​Yemen krizinin geleceği ve siyasi çözümün gereklilikleri

​Yemen krizinin geleceği ve siyasi çözümün gereklilikleri
TT

​Yemen krizinin geleceği ve siyasi çözümün gereklilikleri

​Yemen krizinin geleceği ve siyasi çözümün gereklilikleri

“Suudi Arabistan Krallığı’nın Yemen’in kuzeyindeki Saada kentindeki Selam Hastanesi’nin teknik aletler, maaşlar ve çalışma vergisi dahil bütün ihtiyaçlarını karşıladığını biliyor musunuz? Bu garip bir şey değil… Ya Selam Hastanesi’nin Husilerin kontrolünde olan bir bölgede yer aldığını biliyor musunuz? bu hastanede şuana kadar 800 bin insanın tedavi gördüğünü biliyor musunuz? Suudi Arabistan, bu insanları sağlık imkanlarına ulaşmaktan men edemezdi.”
“Peki, Husilerin hastanenin ihtiyaç duyduğu malzemeleri taşıyan Suudi Arabistan tırlarına dokunmadığını, çünkü bunu yaparlarsa halkın kendilerine karşı ayaklanacağını biliyor musunuz?”
Bu sözler, Suudi Arabistan Medya ve İletişim Programı Yemen’in Yeniden İmarı ve Kalkınması Birimi Müdürü Abdullah Kedese’ye ait.
Kedese, bu sözleri Şarku’l Avsat’a verdiği Yemen krizinin geleceği ve gereklilikler konulu röportajında sarf etti. Birçok Yemenli ve uluslararası yetkili ve analist, Yemen krizinin etkileri ile ülkedeki siyasi çözümün gerekliliklerini ve Yemen’de Meşruiyeti Destekleme Koalisyonu tarafından hazırlanan projelerin hayata geçirilmesi arasında sıkı bir bağ olduğunu söylüyor.
Koalisyon, Yemen’e müdahale konusunda biraz daha gecikseydi ne olurdu? Siyasi çözümün başarılı olması için neler gerekli? Dünya 2014 yılında yaşanan darbe ile büyük bir krizin içine giren Yemen’de neler yaşandığını gerçekten biliyor mu? Koalisyonun 2015 yılında başlayan askeri müdahalesinin Yemen topraklarını meşru hükümetin kontrolüne geri çevirmek için yapıldığı biliniyor mu?
Tim Linderking, Şarku’l Avsat gazetesine verdiği ve önümüzdeki günlerde yayınlanacak olan röportajının başında, şunları söylüyor:
“Gerek ABD, gerek İngiltere gibi uluslararası toplumun diğer güçleri, gerekse Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi bölgesel güçlerin Yemen’de siyasi çözüme destek yönünde iradeleri var. 2016 yılına dönersek, Kuveyt’teki müzakerelerin iyi olduğunu ancak başarılı olamadığını söyleyebiliriz. İsveç’in başkenti Stockholm’daki görüşmeler ise Yemen hükümeti ve Husilerin yeniden bir araya getirilmesi için önemli bir fırsattı. Stockholm’da olumlu bir hava vardı. Stockholm’daki görüşmelere p5+1 ülkeleri (Beş BMGK daimi üyesi ve ABD) Temsilcisi ile birlikte ben de katıldım. Bütün taraflar, siyasi çözümün ilerletilmesi için olumlu mesajlar verdi. Bu yüzden sonuçlar da olumlu oldu. Ancak o günden beri üzerinde anlaşılan konuların uygulanması noktasında zorluklar yaşanıyor. Açıkçası her iki tarafın da ihmalleri var. Ancak nihai soru Husilerin siyasi çözüm sürecine ne kadar uyacağıyla ve mantıklı bir siyasi çözüm için siyasi iradeye sahip olup olmadıklarıyla ilgilidir. Sadece ateşkes için değil meşru hükümetin bütün güçleri ile birlikte dönmesi ve ülkedeki insani krizin aşılması için.”
Yemen hükümeti kontrolündeki bölgeler çeşitli zorluklar yaşasa da Husilerin kontrolündeki bölgelerden daha iyi bir güvenlik, siyasi, iktisadi ve kalkınma iklimine sahip.
Meşruiyeti Destekleme Koalisyonu, 10 ülkenin desteğiyle Suriye ve Irak’taki yıkımın bir benzerinin Yemen’de tekrarlanmaması ya da Yemen’in Lübnan gibi başka güçlerin hegemonyasına girmemesi için müdahalesini başlattı.
2004 yılından beri Yemen halkına ve hükümetine karşı savaşan Husiler, eski Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih ile yaptıkları garip bir anlaşma sayesinde devletin bazı kademelerini ele geçirmişti. Salih ile girdikleri ittifak, daha sonra başkent Sana’yı ele geçirmelerine olanak tanıyacaktı.
Salih, Husilerin bayrağı altında yaşamın verdiği uyuşukluktan Husiler ona karşı savaşana ve yönetimindeki Genel Halk Kongresi Partisi’ne (GHK) baskılarını artırana kadar uyanamadı. Sonuçta olaylar öldürülmesiyle son buldu. Yaşanan çatışmalarda hayatını kaybeden yüzlerce militanın hayatı ise Husiler için önemli değildi. Çünkü o militanlar, “efendileri” için yaşıyordu ve onlar için öldüler.
Husiler Sana’yı ele geçirince, koalisyonun insani ve askeri operasyonları da başladı. Koalisyon, Aden’i Husilerden kurtardı. Aslında sadece Husilerden değil darbeyle meydana gelen boşluktan yararlanan bütün grupları kentten çıkardı. Sonrasında Hadramut, Ebyen, Şubve el-Dali gibi şehirler için harekete geçti. Söz konusu grupların vilayet olarak söz konusu bölgelerde etkin olamadığı doğru ancak meşru hükümet güçlerine destek olan koalisyon gelene kadar buralarda kendilerine yer edinmişlerdi.
Kuzeye doğru hareketini sürdüren koalisyon, Mareb vilayeti ve buradaki önemli petrol bölgelerini de kurtardı. Daha sonra sahile yönelerek, Moha’yı ele geçirdi ve stratejik Hudeyde kentine dayandı.
Koalisyon güçleri, askeri operasyona paralel olarak Yemen hükümeti ile birlikte insani çalışmalara ve Yemenlilere yardım götürmeye de gerekli önemi verdi. Bu kapsamda, sadece Suudi Arabistan, 13.8 milyar dolar değerinde bir hibe yaparken, BAE, İngiltere, ABD ve Kuveyt’ten de önemli miktarlarda yardımlar geldi.
Siyasi açıdan ise bütün analistler, barışın önündeki en büyük engelin Husiler olduğu konusunda birleşti. Kuveyt’te yapılan yüz günlük müzakereler, bunun en iyi göstergesiydi. Yemen hükümeti, barış için büyük tavizler verirken, İran, müzakerelerin barışla sonuçlanmasına yeşil ışık yakmadı. ABD’li Büyükelçi Matheu Toler, daha önce Şarku’l Avsat’a verdiği bir röportajda, her iki tarafın da daha fazla toprak elde ederek krizden çıkabileceğini sandıklarını söyledi.
İki buçuk yıl boyunca duran iki taraf arasındaki müzakereler, nihayet Stockholm’da yeniden başladı. Husilerin, Hudeyde limanının teslimi konusunda adeta bir tiyatro sergileyerek uluslararası toplumu şok etmesine rağmen Birleşmiş Milletler (BM) Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths, her iki tarafın da Aralık 2018’de imzalan Stockholm Anlaşması’nın uygulanması çalışmalarına olumlu katkılar sunduğunu söyledi.
Fırtına öncesi
“Terörist Husi militanların Yemen halkına karşı savaşları 2004 yılında başladı. O tarihten itibaren savaşlarını genişleten Husiler, 2014 yılında başkent Sana’ya ulaştı.” Yemen’in eski Şam Büyükelçisi Abdulvahhab Tavvaf, Husilerin Yemen’deki darbeleri ve koalisyonun askeri operasyonlarının üzerinden geçen aylar boyunca geçilen merhaleleri anlatırken, Husilerin ilk savaşlarını anımsatıyor.
Tavvaf, Şarku’l Avsat’a telefon aracılığıyla verdiği röportajda, şunları söylüyor;
“Yemen’deki taraflar, müzakere için Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’a davet edildi. Ancak Husiler, bu daveti reddederek Suudi Arabistan sınırında bir askeri tatbikat gerçekleştirmeyi denedi ve ‘Hacca silahlarımızla geleceğiz’ tehditleri savurdular. Sonuçta, ihlallerini sürdüren Husiler, Cumhurbaşkanını hapsederek Anayasayı ve Temsilciler Meclisi’ni feshettiler. Bütün bunlar 25 Mart 2015’te başlayan Kararlılık Fırtınası Operasyonu öncesi yaşanmıştı. Eğer operasyon yapılmasaydı Husiler, DEAŞ terör örgütünün Suriye ve Irak’ta yaptıklarının çok daha beterini Yemen halkına yapacaktı. Yemen halkının kazanımlarını korumanın en yakın ve belki de tek yolu Suudi Arabistan’a yönelmekti. Yemen halkının kurtarılması için müdahale talebi resmen Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’den geldi ve nihayetinde Suudi Arabistan, Yemen’den geriye kalanı kurtarmak için cesaret ve kararlılıkla duruma müdahale etti.”
Eski Büyükelçi, sözlerini şöyle sürdürüyor;
“İranlı yetkililer, Yemen’i ele geçirmelerini kutlarken gelen bu operasyon, İran’ın Yemen’i işgalini durdurdu. Bugün Yemen, yıkıcı, kanlı ve acı dolu bir savaştan geçiyor ancak eğer koalisyon müdahale etmeseydi durum bundan çok daha kötü olurdu.”
Şarku’l Avsat’ın telefonla ulaştığı Yemenli Siyaset Analisti Mani el-Matri ise bu hususta şöyle konuşuyor;
“Yemen, Husi darbesinden sonra birçok merhaleden geçti. Bu merhalelerin merhaleler, darbe öncesi Husi militanların örgütlenmesi, eğitilmesi ve İran’dan gönderilen askeri desteklerin yaşandığı 2011 öncesindeki 6 yıllık savaşla bağlantılıdır. Darbe sonrası ve buna bağlı oluşan değişimler ise savaşın bütün yükünü müttefiki Ali Abdullah Salih’i tasfiye eden Husilerin üzerine kaldı. Husiler, Salih’e karşı askeri bir başarı kazansa da onun sağladığı siyasi desteği kaybetti.”
El-Matri, röportajın devamında şöyle konuşuyor;
“Husilerin Sana’yı ele geçirmesi ve darbeyi ilan etmesinden sonra halk, kalabalık gösteriler düzenleyerek darbeyi reddetti. Ancak, Husi militanlar bu gösterilere vahşice müdahale etti. O esnada, yasal hakimiyet hala meşru hükümette olmasına rağmen alan hakimiyeti büyük oranda Husilere geçmişti. Çünkü askeri müessese çökmüş ve ordunun bir kısmı Husilerin peşine takılmıştı. Koalisyonun müdahale ederek Kararlılık Fırtınası Operasyonunu başlatmasıyla, Yemen halkının meşru kurumlarını ve İran’ın bölge istikrarını zedeleyen, deniz geçitlerine etki etmeyi hedefleyen saldırısına karşı hem kendisinin hem de Arap halklarının ulusal güvenliğini korumak için başlattığı direnişinde kritik bir eşik oldu. İran, bölgeyi kendi nüfuzuna almayı hedefliyordu ancak koalisyon artık Yemen’i ele geçirdiğini sanan İran’ın bu hayallerini suya düşürdü. İlerleyen günlerde meşru hükümet yeniden ayağa kalkarak uluslararası tanınma kazanırken, Yemen Ulusal Ordusu da koalisyonun desteğiyle ülkenin yüzde 80’ini geri aldı ve askeri düzenini yeniden sağladı.”
Griffiths’in çabaları
BM Yemen Özel Temsilciliği Ofisi Medya ve İletişim Müdürü Hanan el-Bedevi, Yemen’deki taraflar arasında savaş alanında bir çözüm olamayacağı kanaatinin yaygın olduğu fikrinde.
El-Bedevi, Şarku’l Avasat’a verdiği röportajda, şunları söylüyor;
“İsveç’teki müzakereler öncesi Yemen sorununa barışçıl çözüm bulunması yönünde daha önce görülmemiş bir uluslararası iradenin oluştuğunu söyleyebiliriz. Öyleyse, hem Yemen’deki taraflar, hem de uluslararası güçler çözüm iradesi gösteriyor. Üstelik BMGK’da da Yemen’deki savaşın bitirilmesine ilişkin nadiren görülen bir uzlaşı var. Ancak aynı zamanda şüphe atmosferi hakim. Ya da Yemen’daki iki taraf da birbirine güvenmiyor. Bu anlaşılabilir. Bu tür durumlarda çözüme ulaşılabilmesi için çalışmaya devam etmek gerekiyor.”
Şarku’l Avsat muhabirinin İsveç’teki müzakerelerin uzun sürmesine dair sorduğu  soruyu yanıtlayan el-Bedevi, sözlerini şöyle sürdürüyor;
“Stockholm anlaşmasının üzerinden 3 ay geçtiği doğru. Ancak Yemen’de 2 yıl boyunca taraflar arasında hiçbir müzakerenin olmadığı bir dönemden henüz çıktığımızı hatırlamalıyız. Güven inşa etmek için zamana ihtiyacımız olduğumuzu anlıyoruz. Her iki tarafın da başarı için bir an önce anlaşmanın uygulanması gerektiğini anlaması lazım. Ayrıca, anlaşmanın uygulanması için savaşın başından beri ortak bir mekanizmaya sahibiz. Bu mekanizma BM öncülüğünde her iki tarafın da üzerinde çalıştığı yeniden konuşlanma anlaşmasıdır. Umarım taraflar, anlaşmanın alternatifinin felaket olacağını ve artık Yemenlilerin buna tahammülü kalmadığını anlar. Tarafların zorlukları aşmalarını sağlayacak siyasi iradeye ve hikmete sahip olduğuna inanıyoruz.”
Röportajda, siyasi irade oluşturulması ve Hudeyde konusuna uyulması gerektiğine dikkat çeken el-Bedevi, “Yeniden konuşlanma anlaşmasının bir an önce uygulanmasını ve bunun Yemen’de kapsamlı bir çözüme kapı aralamasını umuyoruz” şeklinde konuştu.
BM Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths’in sürekli olarak Yemen halkının farklı kesimleriyle iletişim halinde olduğunu vurgulayan el-Bedevi, sözlerini şöyle sürdürüyor;
“Martin’in her zaman söylediği gibi savaşı bitirmek her zaman barış anlamına gelmez. Barış, sadece savaşı bitirme gücüne sahip olanların arasında arabuluculukla inşa edilmez. Barışı inşa etmek savaşı bitirmekten daha zordur ve Yemen halkının tamamının çabalamasını gerektirir. Bu çalışmalar devam etmeli ve etmektedir. Yemen içindeki yerel seviyede bile. Yemen halkının çeşitli kesimlerinden insanların katıldığı çalışmalar var. Martin, temsil oranının artması konusunda uyarıyor. Yemen’deki ulusal diyalog çalışmalarının sonucu kadınların yüzde 30 oranında temsil edilmesini ön görüyor. Griffiths sürekli olarak bunun gerçekleşmesi yönünde uyarılar yapıyor.”
El-Bedevi, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, ekonomik meselelere de değinerek, maaşların ödenmesi sorununun çözümünde ilerlemeler kaydedildiğini ifade etti. Bunun hayati bir mesele olduğunu ve BM Yemen Temsilciliği’nin ekonomi dosyasıyla yakından ilgilendiğini dile getiren el-Bedevi, “Cumhurbaşkanı Hadi’nin yönlendirmelerine uygun olarak maaşların ödenmesi konusunda önemli ilerlemeler kaydedildiğini gördük. Ekonomik istikrarı ve Yemen halkının mağduriyetlerinin giderilmesini de içeren daha kapsamlı bir ekonomik çözüm için uğraşıyoruz” şeklinde konuştu.
Çözüm nasıl gerçekleşecek?
Konuya dair Şarku’l Avsat’ın sorularını cevaplayan Yemen İnsan Hakları Bakanı Dr. Muhammed Asker, çözümün nasıl gerçekleşeceği konusunda, “BMGK’nın barışı kabul etmeleri ve Martin Griffiths’in çabalarına olumlu katkılarda bulunmaları için Husiler ve destekçileri İran’a baskı kurması lazım” ifadeleri kullanıyor.
Asker, hükümet tarafının bu konudaki pozisyonu için ise şunları kaydediyor;
“Darbeye karşı savaşla geçen 4 yılın sonunda görevimizi yeniden güçlendirmeye, kusur ve hatalarımızı gidermeye ve anayasal müesseselerin işlerlik kazanarak etkin hale getirilmesini sağlamaya ihtiyaç duyduğumuza inanıyorum. Anayasal müesseselerin geçici başkent Aden’de işlemesi, vatandaşların hükümete güveninin artması, uluslararası toplumun bir ortak olarak bu kurumlarla ilişkilerini artırması ve istikrarın sağlanması noktasında güven verecektir. Aynı zamanda Yemen’deki siyasi gücün ortak bir çalışma kapsamında bir araya gelerek devletin yeniden ayağa kaldırılmasına, hükümetin çalışmalarının yönlendirilmesine, darbeye karşı direnişe ve hala müesseselerinin büyük bir kısmı darbeciler tarafından gasp edilmiş devlet üzerindeki ganimet savaşlarının bitirilmesine yoğunlaşmasına ihtiyaç duyuluyor. Bununla birlikte savaşın dağıttığı darbe karşıtı siyasi güçlerdeki değişimler kontrol altına alınarak, ortak çıkarlar çerçevesindeki hedeflerin gerçekleştirilmesi için Arap Koalisyonu ile olan ortaklık güçlendirilmeli.”
Konuya dair Şarku’l Avsat’a değerlendirmelerde bulunan Yemenli Siyaset Analisti Hamdan el-Ulyi ise çözüme dair kötümser olduğunu söylüyor.
El-Ulyi, röportajında şunları söylüyor;
“Açıkçası BM ve Yemen ile ilgilenen diğer ülkeler, Husiler ve diğer silahlı örgütlere siyasi çözümü kabul etmeleri için güç kullanımından başka bir baskı aracına sahip değil. Hükümete karşı kullanılabilen birçok diplomatik, siyasi ve ekonomik baskı aracı temelde BM ilkelerini kabul etmeyen milis gruplara karşı işe yaramamaktadır. Husiler de isyancı bir gruptan ibarettir. Böyle bir gruba karşı siyasi çözümü kabul etmesi için onu teslim olmaya ve silah bırakmaya zorlayacak güç kullanımından başka kullanılacak bir baskı aracı yok. Bunu da BM istemiyor. BM, barışı sağlamak için meşru hükümeti, Hudeyde’yi ele geçirme operasyonunu durdurmaya zorladı. Ancak, savaşla var olan bir cemaatle nasıl barış sağlanabilir ki? BM, bu şekilde davranarak devleti milis gruplardan kurtarmayı hedefleyen meşru hükümet ve Arap Koalisyonunun çabalarını engelledi. Ancak aynı BM, Husilerin işlediği savaş suçları ve ihlalleri durdurabilmek bir yana daha da güçlendirdi. Çünkü Husiler, şehirlerde geniş kapsamlı bir demografik değişim meydana getirmeye çalışıyor. Barış geciktikçe onlar da fikirlerini insanlar arasında yayma imkanı buluyor.”
Dünya Husileri izliyor
Husilerin işlediği savaş suçları ve bu suçların dünyaya nasıl yansıdığına dair sorduğumuz soruyu yanıtlayan Yemen İnsan Hakları Bakanı Dr. Muhammed el-Asker, şu değerlendirmeyi yapıyor;
“Evet, dünya faşist Husi hareketinin sadece Yemen için değil bütün dünya için tehlike arz ettiğini anlamaya başladı. Husilerin eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’i öldürmeleri ve Stockholm anlaşmasını uygulamaktan kaçınmalarından ve Bakanlığımızın dünyaya Husilerin ihlallerine dair açık deliller gösterdikten sonra dünya artık sorumluluklarına saygı duymayan ve uluslararası kanunları önemseyen bir grupla karşı karşıya olduğunu anladı.”
Dr. Asker’in görüşlerini paylaşan el-Ulyi ise şunları söylüyor;
“Dünya, Husileri ve bölgeye arz ettikleri tehdidi çok iyi biliyor. Husilerin işlediği ihlalleri takip ediyor. Ancak onların bir manipülasyon kartı olarak kalmasına göz yumuyor. Bazı büyük devletler Husilerin Arap Yarımadası’nda varlıklarını sürdürmesini bölge ülkelerini manipüle etmek için fırsat olarak görüyor. Bu durum onlara Babu’l Mendeb Boğazı ve Süveyş Kanalı’nı kontrol etme imkanı sağlıyor. Böyle bir fırsatı kaçırırlar mı? Asla. Bu sebeble dünya bu tehlikeyi ve ihlalleri görmezden gelmeye devam edecektir.”
Umudu yeniden diriltmek
Suudi Arabistan Medya ve İletişim Programı Yemen’in Yeniden İmarı ve Kalkınması Birimi Müdürü Abdullah Kedese, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, “Suudi Arabistan’ın Yemen’e olan desteği 70’li yılların ortalarında sağladığı kalkınma fonuyla başladı. Bu fon Yemen’de 76 kalkınma projesinin gerçekleşmesine katkı yaptı” şeklinde konuşuyor.
Kedese, bu konuda yaptığı değerlendirmeyi şöyle sürdürüyor;
“Suudi Arabistan’ın meşru hükümetle ortaklaşa uyguladığı Yemen’in kalkınması ve yeniden imarı projesi, Yemen halkının ihtiyaçlarının giderilmesi üzerinde yoğunlaşıyor. Proje, beşeri coğrafya, beşeri kalkınma, yerel üretim ve kişi başına düşen üretim payı gibi verileri inceliyor. Bununla birlikte, ithalat ve ihracat ile hibe ve masraflar gibi birçok ekonomik ayrıntı göz önüne alınıyor. Yemen riyalinin döviz değeri tarihini de incelerken, Suudi Arabistan’ın Yemen Merkez Bankası’na sunduğu destek öncesi ve sonrasına göre değişimi gözlemleme fırsatı yakalıyoruz.”
Suudi Arabistan’ın 2011 yılında Yemen Merkez Bankası’na 3.2 milyar dolar değerinde destek sağladığını anlatan Kedese, şöyle devam ediyor;
“Bu destek Merkez Bankası’nın gücünü artırırken aynı zamanda diğer ülkeleri de Merkez Bankası’na yardım etme hususunda cesaretlendirdi. Bununla beraber, maaşların karşılanması ve temel gıda ihtiyacının giderilmesi konusundaki banka teminatları konusunda önemli katkı sağladı. Bu desteğin büyük bir etkisi oldu. Bu büyük meblağı neden Yemen Merkez Bankası’na verdiğimiz ve bundan nasıl bir fayda sağladığımızı soranlar olacaktır. Tahıl, Pirinç, yağ, şeker, süt gibi birçok ürünün sağlanması için 800 milyon dolarlık bir finans elde ettik. Bu finans söz konusu meblağın verdiği garanti sayesinde Yemen’e geliyor. Düşünün eğer bu olmasaydı Yemen’deki gıda güvenliğinde büyük sorunlar yaşanırdı.”
Yemen’deki imar projelerinin getirdiği bir başka etkinin de petrol ve yakıt alanında kendini gösterdiğini vurgulayan Kedese, sözlerini şöyle devam ettiriyor;
“Üst üste üç ay boyunca Yemen’e petrol yakıtları gönderildi. Bu yakıtlar motorin ve dizeldi. Yemen’deki elektrik ihtiyacının tamamı ya dizel ya da motorinden elde edildiği için bu iki petrol türü seçildi. Program sadece yakıt göndermekle yetinmedi aynı zamanda bunların kullanılması konusunda Yemen’deki ilgili mercilerle ortak çalışma programı hazırlandı. Böylelikle gönderilen bu yakıtların nasıl kullanıldığı ve nerelere aktarıldığı kontrol edildi. Bu yolla her istasyonun ne eksik ne de fazla sadece ihtiyacı kadar yakıt alması sağlandı.”
Yemen’de, günlük 2 ila 4 saat arasında elektrik verildiğini, en iyi ihtimalle bu sürenin 6 saate çıktığını belirten Kedese, “Program olarak 64 elektrik santraline ziyaret gerçekleştirerek bu santrallerin ihtiyaçlarını tespit ettik ve çalışmaya başladık” şeklinde konuştu.
Elektrik konusuna büyük önem verdiklerini çünkü bu konunun  hastane ve okullar açısından önemli olmakla birlikte, evlerde gıdaların muhafaza edilebilmesi konusunda da önem arz etiğini belirten Kedese, “Destek sağlanan 10’dan fazla santralden ihtiyacını karşılayan 16 milyon insanın hayatı değişti. Bu sebeple sağladığımız destek sadece mali bir destek olarak kalmadı. İnsanların hayat tarzına da büyük etkisi oldu” ifadelerini kullandı.
Kedese, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, sözlerini şöyle sürdürdü;
“Dünya Gıda Programı gibi insani yardımların kullanımı için sağlanan bir başka fon daha açıldı. Aynı zamanda, BM Çocuklara Yardım Fonu’nun (UNİCEF) maaşları karşılaması için 70 milyon dolarlık bir finans sağlandı. Bu finansın büyük bir bölümü Husilerin işgali altındaki bölgelerde bulunan okullarda çalışan öğretmenlere gitti. Suudi Arabistan yardım konusunda hiçbir ayrım gözetmiyor. Riyad, bugüne kadar gerek doktor maaşları, gerekse sağlık cihazları için Husilerin kontrolündeki Saada ve Hucce’deki hastanelere 10 milyon doları aşkın bir yardım sağladı. Husilerin kontrolündeki bu bölgelere giremememize rağmen bu yardımları sürdürüyoruz. Sağlanan yardımların yerine ulaştırılmasından emin olduktan sonra ödeme işlemi yapılıyor. Suudi Arabistan, Yemen’e iki yoldan destek sağlıyor. Birincisi, Husilerin kontrolündeki bölgelerde yaşayan Yemenlilere yardım etmesi için BM kurumlarını desteklemek. İkincisi ise Yemen’in yeniden imarı ve kalkınması için doğrudan doğruya Kral Selman Gıda ve İnsani İşler Merkezi aracılığıyla yapılan çalışmalar.”
Kedese, röportajında, sözlerini şöyle tamamladı:
“Suudi Arabistan Yemen’in Yeniden İmarı ve Kalkınması Programı, Yemen’de 7 sektörü destekliyor. Bunlar; kara yolları, limanlar ve havalimanları, su ve barajlar, eğitim, sağlık, elektrik ve enerji, ziraat ve balıkçılık, sivil ve resmi binaların inşaasıdır.”



Cezayir seçimleri: Siyasal İslamcılara karşı “bağımsızlar”

Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
TT

Cezayir seçimleri: Siyasal İslamcılara karşı “bağımsızlar”

Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)

Cezayir, 12 Haziran'da yapılması planlanan Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun döneminin ilk seçimlerine doğru giderken İslami eğilimli partilerin, çoğu bağımsız olan muhalifler karşısında güçlü sonuçlar elde etme olasılığının yüksek olduğunu gösteren göstergeler söz konusu. İslami eğilimli partilerin şansı, ülkede 2019 yılında halkın sokaklara döküldüğü, eski Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika'nın uzun soluklu iktidarının sona ermesine katkıda bulunan ‘halk hareketinin’ (Hirak) bazı kesimlerinin yanı sıra Sosyalist Güçler Cephesi (FFS) ile Kültür ve Demokrasi Birliği (RCD) gibi laik partilerin seçimleri boykot etme kararı almaları dahil olmak üzere birçok faktör tarafından destekleniyor. Siyasi arenaya uzun yıllar hakim olan Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) ve Demokratik Ulusal Birlik (RND) partileri, eski rejime olan bağlılıkları nedeniyle, yarışa bölünmüş halde girdiler.
Pekk, seçim yarışı tablosu, sandık başına gidilmesine günler kala nasıl şekillendi?

‘Milliyetçi’ partiler
FLN, Cezayir’in 1962 yılında bağımsızlığını kazanmasında bu yana ülkenin siyaset sahnesini hegemonyası altına aldı. Hegemonyası, yetkililerin halk protestolarından sonra tek partili hükümet sistemini kaldırdığı 1989 yılına kadar devam etti. Parti, Aralık 1991 seçimlerinde İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) karşısında neredeyse iktidarı kaybediyordu. Ancak ordu, seçimlerin ilk tur sonuçlarını iptal etti. Bu adım, 1992 yılının başlarından itibaren ülkenin on yılı aşkın bir süre boyunca şiddet döngüsüne girmesine neden oldu. Cezayir 1997 yılında, 1992'de iptal edilen seçimlerden sonraki ilk parlamento seçimlerini gerçekleştirdi. RND, bu seçimleri, açık ara farkla (156 milletvekili) kazandı. RND, FLN tarafından ihanete uğramaktan korkan parti yetkilileri tarafından kurulan yeni bir partiydi. FLN ise FIS’in kapatılmasının ardından ülkedeki ana İslami eğilimli parti haline gelen Barış Toplumu Hareketi'nden (MSP (69 milletvekili) sonra üçüncü sırada (62 milletvekili) geldi.
FLN, 2002 seçimlerinde 199 sandalye kazanarak yeniden lider olurken RND (1997 seçimlerinde 156 milletvekili çıkardıktan sonra) sadece 47 sandalyeyle üçüncü sıraya geriledi. Partinin bu düşüşü, o dönem parti lideri olan Liamine Zeroual ile bağlantılı olabilir.  Zeroual istifa edip iktidarı Buteflika'ya devrettikten sonra, Buteflika'nın onursal başkanlığını yaptığı FLN iktidarı yeniden geri aldı. 2007 seçimlerinde FLN 136 sandalyeyle liderliğini sürdürürken, onu 61 sandalyeyle RND izledi. 2012 seçimlerinde de tablo değişmedi. FLN, 208 sandalyeyle liderliğini sürdürürken RND 58 sandalye ile peşinden geldi. 2017 seçimlerinde aynı sahne bir kez daha tekrarlandı. FLN, 146 sandalyeyle liderliğini korurken RND, 97 sandalyeyle onu takip etti.
FLN ve RND’nin, Buteflika'nın 1999'dan 2019'a kadar süren iktidarının temel dayanakları olduğu açıkça görülse de Cezayirliler, 12 Haziran'da sandık başına gittiklerinde, iki partinin Buteflika rejimine bağlılıkları ve eski rejimi savunmaları onlara zarar verebilir. Bu iki partinin Buteflika'yı hasta ve konuşamazken haldeyken bile desteklediği ve sağlığının sebep olduğu engelleri bilmelerine rağmen Buteflika’yı arka arkaya cumhurbaşkanlığına aday gösterdikleri biliniyor. Dahası, Buteflika rejimi düşer düşmez bu iki partiden önde gelen çok sayıda isim, yolsuzluk ve yasadışı servet edinme suçlarından hüküm giyerek kendilerini parmaklıklar ardında buldu.
Tüm bu faktörler, kendilerini milliyetçi olarak niteleyen bu iki partinin egemenliğinin sona ermek üzere olabileceği ve 12 Haziran seçimlerinden feci sonuçlarla çıkabileceği izlenimi veriyor.

İslami eğilimli partiler
İslami eğilimli partiler, muhaliflerinin dağılması ve bir noktada her zaman hükümetlerin milliyetçilerle siyasal İslamcıları (FLN, RND ve MSP) bir araya getirmesi gerektiğinde ısrar eden eski Cumhurbaşkanı Buteflika’nın rejiminin bir parçası olmasına rağmen, Buteflika'ya karşı halk hareketine verdiği desteği sürmesini sonucunda 2021 seçimlerine güçlü bir konumda giriyorlar.
Siyasal İslamcıların Buteflika yönetiminden ayrılması, 2011'de Arap Baharı'nın başlamasından hemen sonrasına denk geliyor. İslami eğilimli partiler, muhalifleri tarafından, tökezleyen halk hareketini sürdürerek fırsatçı olmakla suçlandılar. Arap Baharı, Mısır, Tunus ve Libya'da olduğu gibi Cezayir’de de siyasal İslamcıları öne çıkardı. Tıpkı, parlamento seçimlerinin siyasal İslamcıların ilk kez hükümete liderlik etmelerine izin veren en büyük payı kazanmasıyla sonuçlandığı Fas’ta olduğu gibi.
Ancak 2012 seçimleri, siyasal İslamcıların istediği gibi geçmedi. Çünkü resmi sonuçlar FLN'nin ve RND’nin hakimiyetinin devam ettiğini gösterdi. Bu sonuçlar, siyasal İslamcıları seçimlerde hileli yapıldığı iddiasında bulunmaya itti. Aynı sonuç, siyasal İslamcıların milliyetçilerin ardından üçüncü sırada yer aldığı 2017 seçimlerinde de tekrarlandı. Ancak bugün 2021 seçimlerinin arifesinde, rakiplerinin ve muhaliflerinin yaşadığı talihsizlikler, en çok siyasal İslamcıların işine yarayacak gibi görünen bir tablo söz konusu.
İslami eğilimli partilerin başını şuan, Abdurrezzak Mukri liderliğindeki MSP ve Abdullah Caballa liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Cephesi (FJD) çekiyor.

Laik partiler
Cezayir’deki laik partilerin başını ise uzun yıllardır, güçleri Tizi Vuzu ve Bicaye gibi aşiret bölgelerinde yoğunlaşan FFS ve RCD çekiyor. Ancak bu iki parti geçtiğimiz yıllarda, özellikle FFS’nin önde gelen isimlerinden Hüseyin Ayet Ahmed’in partiden ayrılmasından ve RCD’nin lideri Said Sadi'nin istifasından sonra, kendilerini sürekli bir kaos içerisinde buldular. Bunun yanı sıra iki parti, 2021 seçimlerini boykot etme kararı aldıklarını açıkladılar. Troyka yanlısı (Avrupa Birliği/AB, Uluslararası Para Fonu/IMF, Avrupa Merkez Bankası/AMB) siyasetçi Louisa Hanun liderliğinde Sosyalist Eşitlik Partisi (PES) adlı üçüncü bir sol eğilimli parti daha var. Bu parti de 12 Haziran seçimlerini de boykot edecek, ancak halk arasındaki popülaritesi, hiçbir zaman 1990'larda siyasal İslamcılara yönelik sert eleştirileriyle tanınan lideri Hanun'unki kadar yüksek olmadı.

Halk hareketi ve ordu
Halk hareketi, 2019 yılında Buteflika rejimini devirmede orduyla birlikte önemli bir rol oynadı. Cumhurbaşkanının sağlığının elverişsiz olmasına rağmen seçimlerde yeniden aday olmasına karşı başlayan halk protestoları sonrasında ordu, halk hareketinin yanında yer almaya karar verdi ve aynı yılın Nisan ayında Buteflika'yı iktidardan uzaklaştırdı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Ahmed Kayid Salah, Buteflika’nın azledilmesinin yanı sıra Buteflika rejiminin iktidarının temel direkleri eski başbakanlardan Abdulmelik Sellal ve Ahmed Uyahya ile parti liderleri ve işadamlarından ve hatta bazı ordu komutanlarından çok sayıda ismin yargılanmasında kilit bir rol oynadı. Aynı zamanda ‘General Tevfik’ adıyla bilinen eski İstihbarat ve Güvenlik Dairesi (DRS) Başkanı Muhammed Medin ve İstihbarat Teşkilatı Başkanı Osman Tartak (Beşir) da görevden alındı. Ancak Kayid Salah'ın rolü, Buteflika rejimini devirmesinden sadece aylar sonra Aralık 2019'da aniden vefat etmesiyle sona erdi. Ancak orduya verdiği halk hareketiyle birlikte hareket etmesi yönündeki emri, Abdulmecid Tebbun’u cumhurbaşkanlığına getiren mevcut dönemin önünü açtı.
Cezayir ordusu şuan, sürekli olarak askeri birliklerin önünde konuşmalar ve sırayla saha ziyaretleri yapan Genelkurmay Başkanı Said Şangariha tarafından yönetiliyor. Ama aslında, ordu liderliğinin ve onunla birlikte istihbarat servisinin, tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi bu kez de perde arkasında siyasi bir rol oynamaya devam etmeye istekli mi olduğu yoksa siyaset sahnesini seçimlerden çıkacak olan iktidara terk mi edeceği henüz netlik kazanmış değil.
FLN’nin 1992 yılında iktidara gelmesinin engellenmesi için ordunun doğrudan müdahale etmesi gerekti. Bu adımı eleştirenler ülkeyi kanlı bir on yıla sürüklediğini söylerken, destekleyenler ise bu adımın ülkeyi o dönemde liderlerinin açıklamalarından çıkarılan sonuca göre demokrasiye inanmayan bir partinin elinden kurtardığını söylüyorlar.
Öte yandan, halk hareketinin Buteflika yönetimine son vermedeki ana rolüne rağmen, asıl sorunu eleştirenlerin de söylediği üzere kendisini temsil eden ve onun adına konuşan bir liderlik üretememiş olmasıdır. Her ne kadar hareketin kendisini temsil edecek birini çıkaramamasının, kendi çıkarına olumlu bir faktör olduğunu söyleyenler de var. Çünkü onlara göre iktidar, halk hareketini sona erdirmek için hareketin önde gelen isimlerini tutuklayabilirdi. Hatta hareketin, İslami eğilimli saflarda daha görünür hale gelmesiyle, belki de gösterilerin FLN’nin kalesi olarak bilinen bölgelerden gelenlerin güçlü bir şekilde yer aldıkları başkent Cezayir’de çoğu zaman cuma namazından sonra düzenlenmesi nedeniyle, ortaya çıkışının ilk aylarında sahip olduğu ivmenin bir miktarını geçtiğimiz aylarda kaybettiği de ortadadır.
Dolayısıyla, hareketin bir bölümünün ihtiyaç duyulan değişikliği sağlayamayacağı gerekçesiyle seçimleri boykot edeceği, ideolojiye sahip bir başka kesimin ise siyasal İslamcılara oy vereceği açıktır.

Bağımsızlar
Eğer tablo böyle devam ederse, siyasal İslamcıların iktidara gelmesini önleme iddiası, özellikle Cumhurbaşkanı Tebbun belirli bir partiyi desteklemediğinden ve seçimlerde yarışacak bir partiye sahip olmadığından, büyük ölçüde önümüzdeki anketlerdeki bağımsız adayların performansına bağlı olacak gibi görünüyor. Cezayir Bağımsız Ulusal Seçim İdaresi istatistiklerine göre seçim yarışı, 646’sı partili,  837’si bağımsız olmak üzere bin 483 milletvekili adayı arasında gerçekleşecek. Peki, kim galip gelecek? Bu sorunun cevabı seçime birkaç gün kala netleşebilir mi?