Brad Pitt, Şarku’l Avsat’a konuştu: Süper kahraman filmlerinin çoğunun izleyici üzerinde bir güce sahip olduğu doğru

Brad Pitt
Brad Pitt
TT

Brad Pitt, Şarku’l Avsat’a konuştu: Süper kahraman filmlerinin çoğunun izleyici üzerinde bir güce sahip olduğu doğru

Brad Pitt
Brad Pitt

Quentin Tarantino’nun senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiği “Once Upon a Time in Hollywood” (Bir Zamanlar Hollywood’da) filmini seyircilerin yarısı Brad Pitt, diğer yarısı da arkadaşı ve ortağı Leonardo DiCaprio için seyredecek. İkili, Tarantino tarafından üstlenilen senaryoda birlikte çalışma fırsatı yakaladı.
Brad Pitt ve DiCaprio’nun sinema yaşamındaki varlığı hala aktif. Bu da ikilinin hala ekranda oynamak istediği rollerin var olduğunu ortaya koyuyor. Başlangıçta Brad Pitt’in yapımcılığa yönelmesi, oynamak istediği rol ve kişiliklerin bir nevi teminatıydı. Aynı zamanda, büyük şirketlerin film üretiminde elini çekemeyeceği bir gelecek teminatıydı. Ancak yapımcı rolünden 10 yıl geçmesinin ardından durum, bir oyunculuk zanaatına eklenen aktif bir zanaata dönüştü.
“Once Upon a Time in Hollywood”, onun üretimi değil, eğer onun üretimi olsaydı, büyük olasılıkla da beğenilecek bir film olurdu.
Şarku'l Avsat'ın Brad Pitt röportajının tamamı;
- “Once Upon A Time In Hollywood”, sizin için ne ifade ediyor?

Leonardo DiCaprio’nun oynadığı Rick ve benim oynadığım Cliff’i görüyorum. Her biri için ortak olan şey, birçok yönden başarılı olmayı arzulayan ve kaybetmekten korkan iki doğal birey. Rick, ününü ve işini kaybetmekten korkuyor. Benim oynadığım karakter, bir çıkmaz sokakta. Zor sahnelerde aktörlerin yerine tehlikeli rolleri oynayanların, uzun süren işleri yok. Kısa süre sonra içlerinden biri devam edemeyeceği ve yerini bir başkasına vereceği yaşa ulaşıyor, tabi eğer yaşı çalışmasını tamamen engelliyorsa.
-O halde Cliff’in sonunda yediği tokat gibi mi?
Evet. Bununla birlikte Cliff’in geleceği, yediği tokatta bile dengesizdi. Rick, onu artık işten çıkarmaya karar verdiğini, çünkü iş bulamadığını ve yaşam maliyetinin yüksek ve sorunlarını kendisi çözmesi gerektiğini söylüyor.
- Film senaryosu, size macera arayan ve kaybedecek bir şeyi olmayan bir adamın kişiliğini verdi. Siz de kişiliğinizi bu şekilde tanımlar mısınız?
Hayır. Ben kendim için bunu söyleyemem. Tabi, bir yandan da zaman zaman maceraya bayılırım. Onu evin çatısının altına saklıyorum, ancak Cliff’in macera arayışı şahsiyetiyle ilgili. O, Hollywood’un oğlu ve insanların güvenini kazanabilecek, belki de bir gün aktörlüğü hak edecek yakışıklı bir insan. Cliff, bunu kabul ediyor. Durumunu, hayatını kabul ediyor ve şikâyet etmiyor. Sanırım, ona takabileceğim lakap “kabul” olurdu.
- Aslında birçoğu gerçek olan bazı olaylar, aktris Sharon Tate etrafında dönüyor. Quentin Tarantino, saldırıdan ve aktristin ölümünden bahsetmekten kaçındı. Filmin geçtiği dönemini nasıl görüyorsunuz? İyi ifade edilmiş mi?
Bence çok iyi ifade etti. Tabi ki film, her şeye değinemez. Ne de olsa 60’lı yıllara veya özel olarak 1969 yılına ait bir film değil. Aynı zamanda aktör, dublör ve Charles Manson liderliğindeki bir suç çetesinin saldırısına uğrayan bir aktris hakkında bir film. Bu yüzden Tate’e yapılan bu saldırının, ABD yaşamının karşısındaki yeni toplumsal kavramların sonucu olduğunu düşünüyorum. Toplum, o dönemden sonra sorumsuz sevgiye ve cinsel özgürlüğe açıldı. Bu durum, film ve müziğine de yansıdı. Bence Sharon Tate’in ölümü, yayılan ve bazı sınıflarda düşük bir ahlaki sorumluluk seviyesine yol açan kavramlardan birinden kaynaklıydı.
- “Once Upon a Time in Hollywood”’un yapımcılığını bir başka şirket üstlenseydi ve size teklif edilseydi kabul eder miydiniz?
İnanıyorum ki evet. Ancak her türlü proje, kendi içerisinde kabul edilme sebebini de taşır. Bu proje; yönetmenin bilgisi, geçmişi ve sevgisiyle Tarantino’ya ait. Yani eğer filmi başkası yapsaydı ve yönetseydi, film farklı olurdu.
- Nostaljik bir insan mısınız? Mesela 60’lı yılları tercih eder miydiniz?
Bunu tercih edebilirim diyemem. Bir şeyleri anlama konusunda iyi değilim. Ama Hollywood’un 1960’larda, önce veya sonra ürettiği sinemayı seviyorum. Yine de şimdiki zamana daha meyilli olmakla ilgilenmiyorum dediğimde, haklı olup olmadığımı da bilmiyorum. Karma karışık olmasına rağmen dönemi ve sorunlarını anlamam, bu beni heyecanlandırıyor. Belki de yaşadığım zamanda kilitli kaldığım içindir. (Gülüyor)
Leonardo DiCaprio ile oynadığınız ilk film oldu. Bu tecrübeyi anlatabilir misiniz?
Evet. Ben ve Leonardo, bir nesildeniz. Birçok iş tecrübesi, bize endüstrinin çeşitli yönleriyle ilgili geniş bilgi verdi. Her ikimiz de bir oyuncu olarak profesyoneliz ve birlikte oynama fırsatımız, her yönüyle harikaydı. Ancak bana göre en önemli sebep, Tarantino’nun bize, gerçek bir dostlukla iki oyuncu olarak bağlandığımız arkadaşlığı somutlaştırma fırsatı veren iyi bir senaryo seçmesi oldu.
-Birkaç yıl önce konuştuğumuz gibi yapımcılığa yönelik duruşunuz net. Bu, bir oyuncu olarak vaktinizi alıyor mu?
Bunun olmadığına inanmak istiyorum. Film prodüksiyonum; projeler okumak, ayrıntıları araştırmak, konuya dair toplantılar yapmak, yönetmen seçmek. Tamamı bir oyuncu olarak çalışma aşkın pahasına gelmiyor. Ancak bir filmin oyuncusu ve bir filmin oyuncusu olmadan yapımcısı olmak arasında bir seçim yapmak ve hangisini diğerinden daha çok yapmak istiyorum şeklinde bir baskıya maruz kalmamalıyım.
-Örneğin yapım aşamasında 4 yeni filminiz var. Ancak bunlardan sadece bir tanesi Ad Astra…
Doğru, ama bu normal. İlk olarak yapıp yapmamam konusunda karar vermem veya benim okumam için gönderilen projeyi okuduğumda ve eğer kendimi o karakterlerin birinde bulursam evet, ama yapımcısı olduğum her filmde oyuncu olamam.
- Bugün Hollywood’u nasıl değerlendiriyorsunuz? Süper kahramanlık filmlerinde üstünlük olduğunu söylüyorlar ki bu, ticari risklerle dolu çeşitli filmlerin olmasına neden oluyor.
Çağ, gerçekten de böyle görünüyor, ama hiçbir garanti yok. Süper kahraman filmlerinin çoğunun, izleyici üzerinde bir güce sahip olduğu doğru. Ancak her çalışma için hala çok fazla alan var. Benim düşünceme göre, Hollywood eğlencenin ilk kaynağıdır. Sanatçılar olarak biz, bu sanatı bazı sanatsal ve objektif değerlere yönlendirmeliyiz.



Şera bir Yahudi gazetesine ilk röportajını verdi: İstikrarlı bir Suriye nutuk ve sloganlarla inşa edilmeyecek

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)
TT

Şera bir Yahudi gazetesine ilk röportajını verdi: İstikrarlı bir Suriye nutuk ve sloganlarla inşa edilmeyecek

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, iç ve dış politikadaki sorumlulukları veya pozisyonları hakkında yorum yaparken devrik lider Beşşar Esed'i çevreleyen tüm duvarları yıkıyor. Şera doğrudan konuşuyor; İsrail ile ilişkiler ve Suriye topraklarının işgali gibi daha önce çifte dille konuşulan, bazıları sloganlarla kamuoyuna duyurulan ancak gerçeklerin masanın altında olduğu ‘tabu konular’ hakkında açıkça konuşmaktan çekinmiyor. Şera, 6 aydan kısa bir süre önce iktidara gelmesinden bu yana ilk kez  bir Yahudi medya kuruluşuna konuştu. Şera, The Jewish Journal’a röportaj verdi.

Esed rejiminin mirası

28 Mayıs'ta yayınlanan röportaj, Jonathon Bass'ın şu sözleriyle başlıyor: “Pek çok Suriyeli, Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'da bir devrimci değil; savaş yorgunu, kimliği yıpranmış bir ulusu yeniden inşa edebilecek, yenilenmiş bir lider görüyor. Tarihin her duvarından fısıldadığı, yaşayan en eski şehir olan Şam, iktidarla değil, yeniden inşa, uzlaşma ve uzun süredir parçalanmış bir ulusa liderlik etme yüküyle ilgili bir diyalog için uygun bir yer.”

Bass, Suriye Cumhurbaşkanı hakkındaki izlenimlerini şöyle aktarıyor: “Sessiz biri ama söylediği her kelimeyi düşünerek söylüyor. Sesinde zafer tonu yok, sadece kastettiği ve vurguladığı kelimeler var.”

Şera röportajın başında, “Bize enkazdan daha fazlası miras kaldı. Travma, güvensizlik ve yorgunluk miras aldık. Ama aynı zamanda umudu da miras aldık. Kırılgan bir umut” ifadelerini kullandı.

fgthyj
Sednaya Hapishanesi’ndeki tutukluların ailelerinden oluşan bir kalabalık, hayatta kalanları arama çalışmalarının sürdüğü binanın dışında bekliyor. (Suriye Sivil Savunma Müdürlüğü)

Suriye on yıllar boyunca sadakat ve sessizliği, bir arada yaşama ve nefreti, istikrar ve baskıyı birbirine karıştıran bir sistemle yönetildi. Esed hanedanı, Hafız ve ardından Beşşar, ülke üzerindeki kontrollerini sağlamlaştırmak için korku ve infazları kullanarak demir yumrukla yönetirken, ülkenin kurumları soldu ve muhalefet ölümcül bir ayaklanmaya dönüştü.

Gazeteci Jonathon Bass, Şera'nın aldığı miras konusunda açık görüşlü olduğunu düşünüyor. Zira Şera şöyle diyor: “Temiz bir sayfadan bahsetmek sahtekârlık olur. Geçmiş, her insanın gözünde, her sokakta, her ailede mevcuttur. Şimdi görevimiz bunu tekrarlamamak. Daha hafif versiyonu yok. Tamamen yeni bir şey yaratmalıyız.”

Suriyelilerin güveni

Eş-Şera'nın iktidara geldiğinden beri attığı ilk adımlar, röportajı yapan kişinin de belirttiği gibi, temkinli ama son derece sembolik oldu. Siyasi tutukluların serbest bırakılmasını emretti, sürgün edilen ya da susturulan muhalif gruplarla diyalog başlattı ve kötü şöhretli Suriye güvenlik aygıtında reform yapma sözü verdi. Ayrıca, kayıp ve ölülerin akıbetini ele almak üzere bir bakanlık kurulmasını önerdi.

Suriye'deki toplu mezarların ardındaki gerçeği ortaya çıkarmak için Şera, DNA veri tabanları oluşturmaktan geçmişteki zulümlerden sorumlu olanların iş birliğini sağlamaya kadar adli tıp teknikleri ve ekipmanları sağlamak için ABD ile bir ortaklığa ihtiyaç olduğunu söyledi.

Şera, “Eğer konuşan tek kişi bensem, Suriye hiçbir şey öğrenmemiştir. Tüm sesleri diyalog masasına davet ediyoruz. Devlet artık başkalarına dikte ettiğinden daha fazla dinlemelidir” dedi.

‘Ama insanlar bir kez daha güvenecek mi? Diktatörlüğün küllerinden doğan bir hükümetin vaatlerine inanacaklar mı?’ sorusuna Şera şöyle cevap verdi: “Ben güven istemiyorum, sabır ve inceleme istiyorum. Beni sorumlu tutun. Güven bu şekilde sağlanır.”

Suriyelilerin evlerini yeniden inşa etmeleri gerekiyor

Şera, Suriyelilerin şu anda en çok neye ihtiyacı olduğu sorusuna tereddüt etmeden cevap verdi: “Eylem yoluyla haysiyet. Amaç yoluyla barış.”

Savaşın boşalttığı şehirlerde ve çatışmanın etkilerinden halen mustarip olan köylerde kimse siyaset istemiyor, normale dönüş istiyor; evlerini yeniden inşa etme, çocuklarını büyütme ve barış içinde hayatlarını kazanmak istiyorlar.

dfgthy
Halep'te yıkılan evlerin yeniden inşası bazı bölge sakinlerinin kişisel inisiyatifiyle gerçekleştiriliyor. (Reuters)

Şera bunun gayet farkında. Tarım, sanayi, inşaat ve kamu hizmetlerinde istihdam yaratmaya odaklanan acil ekonomik programlar için bastırıyor. Şera, “Artık mesele ideoloji değil, mesele insanlara kalmak için bir neden, yaşamak için bir neden, inanmak için bir neden vermek. Bir işi olan her gencin radikalleşme riski daha az olacak. Okuldaki her çocuk gelecek için bir ses” dedi.

Şera, bölgesel yatırımcılarla ortaklıkların, geri dönenlere yönelik küçük işletme hibelerinin ve ‘gençler için mesleki eğitimin’ önemini vurguladı. Şera, “İstikrarlı bir Suriye nutuklarla ya da sloganlarla değil, eylemlerle inşa edilecek; pazarlarda, sınıflarda, çiftliklerde, atölyelerde... Tedarik zincirlerini yeniden inşa edeceğiz. Suriye bir ticaret merkezi olarak geri dönecek” şeklinde konuştu.

İsrail ile ilişkiler

Bu ekonomik vizyonun ardında daha derin bir vizyon var. Bir neslin kaybından sonra Suriyeliler çatışmadan yoruldu. Barışa, sadece savaşın yokluğuna değil, fırsatların varlığına da hasretler. Bass şöyle diyor: “Sohbetimizin en hassas bölümlerinden birinde Şera, Suriye'nin İsrail ile gelecekteki ilişkisine değindi. 1948'den bu yana bölgeyi rahatsız eden bu konu, her hava saldırısı, gizli operasyon ve vekalet savaşı suçlamasıyla daha da şiddetleniyor.”

ı89o
Golan'daki tampon bölge sınırında duran bir İsrail askeri (AFP)

Şera, “Açık konuşmak istiyorum. Sonsuz karşılıklı bombardıman dönemi sona ermeli. Hiçbir ülke korku ile doluyken gelişemez. Gerçek şu ki ortak düşmanlarımız var ve bölgesel güvenlikte kilit bir rol oynayabiliriz” ifadelerini kullandı.

dwert5y6
İsrail saldırılarına tepki olarak 25 Şubat'ta Suriyeli Dürziler tarafından açılan bir pankart: ‘Suveyda, Suriye'nin sırtındaki zehirli hançer olmayacak.’ (AP)

Şera, sadece bir ateşkes hattı olarak değil, karşılıklı itidal ve sivillerin, özellikle de güney Suriye ve Golan Tepeleri’ndeki Dürzilerin korunması için bir temel olarak 1974 Ayrılma Anlaşması’nın ruhuna geri dönme arzusunu dile getirdi. Şera, “Suriye'nin Dürzileri piyon değildir. Onlar vatandaştır, köklüdür, tarihsel olarak sadıktır ve yasalar çerçevesinde her türlü korumayı hak etmektedir. Onların güvenliği müzakere edilemez” dedi.

Derhal normalleşme önermekten kaçınan Şera, uluslararası hukuk ve egemenlik temelinde gelecekteki görüşmelere açık olduğunu belirtti.

Trump bir barış adamı

Belki de Trump'ın yaptığı en önemli diplomatik jest, doğrudan masaya oturma isteğiydi. Şera şunları söyledi: “Medya onun hakkında ne imaj çizerse çizsin, ben onu bir barış adamı olarak görüyorum. İkimiz de aynı düşman tarafından saldırıya uğradık. Trump nüfuzun, gücün ve sonuçların ne anlama geldiğini biliyor. Suriye'nin diyaloğu yeniden başlatabilecek dürüst bir arabulucuya ihtiyacı var. Eğer bölgede istikrara ve ABD ile müttefiklerinin güvenliğine katkıda bulunacak bir uzlaşma ihtimali varsa, ben bu diyaloğu kurmaya hazırım. Bu bölgeyi onarabilecek ve bizi adım adım bir araya getirebilecek tek kişi o.”

ferty6
ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şera, 14 Mayıs'ta Riyad'da bir araya geldi. (AP)

Bass şu yorumu yaptı: “Bu sadece açık sözlülüğü açısından değil, aynı zamanda içerdiği anlamlar açısından da dikkate değer bir açıklamaydı. Yeni Suriye, barış ve tanınma arayışında alışılmadık adımlar atmaktan korkmuyor. Şera Suriye'nin sorunlarını (toplu mezarlarda bir milyondan fazla ölü, 12 milyon yerinden edilmiş insan, yaşam destek ünitesine bağlı bir ekonomi, halen yürürlükte olan yaptırımlar ve kuzeyde saklanan milisler) yumuşatarak anlatmıyor. ‘Bu bir peri masalı değil. Bu bir iyileşme ve iyileşme sancılıdır’ diyor.”