​Günümüz şartları ile geleneksel yönetim arasında Japonya

Japonya İmparatoru Akihito ve eşi Michiko (AFP)
Japonya İmparatoru Akihito ve eşi Michiko (AFP)
TT

​Günümüz şartları ile geleneksel yönetim arasında Japonya

Japonya İmparatoru Akihito ve eşi Michiko (AFP)
Japonya İmparatoru Akihito ve eşi Michiko (AFP)

Tokyo’nun bahçelerinde kiraz ağaçları çiçek açarken Japonya, İmparator Akihito’nun tahttan çekilme kararı almasının ardından gelecek ay tahta geçmesi beklenen Veliaht Prens Naruhito ile kadim tarihinde yeni bir döneme girmeye hazırlanıyor.
Ancak Prens Naruhito’nun işi kolay değil. Zira binlerce yıl öncesine dayanan bir kurumun geleneklerini, teknoloji ve sosyal gelişmelerin öncülerinden olan bir ülkede bugünün dünyasıyla uyumlu hale getirmek zorunda. Prens Naruhito, 2015 yılında Oxford Üniversitesi'nde verdiği tarih seminerinde şunları söyledi:
“Japonlar, geçen onlarca yıla saygıyla bakmalı. Fakat 20’inci yüzyılın ilk yarısında imparatorluk ordusunun işlediği suçların üstünü de örtmemeli. Savaşa tanık olan nesiller, Japonya’nın yaşadığı trajedileri deneyimlememiş olan kuşaklara güvenli bir ortam bırakmalı.”
Japon anayasasına göre imparator siyasete müdahale edemiyor. Fakat, İmparator Akihito'nun tahttan çekilmesinin arka planında Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kaybettiği askeri gücü yeniden kazanması için yıllardır manevra yapan Başbakan Şinzo Abe’ye karşı verdiği siyasi savaşın etkisinin olduğu bir sır değil.
İmparatorun tahttan çekilme isteği, dışarıdan bakıldığında kişisel bir fedakarlık gibi görünüyordu. Ancak kısa süre sonra bunun Akihito’nun hayatındaki en önemli siyasi karar olduğu anlaşıldı. Muhafazakar çevreler, İmparator’un kararına güçlü şekilde karşı çıktı. Ancak vatandaşların büyük çoğu imparatorun kararına destek verdi. Hükümeti gerekli değişiklikler için parlamentoya yasa tasarısı vermek zorunda bıraktı. İmparatorun ölmeden önce tahtan çekilebilmesine izin veren yasa tasarısı, Başbakan Abe’yi hem partisinin içinde hem de dışında eleştiri oklarının hedefi haline getirdi.
Gözlemciler, çekilme kararının Japonya'nın başka bir devlete savaş ilan etme hakkından vazgeçtiği 1946’daki anayasasında değişiklik yapmak isteyen ve İmparator ile farklı bir siyasi tutum sergileyen Abe’ye karşı atılmış bir adım olduğu görüşünde. Ancak Abe liderliğindeki muhafazakar görüşlü Liberal Demokrat Parti (LDP), mevcut anayasada değişiklik yapılmasını ve Japonya'nın 1930 ve 1940'lı yıllarda yaşadığı trajik olaylarla yeniden karşı karşıya kalmasını engellemeye çalışıyor. LDP’nin geçen yaz yapılan seçimlerde parlamentodaki sandalyelerin çoğunluğunu kazanması, anayasada değişiklik yapılması için önünün açılmasını sağladı. Bu durum, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından onaylanan “pasif” anayasanın kabul edilmesinden bu yana İmparator’un Japonya'da hüküm süren barışçıl gelenekleri korumak için 7 kez tahttan çekilme sinyalleri vermesine neden oldu.
Japonya tarihinde Akihito'nun dönemi “barışa ulaşmak” anlamına gelen “Heisei” ifadesiyle anılıyor. Tokyo Üniversitesi’nde araştırmacı ve Japonya imparatorluk sistemi uzmanı olan Hadia Kawanishi’ye göre Akihito'nun kararı, Abe'nin anayasayı değiştirme planını durdurma girişimi. Kawanishi konuya ilişkin değerlendirmesinde “İmparator, Japonların ahlaki otoritesidir. Bu nedenle tahttan çekildikten sonra da rehberliği devam edecektir. Çünkü tahtı oğluna bıraktıktan sonra önünde siyasi tutum ve görüşlerini ifade etmesi için hiçbir engel kalmayacak” ifadelerini kullandı.
Akihito'nun tahttan çekilme kararını açıklamasının ardından ortaya çıkan bir başka tartışma ise şimdiye kadar erkeklerin oturduğu tahta bir kadının geçmesi olasılığıydı. Bu tartışma, Veliaht Prens Naruhito'nun 2001 yılında bir kızı doğduğunda başladı. Ancak 2006 yılına gelindiğinde Naruhito'nun bir erkek kardeşinin doğmasıyla bu konu kapanmış oldu. Fakat yine de Japon siyaset çevrelerinde zaman zaman bir kadının imparatorluk tahtının varisi olması ile ilgili olasılığa ilişkin yorumlar yapılıyor.
Ancak günden güne yerini sağlamlaştıran Başbakan Abe ile İmparatorluk ailesi arasındaki en büyük “çekişme” önümüzdeki ay Veliaht Prens Naruhito’nun tahta geçmesiyle yaşanacak. Yaşadığı savaşların bir sonucu olarak Japonya’nın güçlü bir askeri güce sahip olmasını isteyen ve günden güne büyüyen siyasi hareket ile Japonya’nın askeri çatışmalardan kaçınan barışçıl bir ülke olarak kalmasını isteyenler arasındaki çekişme devam ediyor.



Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
TT

Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayid
Pek çok akademik toplantıda, siyasi seminerde tartışmaların, dünyanın süper gücünün veya uluslararası ya da bölgesel güçlerin belirli konulardaki ilgisinin bir diğerinin lehine azalması etrafında döndüğü göze çarpar. Hatta bazen, sözgelimi Ortadoğu ve sorunlarının ABD için ne ölçüde öncelikli olduğu gibi, bu boyutlardan bazıları hakkında tartışmalar yapılır.
Bazen de sanki ilginin gerilemesi, kendisine gösterilen ilgi ve dikkatin azaldığı taraf için bir hakareti temsil ediyormuş gibi mesele tepkisel bir hava kazanır. Dünyada Filistin davasına ve özel olarak Arap dünyasına olan ilginin yanı sıra genel olarak Washington'un Ortadoğu'ya ilgisi, bölgesel aktörlerin rolleri, bölgenin sorunlarına bağlılık, aynı şekilde Lübnan meselesinde uluslararası ve Arap ilgisinin azalması hakkında dönen pek çok tartışma hatırlıyorum.
Aslında burada sunmak istediğim yaklaşım, uzmanların ve politikacıların bu konuda genellemeler ve varsayımlara girişebilecekleri, oysa pratik uygulamada gerçeklik ve motivasyonların çok daha basit olabilecekleridir. Gerçek bir temel olmaksızın bazen sürprizlere yol açanın bu olduğudur.
Filistin davasından başlayabiliriz; birkaç ay öncesine kadar, üzgün bir dille bu konuya ilginin azalması ve halkının çektiği acılar hakkında konuşuyorduk. Sonra olaylar patlak verdi ve Filistin tekrar olayların odağına yerleşti, yeniden konuşulmaya başlandı. Kısa bir süre öncesine kadar ona olan ilginin azaldığını tasavvur edenler, şimdi kendilerini nasıl gözden geçirebilirler? Aslında her iki görüş de çok fazla abartı içeriyor. Bu davanın son yıllardaki tarihini gözden geçiren, bu konuya ilginin pek çok iniş ve çıkışa tanık olduğunu keşfedecektir.
Keza tek sebep bu olmasa da, geçmişe göre ilginin azalmasının, Arap Baharı'ndan bu yana çatışma ve kriz odaklarının çeşitlenmesinde yattığını, Filistin davasının ayağının altındaki halıyı çeken birçok şey olduğunu da fark edecektir. Bu konuya daha sonra döneceğim.
Genel bir çerçeveden başlayabiliriz; o da bazen bu konuyla ilgilenenlerin, karar vericiler, yazarlar, araştırmacılar, gözlemciler veya vatandaşlar olsun insan olduklarını unutmamız. Dikkat edilirse kamusal meseleler ile iç ve dış politika konularına etkilendikleri ölçüde ilgi gösterdiklerini, hepimizin hayatımızda farklı derecelerde bildiklerimizin onlar için de geçerli olduğunu unutmuş gibi yapıyoruz. Bu gerçeklerden biri mesela, arabasıyla bir ürün satın almak ya da bir akrabasını, arkadaşını ziyaret etmeye giden birisi kaza yaptığında ya da ani bir acı hissettiğinde, bu yeni ve daha acil krizle yüzleşmek için rotasını değiştirmekten başka seçeneği olmadığıdır.
Çağdaş Arap dünyamızda karşı karşıya olduğumuz en belirgin husus, kriz noktalarının çokluğu ve herkesin bu sıkıntılarla mücadele eden halklara karşı ilgisizlikten yakınması. Bu nedenle, Arap Baharı ile başlayan ve öyle ya da böyle devam eden bir Filistin yakınması da var. Pek çok kişi ilginin yakında yeniden gerilemesinden endişe ediyor. Öte yandan, bugün milyonlarca Suriyeli de dünyanın kendilerini unuttuğundan yakınıyor. Ne rejimi değiştirebildiler, ne de dünyanın mevcut rejimi yeniden tanıyıp kabullenmesini engelleyebildiler. Ne çözüm gerçekleşti ne de rejim karşıtları rejim ve destekçilerinin zaferlerini kutlamasını istiyorlar. Hala çeşitli tarafların işgali altında olan geniş Suriye toprakları var. Dolayısıyla Suriye'de tanınmış bir yazar ve şahsiyetin ortaya çıkıp “Putin-Biden” zirvesinin ülkesi hakkında somut bir şey üretmediğini kaydetmesi anlaşılabilir. Öte yandan Filistin davasına sempati duyan birçok Suriyelinin bakış açısına göre, bu dava ilgi çekmeye devam edecek, ancak Suriye ve halkının krizi hakkında kimse konuşmak istemiyor. Aynısını, gerçek bir siyasi durgunluk sürecinde gibi görünen Yemen için de tahmin edebiliriz. Farklı televizyon kanallarını takip edenler, kendilerini bazen çelişki derecesine varacak kadar özdeş olmayan dünyalar karşısında bularak, şaşıp kalıyorlar.
Bölgedeki bir kriz hakkında her yazdığımda bana “hani Yemen?” diye soran Yemenli bir arkadaşım var. Krizleri, acıları, milyonlarcasının yerinden edilmesine ilişkin Arap ilgisinin zamansal ve mekansal kapsamıyla ilgili ağır Yemen eleştirileri, aşırı derecede uyumsuzluğuna dönük  ithamları olduğunu biliyorum. Kendilerine yönelik uluslararası ilgiye karşı benzer izlenimleri olduğunu da. Bu ilginin durgun suları hareketlendirmek için zaman zaman boşuna önerilen ve harcanan siyasi çabalarda kayda değer bir başarı sağlayamadan insani yönlere odaklanmasına ağır eleştirileri olduğundan haberim var.  
Birçok Lübnanlı arkadaşımdan duyduğum Lübnan şikayeti de, aslında diğer krizlerin ağırlığını, sayısını, bunların tüm uluslararası ve bölgesel sistemdeki aciliyetini görmezden geliyor. Yukarıda saydığımız gibi karar vericilerden medya ve vatandaşlara kadar ilgililerin tüm bu büyük aktivizmi takip ederken dikkatlerinin dağıldığını göz adı ediyor. Güçlü kurumların varlığında bile Lübnan meselesi doğal olarak eninde sonunda tek bir karar verici veya tek bir karar verici kurumla çatışacak.
Aracını çarptığı için yapmak istediği işi bırakıp daha acil olan krizi çözmeye yönelen kişi hakkında daha önce verdiğimiz örneğe, kişinin bu sorun ile başa çıkmak için ne yapması gerektiğini bilmiyor olabileceğini de ekleyebiliriz. Şahsi görüşüm, şu anda uluslararası ve bölgesel tarafların, bu krizleri çözmek veya kendisiyle başa çıkmak için ne yapılması gerektiğine dair belirli ve başarılı bir yol bilmedikleridir.
Örneğin Lübnan krizinde bölgesel ve uluslararası taraflar ve bunların arasında da baskın bir esas taraf var, o da İran. Ama İran aynı zamanda müttefiki "Hizbullah" aracılığıyla, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a bağlı ve Cibran Basil liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareketi ile karmaşık bir ittifakla da zincirlenmiş durumda. İkinci taraf, sahnenin karmaşıklığı konusunda oldukça bilgili ve tıpkı kendisinin Hizbullah'a ihtiyacı olduğu gibi, Hizbullah'ın da kendisine ihtiyacı olduğunun farkında. İran'ın gücü ve zayıflığı karmaşık bir bölgesel denge sahnesinde iç içe geçerken, rejimi bu çıkmazdan çıkarmaya çalışan diğer taraflar felç olmuş ya da çözüm için yeterli araçlara sahip değillermiş gibi görünüyorlar.
Suriye'de Rusya ve müttefiklerinin zaferlerini deklare etmesini engelleyen Batılı güçlerin elinde ne yeterli araç var ne de kimsenin istemediği, maddi ve insani kayıplarının oldukça maliyetli olabileceği yeni bir kapsamlı çatışmayı sürdürmek için gerçek bir istek yok.
Suriye rejimine muhalif bu cephedeki ana oyuncu, yani Türkiye kapasitesinin sınırlarını biliyor ve başka bir şey üzerine bahis oynuyor; sınırlarına bitişik bölgesel genişleme ve bölgesel denge ve çatışmalarda kullanmak amacıyla aşırılıkçı milisler kartını elinde tutmak. Bu sayede bugün “Libya” dosyasında olduğu gibi başka dosyalarda, yarın da belki başka alanlarda avantaj ve kazanımlar elde etmek istiyor.
Bunun ışığında, Suriye krizinin daha fazla uzamaması için bir çözüm ve çıkış yolu bulmak isteyen tarafların, bu krizle başa çıkmak için yeterli araçlara sahip olmadıkları için ellerinden bir şey gelmiyor. Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz arabasıyla kaza yapan, kendisini tamir etmese de sürebilen ama bu nedenle birkaç gün sonra arabasının çalışacağının bir garantisi olmayan kişi gibi. Arabasını tamir edemiyor çünkü parası yok, ama gidip alışveriş yapıp, ekmek falan alıyor ya da erteleyebileceği bir işi halletmeye çalışıyor. Söylemek istediğimiz, tüm insanlar bir noktada karşı karşıya oldukları krizle yüzleşmeye takatleri kalmadığını kabullenmeyebilirler, ama asıl sorun ve zor olan ne politikacıların ne de ülkelerin bunu alenen kabul etmemeleridir.
Son olarak, son İsrail savaşının dersleri bunu doğruladı. Bütün dünyanın çözülmemiş Filistin meselesinin devam etmesinden, krizlerin ve meydan okumaların çokluğundan yorulduğu doğru, ama aynı zamanda herkes henüz baskı yapacak ve bu krizi çözecek yeterli güce sahip olmadığının da farkında. İsrail aşırı sağı böyle bir vehme kapılmış olabilir ama eninde sonunda meselenin bundan çok daha karmaşık olduğunu keşfedecek. Liderlerinde de meselenin karmaşıklığını görememelerine neden olan bir inatçılık ve kibir var veya projelerinin etkileneceği korkusuyla bunu deklare etmeye cesaret edemiyorlar. Tıpkı Filistinlilerin haklarını savunan ama en azından şimdiye kadar ne yapacağını bilemeyen onlarca birbirine karşıt politikacı gibi. Bunu ifşa ve itiraf edemiyorlar ve çok azı bunun ötesine geçen geçici düzenlemeler veya çözümler düşünecek bilgeliğe ve hayal gücüne sahip.