söylemek istediğim şeyler var” ifadelerini kullandı.
Beşşar’ın Suudi Arabistan’a son ziyareti
Prens Bender, Beşşar Esed’in Kral Abdullah’ın çağrısıyla Suudi Arabistan’a yaptığı son ziyareti şöyle anlatıyor:

“Esed, Suudi Arabistan'a yaptığı son ziyaretinde Faruk Şara ile birlikteydi. Sorun Lübnan, Refik Hariri'nin öldürülmesi ve subayların BM’ye teslim edilmesiydi. Beşşar, Kral Abdullah’a, “Majesteleri, gerçek şu ki, ayıplamıyorum ama Lübnanlılar gerçekten kötüler. Gazeteciler bana kızgın olduğunuzu ve bazı zamanlar benim hakkımda “iyi değil” dediğinizi yazıyorlar” dedi. Beşşar’ın bu ifadeleri üzerine Prens Sultan bin Abdulaziz gülümsedi, Prens Nayef herhangi bir tepki vermedi ve hepimiz Kralın ne cevap vereceğini merakla beklemeye başladık. Kral Abdullah ona şöyle dedi: “Beşşar, senin amcanı çok önceden tanıyorum. Sonrasında babanı tanıdım. Onun hakkında doğru sözlü olduğu dışında söyleyebileceğim bir şey yok. Yalan söylemezdi. Fakat sen yalancısın, yalancısın, yalancısın… Bender’e ve bana yalan söyledin. Her şeyi affedebilirim ama bana yalan söyleyenleri asla!” Beşşar, Kralın tepkisine ve verdiği cevaba şaşırdı ve “Fakat majesteleri, ben Suriye Arap Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanı’yım. Ben Suriye Arap Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanı’yım” dedi. Bunun üzerine Kral, “Suriye Devlet Başkanı olman hiçbir şeyi değiştirmez. Sen yalancısın ve ekleyecek başka bir şeyim yok” dedi ve çıktı.”


Suudi Kralı Abdullah bin Abdulaziz, 2009 yılında Riyad’da Suriye Devlet Başkanı Esed ile birlikte (AFP ve Getty)

Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kral çıktıktan sonra Beşşar’ın cevap vereceğini ve kendisine söylenenlere razı olmayacağını düşündük. Fakat herkes Beşşar’ın yüzündeki endişeli halden dolayı şaşkındı. Kralın kendisine üç kez arka arkaya yalancı demesinin ardından yaşadığı tedirginlikten dolayı ellerini masanın altına koydu.”
Bender bin Sultan, Beşşar Esed’in Bender bin Sultan ismine olan aşırı duyarlılığının sebebi hakkında şunları söyleyerek sözlerini sonlandırdı:
“Beşşar’ı bir şey olmadan önce de tanıyordum. Bir şey olduğunu düşünmeye başlamasından sonrada. Üçüncü olarak, gerçeği bütünüyle Kral Abdullah’a anlatmadığımı düşünüyordu. Önemli olan Beşar'ın gerçeği bildiği ve o gerçeği benim bildiğimi de bildiğidir.”
Suudi Arabistan Suriye'yi tahrip etmekle suçlanıyor
Arap ve Batı ülkeleri, Suudi Arabistan’ı Dera’da ilk gösterilerin başlamasından bu yana çeşitli grupları desteklemesiyle meydana gelen tahribin sorumlusu olmakla itham ediyor. Ayrıca Prens bin Bender, DEAŞ’da dahil olmak üzere terör örgütlerinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmakla suçlanıyor. Prens Bender röportajın sonraki kısımlarında bu konu hakkında açıklamalarda bulunacak.
Prens Bender, Veliaht Prens Abdullah bin Abdulaziz’in 1998 yılında doğu ile batı arasında küresel bir tura çıktığını ve ABD’ye gerçekleştirdiği resmi ziyaretin ardından o yılın yazının sonunda Hawaii’de durduğunu söyledi. Kral Abdullah o sıra, Kral Fehd tarafından devlet işleri sorumluluğu ile görevlendirilmişti. 1998 yılında yaşanan Türkiye ve Suriye krizi biliniyor. Kral benden, Washington’a, Suriye sınırındaki Türkiye arbedesini durdurması için acil müdahale talebini iletmemi istedi. Mesajda, gerçekleştirilecek herhangi bir saldırıda Suudi Arabistan’ın Şam’ın yanında yer alacağı yer alıyordu. Bu düşünce, Kuveyt’in kurtarılması için gerçekleştirilen savaşta yaklaşık 30 bin askerini gönderen cesur Suriye Arap ordusunun korunmasına dayanıyor. Kral Abdullah bana o zaman söz konusu mesajın nasıl daha güçlü ve nasıl ciddiye alınabileceğini sordu? Ona çözümün Suudi Arabistan'ın kuzeyinde bulunan Tebük’e mühimmat yüklü iki F-15 göndermek olduğunu söyledim. Neden mühimmat? Bunun sebebi, Amerika’dan Suriye sınırındaki Türk yığınına müdahale etmesi için talepte bulunmamızdı. Bu nedenle uçakları havalandırmak ciddi bir mesaj olarak kabul edilir, mühimmat ise mesajın ciddiyetini arttırır. Washington gerçekten de üst düzey bir elçisini Ankara’ya gönderdi. Onun ABD Genelkurmay Başkanı olduğunu hatırlıyorum. Sorunun çözülmesi üzerine çalışıldı ve Türkiye gerçekten de mekanizmalarını geri çekti. Bu nedenle, Krallık hiçbir devleti yıkmayı ya da yıkılmasına katkıda bulunmayı aklından geçirmemiştir. Bilakis Suriye ordusunu ve halkını korumaya çalıştı. Bundan dolayı Suudi Arabistan, Washington’dan Suriye sınırındaki Türkiye arbedesini durdurması için acil müdahale etmesi talebinde bulundu.
Putin ve Suriye'ye müdahale
Prens Bender, birden kasıtlı olarak yaptığı bir şeyden bahsetmeye başladı. Diğer devletlerden yetkililer veya elçilerden oluşan bir toplantı sırasında birtakım şahıslar ve durumlar hakkında konuştuğunu anlattı. Bu konuşmanın ardından Prens Bender’in istihbarat başkanı olduğu 2012 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında geçen bir hikayeyi anlattı.
“Putin'le görüştüğüm sırada bana, Suudi Arabistan'ın neden Beşşar Esed’le ilgilendiğini sordu. Ben de, kendisine aslında onu önemsemediğimizi söyledim. Bilakis onların Beşşar’ı önemsemelerinden endişe duyduğumuzu belirttim. Putin güldü ve “Şimdi önemsediğime ikna oldunuz mu?” diye sordu. Ben de “Evet, bundan korkuyorlar” dedim. Putin sonrasında bana, “Sergey Lavrov ile bir araya geleceksiniz. Birtakım önerilerimiz olacak. Sanırım 4 tane öneri olacak. Fakat siz Suudiler şimdi bedel ödüyorsunuz. Yani, Beşşar’ın rolünü şişirmenin bedelini ödüyorsunuz. Onunla Paris’e gittiniz. Chirac’ı ve sonra da Londra’yı ziyaret etmesini tertip ettiniz. Moskova'yı ziyaret etmesi için defalarca davet ettiğimi fakat gelmediğini biliyor muydunuz? Fakat ben olduğum yerde duruyorum. Kendi ayakları ile bize geleceği gün gelecek” dedi.

  • Burada, Lavrov'un akıcı İngilizce bildiği ancak iş toplantılarında veya resmi toplantılarda Rusça konuştuğu konusunda bazı ek bilgiler var.

Sergey Lavrov geldi ve gerçekten de Prens Bender’e 4 öneride bulundu:
1- Rusya'nın konumu ve Suriye krizi ile ilgili talepleri ki bu, Beşşar Esed’in devrilmesinin kabul edilmesidir.
2- Onu ve ailesini kimlerin alabileceğinin belirlenmesi. Bizim önerimiz, Cezayir’in onları karşılaması yönünde
3- Uluslararası mahkeme tarafından kendisine dokunulamaması.
4- İkametindeki masraflardan kimin sorumlu olacağının belirlenmesi.
Suriye'deki krize ilişkin Rus önerileri ve Beşşar'ın devrilmesine onay verilmesi
Prens Bender bin Sultan, söz konusu 4 önerinin ardından yaşananları anlatmadan önce 1990 yılında gerçekleşen Körfez Savaşı sırasında -o sıra Sovyetler Birliği'nin Birleşmiş Milletler (BM) Büyükelçisi olan- Lavrov’la arasında geçen bir olayı anlattı.
Prens Bender olayı şöyle anlatıyor:
“Ben Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov ile gerçekleştirdiğim görüşmeden yeni gelmiştim ve Rusya'nın Kuveyt’i kurtarmak için askeri müdahalede bulunma kararı aleyhinde oy vermeyeceği hususunda anlaşmıştık. Lavrov bana veto kullanacaklarını söyledi. Bunu yapamayacaklarını söyledim. O da bana süper bir güçle konuştuğumu ve ayağımı denk almamı söyledi. Ona ülkesinin değil kendisinin süper bir güç olmadığını ve veto için oy kullanmayacağını söylediğimi belirttim. Aradan geçen yarım saatin ardından televizyonda Güvenlik Konseyi’ni izledim. Rusya çekimser kaldı, veto vermedi. Bu hikaye Lavrov ile Bender’in çok eskilere dayanan ilişkilerini, farklılıklarını ve uzlaşılarını anlatıyor. Bender, söz arasında Lavrov'un akıcı İngilizce bildiğini ancak iş toplantılarında veya resmi toplantılarda Rusça konuştuğunu söyledi.
Prens, söz konusu 4 öneri ile ilgili açıklamalarına geri döndü ve sözlerini şöyle sürdürdü;
“Lavrov’a Esed’in devrilmesi hususunda kendileri ile aynı fikirde olduğumuzu söyledim. İkinci önerinin bizimle herhangi bir ilgili olmadığını ve Cezayir'e ev sahipliği yapması için teklifte bulunamayacağımızı söyledim. Üçüncü önerinin de BM’yi ilgilendirdiğini ve bizimle ilgili olmadığını söyledim. Dördüncü öneriyi ise olduğu gibi tekrarlayarak, “Cezayir, örneğin teklifinizi kabul ederse ikamet masraflarını kim ödeyecek?” dedim. Lavrov, masrafları kimin ödeyeceği ile ilgili sözüme cevap olarak, “Siz!” dedi. Ben de ona, “Bir numaralı önerinizin çözülmüş olması sizi mutlu etmedi mi? Bu fırsatı kaçırmayın. İlk önerinizi kabul ediyorum. İkinci öneriye gelirsek, misafir edecek olan ülkeye beraber gider konuşuruz” dedim. Üçüncü öneri ile ilgili sözümü tamamlamama izin vermeyen Lavrov, “Mahkemeye çıkarılmasını umursamıyoruz. Ama hemen değil” diyerek araya girdi. Dördüncü öneri ile ilgili olarak ikimizin birlikte Beşşar’ı barındıracak ülkeye giderek Cezayirlilere bunu teklif edeceğimizi söyledi.”
Prens Bender, Suriye'deki Rus müdahalesinin başlangıcı hakkında ve ABD eski Başkanı Barack Obama’nın Beşşar Esed'in aşırılıklarına -ki halkına karşı kimyasal kullanmaya devam ediyordu- son verilmesi karşısında nasıl gevşek davrandığı hususunda konuşmaya başlamadan önce, “Bu olaylar Saddam Hüseyin’in Kürtlere karşı işlediği cürümleri hatırlatıyor. Washington’da büyükelçiyken pişman olduğum bir şey varsa, o da Arap dünyasının bu suçla ilgili hiçbir şey yapmaması ve Saddam'ın Kürt kardeşlerimize karşı aşırılıklarını durdurmamasıdır” ifadelerini kullandı.
Üçüncü bölümde:
- ABD eski Başkanı Barack Obama ve Kral Abdullah arasında Suriye kriziyle ilgili gerçekleştirilen 4 konuşma
- Sudan eski Devlet Başkanı Cafer Numeyri ve Suudi F-5 uçaklarının satın alınmasının hikayesi
- ABD eski Başkanı Jimmy Carter'ın danışmanları Filistinlilerin 242 ve 338 sayılı kararları tanımayı reddetmelerini nasıl kutladılar?
- Clinton döneminde ABD Dışişleri Bakanı olan Madeleine Albright’ın Kral Abdullah’ı New York'taki Waldorf Astoria Hotel’de karşılaması ve masaya yatırılan haritalar, öneriler ve barış girişimleri
- Bender bin Sultan, neden eski Filistin lideri Yaser Arafat’ın eski ABD Başkanı Bill Clinton tarafından sunulan çözüm önerilerini ve barış girişimini reddetmesinin, Filistin davasına ve Filistinlilere karşı işlenmiş bir suç olduğunu söyledi?
- Hafız Esed’in Yaser Arafat'ı Suriye’den önce barış yapmaması hususunda uyarması ve tehdit etmesi
Prens Bender bin Sultan: İran-Irak savaşında gizlice arabuluculuk yaptık



Halep Valisi Azzam el-Garib: Kürtler ve Şeyh Maksud mahallesi sakinleri ile ilişkilerimiz iyi, devletin egemenliğine geri dönecekler

Halep Valisi Azzam el-Garib (Al Majalla)
Halep Valisi Azzam el-Garib (Al Majalla)
TT

Halep Valisi Azzam el-Garib: Kürtler ve Şeyh Maksud mahallesi sakinleri ile ilişkilerimiz iyi, devletin egemenliğine geri dönecekler

Halep Valisi Azzam el-Garib (Al Majalla)
Halep Valisi Azzam el-Garib (Al Majalla)

Abbas Şerife

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı röportajda Halep Valisi Azzam el-Garib, ‘Kürtlerle ilişkilerin olumlu olduğunu ve bu ilişkilerin köklü bir arada yaşama temeline dayandığını’ söyledi. Vali Garib, 10 Mart'ta Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile yapılan anlaşmanın Halep'teki Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahallelerini kapsadığını ve ‘bu mahallelerin tamamen devletin egemenliğine geri dönmesinin ve Halep Şehir Konseyi'nin yönetimi altında hizmetlerin yeniden sağlanmasının öngörüldüğünü belirtti.

Şehrin DEAŞ’a bağlı hücreler de dahil olmak üzere ‘karmaşık güvenlik sorunları’ ile karşı karşıya olduğunu belirten Vali Garib, güvenlik güçlerinin ‘Hayderiya, el-Halk ve es-Safira mahallelerinde terörist faaliyetlere karışan kişileri yakalamak amacıyla özel operasyonlar düzenlediğini’ açıkladı. Suriye'nin ikinci büyük şehri olan Halep'te silahların kontrol altına alınamamasının büyük bir sorun olduğunu ve gönüllü silah teslim programları aracılığıyla yasadışı silahları topladıklarını ifade eden Vali Garib, yetkililerin güvenliği artırmak için 2 bin güvenlik kamerasının kurulması çalışmasına başladığını belirtti. Vali Garib, istikrar ve yeniden yapılanma ile Halep’in 5-10 yıl içinde ekonomik başkent olarak eski konumunu geri kazanacağını söyledi.

Türkiye'nin Halep'in istikrarında ‘merkezi’ bir rol oynadığını ve ‘stratejik bir ortak’ olduğunu vurgulayan Vali Garib, “Türkiye'nin Suriye topraklarında herhangi bir emeli olduğunu düşünmüyorum” diye devam etti.

İşte Halep Valisi Azzam el-Garib ile gerçekleştirilen röportajın tam metni:

*Bu geçiş döneminde özellikle Halep rejim ordusu tarafından savaş ve yıkımdan çok fazla zarar gördüğünden karşılaştığınız zorluklar neler? Birkaç gün önce başlatılan “Senin için ey Halep” girişimi ne anlama geliyor?

Suriye'nin karşı karşıya olduğu zorluklara rağmen Halep, güvenlik istikrarını güçlendirme, idari performansı iyileştirme, enerji krizlerini çözme ve devlet kurumlarını yeniden kurma ve kamu hayatının düzenini sağlama konusunda ulusal uzlaşıları uygulama çabalarını sürdürüyor.

Birkaç gün önce, ‘Senin için ey Halep’ adlı bir girişim başlattık. Bu girişim altyapıyı iyileştirmek, güvenlik durumunu düzeltmek, parkları ve sokakları güzelleştirmek, sağlık ve eğitim hizmetlerini iyileştirmek ve yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşünü hızlandırmak amacıyla valiliğin desteğiyle başlatılan bir sivil girişimdir.

İstikrar ve yeniden yapılanma ile Halep, uluslararası ve yerel destek sağlanması koşuluyla Halep’in 5-10 yıl içinde ekonomik başkent olarak eski konumunu geri kazanacak.

*Halep vilayetinin karşı karşıya olduğu en önemli güvenlik sorunları nelerdir? Özellikle güvenlik, kalkınmanın iyileştirilmesi ve yatırımcıların çekilmesi için en önemli faktör olduğu bilindiği üzere, güvenlik istikrarını sağlamak için ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Halep, Beşşar Esed rejiminin düşüşünden sonra karmaşık güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya. Ancak, özellikle SDG ile yapılan ve Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerini kapsayan anlaşmanın ardından, güvenlik tehditlerinde önemli bir azalma görüldü. Bununla birlikte, başta aşağıdakiler olmak üzere birçok sorun halen devam ediyor:

1- DEAŞ’a bağlı hücreler: Güvenlik güçlerinin Hayderiya, Helek ve Safira mahallelerinde gerçekleştirdiği operasyonlar sonucunda terör faaliyetlerine karışan unsurlar yakalandı.

2- Eski rejimin kalıntıları: Güvenlik operasyonları kapsamında ihlallere karışan kaçak kişilerle sert bir şekilde mücadele edilirken, geçiş dönemi adalet komisyonları da faaliyete geçirildi.

3- Kaçak silahlar: Gönüllü teslim programları aracılığıyla yasadışı silahların toplanması.

4- Daha fazla istikrar sağlamak için, güvenlik güçlerinin yeniden yapılandırılması, birleşik yerel güçlerin eğitilmesi ve toplumsal diyalog ve girişimler yoluyla güvenin güçlendirilmesi.

5- Senin için ey Halep Girişimi kapsamında güvenlik kameraları yerleştirmek üzere ‘Güvenliğimiz Geleceğimiz’ projesi başlatıldı. Fiber optik kabloların döşenmesinin yüzde 80'ini tamamladık ve ikinci aşamada güvenliği artırmak için 800 bin dolarlık bir maliyetle 2 bin kamera kurmayı hedefleniyor.

df
Başkent Şam'ın Duveylia bölgesindeki Mar İlyas Kilisesi'nde meydana gelen intihar saldırısının yol açtığı hasar ve kan, 22 Haziran 2025 (AFP)

*Halep, ulusal üretime büyük katkı sağlayan Suriye'nin ekonomik başkenti olduğu biliniyor. Yerel ekonomiyi canlandırmak ve yatırımı teşvik etmek için ne gibi planlarınız var? Halep yeniden Suriye’nin ekonomik başkenti olacak mı?

Halep muazzam bir ekonomik potansiyele sahip. Ancak önceki rejimin mirası olan kurumsal gevşeklik, idari yolsuzluk, verimsizlik ve dengesiz vergi sistemi gibi sorunlarla boğuşuyor. Planımız şunları içeriyor:

İlk olarak, vergi sistemini reform etmek ve büyümeyi teşvik etmek için hükümetle koordinasyon içinde vergileri yeniden düzenlenmesi.

İkincisi, geleneksel sektörlerin canlandırılması ve Şeyh Neccar gibi sanayi bölgelerinin yeniden yapılandırılması, vergi kolaylıkları ve enerji desteği sağlanması. Ayrıca Halep’teki turizm sektörünü destekleyecek çeşitli atölye çalışmaları düzenledik.

Senin için ey Halep girişimi kapsamında, ‘Işılda ey Halep’ projesi Halep'in doğu ve batı sokaklarını aydınlatmaya devam ediyor. 2,3 milyon dolarlık bir bütçeyle 11 bölgede 3544 aydınlatma ünitesi kurmayı hedefledik. Sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği içinde ilk aşamayı (45 km için 932 aydınlatma ünitesi) tamamladık ve ikinci ve üçüncü aşamaları Halep kırsalını da kapsayacak şekilde tamamlayarak ticari faaliyetleri güçlendirdik.

Halep'in yeniden ekonomik başkent olmasına gelince istikrar ve yeniden yapılanma ile Halep, uluslararası ve yerel destek sağlanması koşuluyla, 5-10 yıl içinde eski konumunu geri kazanma adaylığı için uygun olacak.

Türkiye'nin Suriye topraklarında herhangi bir emeli olduğunu sanmıyorum, özellikle de Türkiye her zaman Suriye topraklarının bütünlüğünü desteklemiş ve bölünme projelerini reddetmiştir.

Kürt sorunu, Suriye genelinde zorlu bir sorun oluşturuyor. Ancak Halep düzeyinde sorarsak, Eşrefiye ve Şeyh Maksud'daki Kürt nüfusla ilişkisini nasıl tanımlarsınız?

Kürt bileşenle ilişkiler olumlu ve tarihsel bir arada yaşama üzerine kuruludur. SDG ile yapılan anlaşma, Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahallelerini kapsıyor. Dolayısıyla bu mahallelerin kaderi, devletin egemenliğine tamamen geri dönmek ve Halep Belediye Meclisi'nin yönetimi altında hizmetlerin geri gelmesidir.

Yerel temsil konusunda, yerel meclislerde ve yönetim kurumlarında Kürtleri dahil ediyor ve adil temsilini sağlıyoruz.

u7ı
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara (sağda) ve SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, Şam’da SDG'nin devlet kurumlarına entegrasyonu için anlaşma imzaladı, 10 Mart 2025 (AFP)

*Türkiye, geçtiğimiz yıllarda Suriye'nin kuzeyinde açık bir nüfuza sahipti, ancak şimdi (Beşşar Esed rejiminden) kurtarılmasından sonra Türkiye'nin Halep'teki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu stratejik bir ortaklık mı yoksa geçici bir iş birliği mi?

Türkiye, altyapı ve hizmetleri destekleyerek Halep'in istikrarında merkezi bir rol oynuyor.

Rolün değerlendirilmesine gelince, şu anda stratejik bir ortaklık var, ancak bu ortaklık bölgesel dengelerle ilgili bazı koşullu yönler içeriyor. İş birliği örnekleri arasında Gaziantep ile imzalanan kardeş şehir anlaşması, mültecilerin geri dönüşünü destekleyen projeler ve Türkiye'nin eğitim ve sağlık alanındaki projeleri sayılabilir. İş birliğinin Halep’in çıkarlarına uygun olmasını ve Halep'in egemenliğini ve önceliklerini saygı duyulmasını önemsiyoruz.

*Türkiye’nin Halep'te stratejik çıkarları olduğuna şüphe yok. Bazıları bu hedefleri Suriye'nin kuzeyindeki hırslar olarak tanımlamaya çalışsa da sizin bakış açınızdan Halep Türkiye için stratejik olarak ne kadar önemli?

Türkiye'nin Suriye topraklarında özellikle de Suriye'nin toprak bütünlüğünü her zaman desteklemiş ve bölünme projelerini reddetmiş olması nedeniyle herhangi bir emeli olduğunu sanmıyorum. Ancak Halep'in Türkiye için birçok nedenden dolayı büyük önemi olduğu söylenebilir:

1- Coğrafi konumu. Halep, Suriye'nin kuzey kapısıdır ve bu da onu ticari bir merkez ve Türkiye'nin ulusal güvenliğinin destekçisi haline getiriyor.

2- Mülteci akınını sınırlayan ve (DEAŞ, kontrolsüz silahlı gruplar gibi) güvenlik tehditlerini azaltan istikrar.

3- Ekonomik çıkarlar: Halep tarihi bir ticaret merkezidir ve Türkiye ticaret ilişkilerini güçlendirmeyi hedefliyor. Halep'in çıkarları, dengeli ortaklıklar aracılığıyla bu ilişkinin bir parçası olacaktır.

Eğitim ve sağlık alanlarında, ‘İzini Bırak’ girişimi ve eğitim desteği planlarımız kapsamında okul ve hastanelerin iyileştirilmesi için çalışıyoruz.

*Halep Valisi olduğunuzda bir vizyonunuz ve çalışma planınız olduğuna şüphe yok. Bu yüzden size şunu sormak istiyorum: Önümüzdeki beş yıl içinde Halep'in Suriye haritasındaki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Halep, konumu ve geçmişi sayesinde hayati bir merkez olmaya devam edecek. Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, Halep'e yaptığı son ziyaretinde, şehrin en büyük ekonomik fener olacağını vurguladı ve kalenin kalbinden, zorbalarla savaşımızın sona erdiğini ve yoksullukla mücadelemizin başladığını açıkladı.

Ekonomik olarak, sanayi bölgelerinin yeniden inşası ve altyapının iyileştirilmesi ile sanayi ve ticaret merkezi olarak rolünü geri kazanacak. İdari olarak, siyasi gidişata bağlı olarak, ademi merkeziyetçilik kapsamında daha bağımsız bir idari merkez haline gelebilir. Mevcut zorluklar arasında güvenlik ve finansman eksikliği de yer alıyor. Ancak vizyonumuz ve hedeflerimiz Halep'i hızlı toparlanmanın bir örneği haline getiriyor.

cdy
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, Halep’teki Hristiyan mezhebinden bir heyeti kabul etti, 28 Mayıs 2025 (Suriye Cumhurbaşkanlığı)

*Karşılaştığınız zorlukların büyük ve çetin olduğuna şüphe yok. Ancak önümüzdeki dönemde önceliklerinizi belirlediğinizi düşünüyorum. Vali olarak acil ve başlıca öncelikleriniz neler?

Önceliklerimiz; güvenlik, yani kaçak silahların toplanması ve ihlallerin kontrol altına alınması, Güvenliğimiz Geleceğimiz Girişimi kapsamında 800 bin dolarlık bir maliyetle 2 bin adet güvenlik kamerasının kurulması gibi birçok alanı kapsıyor.

Altyapı konusunda ise elektrik ve su şebekelerinin onarımına devam ediyoruz. Hükümet, 5 bin megavat kapasiteli elektrik santralleri kurmak üzere Katarlı bir şirketle sözleşme imzaladı. Bu sayede üç yıl içinde elektrik kapsama oranı yüzde 70-85'e çıkacak. Yerel düzeyde Deyr Hafir santralini faaliyete geçiriyor, iç şebekeyi onarıyor, endüstriyel şebekeyi ev şebekesinden ayırıyor ve kablo hırsızlığıyla mücadele ediyoruz.

Eğitim ve sağlık alanında, İzini Bırak Girişimi ve eğitim desteği planlarımız kapsamında okulları ve hastaneleri yenileme çalışmaları yürütüyoruz. Bu planlar arasında okulların onarımı, model okulların kurulması ve üniversite hastanesi için endoskopi gibi gelişmiş cihazlarla hastanelerin geliştirilmesi yer alıyor. Ekonomi alanında ise bürokrasiyi reform ederken, yatırımı teşvik etmek ve fabrikaları çalıştırmak için çalışıyoruz.

*Hiç şüphesiz yükler ağır ve devlet ile valilik tek başına tüm bu yükleri kaldıramaz. Peki, yerel topluma alan açmayı düşünüyor musunuz? Yerel toplum ve yerel konseylerin Halep'in istikrarında rolü nedir?

Yerel toplum ve yerel konseyler temel bir dayanak noktası. Toplumun rolüne gelince biz sivil girişimleri teşvik ediyor, memnuniyetle karşılıyor ve destekliyoruz. Halep, geçtiğimiz aylarda bu türden birçok girişime sahne oldu ve bunların şehrin gerçekliği üzerinde doğrudan bir etkisi olduğunu gördük.

Ayrıca, idari ademi merkeziyetçiliği destekliyoruz. Yerel konseylerin hizmet ve kalkınma kararlarını almalarını sağlarken, tüm bileşenlerin temsil edilmesini garanti ediyoruz.

Şu an karşı karşıya olduğumuz en büyük zorluk, geçiş dönemi ve geçiş aşaması nedeniyle mevcut merkeziyetçilik, ancak yerel temsilciliği desteklemek için yasal bir çerçeve üzerinde çalışıyoruz.

Halep'i ekonomik ve sosyal bir merkez olarak yeniden inşa etme taahhüdümüzü, şehrin çeşitliliğini ve tarihini koruyarak teyit ediyoruz. Ayrıca, halkının ve ortaklarının desteğiyle, ilin eski ihtişamını geri kazandıracak bir gelecek hayal ediyoruz.

*Biliyorsunuz, Halep’in doğusu rejim ordusu tarafından büyük bir yıkıma uğradı. Bu durum bir göç ve sığınma dalgasına neden oldu. Halep’in doğu mahallelerini yeniden inşa etmek ve mültecilerin geri dönüşünü hızlandırmak için nasıl bir planınız var?

Halep'in doğu mahalleleri büyük bir yıkıma uğradı. Şu anda yeniden inşa, altyapı (su, elektrik, yollar) ve konutların hedef alınması, enkazın kaldırılması ve okulların ve hastanelerin rehabilite edilmesini içeren bir planımız var. Senin için ey Halep Girişimi kapsamındaki Işılda Ey Halep Projesi, ilk aşamada doğu mahallelerine 45 kilometre karelik bir alana aydınlatma desteği sağlıyor ve şehirdeki kavşakları ve girişleri güzelleştiriyor. 

Karşılaştığımız zorluklar ise finansman eksikliği ve mülkiyet haklarının karmaşıklığıdır. Eski rejimin milisleri, birçok vatandaşın mülklerini yasadışı yollarla ele geçirmiştir. Ancak, daha önce el konulan tüm mülklerin mülkiyet haklarını incelemek ve gözden geçirmek üzere ‘Zorla El Koyma Komitesi’ni kurduk.

yh
Halep’te hasar görmüş bir binanın önünden motosikletle geçenler, 14 Mayıs 2025 (Reuters)

*Halep'in yurtdışındaki evlatlarına, Halep'li tüccarların ve Arap yatırımcıların sermayedarlarına ne söylemek istersiniz?

Mülteci olunan ülkelerde ve mülteci kamplarında yaşayan Halep halkına mesajım şu: “Halep sizi bekliyor, size çok ihtiyacı var ve yaralarını sarmanız ve ona yeniden hayat vermeniz için size sesleniyor. Eskisi gibi ona sadık kalın!” Ayrıca Suriyeli ve Arap yatırımcıları, Suriye'nin kalbi ve ekonomik başkenti olan Halep'e yatırım yapma fırsatını kaçırmamaya davet ediyorum. 

Şu anda, lojistik kolaylıklar ve desteklerle birlikte, endüstri (tekstil, gıda), ticaret ve hizmetler (turizm, lojistik) alanlarında büyük yatırım fırsatları bulunuyor. Altyapı ve güvenlik iyileştiriliyor.

Yatırımcılara mesajım: “Halep'in yeniden canlanmasına yaptığınız yatırım ve katkınız, sadece ekonomik bir kazanç değil, şehrin geleceğini inşa etmek anlamına da geliyor. Bu, kâr elde etme çabasından önce ahlaki ve vatansever bir tutum olacaktır.

*Peki Halep’in geleceği için ne söyleyeceksiniz?

Halep'i ekonomik ve sosyal bir merkez olarak yeniden inşa etme taahhüdümüzü, şehrin çeşitliliğini ve tarihini koruyarak teyit ediyoruz. Ayrıca, halkının ve ortaklarının desteğiyle, ilin eski ihtişamını geri kazandıracak bir gelecek hayal ediyoruz.


Şera bir Yahudi gazetesine ilk röportajını verdi: İstikrarlı bir Suriye nutuk ve sloganlarla inşa edilmeyecek

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)
TT

Şera bir Yahudi gazetesine ilk röportajını verdi: İstikrarlı bir Suriye nutuk ve sloganlarla inşa edilmeyecek

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, iç ve dış politikadaki sorumlulukları veya pozisyonları hakkında yorum yaparken devrik lider Beşşar Esed'i çevreleyen tüm duvarları yıkıyor. Şera doğrudan konuşuyor; İsrail ile ilişkiler ve Suriye topraklarının işgali gibi daha önce çifte dille konuşulan, bazıları sloganlarla kamuoyuna duyurulan ancak gerçeklerin masanın altında olduğu ‘tabu konular’ hakkında açıkça konuşmaktan çekinmiyor. Şera, 6 aydan kısa bir süre önce iktidara gelmesinden bu yana ilk kez  bir Yahudi medya kuruluşuna konuştu. Şera, The Jewish Journal’a röportaj verdi.

Esed rejiminin mirası

28 Mayıs'ta yayınlanan röportaj, Jonathon Bass'ın şu sözleriyle başlıyor: “Pek çok Suriyeli, Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'da bir devrimci değil; savaş yorgunu, kimliği yıpranmış bir ulusu yeniden inşa edebilecek, yenilenmiş bir lider görüyor. Tarihin her duvarından fısıldadığı, yaşayan en eski şehir olan Şam, iktidarla değil, yeniden inşa, uzlaşma ve uzun süredir parçalanmış bir ulusa liderlik etme yüküyle ilgili bir diyalog için uygun bir yer.”

Bass, Suriye Cumhurbaşkanı hakkındaki izlenimlerini şöyle aktarıyor: “Sessiz biri ama söylediği her kelimeyi düşünerek söylüyor. Sesinde zafer tonu yok, sadece kastettiği ve vurguladığı kelimeler var.”

Şera röportajın başında, “Bize enkazdan daha fazlası miras kaldı. Travma, güvensizlik ve yorgunluk miras aldık. Ama aynı zamanda umudu da miras aldık. Kırılgan bir umut” ifadelerini kullandı.

fgthyj
Sednaya Hapishanesi’ndeki tutukluların ailelerinden oluşan bir kalabalık, hayatta kalanları arama çalışmalarının sürdüğü binanın dışında bekliyor. (Suriye Sivil Savunma Müdürlüğü)

Suriye on yıllar boyunca sadakat ve sessizliği, bir arada yaşama ve nefreti, istikrar ve baskıyı birbirine karıştıran bir sistemle yönetildi. Esed hanedanı, Hafız ve ardından Beşşar, ülke üzerindeki kontrollerini sağlamlaştırmak için korku ve infazları kullanarak demir yumrukla yönetirken, ülkenin kurumları soldu ve muhalefet ölümcül bir ayaklanmaya dönüştü.

Gazeteci Jonathon Bass, Şera'nın aldığı miras konusunda açık görüşlü olduğunu düşünüyor. Zira Şera şöyle diyor: “Temiz bir sayfadan bahsetmek sahtekârlık olur. Geçmiş, her insanın gözünde, her sokakta, her ailede mevcuttur. Şimdi görevimiz bunu tekrarlamamak. Daha hafif versiyonu yok. Tamamen yeni bir şey yaratmalıyız.”

Suriyelilerin güveni

Eş-Şera'nın iktidara geldiğinden beri attığı ilk adımlar, röportajı yapan kişinin de belirttiği gibi, temkinli ama son derece sembolik oldu. Siyasi tutukluların serbest bırakılmasını emretti, sürgün edilen ya da susturulan muhalif gruplarla diyalog başlattı ve kötü şöhretli Suriye güvenlik aygıtında reform yapma sözü verdi. Ayrıca, kayıp ve ölülerin akıbetini ele almak üzere bir bakanlık kurulmasını önerdi.

Suriye'deki toplu mezarların ardındaki gerçeği ortaya çıkarmak için Şera, DNA veri tabanları oluşturmaktan geçmişteki zulümlerden sorumlu olanların iş birliğini sağlamaya kadar adli tıp teknikleri ve ekipmanları sağlamak için ABD ile bir ortaklığa ihtiyaç olduğunu söyledi.

Şera, “Eğer konuşan tek kişi bensem, Suriye hiçbir şey öğrenmemiştir. Tüm sesleri diyalog masasına davet ediyoruz. Devlet artık başkalarına dikte ettiğinden daha fazla dinlemelidir” dedi.

‘Ama insanlar bir kez daha güvenecek mi? Diktatörlüğün küllerinden doğan bir hükümetin vaatlerine inanacaklar mı?’ sorusuna Şera şöyle cevap verdi: “Ben güven istemiyorum, sabır ve inceleme istiyorum. Beni sorumlu tutun. Güven bu şekilde sağlanır.”

Suriyelilerin evlerini yeniden inşa etmeleri gerekiyor

Şera, Suriyelilerin şu anda en çok neye ihtiyacı olduğu sorusuna tereddüt etmeden cevap verdi: “Eylem yoluyla haysiyet. Amaç yoluyla barış.”

Savaşın boşalttığı şehirlerde ve çatışmanın etkilerinden halen mustarip olan köylerde kimse siyaset istemiyor, normale dönüş istiyor; evlerini yeniden inşa etme, çocuklarını büyütme ve barış içinde hayatlarını kazanmak istiyorlar.

dfgthy
Halep'te yıkılan evlerin yeniden inşası bazı bölge sakinlerinin kişisel inisiyatifiyle gerçekleştiriliyor. (Reuters)

Şera bunun gayet farkında. Tarım, sanayi, inşaat ve kamu hizmetlerinde istihdam yaratmaya odaklanan acil ekonomik programlar için bastırıyor. Şera, “Artık mesele ideoloji değil, mesele insanlara kalmak için bir neden, yaşamak için bir neden, inanmak için bir neden vermek. Bir işi olan her gencin radikalleşme riski daha az olacak. Okuldaki her çocuk gelecek için bir ses” dedi.

Şera, bölgesel yatırımcılarla ortaklıkların, geri dönenlere yönelik küçük işletme hibelerinin ve ‘gençler için mesleki eğitimin’ önemini vurguladı. Şera, “İstikrarlı bir Suriye nutuklarla ya da sloganlarla değil, eylemlerle inşa edilecek; pazarlarda, sınıflarda, çiftliklerde, atölyelerde... Tedarik zincirlerini yeniden inşa edeceğiz. Suriye bir ticaret merkezi olarak geri dönecek” şeklinde konuştu.

İsrail ile ilişkiler

Bu ekonomik vizyonun ardında daha derin bir vizyon var. Bir neslin kaybından sonra Suriyeliler çatışmadan yoruldu. Barışa, sadece savaşın yokluğuna değil, fırsatların varlığına da hasretler. Bass şöyle diyor: “Sohbetimizin en hassas bölümlerinden birinde Şera, Suriye'nin İsrail ile gelecekteki ilişkisine değindi. 1948'den bu yana bölgeyi rahatsız eden bu konu, her hava saldırısı, gizli operasyon ve vekalet savaşı suçlamasıyla daha da şiddetleniyor.”

ı89o
Golan'daki tampon bölge sınırında duran bir İsrail askeri (AFP)

Şera, “Açık konuşmak istiyorum. Sonsuz karşılıklı bombardıman dönemi sona ermeli. Hiçbir ülke korku ile doluyken gelişemez. Gerçek şu ki ortak düşmanlarımız var ve bölgesel güvenlikte kilit bir rol oynayabiliriz” ifadelerini kullandı.

dwert5y6
İsrail saldırılarına tepki olarak 25 Şubat'ta Suriyeli Dürziler tarafından açılan bir pankart: ‘Suveyda, Suriye'nin sırtındaki zehirli hançer olmayacak.’ (AP)

Şera, sadece bir ateşkes hattı olarak değil, karşılıklı itidal ve sivillerin, özellikle de güney Suriye ve Golan Tepeleri’ndeki Dürzilerin korunması için bir temel olarak 1974 Ayrılma Anlaşması’nın ruhuna geri dönme arzusunu dile getirdi. Şera, “Suriye'nin Dürzileri piyon değildir. Onlar vatandaştır, köklüdür, tarihsel olarak sadıktır ve yasalar çerçevesinde her türlü korumayı hak etmektedir. Onların güvenliği müzakere edilemez” dedi.

Derhal normalleşme önermekten kaçınan Şera, uluslararası hukuk ve egemenlik temelinde gelecekteki görüşmelere açık olduğunu belirtti.

Trump bir barış adamı

Belki de Trump'ın yaptığı en önemli diplomatik jest, doğrudan masaya oturma isteğiydi. Şera şunları söyledi: “Medya onun hakkında ne imaj çizerse çizsin, ben onu bir barış adamı olarak görüyorum. İkimiz de aynı düşman tarafından saldırıya uğradık. Trump nüfuzun, gücün ve sonuçların ne anlama geldiğini biliyor. Suriye'nin diyaloğu yeniden başlatabilecek dürüst bir arabulucuya ihtiyacı var. Eğer bölgede istikrara ve ABD ile müttefiklerinin güvenliğine katkıda bulunacak bir uzlaşma ihtimali varsa, ben bu diyaloğu kurmaya hazırım. Bu bölgeyi onarabilecek ve bizi adım adım bir araya getirebilecek tek kişi o.”

ferty6
ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şera, 14 Mayıs'ta Riyad'da bir araya geldi. (AP)

Bass şu yorumu yaptı: “Bu sadece açık sözlülüğü açısından değil, aynı zamanda içerdiği anlamlar açısından da dikkate değer bir açıklamaydı. Yeni Suriye, barış ve tanınma arayışında alışılmadık adımlar atmaktan korkmuyor. Şera Suriye'nin sorunlarını (toplu mezarlarda bir milyondan fazla ölü, 12 milyon yerinden edilmiş insan, yaşam destek ünitesine bağlı bir ekonomi, halen yürürlükte olan yaptırımlar ve kuzeyde saklanan milisler) yumuşatarak anlatmıyor. ‘Bu bir peri masalı değil. Bu bir iyileşme ve iyileşme sancılıdır’ diyor.”


Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
TT

Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)

İbrahim Hamidi

Eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi iki yılı aşkın bir sürelik ‘savaşçı molasının’ ardından Irak'a döndü. Titiz hesaplamaları ve adımlarıyla tanınan Kazımi'nin dönüşü birçok soru işaretine ve spekülasyona yol açtı. Tüm bunlara bir de ülkesine 7 Ekim 2023'ten sonra Ortadoğu'nun büyük dönüşümlere sahne olduğu ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden Beyaz Saray’a dönüşüyle dünyanın yeni bir döneme girdiği bir dönemde dönmüş olması eklendi.

Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde sürgünde gazeteci olarak çalışan Kazımi, Irak'ta, bölgede ve dünyada, müttefikler ve çatışan taraflar arasındaki geniş ilişki yelpazesiyle tanınıyor. Kazımi aynı zamanda Bağdat'taki büyük değişimin ardından iç ve dış dönüşümler, krizler ve değişimler arasında bağlantı kurabilen, sinyallerin ve değişimlerin anlamlarını okuyabilen az sayıdaki isimden biri.

Kazımi’ye Irak, Ortadoğu'daki değişimler ve yeni dünya düzeni hakkında pek çok soru sordum. Bir kısmı Londra'da gerçekleşen röportaj, 26 Mart 2025 tarihinde e-posta yoluyla yazılı olarak tamamlandı.

Kendisine Bağdat'a dönüşünün ne anlama geldiğini, seçimlere katılmayı planlayıp planlamadığını ve ne tür garantiler istediğini, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesini ve Irak'ta Tahran ile Washington arasındaki ilişkileri, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Ortadoğu’yu ve Hizbullah’ın başarısızlıklarını, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a yönelik ‘azami baskı’ tehditlerini, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini, yeni dünya düzenini, ABD, Çin ve Rusya arasındaki ilişkileri ve Arap ülkelerinin uluslararası konumunu sordum.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı  Mustafa el-Kazımi röportajın tam metni:

*Sayın Başbakan, iki yılı aşkın bir aradan sonra Irak'a geri döndünüz. Dönüşünüz hangi sebeplere dayanıyor?

Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Başbakanlık görevimi tamamladıktan sonra Irak'tan ayrılmaya karar verdim. Bu kararın kendince sebepleri ve gerekçeleri vardı. Kişisel olarak böyle bir çalışma döneminden sonra bir mola vermeye ihtiyacım vardı. Sorumluluk üstlendiğim dönem sadece başbakanlıkla sınırlı değildi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın başında bulunduğum 2016 yılından görevi mevcut Başbakan'a devrettiğim 2022 yılının ekim ayına kadar uzanıyordu.

Bazı kardeşler benim ‘savaşçı molası’ verdiğimi söylediler. Bu tanımda bir miktar doğruluk payı var. Birçok görüşmede tepede durduğumu ifade ettim. Bu da bir yandan durumun takibi ve gözlemlenmesiyle karışık bir mola, diğer yandan da görüşler, fikirler ve yaklaşımlar geliştirmenin yanı sıra deneyimin değerlendirilmesi, kaydedilmesi ve belgelenmesi için çalışma anlamına geliyordu. Özellikle bölgeyi ve dünyayı kasıp kavuran değişimler aynı zamanda sükûnet ve esneklik gerektirdiğinden, mevcut koşullara ve karmaşıklıklara rağmen uygun çözümler üretmemize yardımcı oldu. Duygulara kapılmamalı ve Irak'ın, halkının ve bölgenin genel çıkarlarını gerçekleştirmek için ahlaki, insani ve ulusal değerleri korumalıyız.

Beşşar Esed rejiminin çöküşü ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak’a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor.

Bölgedeki gelişmeler ve bunların genel olarak Arap dünyasına, özelde ise Irak'a yansımaları, engellerin aşılmasına ve hesapsız maceralardan uzak bir şekilde gerçeğe hızlı bir şekilde dönülmesine katkıda bulunacak fikirleri üretmeye açık bir şekilde çalışmak ve başlatmak için beni daha fazla motive etti.

Mola bitti İbrahim Bey. Arap dünyasındaki durumun bir parçası olmaya çalışmanın zamanı geldi. Irak, bu uzlaşıdan ve bu eğilimden sapmayan bir Arap ülkesi ve bundan uzak kalamaz. Bu derinlik başka bir derinlikle yer değiştiremez.

*Önümüzdeki seçimlere katılmak için ittifaklar kurmak istediğiniz doğru mu?

Önümüzdeki seçimlere katılma, ittifaklar kurma ya da koalisyonlara katılma konusunu zamana bırakıyorum. Çok sayıda ve çeşitli seçeneklerimiz var. Vizyonumuzla örtüşen ve farklı yaklaşımları paylaşan güçler ve partilerle açık ve kesintisiz olarak iletişim halindeyiz. Bu konu halen tartışılıyor.

İki önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi, eğer önümüzdeki seçimlere katılmaya karar verirsek özellikle 2005 yılından bu yana geçmiş seçimlerde yaşadığımız tecrübeler çerçevesinde, bu seçimlerin adil olacağına ve en üst düzeyde şeffaflığa sahip olacağına dair garantiler talep ediyoruz. Daha önce pek çok zorluk, aksaklık ve haksızlık yaşandı.

cfvgthy
Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ile bir röportaj gerçekleştirdi (Al Majalla)

İkincisi olarak seçimlere katılalım ya da katılmayalım, iktidarda olsun ya da olmasın, hükümete ya da siyasi sisteme yakın yahut muhalif olsun herkes, ulusal ve tarihi sorumluluklarını üstlenmeli. İçinde bulunduğumuz dönem ortak yarar için, Irak'ın iyiliği için çalışmamızı gerektiriyor. Çünkü fiyasko ve başarısızlığın bedelini hepimiz, Irak ve Iraklılar ödeyecek. Ben de her zaman bundan korkuyor ve buna karşı uyarıyorum.

*ABD, askerlerini bir takvim dahilinde Irak’tan geri çekmeye karar verdi. Sizce bunun Irak üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Hükümetim döneminde, ABD muharip güçlerinin Irak'tan çekilmesini tamamladık, ancak belirli sayıda askeri danışmanı bulundurmaya devam ettik. Onlara güvenlik güçlerimizin bazılarını eğitme ve DEAŞ çeteleriyle mücadele edebilmeleri için gerekli tavsiye ve desteği sağlama görevi verdim.

Bu anlaşmayı ve etkilerini değerlendirme sürecinde değilim. Ancak Irak'ın Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkisinin stratejik ve önemli olduğu ve bundan taviz verilemeyeceğini söylemek istiyorum. Bu ilişkiyi nasıl güçlendireceklerini ve geliştireceklerini araştırıp ABD’nin yeteneklerinden, uluslararası konumundan ve Irak'a bir devlet, kurumlar ve halk olarak hizmet etme potansiyelinden yararlanmak yetkili kardeşlerimizin görevi.

Daha önemli ve talihsiz olan bir diğer konu ise Irak halkına cehaletle birlikte ikiyüzlülüğün ihraç edilmesidir. Bir yandan ABD ile bağların koparılması çağrısında bulunurken diğer yandan gizlice ve üstü kapalı bir şekilde köprüler kurmaya ve Irak içinde ve dışında ABD’li yetkililere kimliklerini sunmaya çalışan sahte slogancılardan bahsediyorum!

*Irak’a döndüğünüzde bölge çok değişmişti. Örneğin Beşşar Esed rejimi düşmüş ve Hizbullah başarısızlığa uğramıştı. Bu durum Irak'a da yansıdı mı?

Elbette. Beşşar Esed rejiminin düşmesi ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak'a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor. Sanırım önümüzdeki birkaç ay içinde bu daha da netleşecek.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez.

En önemlisi başkalarının deneyimlerinden ders çıkarmaktır. Iraklılar olarak, başkalarıyla aynı hataları yapmamak için kendi deneyimlerimizden ve başkalarının deneyimlerinden ders almalıyız. Aynı hataları yapmak ne haklı gösterilebilir ne de kabul edilebilir. Bugünün dersi, başkalarının deneyimlerini iyi anlamak, koşulları, faktörleri ve sonuçları iyi okumak ve bir sonraki aşamayı doğru bir şekilde kurmaktır. Ancak bu şekilde daha sonra bir gerileme yaşamaktan kaçınırız. Devlete, devletin tercihine ve devletin kurumlarına inanmalıyız, çünkü herkesi koruyan onlardır, tersi değil.

*Irak ve İran arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Irak ve İran arasındaki ilişkinin, her iki ülkenin özgünlüklerine saygı göstererek ve her iki ülke için de en iyisini elde etme çabası çerçevesinde, olumlu etkileşim ve iyi komşuluk temelinde olması gerekiyor. Irak'ın iç işlerine her türlü müdahaleyi reddediyorum. Her iki ülkenin de çıkarlarını korumak için Irak'ın İran'ın arka bahçesi olmasına izin verilmesine karşıyım.

Burada, İran’daki ilgili kardeşlerimi, genel olarak bölgeye ve özelde Irak'a ilişkin vizyonlarını yeniden gözden geçirmeye ve ikili iş birliği ve iletişimde devlet ve kurum mantığını yerleştirmeye çağırıyorum.

Bölgemizde değişimler yaşanıyor. Herkesin bu değişimlere ayak uydurması gerekiyor. Herkes, bölge ülkeleri ile halklarının çıkarlarına hizmet eden iş birliği ve ekonomik entegrasyon ilkeleri doğrultusunda çalışmalı. Ancak bu şekilde güvenlik ve istikrarın temelleri atılıp hiç kimsenin çıkarına olmayan bir çatışmaya herkesi itebilecek pervasız maceralar önlenebilir.

*Devletin kontrolü dışındaki silahlar ne olacak?

Silahlar devletin kontrolü dışında olduğu zaman Irak öldü demektir. Uluslararası toplum ve bölgesel komşular, devletin, devlet kurumlarının ve halkın iradesi olmaksızın savaşa ve barışa karar verme konusunda risk almaya ve ileri gitmeye hazır taraflara ve milislere sahip bir devletle uğraşmamaları konusunda uyarıyor.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez. ABD karşıtı sloganlar atanlar, ABD’nin hükümetle koordineli olarak bulundurduğu askerlerini ‘işgal’ olarak değerlendirirken, devlet ve hükümet bu askeri varlığı dünyanın en güçlü askeri gücüyle güvenlik iş birliği ve stratejik ortaklığın bir parçası olarak görüyor.

Bu çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Daha önce de söylediğim gibi, Irak halkının kasıtlı olarak cehaletiyle birleşen bir ikiyüzlülük var ve bu onlara çok pahalıya patlayacak. Çünkü halk artık gerçekleri ayırt edebiliyor.

*Pekin’deki anlaşmanın zeminini hazırlayan Suudi Arabistan-İran görüşmelerinin Bağdat’ta yapılmasında rol oynadınız. Üzerinden geçen iki yılın ardından anlaşmayı nasıl görüyorsunuz?

Bu görüşmeler karşılıklı iyi niyetlerle yapıldı. Irak, coğrafi konumu, yakınlığı ve iki komşusuyla da olan etkileşimi sayesinde bunun görüşmelere uygun ve elverişli bir zemin hazırlayabildi. Müzakerelerin sayısı beş tura ulaştı. Bu turlarda iki taraf arasında açıklık ve şeffaflık ön plandaydı. İki taraf arasında çözüm bekleyen konuların çoğu ele alındı. Irak, aradaki boşlukları doldurmaya istekli bir arabulucu olabildi, fakat -açıkça söylemek gerekirse- Irak bu tür görüşmelerin sonuçlarının garantörü olamaz. Bu tür görüşmelerin bölgesel değil, uluslararası bir garantöre ihtiyacı olduğu bir gerçek. Çin de her iki tarafa görüşmenin sonuçlarının garantörü olmayı önerdi.

7 Ekim'den önceki bölge ile sonraki bölge aynı değil. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel sistemde de büyük değişimler yaşandı.

Bölgemizde yaşanan onca şeyden sonra, bu diyaloğun bazılarının zaman kazanmak ve bir aşamayı geçmek için kurduğu geçici bir diyalog olarak değil, yeni bir strateji ve herkese olumlu yansıyacak farklı bir bölgesel yaklaşım için temel bir diyalog olarak görülmesini umuyorum. Ben halen her iki tarafta da iyi niyetin var olduğuna ve bu anlaşmayı geliştirme potansiyelinin bulunduğuna inanıyorum.

*Irak İran'ın komşusu. Trump İran'a ya azami baskı uygulayacağını ya da bir anlaşma yapacağını söylüyor. Siz bunu ve Irak üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başkan Trump, ABD'nin hasımlarına karşı azami baskı politikası uyguluyor. Bu bağlamda İran'a baskı uyguluyor ve davranışlarını değiştirmeye zorlamak için güç kullanma tehdidinde bulunuyor. Ancak bu politikayı daha tehlikeli kılan en temel değişken, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Ortadoğu'da yaşanan büyük çalkantıların ortasına denk gelmesidir. Bu durum, iki taraf arasındaki gerilimi tırmandırırken bir yandan İran-Irak ilişkilerinin diğer yandan da ABD-Irak ilişkilerinin seyrini doğrudan etkiliyor.

fergt
ABD Başkanı Donald Trump, 2020 yılında ilk başkanlık döneminin sonlarında dönemin Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi'yi Beyaz Saray'da ağırladı (AFP)

Washington ve Tahran arasındaki gerilimin niteliği ne olursa olsun, Irak'ın menfaati bunun olumsuz yansımalarını kontrol altına almayı ve iki taraf arasında diyalog kanalları açabilecek etkin bir rol sahibi olmasını gerektiriyor. Aynı durum, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi bölge ülkeleri için de geçerli.

Irak, ABD-İran çatışmasının somut jeostratejik ve tarihi gerçeklerine en fazla cevap veren ülke konumunda olduğundan bu boşluğu doldurmada ve perspektifleri yakınlaştırmada yapıcı bir rol oynamayı hak ediyor. Irak'ın, temel çıkarlar, ulusal güvenlik ve Arap derinliği olmak üzere bu üç temele dayanan dengeli bir vizyon temelinde değişikliklere uyum sağlama yeteneğine sahip olması da önem taşıyor.

Öte yandan İran’daki kardeşlerimizi bölgedeki, özellikle de Irak'taki deneyimlerini değerlendirmeye ve koşulları tek tarafın yararına kullanmak yerine çözümü düşünmenin ve çözüm bulmanın yanında komşularla ilişkilerde devlet ve kurumları kavramına geçmeye ve devrim fikrini kendi sınırlar içinde tutmaya ve onu ihraç edip orada burada sorun yaratmamaya dayalı kapsamlı bir vizyon geliştirmeye çağırıyorum.

*7 Ekim 2023 olaylarının ardından yeni bir bölgesel düzenin şekillenmekte olduğundan bahsediliyor. Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bölgenin 7 Ekim öncesiyle sonrasında aynı olmadığı kesin. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel düzende de büyük dönüşümler yaşandı. Ancak tamamen yeni bir bölgesel düzenden bahsetmek için henüz çok erken.

Bölgedeki tüm aktörler yaşananları objektif ve cesur bir şekilde yeniden okumalı. Uzun süreli savaşların ardından zayıflık dengelerine dayalı bir stratejik alana girmek yerine bölge halklarının çok boyutlu ve çoğulcu çıkarlarıyla uyumlu bir siyasi bütünleşme mantığı oluşturmak üzere bazı dersler ve ibretler çıkarmalı. Bölgedeki bazı ülkelerin tanık olduğu ekonomik-kalkınma rönesansının temeli olarak her zamankinden daha acil hale gelen siyasi-güvenlik istikrarını tesis etmek için gerçekçilik ve dengeli sorumluluğu harmanlayan stratejik seçeneklere açık olmalı.

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Bölge ülkeleri arasında iş birliği, etkileşim ve ağ oluşturma alanları yaratmak ve küresel düzeyde ekonomik varlıklarını arttırmak için gerçek bir fırsatla karşı karşıyayız. Bu da çeşitli güçlerin inandığı, kendini dayatabilecek yeni bir gerçeklik üretebilecek yeni bir yaklaşım gerektiriyor.

Irak’ın devlet, hükümet, kurumlar ve aktif güçleri bunu dikkatle okumalı.

*Tüm bunlar Trump'ın ikinci başkanlık döneminin başlarında gerçekleşiyor. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve bölgemiz üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Trump’ın ikinci dönemi, birinci döneminden farklı değil. Ortadoğu'ya yönelik dış politikası ilk dönemindeki politikasının bir uzantısı. Yine “Önce Amerika” ilkesiyle yola çıkıyor. Ekonomiye öncelik veriyor ve savaşa başvurmadan düşmanlarını kontrol altına almayı amaçlayan ‘baskıcı güç’ stratejisine çerçevesinde düşmanlarına karşı azami baskı politikasını izliyor. Trump yönetiminin yeni politikası ve uygulamaları temelde 7 Ekim sonrası yaşanan önemli gelişmelerin bıraktığı siyasi iklim ve stratejik dönemeçlerden dolayı farklılaşıyor. Bu da bölgedeki denge haritasının yeniden çizilmesi için ABD'nin aktif ve yoğun olarak katılım göstermesini gerektiriyor.

Burada, ABD'nin uluslararası arenada ve önemli meselelere yönelik politikasının Trump’ın şahsına indirgenemeyeceğini belirtmemiz gerekiyor. Bu konuda temelde belirleyici olan ABD'nin bölgedeki ve dünyadaki çıkarlarını ve ABD ulusal güvenliğinin korunmasını dikkate alan derin kurumsal yapısıdır.

Bu kritik tarihi anda, bölgede barışı ve istikrarı sağlamak için ABD ile olgun bir stratejik ortaklık üzerinde düşünmeli ve bu tür bir iş birliğini kalkınma ve ilerleme yollarına hizmet etmek ve nesillere gelecek vaat eden bağlamlar oluşturabilecek yaratıcı fırsatlar sağlamak için kullanmalıyız.

*Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile anlaşmaya varmak ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile rekabet etmek istiyor. Üç ülke arasındaki ilişkileri ve bunların dünya üzerindeki etkilerini nasıl okuyorsunuz?

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Ancak bu rekabet tek kutuplu sistemde köklü bir değişikliğe yol açmadı. Uluslararası sistemin bu tek kutuplu yapısını değiştirme girişimleri, başta Çin ve Rusya olmak üzere, uluslararası arenadaki yerlerini ve rollerini yeniden kazanmaya çalışan ve özellikle jeostratejik etki alanlarında ABD’yi zayıflatmaya çalışan bazı uluslararası güçlerin ana hedeflerinden biri oldu ve olmaya devam ediyor.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik değişimler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya.

ABD için Çin, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns'ün de belirttiği gibi, ‘21. yüzyılın en önemli jeopolitik tehdidini temsil ediyor’. Bu yüzden ABD vizyonu ve bundan kaynaklanan stratejiler ve taktikler açısından Rusya'dan farklı. Washington, küresel ekonomik dümene liderlik etmek için kızışan güç yarışında en tehlikeli rakip olarak Pekin ile karşı karşıya. Her ikisi de uluslararası sistemin doğasını yeniden tanımlamayı ve onu hem ekonomik hem de askeri açıdan çok kutuplu bir kimliğe taşımayı hedeflediğinden, ABD'nin tek taraflılığına karşı koymak Çin-Rusya ilişkilerinin en önemli ayağını oluşturuyor.

Rusya-Ukrayna savaşı ve Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından, uluslararası piramidin tepesine doğru çıkmaya başlayan Rusya'nın, ABD'nin dünya düzeni liderliğine tehdit oluşturan uluslararası bir güç olmaktan ziyade uluslararası boyutu olan bölgesel bir güç haline geldiğini söyleyebiliriz. Gerçekte ABD, Rusya-Çin stratejik ittifakı ile çatışma halkalarını dağıtmayı başardı. Washington, ABD’ye karşı giderek büyüyen bir tehdit olarak gördüğü Çin'i kuşatmayı amaçlayan stratejilerine kendini adama fırsatı buldu. ABD yönetimi, bu bakımdan pusulayı Çin'in yükselişini engellemeye çevirmek için bölgede ve uluslararası alanda meşgul olduğu arenaları azaltmaya çalışıyor. Dolayısıyla, ABD'nin Rusya-Ukrayna çatışmasını sona erdirme girişimi ve Trump'ın Putin ile yakınlaşması, Trump'ın ‘şahsi diplomasi’ ilkesine olan inancına, yani Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile şahsi bağlantılar kurarak Rusya ve Kuzey Kore ile çelişkileri yönetme ve onları dizginleme çabasına ek olarak anlaşılabilir.

dfergty
Kazımi Londra'da Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye röportaj verdiği sırada (Nur Eyyub – Al Majalla)

Trump, küresel ekonominin dümenine geçmek isteyen Çin’i engelleyecek kararlı adımlar atmak için zamana karşı yarışıyor. Çünkü ABD'yi büyük zorluklardan kurtarıp sürdürülebilir fırsatlara ulaştırmayı başaran istisnai bir lider olarak tarihe geçmek istiyor.

*Yeni dünya düzenine nasıl bakıyorsunuz?

ABD, teknolojik, ekonomik, kültürel, askeri ve diplomatik olmak üzere çeşitli alanlarda üstünlüğünü korumaya çalışarak, uluslararası kurumlara ve Varşova Paktı'nın dağılmasından sonra uluslararası arenada tek başına kalan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) liderlik ederek ve başta Çin ve Rusya olmak üzere potansiyel rakiplerinin bir süper güç seviyesine yükselmesini engellemeye çabalayarak uluslararası sistem üzerindeki liderliğini sürdürmenin yollarını arıyor.

Günümüzün akışkan ve karmaşık dünyasında, uluslararası haritayı basit kavramlara indirgemeyen çok boyutlu bir okumayı tercih ediyorum.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik dönüşümler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya. Bundan dolayı gücün artık tek bir kutbun elinde toplanmadığı, ancak üç boyuta bölünmüş bir modele göre dağıtıldığı ve böylece birden fazla gücün aynı anda etkileşime girdiği söylenebilir.

ABD, gerek bütçe gerek teknoloji gerekse dünyanın dört bir yanında sahip olduğu askeri üsler bakımından olsun askeri güç açısından açık ara tek taraflı hakim güç olmaya devam ediyor. ABD'nin askeri üstünlüğü Washington'ı eşsiz bir konuma oturtuyor. Ancak yükselen güçleri, özellikle de sessiz ve derinden devasa silah cephanelikleri geliştirmeye ve geçtiğimiz yüzyıldaki Sovyetler Birliği'nden farklı olarak ABD’nin gücüyle rekabet edebilecek bir askeri yapı inşa etmeye çalışan Çin'i izlemesi ve takip etmesi gerekiyor.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor.

Ekonomik güç düzeyinde, on yılı aşkın bir süredir ABD, Avrupa Birliği (AB), Çin ve Japonya gibi büyük ekonomik güçler arasındaki hararetli rekabet başta olmak üzere çok kutupluluk yönünde bir tablo çiziliyor. Buna yansımaları ve etkileri nedeniyle uluslararası arenada büyük önem kazanan Hindistan ve Brezilya gibi yeni oyuncular ekleniyor.

Burada dikkat edilmesi gereken üçüncü bir boyut daha var. O da ulus ötesi ilişkilerle ilgili boyuttur. Geleneksel anlamda devletleri temsil etmeyen geleneksel olmayan güçler bu boyutta etkileşime girer ve bu boyutta ulus ötesi terörizm, uluslararası suç ve siber güvenlik gibi zorluklar ortaya çıkar. Salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi tüm insanlığın karşı karşıya olduğu ortak sorunlar uluslararası iş birliği yapılmasını gerektirdiğinden tek bir güç tarafından ele alınamamalı. Bu boyutta güç, çok çeşitli ölçeklere dağılmış olup, tek kutupluluk ya da çok kutupluluk kavramlarını, uluslararası gerçekliğin ve mücadelelerinin karmaşıklığını tanımayan basit bir kavram haline getiriyor.

*Arap ülkelerinin bu küresel sistemdeki konumlarını, rollerini ve katkılarını nasıl görüyorsunuz?

Arap dünyasının engin potansiyeline, bol kaynaklarına ve zengin medeniyet mirasına yakışacak şekilde küresel sahnede anlamlı bir etki kazanmasının en etkili yolu Arap entegrasyonu projesidir. Bu proje, çabaları birleştirecek, içerideki çelişkileri yapıcı bir farkındalıkla yönetecek ve Arap siyasi dokusunu yeniden yapılandırmak ve Arap dünyasının küresel meseleleri şekillendirmesine izin verebilecek muazzam enerjisini ortaya çıkarmak için gizli yetenekleri kullanacak. Bir süre önce, bölgemizi etkileyen kronik krizleri aşmak üzere tasarlanmış bir girişim olan ‘Yeni Levant (Maşrık) Projesi'ni önermiştim. Bölgenin çıkmaza girmiş gerçekliğine meydan okuyan Yeni Levant Projesi, maceracı ya da gerçekçi olmayan bir vizyon sunmaktan ziyade gerçekliğin akışkanlığına ve karmaşıklığına ayak uyduran, dönüşümün üretilmesine olanak tanıyan bir öneridir. Proje, bölgedeki kilit oyuncular olan Irak, Mısır ve Ürdün arasında stratejik ve yapıcı bir entegrasyon öngörüyor. Irak zengin doğal kaynaklara, Mısır büyük bir nüfusa ve önemli bir endüstriyel uzmanlığa, Ürdün ise önemli bir jeostratejik konuma sahip. Bu özelliklerin hepsi, bölgede kendi kabiliyetlerine dayalı yeni bir rota çizmek ve kendine daha fazla inanan ve yapısal ilerleme için dayanışmanın gerekliliğine daha fazla ikna olmuş bir bilinci yeniden üretebilecek hayati bir model oluşturmak için her ülkenin güçlü yanlarından karşılıklı olarak faydalanmak üzere iş birliği yapmak üzere bir araya getirilebilir.

Yeni Levant Projesi, ne yazık ki bölgesel söylemlerimizin çoğunda pratikten ziyade retorik bir değer haline gelen entegrasyon ilkesine yaptığı vurguyla öne çıkıyor.

Böyle bir projenin özellikle Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki (KİK) kardeşlerin vizyonunu tamamlayacağını ve ortak Arap eylemine dayalı yeni bir Ortadoğu inşa etmek için ufuklar açabileceğini ve gerçek fırsatlar yaratabileceğini düşünüyorum.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor. Çünkü ortak çıkarlar bu tür bir gücün engellenmesini değil, yükselmesini gerektiriyor. Bu güç, daha güvenli, gelişmiş ve ileri bir stratejik ortam yaratma ve sadece stratejik kısırlık üreten çatışma alanlarını boğma çerçevesinde etkili ve verimli ekonomik, siyasi ve güvenlik dinamiklerine dayanıyor. Bu da Arap dünyasını, küresel sahnede öne çıkan eylemin sadece bir alıcısı olmanın ötesine taşıyıp uluslararası dönüşümlerin oluşumuna daha fazla dâhil ediyor.