Keşmir gerilimi Hindistan seçimlerine nasıl yansıyacak?

Keşmir gerilimi Hindistan seçimlerine nasıl yansıyacak?
TT

Keşmir gerilimi Hindistan seçimlerine nasıl yansıyacak?

Keşmir gerilimi Hindistan seçimlerine nasıl yansıyacak?

Hindistan’ın en büyük demokrasi şölenine yani genel seçimlere yalnızca birkaç hafta uzaklıktayız. Hindistan’ın her beş yılda bir tanık olduğu bu önemli olay, kendi türünde dünyanın en büyüğü.
1947 yılındaki bağımsızlıktan bu yana gerçekleştirilecek on yedinci seçimin, önümüzdeki Nisan ve Mayıs ayları arasında olması kararlaştırıldı.
Seçimlere 870 milyon seçmenin yani ABD nüfusunun iki katının katılım göstermesi bekleniyor.
2014 yılında gerçekleştirilen son seçimlerde oy kullanması beklenen 830 milyon kişiden 550 milyonu oy kullanmıştı. O dönemde ülke genelinde düzenlenen ve altı hafta süren seçimlerin sonucunda kazanan Hindu milliyetçisi mevcut Başbakan Narendra Modi oldu.
Hindistan Seçim Komisyonu’nun önümüzdeki hafta 543 meclis üyesinin de seçimini içeren oylamanın kesin tarihini duyurması bekleniyor. Seçimler bir milyon seçim merkezinde bu merkezlerde çalışan 10 milyondan fazla kişi ve polislerin denetiminde yürütülecek.
ABD’deki Carnegie Barış Kurumu Güney Asya Programı Müdürü Dr. Milan Vaishnav’a göre Hindistan’ın önümüzdeki genel seçimleri, “Hindistan tarihinde ve belki de demokratik herhangi bir ülkedeki en yüksek maliyete sahip”.
Reuters haber ajansı Vaishnav’dan konuya ilişkin şu ifadeleri aktardı: “Amerika’da 2016 yılındaki başkanlık ve meclis seçimlerinin maliyeti toplamda 6.5 milyar Amerikan doları tutarındaydı.
(Hindistan’da) 2014 yılındaki seçim maliyeti tahmini 5 milyar dolarsa da 2019 seçimlerinin bu rakamı kolaylıkla aşması beklenebilir ki bu da Hindistan seçimlerini dünya çapında en maliyetli seçim haline getiriyor”.
Bilindiği gibi Hindistan, 1975 ila 1977 yılları arasında seçimlerin ertelendiği talihsiz duraklama devrini saymazsak bağımsızlıktan bu yana geçen yetmiş yıl içerisinde 16 meclis seçimi gerçekleştirdi. Seçimlerden sonra oluşturulan hükümetlerin hepsi süresini dolduramayıp bazıları birkaç gün zarfında düşürüldü. Hindistan demokrasisi ideal olmaktan çok uzak belki ancak dünya üzerinde eksikliklerden muaf ideal bir demokratik rejim de henüz mevcut değil.
Hindistan’daki genel seçimler de en külfetli, lojistik açıdan belki dünyada en zorlu seçim süreçlerinden biri olarak görülüyor. Bu süreci gözlemleyen herhangi birini şaşkınlığa uğratacak ilk şey, siyasi hayat için ifade ettiği önem ve sokakları dolduran pankartlar, afişler ve kitleler.
Kitlesel faaliyetler, baskın unsur. Medya kanalları düzenli ve yoğun olarak seçim haberleri yapıyor, ülkenin dört bir yanındaki siyasi olayları duyuruyor. Sokaklardaki konuşmalar ve on binlerce kişinin katıldığı büyük seçim mitinglerindeki seçim kalabalığı türünün eşsiz bir örneğini temsil ediyor.
Katılımcı taraflar
Hindistan çeşitli eğilimlere ve yaklaşımlara sahip farklı siyasi partilerin katılım göstereceği seçimlere hazırlanıyor. Bu, her türlü ihtimale açık bir ortamda karar alma ve tercih yapmanın zor olacağı anlamına geliyor. Çok açık ki 2019 yılı, çoktan başlamış ve seçimlerle de sona ermeyecek gibi görünen ‘siyasi öğütme’ yılı olacak.
Hem Başbakan Modi hem de onun Hindu milliyetçisi sağcı partisi Bharatiya Janata (Hindistan Halk Partisi, BJP) yarışı kazanmak için çabalıyor. Ülkenin en büyük siyasetçi ailesi Nehru-Gandi ailesinin üyesi olan Rahul Gandi’nin liderliğindeki sosyal demokrat çizgideki Hindistan Ulusal Kongresi (INC), bu ekibin ana muhalif rakibi olarak görülüyor. Bilindiği üzere Rahul Gandi, önceki Başbakan Rajiv Gandi’nin oğlu, ülke yönetimini üstlenen ilk kadın ve Hindistan’ın ilk Başbakanı Jevahirlal Nehru’nun kızı İndira Gandi’nin ise torunu.
Bununla birlikte ülkede etki ve etkinlik sahibi diğer partilerin bir kısmı Modi’yi desteklerken bir kısmı ona muhalefet ediyor ancak her türlü seçimin sonucunu etkiliyor. Ruchir Sharma, ‘Yoldaki Demokrasi’ adlı yazısında bu konuyu şu sözlerle değerlendiriyor: “2019 seçimleri ülke genelinde Modi ve diğer taraflar arasında bir karşılaşma ve Hindistan’ın baskıcı yönetim ile demokrasiye bağlılığa karşı tutumu üzerine bir referandum olarak gösteriliyor. Son birkaç yılda INC büyük değişimlere sahne oldu ancak yine de Modi gibi bir devi yenilgiye uğratmak için bir yardıma ve desteğe muhtaçtı”.
Öte yandan Hindistan’daki siyasi partilerin hızlı bir şekilde artış göstermesi de dikkat çekici. Nitekim Hindistan Seçim Komisyonu’nun son açıklamalarına göre 2010 ile 2018 yılları arasında partilerin sayısı ikiye katlanarak iki bini geçti. 2014 seçimleri sırasında ülke çapında siyasi partilerin ve yarışanların sayısı, toplamda 6 binin üzerine çıktı. Bu yıl onlarca siyasi parti büyük bir koalisyon çatısı altında bu yaz Modi ve müttefiklerini yenmek için güçlerini birleştirdi. Seçimlerin öncesindeki en önemli etkinlik esnasında 23 parti ve 14 eyalet lideri, Kalküta şehrindeki son mitingde aynı platformu paylaştı.
Söz konusu bu cephe, belki de ülkede iki yıl olağanüstü hâl ilan etmesinden sonra dönemin başbakanı İndira Gandi’ye üstün gelmek için onlarca partinin işbirliği yaptığı 1977 yılından bu yana en büyük muhalefet koalisyonudur.
Modi’nin kazanma şansı
Mevcut Başbakan Modi, 2014 seçimlerindeki kampanyası öncesinde büyük bir destek toplamış; partisi BJP, genel seçimlerde rekor sayıya ulaşarak 1984 yılındaki genel seçimlerden bu yana ilk kez en büyük çoğunluk hükümetini oluşturmasına yeten 282 koltuk elde etmişti. Bu, bir partinin başka partilerin desteğine ihtiyaç duymaksızın yönetime gelmek için yeterli koltuğu kazandığı ilk örnek olmuştu.
Bu sefer hem BJP hem de INC kendisini destekleyen bir koalisyona sahip. Şöyle ki BJP Ulusal Demokratik Birlik tarafından desteklenirken INC, Birleşik İlerici İttifak tarafından destekleniyor. Seçimlerde nüfus çokluğuna dayalı olarak belirleyici olan ve toplamda 249 koltuk eden beş eyalet ve koltuk dağılımı şu şekilde: Uttar Pradeş: 80; Maharaştra: 48; Batı Bengal: 42; Bihar: 40 ve Tamil Nadu: 39. Bu beş eyaletin ardındaki eyaletlerin sıralaması ise şöyle: Madhya Pradeş (29), Karnataka (28), Gucerat (26), Andhra Pradeş (25) ve Racastan (25); bu eyaletler de toplamda 382 koltuğa tekabül ediyor.
Orta, küçük ve nispeten daha az önemli diğer eyaletlerdeki koltuk dağılımına bakıldığında ise on eyaletin bir kısmında iyi sonuçlar elde edemezse hiçbir koalisyon çoğunluğu kazanamaz.
Modi’nin partisi 2014 yılında büyük eyaletlerde (Hint Kemeri eyaletleri olarak da tarif edilir) 213 koltuk elde etmişti. EBB-C Footer anketine göre Modi’yi destekleyen sağcı Ulusal Demokratik Birliğin 272 koltuğu oluşturan çoğunluğu elde edemeyerek 233 koltuk kazanması muhtemel. İlerici İttifak’ın ise 167 koltuk kazanması öngörülüyor. Aynı şekilde Bharatiya Janata’nın 203 koltuk ve Kongre Partisi’nin 109 koltuk elde etmesi beklenirken üçüncü cephe partilerinin 130 koltuk kazanması bekleniyor.
Bu demek oluyor ki Modi’yi sarsma ihtimali ile birlikte Ulusal Demokratik Birlik, açık ara farkla en büyük blok olarak kalacak.
Diğer yandan Hindistan ve Pakistan arasındaki çatışmalar, Hindu sağcı Başbakan’ın arkasındaki halk desteğini artırmış gibi görünüyor.
Geçtiğimiz 14 Şubat’ta Keşmir’de yaşanan kanlı Pulwama olayları ardından Pakistan’daki silahlılara yönelik Hint hava saldırıları seçim hareketliliğinin perde arkasında kalıyor ve sonuçları etkileyeceğinden şüphe edilmiyor. Bu noktada Sharma, “Zorlu bir savaş olacak. Ancak ben her hâlükârda seçim şöleni başladığında nerede duracağımı biliyorum. Ben demokrasinin dünyada gerilediği bir zamanda Hindistan’da gelişeceğine inanıyorum” ifadelerini kullanıyor.
BJP, hava saldırılarından sonra yaklaşan meclis seçimleri ile birlikte ‘milliyetçilik’ silahının muhalefete, özellikle Kongre Partisi’ne karşı en etkili silah olduğuna ikna olmuş gibi görünüyor. Bu noktada gazeteci-yazar Satish Mishra’nın sözüne yer verelim: “Hindistan ve Pakistan arasındaki son gündem, Başbakan Modi ve Bharatiya Janata Partisi’nin genel seçimlerdeki söyleminin odak noktasını değiştirecek. Sadece birkaç hafta öncesinde yaklaşık 200 koltuk elde etmeyi düşünen Parti, şu an 300 koltuk kazanma ihtimalini dillendirmeye başladı bile”.
Bu, muhalefet partilerinin Hindu dinsel milliyetçilik eğilimine sahip Bharatiya Janata’nın (Hindistan Halk Partisi) programı karşısında temkinli olmaları gerektiği anlamına geliyor. Zira özellikle hava saldırılarının ardından ulusalcı ve milliyetçi olmayan şeklinde sınıflandırılmaları tehlikesine maruz kalacaklar. Öte yandan Modi, hava saldırılarından bu yana başkentte savaş anıtı açılışı gibi resmi etkinliklerde bile Kongre Partisi’ne karşı şiddetli bir saldırı başlattı. Dolayısıyla Seçimlerden önceki son haftalarda seçmenleri aşırı Hindu Rashtriya Swayamsevak Sangh (RSS) kuruluşu ve BJP’ye çekecek en önemli şey birlik beraberlik iken bölünmüş bir muhalefetin, ulusalcı ve milliyetçi bir bloğun karşısında durması mümkün olamaz. Hiç şüphesiz iktidar partisi ve onun büyük propaganda mekanizması, muhalif partileri ile destekçilerinin (orta sol) milliyetçiliğe karşı ve yurtseverlikten uzak oldukları yönünde bir algı yaratırken Modi ve partisi içinse gerçek milliyetçi imajı çizecek.
Hint seçmenin oyu nasıl olacak?
Siyaset Bilimi Seçim Politikaları Uzmanı olan ve aynı zamanda Delhi’deki Büyüyen Toplumlar Araştırma Merkezi’nde müdür olarak çalışan Prof. Sanjay Kumar, “Seçmenler belirli bir partiye oy verme ya da muhalefet etme konusunda hiç olmadığı kadar ilgililer. 2004 yılında gerçekleştirilen genel seçimlere kadar seçmenlerin çoğu, kime oy vereceklerine seçimden üç dört gün öncesinde ancak karar verebiliyorlardı. Ancak bugün durum değişti. 2009 ila 2014 genel seçimlerinden topladığımız veriler, seçmenlerin büyük kısmının oylarını seçimden uzun bir süre önce kesinleştirdiklerini ortaya koyuyor” değerlendirmesinde bulunuyor. Bağlı bulunduğu merkezin seçimlere ilişkin bir araştırma kolu bulunan Kumar, değerlendirmesini şu sözlerle sürdürüyor: “Hindistan’da insanlar, seçim oylarını çok önemsiyor. Seçim sonuçları açıklandıktan sonra bir kasabaya gitseniz insanların yüzde 80 ila 90’ı kazanan partiye oy verdiklerini söyleyecekler. Kazanan tarafa mensup görünmek, sosyal bakımdan istenen bir durumdur”.
İşsizlik, refah ve milliyetçilik
Ekonomi ve kalkınma, temel meseleler olarak kabul edilir. Nitekim BJP, 2014 öncesinde INC öncülüğündeki Birleşik İlerici İttifak yönetiminde yaşanan ekonomik büyümede yavaşlık, enflasyonun artması ve birkaç yolsuzluk skandalının patlak vermesi gibi birtakım karşılaştırmalar sunuyor. Buna karşılık Kongre Partisi de başarılarını pazarlamak için 2004-2014 yılları arasında iktidarda geçen on yıllık İlerici İttifak kayıtları ile BJP’nin son beş yıldaki kayıtlarının karşılaştırmasını yapıyor.
Muhalefetin işsizlik krizi ve işsizlerin sayısının artması üzerinden hükümete karşı bir saldırı başlatmak istediği çok açık. İşsizlik, ekonomi düzlemindeki en ciddi meselelerden biri iken Başbakan Modi’nin partisi kalkınma ve refah hakkında konuşmayı tercih ediyor. Zira Parti, refah sistemlerinin seçmenler nazarında ama özellikle de kadınlar arasında ve kırsal kesimlerde büyük bir popülerliğinin olduğuna inanıyor. Hindistan’ın politik ekonomisi konusunda Dr. Vaishnav (Carnegie Kuruluşu), Rediff.com adlı internet sitesine yaptığı açıklamada şu ifadeleri dile getirdi: “Modi’nin seçmenlerin önüne sürdüğü şey, BJP’nin ülkedeki modern refah devletinin temellerini attığı ve bu çalışmayı bitirebilmek için bir beş yıla daha ihtiyacı olduğudur. Küresel bankacılıktan küresel sağlık hizmetleri ve doğrudan yardım transferlerine kadar”.
Üçüncü temel mesele ise son beş senede sık sık kendini gösteren ulusalcı-milliyetçi eğilim. Modi hükümeti, ekonomik yönelimini, sosyal ve dış politikasını bu çerçevede şekillendirmeye çalıştı. Önem arz eden diğer meselelerin başında ise şunlar geliyor: Çiftçilerin sıkıntıları, iş piyasasının zayıflaması, yakıt fiyatlarının yükselmesi, para biriminin pazardan çekilmesi, azınlıklar arasında artan ayrımcılık.
Kadın, gençlik ve Müslümanlar
Son genel seçimlerde eyaletler düzeyinde ya da ülke genelindeki oylamaya ilişkin veriler, kadın katılımının arttığını ortaya koyuyor.
Analistler, bu sefer kadın seçmenlerin belirleyici bir rol oynamaları açısından güçlü bir fırsatın var olduğunu düşünüyor. Centrum Brooking adlı bir finans şirketinin yapmış olduğu bir araştırma kadınların, geçtiğimiz on yılda seçmen olarak büyük bir sıçrama gerçekleştirdiğini ve 2019’da kadınların katılım oranının eşitlenebileceğini ya da erkeklerin katılım oranının üstüne çıkabileceğini söylüyor. Bu durum siyasi açıdan onların oylarını ve kadına ilişkin meseleleri daha da önemli kılıyor. Centrum Brooking şirketinin yapmış olduğu araştırmada şu ifadelere yer veriliyor: “Bu durum, Uttar Pradeş, Bihar, Madhya Pradeş ve Racastan gibi eyaletlerde kadınların katılım oranlarına bakıldığında oldukça net bir şekilde görülüyor. Bunlar, önceki seçimlerde şiddet vakalarına tanık olunan eyaletler”.
2018 yılında 27.9’a ulaşan yaş ortalamasına bakıldığında Hindistan’ın genç bir ülke olduğu söylenebilir. 2020 yılında ülkenin toplam nüfusunun yüzde 34’ünü gençler oluşturacak. Seçim Komisyonu’nun 2018 yılı verilerine göre 2014 yılından beri seçmen listesine eklenen 18 yaşındaki kişi sayısı 45 milyon. Bu, 2014 yılından bu yana seçmen listelerinde yüzde 5’lik bir artışa denk geliyor.
Hint Müslüman seçmen kilit rol oynayacak
Bununla birlikte Hint Müslümanların 2019 yılında genel seçimlerde belirleyici bir rol oynayacağı açıkça görülüyor. Hatırlanacağı üzere Mayıs 2014 seçimlerinin ardından IndiaSpend kuruluşu, gençlerin en yoğun olduğu eyaletlerdeki oylama modellerine dair bir araştırma yürüttü ve beş eyalette gençlerin BJP’yi iktidara taşıdığını açıkladı.
Son iki meclis seçimlerine ilişkin veriler ise Müslüman seçmenlerin katılımında bir düşüşe ve Hindistan Parlamentosundaki temsil oranının gerilediğine işaret ediyor.
Müslümanlar nüfusun yüzde 14’ünü oluşturuyor. İki seçim dönemindeki Müslüman seçmenlerin oranı ise en az yüzde 10’du. 2014 yılında kazananlar arasında sadece 22 Müslüman bulunuyordu ki bu, en düşük temsil oranına tekabül ediyor.
Müslüman bir milletvekili seçimler sırasındaki siyasi iklimin Müslüman adayların gayrimüslimlerin oyunu elde etmesini epey zorlaştırdığını ifade ederken bazı sosyologlar, bu düşünceye katılmıyor.
Büyüyen Toplumlar Araştırma Merkezi’nde yardımcı olan Prof. Hilal Ahmed’in konuya ilişkin düşünceleri şu şekilde:
“Veriler, seçim bölgelerinin karmaşıklığını yansıtamaz. Etkin olan başka faktörler de var. Hâkim bakış açısının aksine toplum içerisinde büyük oranda sosyal çoğulculuk söz konusu. Bu çeşitlilik, Müslümanların politik etkileşiminin doğasını belirliyor. Ben inanıyorum ki kendilerini temsil etmek üzere Müslüman adayları tercih etmeyen çok sayıda Müslüman vardır”.
Keşmir’in yarışa muhtemel etkisi
Keşmir’de 40 Hintli paramiliterin öldürülmesi olayını Hindistan ve Pakistan arasındaki askeri bir gerilim takip etti ve Keşmir, Narendra Modi liderliğindeki Bhatiya Janata Partisi’nin iktidar dizginlerine tutunmaya çalıştığı Hindistan’daki genel seçimler çerçevesinde bir seçim meselesi haline gelerek fazladan önem kazandı.
Anketlerle ilgilenen uzmanlara göre Modi ve partisi, Keşmir’de meydana gelen intihar saldırısına karşı oluşan güçlü Hindu milliyetçiliği tepkisinden faydalanacak. Seçmenler de Modi’ye şu an güçlü ve kararlı bir lider gözüyle bakıyor. Söz konusu uzmanlardan biri olan M. K. Vino konuya ilişkin, “Gerçek şu ki Pulwama saldırısı, BJP için epey cazip bir fırsat.  Partinin bu konunun siyasi amaçlarla kullanmaya çalışmadan elden gitmesine izin vermesi imkânsız. Modi’nin dikkatleri işsizlik ve kırsal kesimlerde ateşlenen krizlerden ülkenin ulusal güvenliğini korumak gibi elverişli bir noktaya çekmesi çok mantıklı olacaktır. BJP, Keşmir olayları üzerinden ulusal güvenlik ve popüler öfkeyi sentezlemeye çalışacak. Bu karışımın etkili olması mümkün. Muhalefet partilerinin yapması gereken, seçimlere iki ay kalmışken seçim kampanyalarında bu konuyu işlemeye hazırlık yapmaktır”.
Hindistan’daki muhalefet partileri, önümüzdeki genel seçimlerde iktidarı ikinci kez elde etmeyi garanti altına almak için mevcut milliyetçi duyarlılık dalgasından faydalanarak silahlı güçleri siyasete alet ettiği gerekçesiyle Başbakan Modi’ye karşı birleşik bir saldırı başlatmıştı.
Bilindiği gibi Keşmir’deki gerginliğin kökeni, Büyük Britanya İmparatorluğu’nun Hint alt kıtası ile olan bağlantısını kopardığı döneme dayanıyor. 1947 yılında bağımsızlık ilan edildiğinde (Müslüman çoğunluğa sahip) Keşmir’in Hindu mihracesi Pakistanlı kabileler tarafından bir saldırıya uğradı. Bunun üzerine kayda değer bir halk desteğine sahip bulunmayan Mihrace, yardım talebiyle Hint Birliği’ne sığındı ve bir sözleşme imzaladı. Keşmir bu sözleşme gereğince Hint Birliği’nin bir parçası oldu. Hindistan askerlerini bölgeye göndererek Hindistan ve Pakistan arasındaki ilk savaşın fitilini ateşledi.
Hint güçleri, 1948 yılında Keşmir’in üçte birini kontrolü altına aldıktan sonra Pakistan’ın ilerleyişini durdurdu ve hâlihazırda bölge, Hindistan ve Pakistan arasında bölünmüş durumda. “Kontrol Hattı” bölgenin iki kısmı arasındaki sınır çizgisini temsil ediyor. Bu hat, iki ülke arasındaki 1947-48 savaşının ardından çizildi. Sonraki yıllarda meydana gelen savaşlar boyunca bu hatta hafif değişiklikler yapıldı. Ancak o zamandan bu yana Keşmir’de askeri, yarı askeri ve resmi hedefler çoğunlukta olmak üzere düzenli olarak şiddet eylemleri ve terör saldırıları gerçekleşiyor. Birbiri ardı sıra gelen Hindistan hükümetleri, Pakistanlı askeri ve istihbarat kurumlarını saldırıda parmağı bulunanları desteklemek ve istihdam etmekle suçlarken Pakistan bu iddiayı yalanlıyor.



Emperyal proje uğruna ulus devletlerin içeriden işgali

Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
TT

Emperyal proje uğruna ulus devletlerin içeriden işgali

Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)

Refik Huri
Irak'ta ulus devlet projesi dışında bir çözüm yok. Bu projenin karşısında büyük engeller duruyor. Geleneksel yapı ve bunun devlet seviyesinin altında projelerde istihdam edilmesi, Irak’ı emperyal projesinin bir parçası haline getirmek isteyen bölgesel planla bağlantılı engeller.
Ulus devlete inanan ve onun için çalışan Başbakan Mustafa el-Kazimi'nin zorlanmadan, zaman ve emek vermeden, yeni nesle, “Ekim Devrimi” nesline güvenmeden bu engelleri aşması kolay değil.
Durum epey kompleksli ve yargı üzerinde bile baskı var. Nitekim Haşdi Şabi’nin askeri geçit törenleri ortasında yargı, Kerbela’da aktivistlere suikast düzenlemekle itham edilen Haşdi Şabi’nin Enbar Operasyonlar Komutanı Kasım Muslih’i serbest bıraktı. Kazimi’nin dediği gibi, Musul’un DEAŞ’ın eline düşmesinin arkasında nasıl ki “yanlış gidişat” yer alıyorsa, DEAŞ’ın coğrafi kontrolü sonrası evreyi organize eden negatif gidişat da Irak’ın çöküşüne yol açabilir.
Devlete meydan okuyan ve devletin güvenliğine karşı tehlikeli uygulamaları olan Haşdi Şabi ile mücadelede Kazimi'nin sonuna kadar gitmesini neyin engellediği kimsenin meçhulü değil. Yine Başbakan'ın, Şii dini mercii Ayetullah Ali es-Sistani'nin Musul'dan Bağdat'a yönelmeye hazırlanan DEAŞ'a karşı koymak için verdiği "Cihad Fetvası”nın 7’inci yıldönümünde yaptığı konuşmada, resmin tamamını çizmesi beklenmiyordu.
Kazimi, Haşdi Şabi’nin “canavarı durdurmak” için harcadığı çabaları övdü ve dini merciinin; “Fetvanın ulusal olmayan projeler çıkarına siyasi ve ekonomik olarak istismar edilmesine” yönelik uyarılarını tekrar etmekle yetindi. Kazimi’nin; “Silahlı kuvvetleri destekleyerek ve performansını ulusal askeri kurallara göre kontrol ederek yanlış gidişatı düzeltmeye ve ülkeyi doğru çizgiye getirmeye” çalışmanın altını çizmesi de doğaldı.
DEAŞ Hilafeti’ne karşı mücadelede bir “gereklilik” olan Haşdi Şabi, DEAŞ’a karşı zaferin  ardından Irak için “zararlı” olmaya başladı.
Bağdat’taki Yeşil Bölge ve havalimanlarının yanı sıra ABD kuvvetlerini içeren askeri üslere roketler ve insansız hava araçları ile saldırılar düzenlemeye devam ediyor. Son olarak Asaib Ehli'l Hak örgütünün lideri, roket saldırıları ortasında ABD kuvvetlerine karşı savaş kararının alındığını deklare etti.
Bu, elbette eğitim ve bilgi alanları başta olmak üzere ihtiyaç duyulan hizmetlerin yanı sıra kuvvetlerin çekilmesi konularını ABD ile müzakere eden hükümetin kararı değil. ABD’nin nükleer dosyayla ilgili müzakereler sırasında kendisinden bölgesel etkisini sınırlama ve “istikrar bozucu davranışlarını” durdurma talebine karşılık, ABD'yi güçlerini “Batı Asya”dan çekmeye zorlayarak denklemi tersine çevirmek isteyen İran'ın kararı.
Bu karar, Arap ülkelerini kontrol etmek, ulus devlet projelerini fıkhi bir ad taşıyan emperyal bir proje lehine sona erdirmek amacıyla bu ülkelerin ordularına alternatif askeri kuvvetler oluşturmaya dönük geniş stratejinin bir parçası.
Gerçekler konuşuyor; Cihad Fetvası’ndan 7 yıl sonraki sahne, Haşdi Şabi’nin Necef'e bağlı "dini mercii Haşdi Şabisi" ve Velayet-i Fakih'e bağlı "Velayet Haşdi Şabisi" olarak ikiye bölünmüş olduğunu gösteriyor.
Velayet-i Fakih’e bağlı Haşdi Şabi, Hizbullah Tugaylarının öldürülen lideri Mehdi Mühendis’in belirttiği gibi bir “ümmet ve mercii projesi”.
Bir diğer lider de; “Biz Velayet-i Fakih’e bağlıyız ve onun dışında hiç kimseden emir almayız” demişti.
Haşdi Şabi’nin meşru ve kanunen silahlı kuvvetler başkomutanlığına, bir komuta zincirine bağlı olması, kadrolu ve maaşlı olması durumu değiştirmiyor. Bu durum, Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye’deki birçok milis grubu gibi İran’ın tesis ettiği, finanse ettiği ve silahlandırdığı milisler, Yemen’de desteklediği ve silahlandırdığı Husi Ensarullah örgütü için de geçerli.
Bu grupların tamamı bulundukları ülkelerde iktidarı kontrol ediyor ve sadece Devrim Muhafızlarının direktiflerine uyuyorlar. Yemen’de Husilerin yaptığı gibi meşruiyete karşı darbeler gerçekleştiriyorlar. Bunlar her şeyden önce, bir dini grubun tamamını arkasında toplamaya çalışan mezhepçi milis gruplar.
Uluslararası ve bölgesel güçler arasında, Mollalar Cumhuriyeti gibi projesi için savaşacak ve onu savunacak milis grupları olan kimse yok. ABD, Rusya, Türkiye ve İsrail işgal için ordularını, içeriden ve dışarıdan paralı askerler kullanıyorlar. İran’a gelince, Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan'ı bu ülkelerin evlatlarından oluşan milis gruplarla "işgal ediyor".
Milisler Velayet-i Fakih’e inanıyor ve bunu ümmetin kaderi olarak görüyorlar. Ancak bu emperyal proje birçok zorluk ve engelle karşı karşıya. Bunlar bir kısmıyla, İran'ın jeopolitik çatışmadaki emellerini sınırlayan bölgesel ve uluslararası güçlerin çıkarlarıyla çatışmasından kaynaklanıyor. Bir kısmını da çok mezhepli ülkeler üzerinde tek bir mezhep veya dini grubun hegemonyasını reddeden yerel güçlerle mücadele oluşturuyor.
Bu noktada şu basit soruyu sormalıyız; Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı?
Cevap daha da basit; katiyen yok.
Gelgelelim, Haşdi Şabi ve milisleri yaratan emperyal proje hala bunu empoze etme gücüne sahip, ama nihayetinde gelecek yalnızca ulus devletlerindir.