Bender bin Sultan: Kral Abdullah, Esed’i yanına çağırdı ve ‘sen yalancısın’ dedi

Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2009 yılında Şam havaalanında (Getty)
Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2009 yılında Şam havaalanında (Getty)
TT

Bender bin Sultan: Kral Abdullah, Esed’i yanına çağırdı ve ‘sen yalancısın’ dedi

Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2009 yılında Şam havaalanında (Getty)
Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2009 yılında Şam havaalanında (Getty)

Independent Arabia’nın Prens Bender bin Sultan ile gerçekleştirdiği özel röportajın ilk bölümü, Hafız Esed’in taziyesi, taziye sırasında yaşananlar, Kral Abdullah bin Abdulaziz ile Beşşar Esed arasında gerçekleşen ilk görüşme ve Kral Abdullah’ın Beşşar’ın yardıma ihtiyacı olmadığından emin olmak için Şam'da kalma süresini uzatmak zorunda kalması ile bitmişti. İkinci bölüm, Beşşar Esed’in ABD, İngiltere ve Fransa ile temaslarda bulunması amacıyla küresel bir atmosferin hazırlanması meselesi ile başlıyor.
Kral Abdullah, Şam'daki ikamet süresini uzattı
Beşşar Esed ile o sıra Veliaht Prens olan merhum Kral Abdullah bin Abdulaziz arasında gerçekleşen özel bir konuşmadan bahseden Prens Bender bin Sultan, Kral Abdullah’ın Suriye'ye ilişkin kaygısının, Şam'da daha fazla kalmasına neden olduğunu söyledi.
Prens Bender o anları şöyle anlatıyor:
“Kral bana olanları anlattıktan sonra kendilerine yöneldim ve uçağının havaalanına ulaşmasının öncesinde Beşşar ile aramızda yaşananları anlattım. Kral birdenbire Suriye'de kalma süresini uzatmaya karar verdi ve Beşşar’a “Dinle, bu gece Krallığa dönmeye niyetlenmiştim. Fakat burada kalacağım. Onlara Beşşar Esed’in yanında olduğumuzu, birilerinin seninle birlikte onun kuyruğu ile oynamanı kabul etmediğimizi ve babanın bütün adamlarının senin yanında da durduklarını göstermek için Genelkurmay Başkanı Hikmet el-Şihabi, Mustafa Talas ve Devlet Başkan Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ı göndereceğim” dedi.”

  • "Suudi Arabistan, Kral Abdullah ve ben, Suriye'nin güçlü kalmasını ve rejiminin ayakta durmasını sağlayıncaya kadar “bu çocuk” için yapabileceğimiz her şeyi yaptık."

Prens Bender, Beşşar ile olan görüşmesini Kral Abdullah’ın ağzından şöyle anlatıyor:
“Amerikalıların bir heyet gönderip göndermediğini sordum. Bana “Evet, Madeleine Albright -Bill Clinton başkanlığı dönemindeki Dışişleri Bakanı- yarın geç saatlerde gelecek ve başsağlığı sonrasında ayrılacak” dedi. Kral, Beşşar’a Albright’in kalmasını istediklerini söyledi. Beşşar ise “Ama ayrılacaklarını söylediler…” diyerek cevap verdi. Kral, Albright’in Suriye’de kalması ve taziyeden sonra Beşşar ile görüşmesi için ABD Başkanı Bill Clinton’la temasa geçmemi istedi. Clinton bana bunun gerekli olup olmadığını sordu. Ona bunun gerekli olduğunu söyledim. Sonra bana, ona haber ver dedi. Ben ise “Sayın başkan siz haber verin” dedim.”
Beşşar Esed’e yönelik duyduğu hayal kırıklığını dile getiren Prens Bender, “Suudi Arabistan, Kral Abdullah ve ben, Suriye'nin güçlü kalmasını ve rejiminin ayakta durmasını sağlayıncaya kadar “bu çocuk” için yapabileceğimiz her şeyi yaptık” dedi.
Beşşar, Chirac ve Clinton ile tanışmak istiyor!
Beşşar’ın iktidarın dizginlerini eline almasının ve Suriye’de siyasi istikrarı sağlamasının ardından Kralın kendisinden Şam’a gidip Beşşar’la görüşmesini istediğini söyleyen Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şam’a gittim. Beşşar beni birtakım taleplerle karşıladı. Bana Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile görüşmek istediğini belirterek, nasıl davet alacağını bilmediğini söyledi ve benden Fransa ziyaretini tertip etmemi istedi. Ona nereye gitmek istediğini sordum? Paris ve Londra’ya gitmek istediğini söyledi. Ona kraldan izin almam gerektiğini söyledim ve Suudi Arabistan'a geri döndüm. Krala yaşananları anlattım. O sıra tesadüfen Krallıkta bulunan Lübnan Başbakanı Rafik Hariri ile temas kurdum. Hariri geldi. Hariri, Hafız hayattayken Beşşar Esed’e pek ehemmiyet vermez ve kendisinden talep ettiği şeyleri görmezden gelirdi. Bunu, Beşşar’a hakaret amacıyla değil, Hafız’a olan saygısından dolayı yapıyordu.”
Prens Bender, Beşşar’ın talepleri ve kişiliği hakkındaki sözlerini şöyle sürdürdü:
“Beşşar Esed'in kuzeni Rami Mahluf, o sıra Savunma Bakanı olan rahmetli Prens Sultan bin Abdulaziz’e benimle ve Prens Sultan’la görüşmek istediğine dair önemli bir mesaj gönderdi. Ona meselenin ne olduğunu sordum. Suudi Savunma Bakanlığında bir proje olduğunu, projede birkaç şirketle birlikte bir Fransız şirketinin de bulunduğunu ve ihaleyi onlara vereceklerine dair söz verdiklerini söyledi. Ona büyük bir sorunun yaşanacağını beklediğimi söyledim, o ise bana bunun kendileri için önemli bir konu olduğunu söyledi. Prens Sultan'a gitmemelerini tavsiye ettim ve konunun Prens'e söylemeye değmeyeceğini belirttim. Prens Sultan'ı evinde ziyaret ettim ve meseleyi anlattım. Kendisinden talep edilen şeyden dolayı şaşkınlığını gizlemeyen Prens Sultan, ofisinin müdürü Ali Halife’yi aradı ve kendisine projede bir Fransız şirketi olup olmadığını sordu. Ali Halife, projede bir Fransız şirketinin bulunduğunu söyledi. Bunun üzerine projeyle ilgili olarak kendisinden talep edilen arabuluculuktan dolayı öfkelenen Prens Sultan, şirketin isminin projeden silinmesi yönünde talimat verdi.”
Bu hikâyeden sonra Prens Bender, Hafız'ın ölümünden sonra gerçekleşen toplantıda Beşşar’ın kendisinden talep ettiği şeyler ve Kral Abdullah’ın kendisini görevlendirdiği hususlar ile ilgili sözlerine şöyle devam etti:
“Chirac ve İngiltere Başbakanı Tony Blair ile görüşme talebine geri dönersek; Kral, onlarla irtibata geçmemi ve Beşşar'la görüşmelerini önerdiğimizi söylememi istedi. Refik Hariri iki günlüğüne Beyrut'a dönmesi gerektiğini ve sonrasında döneceğini söyledi. Kral Abdullah ise ona, buna gerek olmadığını ve benim meseleyi devralacağımı söyledi. Beşşar, Paris’e gitti ve güzel bir şekilde karşılandı. Daha sonra İngiltere'ye geçti ve başbakan tarafından kabul edildi. Bu ziyaretlerin ardından değişmeye başladı ve aramıza soğukluk girdi.”
Beşşar’ın istediklerini elde ettikten sonra gerek şahsi olarak Prens Bender’le gerekse de genel anlamda Suudi Arabistan ile olan ilişkilerinde farklı bir tutum benimsediğini dile getiren Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kral Abdullah, Şam’a tekrar gitmemi ve Beşşar’a, Amerikan tarafının barış görüşmeleri ve Golan Tepeleri konusunu açmakta ısrar ettiğini söylememi istedi. Gittim, beni bir gün bekletmelerine şaşırdım. İkinci günün sabahında beni aradılar ve başkanın beni beklediğini söylediler. Gittim ve onu kapıda beklerken buldum. Beni memnuniyetle karşıladı ve Kral ve ailesinin durumunu sordu. Ona karar verip vermediklerini ve ne düşündüklerini sordum. Bana, görüşmelerin konusunu tam olarak beğenmediğini söyledi. Bende ona “iyi” dedim. Suudi Arabistan tarafından üzerinde bir baskı hissetmemesi hususunda dikkat ettim ve müsaadesini istedim. Kalmam için ısrar etti, fakat buna gerek olmadığını söyledim. Birdenbire bana nasıl ulaşabileceğini sordu. Ona cep telefonu taşımadığımı söyledim, fakat beraberimde bulunan memurun telefon numarasını kendisine verdim. Ona, doğrudan kendileri ile nasıl temasa geçebileceğimi sordum. Bana, Muhammed Süleyman adından çok güvendiği biri olduğunu söyledi. Tuğgeneral Muhammed Süleyman, nükleer reaktörler konusunda Kuzey Kore ile ilişkileri olan biriydi ve aynı zamanda Beşşar ile devlet organları arasında önemli bir role sahip kilit isimdi. Tartus’taki evinde misafirlerini ağırladığı sırada İsrail donanmasından bir keskin nişancı tarafından öldürüldü. Beşşar o sıra Tahran’da bulunuyordu. Suudi Arabistan'a geri döndüm ve krala olanları anlattım. Kral bana, “Ona yardım etmek istiyoruz” dedi.”

  • "Lübnan’a arabayla gittiğimiz sırada Prens Necef bin Abdulaziz kalp krizi geçirdi. Bu nedenle Kral, zirveden sonra Beyrut veya Şam'da fazla vakit geçiremedi. Fakat Beşşar’la şahsi olarak konuştu ve ona, “Dinle, Beşşar. Sen ve Refik Hariri birsiniz ve benim çocuklarım gibisiniz. Onun başına gelen her şeyden seni sorumlu tutuyorum” dedi."

Beşşar gün geçtikçe daha tuhaf davranmaya başladı. Artık İran’a ziyaretlerde bulunuyor ve Lübnan’da Suriye adına garip faaliyetler gerçekleştiriyordu. Ortada bir şeylerin döndüğünü hissettik. Fakat kral, bu ilişkiler ve hamlelerin ülkesine hizmet edip etmeyeceğini bileceğini söyledi.
Refik Hariri
Hariri’nin Beşşar Esed’in isteklerini görmezden geldiği ve babası Hafız Esed’in onayını şart koştuğu görünüyor. Refik Hariri’nin, Beşşar’ın davranışlarından rahatsız olmaya başladığını dile getiren Prens Bender, şu açıklamalarda bulundu:

“Hariri, milletvekili Velid Canbolat’ı, Nebih Berri’yi ve bazı Hristiyanları Emile Lahhud’un devlet başkanlığı süresinin uzatılmaması gerektiğine ikna etmeyi başardı. Lübnan İç Güvenlik Şefi Cemil es-Seyyid, Beşşar’ın talimatıyla Meclis Başkanı Nebih Berri'yi ziyaret etti. Ziyaretin bir tehdit olduğu görünüyordu. Cemil es-Seyyid ve Nebih Berri arasında gerçekleşen görüşmenin ardından tekrar oylama yapıldı ve Lahhud’un süresi uzatıldı. Hariri bu duruma öfkelendi ve istifa etti. Selim Huss başbakan olarak atandı. Bir süre sonra seçimler yapıldı. Refik Hariri, Hıristiyanlar, Dürziler ve Sünniler ile birlikte çalıştı ve seçimler onun lehine sonuçlandı. Olaylar biliniyor. Suriyeliler çılgına döndüler ve Lübnan'daki Suriye Askeri İstihbarat Şefi Gazi Kenan'ı geri çağırdılar. Gazi Kenan Suriye İçişleri Bakanı oldu. Onun yerine Rüstem Gazali tayin edildi. Refik Hariri ölüm tehdidi aldı ve Suudi Arabistan'a gelerek Kral Abdullah'a olanları anlattı.”
Görüşme sırasında başka bir konuya değinen Prens Bender, tekrar Hariri meselesine dönerek şunları söyledi;
“Arap Zirvesi 2002'de Beyrut'ta yapıldı. Kral Abdullah’ın uçağını hedef alacak bir terör eylemi gerçekleştirileceğine dair haber aldık. Güneydeki Hizbullah bölgesinin sınırları Refik Hariri Uluslararası Havalimanı'na kadar uzanıyordu. Kral Abdullah'a önce Şam'a gitmeyi ve oradan arabayla Beyrut'a geçmeyi teklif ettik. Refik Hariri ve Emile Lahhud Kral Abdullah’ı almak için Lübnan-Suriye sınırına geldiler. Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, zirve sırasında bir konuşma yapacaktı. Suriyeliler, Yaser Arafat'ın Beyrut'taki Arap zirvesine katılmasını engellediler ve televizyonda bir konuşma yapmaya hazırlanan Arafat’ın bunu gerçekleştirdiği takdirde Emil Lahhud’dan yayını kesmesini istediler. Lübnan’a arabayla gittiğimiz sırada Prens Necef bin Abdulaziz kalp krizi geçirdi. Bu nedenle Kral, zirveden sonra Beyrut veya Şam'da fazla vakit geçiremedi. Fakat Beşşar ile şahsi olarak konuştu ve ona, “Dinle, Beşşar. Sen ve Refik Hariri birsiniz ve benim çocuklarım gibisiniz. Onun başına gelen her şeyden seni sorumlu tutuyorum” dedi. Bir buçuk yıl sonra Refik Hariri istifa etti.”
Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Refik Hariri tatildeydi. Elinden yaralanmıştı. Rüstem Gazali kendisine gelip Beşşar Esed’in onu derhal görmek istediğini söyledi. Hariri pek çok kişiyle istişarelerde bulundu. Velid Canbolat ona gitmemesini söyledi. Nebih Berri ise ona, “Eğer gidersen ve başına bir şey gelirse sorumlusu onlardır” dedi. Hariri istifa etti ve Şam'a gitmeye karar verdi. Gitmeden önce, Esed’in söyledikleri hakkında yorum yapmamasını isteyen Abdulhalim Haddam’la görüştü. Haddam ona, Esed’le görüşmesi sonrası Beyrut'a geri döndükten sonra Krallığa gitmesini, çünkü şüphe uyandıran hareketlere ve görüşmelere tanık olduğunu söyledi. Haddam bununla, Beşşar ile güvenlik hizmetleri ve diğer çevreler arasında gerçekleşen görüşmeleri kastediyordu.”
Prens Bender bin Sultan daha önce bazıları tarafından Hariri ve Esed görüşmesine ilişkin yayınlananlara ek olarak bazı ayrıntıları dile getirerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Beşşar Esed ile görüşmeye giden Hariri, Dışişleri Bakanı Faruk Şara’yı ve Abdulhalim Haddam’ı göremedi. Fakat –daha sonra kafasına üç el ateş ederek intihar eden- Gazi Kenan oradaydı. İlk defa birinin intihar ettikten sonra silahı masanın üzerine koyduğuna tanık olduk. Hariri'nin ölümü üzerindeki perdeyi aralayabilecek her delil gizlendi. Esed ile Hariri arasında neler geçtiği biliniyor. Esed, Hariri’ye küfretmeye ve saldırmaya başladı. Ona, Lahhud’un kendisinden yapmasını istediği her şeyi yerine getirmesini söyleyen Esed, “Kral Abdullah, Suudi Arabistan ve Jacques Chirac ile olan ilişkinin seni koruyacağını mı düşünüyorsun? Vallahi Lübnan’ı senin ve Velid Canbolat’ın başına geçiririm” dedi. Ağır hakaretler ve saldırıların sonrasında oluşan kan basıncı nedeniyle Hariri’nin burnundan kan geldi. Haddam Hariri ile birlikte çıktı ve ona “Sana dememiş miydim?” dedi. Hariri ise ona istifa edeceğini, kimse ile konuşmayacağını fakat Lübnan’dan ayrılmayacağını söyledi. Hariri, Canbolat’ın yanına gitti ve ona olan biteni anlattı. Olaydan birkaç hafta sonra Hariri suikastı gerçekleşti. Kral Abdullah Beşşar'ı aradı ve çok sert konuştu. Beşşar olayla hiçbir ilişkisi olmadığına dair yemin etti. Kral ise ona, “Sizin müdahaleniz olmadan Lübnan'da hiçbir şeyin olamayacağını hepimiz biliyoruz” dedi ve aranan kimseleri kendisine teslim etmesini istedi.”
Olayın ardından uluslararası toplumda bir hareketlilik başladı. Ortada pek çok soru geziniyordu. Prens, Hariri’nin suikastından sonraki ilk günleri şöyle anlatıyor:
“Fransa Cumhurbaşkanı Chirac geldi, başsağlığı diledi ve Birleşmiş Milletler’i (BM) harekete geçirdi. İrlanda başkanlığında bir komite oluşturulması üzerine anlaşıldı. Komite Beyrut'a gitti, detayları gözden geçirdi, delilleri topladı ve uluslararası bir mahkemeye ihtiyaç olup olmadığını teyit etti. Sonuç ortaya çıktı ve komite, bir suç işlendiğini açıkladı. Lübnan mahkemeleri bu davayı takip edemedi. Çünkü çeşitli davalar hakkında hüküm verilmeden önce dört hâkim suikasta uğramıştı ve soruşturmalar 20 yıldır devam ediyordu. Uluslararası bir mahkemenin kurulması kararlaştırıldı.”
Hariri soruşturması ve Beşşar'ın Suudi Arabistan'ı aldatması
Hariri suikastına ilişkin detayları anlatmaya devam eden Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü;

“Kral Abdullah benden Beşşar Esed'e gitmemi istedi. Bu sanırım onu sondan bir önceki görüşümdü. Şam’a gittim ve ona uluslararası mahkeme ile işbirliği yapmasını söyledim. Bana, “Bender kardeşim, herhangi bir delil yok” dedi. Buna soruşturma ekibinin karar vereceğini ve Refik Hariri'nin son ziyareti ile kendisinin ona söylediklerini bildiğimizi söyledim. Esed bana, “Söylediklerin yanlış. Geldi ve istifa etmek istediğini söyledi. Bende ona, bunun kendisinin iradesine kalmış olduğunu söyledim” dedi. Ben ise ona söylediklerinin yanlış olduğunu ve ilk önce istifa ettiğini sonra kendisi ile görüştüğünü söyledim.”


Suudi Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Prens Bender bin Sultan, 2005’te Şam’da Beşşar Esed’i ziyareti sırasında Hariri suikastının sonuçlarından bahsederken (AFP)

“Beşşar ile görüşmemiz sırasında kendisine, Kral Abdullah'ın öfkesinden kaçınması yönünde tavsiyede bulundum. Ona uluslararası bir soruşturma komisyonunun kurulacağını, bu arada mahkemenin teşekkülüne de başlanacağını ve bunun biraz zaman alacağını söyledim. Ayrıca ona ilgili komisyonun Beyrut’a giderek soruşturmalara başlayacağını ve kendisinden birtakım isimler talep edildiği takdirde bunu kabul etmesini söyledim. Bana onların kim olduklarını sordu. Ona, kardeşi Mahir’in de aralarında bulunduğu bazı isimler söyledim. Dakikalarca sessiz kaldıktan sonra “Soruşturma nerede olacak?” dedi. Güvenliğin sağlanması dolayısıyla komitenin karargahında yapılacağını ve şüpheli ve tanıkların oraya götürüleceklerini söyledim. Beşşar, subaylarının soruşturulmak üzere Lübnan’a götürülmelerine izin vermeyeceğini söyledi. Ona her ne kadar komisyon üyelerinin Lübnanlılardan değil, BM’den seçildiğini söyledimse de beni dinlemedi ve reddetti. Ona, Şam’a gelmelerini teklif etmesini söyledim. Bunu kabul etti. Amerikalıları ve Fransızları bunun için ikna ettik. Şam’a gelen ekip, Beşşar Esed ekibi ile görüştü ve gizlice ifadelerini aldı.
Beşşar Esed tarafından aldatıldıklarını hisseden sadece Suudiler değildi. Bilakis soruşturma ekibi üyelerinden olan bir Alman, Şam'dan döndükten sonra ayrılmak zorunda olduklarını söyledi. Prens Bender bunun sebebi ile ilgili olarak şunları söyledi:
“BM genel merkezine gelen soruşturma ekibi, Beşşar Esed'in tercümanının soruları ve cevapları doğru çevirmediğini ve girmeden önce arandıklarını söyledi. Jacques Chirac, Kral Abdullah'ı aradı ve Beşşar’ın oynadığı oyunu anlattı. Şu anki Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın o sırada ABD’de olması ilginç bir tesadüftü. Avn, Beşşar ve Suriye’ye yaptırım uygulanması ve Suriye güçlerinin Lübnan’dan çekilmesini talep etmek için Kongre'de lobicilik yapıyordu.”
Beşşar yüzünden Paris ve Riyad arasında yaşanan utanç!
Son ziyarete gelince… Son ziyaret sırasında daha önce yaşanmayan şeyler yaşandı. Beşşar’ın devlet başkanlığı makamına gelmesinin öncesinde başlayan dostluktan sonra –ki bu dostluk onun devlet başkanı olduğu döneme kadar devam etti- Riyad ve Paris arasında Suriye rejiminin başkanının neden olduğu birtakım sorunlar yaşandı.
Prens Bender yaşanan sürece dair olan tanıklığını şu sözleriyle dile getiriyor:
“Suriye'ye geri döndüm ve Beşşar'a durumun ciddiyeti hakkında bilgi verdim. Ona ipin kısalmaya başladığını ve bir adım sonra yalnız kalacağından ve ona cevap verecek kimseyi bulamayacağından bahsettim. O zaman bana meseleyi düşündüğünü ve komitenin Mahir ve Asef dışındaki diğer subayları sorgulamalarını kabul ettiğini söyledi. İkinci olarak soruşturmanın Cenevre veya Viyana'da olmasını ve son olarak ise soruşturmadan sonra Suriye'ye geri dönüşlerinin güvence altına alınması gerektiğini söyledi. Sana bir şey diyeceğim dedim ve “Rahmetli babanın babam hakkında ne dediğini biliyor musun?” diye sordum. Sonra ona her ikisi arasında geçen şu hikayeyi anlattım: Prens Sultan bin Abdulaziz Savunma Bakanı olarak görev yaptığı sırada Hafız Esed’le konuşuyor ve ona şöyle diyor: “Kurban Bayramı’nı Tebükte geçirdim, yazı ise güneyde. Her iki ziyarette de silahlı kuvvetlere yakındım ve onları ziyaret ediyordum. Hafız, silahlı kuvvetleri periyodik olarak ziyaret etme fikrinden etkilendi ve bunu uygulayacağını söyledi.”
Prens Bender hikayeyi şöyle tamamladı:
“Bir süre sonra baban Hafız'ı ziyaret ettim. Bana Majesteleri Kral Fehd ve Majesteleri Veliaht Prens’in sağlığını ve sonrasında babamı sordu. Bana onun tatil günlerinde silahlı kuvvetleri ziyaret edip etmediğini sordu. Ona, “Evet, nereden bildiniz?” dedim. Şöyle cevap verdi: “Kendisi bana bunu söyledi. Bu bilgeliktir. Ona Hafız’ın tatil zamanları silahlı kuvvetleri ziyaret ettiğini söyle. Seni onlardan biriymiş gibi hissediyorlar.” Bunu anlattıktan sonra Beşşar’a dönerek, “Şimdi Beşşar kardeşim, subaylarınız aranıyor ve kardeşiniz ve kız kardeşinizin kocası dışındakilerin Viyana'ya gitmesini kabul edeceksiniz. Silahlı kuvvetlerde subay olsaydım, kardeşinizin ve kız kardeşinizin eşinin gitmesini men etmenizden sonra sadakat ve itaatten mahkum olmazdım” dedim. Bana bu konuyu düşünmediğini ve haklı olduğumu söyledi.”


Suudi Arabistan eski Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Prens Bender bin Sultan ve eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, 2006 yılında Paris'teki Elysee Sarayı'nda (Getty)

Jacques Chirac'ın şoku
Beşşar ile görüştükten sonra Prens Bender, Kral Abdullah'ın yapmasını istediği şeyi yaptı. Paris'e gidip Jacques Chirac'a onay vermesini istedi. Fakat Prens’in Paris’i ziyaretinden sonra bir şey oldu. Prens, uçağına bindikten ve Paris’e gittikten sonra Chirac'a, Esed’in ilgili kimseleri teslim etmeyi kabul ettiğini söyledi. Fransa Cumhurbaşkanı medya karşısına çıktı ve bu gelişmeyi açıkladı. Bu durum Beşşar’ın öfkelenmesine sebep oldu. Suriye Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Chirac'ın söylediklerinin bütünüyle reddedildiği ve kimsenin teslim edilmeyeceği belirtildi. Bu durum Fransızların ve Suudilerin utancına yol açtı.

  • "Öğle yemeğinden sonra Beşşar'a gittim ve ona bana şöyle söz verdiğini söyledim. “Doğru” dedi. Bende cevap olarak, “Chirac'ı bilgilendirdim ve bu durum onu sevindirdi. Dünyayı sakinleşmeye çağırmaya başladı ve aniden sizden hiçbir anlaşmaya varılmadığına dair bir açıklama geldi” dedim. Onun cevabı, bunun bir yanlış anlaşılma olduğu ve konuyu ciddiye almadığı yönünde oldu."

Elysee'den arandığını ve Chirac'ın kendisiyle konuşmak istediğini söyleyen Bender bin Sultan Esed’in kendisine yaşattığı utancı şu sözleriyle anlatıyor:
“‘Sayın Cumhurbaşkanı, size olanları anlattım. Dışişleri Bakanı veya Beşşar'ın ben ayrıldıktan sonra söyledikleri hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Kralla konuşmama ve onu haberdar etmeme müsaade edin, sonrasını düşünürüz’ dedim. Kendimi tuzağa düşürülmüş ve aldatılmış olarak hissetmeye başladım. Kralı aradım ve olan biteni anlattım. “Evet, şimdi haberleri aldım. Bu hala oyun çağındaki bir çocuk” dedi. Bana nerde olduğumu sordu. Bende ona kendilerine doğru yola çıktığımı söyledim. Derhal Şam’a gitmemi ve Beşşar Esed’e çözüme karar verdiklerine dair televizyonda bir bildiri yayınlamasını söylememi istedi. Aksi halde Şam’daki yabancı basına bir açıklama yapacaktım. Açıklamamda, Suudi Arabistan'ın meselenin üzerinden elini çektiğini ve konuyla hiçbir ilişkisi olmadığını söyleyecektim.
“Şam'a geldim ve Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim beni havaalanında karşıladı. Şoförün kendisini duymasını istemeyerek kulağıma bir şeyler fısıldadı. Bana başlarının dertte olduğunu söyledi. Ona başlarının belaya girmediğini, zaten belanın tam ortasında olduklarını söyledim. Muallim bana önce öğle yemeğine gideceğimizi söyledi. Bende ona öğle yemeği için zamanım olmadığını, Beşşar’la görüşüp Krallığa geri döneceğimi söyledim. Sonra ısrar etti ve ona nerede yiyeceğimizi sordum. Şam dışında güzel bir restoran olduğunu söyledi ve ben de kabul ettim. Oldukça büyük bir restorana gittik. Restoran sahibi bizi güzel bir şekilde karşıladı ve bizi masaya götürdü. Fakat yöneldiğimiz masada bir kayıt cihazı bulunduğundan şüphelenen Muallim’in bana bir işarette bulunması üzerine başka bir masaya geçtik.”
Prens Bender öğle yemeğinin ardından Muallime, Faruk Şara’yı ve Abdülhalim Haddam’ı sordu. Dışişleri Bakanı Muallim onların burada olmadığını söyledi.
Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Öğle yemeğinden sonra Beşşar'a gittim ve ona bana şöyle söz verdiğini söyledim. “Doğru” dedi. Bende cevap olarak, “Chirac'ı bilgilendirdim ve bu durum onu sevindirdi. Dünyayı sakinleşmeye çağırmaya başladı ve aniden sizden hiçbir anlaşmaya varılmadığına dair bir açıklama geldi” dedim. Onun cevabı, bunun bir yanlış anlaşılma olduğu ve konuyu ciddiye almadığı yönünde oldu. Ona benim ve kralın bu meseleyi ciddiye aldığımızı söyledim. Ona, “Şimdi hala aynı fikirdeyseniz, Suriye basınını, Suriye televizyonunu veya herhangi bir muhabiri havaalanına getirmek ve Velid Muallim ile birlikte bir açıklama yapmak istiyorum” dedi. Bana bunun gerekli olup olmadığını sordu. Bende “Evet, gerekli” dedim. “Bana hizmet etmez misin?” diye sordu. Kendisine yorulduğumuzu ve hizmet ettiğimizi söyledim. Bana, “Açıklamanızda bunun, Suriye ve halkının çıkarları için akıllıca bir karar olduğunu söylemenizi istemiyorum” dedi. Ben de, benim için fark etmeyeceğini söyledim. Havaalanına gittik ve Velid ile aynı açıklamalarda bulunduk.”
Kral Abdullah Beşşar'ı karşılamayı reddetti
Yaşananların ardından Suudi Arabistan'ın Beşşar'a karşı olumsuz bir tavır takındığını belirten Prens Bender, Refik Hariri suikastından ve çelişkili açıklamaların ardından Beşşar’ın Suudi Arabistan'ı ziyaret etmek istediğini, ancak Kral Abdullah'ın kabul etmediğini söyledi. Sonrasında Esed’in ziyaret için arabuluculuk talebinde bulunduğunu ve Kral Abdullah'ın kabul ettiğini belirtti.


Suudi Kralı Abdullah bin Abdülaziz, 2005 yılında Riyad’da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’i kabul etti (SANA)

Prens Bender Beşşar’ın ziyaretine ilişkin ayrıntıları şöyle anlatıyor:
“Esed, Suudi Arabistan'a ulaştı ve Kral Abdullah'la bir araya geldi. Bir müddet yalnız oturdular. Sonra Kral dışarı çıktı ve bize şunları söyledi: “Beşşar’la birlikte Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin Şam’ı ziyaret etmesi ve Beşşar’ın onu resmi bir resepsiyon ile karşılaması konusunda anlaştık. Hariri cumhurbaşkanlığı sarayında misafir edilecek ve aldığı herhangi bir karara itiraz edilmeyecek. Artık hepiniz tanıksınız. Öyle mi Beşşar?” Bunun üzerine Beşşar Suriye lehçesinde: “Evet Kral hazretleri” dedi. Bunu üzerine Kral, bunun Refik’in öldürülmesiyle ilgili devam eden soruşturmaların tamamlanmasını engellemeyeceğini söyledi. Beşşar da “Kesinlikle” dedi.
Prens Bender'in anlattığına göre, Suudi Arabistan, Saad Hariri’den Beşşar’ı ziyaret etmesini istedi. Suudi Arabistan’ın Saad’ı ikna ettiğini, kendisinin Lübnan devletini başka bir ufka taşıyabileceğini ve gücünü yeni bir siyasi sayfa açarak gösterebileceğini söylediğini dile getiren Prens Bender, Hariri’nin bunu kabul ederek Şam’a gittiğini, orada Esed tarafından karşılandığını ve cumhurbaşkanlığı sarayında misafir edildiğini söyledi. Ancak yaklaşık bir ay sonra Beşşar, bütün vaatlerini reddetti, Refik Hariri suikastıyla ilgili soruşturmaların Şam tarafından tanınmayacağını ve Suriye'nin bağımsız bir devlet olduğunu açıkladı. Ayrıca bunun bir baskı propagandası olduğunu belirterek, doğru olmadığını söyledi.


Lübnan Başbakanı Saad Hariri, 2009’da Suriye’ye yaptığı ziyaret sırasında Beşşar Esed ile el sıkışırken (AFP)

Beşşar Esed bu yaşananların ardından Suudi Arabistanı ziyaret etmeyi ve Kral Abdullah ile görüşmeyi bir kez daha istedi. Fakat Kral bunu reddetti. Esed, bu konuda ısrarcı oldu. Kral kardeşlerine ve danışmanlarına danıştı. O zamanlar Riyad Emiri olan Kral Salman, Kral Abdullah’a konuyla ilgili düşünmeye gerek olmadığını, Esed’in ziyarette neden ısrar ettiğini öğrenmek için Prens Bender’i Şam’a gönderebileceğini söyledi. Bender ise Kral’a “Hayır hayır Allah size uzun ömürler versin” dedi. Bunun üzerine Kral Abdullah, Esed’in Riyad davet edilmesi emrini vererek, “Esed’e söylemek istediğim şeyler var” ifadelerini kullandı.
Beşşar’ın Suudi Arabistan’a son ziyareti
Prens Bender, Beşşar Esed’in Kral Abdullah’ın çağrısıyla Suudi Arabistan’a yaptığı son ziyareti şöyle anlatıyor:

“Esed, Suudi Arabistan'a yaptığı son ziyaretinde Faruk Şara ile birlikteydi. Sorun Lübnan, Refik Hariri'nin öldürülmesi ve subayların BM’ye teslim edilmesiydi. Beşşar, Kral Abdullah’a, “Majesteleri, gerçek şu ki, ayıplamıyorum ama Lübnanlılar gerçekten kötüler. Gazeteciler bana kızgın olduğunuzu ve bazı zamanlar benim hakkımda “iyi değil” dediğinizi yazıyorlar” dedi. Beşşar’ın bu ifadeleri üzerine Prens Sultan bin Abdulaziz gülümsedi, Prens Nayef herhangi bir tepki vermedi ve hepimiz Kralın ne cevap vereceğini merakla beklemeye başladık. Kral Abdullah ona şöyle dedi: “Beşşar, senin amcanı çok önceden tanıyorum. Sonrasında babanı tanıdım. Onun hakkında doğru sözlü olduğu dışında söyleyebileceğim bir şey yok. Yalan söylemezdi. Fakat sen yalancısın, yalancısın, yalancısın… Bender’e ve bana yalan söyledin. Her şeyi affedebilirim ama bana yalan söyleyenleri asla!” Beşşar, Kralın tepkisine ve verdiği cevaba şaşırdı ve “Fakat majesteleri, ben Suriye Arap Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanı’yım. Ben Suriye Arap Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanı’yım” dedi. Bunun üzerine Kral, “Suriye Devlet Başkanı olman hiçbir şeyi değiştirmez. Sen yalancısın ve ekleyecek başka bir şeyim yok” dedi ve çıktı.”


Suudi Kralı Abdullah bin Abdulaziz, 2009 yılında Riyad’da Suriye Devlet Başkanı Esed ile birlikte (AFP ve Getty)

Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kral çıktıktan sonra Beşşar’ın cevap vereceğini ve kendisine söylenenlere razı olmayacağını düşündük. Fakat herkes Beşşar’ın yüzündeki endişeli halden dolayı şaşkındı. Kralın kendisine üç kez arka arkaya yalancı demesinin ardından yaşadığı tedirginlikten dolayı ellerini masanın altına koydu.”
Bender bin Sultan, Beşşar Esed’in Bender bin Sultan ismine olan aşırı duyarlılığının sebebi hakkında şunları söyleyerek sözlerini sonlandırdı:
“Beşşar’ı bir şey olmadan önce de tanıyordum. Bir şey olduğunu düşünmeye başlamasından sonrada. Üçüncü olarak, gerçeği bütünüyle Kral Abdullah’a anlatmadığımı düşünüyordu. Önemli olan Beşar'ın gerçeği bildiği ve o gerçeği benim bildiğimi de bildiğidir.”
Suudi Arabistan Suriye'yi tahrip etmekle suçlanıyor
Arap ve Batı ülkeleri, Suudi Arabistan’ı Dera’da ilk gösterilerin başlamasından bu yana çeşitli grupları desteklemesiyle meydana gelen tahribin sorumlusu olmakla itham ediyor. Ayrıca Prens bin Bender, DEAŞ’da dahil olmak üzere terör örgütlerinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmakla suçlanıyor. Prens Bender röportajın sonraki kısımlarında bu konu hakkında açıklamalarda bulunacak.
Prens Bender, Veliaht Prens Abdullah bin Abdulaziz’in 1998 yılında doğu ile batı arasında küresel bir tura çıktığını ve ABD’ye gerçekleştirdiği resmi ziyaretin ardından o yılın yazının sonunda Hawaii’de durduğunu söyledi. Kral Abdullah o sıra, Kral Fehd tarafından devlet işleri sorumluluğu ile görevlendirilmişti. 1998 yılında yaşanan Türkiye ve Suriye krizi biliniyor. Kral benden, Washington’a, Suriye sınırındaki Türkiye arbedesini durdurması için acil müdahale talebini iletmemi istedi. Mesajda, gerçekleştirilecek herhangi bir saldırıda Suudi Arabistan’ın Şam’ın yanında yer alacağı yer alıyordu. Bu düşünce, Kuveyt’in kurtarılması için gerçekleştirilen savaşta yaklaşık 30 bin askerini gönderen cesur Suriye Arap ordusunun korunmasına dayanıyor. Kral Abdullah bana o zaman söz konusu mesajın nasıl daha güçlü ve nasıl ciddiye alınabileceğini sordu? Ona çözümün Suudi Arabistan'ın kuzeyinde bulunan Tebük’e mühimmat yüklü iki F-15 göndermek olduğunu söyledim. Neden mühimmat? Bunun sebebi, Amerika’dan Suriye sınırındaki Türk yığınına müdahale etmesi için talepte bulunmamızdı. Bu nedenle uçakları havalandırmak ciddi bir mesaj olarak kabul edilir, mühimmat ise mesajın ciddiyetini arttırır. Washington gerçekten de üst düzey bir elçisini Ankara’ya gönderdi. Onun ABD Genelkurmay Başkanı olduğunu hatırlıyorum. Sorunun çözülmesi üzerine çalışıldı ve Türkiye gerçekten de mekanizmalarını geri çekti. Bu nedenle, Krallık hiçbir devleti yıkmayı ya da yıkılmasına katkıda bulunmayı aklından geçirmemiştir. Bilakis Suriye ordusunu ve halkını korumaya çalıştı. Bundan dolayı Suudi Arabistan, Washington’dan Suriye sınırındaki Türkiye arbedesini durdurması için acil müdahale etmesi talebinde bulundu.
Putin ve Suriye'ye müdahale
Prens Bender, birden kasıtlı olarak yaptığı bir şeyden bahsetmeye başladı. Diğer devletlerden yetkililer veya elçilerden oluşan bir toplantı sırasında birtakım şahıslar ve durumlar hakkında konuştuğunu anlattı. Bu konuşmanın ardından Prens Bender’in istihbarat başkanı olduğu 2012 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında geçen bir hikayeyi anlattı.
“Putin'le görüştüğüm sırada bana, Suudi Arabistan'ın neden Beşşar Esed’le ilgilendiğini sordu. Ben de, kendisine aslında onu önemsemediğimizi söyledim. Bilakis onların Beşşar’ı önemsemelerinden endişe duyduğumuzu belirttim. Putin güldü ve “Şimdi önemsediğime ikna oldunuz mu?” diye sordu. Ben de “Evet, bundan korkuyorlar” dedim. Putin sonrasında bana, “Sergey Lavrov ile bir araya geleceksiniz. Birtakım önerilerimiz olacak. Sanırım 4 tane öneri olacak. Fakat siz Suudiler şimdi bedel ödüyorsunuz. Yani, Beşşar’ın rolünü şişirmenin bedelini ödüyorsunuz. Onunla Paris’e gittiniz. Chirac’ı ve sonra da Londra’yı ziyaret etmesini tertip ettiniz. Moskova'yı ziyaret etmesi için defalarca davet ettiğimi fakat gelmediğini biliyor muydunuz? Fakat ben olduğum yerde duruyorum. Kendi ayakları ile bize geleceği gün gelecek” dedi.

  • Burada, Lavrov'un akıcı İngilizce bildiği ancak iş toplantılarında veya resmi toplantılarda Rusça konuştuğu konusunda bazı ek bilgiler var.

Sergey Lavrov geldi ve gerçekten de Prens Bender’e 4 öneride bulundu:
1- Rusya'nın konumu ve Suriye krizi ile ilgili talepleri ki bu, Beşşar Esed’in devrilmesinin kabul edilmesidir.
2- Onu ve ailesini kimlerin alabileceğinin belirlenmesi. Bizim önerimiz, Cezayir’in onları karşılaması yönünde
3- Uluslararası mahkeme tarafından kendisine dokunulamaması.
4- İkametindeki masraflardan kimin sorumlu olacağının belirlenmesi.
Suriye'deki krize ilişkin Rus önerileri ve Beşşar'ın devrilmesine onay verilmesi
Prens Bender bin Sultan, söz konusu 4 önerinin ardından yaşananları anlatmadan önce 1990 yılında gerçekleşen Körfez Savaşı sırasında -o sıra Sovyetler Birliği'nin Birleşmiş Milletler (BM) Büyükelçisi olan- Lavrov’la arasında geçen bir olayı anlattı.
Prens Bender olayı şöyle anlatıyor:
“Ben Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov ile gerçekleştirdiğim görüşmeden yeni gelmiştim ve Rusya'nın Kuveyt’i kurtarmak için askeri müdahalede bulunma kararı aleyhinde oy vermeyeceği hususunda anlaşmıştık. Lavrov bana veto kullanacaklarını söyledi. Bunu yapamayacaklarını söyledim. O da bana süper bir güçle konuştuğumu ve ayağımı denk almamı söyledi. Ona ülkesinin değil kendisinin süper bir güç olmadığını ve veto için oy kullanmayacağını söylediğimi belirttim. Aradan geçen yarım saatin ardından televizyonda Güvenlik Konseyi’ni izledim. Rusya çekimser kaldı, veto vermedi. Bu hikaye Lavrov ile Bender’in çok eskilere dayanan ilişkilerini, farklılıklarını ve uzlaşılarını anlatıyor. Bender, söz arasında Lavrov'un akıcı İngilizce bildiğini ancak iş toplantılarında veya resmi toplantılarda Rusça konuştuğunu söyledi.
Prens, söz konusu 4 öneri ile ilgili açıklamalarına geri döndü ve sözlerini şöyle sürdürdü;
“Lavrov’a Esed’in devrilmesi hususunda kendileri ile aynı fikirde olduğumuzu söyledim. İkinci önerinin bizimle herhangi bir ilgili olmadığını ve Cezayir'e ev sahipliği yapması için teklifte bulunamayacağımızı söyledim. Üçüncü önerinin de BM’yi ilgilendirdiğini ve bizimle ilgili olmadığını söyledim. Dördüncü öneriyi ise olduğu gibi tekrarlayarak, “Cezayir, örneğin teklifinizi kabul ederse ikamet masraflarını kim ödeyecek?” dedim. Lavrov, masrafları kimin ödeyeceği ile ilgili sözüme cevap olarak, “Siz!” dedi. Ben de ona, “Bir numaralı önerinizin çözülmüş olması sizi mutlu etmedi mi? Bu fırsatı kaçırmayın. İlk önerinizi kabul ediyorum. İkinci öneriye gelirsek, misafir edecek olan ülkeye beraber gider konuşuruz” dedim. Üçüncü öneri ile ilgili sözümü tamamlamama izin vermeyen Lavrov, “Mahkemeye çıkarılmasını umursamıyoruz. Ama hemen değil” diyerek araya girdi. Dördüncü öneri ile ilgili olarak ikimizin birlikte Beşşar’ı barındıracak ülkeye giderek Cezayirlilere bunu teklif edeceğimizi söyledi.”
Prens Bender, Suriye'deki Rus müdahalesinin başlangıcı hakkında ve ABD eski Başkanı Barack Obama’nın Beşşar Esed'in aşırılıklarına -ki halkına karşı kimyasal kullanmaya devam ediyordu- son verilmesi karşısında nasıl gevşek davrandığı hususunda konuşmaya başlamadan önce, “Bu olaylar Saddam Hüseyin’in Kürtlere karşı işlediği cürümleri hatırlatıyor. Washington’da büyükelçiyken pişman olduğum bir şey varsa, o da Arap dünyasının bu suçla ilgili hiçbir şey yapmaması ve Saddam'ın Kürt kardeşlerimize karşı aşırılıklarını durdurmamasıdır” ifadelerini kullandı.
Üçüncü bölümde:
- ABD eski Başkanı Barack Obama ve Kral Abdullah arasında Suriye kriziyle ilgili gerçekleştirilen 4 konuşma
- Sudan eski Devlet Başkanı Cafer Numeyri ve Suudi F-5 uçaklarının satın alınmasının hikayesi
- ABD eski Başkanı Jimmy Carter'ın danışmanları Filistinlilerin 242 ve 338 sayılı kararları tanımayı reddetmelerini nasıl kutladılar?
- Clinton döneminde ABD Dışişleri Bakanı olan Madeleine Albright’ın Kral Abdullah’ı New York'taki Waldorf Astoria Hotel’de karşılaması ve masaya yatırılan haritalar, öneriler ve barış girişimleri
- Bender bin Sultan, neden eski Filistin lideri Yaser Arafat’ın eski ABD Başkanı Bill Clinton tarafından sunulan çözüm önerilerini ve barış girişimini reddetmesinin, Filistin davasına ve Filistinlilere karşı işlenmiş bir suç olduğunu söyledi?
- Hafız Esed’in Yaser Arafat'ı Suriye’den önce barış yapmaması hususunda uyarması ve tehdit etmesi
Prens Bender bin Sultan: İran-Irak savaşında gizlice arabuluculuk yaptık



Andri Snaer Magnason: Günümüzde her şeyi sonuna kadar sömürme eğilimindeyiz

İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
TT

Andri Snaer Magnason: Günümüzde her şeyi sonuna kadar sömürme eğilimindeyiz

İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)

Nesrein El-Bakhshawangy

Yazar, müzisyen, belgesel film yapımcısı ve çevre aktivisti Andri Snaer Magnason, şiir, roman, tiyatro, çocuk ve genç yetişkin edebiyatı ve bilimsel kitaplar yazarak İzlanda Edebiyat Ödülü'nü tüm dallarında kazanan tek isim. Magnason, “LoveStar: A Novel” (Love Star) adlı kitabıyla 2016 yılında Fransa'da En İyi Yabancı Bilim Kurgu Romanı ödülü de dahil olmak üzere birçok ödül kazandı.

Magnason, 1973 yılında doğdu, İzlanda Dili ve Edebiyatı bölümünde okudu. Ancak çevre ve iklim değişikliği konuları ilgisini çeken yazar, yazılarında başlıca olarak bu konuları ele aldı. Ülkesinin temiz enerjiye geçmesi ve ulusal dilin önemi gibi alanlarda sıkı çalışmalar yapmak üzere 2016 yılında cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koydu. Çalışmaları İngilizce, Fransızca, Japonca, Arapça ve Türkçe dahil olmak üzere 30'dan fazla dile çevrildi.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason röportajın tam metni;

*Çevre ve iklim değişikliği hakkında yazmaya ilk olarak ne zaman ilgi duymaya başladınız?

Milenyumun başlarında İzlanda'daki birçok önemli yer kentleşme tehdidi altındaydı. Örneğin, belirli bir kaz türünün dünyadaki en büyük yuvalama alanı sular altında kalmıştı. Bunun gibi tehdit altındaki pek çok yerin yazabileceklerimden çok daha önemli olduğunu hissettim. Bu alanları koruyup koruyamayacağımı, dünyaya bir roman ya da yeni bir kitapla yapabileceğimden daha fazla katkıda bulunup bulunamayacağımı merak ettim. Daha sonra bu düşüncelerimi, bazen doğrudan, kurgusal olmayan bir biçimde, bazen de bilim kurgu, şiir ya da çocuk kitaplarında konu etrafında örmenin bir yolunu buldum ve bunları bir kitaba dönüştürdüm.

LoveStar: A Novel kitabında en son aşkın, ölümün ve dinin sonuna kadar sömürülmesi gerektiğini gösterdim.

Teknoloji ve özgürlük

*LoveStar: A Novel adlı romanınız teknoloji ve özgürlük arasındaki çatışmayı ele alıyor. Sizi bu romanı yazmaya iten neydi?

LoveStar: A Novel oldukça çılgın bir roman. İçinde bulunduğumuz çağın mitlerine karşı ilerleme ve teknoloji dünyasını keşfetmek ve şu anki trajik tanrılarımızı incelemek istedim. Yani Elon Musk ya da Steve Jobs gibi girişimciler dünyada devrim yarattılar, ama aynı zamanda kendilerini de yok ettiler. Onlar bana dünyayı istila eden ve bedenlerini ya da ruhlarını ele geçiren fikirlerin sadece ev sahipleri gibi görünüyorlar. Bu roman sosyal medyanın hayatımıza girmesinden önce yazıldı. Bu yüzden Jobs ve Musk'ın romanın ilham kaynağı olduğunu söylemek yanlış olur. Bu roman onları bu yolculuğa çıkmadan önce yazıldı. Yaklaşan internet çağının vaat ettiklerini, bağlantı ve veri çağını ve bu gelişen teknolojilerin sonuçlarını keşfetmek istedim. Sahte haberler, bilgi balonları ve kişiselleştirilmiş derecelendirmeler kitapta geçse de bunlar o zamanlar gündemde olan konular değildi. George Orwell’ın 1984 adlı kitabını, Kurt Vonnegut ve Aldous Huxley'in eserlerini, kendi zamanlarının gerçekliğine nasıl tepki verdiklerini ve bizim gerçekliğimiz için ne tür bir tepki hayal ettiğimi düşünüyordum. Uluslararası şirketlerin etiği ‘eğer biz yapmazsak başkası yapacak, o yüzden biz de yapmalıyız’ şeklindedir.

sdwcfvrgbt
LoveStar: A Novel adlı romanın kitap kapağı

*Peki bu romanda modern kapitalizmi ve onun toplum üzerindeki etkisini eleştirirken size ilham veren neydi?

Ben bunu daha çok araştırma, taklit ve deney olarak görüyorum. Doğanın ya da insan etkileşimlerinin ve kültürün giderek daha fazla alanının metalaştığını hissettim. Yeni teknolojinin, daha önce mümkün olmayan insan ilişkilerinden yararlanma ve bunlardan faydalanma olanaklarını nasıl açacağını düşündüm. Hiçbir şeyin kendi haline bırakılamayacağına, çağımızda her şeyi sonuna kadar sömürme eğiliminde olduğumuza tanık olmaktan ilham aldım ve bu romanda en son aşkın, ölümün ve dinin sonuna kadar sömürülmesi gerektiğini gösterdim. LoveStar: A Novel, bu 'kaynakları' sonuna kadar kullanmanın yollarını buluyor.

İklim değişikliği meseleleri

*Bize “On Time and Water” (Zaman ve Suya Dair: Bir Buzula Ağıt) adlı kitabı yazma sürecinden bahseder misiniz? Kitabın beyaz perdeye uyarlanma fikri nasıl ortaya çıktı ve filme nasıl hazırlandınız?

Yaşadığım zamanın ve mekânın bir yazarı olarak, bu konu benim için yazılması gereken en önemli konuydu. İklim değişikliği meseleleri üzerine yazılan çoğu yazının ilgi çekici olmadığını ve hatta yapay zeka tarafından yazılmış gibi tahmin edilebilir olduğunu gördüm. Bu konuların akıbetini öngörebildiğimi ve anlatı yoluyla bunlar hakkında beyin fırtınası yapabildiğimi fark ettim. İletişim yeteneği, bilimsel konuları ortalama bir insana açıklamak için büyük önem taşısa da bunun ötesine geçilmesi gerektiğini hissettim. Daha derin bir yaklaşım gerekiyordu. Bu dilden daha büyük bir şey. Zira bu temiz enerji dünyasına doğru bir paradigma değişimiyle ilgili ve bir paradigma değişiminde dil ve normlar yıkılmaya başlar.

ccdfvrbg
On Time and Water romanının kitap kapağı

İçinde yaşadığımız zamanı anlamadığımızı nasıl anlayabiliriz? Kitap ailemle ilgili, büyükannem ve büyükbabam 1950'lerde buzul kaşifleriydi. Kitap, bir yandan da zamanı ele alıyor. Çünkü 2100 gerçekten ne anlama geliyor? Biz bunu nasıl anlıyoruz? Kelimeler ne anlama geliyor? Olaylar 1000 ya da 2000 yıl sonra hala iklim değişikliği olarak adlandırılacak mı yoksa başka bir isimle mi anılacaklar?

Yeni nesillerin ‘nasıl çiftçilik yapılır, nasıl inşaat yapılır, nasıl seyahat edilir?’ gibi pek çok şeyi yeniden keşfetmesi gerekiyor.

Çocuklar ve çevre

*Bir çocuk edebiyatı yazarı olarak, sizce çocukları ve gençleri çevreyle ilgili konularda erken yaşta eğitmek önemli hedeflere ulaşılmasına nasıl yardımcı olabilir?

Çocukların ve gençlerin tüm eğitim metotlarıyla temiz enerjiye geçişin önemi konusunda bilinçlendirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü geçtiğimiz yüzyılın tasarım yöntemleri, alışkanlıkları ve endüstrisi artık eskidi. Yeni nesillerin ‘nasıl çiftçilik yapılır, nasıl inşaat yapılır, nasıl seyahat edilir?’ gibi pek çok şeyi yeniden keşfetmesi gerekiyor. Benim yaşıma geldiklerinde tüm dünyanın temiz enerjiye ihtiyacı olacak. Bu büyük bir değişim ve zorluk. Bugün doğan bir çocuk 2100 yılı civarında emeklilik yaşına ulaşacak. Şu anda dünyamız gelecekte istikrarlı olacak şekilde tasarlanmamıştır.

tynm
The Casket of Time (Yonder) kitabının kapağı

Bir genç yetişkin romanı olan The Casket of Time'da modern hikayeleri antik destanlarla birleştirirken karşılaştığınız zorluklar oldu mu?

Yeni bir eser yazarken karşılaşılan başlıca zorluk, eserin çerçevesini belirlemektir. Eser bir seri mi olmalı? Üç kitap mı, beş kitap mı? Ya da çok uzun bir kitap olabilir. Ama ben uzun kitaplardan ziyade kısa ve konu odaklı hikayeleri seviyorum. Bu yüzden geleceğin ve geçmişin hikayelerini bir arada örmek ve bunları mantıklı, şaşırtıcı ve izleyiciler için eğlenceli hale getirmek zordu, ama umarım başarmışımdır.

Bir resim bin kelimeden daha fazlasını anlatabilir, ancak bir kelime de bin resimden daha fazlasını anlatabilir.

*Kişisel internet sitenizde “Ben Noam Chomsky ve Lewis Carroll'un gayrimeşru oğluyum” diye yazmışsınız. Onların yazıları çalışmalarınızı nasıl etkiledi?

Chomsky'nin dilbilim teorilerini inceledim. Carroll ise beni vahşi ve eğlenceli hayal gücüyle etkiledi. Kelimelere ve dile olan ilgi ve hayal gücünüzü ne kadar genişletebileceğinizi görmek gibi şeyler zihnimde takılıp kaldı.

*“Dreamland” (Düş ülkesi) kitabınızın belgesel film haline getirilmesiyle birlikte, edebiyatın görsel eserlere dönüştürülmesinin önemini nasıl görüyorsunuz?

Gerek sözlü anlatıcılık gerek kitapta yazılı, gerekse müzikal ya da film olarak olsun hikayelerin farklı ifade biçimleri her zaman ilgimi çekmiştir. Farklı formlardan çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Her ifade biçiminin kendi kuralları ve kendi büyüsü vardır. Bir resim bin kelimeden daha fazlasını anlatabileceği gibi bir kelime de bin resimden fazlasını anlatabilir.

*Sizi 2016 yılında İzlanda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmaya iten neydi? Sizce bir şair ve romancı böyle bir makamda ne kadar başarılı olabilir?

İzlanda cumhurbaşkanı devletin bir temsilcisidir. Doğrudan bir gücü olmasa da nüfuzu vardır. Benim gündemim İzlanda dilinin korunmasının önemi konusunda farkındalık yaratmak ve İzlanda'nın iklim değişikliğinin etkileri konusunda küresel bir eylem örneği haline gelmesini sağlamaktı. Cumhurbaşkanlığı daha çok kelimeler, kavramlar ve vizyonla ilgili. Bu, bugün her zamankinden daha önemli olduğu için gündeme getirebileceğimi düşündüğüm bir konuydu.

*Tüm ilgi alanlarınız arasında en çok neyle gurur duyuyorsunuz ve neden?

Belki çocuklarım! Dört tane çocuğum var. Ama birçok ülkedeki insanlara ulaşan çok farklı türde sanat yapma becerimle gurur duyuyorum. İzlandaca yazmak ve çeviri yoluyla Arapça konuşulan ülkelerdeki biriyle konuşmak ve yazının hala sınırları aşabildiğini görmek harika. Bununla gurur duyuyorum.

*Belgesel film yapımcısı olarak yaptığınız çalışmalar yazarlığınızı nasıl etkiledi?

Kariyerimi tarımdaki gibi bir tür ürün rotasyonu olarak görüyorum. Ürün rotasyonunda bir yıl patates ekersiniz, ertesi yıl arpa ve sonra belki de bir yıl boyunca tarlada yabani otların büyümesine izin verirsiniz. Böylece her tarla diğerini besler. Of Time and Water'ı yazarken kendimi bir belgesel film çekiyormuş gibi hissettim. Bilim insanlarıyla, yaşlılarla, Dalai Lama gibi kişilerle röportajlar yaptım. Ama sonra elimdeki malzemenin o kadar büyük olduğunu fark ettim. Bunun kitaplaştırılması gerektiğini düşündüm ve şimdi de bir belgesel film oldu.

*Belgesel filminiz “The Hero's Journey to the Third Pole - a Bipolar Musical Documentary with Elephants” (Kahramanın Üçüncü Kutba Yolculuğu: Fillerle Bir Bipolar Müzikal Belgesel) adlı belgesel filminiz, bipolar bozukluğu olan kişilerle ilişkili ruh sağlığı sorunları ve yaratıcı yetenekler konusunda farkındalık yaratmayı mı amaçlıyor?

Akıl hastalıkları üzerine tartışmak zor ve hassas bir konu. Filmimde, bipolar bozukluk şikayeti olan iki kahramana kendileri hakkında konuşma şansı verdik. Filmde tıpkı hepimiz gibi çok sempatik iki insan görüyoruz. Yani hayatlarının bir noktasında normal biri gibi muamele görüyorlar. Ancak hastalığın depresif evrelerinde karanlık zamanlardan geçerken manik evrelerinde yıldızlara dokunacak kadar coşkulu olabiliyorlar. Ardından farklı bir bilinçle ve hepimizin bir şekilde öğrenebileceği yeni bir insanlık durumu anlayışıyla geri dönüyorlar.