Taliban sözcüsü Şarku’l Avsat’a konuştu: Yeni bir sayfa açıyoruz

Taliban unsurları Host’ta tatbikat yaptıkları sırada (Şarku’l Avsat)
Taliban unsurları Host’ta tatbikat yaptıkları sırada (Şarku’l Avsat)
TT

Taliban sözcüsü Şarku’l Avsat’a konuştu: Yeni bir sayfa açıyoruz

Taliban unsurları Host’ta tatbikat yaptıkları sırada (Şarku’l Avsat)
Taliban unsurları Host’ta tatbikat yaptıkları sırada (Şarku’l Avsat)

Taliban Sözcüsü Molla Zebihullah Mücahid, Taliban hareketinin önde gelen liderlerinden biri olmanın yanı sıra örgütün ikinci adamı olarak biliniyor. Peştuca (ana dili) ve Farsça biliyor. Aynı zamanda Arapça, İngilizce ve Urduca gibi başka dilleri de anlıyor.
Aynı zamanda bir aktivist olan ve küçük ve büyük basın organları ile internet aracılığıyla sürekli temaslarda bulunan Zebihullah Mücahid, 17 yıl süren savaşın ardından ABD birliklerinin geri çekilmesi beklentisinin ardından Şarku’l Avsat’ın Afganistan'daki barış fırsatları hakkındaki sorularını cevapladı.
Bu, Zebihullah’ın gazetemizle ilk diyaloğu değil. Şarku’l Avsat daha önce, Taliban'ın daha fazla kan dökülmesini engelleme sözünü verdiği Devlet Başkanlığı seçimlerinden sonra, e-posta yoluyla kendisi ile görüşmüştü.
Yeni yıla girerken, Afgan hükümeti ile Taliban arasındaki yıllardır süren çatışma, her iki tarafın da son zamanlarda “çabaların hız kazandığı barış sürecine güçlü bir şekilde dahil olma girişimi” çerçevesinde bir tür psikolojik savaşa dönüştü.
-Afganistan Devlet Başkanı Eşref Gani Ahmedzai’nin Kabil ile ciddi görüşmelere başlaması için Taliban’a çağrıda bulunması hakkında ne düşünüyorsunuz? Eşref Gani ile müzakere masasına oturulacağına dair herhangi bir umut var mı?
Biz defalarca Kabil yönetimini Afgan halkının iradesinin resmi temsilcisi olarak tanımadığımızı ve yetkileri olmayan bir konuda kendileri ile müzakerelerde bulunmak istemediğimizi vurguladık. Bu yüzden Amerikalılarla yabancı birliklerin  ülkedeki varlığına son verilmesi konusunda görüşmeler yaptık.
Asıl olan İslam'a bağlılıktır, belirli bir mezhebe veya ırka değil. Dine olan bağlılık, Müslümanların kanlarını döken, servetlerini gasp eden, insanlar arasında ahlaksızlığı yayan ve yoksullara yardım bahanesiyle insanları Hristiyanlaştıran işgalcilerin Müslüman beldelerinde varlıklarının olmamasını gerektirir.
Taliban temsilcilerinin ABD'nin Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad ile aynı masaya oturması, Amerikalı bir delege ile oturmaktır. Eşref Gani ise yerel bir destekçidir. Onun rejimi Afganistan’ın feri bir meselesidir. Onun çözümü, asıl mesele olan işgal sorununun çözümünden sonra geliyor. Bunu, Afganlar arasında bilinen en kolay yöntemle çözmek için çalışacağız.
-Kurban Bayramı'nda Taliban savaşçılarını hükümet askerleriyle ve halkla büyük bir uyum ve mutluluk içinde gördük. Taliban ile hükümet arasında böyle bir günün tekrar yaşanma olasılığı var mı?
Askerler fakir halkın çocuklarıdır. Cehalet ve yoksulluk onların orduya katılmalarının temel sebepleridir. Sömürgeciler ve ajanlar söz konusu kimselerin zihinlerini Taliban hakkında çeşitli yalanlar ve yanlışlarla doldurdu. Bayram zamanı ilan edilen ateşkes, bu askerlerin Taliban içerisindeki silahlı kardeşlerini doğrudan tanımaları için bir fırsattı. Birçoğunun sempatisini kazandığımız ve çoğuyla daha sonra işbirliği yaptığımızdan dolayı bizim için oldukça yararlı bir deneyim oldu.
Afgan hükümet yetkilileri, Batı düşüncesinden etkilenmiş entelektüellerdir. Sömürgecilere katıldılar ve para ve yüksek mevkiler için onlara hizmet ettiler. Meselenin aslının farkındaydılar. Bundan dolayı cehaleti, kendileri için bir özür olarak takdim edemezler. Fakat içinde bulundukları sapkınlıktan geri dönüp tövbe ederlerse onlarla olan muamelemizi değiştirmemiz oldukça doğal. Anlaşmazlıklar otomatik olarak ortadan kalkar. Şeriatın hükümleri hepimizin tabi olduğu hükümlerdir.
-New York Times’a röportaj veren Zalmay Halilzad’ın, “Anlaşma olmadan sonuçlandırılması gereken bir taslak çerçeve planımız var” ifadesi ile ilgili yorumunuz nedir?
Amerikalılarla görüşmelerimiz devam ediyor. ABD tarafı, işgali sonlandırmaya hazır olduğunu belirtti ve biz ise ülkemizin hiç kimse için güvenlik tehdidi olmadığına dair güvence verdik.
-Ateşkes ve yabancı birliklerin Afganistan'dan çekilmesine ilişkin zaman çizelgesi ile ilgili olarak herhangi bir anlaşmazlık var mı?
İşgal güçlerinin ülkemizden ayrılması gibi temel bir talebimiz var. Ayrıca işgal güçleri tarafından haksız yere hapsedilen mahkumların serbest bırakılmasını istiyoruz. Afganistan hiç kimse için tehdit teşkil etmiyor. Ayrıca başkalarının da kendisini diğer ülkelere yönelik bir tehdit unsuru olarak kullanmasına izin vermez. Bizim tarafımızdan çözülmemiş bir mesele kalmadı, fakat ABD’nin işgali sonlandırması ve ülkenin ve bölgenin güvenliğine zarar veren DEAŞ’ı himaye etmemesi gerekiyor.
-Batı'daki gözlemciler, Taliban operasyonları ve hükümet güçlerine yönelik saldırıların ivmesinin neden son aylarda arttığını soruyor?
Taliban operasyonlarının ivme kazanmasının sebebi, işgalin bir an önce ülkeyi terk etmesi için baskı yapmaktır. Yerel kukla güçleri, köy ve kasabalardaki sivillere yönelik tüm saldırı operasyonlarında çıbanın başı olan işgalin elinde bulunan en büyük vurucu güç oldu. Bu yüzden Taliban savaşçılarının saldırılarından en büyük payı onlar alıyor. Bununla birlikte, işgal kuvvetlerinin verdiği can ve mal kayıpları, düşük seviyedeki sayılarına oranla daha yüksektir. Ayrıca burada ajan milisler, DEAŞ grupları ve ABD askerlerinin iki katı olan bir yabancı paralı asker ordusu var. Hepsi sürekli bir şekilde militanların saldırılarına maruz kalıyor.
-Afganistan topraklarının ne kadarı sizin kontrolünüz altında bulunuyor?
Afganistan topraklarının çoğunu kontrol ediyoruz. Başkent, devlet kurumları ve çeşitli organlar da dahil olmak üzere her yerde savaşçılarımız var. Düşman taraflar sürekli rakamlara ilişkin açıklamalarda bulunarak halkımız üzerinde psikolojik bir baskı oluşturuyorlar. Biz bu rakam savaşına girmeyeceğiz. Askeri operasyonlarımız bu husustaki gerçeği kanıtlıyor.
-Neden ABD ile olan görüşmeleriniz için Suudi Arabistan veya BAE’yi değil de Katar'ı tercih ettiniz?
BAE'de bir toplantı yaptık, ancak siyasi ofisimiz Katar’da. Bundan dolayı toplantıların çoğunu orada yapıyoruz.
Mevcut durum ateşkesin zamanlamasına ilişkin daha fazla müzakerelerin yapılmasını gerektiriyor mu?
 Afganistan topraklarında tek bir işgalci asker olduğu sürece savaşımız devam edecek.  Ateşkese gelince, bu bir zamanlama meselesi değil, bilakis prensip meselesi. Eğer düşman hiçbir şekilde Afganistan’dan çıkmazsa savaşın ateşini sönene dek müzakereler devam eder. Bu nedenle her şeyden önce yabancı güçlerin geri çekilmesinde ısrar ediyoruz.
-Afganistan'da 17 yıldır süre gelen savaşın sona ermesi konusunda iyimser hissediyor musunuz?
Evet, bu konuda iyimseriz ve Allah’ın kullarına olan vaadine güveniyoruz. Bu, imanın ve Allah’a olan hüsnü zannın bir parçasıdır. Molla Muhammed Ömer, Amerika’nın halkımıza karşı saldırılarının başlangıcında şu sözleri söylemişti:
“Amerika bize yenilgiyi vaat etti. Allah ise bize zafer sözü verdi. Kimin vaadinde sadık olduğunu göreceğiz.”
-Afgan hükümetiyle olan ilişkilerinizde İran arabuluculuğunu kabul ediyor musunuz?
İşgalin geri çekilmesinin ardından şu anki Afganistan hükümeti ile olan bütün sorunlarımız birer iç problem halinde gelecek. Bundan dolayı kimsenin arabuluculuk etmesine gerek yok. Afgan halkı iç sorunlarını çözmek için geleneksel mekanizmalara sahiptir ve dış müdahalenin durması şartıyla bunlar daima etkili olmuşlardır.
-İran’ın Fatimi Tugayı’nı Afganistan'a nakletmesi durumunda tutumunuz ne olur?
Öncelikle şimdiye dek böyle bir şeye tanık olmadık. İkinci olarak ise Taliban’a bağlı olan Afganistan İslam Emirliği, meşru savunma sisteminin dışındaki iç silahlı örgütlerin varlığını kabul etmiyor ve bu örgütlerin Afganistan'da bulunmasına izin vermiyor.
-Afgan hükümetine yakın çevreler şöyle diyor: “İran, Helmand Nehri'nin sularından talep ettiğini elde etmek için batı Afganistan'daki varlığınıza aldırış etmiyor.” Bu hususta ne düşünüyorsunuz?
Hükümet, söylentileri yaymak dışında bir şey yapmıyor. Afganistan'ın komşularının hepsi, sınırdaki veya yakınındaki Taliban kuvvetlerinin varlığını memnuniyetle karşılıyor. Topraklarımız üzerinde faaliyet gösteriyoruz ve komşularımızın güvenliğini tehdit etmiyoruz.
-Eski İran cumhurbaşkanı, Tahran’ın Taliban yönetimini ortadan kaldırmak için koalisyon kuvvetlerine lojistik hizmetler sağladığını söylemişti. İran'ın geçmiş yıllardaki rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Birçok ülke bölgelerini, limanlarını ve havaalanlarını kullanmaları için işgal kuvvetlerine açtı. Afgan halkının mücadelesini bastırmak ve Müslüman Afgan kardeşlerini öldürmek için işgal güçlerinin yanında yer alan ülkeler bile var. Ancak, herkese yeni bir sayfa açmayı ve bunu kelimelerle değil eylemlerle kanıtlamayı umuyoruz. Mazinin karanlık sayfası kapandı ve Afganistan ile tüm komşuları ve dünya arasında yeni ve parlak bir sayfa açılmaya başladı.
-Tahran, İran Dışişleri Bakanlığının, Taliban delegasyonu ile görüşmelerde bulunduğunu söyledi. Bu görüşmelerin niteliği hakkında bir şeyler söyler misiniz?
Afganistan İslam Emirliği, görmezden gelinmesi imkansız olan bir Afgan gerçeğidir. Ayrıca kimse komşularını seçemez veya değiştiremez. Bölgedeki bütün devletlerin himaye etmesi gereken bir çıkar var. Tahran ve diğerleri ile olan müzakerelerin niteliği buydu.
-İran’da, Körfez'de güçlerini yeniden konuşlandırmak için çalışan ABD’nin bölgeden çekilmesinin Amerika’nın İran’a karşı savaş açacağı riskini artırabileceğine inananlar var. İran ile ABD arasındaki savaş kabusu hakkında ne düşünüyorsunuz?
ABD işgalinin Afganistan’da bulunması, Afganistan’ın yanı sıra bölgedeki tüm ülkeler için de bir tehdit oluşturuyor. ABD ile İran arasında yakın gelecekte bir savaşın olabileceğini düşünmüyoruz. ABD’nin asıl çabası, doğrudan savaştan ziyade, dışardan gelen baskılar aracılığıyla İran rejimini içerden çökertmektir.
-ABD’nin Afganistan’dan çekilme tekliflerinin ciddiyetinden yüzde kaç eminsiniz?
Allah’a ve O’nun bizi muzaffer kılacağına dair umudumuz yüzde yüz. Allah hiçbir zaman vaadinden dönmez. O bize zafer vaadinde bulundu. Fakat ABD’ye güvenimiz yok. Yüz binlerce insanımızı öldüren, köylerimizi tahrip eden ve ailelerimizi yerinden eden ve binlerce insanımıza zilleti tattıran ABD’ye nasıl güvenebiliriz?



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.