BM Suriye Özel Temsilcisi: Siyasi çözüm için uğraşıyoruz

BM Suriye Özel Temsilcisi: Siyasi çözüm için uğraşıyoruz
TT

BM Suriye Özel Temsilcisi: Siyasi çözüm için uğraşıyoruz

BM Suriye Özel Temsilcisi: Siyasi çözüm için uğraşıyoruz

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği özel röportajda, Suriye Anayasa Komisyonu’nun oluşturulmasına ve çalışma ilkelerinin belirlenmesine yönelik çalışmaların devam ettiğini söyledi ve kapsamlı bir yaklaşımın “Yönetim ve anayasa, BM’nin denetiminde gerçekleştirilecek seçimler, güvenlik ve terörle mücadele” olmak üzere dört noktayı içermesi gerektiğini belirtti.
Yılın başında göreve geldiğinden bu yana ilk kez Şarku’l Avsat’a konuşan Pedersen, 2254 sayılı karar uyarınca kendisine tevdi edilen görevin, BM himayesinde yürütülecak seçimler ve anayasa reformu üzerinde çalışmak olduğunu ifade etti. Müzakerelerin sonucu hakkında yargılarda bulunmadığını belirten Pedersen, “Anayasanın nasıl olacağını söylemek benim görevim değil. Bu Suriye egemenliğinin vereceği bir karardır” dedi.
Suriye hükümetiyle görüşmek üzere Şam'ı ziyaret ederek göreve başladığını dile getiren Pedersen, Şam'dan sonra Suriye Muhalefeti Müzakere Yüksek Kurulu ile görüşmek üzere Riyad'a yöneldiğini belirterek, “Tarafların bir araya gelmesi, aralarındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve asli müzakerelerin başlatılması için hem hükümet hem de muhalefet ile çalışmam gerektiği, 2254 sayılı kararda açık bir şekilde ifade ediliyor” dedi.
Pedersen, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile ilgili tutumunun ne olduğu sorusuna, “2254 sayılı karar gereğince bana tevdi edilen vazife açık. Devlet Başkanı Beşşar Esed liderliğindeki hükümet ile muamelelerde bulunuyorum. BM, muhalefette ve hükümette kimlerin bulunacağına ve Suriye devlet başkanının kim olacağına karar vermiyor. Bu bir Suriye meselesidir” ifadelerini kullandı.
Suriye'de Amerika, Rusya, İran, Türkiye ve İsrail olmak üzere 5 ülkenin askerlerinin bulunduğuna dikkat çeken Pedersen, “Çalışmaya odaklanmalı ve çatışmanın önlendiğinden emin olmalıyız. Burası, hataların meydana gelebileceği bir alandır. Suriye için büyük ve feci sonuçlara yol açabilir ve bölgenin ve dünyanın istikrarı için tehdit oluşturabilir” dedi.
Pedersen, Suriye’nin üçte birini kontrol eden Suriye Demokratik Güçleri (SDG) temsilcilerinin müzakere masasına davet edilip edilmeyeceğine ilişkin bir soruya, “SDG, kuzeydoğu Suriye'de önemli bir oyuncu. SDG’nin siyasi rolü, tartışmaya devam etmemiz gereken bir konudur” diyerek cevap verdi.
İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt’ın aralarında bulunduğu İngiliz yetkililerle gerçekleştirdiği görüşmelerin ardından Pedersen ile Londra’da gerçekleştirilen röportajın metni:
-BM Lübnan Özel Temsilcisi olarak Suriye'nin bölgesel rolünü tartışmak üzere birkaç yıl önce Şam'a ziyarette bulundunuz. Aynı zamanda BM Suriye Özel Temsilcisi olarak birkaç gün önce tekrar Şam'ı ziyaret ettiniz ve ülkenin geleceğini tartışmak üzere bölgede bir tur gerçekleştirdiniz. Bu sizin için zor mu oldu yoksa işinizi kolaylaştırdı mı?
Öncelikle, görevimin Şam'a gitmekle başladığını biliyorsunuz. Şam'dan sonra Suriye Muhalefeti Müzakere Yüksek Kurulu ile görüşmek üzere Riyad'a gittim. Bunun vurgulanması gerekiyor. Çünkü benim görevim, 2254 sayılı Güvenlik Konseyi kararının uygulanmasıdır. Tarafların bir araya gelmesi, aralarındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve asli müzakerelerin başlatılması için hem hükümet hem de muhalefet ile çalışmam gerektiği 2254 sayılı kararda açık bir şekilde ifade ediliyor. Bu çalışmalar ile birlikte 8 yıldır süregelen çatışma konusunda bir çözüme ulaşmayı hedefliyoruz. Özellikle Suriyeli bir mülteciyseniz, bu oldukça uzun bir zamandır.
-Yani, hükümetle ve muhaliflerle iki eşit taraf olarak mı çalışıyorsunuz?
Suriyeli taraflarla, Güvenlik Konseyi kararını ve kararın içeriğini temel alan bir yaklaşımla muamelelerde bulunuyorum. Doğru bir şekilde işaret ettiğiniz gibi bölgesel bir tur gerçekleştirdim ve önemli başkentlere gittim. Çatışmayı çözmek istiyorsanız, yalnızca Suriyelilerle değil, aynı zamanda uluslararası ve bölgesel aktörlerle da konuşmanız gerekiyor. Moskova, Washington ve Avrupa başkentlerinin elinde çatışmanın nasıl çözüleceğine dair net bir resmin bulunması gerekiyor.
-Onlara ne söylediniz?
Onlara mesajım şöyleydi: “Suriyelilerle birlikte ilerlememiz gerekiyor. Ancak uluslararası tarafların da sürece destek olmasını istiyorum. Bu ikilinin süreci birlikte yürütmeleri gerekiyor.”
-Bundan önce BM Lübnan Özel Temsilcisi olarak görev yaptınız ve Suriye yetkilileriyle Suriye'nin Lübnan'daki rolü hakkında konuştunuz. Şimdi ise BM’nin Suriye Özel Temsilcisi olarak görev yapıyorsunuz ve ülkenin geleceği hakkında görüşmelerde bulunuyorsunuz. Bu, uluslararası bir elçi olarak sizin için zor bir durum mu?
Aslında zor değil. BM tarafından belirlenen görev tanımım açık. Lübnan’dayken 1701 sayılı karar uyarınca görevlendirilmiştim ve önce Lübnanlılarla, daha sonra da kararla ilgili bölgesel taraflarla görüşmem gerekiyordu. Şu anki asli görevimin çerçevesi hükümet, muhalifler ve Suriye halkı ile sınırlı. Zor olan kısım bu değil. Asıl zor olan, 8 yıllık bir çatışmanın ardından Suriye toplumundaki bölünmelerin -özellikle de dile getirdiğim taraflar arasındaki bölünmelerin- ilerleme kaydedilmesini zorlaştıracak şekilde derinleşmesidir.
İlerleme kaydetmek için her taraf için ele alınması ve çözülmesi gereken birtakım meseleler var. İlerlemenin asli unsuru, çatışan tarafları güven oluşturmak ve çözüme ulaşmak üzere müzakere masasında bir araya getirmektir. Bu kolay mı? Hayır, bahsettiğim şeyler yüzünden oldukça zor.
-2254 sayılı Güvenlik Konseyi kararını uygulamakla vazifelisiniz. Bir araya geldiğiniz herkese bunu söylüyorsunuz. 2012 yılında Cenevre Bildirgesi, sonra Viyana Süreci ve şimdi 2254 sayılı karar.  2254 sayılı karar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kısaca söylemek gerekirse, 2254 sayılı karar, kapsamlı bir siyasi çözüm için gerekli tüm unsurları içeriyor. Güvenlik Konseyine brifing verdiğim sırada söylediğim şey buydu. Bana ulaşan bütün değerlendirmelerde ifade edilen şey aynı: “Bu hepimizin hemfikir olduğu bir şey.”
Hepimiz biliyoruz ki sahada yeni gelişmeler var ve 2015 yılında olduğundan daha farklı bir resimle karşı karşıyayız. Daha önce de söylediğim gibi çatışmanın askeri yönü sakinleşiyor olabilir, ancak çatışmalar henüz bitmedi. Hala diğer birtakım durumlar var. Çatışmanın kökleri hala mevcut. Bir yandan İdlib’de yaşanan durumlar, diğer yandan Suriye’nin kuzeydoğusunda yaşananlar…
Ayrıca Suriye içlerinde tanık olunan İsrail saldırıları var ve bölgede hala DEAŞ’ın kalıntıları bulunuyor. Suriye'de içinden çıkılması zor olan bir ekonomik ve sosyal durum da var. Bütün bunlar, bir şekilde üstesinden gelmemiz gereken diğer zorluklara ekleniyor.
Ayrıca, 2254 sayılı kararın içerdiği çok önemli unsurlar var. Karar öncelikle Suriye'nin egemenliğine ve birliğine saygı duyulması ile başlıyor ve bunu vurguluyor. Sonra Suriye halkının uzun süredir çektiği ıstıraptan ve terörle mücadeleden bahsediyor. Kararda, Suriyelilerin BM arabuluculuğu ile çatışmanın sona erdirilmesine yönelik politik sürece önderlik etmesi gerektiği belirtiliyor ve aynı zamanda, güven artırıcı önlemlerin gerekliliği hususuna değiniliyor. Karar dahilinde tutuklanan, kaybolan ve kaçırılan kimselere dair bahisler de var. Bunlar benim görevimin önemli unsurları ve parçalarıdır. Gerçekleştirdiğim bütün ziyaretlerde bu hususlarda ilerleme kaydedilmesi üzerine görüşmelerde bulundum.
-Bunu başarmak için atılması gereken en önemli adımlar nelerdir?
Bu hususta odaklanacağım belirli noktalar var. Öncelikli olanlar, güven inşa etmek ve hükümetle ve muhalefetle olan ilişkimi derinleştirmemdir. Böylece, ilerlemek için ortak noktalara dayanan bir anlaşmaya varabileceğimiz alanları tespit edebiliriz. Ayrıca üzerinde çalışmak için anlaşmazlık noktalarını tespit etmek gerekiyor. İkinci olarak Suriye sivil toplum kuruluşları ile kurulacak ciddi ilişkilerden bahsettim, bunu gerçekleştirmem gerekiyor. Üçüncü olarak tutuklanan, kaybolan ve kaçırılan kimseler üzerinde çalışmak gerekiyor. Bu, tüm Suriyeliler için çok önemli bir konudur. Suriye çatışmasında, bu trajediden etkilenmemiş tek bir ev bulunmuyor. Bu benim için oldukça önemli ve asli bir konu.
Siyasi olarak hükümet ve muhalefet ile olan diyaloğun derinleştirilmesi gerekiyor. Ayrıca eski BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’dan miras aldığım Anayasa Komisyonu meselesi var. Bunun üzerinde çalışıyorum ve bir çözüm bulmayı umuyorum. Üçüncü liste ile ilgili birtakım anlaşmazlıklar var. İsimler ve çalışma ilkeleri üzerinde anlaşmaya varılması gerektiğini düşünüyorum. İlerlemekte olduğumuzu hissediyorum, ancak henüz bitirmedik.
-Güvenlik Konseyi’nde istikrar hakkında konuştunuz. Suriye'de istikrarın nasıl gerçekleştirileceğine dair düşünceleriniz neler?
Müzakerelerin neticesinde çatışmanın son bulmasını umuyorum. BM’nin dünyadaki çeşitli çatışma alanlarındaki deneyimleri bize gösteriyor ki, istikrarın sağlanabilmesi için çeşitli taraflar arasında güven inşa edilmesi ve yaraların sarılması gerekiyor. Güvenlik Konseyi'nde de dediğim gibi, gerçek bir uzlaşı ile birlikte taraflar arasında inşa edilecek güven ve çatışmanın ekonomik boyutu üzerine çalışılması gerekiyor.
-Bunun siyasi içeriği nedir?
Siyasi içerik, 2254 sayılı karar uyarınca çatışmaya ilişkin müzakere edilmiş bir çözümdür.
-Neye ulaşmak için?
Barışçıl bir çözüme ulaşmak için. Sonrasında siyasi olarak nasıl ilerleme kaydedileceğine dair gerçek müzakereleri başlatmak için tüm tarafları müzakere masasına getirmeye çalışmam gerekiyor. Bugün, bunun ayrıntılarından bahsetmemem gerektiğini düşünüyorum. Suriyeli tarafların bunu nasıl yapacaklarını görmeleri gerekiyor. Fakat sürecin nasıl seyredeceğine dair bazı net fikirlerimiz var. Şimdi bir arabulucu olarak yaptığım şey, üzerinde bir uzlaşıya varılan ve varılmayan hususların belirlenmesi sürecini kolaylaştırmaktır. Yakın zamanda bunu yapabilmeyi umuyorum. Şu an bulunduğumuz duruma gelene kadar 8 senelik bir sürenin geçtiğinin farkındayım.
-Anayasa Komisyonu meselesine geri döneceğim, fakat bölgedeki askeri duruma ilişkin bir soru sormak istiyorum.  Güvenlik Konseyi’nde Suriye’de Amerika, Rusya, İran, Türkiye ve İsrail olmak üzere 5 ülkenin askerlerinin bulunduğunu söylediniz. Uluslararası bir elçinin böyle bir ortamda siyasi bir süreç başlatması zor mudur?
Sadece zor değil, aynı zamanda tehlikeli! Bu nedenle, çalışmaya odaklanmalı ve dış güçler arasındaki çatışmaları önlediğimizden emin olmalıyız. Burası, hataların meydana gelebileceği bir alandır. Suriye için büyük ve feci sonuçlara yol açabilir ve bölgenin ve dünyanın istikrarı için tehdit oluşturabilir. Bu hususta derin zorlukların bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu nedenle, Güvenlik Konseyi’nde, çatışmadaki uluslararası oyuncularla çalışmanın gerekliliğini dile getirdim. Çünkü çatışmanın uluslararası bir boyutu var. Tehditleri azaltmak ve birlikte hareket etmek için neler yapılabileceğini görmek amacıyla ciddi anlamda çalışıyorum.
-Anayasa Komisyonu meselesini miras aldığınızı söylediniz. Bunu Soçi-Astana sürecinden mi, yoksa 2254 sayılı karardan mı miras aldınız? Uluslararası kararı okudum, fakat Anayasa Komisyonu’na dair herhangi bir şeye rastlamadım.
2254 sayılı uluslararası kararda anayasa reformundan söz edilmektedir.
-Fakat Anayasa Komisyonu’ndan söz edilmiyor değil mi?
Siyasi bir süreç üzerinde uzun süre çalışmalar yürüttüğünüz zaman elde ettiğiniz şey bu olur. Burada anayasa reformundan bahsediliyor. Süreç daha sonra Anayasa Komisyonu gibi tek bir yol üzerine odaklanmaya yönelik gelişme gösteriyor. Bunun üzerinde çalışıyoruz. Hükümet 50 kişiyi aday gösterdi. Aynı şekilde muhalifler de 50 isim belirledi. Üçüncü liste üzerine çalışıyoruz. Fakat komisyonun çalışma kuralları hakkında da söylediğim gibi, eğer bu hususta başarılı olursak Suriye halkının güvenini kazanabileceğimiz güvenilir ve dengeli bir komiteye sahip olacağız.
-Komite üye sayısına bağlı kalacak mısınız?
Evet, üye sayısı konusunda herhangi bir değişiklik yapmayacağım.
-İlk önce listedeki 50 üzerinde anlaşmazlık vardı. Daha sonra bu sayı 28’e düştü. Şimdi ise Ruslarla 6 isim üzerinde görüşmeler yapıyorsunuz. Rusların herhangi bir karşılık olmaksızın çok şey elde ettiğini düşünüyor musunuz?
Açık olmamız gerekiyor. İsimler üzerinde bir anlaşmazlık vardı. Komisyonun BM tarafından belirlenen kriterleri karşılaması mümkündür. Komisyonun güvenilir ve dengeli olması gerekiyor. İsimler üzerinde çalışıyoruz. Aynı şekilde önemli olan bir diğer husus ise komitenin uygun ve profesyonel bir şekilde çalışmasını sağlamak için birtakım çalışma ilkeleri üzerine uzlaşı sağlanmasıdır. Güvenlik Konseyi'nde de belirttiğim gibi bunun sağlanması, siyasi bir sürecin başlangıcı olabilir.
-İsimler üzerinde uzlaştığınızı varsayalım. Bu adayların Suriyeli taraflarca hedef alınmayacağının garantisi var mı? 150 ismin korunacağına dair güvence aldınız mı?
Bu normal bir durum. Sadece üçüncü liste değil, komisyonun 150 üyesinin korunmasının güvence altına alınması gerekiyor. Bu, uzlaşıların bir parçasıdır.
-Listedeki bazı isimlerin adaylığının kabul edilmesinden korktuğunu biliyorum. İsimler belirlenmeden önce adaylarla konuştunuz mu? 150 adayın hepsinin çalışmayı kabul edeceğinden emin misiniz?
İlgili taraflar ile birlikte isimler üzerinde bir uzlaşıya varırsak, uluslararası toplumun da desteğiyle siyasi sürecin başlangıcı olarak tanımlanabilecek şeyler üzerinde çalışabileceğimizi umuyorum. Bu, eksiksiz bir anlaşma üzerinde uzlaşıya varılmasını gerektiriyor.
-Bazı kişiler, daha öncesinde kendileri ile istişare edilmediği için listeye katılmayı kabul etmeyecekler.
Tekrar sorunun kaynağına geri dönüyoruz. Aradan geçen 8 yılın ardından siyasi sürece dair güvenin olmaması normaldir. Bazı gerginliklerin ve tartışmaların olacağını tahmin ediyorum. Ancak, hükümetin, muhalefetin ve uluslararası toplumun bir uzlaşıya varmasıyla bunun üstesinden gelebileceğimizi umuyorum.
-Suriye Anayasa Komisyonu’nun oluşturulması ve çalışma ilkelerinin belirlenmesi için tayin edilen bir süre var mı?
Bu çerçevede kaydedilen bir takım ilerlemeler var, fakat belirli bir tarih yok.
-Muhalifler “seçimler, anayasa ve yönetim” hususunda konuşmak istediğini söylüyor?
Bu hususta geniş çaplı bir uzlaşı var. Bazen bunu unutuyoruz. 12 siyasi ilke, seçimler, anayasa, güvenlik ve terörle mücadele hususunda daha önce yapılmış bir anlaşma var. Bu yönde nasıl ilerleyebileceğimizi görmek için hükümetle ve muhalefetle diyaloğu derinleştirmeye çalışıyorum.
-Nasıl?
Hükümet ve muhalefet ile görüşmelerde bulunuyorum. Sadece anayasayı değil, bahsettiğim diğer bütün unsurları da tartışıyoruz. Çünkü 2254 sayılı karar, kapsamlı bir yaklaşımı içeriyor. Çatışmayı sona erdirmeye yönelik adımların atılabilmesi için kapsamlı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekiyor. Benim görevim bu ve bu yönde çalışmalarımı sürdürüyorum.
-Bazı Batılı ülkeler ve bazı muhalifler “siyasi bir geçişten” söz ediyor. Bu vaki mi yoksa geçerliliğini yitirdi mi?
Zorlukların ayrıntılarda olduğunu biliyorum. Bu, Suriyeli tarafların müzakere masasına oturdukları vakit tartıştıkları anayasa, seçimler, güvenlik ve terörizm meseleleri ile ilgilidir. Bunun için kapsamlı bir yaklaşım gerekiyor. Tartışmaların sonucu hakkında öncesinden önyargılı bir şekilde konuşmam hata olur. Bu tartışmaların sonucu hakkında yargıda bulunmamalıyım.  Ancak görüşmeler için uygun bir ortam yaratmak adına neler yapılabileceği konusunda bazı fikirlerimiz var.
-Şam'daki bazı yetkililer, tüm Suriye toprakları üzerindeki kontrolün geri alınmasının ve ülkeden yasadışı dış güçlerin çıkarılmasının öncesinde siyasi sürece devam etmenin mümkün olmadığını söylüyor.
Bizim için önemli olan şey yapılanlardır.  Hükümet, Anayasa Komisyonu için 50 aday belirledi. Muhalifler de aynı şeyi yaptı. Umarım, bir an önce üçüncü liste ile ilgili olarak da bir uzlaşıya varılır ve komite çalışmalarına başlarız.
-Hükümet 2015 ortalarında ülke topraklarının yüzde 15’ini kontrol ediyordu. Şimdi ise yüzde 60'ını kontrol ediyor. Bazı analistler, hükümetin kaybettiği sırada hiçbir taviz vermediğini söylüyor. Hükümet şuan kazançlı bir durumda ve Rusya ve İran tarafından destekleniyor. Bundan dolayı şimdi hiçbir taviz vermeyecek. Ne düşünüyorsunuz?
Bir çözüm bulunabileceğini düşünmeseydim, bu işi ve bu görevi kabul etmezdim. Yeni bir gerçeklik ile karşı karşıya olduğumuzu biliyorum. Halihazırda mevcut gerçeklik sürekli değişiyor. En önemli şeyin çatışmaya bir son verilmesi olduğunu söylüyorum. Olur da 8 yıl sonra görüşecek olursak, “ Bir çözüme ulaşmak için elimize geçen fırsatı değerlendirdik” demeyi umut ediyorum.
-Bazıları, Rusya ve İran’dan tam destek alan hükümetin kazandığını söylüyor. Buna karşın, diğer bazı kimseler ise ülkenin harap olduğunu, ekonominin çöktüğünü, Batılı ülkelerin ülke üzerinde yaptırımlar uyguladığını ve ülkenin yüzde 40'ının devlet kontrolü dışında olduğunu söylüyor. Görevinizi başarıyla yerine getirebilmeniz için hangi görüş size yardımcı olur?
Suriye'deki duruma ilişkin ufkumu genişletmek için hükümet, muhalefet, sivil toplum kuruluşları ve Kadın Danışma Konseyi ile yoğun istişareler de bulundum. Ayrıca Riyad, Tahran, Ankara, Moskova, Washington, Paris ve Londra'yı ziyaret ettim. Farklı görüşler var ve uluslararası bir arabulucu ve BM elçisi olarak benim rolüm, Suriyelileri ve uluslararası toplumu 2254 kararını destekleyecek bir duruma getirecek şekilde çalışmaktır. Çeşitli değerlendirmeler hakkında yargıda bulunmayacağım. Tarafları bir araya getirmeye ve anlaşmazlıkları gidermeye çalışmaya devam edeceğim.
-Suriye sahnesindeki oyuncuların çoğu ile bir araya geldiniz. Suriye topraklarının yüzde 30'unu kontrol eden SDG temsilcileriyle görüştünüz mü?
Hayır. Onlarla henüz görüşmedim. Doğru bir şekilde işaret ettiğiniz gibi SDG, kuzeydoğu Suriye'de önemli bir oyuncudur ve ülke arenasındaki siyasi rolü, tartışmaya devam etmemiz gereken bir konudur.
-ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile Washington'da bir araya geldiniz. Amerikalılar Cenevre'deki barış görüşmelerini ilerletmek için Suriye'nin doğusunda bulunduklarını söylüyorlar. Amerikalılardan Kürtlerin müzakere masasına getirilmesi yönünde bir talep var mı?
Amerikalılar görevimin öneminin farkındalar ve şu anda yaptıklarıma saygı duyuyorlar. Suriye hükümeti ve muhalefet ile görüşmeler de bulundum. Pompeo ile görüştüğüm meseleler ikimizin arasında kalacak.
-Şam’a yaptığınız son ziyarette Devlet Başkanı Beşşar Esed ile görüşmediniz. Bu hususta farklı görüşler var. İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt bana iki hafta önce Esed’in iktidarını sürdürebileceğini söyledi. Bu, Batı ülkelerinin görüşüdür. Muhaliflerin farklı talepleri var. Bu hususta ne düşünüyorsunuz?
2254 sayılı karar gereğince bana tevdi edilen vazife açık. Devlet Başkanı Beşşar Esed liderliğindeki hükümet ile görüşmelerde bulunuyorum. BM, muhalefette ve hükümette kimlerin bulunacağına ve Suriye devlet başkanının kim olacağına karar vermiyor. Bu Suriye'nin iç meselesidir.
-Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri de görevinizin bir parçası mı?
2254 sayılı karar uyarınca benim görevim, BM himayesinde yürütülen seçimler ve anayasa reformu üzerinde çalışmaktır.
-Cumhurbaşkanlığı ve parlamento?
Müzakerelerin sonucuyla ilgili yargıda bulunmamam gerekiyor.  Anayasanın nasıl olacağını ve Suriyelilerin ne hususta anlaşacaklarını söylemek benim görevim değil. Bu Suriye egemenliğinin vereceği bir karardır. Buna göre, BM himayesinde seçimler yapılacak. Bu gerçekleştiği takdirde sizinle bu konuyu görüşmeye hazır olacağım.
-Başkanlık ve parlamento seçimlerine hazırlanmak görevinizin bir parçası mı?
Karar öyle demiyor. Bilakis bunun anayasal bir süreç olduğunu söylüyor. Seçimler buna göre yapılacak.
-Sizin düşünceniz nedir?
Bunun gerçekleşmesini umuyorum. Bu Suriye egemenliğinin vereceği bir karardır. Bekleyip göreceğiz.
-Yeni bir anayasa yapılmasından mı yoksa mevcut anayasada değişiklik yapılmasından mı yanasınız?
2254 sayılı karar açıkça yeni bir anayasadan bahsediyor. Anayasal reformun yapılmasının gerekliliği açıktır. Buna Suriyelilerin kendileri karar verecek.
-Güvenlik Konseyi brifinginde ana hatlarıyla dile getirdiğiniz planınızın maddelerinden biri olan kayıp kimseler ve kaçırılanlar ile ilgili dosyaya dönelim. Bu hususta ne söyleyebilirsiniz?
Bu, tüm Suriyeliler için çok önemli bir konudur. Suriye çatışmasında, bu trajediden etkilenmemiş tek bir ev bulunmuyor. Bu benim için oldukça önemli ve asli bir konu. Ailelerin sevdiklerinin başına ne geldiğini bilmesi çok önemli. Bu açık bir şekilde benim görevimin bir parçası. Doğru şekilde ortaya konduğu takdirde Suriye toplumunun yaralarının sarılmasına yardımcı olacak bir konu.
-Soçi-Astana süreci çalışma grubu aracılığıyla bu dosya ile ilgili çalışmalara daha fazla dahil olacak mısınız?
Rusya, Türkiye ve İran'dan oluşan bir çalışma grubu var ve bizimle birlikte çalışıyorlar. Bu çalışmalar devam edecek. Şam'a gittiğim zaman görevimin bir parçası olarak bunu da tartışacağım.
-Batılı yetkililerden ‘stratejik sabır’ diye adlandırdıkları bir tutumu benimsediklerini duyuyoruz. Yani hükümetin birtakım tavizler vermesini sağlamak için Şam üzerindeki yaptırımların sonuçlarını bekliyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Suriye’deki çatışmaya ilişkin bir çözüme ulaşılması için gerekiyor.
-Bunun “stratejik aciliyet” ile birlikte olması mı kastınız?
Suriyeliler ve bölge için mümkün olan en kısa sürede çatışmaya bir çözüm bulunması gerektiğine inanıyorum. Uzun süredir devam eden bir ıstırap var. 2254 sayılı karar uyarınca müzakere edilen bir çözümle bu çatışmanın sona ermesi gerekiyor.  
-DEAŞ coğrafi olarak sona ermek üzere. Bunun görevinize bir etkisi olacak mı? DEAŞ’ın bir örgüt olarak veya ideolojik bakımdan sona erdiğini düşünüyor musunuz?
DEAŞ’ın coğrafi bakımdan hezimete uğraması oldukça yakın. Fakat hepimiz biliyoruz ki bu, DEAŞ’ın nihai olarak son bulacağı anlamına gelmiyor. Örgün hiçbir şekilde geri dönmemesinden emin olmak için çok çalışmamız gerekiyor.
-Nasıl?
Suriye’deki çatışmalar hususunda getirilebilecek adil ve kapsamlı bir çözümün, DEAŞ’ın ve korkunç fikirlerinin geri dönüşünün önlenmesine katkıda bulunacağı konusunda şüphe yok.



Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
TT

Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)

İbrahim Hamidi

Eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi iki yılı aşkın bir sürelik ‘savaşçı molasının’ ardından Irak'a döndü. Titiz hesaplamaları ve adımlarıyla tanınan Kazımi'nin dönüşü birçok soru işaretine ve spekülasyona yol açtı. Tüm bunlara bir de ülkesine 7 Ekim 2023'ten sonra Ortadoğu'nun büyük dönüşümlere sahne olduğu ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden Beyaz Saray’a dönüşüyle dünyanın yeni bir döneme girdiği bir dönemde dönmüş olması eklendi.

Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde sürgünde gazeteci olarak çalışan Kazımi, Irak'ta, bölgede ve dünyada, müttefikler ve çatışan taraflar arasındaki geniş ilişki yelpazesiyle tanınıyor. Kazımi aynı zamanda Bağdat'taki büyük değişimin ardından iç ve dış dönüşümler, krizler ve değişimler arasında bağlantı kurabilen, sinyallerin ve değişimlerin anlamlarını okuyabilen az sayıdaki isimden biri.

Kazımi’ye Irak, Ortadoğu'daki değişimler ve yeni dünya düzeni hakkında pek çok soru sordum. Bir kısmı Londra'da gerçekleşen röportaj, 26 Mart 2025 tarihinde e-posta yoluyla yazılı olarak tamamlandı.

Kendisine Bağdat'a dönüşünün ne anlama geldiğini, seçimlere katılmayı planlayıp planlamadığını ve ne tür garantiler istediğini, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesini ve Irak'ta Tahran ile Washington arasındaki ilişkileri, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Ortadoğu’yu ve Hizbullah’ın başarısızlıklarını, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a yönelik ‘azami baskı’ tehditlerini, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini, yeni dünya düzenini, ABD, Çin ve Rusya arasındaki ilişkileri ve Arap ülkelerinin uluslararası konumunu sordum.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı  Mustafa el-Kazımi röportajın tam metni:

*Sayın Başbakan, iki yılı aşkın bir aradan sonra Irak'a geri döndünüz. Dönüşünüz hangi sebeplere dayanıyor?

Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Başbakanlık görevimi tamamladıktan sonra Irak'tan ayrılmaya karar verdim. Bu kararın kendince sebepleri ve gerekçeleri vardı. Kişisel olarak böyle bir çalışma döneminden sonra bir mola vermeye ihtiyacım vardı. Sorumluluk üstlendiğim dönem sadece başbakanlıkla sınırlı değildi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın başında bulunduğum 2016 yılından görevi mevcut Başbakan'a devrettiğim 2022 yılının ekim ayına kadar uzanıyordu.

Bazı kardeşler benim ‘savaşçı molası’ verdiğimi söylediler. Bu tanımda bir miktar doğruluk payı var. Birçok görüşmede tepede durduğumu ifade ettim. Bu da bir yandan durumun takibi ve gözlemlenmesiyle karışık bir mola, diğer yandan da görüşler, fikirler ve yaklaşımlar geliştirmenin yanı sıra deneyimin değerlendirilmesi, kaydedilmesi ve belgelenmesi için çalışma anlamına geliyordu. Özellikle bölgeyi ve dünyayı kasıp kavuran değişimler aynı zamanda sükûnet ve esneklik gerektirdiğinden, mevcut koşullara ve karmaşıklıklara rağmen uygun çözümler üretmemize yardımcı oldu. Duygulara kapılmamalı ve Irak'ın, halkının ve bölgenin genel çıkarlarını gerçekleştirmek için ahlaki, insani ve ulusal değerleri korumalıyız.

Beşşar Esed rejiminin çöküşü ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak’a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor.

Bölgedeki gelişmeler ve bunların genel olarak Arap dünyasına, özelde ise Irak'a yansımaları, engellerin aşılmasına ve hesapsız maceralardan uzak bir şekilde gerçeğe hızlı bir şekilde dönülmesine katkıda bulunacak fikirleri üretmeye açık bir şekilde çalışmak ve başlatmak için beni daha fazla motive etti.

Mola bitti İbrahim Bey. Arap dünyasındaki durumun bir parçası olmaya çalışmanın zamanı geldi. Irak, bu uzlaşıdan ve bu eğilimden sapmayan bir Arap ülkesi ve bundan uzak kalamaz. Bu derinlik başka bir derinlikle yer değiştiremez.

*Önümüzdeki seçimlere katılmak için ittifaklar kurmak istediğiniz doğru mu?

Önümüzdeki seçimlere katılma, ittifaklar kurma ya da koalisyonlara katılma konusunu zamana bırakıyorum. Çok sayıda ve çeşitli seçeneklerimiz var. Vizyonumuzla örtüşen ve farklı yaklaşımları paylaşan güçler ve partilerle açık ve kesintisiz olarak iletişim halindeyiz. Bu konu halen tartışılıyor.

İki önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi, eğer önümüzdeki seçimlere katılmaya karar verirsek özellikle 2005 yılından bu yana geçmiş seçimlerde yaşadığımız tecrübeler çerçevesinde, bu seçimlerin adil olacağına ve en üst düzeyde şeffaflığa sahip olacağına dair garantiler talep ediyoruz. Daha önce pek çok zorluk, aksaklık ve haksızlık yaşandı.

cfvgthy
Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ile bir röportaj gerçekleştirdi (Al Majalla)

İkincisi olarak seçimlere katılalım ya da katılmayalım, iktidarda olsun ya da olmasın, hükümete ya da siyasi sisteme yakın yahut muhalif olsun herkes, ulusal ve tarihi sorumluluklarını üstlenmeli. İçinde bulunduğumuz dönem ortak yarar için, Irak'ın iyiliği için çalışmamızı gerektiriyor. Çünkü fiyasko ve başarısızlığın bedelini hepimiz, Irak ve Iraklılar ödeyecek. Ben de her zaman bundan korkuyor ve buna karşı uyarıyorum.

*ABD, askerlerini bir takvim dahilinde Irak’tan geri çekmeye karar verdi. Sizce bunun Irak üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Hükümetim döneminde, ABD muharip güçlerinin Irak'tan çekilmesini tamamladık, ancak belirli sayıda askeri danışmanı bulundurmaya devam ettik. Onlara güvenlik güçlerimizin bazılarını eğitme ve DEAŞ çeteleriyle mücadele edebilmeleri için gerekli tavsiye ve desteği sağlama görevi verdim.

Bu anlaşmayı ve etkilerini değerlendirme sürecinde değilim. Ancak Irak'ın Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkisinin stratejik ve önemli olduğu ve bundan taviz verilemeyeceğini söylemek istiyorum. Bu ilişkiyi nasıl güçlendireceklerini ve geliştireceklerini araştırıp ABD’nin yeteneklerinden, uluslararası konumundan ve Irak'a bir devlet, kurumlar ve halk olarak hizmet etme potansiyelinden yararlanmak yetkili kardeşlerimizin görevi.

Daha önemli ve talihsiz olan bir diğer konu ise Irak halkına cehaletle birlikte ikiyüzlülüğün ihraç edilmesidir. Bir yandan ABD ile bağların koparılması çağrısında bulunurken diğer yandan gizlice ve üstü kapalı bir şekilde köprüler kurmaya ve Irak içinde ve dışında ABD’li yetkililere kimliklerini sunmaya çalışan sahte slogancılardan bahsediyorum!

*Irak’a döndüğünüzde bölge çok değişmişti. Örneğin Beşşar Esed rejimi düşmüş ve Hizbullah başarısızlığa uğramıştı. Bu durum Irak'a da yansıdı mı?

Elbette. Beşşar Esed rejiminin düşmesi ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak'a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor. Sanırım önümüzdeki birkaç ay içinde bu daha da netleşecek.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez.

En önemlisi başkalarının deneyimlerinden ders çıkarmaktır. Iraklılar olarak, başkalarıyla aynı hataları yapmamak için kendi deneyimlerimizden ve başkalarının deneyimlerinden ders almalıyız. Aynı hataları yapmak ne haklı gösterilebilir ne de kabul edilebilir. Bugünün dersi, başkalarının deneyimlerini iyi anlamak, koşulları, faktörleri ve sonuçları iyi okumak ve bir sonraki aşamayı doğru bir şekilde kurmaktır. Ancak bu şekilde daha sonra bir gerileme yaşamaktan kaçınırız. Devlete, devletin tercihine ve devletin kurumlarına inanmalıyız, çünkü herkesi koruyan onlardır, tersi değil.

*Irak ve İran arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Irak ve İran arasındaki ilişkinin, her iki ülkenin özgünlüklerine saygı göstererek ve her iki ülke için de en iyisini elde etme çabası çerçevesinde, olumlu etkileşim ve iyi komşuluk temelinde olması gerekiyor. Irak'ın iç işlerine her türlü müdahaleyi reddediyorum. Her iki ülkenin de çıkarlarını korumak için Irak'ın İran'ın arka bahçesi olmasına izin verilmesine karşıyım.

Burada, İran’daki ilgili kardeşlerimi, genel olarak bölgeye ve özelde Irak'a ilişkin vizyonlarını yeniden gözden geçirmeye ve ikili iş birliği ve iletişimde devlet ve kurum mantığını yerleştirmeye çağırıyorum.

Bölgemizde değişimler yaşanıyor. Herkesin bu değişimlere ayak uydurması gerekiyor. Herkes, bölge ülkeleri ile halklarının çıkarlarına hizmet eden iş birliği ve ekonomik entegrasyon ilkeleri doğrultusunda çalışmalı. Ancak bu şekilde güvenlik ve istikrarın temelleri atılıp hiç kimsenin çıkarına olmayan bir çatışmaya herkesi itebilecek pervasız maceralar önlenebilir.

*Devletin kontrolü dışındaki silahlar ne olacak?

Silahlar devletin kontrolü dışında olduğu zaman Irak öldü demektir. Uluslararası toplum ve bölgesel komşular, devletin, devlet kurumlarının ve halkın iradesi olmaksızın savaşa ve barışa karar verme konusunda risk almaya ve ileri gitmeye hazır taraflara ve milislere sahip bir devletle uğraşmamaları konusunda uyarıyor.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez. ABD karşıtı sloganlar atanlar, ABD’nin hükümetle koordineli olarak bulundurduğu askerlerini ‘işgal’ olarak değerlendirirken, devlet ve hükümet bu askeri varlığı dünyanın en güçlü askeri gücüyle güvenlik iş birliği ve stratejik ortaklığın bir parçası olarak görüyor.

Bu çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Daha önce de söylediğim gibi, Irak halkının kasıtlı olarak cehaletiyle birleşen bir ikiyüzlülük var ve bu onlara çok pahalıya patlayacak. Çünkü halk artık gerçekleri ayırt edebiliyor.

*Pekin’deki anlaşmanın zeminini hazırlayan Suudi Arabistan-İran görüşmelerinin Bağdat’ta yapılmasında rol oynadınız. Üzerinden geçen iki yılın ardından anlaşmayı nasıl görüyorsunuz?

Bu görüşmeler karşılıklı iyi niyetlerle yapıldı. Irak, coğrafi konumu, yakınlığı ve iki komşusuyla da olan etkileşimi sayesinde bunun görüşmelere uygun ve elverişli bir zemin hazırlayabildi. Müzakerelerin sayısı beş tura ulaştı. Bu turlarda iki taraf arasında açıklık ve şeffaflık ön plandaydı. İki taraf arasında çözüm bekleyen konuların çoğu ele alındı. Irak, aradaki boşlukları doldurmaya istekli bir arabulucu olabildi, fakat -açıkça söylemek gerekirse- Irak bu tür görüşmelerin sonuçlarının garantörü olamaz. Bu tür görüşmelerin bölgesel değil, uluslararası bir garantöre ihtiyacı olduğu bir gerçek. Çin de her iki tarafa görüşmenin sonuçlarının garantörü olmayı önerdi.

7 Ekim'den önceki bölge ile sonraki bölge aynı değil. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel sistemde de büyük değişimler yaşandı.

Bölgemizde yaşanan onca şeyden sonra, bu diyaloğun bazılarının zaman kazanmak ve bir aşamayı geçmek için kurduğu geçici bir diyalog olarak değil, yeni bir strateji ve herkese olumlu yansıyacak farklı bir bölgesel yaklaşım için temel bir diyalog olarak görülmesini umuyorum. Ben halen her iki tarafta da iyi niyetin var olduğuna ve bu anlaşmayı geliştirme potansiyelinin bulunduğuna inanıyorum.

*Irak İran'ın komşusu. Trump İran'a ya azami baskı uygulayacağını ya da bir anlaşma yapacağını söylüyor. Siz bunu ve Irak üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başkan Trump, ABD'nin hasımlarına karşı azami baskı politikası uyguluyor. Bu bağlamda İran'a baskı uyguluyor ve davranışlarını değiştirmeye zorlamak için güç kullanma tehdidinde bulunuyor. Ancak bu politikayı daha tehlikeli kılan en temel değişken, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Ortadoğu'da yaşanan büyük çalkantıların ortasına denk gelmesidir. Bu durum, iki taraf arasındaki gerilimi tırmandırırken bir yandan İran-Irak ilişkilerinin diğer yandan da ABD-Irak ilişkilerinin seyrini doğrudan etkiliyor.

fergt
ABD Başkanı Donald Trump, 2020 yılında ilk başkanlık döneminin sonlarında dönemin Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi'yi Beyaz Saray'da ağırladı (AFP)

Washington ve Tahran arasındaki gerilimin niteliği ne olursa olsun, Irak'ın menfaati bunun olumsuz yansımalarını kontrol altına almayı ve iki taraf arasında diyalog kanalları açabilecek etkin bir rol sahibi olmasını gerektiriyor. Aynı durum, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi bölge ülkeleri için de geçerli.

Irak, ABD-İran çatışmasının somut jeostratejik ve tarihi gerçeklerine en fazla cevap veren ülke konumunda olduğundan bu boşluğu doldurmada ve perspektifleri yakınlaştırmada yapıcı bir rol oynamayı hak ediyor. Irak'ın, temel çıkarlar, ulusal güvenlik ve Arap derinliği olmak üzere bu üç temele dayanan dengeli bir vizyon temelinde değişikliklere uyum sağlama yeteneğine sahip olması da önem taşıyor.

Öte yandan İran’daki kardeşlerimizi bölgedeki, özellikle de Irak'taki deneyimlerini değerlendirmeye ve koşulları tek tarafın yararına kullanmak yerine çözümü düşünmenin ve çözüm bulmanın yanında komşularla ilişkilerde devlet ve kurumları kavramına geçmeye ve devrim fikrini kendi sınırlar içinde tutmaya ve onu ihraç edip orada burada sorun yaratmamaya dayalı kapsamlı bir vizyon geliştirmeye çağırıyorum.

*7 Ekim 2023 olaylarının ardından yeni bir bölgesel düzenin şekillenmekte olduğundan bahsediliyor. Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bölgenin 7 Ekim öncesiyle sonrasında aynı olmadığı kesin. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel düzende de büyük dönüşümler yaşandı. Ancak tamamen yeni bir bölgesel düzenden bahsetmek için henüz çok erken.

Bölgedeki tüm aktörler yaşananları objektif ve cesur bir şekilde yeniden okumalı. Uzun süreli savaşların ardından zayıflık dengelerine dayalı bir stratejik alana girmek yerine bölge halklarının çok boyutlu ve çoğulcu çıkarlarıyla uyumlu bir siyasi bütünleşme mantığı oluşturmak üzere bazı dersler ve ibretler çıkarmalı. Bölgedeki bazı ülkelerin tanık olduğu ekonomik-kalkınma rönesansının temeli olarak her zamankinden daha acil hale gelen siyasi-güvenlik istikrarını tesis etmek için gerçekçilik ve dengeli sorumluluğu harmanlayan stratejik seçeneklere açık olmalı.

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Bölge ülkeleri arasında iş birliği, etkileşim ve ağ oluşturma alanları yaratmak ve küresel düzeyde ekonomik varlıklarını arttırmak için gerçek bir fırsatla karşı karşıyayız. Bu da çeşitli güçlerin inandığı, kendini dayatabilecek yeni bir gerçeklik üretebilecek yeni bir yaklaşım gerektiriyor.

Irak’ın devlet, hükümet, kurumlar ve aktif güçleri bunu dikkatle okumalı.

*Tüm bunlar Trump'ın ikinci başkanlık döneminin başlarında gerçekleşiyor. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve bölgemiz üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Trump’ın ikinci dönemi, birinci döneminden farklı değil. Ortadoğu'ya yönelik dış politikası ilk dönemindeki politikasının bir uzantısı. Yine “Önce Amerika” ilkesiyle yola çıkıyor. Ekonomiye öncelik veriyor ve savaşa başvurmadan düşmanlarını kontrol altına almayı amaçlayan ‘baskıcı güç’ stratejisine çerçevesinde düşmanlarına karşı azami baskı politikasını izliyor. Trump yönetiminin yeni politikası ve uygulamaları temelde 7 Ekim sonrası yaşanan önemli gelişmelerin bıraktığı siyasi iklim ve stratejik dönemeçlerden dolayı farklılaşıyor. Bu da bölgedeki denge haritasının yeniden çizilmesi için ABD'nin aktif ve yoğun olarak katılım göstermesini gerektiriyor.

Burada, ABD'nin uluslararası arenada ve önemli meselelere yönelik politikasının Trump’ın şahsına indirgenemeyeceğini belirtmemiz gerekiyor. Bu konuda temelde belirleyici olan ABD'nin bölgedeki ve dünyadaki çıkarlarını ve ABD ulusal güvenliğinin korunmasını dikkate alan derin kurumsal yapısıdır.

Bu kritik tarihi anda, bölgede barışı ve istikrarı sağlamak için ABD ile olgun bir stratejik ortaklık üzerinde düşünmeli ve bu tür bir iş birliğini kalkınma ve ilerleme yollarına hizmet etmek ve nesillere gelecek vaat eden bağlamlar oluşturabilecek yaratıcı fırsatlar sağlamak için kullanmalıyız.

*Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile anlaşmaya varmak ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile rekabet etmek istiyor. Üç ülke arasındaki ilişkileri ve bunların dünya üzerindeki etkilerini nasıl okuyorsunuz?

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Ancak bu rekabet tek kutuplu sistemde köklü bir değişikliğe yol açmadı. Uluslararası sistemin bu tek kutuplu yapısını değiştirme girişimleri, başta Çin ve Rusya olmak üzere, uluslararası arenadaki yerlerini ve rollerini yeniden kazanmaya çalışan ve özellikle jeostratejik etki alanlarında ABD’yi zayıflatmaya çalışan bazı uluslararası güçlerin ana hedeflerinden biri oldu ve olmaya devam ediyor.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik değişimler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya.

ABD için Çin, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns'ün de belirttiği gibi, ‘21. yüzyılın en önemli jeopolitik tehdidini temsil ediyor’. Bu yüzden ABD vizyonu ve bundan kaynaklanan stratejiler ve taktikler açısından Rusya'dan farklı. Washington, küresel ekonomik dümene liderlik etmek için kızışan güç yarışında en tehlikeli rakip olarak Pekin ile karşı karşıya. Her ikisi de uluslararası sistemin doğasını yeniden tanımlamayı ve onu hem ekonomik hem de askeri açıdan çok kutuplu bir kimliğe taşımayı hedeflediğinden, ABD'nin tek taraflılığına karşı koymak Çin-Rusya ilişkilerinin en önemli ayağını oluşturuyor.

Rusya-Ukrayna savaşı ve Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından, uluslararası piramidin tepesine doğru çıkmaya başlayan Rusya'nın, ABD'nin dünya düzeni liderliğine tehdit oluşturan uluslararası bir güç olmaktan ziyade uluslararası boyutu olan bölgesel bir güç haline geldiğini söyleyebiliriz. Gerçekte ABD, Rusya-Çin stratejik ittifakı ile çatışma halkalarını dağıtmayı başardı. Washington, ABD’ye karşı giderek büyüyen bir tehdit olarak gördüğü Çin'i kuşatmayı amaçlayan stratejilerine kendini adama fırsatı buldu. ABD yönetimi, bu bakımdan pusulayı Çin'in yükselişini engellemeye çevirmek için bölgede ve uluslararası alanda meşgul olduğu arenaları azaltmaya çalışıyor. Dolayısıyla, ABD'nin Rusya-Ukrayna çatışmasını sona erdirme girişimi ve Trump'ın Putin ile yakınlaşması, Trump'ın ‘şahsi diplomasi’ ilkesine olan inancına, yani Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile şahsi bağlantılar kurarak Rusya ve Kuzey Kore ile çelişkileri yönetme ve onları dizginleme çabasına ek olarak anlaşılabilir.

dfergty
Kazımi Londra'da Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye röportaj verdiği sırada (Nur Eyyub – Al Majalla)

Trump, küresel ekonominin dümenine geçmek isteyen Çin’i engelleyecek kararlı adımlar atmak için zamana karşı yarışıyor. Çünkü ABD'yi büyük zorluklardan kurtarıp sürdürülebilir fırsatlara ulaştırmayı başaran istisnai bir lider olarak tarihe geçmek istiyor.

*Yeni dünya düzenine nasıl bakıyorsunuz?

ABD, teknolojik, ekonomik, kültürel, askeri ve diplomatik olmak üzere çeşitli alanlarda üstünlüğünü korumaya çalışarak, uluslararası kurumlara ve Varşova Paktı'nın dağılmasından sonra uluslararası arenada tek başına kalan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) liderlik ederek ve başta Çin ve Rusya olmak üzere potansiyel rakiplerinin bir süper güç seviyesine yükselmesini engellemeye çabalayarak uluslararası sistem üzerindeki liderliğini sürdürmenin yollarını arıyor.

Günümüzün akışkan ve karmaşık dünyasında, uluslararası haritayı basit kavramlara indirgemeyen çok boyutlu bir okumayı tercih ediyorum.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik dönüşümler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya. Bundan dolayı gücün artık tek bir kutbun elinde toplanmadığı, ancak üç boyuta bölünmüş bir modele göre dağıtıldığı ve böylece birden fazla gücün aynı anda etkileşime girdiği söylenebilir.

ABD, gerek bütçe gerek teknoloji gerekse dünyanın dört bir yanında sahip olduğu askeri üsler bakımından olsun askeri güç açısından açık ara tek taraflı hakim güç olmaya devam ediyor. ABD'nin askeri üstünlüğü Washington'ı eşsiz bir konuma oturtuyor. Ancak yükselen güçleri, özellikle de sessiz ve derinden devasa silah cephanelikleri geliştirmeye ve geçtiğimiz yüzyıldaki Sovyetler Birliği'nden farklı olarak ABD’nin gücüyle rekabet edebilecek bir askeri yapı inşa etmeye çalışan Çin'i izlemesi ve takip etmesi gerekiyor.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor.

Ekonomik güç düzeyinde, on yılı aşkın bir süredir ABD, Avrupa Birliği (AB), Çin ve Japonya gibi büyük ekonomik güçler arasındaki hararetli rekabet başta olmak üzere çok kutupluluk yönünde bir tablo çiziliyor. Buna yansımaları ve etkileri nedeniyle uluslararası arenada büyük önem kazanan Hindistan ve Brezilya gibi yeni oyuncular ekleniyor.

Burada dikkat edilmesi gereken üçüncü bir boyut daha var. O da ulus ötesi ilişkilerle ilgili boyuttur. Geleneksel anlamda devletleri temsil etmeyen geleneksel olmayan güçler bu boyutta etkileşime girer ve bu boyutta ulus ötesi terörizm, uluslararası suç ve siber güvenlik gibi zorluklar ortaya çıkar. Salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi tüm insanlığın karşı karşıya olduğu ortak sorunlar uluslararası iş birliği yapılmasını gerektirdiğinden tek bir güç tarafından ele alınamamalı. Bu boyutta güç, çok çeşitli ölçeklere dağılmış olup, tek kutupluluk ya da çok kutupluluk kavramlarını, uluslararası gerçekliğin ve mücadelelerinin karmaşıklığını tanımayan basit bir kavram haline getiriyor.

*Arap ülkelerinin bu küresel sistemdeki konumlarını, rollerini ve katkılarını nasıl görüyorsunuz?

Arap dünyasının engin potansiyeline, bol kaynaklarına ve zengin medeniyet mirasına yakışacak şekilde küresel sahnede anlamlı bir etki kazanmasının en etkili yolu Arap entegrasyonu projesidir. Bu proje, çabaları birleştirecek, içerideki çelişkileri yapıcı bir farkındalıkla yönetecek ve Arap siyasi dokusunu yeniden yapılandırmak ve Arap dünyasının küresel meseleleri şekillendirmesine izin verebilecek muazzam enerjisini ortaya çıkarmak için gizli yetenekleri kullanacak. Bir süre önce, bölgemizi etkileyen kronik krizleri aşmak üzere tasarlanmış bir girişim olan ‘Yeni Levant (Maşrık) Projesi'ni önermiştim. Bölgenin çıkmaza girmiş gerçekliğine meydan okuyan Yeni Levant Projesi, maceracı ya da gerçekçi olmayan bir vizyon sunmaktan ziyade gerçekliğin akışkanlığına ve karmaşıklığına ayak uyduran, dönüşümün üretilmesine olanak tanıyan bir öneridir. Proje, bölgedeki kilit oyuncular olan Irak, Mısır ve Ürdün arasında stratejik ve yapıcı bir entegrasyon öngörüyor. Irak zengin doğal kaynaklara, Mısır büyük bir nüfusa ve önemli bir endüstriyel uzmanlığa, Ürdün ise önemli bir jeostratejik konuma sahip. Bu özelliklerin hepsi, bölgede kendi kabiliyetlerine dayalı yeni bir rota çizmek ve kendine daha fazla inanan ve yapısal ilerleme için dayanışmanın gerekliliğine daha fazla ikna olmuş bir bilinci yeniden üretebilecek hayati bir model oluşturmak için her ülkenin güçlü yanlarından karşılıklı olarak faydalanmak üzere iş birliği yapmak üzere bir araya getirilebilir.

Yeni Levant Projesi, ne yazık ki bölgesel söylemlerimizin çoğunda pratikten ziyade retorik bir değer haline gelen entegrasyon ilkesine yaptığı vurguyla öne çıkıyor.

Böyle bir projenin özellikle Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki (KİK) kardeşlerin vizyonunu tamamlayacağını ve ortak Arap eylemine dayalı yeni bir Ortadoğu inşa etmek için ufuklar açabileceğini ve gerçek fırsatlar yaratabileceğini düşünüyorum.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor. Çünkü ortak çıkarlar bu tür bir gücün engellenmesini değil, yükselmesini gerektiriyor. Bu güç, daha güvenli, gelişmiş ve ileri bir stratejik ortam yaratma ve sadece stratejik kısırlık üreten çatışma alanlarını boğma çerçevesinde etkili ve verimli ekonomik, siyasi ve güvenlik dinamiklerine dayanıyor. Bu da Arap dünyasını, küresel sahnede öne çıkan eylemin sadece bir alıcısı olmanın ötesine taşıyıp uluslararası dönüşümlerin oluşumuna daha fazla dâhil ediyor.