İran: Devrim'den bugüne 4 dönem

İran: Devrim'den bugüne 4 dönem
TT

İran: Devrim'den bugüne 4 dönem

İran: Devrim'den bugüne 4 dönem

Devrimin 40 yıllık ömrü; İran’da Velayet-i Fakih kurumuna yakın kişilerin hükümetin kontrolü dışında ve hiçbir sorgulamaya tabi tutulmayan askeri, ekonomik, siyasi kolları ile Velayeti Fakih kurumunun nüfuzunu derinleştirecek kurumlar inşa etmeye yönelik sürekli ve kesintisiz bir çaba içinde olduklarını göstermiştir.
İran’ın devrimden sonra; birinci yetkilinin ve ona bağlı kurumların yetkileri artarken hükümetin yetkilerinin azaldığı, halkın tüm kesimlerine eşit bir şekilde davranan, değişimi isteyen herkesin katılımına izin veren katılımcı bir anayasaya giden yolda İranlılara vaad edilen cumhuriyet ilkelerinin gerilediği 4 dönemden geçmiştir. Peki bu 4 dönem nasıldı, şimdi ona bir bakalım:
1- Birinci Dönem: Devrimin Kuruluşu ve İslamlaştırılması

Ayetullah Humeyni’nin cübbesi altında toplanmış olan devrimcileri attığı ilk adım; Tahran’daki  medresesinde Devrimin Kurucu Meclisi’nin kuruluşunu deklare etmek oldu. Din adamlarının çoğunluk olduğu bu mecliste liberal “Özgürlük Hareketi” üyeleri yer aldı. Solcular ile İslami sol gruplara bu mecliste yer almadı. Bu da iktidarı ele geçirmek için mücadele eden iki rakip grup arasında yıllarca süren bir çatışmanın başlamasına yol açtı. Devrimin ilk günlerinde gücünü kanıtlayan İslami solcu harekete bağlı silahlı gruplarla mücadele edebilmek için de Kurucu Meclis; askeri kanadını temsil eden devrim komiteleri ile “Devrim Muhafızları”nı kurdu.
Birinci dönemde yine liberal ama aynı zamanda “ılımlı İslam” yanlısı olarak da bilinen sivil politikacı Mehdi Bazergan’ın başkanlığında, Liberal akımın bazı üyelerini de kapsayan devrimcilerin ilk hükümeti de kuruldu. Ama Bazergan hükümeti çok geçmeden Humeyni’nin etrafındaki ekibin istekleri ile çatışmaya başladı. Humeyni’ye bağlı öğrencilerin İran’daki ABD büyükelçiliğini kuşatması ve ABD’li rehineler krizinin başlaması ile aralarındaki anlaşmazlıklar zirveye ulaştı.  Radikalizm yanlıları sonunda istediklerini elde ederek hükümetin istifa etmesini sağladılar. Bundan sonra İran, ardı ardına bir dizi hükümetin kurulduğu bir döneme girdi. Bu hükümetlerin başlarına geçen kişiler de iktidar  kavgasının ve iktidarı Humeyni’ye yakın akımdan temizleme mücadelesinin en önemli kurbanları oldular. Hüccetu'l İslam Ali Hamaney’in Cumhurbaşkanı olması ile bu iktidar kavgası sona erdi ve devlet tamamen din adamlarının eline geçti.
Devrimi İslamlaştırma projesi; sadece devletin makam ve mevkilerini ele geçirme mücadelesi ile sınırlı değildi. İmam Humeyni’nin etrafındaki çalışma grubunun bazı radikal çalışmaları da oldu.
Bu aşamada Humeyni ve kendisine yakın isimler İran anayasasının hazırlanması için bir “Uzmanlar Konseyi”nin kurulduğunu açıkladılar. Bu konsey anayasa hazırlama çalışmalarını yürütürken daha sonra dönemin Cumhurbaşkanı Hamaney’in yardımcısı olan  Ayetullah el-Uzma Hüseyin Ali Muntazeri başta olmak üzere Humeyni’ye yakın kişiler “Velayet-i Fakih” teorisinin anayasada yer alması için çalışmaya başladılar ve başarılı da oldular. Böylece Velayet-i Fakih teorisi anayasanın omurgası oldu.
Velayet-i Fakih düşüncesi başta üniversite öğrencileri olmak üzere farklı siyasi hareketlerin şiddetli muhalefeti ile karşı karşıya kalsa da bu dönemde yaşanan 2 önemli olgu Velayet-i Fakih kurumunun inşa edilmesini mümkün kıldı.
İmam Humeyni’ye yakın bir din adamı olan Devrim Mahkemesi Başkanı Ayetullah Sadık Halhali’nin vermiş olduğu ve Humeyni’ye yakın olan akıma karşı çıkmaya çalışan herkesi kapsayan idam cezaları ile bu ekol, kendisine karşı olan binlerce muhalifi tasfiye etti.
Halhali’ye göre bu adım, Devrim'in ayakta kalmasını sağlamak için gerekliydi. Diğer yandan Devrim Konseyi’nde yer alan din adamları üniversitelerdeki tüm etkinlikleri yasaklayarak kültür devrimi adını verdikleri tasfiye hareketini başlattılar. Bu bağlamda; Devrimin ilkelerine uymadıkları gerekçesiyle yüzlerce öğretim görevlisi ile öğrenci üniversitelerden kovuldu.
Tüm bunlar İran ile Irak arasındaki savaş devam ederken yaşandı. Bu savaş; binlerce kişinin canını almıştı ama Humeyni için bir nimetti. Çünkü bu nimet; başlangıçta İslamcı olmayan Devrimin İslamlaştırılmasının, Humeyni’nin düşüncelerine göre şekillendirilmiş İslamcı kimliği koruyacak kurumların kuruluşunun, buna karşı çıkan herkesin tasfiye edilmesinin önünü açtı. Ardından savaş bitti, Humeyni öldü ve kuruluş dönemi sona ererek ülkede tamamen faklı yeni bir dönem başladı.
2- Rafsancani Dönemi ve İki Başlılığın Kuruluşu
İlk dönem Humeyni’nin devlete tamamen egemen olduğu dönemdi. Ama Humeyni’nin vefatının yaklaşması Devrimciler için Devrimin başarıya ulaşmasının ardından inşa ettikleri yapının yıkalabileceğine yönelik bir tehlike işaretiydi.
Bu koşullar altında dönemin meclis başkanı ve Humeyni’ye yakın isimlerden olan Hüccetu'l İslam Ali Ekber Haşimi Rafsancani ve Humeyni’nin oğlu Ahmed Humeyni, Velayet-i Fakih'in seçilme hakkını geleneksel isimler ile sınırlayan anayasa maddesini değiştirmek için harekete geçerek bu yapının ayakta kalmasında büyük bir rol oynadılar. İkisinin çabasıyla o dönemde birçoklarının fıkhi konumunu şüpheyle karşıladığı Huccetu'l İslam Hamaney, İran’ın yeni Veliyy-i Fakih'i seçildi. Oysa Veliyy-i Fakih olmak için Hüccetu'l İslam ünvanı yeterli değildi. Şii din adamları yaptıkları tahsil seviyeleri ile sırasıyla Sikatu'l İslam (Başlangıç), Hüccetu'l İslam (Orta), Hüccetu'l İslam ve'l-Müslimin (İleri), Ayetullah (Uzman), Ayetullah el-Uzma (Otorite)
İktidar paylaşımının bir sonucu olarak Rafsancani, Humeyni’nin kendi önerisi ile Rehber'e yardımcı bir istişare organı olarak kurulan Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi (DMTK) yanında hükümete de egemen oldu. Yine Rafsancani, Velayet-i Fakih makamında bulunan Hamaney ile zımni bir ortaklık kurmayı da amaçlıyordu.
İkinci dönemde ayrıca Humeyni hayatta iken onun kanatları altında bulunan 2 temel akım arasındaki anlaşmazlıklar gün yüzüne çıkmaya başladı. Solcu akım (daha sonra Reformcular adını almıştır) Meclis'e hakim olurken sağcı (Muhafazakar) akım ise hükümete ve hükümetin yetkileri dışındaki kurumlara hakim oldu.
Bunun yanında savaş sonrası dönemde var olan koşullar hükümeti, yeniden yapılanma olarak bilinen yeni bir dönemi başlatmaya sevketti. Rafsancani bu yeniden yapılanmanın ekonomi ile dış politikayı kapsamasını istiyordu. Yeni dini lider ise sadece ekonomi ile sınırlı kalmasını istiyordu. Bu dönemde gerçekleştirdiği reformlar nedeniyle Rafsancani: “Yeniden Yapılanmanın Süvarisi” olarak anılsa da aslında ne Rafsancani ne de Hamaney bu yeniden yapılanmanın iç politikayı da kapsayacak şekilde genişlemesini istemiyorlardı. Ancak bu dönemde İran’da, daha sonra önemli bir rol oynayacak olan öğrenci hareketleri ve Haşimi Rafsancani’nin başlatmış olduğu ekonomik reformun neden olduğu yüksek enflasyona karşı halk hareketlenmeleri de yaşandı.
Rafsancani’nin başlatmış olduğu reformun genişlemesi “Devrim Muhafızları”nda da niteliksel bir değişime yol açtı. Bu değişim sonraki yıllarda devrimin davranışlarında önemli bir iz bıraktı. Rafsancani’nin önerisi ile Devrim Muhafızları, ekonomik ayağını temsil eden “Hatem'ul-Enbiya”yı kurdu. Devrim Muhafızlarını yeniden yapılanma sürecine ortak eden Rafsancani bu adımıyla; iktidar pastasında Rehber tarafından desteklenen ve savaş sonrası dönemin ilk yıllarında önemli bir askeri güce ulaşan bu kurumun gücünü sınırlamayı amaçlamıştı. Ancak ekonomik nedenlerle başlayan halk hareketleri, öğrenci faaliyetleri ve İslami solun Reformcu Hareket  adı ile yeniden siyaset sahnesine dönmesi, 1997 yılında düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Rehber'in desteklediği aday Ali Ekber Natık Nuri’nin kaybedip Muhammed Hatemi’nin kazanmasına katkıda bulundu. Sonuç olarak; Rafsancani aldığı kararlar ve uyguladığı politikalar ile devrimin geleceğinde büyük bir etki bırakmış olduğu için İran rejiminin ikinci dönemine Rafsancani dönemi adını verebiliriz.
3-Reform hayali, Hatemi dönemi ve Hükümetin zayıflatılması
Hatemi’nin rakibine rejimin adayı olduğu için oy vermeyen İran toplumunda, Hatemi’nin zaferi rejimin organlarını ele geçiren akıma karşı dışlanmışların zaferi olarak yorumlandı. Gerçekten de Hatemi hükümeti bir dizi ekonomik sorunların ve dünya ile ilişkilerde krizlerin yaşandığı bir ortamda iktidara geldi. Bu sorunları ve krizleri çözmek için de bir yandan devrime halkçı özelliğini yeniden kazandırmak için iç reform çağrısı yaparken diğer yandan Batı ile ülkesi arasındaki buzları eritmek için de medeniyetler diyaloğu çağrısında bulundu.
Bu da; halkı karar alma mekanizmasına ortak etmek için Hatemi’nin kurmuş olduğu belediye meclisleri ile parlamentoda Reformcuların ezici bir çoğunluk elde etmesine neden oldu. Mecliste bu akıma bağlı milletvekilleri bir yandan anayasa referandumu ve istihbarat bakanlığının bağımsızlığı gibi önemli hususları meclis gündemine taşırken diğer yandan Anayasa Koruma Konseyi’nin (Şurayi Nigehban) kararlarını protesto etmek için mecliste oturma eylemi yaptılar.
Hükümet organı ile yönetim organı arasında yaşanan bu bölünmüşlük, Rehber Hamaney’i paralel kurumlar inşa etme ya da etkinleştirmeye itti. Bir yandan yasama sürecini kontrol etmesi için Rafsancani başkanlığında Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi (DMTK) yeniden etkinleştirirken diğer yandan meclisin yetkilerini sınırlandırmak için de Nigehban'ın denetleyici rolünü aktif hale getirdi. Bunun yanı sıra hükümetin egemen olduğu İstihbarat Bakanlığı’na paralel olarak Devrim Muhafızları’na bağlı bir istihbarat birimi kurulması emrini verdi.
Yine bu yüzleşme çerçevesinde dini lidere bağlı organlar; ekonomide dini lidere bağlı “Hatemul Enbiya” ile “Mustazaflar” kurumların daha etkin bir rol oynamalarını sağladılar. Atılan bu adımlar rejimi tek bir açık sonuca götürüyordu: O da hükümetin zayıflaması. Öyle ki bu durum Cumhurbaşkanı Hatemi’yi görev süresi bittiğinde büyük bir güç hiyerarşisinde küçücük bir görevliden ibaret olduğunu belirtmeye itti. Hatemi bu açıklamayı, kendi döneminde düzenlenen ve Devrim Muhafızları ile güvenlik güçleri bastırmak için sert önlemlere başvurmasalardı İran rejiminin temellerini sarsacak olan gösterileri düzenleyen bir grup üniversite öğrencisi önünde yapmıştı.
Ancak bu küçük yetkilinin zamanında, Batı dünyasına açılmaya ve aralarındaki krizleri çözmeye çalışan İran rejimi bir yandan da daha sonra İran’ın uluslararası toplumla arasındaki en önemli krizin temelini oluşturacak nükleer programı başlatmıştı. Ama bu dönem de İran için hayırlı bir şekilde sona erecek gibi görünmüyordu. Çünkü Rehber'in daha sonra görüş olarak kendisine en yakın olan kişi olarak nitelediği ve Rafsancani’yi iktidarın merkezinden uzaklaştırmka için kullandığı Ahmedinejad’ın yükselişi de aynı zamana denk gelmişti. Nitekim Ahmedinejad’ın kurduğu ilk hükümette, Devrim Muhafızları üyeleri büyük bir çoğunluk oluşturuyorlardı. Bu da ideolojik alanda görev yapan kurumlar ile anayasaya göre görevleri stratejik alan ile sınırlı olan hükümet kurumları arasında rejimin yaşadığı iki başlılıkta niteliksel bir değişimin yaşanmasına yol açtı
4- Mutlakiyet Dönemi
Dördüncü dönem fiili olarak Devrim Muhafızları ve dini liderin onun lehine müdahaleleri ile bir kez daha seçilen Ahmedinejad’ın ikinci görev süresi ile başlamıştır. Bu müdahaleler İranlıların, devrimin kuruluşundan itibaren rejimin varlığına ilk kez bu kadar büyük bir tehdit oluşturan protesto dalgasını başlatmalarına neden oldu. Bu noktada devrim organları Ahmedinejad’ın kazanması için Reformcuları siyaset sahnesinden silmeye çalışarak  bütün önde gelen isimlerini hapse attı. Bu da içerideki taraflar arasında sönmüş olan iktidar mücadelesini bir kez daha alevlendirdi. Ama dini liderin Ahmedinejad’a verdiği destek; kendisinin dini lider ve Devrim Muhafızlarının hükümetine yönelik müdahalelerine itiraz etmye başlaması ile sona ermiştir.
Ancak Ahmedinejad’ın bu tutumu ve hükümetin bazı önemli karar organlarına egemen olmasında ısrar etmesi, dini lider kurumunu alternatif kurumlar aracılığıyla elindeki kartları yeniden düzenlemeye itti. NMBK; Ahmedinejad’ın zaferinin ardından dışlanan ve dini lider ile arasındaki yüzleşme ile siyasi nüfuzu sona erdirilen Rafsancani’ye aitti. Bu nedenle; Dini lider Hamaney bunun yerine  Mahmud Haşimi Şahrudi başkanlığında Yetkili Organlar Arasındaki İlişkileri Düzenleme ve Anlaşmazlıkları Çözme Yüksek Konseyi’ni icat etti. Buna ek olarak Muhafazakarların son kalelerinden olan Uzmanlar Konseyi’nin yetkilerini genişletti.
Dördüncü dönemde yaşanan gelişmelerden biri de Reformcuların, meclis ve Uzmanlar Konseyi’ni ele geçirme girişimleridir. Bu girişimleri; başkentte  başarılı olsa da diğer şehirlerde başarısız olmaları Meclis ve Konseyin muhafazakarların eline geçmesine yol açtı. Yine de Reformcular çoğunluğu elde etmesinde Ruhani’yi destekledikleyerek cumhurbaşkanlığı makamını ele geçirmeyi başardılar.
Son olarak dördüncü dönem; mutlak bir güç haline gelen ve rejimin her organıyla kapsamlı yönetimi altında olduğu dini liderin varisi olmak için yürütülen gizli bir rekabete de tanıklık ediyor. Zira son zamanlarda yayınlanan bazı raporlar, sağlık durumunun kötüleştiğine işaret ediyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aday olan eski Yargı Başkanı Yardımcısı İbrahim Reisi ile Yargı Başkanı Sadık Laricani’nin DMTK Başkanlığına ulaşmak için harcadıkları çabada bu gizli rekabete işaret ediyor.
Laricani’nin DMTK Başkanı olması, rakibi İbrahim’in ise Yargı Başkanlığı’na getirilmesi ihtimali ile aralarındaki rekabet devam edecekmiş gibi görünürken bugün devrim organlarına egemen olan ve Ruhani’nin deyimiyle silahsız bir devlet içinde silahlı bir devlet olan Devrim Muhafızları ise ikisi arasında bölünmüş durumda.
Belirsiz Gelecek
Devrimcilerin kurumların üretilmesi alanındaki faaliyetlerini takip ettiğimizde onların gelecek için açık bir vizyona sahip olmadıklarını ve iktidarı ellerinde tutma ve güçlerini arttırma isteklerinin onları daha fazla kurum tesis etmeye, sözkonusu hükümet de olsa kendilerine bağlı olmayan diğer kurumları dışlamalarına veya uzaklaştımalarına yol açtığını görürüz. Son zamanlarda; dini lider  ile kendisine yakın kişiler; şeriatın yanında politika, ekonomi ve kurumsal alanda da egemenliklerini ve nüfuzlarını genişletmek, İran’ın siyasi hiyerarşisindeki güçlerini arttımak amacıyla defalarca bu metodu yani yeni kurumlar icat etme metodunu kullandılar.
Aynı şekilde İran’daki durumu takip ettiğimizde, Devrim Muhafızları’nın her dönemde rollerinin istikrarlı bir şekilde yükseldiğini görürüz. Devrimcilerin muhaliflerini tasfiye etmek için kurmuş oldukları kurum bugün, rejim organları arasında aslan payına sahip bir kuruma dönüştü. Diğer yandan Devrim Muhafızları’nın bu rolünün daha da artacağı, Devrim Muhafızları liderlerinin kendilerine ait gördükleri devrimin geleceğini belirleyecek rekabetin gölgesinde dini liderin varisinin seçiminde de bu kurumun temel bir rol oynayacağı tahmin ediliyor.   



Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  
TT

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi Arabistanlı bir yazar olarak, uzun yıllar, birçok sanatçı, yazar, akademisyen ve aydını barındıran bir entelektüel grubun içinde yer aldım. Kahire, Beyrut, Tunus ve Kazablanka gibi Arap başkentlerindeki konferanslara, festivallere ve kültürel organizasyonlara iştirak ediyorduk. O zamanlar kardeş ülkelerde olan kültür bakanlıklarının bir benzerinin ülkemiz Suudi Arabistan’da da olması için özlem duyuyorduk. Daha sonra enformasyon bakanlığı altında bir kültür komitesi kurulması kararlaştırıldı. Bu haberi yarım yamalak bir tebessümle karşılamak durumunda kaldık. Çünkü bu, hayallerimizin ve beklentimizin altında bir karardı. Biz daha çok yazar, sanatçı ve her alandaki düşünüre ciddi destekler verecek bağımsız bir kültür bakanlığı hayal ediyorduk.  
Suudi Arabistan’daki kültürel sahne oldukça zengin ve çok çeşitlidir.  Suudi kültür ortamı hakkında pek bir şey bilmeyenler için şöyle özetleyebilirim.  Birincisi kamu desteği, ikincisi; özel sektör ve üçüncüsü bağımsız olmak üzere, kültür dünyamız üç alanda değerlendirilebilir. Kamu desteği, devletin kültürel etkinliklere doğrudan veya dolaylı olarak sunduğu desteklerdir. Özel sektörün hizmetleri ise, yayınevleri, edebiyat merkezleri ve sanat galerileri ile sınırlıdır. Bağımsız sanat ise, edebiyat kulüpleri, sivil kültür sanat dernekleri ve geleneksel medya tarafından desteklenen faaliyetleri içerir.  
Bağımsız addedebileceğimiz bu kültürel alanda, ülke genelinde 17 edebiyat kulübü ve 16 kültür sanat derneği faaliyet göstermektedir. Bağımsız alan, yetmişli yıllardan bu yana Krallıktaki kültürel yaşamın gelişiminde çok önemli bir rol oynadı ve oynamaya da devam ediyor. Ülkedeki en önemli kültürel ve düşünsel ürünlerin ortaya çıkmasına olanak sağlayan bağımsız kültürel alan, sınırlı kamu desteği, sınırlı özel sektör desteği ve bağışçıların desteği ile ayakta kalmaktadır.  
2018 yılında yayınlanan kraliyet kararnamesi ile, kültür bakanlığı enformasyon bakanlığından ayrılarak bağımsız bir kuruluş haline geldi. Ülkede kültürel faaliyetleri yakından takip edenler artık farklı bir gelecek tahayyül edebiliyordu. Nitekim takip eden üç yıl içinde kültürel alanlarda önemli atılımlar yapıldı.  
Artık karamsarlığın yerini iyimserlik alabilirdi. Çünkü Suudi Arabistan’ın yeni kültür bakanlığı, Arap ülkelerindeki muadillerinden farklı olarak, aydınların arzu ettiğinden daha olumlu bir vizyon taşımaktaydı. Kültür bakanlığı, bölgedeki ve Arap ülkelerindeki benzerlerinden farklı bir örgütlenmeye gitmişti. Bu örgütlenmenin şekillenmesinde UNESCO aktif rol aldı. Bakanlık süreç içinde faaliyetlerini çeşitli kültürel sektörleri kapsayan 11 başlık altında organize etti. Bu başlıklar altında edebiyat, çeviri, tiyatro, müzik ve resim sanatlarının yanı sıra moda ve yemek pişirme gibi aşina olunmayan kültürel üretim alanları da kendisine yer buldu. Bakanlık nezdinde 16 komisyon oluşturuldu. Dikkat çekici husus ise, bu komisyonların bürokratik ataletten uzak olarak tamamen bağımsız bir şekilde yönetilmeleridir. Bahsi geçen komisyonların yönetim kurulları ve icra komiteleri, kültür aracılığı yapan dernekleri denetlemekte ve desteklemektedir.  Kültürel bir etkinlik yapmak, konferans veya sempozyum düzenlemek isteyenlerin, bakanlık destekli bir dernekle anlaşması gerekiyor. Kitap telif etmek veya yabancı dildeki bir eserin çevirisini yapmak isteyenlerin ise bir yayınevi ile anlaşmaları yeterli oluyor. Komisyonların doğrudan değil de bağımsız dernekler aracılığıyla vatandaşla muhatap olması nedeniyle, bürokratik zorluklar ve idari yolsuzlukların önüne geçilmesi hedefleniyor.  

Bütün bunlar gülümseten olumlu gelişmelerdir. İşlerin gidişatını yakından takip eden biri olarak bu pozitif yargılarda bulunabiliyorum. Sayın kültür bakanının başkanlığını yaptığı, edebiyat ve tercüme komisyonunun içinde yer almaktayım. Kadın çalışanların da yoğunlukta olduğu bu komisyonun çalışma ortamı, daha önce devlet kurumlarında alışık olmadığımız kadar rahat ve özgürlükçü.   
Ancak, bilindiği üzere kültür, ne kadar çeşitli ve gelişmiş olsa da kurumlar tarafından üretilemez. Kurumlar kültürel üretimi teşvik eder ya da sekteye uğratır fakat kültürün üretimini üstlenemez. İster edebiyat olsun ister felsefe veya sanat, tekil ya da çoğul olarak bireyler tarafından üretilir. Kral Abdülaziz tarafından kurulduğu ilk yıllardan itibaren ülkemizin kültürel birikimi, bireysel çabalarla oluşmuştur.  
Sayın Veliaht Prens Muhammed bin Selman liderliğindeki 2030 vizyonunu kültürel alanda yakalayabilmemiz için, kültür üreticisi bireylere uygun koşulların sağlanması bir zorunluluktur. Kültür bakanlığının artan ve çeşitlenen maddi manevi destekleri, bu yolda güçlü bir şekilde ilerlediğimizin güçlü bir göstergesidir. Ancak bu eğilimin sürdürülebilir olması için dikkat edilmesi gereken hususlar var: 
Birincisi: kültürün, entelektüel ve yaratıcı bir doruk noktası olarak görülmesidir. Doruk noktası derken, insanın kültürel faaliyeti ile kendisini gerçekleştirebileceği en üst sınırlara ulaşabilmesini kastediyoruz. Popülizmin cazibesine kapılmadan, üretici ve alıcıları tatmin etmek için nitelikten ödün verilmemesi gerekir. Bunun elitist, üstenci bir yaklaşım olduğunu ve kültürün geniş kitlelere yayılmasına mâni olacağını iddia edenler olabilir.  Ancak niteliğin niceliğe feda edilmesi, kültürel seviyenin ve kalitenin düşmesiyle sonuçlanacaktır. Asıl hedeflenmesi gereken, kitlelerin seviyesinin yukarıya çekilmesi olmalıdır.  Kültürün en yüksek ürünlerinden biri olan felsefe, kimileri için hayata dair basit fikirlere dönüşebilir veya insan hayatındaki en önemli konuların tartışılarak, sorunlarına çözüm bulunmasına katkı sağlayabilir. Tabi ki yüksek standartlar dayatılamaz, bununla birlikte olumlu yönlendirmeler ve hatırlatmaların yapılması gerekir.   
İkincisi: Kültürel üretimin aracı olan Arap diline azami özenin gösterilmesidir. Arapçanın kültürel üretimdeki temel rolü teşvik edilmelidir. Başta eğitim alanında iyileştirmeler olmak üzere, akademi, medya ve ticari alanlarda Arapça dilinin doğru kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. Özellikle ticaret alanlarında İngilizcenin Arapçanın yerini almaya başladığı görülüyor. Gençlerin kullandığı dil itibariyle Arapçalarının geliştirilmesi için gerekli adımların atılması zorunludur. Arapça, kültürümüzün geleceğidir, çünkü sahip olduğumuz kültür Arap kültürüdür.   
Üçüncüsü: İfade ve üretim özgürlüğü alanlarının genişletilmesidir. Toplumsal baskı ve muhafazakâr yaklaşım, üretilenlerin kalitesini olumsuz etkiler. Geçmişte, bu korkular ve hassasiyetler nedeniyle, nice kültürel içerik üreticisi yurt dışında yaşamak zorunda kalmıştır. Çok şükür bu yönde olumlu değişikliklerin olduğuna dair birçok işaret var, ancak Suudi Arabistan’ı, kendi çocuklarının ürettikleri için bir merkez haline dönüştürebilmemiz için daha fazla çaba sarf etmeliyiz.  
Dördüncüsü: Kültürün, geniş anlamıyla bir milli servet olduğunun bilincinde olmalıyız.  Veliaht Prens, Cidde şehrinde Suudi aydınlarla yaptığı ilk görüşmede, bu hususu vurgulamıştı. Suudi Arabistan’ın Arap, Müslüman ve dünya düzeyindeki entelektüeller için bir cazibe merkezi olması için bireysel ve toplu olarak daha fazla çaba sarf etmemiz gerekir. Bunun için de ülkemizde kitap dağıtımı, konferans ve festivallerin düzenlenmesi için mevcut prosedürlerin kolaylaştırılması lazımdır. Yakın zamanda ülkemizde geniş katılımlı Arapça kitap fuarının düzenlenmesi ile felsefe ve çeviri alanlarında iki önemli konferansın yapılmış olması, sürdürülmesi gereken doğru yolda atılmış adımlar olarak değerlendirilebilir.  
Beşincisi: Kültürel faaliyette tarihsel olarak önemli bir yeri olan, edebiyat kulüplerinin ve kültür sanat derneklerinin verimliliğinin arttırılması için girişimlerde bulunulmasıdır. Bu kültürel tarihi mirasa yeterli özeni göstermeliyiz.  
 Altıncısı: Akademik ve araştırma kurumlarının, kültürel üretime daha fazla katkıda bulunmaya teşvik edilmesidir. Akademi yaygın olduğu üzere halktan uzak olmamalı, halkla daha fazla etkileşim kurmalıdır. Üniversiteler, yirminci yüzyılın başlangıcından bu yana Arap kalkınmasında önemli roller üstlenmiştir. Suudi Arabistan’ın kültürel tarihinde de üniversitelerin önemli bir yeri olmuştur. Ancak son yıllarda bu rolün azaldığına dair emareler bulunmakta. Üniversitelerin aktif katılımı olmadan gerçek nitelikli bir kültürel canlanma tasavvur edilemez. Zira üniversiteler, aydınlanma, gelişim ve bilinçlenme için en önemli merkezlerdir.  
 Bana göre, ülkemizde kültürel atılım gerçekleşmesi için dikkate alınması gereken hususlar bunlardır. Bu alanlarda şimdiye değin atılmış önemli adımlara ek olarak, bu hususlara da odaklanılırsa yüksek kültür seviyelerine çıkmamız kaçınılmazdır.