Bender bin Sultan: Kral Abdullah, Esed’i yanına çağırdı ve ‘sen yalancısın’ dedi

Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2009 yılında Şam havaalanında (Getty)
Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2009 yılında Şam havaalanında (Getty)
TT

Bender bin Sultan: Kral Abdullah, Esed’i yanına çağırdı ve ‘sen yalancısın’ dedi

Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2009 yılında Şam havaalanında (Getty)
Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 2009 yılında Şam havaalanında (Getty)

Independent Arabia’nın Prens Bender bin Sultan ile gerçekleştirdiği özel röportajın ilk bölümü, Hafız Esed’in taziyesi, taziye sırasında yaşananlar, Kral Abdullah bin Abdulaziz ile Beşşar Esed arasında gerçekleşen ilk görüşme ve Kral Abdullah’ın Beşşar’ın yardıma ihtiyacı olmadığından emin olmak için Şam'da kalma süresini uzatmak zorunda kalması ile bitmişti. İkinci bölüm, Beşşar Esed’in ABD, İngiltere ve Fransa ile temaslarda bulunması amacıyla küresel bir atmosferin hazırlanması meselesi ile başlıyor.
Kral Abdullah, Şam'daki ikamet süresini uzattı
Beşşar Esed ile o sıra Veliaht Prens olan merhum Kral Abdullah bin Abdulaziz arasında gerçekleşen özel bir konuşmadan bahseden Prens Bender bin Sultan, Kral Abdullah’ın Suriye'ye ilişkin kaygısının, Şam'da daha fazla kalmasına neden olduğunu söyledi.
Prens Bender o anları şöyle anlatıyor:
“Kral bana olanları anlattıktan sonra kendilerine yöneldim ve uçağının havaalanına ulaşmasının öncesinde Beşşar ile aramızda yaşananları anlattım. Kral birdenbire Suriye'de kalma süresini uzatmaya karar verdi ve Beşşar’a “Dinle, bu gece Krallığa dönmeye niyetlenmiştim. Fakat burada kalacağım. Onlara Beşşar Esed’in yanında olduğumuzu, birilerinin seninle birlikte onun kuyruğu ile oynamanı kabul etmediğimizi ve babanın bütün adamlarının senin yanında da durduklarını göstermek için Genelkurmay Başkanı Hikmet el-Şihabi, Mustafa Talas ve Devlet Başkan Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ı göndereceğim” dedi.”

  • "Suudi Arabistan, Kral Abdullah ve ben, Suriye'nin güçlü kalmasını ve rejiminin ayakta durmasını sağlayıncaya kadar “bu çocuk” için yapabileceğimiz her şeyi yaptık."

Prens Bender, Beşşar ile olan görüşmesini Kral Abdullah’ın ağzından şöyle anlatıyor:
“Amerikalıların bir heyet gönderip göndermediğini sordum. Bana “Evet, Madeleine Albright -Bill Clinton başkanlığı dönemindeki Dışişleri Bakanı- yarın geç saatlerde gelecek ve başsağlığı sonrasında ayrılacak” dedi. Kral, Beşşar’a Albright’in kalmasını istediklerini söyledi. Beşşar ise “Ama ayrılacaklarını söylediler…” diyerek cevap verdi. Kral, Albright’in Suriye’de kalması ve taziyeden sonra Beşşar ile görüşmesi için ABD Başkanı Bill Clinton’la temasa geçmemi istedi. Clinton bana bunun gerekli olup olmadığını sordu. Ona bunun gerekli olduğunu söyledim. Sonra bana, ona haber ver dedi. Ben ise “Sayın başkan siz haber verin” dedim.”
Beşşar Esed’e yönelik duyduğu hayal kırıklığını dile getiren Prens Bender, “Suudi Arabistan, Kral Abdullah ve ben, Suriye'nin güçlü kalmasını ve rejiminin ayakta durmasını sağlayıncaya kadar “bu çocuk” için yapabileceğimiz her şeyi yaptık” dedi.
Beşşar, Chirac ve Clinton ile tanışmak istiyor!
Beşşar’ın iktidarın dizginlerini eline almasının ve Suriye’de siyasi istikrarı sağlamasının ardından Kralın kendisinden Şam’a gidip Beşşar’la görüşmesini istediğini söyleyen Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şam’a gittim. Beşşar beni birtakım taleplerle karşıladı. Bana Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile görüşmek istediğini belirterek, nasıl davet alacağını bilmediğini söyledi ve benden Fransa ziyaretini tertip etmemi istedi. Ona nereye gitmek istediğini sordum? Paris ve Londra’ya gitmek istediğini söyledi. Ona kraldan izin almam gerektiğini söyledim ve Suudi Arabistan'a geri döndüm. Krala yaşananları anlattım. O sıra tesadüfen Krallıkta bulunan Lübnan Başbakanı Rafik Hariri ile temas kurdum. Hariri geldi. Hariri, Hafız hayattayken Beşşar Esed’e pek ehemmiyet vermez ve kendisinden talep ettiği şeyleri görmezden gelirdi. Bunu, Beşşar’a hakaret amacıyla değil, Hafız’a olan saygısından dolayı yapıyordu.”
Prens Bender, Beşşar’ın talepleri ve kişiliği hakkındaki sözlerini şöyle sürdürdü:
“Beşşar Esed'in kuzeni Rami Mahluf, o sıra Savunma Bakanı olan rahmetli Prens Sultan bin Abdulaziz’e benimle ve Prens Sultan’la görüşmek istediğine dair önemli bir mesaj gönderdi. Ona meselenin ne olduğunu sordum. Suudi Savunma Bakanlığında bir proje olduğunu, projede birkaç şirketle birlikte bir Fransız şirketinin de bulunduğunu ve ihaleyi onlara vereceklerine dair söz verdiklerini söyledi. Ona büyük bir sorunun yaşanacağını beklediğimi söyledim, o ise bana bunun kendileri için önemli bir konu olduğunu söyledi. Prens Sultan'a gitmemelerini tavsiye ettim ve konunun Prens'e söylemeye değmeyeceğini belirttim. Prens Sultan'ı evinde ziyaret ettim ve meseleyi anlattım. Kendisinden talep edilen şeyden dolayı şaşkınlığını gizlemeyen Prens Sultan, ofisinin müdürü Ali Halife’yi aradı ve kendisine projede bir Fransız şirketi olup olmadığını sordu. Ali Halife, projede bir Fransız şirketinin bulunduğunu söyledi. Bunun üzerine projeyle ilgili olarak kendisinden talep edilen arabuluculuktan dolayı öfkelenen Prens Sultan, şirketin isminin projeden silinmesi yönünde talimat verdi.”
Bu hikâyeden sonra Prens Bender, Hafız'ın ölümünden sonra gerçekleşen toplantıda Beşşar’ın kendisinden talep ettiği şeyler ve Kral Abdullah’ın kendisini görevlendirdiği hususlar ile ilgili sözlerine şöyle devam etti:
“Chirac ve İngiltere Başbakanı Tony Blair ile görüşme talebine geri dönersek; Kral, onlarla irtibata geçmemi ve Beşşar'la görüşmelerini önerdiğimizi söylememi istedi. Refik Hariri iki günlüğüne Beyrut'a dönmesi gerektiğini ve sonrasında döneceğini söyledi. Kral Abdullah ise ona, buna gerek olmadığını ve benim meseleyi devralacağımı söyledi. Beşşar, Paris’e gitti ve güzel bir şekilde karşılandı. Daha sonra İngiltere'ye geçti ve başbakan tarafından kabul edildi. Bu ziyaretlerin ardından değişmeye başladı ve aramıza soğukluk girdi.”
Beşşar’ın istediklerini elde ettikten sonra gerek şahsi olarak Prens Bender’le gerekse de genel anlamda Suudi Arabistan ile olan ilişkilerinde farklı bir tutum benimsediğini dile getiren Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kral Abdullah, Şam’a tekrar gitmemi ve Beşşar’a, Amerikan tarafının barış görüşmeleri ve Golan Tepeleri konusunu açmakta ısrar ettiğini söylememi istedi. Gittim, beni bir gün bekletmelerine şaşırdım. İkinci günün sabahında beni aradılar ve başkanın beni beklediğini söylediler. Gittim ve onu kapıda beklerken buldum. Beni memnuniyetle karşıladı ve Kral ve ailesinin durumunu sordu. Ona karar verip vermediklerini ve ne düşündüklerini sordum. Bana, görüşmelerin konusunu tam olarak beğenmediğini söyledi. Bende ona “iyi” dedim. Suudi Arabistan tarafından üzerinde bir baskı hissetmemesi hususunda dikkat ettim ve müsaadesini istedim. Kalmam için ısrar etti, fakat buna gerek olmadığını söyledim. Birdenbire bana nasıl ulaşabileceğini sordu. Ona cep telefonu taşımadığımı söyledim, fakat beraberimde bulunan memurun telefon numarasını kendisine verdim. Ona, doğrudan kendileri ile nasıl temasa geçebileceğimi sordum. Bana, Muhammed Süleyman adından çok güvendiği biri olduğunu söyledi. Tuğgeneral Muhammed Süleyman, nükleer reaktörler konusunda Kuzey Kore ile ilişkileri olan biriydi ve aynı zamanda Beşşar ile devlet organları arasında önemli bir role sahip kilit isimdi. Tartus’taki evinde misafirlerini ağırladığı sırada İsrail donanmasından bir keskin nişancı tarafından öldürüldü. Beşşar o sıra Tahran’da bulunuyordu. Suudi Arabistan'a geri döndüm ve krala olanları anlattım. Kral bana, “Ona yardım etmek istiyoruz” dedi.”

  • "Lübnan’a arabayla gittiğimiz sırada Prens Necef bin Abdulaziz kalp krizi geçirdi. Bu nedenle Kral, zirveden sonra Beyrut veya Şam'da fazla vakit geçiremedi. Fakat Beşşar’la şahsi olarak konuştu ve ona, “Dinle, Beşşar. Sen ve Refik Hariri birsiniz ve benim çocuklarım gibisiniz. Onun başına gelen her şeyden seni sorumlu tutuyorum” dedi."

Beşşar gün geçtikçe daha tuhaf davranmaya başladı. Artık İran’a ziyaretlerde bulunuyor ve Lübnan’da Suriye adına garip faaliyetler gerçekleştiriyordu. Ortada bir şeylerin döndüğünü hissettik. Fakat kral, bu ilişkiler ve hamlelerin ülkesine hizmet edip etmeyeceğini bileceğini söyledi.
Refik Hariri
Hariri’nin Beşşar Esed’in isteklerini görmezden geldiği ve babası Hafız Esed’in onayını şart koştuğu görünüyor. Refik Hariri’nin, Beşşar’ın davranışlarından rahatsız olmaya başladığını dile getiren Prens Bender, şu açıklamalarda bulundu:

“Hariri, milletvekili Velid Canbolat’ı, Nebih Berri’yi ve bazı Hristiyanları Emile Lahhud’un devlet başkanlığı süresinin uzatılmaması gerektiğine ikna etmeyi başardı. Lübnan İç Güvenlik Şefi Cemil es-Seyyid, Beşşar’ın talimatıyla Meclis Başkanı Nebih Berri'yi ziyaret etti. Ziyaretin bir tehdit olduğu görünüyordu. Cemil es-Seyyid ve Nebih Berri arasında gerçekleşen görüşmenin ardından tekrar oylama yapıldı ve Lahhud’un süresi uzatıldı. Hariri bu duruma öfkelendi ve istifa etti. Selim Huss başbakan olarak atandı. Bir süre sonra seçimler yapıldı. Refik Hariri, Hıristiyanlar, Dürziler ve Sünniler ile birlikte çalıştı ve seçimler onun lehine sonuçlandı. Olaylar biliniyor. Suriyeliler çılgına döndüler ve Lübnan'daki Suriye Askeri İstihbarat Şefi Gazi Kenan'ı geri çağırdılar. Gazi Kenan Suriye İçişleri Bakanı oldu. Onun yerine Rüstem Gazali tayin edildi. Refik Hariri ölüm tehdidi aldı ve Suudi Arabistan'a gelerek Kral Abdullah'a olanları anlattı.”
Görüşme sırasında başka bir konuya değinen Prens Bender, tekrar Hariri meselesine dönerek şunları söyledi;
“Arap Zirvesi 2002'de Beyrut'ta yapıldı. Kral Abdullah’ın uçağını hedef alacak bir terör eylemi gerçekleştirileceğine dair haber aldık. Güneydeki Hizbullah bölgesinin sınırları Refik Hariri Uluslararası Havalimanı'na kadar uzanıyordu. Kral Abdullah'a önce Şam'a gitmeyi ve oradan arabayla Beyrut'a geçmeyi teklif ettik. Refik Hariri ve Emile Lahhud Kral Abdullah’ı almak için Lübnan-Suriye sınırına geldiler. Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, zirve sırasında bir konuşma yapacaktı. Suriyeliler, Yaser Arafat'ın Beyrut'taki Arap zirvesine katılmasını engellediler ve televizyonda bir konuşma yapmaya hazırlanan Arafat’ın bunu gerçekleştirdiği takdirde Emil Lahhud’dan yayını kesmesini istediler. Lübnan’a arabayla gittiğimiz sırada Prens Necef bin Abdulaziz kalp krizi geçirdi. Bu nedenle Kral, zirveden sonra Beyrut veya Şam'da fazla vakit geçiremedi. Fakat Beşşar ile şahsi olarak konuştu ve ona, “Dinle, Beşşar. Sen ve Refik Hariri birsiniz ve benim çocuklarım gibisiniz. Onun başına gelen her şeyden seni sorumlu tutuyorum” dedi. Bir buçuk yıl sonra Refik Hariri istifa etti.”
Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Refik Hariri tatildeydi. Elinden yaralanmıştı. Rüstem Gazali kendisine gelip Beşşar Esed’in onu derhal görmek istediğini söyledi. Hariri pek çok kişiyle istişarelerde bulundu. Velid Canbolat ona gitmemesini söyledi. Nebih Berri ise ona, “Eğer gidersen ve başına bir şey gelirse sorumlusu onlardır” dedi. Hariri istifa etti ve Şam'a gitmeye karar verdi. Gitmeden önce, Esed’in söyledikleri hakkında yorum yapmamasını isteyen Abdulhalim Haddam’la görüştü. Haddam ona, Esed’le görüşmesi sonrası Beyrut'a geri döndükten sonra Krallığa gitmesini, çünkü şüphe uyandıran hareketlere ve görüşmelere tanık olduğunu söyledi. Haddam bununla, Beşşar ile güvenlik hizmetleri ve diğer çevreler arasında gerçekleşen görüşmeleri kastediyordu.”
Prens Bender bin Sultan daha önce bazıları tarafından Hariri ve Esed görüşmesine ilişkin yayınlananlara ek olarak bazı ayrıntıları dile getirerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Beşşar Esed ile görüşmeye giden Hariri, Dışişleri Bakanı Faruk Şara’yı ve Abdulhalim Haddam’ı göremedi. Fakat –daha sonra kafasına üç el ateş ederek intihar eden- Gazi Kenan oradaydı. İlk defa birinin intihar ettikten sonra silahı masanın üzerine koyduğuna tanık olduk. Hariri'nin ölümü üzerindeki perdeyi aralayabilecek her delil gizlendi. Esed ile Hariri arasında neler geçtiği biliniyor. Esed, Hariri’ye küfretmeye ve saldırmaya başladı. Ona, Lahhud’un kendisinden yapmasını istediği her şeyi yerine getirmesini söyleyen Esed, “Kral Abdullah, Suudi Arabistan ve Jacques Chirac ile olan ilişkinin seni koruyacağını mı düşünüyorsun? Vallahi Lübnan’ı senin ve Velid Canbolat’ın başına geçiririm” dedi. Ağır hakaretler ve saldırıların sonrasında oluşan kan basıncı nedeniyle Hariri’nin burnundan kan geldi. Haddam Hariri ile birlikte çıktı ve ona “Sana dememiş miydim?” dedi. Hariri ise ona istifa edeceğini, kimse ile konuşmayacağını fakat Lübnan’dan ayrılmayacağını söyledi. Hariri, Canbolat’ın yanına gitti ve ona olan biteni anlattı. Olaydan birkaç hafta sonra Hariri suikastı gerçekleşti. Kral Abdullah Beşşar'ı aradı ve çok sert konuştu. Beşşar olayla hiçbir ilişkisi olmadığına dair yemin etti. Kral ise ona, “Sizin müdahaleniz olmadan Lübnan'da hiçbir şeyin olamayacağını hepimiz biliyoruz” dedi ve aranan kimseleri kendisine teslim etmesini istedi.”
Olayın ardından uluslararası toplumda bir hareketlilik başladı. Ortada pek çok soru geziniyordu. Prens, Hariri’nin suikastından sonraki ilk günleri şöyle anlatıyor:
“Fransa Cumhurbaşkanı Chirac geldi, başsağlığı diledi ve Birleşmiş Milletler’i (BM) harekete geçirdi. İrlanda başkanlığında bir komite oluşturulması üzerine anlaşıldı. Komite Beyrut'a gitti, detayları gözden geçirdi, delilleri topladı ve uluslararası bir mahkemeye ihtiyaç olup olmadığını teyit etti. Sonuç ortaya çıktı ve komite, bir suç işlendiğini açıkladı. Lübnan mahkemeleri bu davayı takip edemedi. Çünkü çeşitli davalar hakkında hüküm verilmeden önce dört hâkim suikasta uğramıştı ve soruşturmalar 20 yıldır devam ediyordu. Uluslararası bir mahkemenin kurulması kararlaştırıldı.”
Hariri soruşturması ve Beşşar'ın Suudi Arabistan'ı aldatması
Hariri suikastına ilişkin detayları anlatmaya devam eden Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü;

“Kral Abdullah benden Beşşar Esed'e gitmemi istedi. Bu sanırım onu sondan bir önceki görüşümdü. Şam’a gittim ve ona uluslararası mahkeme ile işbirliği yapmasını söyledim. Bana, “Bender kardeşim, herhangi bir delil yok” dedi. Buna soruşturma ekibinin karar vereceğini ve Refik Hariri'nin son ziyareti ile kendisinin ona söylediklerini bildiğimizi söyledim. Esed bana, “Söylediklerin yanlış. Geldi ve istifa etmek istediğini söyledi. Bende ona, bunun kendisinin iradesine kalmış olduğunu söyledim” dedi. Ben ise ona söylediklerinin yanlış olduğunu ve ilk önce istifa ettiğini sonra kendisi ile görüştüğünü söyledim.”


Suudi Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Prens Bender bin Sultan, 2005’te Şam’da Beşşar Esed’i ziyareti sırasında Hariri suikastının sonuçlarından bahsederken (AFP)

“Beşşar ile görüşmemiz sırasında kendisine, Kral Abdullah'ın öfkesinden kaçınması yönünde tavsiyede bulundum. Ona uluslararası bir soruşturma komisyonunun kurulacağını, bu arada mahkemenin teşekkülüne de başlanacağını ve bunun biraz zaman alacağını söyledim. Ayrıca ona ilgili komisyonun Beyrut’a giderek soruşturmalara başlayacağını ve kendisinden birtakım isimler talep edildiği takdirde bunu kabul etmesini söyledim. Bana onların kim olduklarını sordu. Ona, kardeşi Mahir’in de aralarında bulunduğu bazı isimler söyledim. Dakikalarca sessiz kaldıktan sonra “Soruşturma nerede olacak?” dedi. Güvenliğin sağlanması dolayısıyla komitenin karargahında yapılacağını ve şüpheli ve tanıkların oraya götürüleceklerini söyledim. Beşşar, subaylarının soruşturulmak üzere Lübnan’a götürülmelerine izin vermeyeceğini söyledi. Ona her ne kadar komisyon üyelerinin Lübnanlılardan değil, BM’den seçildiğini söyledimse de beni dinlemedi ve reddetti. Ona, Şam’a gelmelerini teklif etmesini söyledim. Bunu kabul etti. Amerikalıları ve Fransızları bunun için ikna ettik. Şam’a gelen ekip, Beşşar Esed ekibi ile görüştü ve gizlice ifadelerini aldı.
Beşşar Esed tarafından aldatıldıklarını hisseden sadece Suudiler değildi. Bilakis soruşturma ekibi üyelerinden olan bir Alman, Şam'dan döndükten sonra ayrılmak zorunda olduklarını söyledi. Prens Bender bunun sebebi ile ilgili olarak şunları söyledi:
“BM genel merkezine gelen soruşturma ekibi, Beşşar Esed'in tercümanının soruları ve cevapları doğru çevirmediğini ve girmeden önce arandıklarını söyledi. Jacques Chirac, Kral Abdullah'ı aradı ve Beşşar’ın oynadığı oyunu anlattı. Şu anki Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın o sırada ABD’de olması ilginç bir tesadüftü. Avn, Beşşar ve Suriye’ye yaptırım uygulanması ve Suriye güçlerinin Lübnan’dan çekilmesini talep etmek için Kongre'de lobicilik yapıyordu.”
Beşşar yüzünden Paris ve Riyad arasında yaşanan utanç!
Son ziyarete gelince… Son ziyaret sırasında daha önce yaşanmayan şeyler yaşandı. Beşşar’ın devlet başkanlığı makamına gelmesinin öncesinde başlayan dostluktan sonra –ki bu dostluk onun devlet başkanı olduğu döneme kadar devam etti- Riyad ve Paris arasında Suriye rejiminin başkanının neden olduğu birtakım sorunlar yaşandı.
Prens Bender yaşanan sürece dair olan tanıklığını şu sözleriyle dile getiriyor:
“Suriye'ye geri döndüm ve Beşşar'a durumun ciddiyeti hakkında bilgi verdim. Ona ipin kısalmaya başladığını ve bir adım sonra yalnız kalacağından ve ona cevap verecek kimseyi bulamayacağından bahsettim. O zaman bana meseleyi düşündüğünü ve komitenin Mahir ve Asef dışındaki diğer subayları sorgulamalarını kabul ettiğini söyledi. İkinci olarak soruşturmanın Cenevre veya Viyana'da olmasını ve son olarak ise soruşturmadan sonra Suriye'ye geri dönüşlerinin güvence altına alınması gerektiğini söyledi. Sana bir şey diyeceğim dedim ve “Rahmetli babanın babam hakkında ne dediğini biliyor musun?” diye sordum. Sonra ona her ikisi arasında geçen şu hikayeyi anlattım: Prens Sultan bin Abdulaziz Savunma Bakanı olarak görev yaptığı sırada Hafız Esed’le konuşuyor ve ona şöyle diyor: “Kurban Bayramı’nı Tebükte geçirdim, yazı ise güneyde. Her iki ziyarette de silahlı kuvvetlere yakındım ve onları ziyaret ediyordum. Hafız, silahlı kuvvetleri periyodik olarak ziyaret etme fikrinden etkilendi ve bunu uygulayacağını söyledi.”
Prens Bender hikayeyi şöyle tamamladı:
“Bir süre sonra baban Hafız'ı ziyaret ettim. Bana Majesteleri Kral Fehd ve Majesteleri Veliaht Prens’in sağlığını ve sonrasında babamı sordu. Bana onun tatil günlerinde silahlı kuvvetleri ziyaret edip etmediğini sordu. Ona, “Evet, nereden bildiniz?” dedim. Şöyle cevap verdi: “Kendisi bana bunu söyledi. Bu bilgeliktir. Ona Hafız’ın tatil zamanları silahlı kuvvetleri ziyaret ettiğini söyle. Seni onlardan biriymiş gibi hissediyorlar.” Bunu anlattıktan sonra Beşşar’a dönerek, “Şimdi Beşşar kardeşim, subaylarınız aranıyor ve kardeşiniz ve kız kardeşinizin kocası dışındakilerin Viyana'ya gitmesini kabul edeceksiniz. Silahlı kuvvetlerde subay olsaydım, kardeşinizin ve kız kardeşinizin eşinin gitmesini men etmenizden sonra sadakat ve itaatten mahkum olmazdım” dedim. Bana bu konuyu düşünmediğini ve haklı olduğumu söyledi.”


Suudi Arabistan eski Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Prens Bender bin Sultan ve eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, 2006 yılında Paris'teki Elysee Sarayı'nda (Getty)

Jacques Chirac'ın şoku
Beşşar ile görüştükten sonra Prens Bender, Kral Abdullah'ın yapmasını istediği şeyi yaptı. Paris'e gidip Jacques Chirac'a onay vermesini istedi. Fakat Prens’in Paris’i ziyaretinden sonra bir şey oldu. Prens, uçağına bindikten ve Paris’e gittikten sonra Chirac'a, Esed’in ilgili kimseleri teslim etmeyi kabul ettiğini söyledi. Fransa Cumhurbaşkanı medya karşısına çıktı ve bu gelişmeyi açıkladı. Bu durum Beşşar’ın öfkelenmesine sebep oldu. Suriye Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Chirac'ın söylediklerinin bütünüyle reddedildiği ve kimsenin teslim edilmeyeceği belirtildi. Bu durum Fransızların ve Suudilerin utancına yol açtı.

  • "Öğle yemeğinden sonra Beşşar'a gittim ve ona bana şöyle söz verdiğini söyledim. “Doğru” dedi. Bende cevap olarak, “Chirac'ı bilgilendirdim ve bu durum onu sevindirdi. Dünyayı sakinleşmeye çağırmaya başladı ve aniden sizden hiçbir anlaşmaya varılmadığına dair bir açıklama geldi” dedim. Onun cevabı, bunun bir yanlış anlaşılma olduğu ve konuyu ciddiye almadığı yönünde oldu."

Elysee'den arandığını ve Chirac'ın kendisiyle konuşmak istediğini söyleyen Bender bin Sultan Esed’in kendisine yaşattığı utancı şu sözleriyle anlatıyor:
“‘Sayın Cumhurbaşkanı, size olanları anlattım. Dışişleri Bakanı veya Beşşar'ın ben ayrıldıktan sonra söyledikleri hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Kralla konuşmama ve onu haberdar etmeme müsaade edin, sonrasını düşünürüz’ dedim. Kendimi tuzağa düşürülmüş ve aldatılmış olarak hissetmeye başladım. Kralı aradım ve olan biteni anlattım. “Evet, şimdi haberleri aldım. Bu hala oyun çağındaki bir çocuk” dedi. Bana nerde olduğumu sordu. Bende ona kendilerine doğru yola çıktığımı söyledim. Derhal Şam’a gitmemi ve Beşşar Esed’e çözüme karar verdiklerine dair televizyonda bir bildiri yayınlamasını söylememi istedi. Aksi halde Şam’daki yabancı basına bir açıklama yapacaktım. Açıklamamda, Suudi Arabistan'ın meselenin üzerinden elini çektiğini ve konuyla hiçbir ilişkisi olmadığını söyleyecektim.
“Şam'a geldim ve Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim beni havaalanında karşıladı. Şoförün kendisini duymasını istemeyerek kulağıma bir şeyler fısıldadı. Bana başlarının dertte olduğunu söyledi. Ona başlarının belaya girmediğini, zaten belanın tam ortasında olduklarını söyledim. Muallim bana önce öğle yemeğine gideceğimizi söyledi. Bende ona öğle yemeği için zamanım olmadığını, Beşşar’la görüşüp Krallığa geri döneceğimi söyledim. Sonra ısrar etti ve ona nerede yiyeceğimizi sordum. Şam dışında güzel bir restoran olduğunu söyledi ve ben de kabul ettim. Oldukça büyük bir restorana gittik. Restoran sahibi bizi güzel bir şekilde karşıladı ve bizi masaya götürdü. Fakat yöneldiğimiz masada bir kayıt cihazı bulunduğundan şüphelenen Muallim’in bana bir işarette bulunması üzerine başka bir masaya geçtik.”
Prens Bender öğle yemeğinin ardından Muallime, Faruk Şara’yı ve Abdülhalim Haddam’ı sordu. Dışişleri Bakanı Muallim onların burada olmadığını söyledi.
Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Öğle yemeğinden sonra Beşşar'a gittim ve ona bana şöyle söz verdiğini söyledim. “Doğru” dedi. Bende cevap olarak, “Chirac'ı bilgilendirdim ve bu durum onu sevindirdi. Dünyayı sakinleşmeye çağırmaya başladı ve aniden sizden hiçbir anlaşmaya varılmadığına dair bir açıklama geldi” dedim. Onun cevabı, bunun bir yanlış anlaşılma olduğu ve konuyu ciddiye almadığı yönünde oldu. Ona benim ve kralın bu meseleyi ciddiye aldığımızı söyledim. Ona, “Şimdi hala aynı fikirdeyseniz, Suriye basınını, Suriye televizyonunu veya herhangi bir muhabiri havaalanına getirmek ve Velid Muallim ile birlikte bir açıklama yapmak istiyorum” dedi. Bana bunun gerekli olup olmadığını sordu. Bende “Evet, gerekli” dedim. “Bana hizmet etmez misin?” diye sordu. Kendisine yorulduğumuzu ve hizmet ettiğimizi söyledim. Bana, “Açıklamanızda bunun, Suriye ve halkının çıkarları için akıllıca bir karar olduğunu söylemenizi istemiyorum” dedi. Ben de, benim için fark etmeyeceğini söyledim. Havaalanına gittik ve Velid ile aynı açıklamalarda bulunduk.”
Kral Abdullah Beşşar'ı karşılamayı reddetti
Yaşananların ardından Suudi Arabistan'ın Beşşar'a karşı olumsuz bir tavır takındığını belirten Prens Bender, Refik Hariri suikastından ve çelişkili açıklamaların ardından Beşşar’ın Suudi Arabistan'ı ziyaret etmek istediğini, ancak Kral Abdullah'ın kabul etmediğini söyledi. Sonrasında Esed’in ziyaret için arabuluculuk talebinde bulunduğunu ve Kral Abdullah'ın kabul ettiğini belirtti.


Suudi Kralı Abdullah bin Abdülaziz, 2005 yılında Riyad’da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’i kabul etti (SANA)

Prens Bender Beşşar’ın ziyaretine ilişkin ayrıntıları şöyle anlatıyor:
“Esed, Suudi Arabistan'a ulaştı ve Kral Abdullah'la bir araya geldi. Bir müddet yalnız oturdular. Sonra Kral dışarı çıktı ve bize şunları söyledi: “Beşşar’la birlikte Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin Şam’ı ziyaret etmesi ve Beşşar’ın onu resmi bir resepsiyon ile karşılaması konusunda anlaştık. Hariri cumhurbaşkanlığı sarayında misafir edilecek ve aldığı herhangi bir karara itiraz edilmeyecek. Artık hepiniz tanıksınız. Öyle mi Beşşar?” Bunun üzerine Beşşar Suriye lehçesinde: “Evet Kral hazretleri” dedi. Bunu üzerine Kral, bunun Refik’in öldürülmesiyle ilgili devam eden soruşturmaların tamamlanmasını engellemeyeceğini söyledi. Beşşar da “Kesinlikle” dedi.
Prens Bender'in anlattığına göre, Suudi Arabistan, Saad Hariri’den Beşşar’ı ziyaret etmesini istedi. Suudi Arabistan’ın Saad’ı ikna ettiğini, kendisinin Lübnan devletini başka bir ufka taşıyabileceğini ve gücünü yeni bir siyasi sayfa açarak gösterebileceğini söylediğini dile getiren Prens Bender, Hariri’nin bunu kabul ederek Şam’a gittiğini, orada Esed tarafından karşılandığını ve cumhurbaşkanlığı sarayında misafir edildiğini söyledi. Ancak yaklaşık bir ay sonra Beşşar, bütün vaatlerini reddetti, Refik Hariri suikastıyla ilgili soruşturmaların Şam tarafından tanınmayacağını ve Suriye'nin bağımsız bir devlet olduğunu açıkladı. Ayrıca bunun bir baskı propagandası olduğunu belirterek, doğru olmadığını söyledi.


Lübnan Başbakanı Saad Hariri, 2009’da Suriye’ye yaptığı ziyaret sırasında Beşşar Esed ile el sıkışırken (AFP)

Beşşar Esed bu yaşananların ardından Suudi Arabistanı ziyaret etmeyi ve Kral Abdullah ile görüşmeyi bir kez daha istedi. Fakat Kral bunu reddetti. Esed, bu konuda ısrarcı oldu. Kral kardeşlerine ve danışmanlarına danıştı. O zamanlar Riyad Emiri olan Kral Salman, Kral Abdullah’a konuyla ilgili düşünmeye gerek olmadığını, Esed’in ziyarette neden ısrar ettiğini öğrenmek için Prens Bender’i Şam’a gönderebileceğini söyledi. Bender ise Kral’a “Hayır hayır Allah size uzun ömürler versin” dedi. Bunun üzerine Kral Abdullah, Esed’in Riyad davet edilmesi emrini vererek, “Esed’e söylemek istediğim şeyler var” ifadelerini kullandı.
Beşşar’ın Suudi Arabistan’a son ziyareti
Prens Bender, Beşşar Esed’in Kral Abdullah’ın çağrısıyla Suudi Arabistan’a yaptığı son ziyareti şöyle anlatıyor:

“Esed, Suudi Arabistan'a yaptığı son ziyaretinde Faruk Şara ile birlikteydi. Sorun Lübnan, Refik Hariri'nin öldürülmesi ve subayların BM’ye teslim edilmesiydi. Beşşar, Kral Abdullah’a, “Majesteleri, gerçek şu ki, ayıplamıyorum ama Lübnanlılar gerçekten kötüler. Gazeteciler bana kızgın olduğunuzu ve bazı zamanlar benim hakkımda “iyi değil” dediğinizi yazıyorlar” dedi. Beşşar’ın bu ifadeleri üzerine Prens Sultan bin Abdulaziz gülümsedi, Prens Nayef herhangi bir tepki vermedi ve hepimiz Kralın ne cevap vereceğini merakla beklemeye başladık. Kral Abdullah ona şöyle dedi: “Beşşar, senin amcanı çok önceden tanıyorum. Sonrasında babanı tanıdım. Onun hakkında doğru sözlü olduğu dışında söyleyebileceğim bir şey yok. Yalan söylemezdi. Fakat sen yalancısın, yalancısın, yalancısın… Bender’e ve bana yalan söyledin. Her şeyi affedebilirim ama bana yalan söyleyenleri asla!” Beşşar, Kralın tepkisine ve verdiği cevaba şaşırdı ve “Fakat majesteleri, ben Suriye Arap Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanı’yım. Ben Suriye Arap Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanı’yım” dedi. Bunun üzerine Kral, “Suriye Devlet Başkanı olman hiçbir şeyi değiştirmez. Sen yalancısın ve ekleyecek başka bir şeyim yok” dedi ve çıktı.”


Suudi Kralı Abdullah bin Abdulaziz, 2009 yılında Riyad’da Suriye Devlet Başkanı Esed ile birlikte (AFP ve Getty)

Prens Bender sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kral çıktıktan sonra Beşşar’ın cevap vereceğini ve kendisine söylenenlere razı olmayacağını düşündük. Fakat herkes Beşşar’ın yüzündeki endişeli halden dolayı şaşkındı. Kralın kendisine üç kez arka arkaya yalancı demesinin ardından yaşadığı tedirginlikten dolayı ellerini masanın altına koydu.”
Bender bin Sultan, Beşşar Esed’in Bender bin Sultan ismine olan aşırı duyarlılığının sebebi hakkında şunları söyleyerek sözlerini sonlandırdı:
“Beşşar’ı bir şey olmadan önce de tanıyordum. Bir şey olduğunu düşünmeye başlamasından sonrada. Üçüncü olarak, gerçeği bütünüyle Kral Abdullah’a anlatmadığımı düşünüyordu. Önemli olan Beşar'ın gerçeği bildiği ve o gerçeği benim bildiğimi de bildiğidir.”
Suudi Arabistan Suriye'yi tahrip etmekle suçlanıyor
Arap ve Batı ülkeleri, Suudi Arabistan’ı Dera’da ilk gösterilerin başlamasından bu yana çeşitli grupları desteklemesiyle meydana gelen tahribin sorumlusu olmakla itham ediyor. Ayrıca Prens bin Bender, DEAŞ’da dahil olmak üzere terör örgütlerinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmakla suçlanıyor. Prens Bender röportajın sonraki kısımlarında bu konu hakkında açıklamalarda bulunacak.
Prens Bender, Veliaht Prens Abdullah bin Abdulaziz’in 1998 yılında doğu ile batı arasında küresel bir tura çıktığını ve ABD’ye gerçekleştirdiği resmi ziyaretin ardından o yılın yazının sonunda Hawaii’de durduğunu söyledi. Kral Abdullah o sıra, Kral Fehd tarafından devlet işleri sorumluluğu ile görevlendirilmişti. 1998 yılında yaşanan Türkiye ve Suriye krizi biliniyor. Kral benden, Washington’a, Suriye sınırındaki Türkiye arbedesini durdurması için acil müdahale talebini iletmemi istedi. Mesajda, gerçekleştirilecek herhangi bir saldırıda Suudi Arabistan’ın Şam’ın yanında yer alacağı yer alıyordu. Bu düşünce, Kuveyt’in kurtarılması için gerçekleştirilen savaşta yaklaşık 30 bin askerini gönderen cesur Suriye Arap ordusunun korunmasına dayanıyor. Kral Abdullah bana o zaman söz konusu mesajın nasıl daha güçlü ve nasıl ciddiye alınabileceğini sordu? Ona çözümün Suudi Arabistan'ın kuzeyinde bulunan Tebük’e mühimmat yüklü iki F-15 göndermek olduğunu söyledim. Neden mühimmat? Bunun sebebi, Amerika’dan Suriye sınırındaki Türk yığınına müdahale etmesi için talepte bulunmamızdı. Bu nedenle uçakları havalandırmak ciddi bir mesaj olarak kabul edilir, mühimmat ise mesajın ciddiyetini arttırır. Washington gerçekten de üst düzey bir elçisini Ankara’ya gönderdi. Onun ABD Genelkurmay Başkanı olduğunu hatırlıyorum. Sorunun çözülmesi üzerine çalışıldı ve Türkiye gerçekten de mekanizmalarını geri çekti. Bu nedenle, Krallık hiçbir devleti yıkmayı ya da yıkılmasına katkıda bulunmayı aklından geçirmemiştir. Bilakis Suriye ordusunu ve halkını korumaya çalıştı. Bundan dolayı Suudi Arabistan, Washington’dan Suriye sınırındaki Türkiye arbedesini durdurması için acil müdahale etmesi talebinde bulundu.
Putin ve Suriye'ye müdahale
Prens Bender, birden kasıtlı olarak yaptığı bir şeyden bahsetmeye başladı. Diğer devletlerden yetkililer veya elçilerden oluşan bir toplantı sırasında birtakım şahıslar ve durumlar hakkında konuştuğunu anlattı. Bu konuşmanın ardından Prens Bender’in istihbarat başkanı olduğu 2012 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında geçen bir hikayeyi anlattı.
“Putin'le görüştüğüm sırada bana, Suudi Arabistan'ın neden Beşşar Esed’le ilgilendiğini sordu. Ben de, kendisine aslında onu önemsemediğimizi söyledim. Bilakis onların Beşşar’ı önemsemelerinden endişe duyduğumuzu belirttim. Putin güldü ve “Şimdi önemsediğime ikna oldunuz mu?” diye sordu. Ben de “Evet, bundan korkuyorlar” dedim. Putin sonrasında bana, “Sergey Lavrov ile bir araya geleceksiniz. Birtakım önerilerimiz olacak. Sanırım 4 tane öneri olacak. Fakat siz Suudiler şimdi bedel ödüyorsunuz. Yani, Beşşar’ın rolünü şişirmenin bedelini ödüyorsunuz. Onunla Paris’e gittiniz. Chirac’ı ve sonra da Londra’yı ziyaret etmesini tertip ettiniz. Moskova'yı ziyaret etmesi için defalarca davet ettiğimi fakat gelmediğini biliyor muydunuz? Fakat ben olduğum yerde duruyorum. Kendi ayakları ile bize geleceği gün gelecek” dedi.

  • Burada, Lavrov'un akıcı İngilizce bildiği ancak iş toplantılarında veya resmi toplantılarda Rusça konuştuğu konusunda bazı ek bilgiler var.

Sergey Lavrov geldi ve gerçekten de Prens Bender’e 4 öneride bulundu:
1- Rusya'nın konumu ve Suriye krizi ile ilgili talepleri ki bu, Beşşar Esed’in devrilmesinin kabul edilmesidir.
2- Onu ve ailesini kimlerin alabileceğinin belirlenmesi. Bizim önerimiz, Cezayir’in onları karşılaması yönünde
3- Uluslararası mahkeme tarafından kendisine dokunulamaması.
4- İkametindeki masraflardan kimin sorumlu olacağının belirlenmesi.
Suriye'deki krize ilişkin Rus önerileri ve Beşşar'ın devrilmesine onay verilmesi
Prens Bender bin Sultan, söz konusu 4 önerinin ardından yaşananları anlatmadan önce 1990 yılında gerçekleşen Körfez Savaşı sırasında -o sıra Sovyetler Birliği'nin Birleşmiş Milletler (BM) Büyükelçisi olan- Lavrov’la arasında geçen bir olayı anlattı.
Prens Bender olayı şöyle anlatıyor:
“Ben Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov ile gerçekleştirdiğim görüşmeden yeni gelmiştim ve Rusya'nın Kuveyt’i kurtarmak için askeri müdahalede bulunma kararı aleyhinde oy vermeyeceği hususunda anlaşmıştık. Lavrov bana veto kullanacaklarını söyledi. Bunu yapamayacaklarını söyledim. O da bana süper bir güçle konuştuğumu ve ayağımı denk almamı söyledi. Ona ülkesinin değil kendisinin süper bir güç olmadığını ve veto için oy kullanmayacağını söylediğimi belirttim. Aradan geçen yarım saatin ardından televizyonda Güvenlik Konseyi’ni izledim. Rusya çekimser kaldı, veto vermedi. Bu hikaye Lavrov ile Bender’in çok eskilere dayanan ilişkilerini, farklılıklarını ve uzlaşılarını anlatıyor. Bender, söz arasında Lavrov'un akıcı İngilizce bildiğini ancak iş toplantılarında veya resmi toplantılarda Rusça konuştuğunu söyledi.
Prens, söz konusu 4 öneri ile ilgili açıklamalarına geri döndü ve sözlerini şöyle sürdürdü;
“Lavrov’a Esed’in devrilmesi hususunda kendileri ile aynı fikirde olduğumuzu söyledim. İkinci önerinin bizimle herhangi bir ilgili olmadığını ve Cezayir'e ev sahipliği yapması için teklifte bulunamayacağımızı söyledim. Üçüncü önerinin de BM’yi ilgilendirdiğini ve bizimle ilgili olmadığını söyledim. Dördüncü öneriyi ise olduğu gibi tekrarlayarak, “Cezayir, örneğin teklifinizi kabul ederse ikamet masraflarını kim ödeyecek?” dedim. Lavrov, masrafları kimin ödeyeceği ile ilgili sözüme cevap olarak, “Siz!” dedi. Ben de ona, “Bir numaralı önerinizin çözülmüş olması sizi mutlu etmedi mi? Bu fırsatı kaçırmayın. İlk önerinizi kabul ediyorum. İkinci öneriye gelirsek, misafir edecek olan ülkeye beraber gider konuşuruz” dedim. Üçüncü öneri ile ilgili sözümü tamamlamama izin vermeyen Lavrov, “Mahkemeye çıkarılmasını umursamıyoruz. Ama hemen değil” diyerek araya girdi. Dördüncü öneri ile ilgili olarak ikimizin birlikte Beşşar’ı barındıracak ülkeye giderek Cezayirlilere bunu teklif edeceğimizi söyledi.”
Prens Bender, Suriye'deki Rus müdahalesinin başlangıcı hakkında ve ABD eski Başkanı Barack Obama’nın Beşşar Esed'in aşırılıklarına -ki halkına karşı kimyasal kullanmaya devam ediyordu- son verilmesi karşısında nasıl gevşek davrandığı hususunda konuşmaya başlamadan önce, “Bu olaylar Saddam Hüseyin’in Kürtlere karşı işlediği cürümleri hatırlatıyor. Washington’da büyükelçiyken pişman olduğum bir şey varsa, o da Arap dünyasının bu suçla ilgili hiçbir şey yapmaması ve Saddam'ın Kürt kardeşlerimize karşı aşırılıklarını durdurmamasıdır” ifadelerini kullandı.
Üçüncü bölümde:
- ABD eski Başkanı Barack Obama ve Kral Abdullah arasında Suriye kriziyle ilgili gerçekleştirilen 4 konuşma
- Sudan eski Devlet Başkanı Cafer Numeyri ve Suudi F-5 uçaklarının satın alınmasının hikayesi
- ABD eski Başkanı Jimmy Carter'ın danışmanları Filistinlilerin 242 ve 338 sayılı kararları tanımayı reddetmelerini nasıl kutladılar?
- Clinton döneminde ABD Dışişleri Bakanı olan Madeleine Albright’ın Kral Abdullah’ı New York'taki Waldorf Astoria Hotel’de karşılaması ve masaya yatırılan haritalar, öneriler ve barış girişimleri
- Bender bin Sultan, neden eski Filistin lideri Yaser Arafat’ın eski ABD Başkanı Bill Clinton tarafından sunulan çözüm önerilerini ve barış girişimini reddetmesinin, Filistin davasına ve Filistinlilere karşı işlenmiş bir suç olduğunu söyledi?
- Hafız Esed’in Yaser Arafat'ı Suriye’den önce barış yapmaması hususunda uyarması ve tehdit etmesi
Prens Bender bin Sultan: İran-Irak savaşında gizlice arabuluculuk yaptık



Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
TT

Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi, Al Majalla’ya verdiği röportajın ikinci bölümünde Sudan’la ilgili uluslararası ve bölgesel bir tartışmanın olduğunu belirtti. Minawi, “Sudan’ı ya bölmek istiyorlar ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar” diyerek dışarıdan ülkeyi bölmeye yönelik bir plan yapıldığı uyarısında bulundu.

Röpottajın iilk bölümünde 15 Nisan’da Hartum'da tanık olduklarını anlatan Darfur Bölgesi Valisi Minawi, Muhammed Hamdan Dagalu komutasındaki HDK'nın başlangıçta yaklaşık 25 bin kişiden oluştuğunu ancak savaş başlamadan önce Hartum’a 120 bin HDK üyesinin getirildiğini belirterek, “Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkent Hartum’a) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi” şeklinde konuştu.

HDK’nın Darfur bölgesindeki 5 eyaleti askeri olarak kontrol ettiğini, ancak tam kontrole sahip olmadığını söyleyen Minawi, HDK’nın yanında Rus paralı asker grubu Wagner’in de rolü olduğuna dikkati çekerek “HDK üyelerinin yüzde 50’sinden fazlası yabancı uyruklu ve operasyon odalarında Sudanlı olmayan yabancı subaylar oturuyor” ifadelerini kullandı.

Rusya’nın Port Sudan’da askeri bir üs kurma anlaşmasının ‘öldüğünü’ belirten Minawi, ancak Sudan Ordusu ile Tahran arasında, askeri ortaklık karşılığında İran’ın ürettiği silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) satın alımının da olduğu bir mutabakata varılabileceğini göz ardı etmedi.

İşte Darfur Bölgesi Valisi ve Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ile Zoom uygulaması üzerinden yaptığımız röportajın ikinci bölümü:

*Sudan’daki savaşın, iki general (Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Dagalu) arasındaki bir savaş olduğunu, Darfur’daki savaşın bir uzantısı olarak patlak verdiğini ve dolayısıyla Darfur’daki savaşın bitmediğini, mevcut savaş başlayınca Darfur'daki savaşın bir uzantısı olarak oldubittiye getirildiğini söyleyenler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu doğru. Bu savaş, Darfur’daki savaşın, 1955 yılında Torit şehrinde patlak veren savaşın, Güney Sudan’daki savaşın, Nuba Dağları’ndaki savaşın, Mavi Nil’de yaşanan savaşın ve tüm birikmiş meselelerin bir uzantısıdır. Bunu neden söylediğime gelince öncelikle HDK'nın yapısı kabile temellidir. Kurulduğu dönemde Darfur'da çıkan olaylar adına oluşturuldu. Ben de başlarda bu oluşum içinde yer aldım. HDK, dönemin Cumhurbaşkanı Ömer Hasan el-Beşir'i, bazı generalleri ve yardımcılarıyla birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) önüne çıkarana kadar birtakım eylemler gerçekleştirdi.

Darfur'da bir soykırımın yaşandığı, 2003 yılında başlayan etnik temizliğin 2006 ve 2007 yıllarına kadar devam ettiği herkesçe biliniyor. Darfur’daki çatışmanın tüm dünyayı, bölgenin kontrolünü Afrika Birliği (AfB) tarafından gönderilen AMIS (African Union Mission in Sudan) adlı barışı koruma gücüne devredecek kadar ikilem içerisine soktuğu biliniyor. Durumun kötüleşmesi üzerine AfB Barışı Koruma Gücü’nün (AMIS) misyonu Birleşmiş Milletler (BM) tarafından oluşturulan bir görev gücüne devredildi. BM ve AfB’nin ortak görev gücüne o dönemde dünyanın en büyük misyonu olan ‘UNAMID’ (BM-AfB Darfur Misyonu) adı verildi.

FOTO: Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)
 Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)

Tüm bunlar olurken, merkez ile kenarlar arasındaki gerginlik, merkez beni çağırıncaya kadar zaman zaman şekil değiştirdi. O sıra iktidarda siyasal İslamcı Ulusal Kongre Partisi hükümeti vardı. HDK, demokratik dönemde Sadık el-Mehdi hükümeti ve şu ​​an Milli Ümmet Partisi’nin lideri olan general tarafından kurulmuş bir kabile ordusu olmasına rağmen ondan yardım istediler.

HDK, devletin kendisine sağladığı imkanlar sayesinde orduyu destekleyen bir yapıdan paralel bir orduya dönüştü.

*HDK, bahsettiğim gibi Darfur’daki daha önceki savaşta önemli bir rol üstlenmişti. Bu savaş yeniden başlamış gibi görünüyor. İhlallerden, sahadaki ve insani durumdan bahsediliyor. Şu an Darfur'daki askeri durumla ilgili nasıl bir harita çizersiniz?

HDK 2003-2004 döneminde bu saydıklarınızı içeren bir kültür üzerine kuruldu. Tıpkı ‘her kap içindekini dışına sızdırır’ deyiminde ifade edildiği gibi. HDK, son dakikaya yani hedef aldığı düşmanın kafasına sıkacağı son kurşuna kadar uygulanmak üzere manifesto geliştiren bir yapıdır. Dolayısıyla HDK’nın sahip olduğu bu kültür, karşınıza çıkan ne varsa mutlaka ele geçirilmesi gerektiğini salık verir. Karşısına çıkan tüm kadınlara tecavüz etmesi gerekiyor, çünkü o dönemde bu gücü oluşturan istihbarat üyelerinin bu güçleri oluşturmadaki gerçek niyeti bu tür ihlallere yol açmaktı. ‘Her kap içindekini dışına sızdırır’ derken kast ettiğim o kabın içindeki işte bu. Dolayısıyla bir şekilde iktidarı ele geçirmeye karar verdiklerinde, komşu ülkelerden çok sayıda paralı asker, savaş tutkunu, para düşkünü ve kaos müptelası, hiç eğitim almamış, vicdanı olmayan, çölden gelmiş, insanlık nedir bilmeyen kim varsa getirdiler. Hepsi Sudan sahasında, savaş alanında toplandı. Herkes bunun bir parçası oldu. Tecavüz olsun, yağma olsun, insanlara baskı olsun, başka şeyler olsun istediklerini yapıyorlar. Tam özgürlüğe sahipler. Hartum'da evlere el koydular. Sudan dışından gelenler ne Sudan halkını ne de Sudan ruhunu umursuyorlar. Çünkü ele geçirmek için geldiler. Yaklaşım bu. Onlara verilen mesaj da bu. Dolayısıyla aldıkları mesajı yerine getiriyorlar.

HDK’nın operasyon odalarında yabancı uyruklu, Sudanlı olmayan subaylar oturuyor

*HDK askeri olarak Darfur’un kontrol ediyor mu?

Evet, Darfur’u askeri olarak kontrol ediyor. Darfur dört eyaletten oluşuyordu. Darfur’daki savaş sırasında Ulusal Kongre Partisi hükümeti bu sayıyı Batı Darfur, Orta Darfur, Güney Darfur, Doğu Darfur ve Kuzey Darfur eyaletleri olmak üzere beşe çıkardı. HDK dört eyaleti kontrol ediyor, ama yönetimi ele geçirmedi. Tam bir kaos yaşanıyor. Vatandaşlar da bu yüzden tüm bu eyaletlerden kaçıyorlar. Gerçekler bunlar.

*Wagner güçlerinin HDK’ya Darfur'daki operasyonlarında yardım ettiği konuşuluyor. Bununla ilgili bir bilginiz var mı?

Bu konuda yeterli ve kesin bir bilgiye sahip değilim. Fakat savaştan önce bile duyduklarım ve elde ettiğim bilgiler doğrultusunda bunu göz ardı etmiyorum. Ama bu savaşı destekleyenler ve bu savaşı çok yüksek bir oranda, yüzde 50’nin üstünde yönetenler Sudanlı değiller. HDK’nın operasyon odalarında Sudanlı değil, yabancı uyruklu subaylar oturuyor.

(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)
(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)

*Sudanlı olmayanlar da var dediniz. Wagner’den olanların ve olmayanların olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

Evet, Wagner’den olanlar ve Wagner’den olmayanlar var.

*Wagner’den olmayanlar, yani Afrikalılar. Bildiğiniz gibi Çad'da darbe girişimi yaşandı. Kabilelerin Darfur bölgesine müdahalesi nedeniyle Darfur'daki savaşın Çad ve Orta Afrika'da yansımaları olduğunu düşünenler var. Bununla ilgili yorumunuz nedir?

Ben herhangi bir ülkenin adını vermedim ve daha fazla ileriye gitmek de istemiyorum. Ama Çad’a ile ilgili ne kastettiniz. Orada darbe girişimi mi oldu yoksa başka bir şey mi oldu bilmiyorum. Fakat güvenlik durumu ve kriz haline gelip çözülmesi gereken siyasi gerginliklerin yaşandığını biliyoruz. Ama bahsettiğim rol, Sudan'ın savaşın yönetilmesinde oynadığı rol. Burada Çad devletini kastetmiyorum.

Altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürülmesi korkunç bir durum.

*Wagner meselesine dönecek olursak, basında Wagner'in HDK'yı desteklediğine dair birçok haber yer alıyor. Altın kaçakçılığına karıştığı konuşuluyor. Sizce bu haberler doğru mu? Bununla ilgili herhangi bir bilginiz var mı?

Biz bu tür haberleri ve bilgileri, hassas istihbarat bilgilerine sahip, modern istihbarat eğitimi almış, tecrübesi ve kabiliyeti yüksek, bu tür gelişmeleri takip edebilecek uyduları olan kişilerden alıyoruz. Elimde, basında çıkan haberleri teyit edecek bir bilgi yok ama altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürüldüğü açık. Bu çok korkunç. Sudan'da kaynaklar gibi birçok alanda da sömürü var. Dolayısıyla bu sömürü sayesinde şimdi bu savaşın büyük potansiyeli ortaya çıktı.

*Milislerden ve HDK'dan bahsetmişken, sizce Orgeneral Hamideti ile ne ölçüde temas halindeydiniz? Hamideti’nin HDK’yı tamamen kontrol ettiğini düşünüyor musunuz? HDK’ın kaç üyesi var?

Bu güçler bir ya da birkaç kabileden oluşuyor. Hatta bu güçlerin içindeki kabilelerin doğal olarak kardeş lidere ve komutan yardımcısına yakınlıklarına göre düzenlenmiş kategorileri var. Bu yüzden sayıları çok. Ancak bu güçlere liderlik edenler seçkin kesimlerden kişiler. Seçkinler ve elitler birdir, kabile de birdir. Kabile içinde bile ailelerin en üst düzeyden en alt düzeye kadar çeşitlilik gösterdiği biliniyor.

*Tam bir kontrol ve net bir yapı olduğunu düşünüyor musunuz?

Tabii ki hayır, oluşumu gereği kontrol tam olamaz. Hatta bunu bizzat Hamideti bile söyledi. Olan bitenlerin sebebinin ‘isyancılar’ olduğunu ifade etti. Hamideti onlara böyle diyor. Hamideti’nin yardımcısı Sayın Abdurrahim Hamdan Dagalo ile görüştüm. O da (Darfur’daki) el-Cenine’de yaşananların ‘isyancılardan’ yani kendi kontrolleri dışında olanlardan kaynaklandığını düşünüyordu. Belki savaşlardan çıkar sağlıyorlar ve operasyonlarından faydalanıyorlar ama askeri emirlere ve talimatlara uyanlardan değiller. Bu sebeple isyancıların olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte seçkinler gibi sistemin içinden gelen, ancak kişisel çıkar elde etme eğiliminde olanlar da var. Bunlar, HDK’nın düzenli ordu oluşturma yöntemiyle oluşturulmamasından ötürü varlar.

*HDK’nın üye sayısıyla ilgili bir tahmininiz var mı?

Sayılarını tam olarak bilmiyorum ama savaştan önce generallerden öğrendiğime göre Hartum’a dışarıdakiler hariç yaklaşık 120 bin HDK üyesi girdi. Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkente) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi.

Bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu.

*Yaklaşık 120 bin HDK'lının Hartum'a girdiği söylenebilir mi?

O dönemde böyle olduğu söyleniyordu. Bu, Hartum'daki sayıydı. Çünkü savaşa altı aydan az bir süre kala HDK sayısının 25-30 bin civarında olduğunu söylüyorlardı. Ancak savaşa birkaç gün kala Hartum’a 120 binden fazla HDK üyesinin getirildiğini söylediler. Bu, sayının çok fazla olduğu ve çok az dönemde dramatik bir şekilde katlandığı anlamına geliyor. Bu artışın arkasında bir kuşatma vardı ve bunun arkasında da bir hedef.

*Röportajın başında Özgürlük ve Değişim Güçleri’nin (ÖDG) rolünden bahsettiniz. Siz o dönemde de önemli bir isimdiniz, şimdi de öylesiniz. 25 Ekim 2021 günü Abdullah Hamduk hükümetine yapılan darbe hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hamduk hükümetine yapılan darbe üçüncü darbedir. Darbe diyebiliriz ama ben bunu darbe olarak görmüyorum. Çünkü iktidarı Beşir’in elinden alanlar Hamduk değil, Burhan ve Hamideti idi. Hamduk o dönem hükümetin üçüncü adamı olması için getirilmişti.

Orada bulunan görgü tanıklarından birinin aktardığına göre Hamduk 25 Ekim'den önce nüfuz sahibi biri değildi. Çünkü yönetim bizzat generallerin elindeydi. En nihayetinde Hamduk bir komutan değildi ve başbakanın yetkisi dahilinde olması gereken birçok konuda onlardan yardım istiyordu. Ancak Merkez Konseyi, ÖDG, ordu ve HDK arasında yapılan ittifak sonucu Hamduk hükümeti düştü. Bu bir darbeden ziyade bir ortaklığın sona ermesiydi. Çünkü bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu. Dolayısıyla ne devlet ne de hükümet vardı. Bu da kaosun başlangıcı oldu.

Kaos, Anayasal Bildirinin imzalanmasıyla başladı.

*Kaos ile neyi kastediyorsunuz?

Kaos, Anayasal Bildiri imzalandığında başladı. ÖDG’nin Merkez Konsey kanadı ve ÖDG'yi kanla kurduğumuz, silahlı hareketlerle inşa ettiğimiz için benim de içinde bulunduğum Demokratik Blok kanadı dahil olmak üzere diğer gruplar tarafından darbe yapıldığına inanıyorduk. Ancak (eski Cumhurbaşkan Ömer) el-Beşir rejiminin devrilmesinin ardından ordu ve HDK ile ÖDG'nin temel oluşumuna karşı çıkanlar arasında gizli bir ittifak yapıldı. Çok sayıda kişi HDK'ya katıldı. Aslında Sudan'ın lehine değil de kendi lehlerine hedefleri olan ülkelerden uluslararası yardım aldılar. Bu kusurlu oluşum 25 Ekim'e kadar böyle devam etti.

FOTO: Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)
Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)

*Darbenin Burhan ile Hamideti tarafından Hamduk’a karşı yapılmadığını söylüyorsunuz ama gerçekte ÖDG ve Merkez Konsey kanadı içinde Hamideti’ye karşı bir anlaşmazlık mı vardı?

Darbe, ÖDG içinde gerçekleşti. ÖDG'den bazı gençler tarafından yönetilen ve Hamideti ve Burhan'la ittifak kurmalarını sağlayan bu darbe, 18 Ağustos 2019'da Beşir rejiminin düşmesinin ardından ‘geçiş hükümeti’ ve diğer oluşumların kisvesi altında üstü kapalı olarak gerçekleşti. Darbe böyle başladı. Bundan önce Hamideti ve Burhan Beşir'e darbe yaptı. Durum böyle ilerledi. Askeri Konsey’deki kardeşlerimiz darbecilerin merkez noktalarını tasfiye etmek için orduyu kullanıyorlardı. Mesela bir gün darbeye kalkışabilecekleri zayıflatmak için Burhan’ı kullanıyorlardı, başka bir gün askeri operasyonla iktidara gelebilecek silahlı hareketleri zayıflatmak için Hamideti'yi. Dile getirdikleri gizemli amaç da buydu.

*Sizce en fazla suçlu olan ÖDG-Merkez Konseyi mi?

Kesinlikle. Çünkü ÖDG-Merkez Konseyi, 25 Ekim öncesi dönemde siyasi güçlerle ulaşıp orduya sızdılar.

Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Hamideti ve Hamduk arasındaki son anlaşma hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu (Tekaddüm) lideri Abdullah Hamduk siyasi rol, HDK Komutanı Hamideti ise askeri rol oynuyordu. Dolayısıyla onların aynı partinin ya da örgütün kanatları olduğuna inanıyorum. Bu da Sudan halkı açısından ‘gülünç’ bir durum. Bir diğer ‘gülünç’ olan konu ise bu tür senaryolar, skeçler ve oyunlarla bizi kandırdıklarını düşünmeleri.

*Sizce bu Sudan'da daha geniş kapsamlı bir çözümün başlangıcı mı, yoksa şu an var olan bölünmenin devamı mı?

Henüz ortaya yeni bir yapı çıkmış değil. Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Ordu Komutanı Orgeneral Burhan ile iletişim halinde olduğunuzu sanıyorum, doğru mu?

Ben herkesle iletişim halindeyim. Ancak Cuba Barış Anlaşması çerçevesinde oluşturulan hükümetteyim. Bu hükümetin başında da hâlâ Orgeneral Burhan bulunuyor.

Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkeler.

*Şu an Orgeneral Burhan’ın Port Sudan’da bulunduğu, ordunun güç merkezinin Port Sudan'da olduğu, Hamideti komutasındaki HDK’nın ise Hartum’da olduğu ve Darfur'da savaştığı bir durum söz konusu. Cevabını net olarak almak istediğim bir soru var. Sudan’ın bir gerçeklik bağlamında coğrafi olarak daha fazla bölünmeye doğru sürüklendiğini düşünüyor musunuz?

Bu savaşı ister orduda olsun ister HDK'da olsun, savaş saflarında yer alan Sudan vatandaşları ya da vatanseverler değil, devletler yürütüyor. Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkelerdir. Eğer Sudan'da başarılı olurlar ve Sudan’ı bölmeyi başarırlarsa bu felaket daha fazla yere yayılacak. HDK, Hartum'dan dönüp kasım ayı sonları aralık ayı başlarına kadar Darfur’daki operasyonlara odaklandığında, amaç Darfur'u ele geçirmek ve bir oldubittiye getirmekti. Bu oldubittinin amacı, bir zamanlar Sudan’ın komşusu olan ülkelerde yaşananları tekrarlamaktı.

Bu elbette bildiğimiz gerçeklere dayanıyor. Bunun arkasında HDK’nın olması şart değil. Daha ziyade söz konusu ülkelerin bir gündemi var. Bu gündemin uygulanması gerekiyor ve iç unsurları da var.

FOTO: Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)
 Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)

*Kim o ülkeler?

İsim vererek hiçbir ülkeyi rencide etmek istemiyorum.

*Sudan'ın bölünmesinin oldubittiye getirilmesinden mi yoksa Sudan'ın bölünmesinden mi endişeleniyorsunuz?

Sudan’ın bölmek ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar. Darfur'dan başlayıp HDK'nın Darfur’u ele geçirmesini ve ardından burayı insani yardım kisvesi altında kendisini dayatmasını istediler. Darfur'u ele geçirenlerin desteğiyle bu oldubittiye getirilecek. Hartum senaryosunun suya düşmesiyle bu senaryoya yöneldiler.

*Yani Sudan’ın bölünmesinden bahsediyoruz. Peki, ordu yalnızca Port Sudan’ı mı kontrol ediyor?

Ordu, Port Sudan'ı kontrol ediyor, Hartum'da, Darfur'da ve el-Faşir’de de ordu güçleri var. Yani ordu sadece Port Sudan’da değil, birçok bölgede güçleri var. Ancak örneğin, ülkeyi Port Sudan'dan yönetmeyi tercih ederse bu ordunun sadece Port Sudan’ı kontrol ettiği anlamına gelmez.

*Geçtiğimiz günlerde Burhan’ın Mısır’ı Hamideti’nin ise Libya’yı ziyaret ettiği söylendi. Bu ziyaretler oldu mu?

Hamideti’nin Libya’yı ziyaret ettiğine dair herhangi bir şey duymadım, ancak Burhan'ın Mısır ziyaret ettiğini biliyorum ve bu ziyareti takip ettim.

Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli.

*Peki, Burhan’ın Mısır ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sıradan bir ziyaretti. Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli. İki ülkenin liderlerinin karşılıklı ziyaretlerde bulunmasının çok doğal olduğunu düşünüyorum.

*Eski ABD Başkanı George W. Bush'la şahsi ve doğrudan bir ilişkiniz vardı...

Şimdiye kadar birçok ABD’li ile şahsi ilişkilerim oldu. Cumhuriyetçi Parti'deki birçok önemli isimle de şahsi ilişkilerim var.

*ABD, birkaç gün önce Sudan'a özel bir temsilci atadı. ABD’nin Sudan’la ilgili eğilimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeni özel temsilci atanmasını memnuniyetle karşıladık ama ABD’nin Sudan eğilimleri her zaman kurumsal eğilimler olarak kaldı. Kişisel ilişkilerden ziyade kurumlarının planlarına, kurumlarının ve ofislerinin yönlendirdiği yönlere ve yaklaşımlara bağlı olmaya devam etti. Bu konuda onlara yazdım ve Sudan'a yönelik politikalarını daha önceki özel temsilcilerin ve büyükelçilerin yönlendirmelerinden farklı bir şekilde ele almaları çağrısında bulundum. Çünkü Sudan çok büyük bir ülke. Kültürleri ve dinleri farklı milletlere ev sahipliği yapıyor. Burası uçsuz bucaksız bir ülke. Tüm bu milletler, Sudan'ın her karışını seviyor. Sudan'da iyi insanların yanında kötü insanların da olduğunu kabul etmezler. Dışarıdan gelen ve iyi biri olarak tanımlanan kişi Sudan’da sorun yaşayabilir. Bu yüzden onları Sudan'da istikrarın sağlanması ve Sudan halkının sevgisinin kazanılması için tüm sivil ve siyasi güçlerle temasa geçmeye çağırdım.

*Sanki siz de böyle olduğunu düşünmüyorsunuz?

Bilmiyorum. Çünkü atanan kişi henüz görevinde ilerleme kaydetmedi. Fakat son iki yıldır Sudan dosyasını bizi savaşa sürükleyecek şekilde yönetenlerle deneyimlerimiz oldu. Elbette onlarla birlikte başkaları da vardı. Onların değerlendirmeleri yanlış olabilir.

*Sudan'daki savaşta ABD’nin Sudan politikasının etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Belki de bu, ABD’nin Sudan politikası değil, Sudan dosyasını yöneten kişilerin politikasıdır. Çünkü ABD, kendileri için belki de Sudan'dan daha büyük olan başka sorunlarla, Ukrayna gibi başka ülkelerle, başka eksenlerle ilgileniyordu. ABD’nin yol açtığı insani felaketlerin yanında büyük sorunlar da vardı. Örneğin Ukrayna, ABD’liler için bir iç felaketti. Belki de dosyaları yöneten kişiler tahminlerinde hata yapmışlardı.

Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım.

*Bu belki de şu ya da bu şekilde, Sudan hükümeti ile Rusya arasında, Port Sudan’da askeri bir deniz üssü kurulmasına ilişkin anlaşmaya atıftır. Belki de ABD’nin bu anlaşmayı engellemekte çıkarı vardır. Bize bu anlaşmayla ilgili daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Bu anlaşma eski olmadığı gibi yeni de değil. Hatta bir anlaşma da değil, daha ziyade bir anlaşma taslağıydı ve henüz hayata geçirilmedi. Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım. Kimse bu konuyu gündeme getirmiyor.

*Ben Rusya’nın Port Sudan’a kurmak istediği askeri üsle ilgili anlaşmayı kastediyorum. Ordu ile Rusya arasında Port Sudan’da askeri üs kurulması konusunda sanırım bir taslak anlaşma vardı...

Şu an böyle bir anlaşma yok. Daha görüşülmedi bile. Ben bu anlaşmanın ölü doğmuş olabileceğine inananlardanım.

FOTO: Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)

*İran’ın, Kızıldeniz kıyısında bir deniz üssüne sahip olma karşılığında Sudan ordusunun envanterine SİHA sağlamayı teklif ettiğine dair haberleri okumuşsunuzdur. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tüm bunlar gerçek olmaktan ziyade basında dolaşan söylentiler. Sizin gibi ben de bu haberleri okudum, ancak şimdiye kadar bununla ilgili resmi bir hükümet kaynağından bilgi almadım. Ben de hükümetin içindeyim. Bu haberin doğru mu yanlış mı olduğunu herhangi bir zamanda herhangi bir kaynaktan tespit edebilirim. Ancak sorduğum insanlardan hiçbiri bana bunun doğruluğunu teyit edemedi. İran ya da başka ülkelerle iş birliği konusuna gelince, tüm bunlar ülkeler arası ilişkilere, özellikle Sudan gibi bir ülkenin değerlendirmesine, dış politikasına ve şu andaki mevcut durumuna bağlı. Ordu değil, devlet hisseder. Burada devlet ile orduyu birbirinden ayırmamız gerekiyor. Çünkü ordu devletin bir organıdır. Eğer devlet çevresinde bir kuşatma, kapatma, komplo olduğunu hissederse kuşatmayı kırabilecek herkesten yardım ister.

*Rusya, Port Sudan'da askeri üs kurmaya çalıştı, İran'ın da böyle bir girişimde bulunduğundan bahsediliyor. Aynı şekilde bölgedeki başka ülkeler için de aynı durum geçerli. Sudan konusunda bölgesel ve uluslararası bir rekabet olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu savaş, Sudan konusunda uluslararası ve bölgesel rekabetin bir özelliğidir.

Sudan halkının tanık oldukları hiç kolay değil.

*Bu savaşın yakın zamanda sona ereceğini düşünüyor musunuz? Sizce bu savaşı sonlandırmanın en iyi yolu hangisi?

Elbette bu savaş bir gün bitecek. Çünkü savaş Sudan’da, dünyada ve hiçbir yerde normal olmayıp aksine anormal bir durumdur ve belli koşullar altında bitebilir. Dolayısıyla bu savaşa yol açan koşulların artık savaşa son vermenin bir yolunu bulması gerekiyor. Savaş, Sudan siyasi ve sivil güçlerinin onayı, birbirini tanıması, ulusal diyalog ve tüm tarafların rızasıyla sona erecektir. Sudan halkı bu noktaya ve bu kanaate ulaşırsa savaş bir daha başlamamak üzere biter.

FOTO: Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)
 Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)

*Gerçekten bunun olacağını düşünüyor musunuz?

Kesinlikle. Çünkü Sudan halkının sadece 15 Nisan savaşıyla değil, 70 yıllık bağımsızlık tarihi boyunca tanık oldukları hiç kolay değil.

*Size özel bir soru: Neden biraz ağır bir Arapça konuşuyorsunuz?

Ben Arapça konuşmayan bir kabileden geliyorum. Kabilemin farklı bir dili var. On yaşımdayken okula girdim ve Arapçayı burada öğrendim. İlk kez Arapça bir kelime duyduğumda on yaşındaydım. Arapça dersleri gördüm. Bu yüzden Arapçada dilim ağır geliyor, çünkü ana dilim değil.

*Darfur bölgesinde öğretmendiniz. Sonra Sudan Kurtuluş Hareketi'ne mi katıldınız?

Evet, bu doğru.

*Bu özel soruları size geçmişinizle ilgili okuyucularımıza daha fazla bilgi aktarmak için sordum.

Çok memnun oldum, teşekkür ederim.

*Bu röportaj Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.