ABD’nin Çin’e yönelik tarifelerinden kim zararlı kim karlı çıkacak?

ABD Başkanı Trump ve Çinli mevkidaşı Şi Cinping’in Pekin'de bir araya geldikleri eski görüşmelerinden bir kare (Reuters)
ABD Başkanı Trump ve Çinli mevkidaşı Şi Cinping’in Pekin'de bir araya geldikleri eski görüşmelerinden bir kare (Reuters)
TT

ABD’nin Çin’e yönelik tarifelerinden kim zararlı kim karlı çıkacak?

ABD Başkanı Trump ve Çinli mevkidaşı Şi Cinping’in Pekin'de bir araya geldikleri eski görüşmelerinden bir kare (Reuters)
ABD Başkanı Trump ve Çinli mevkidaşı Şi Cinping’in Pekin'de bir araya geldikleri eski görüşmelerinden bir kare (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump’ın Baş Ekonomi Danışmanı Larry Kudlow geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, ABD’nin Çin’le arasında artan ticaret savaşının Amerikalı tüketicilere de olumsuz yansımaları olacağını belirtti. Bu durum, Trump’ın Çin’den ABD Hazinesi’ne tek yönde milyarlarca dolar getirecek tarifelerinin uygulanma maksadının aksini işaret ediyor.
ABD Ulusal Ekonomik Konsey Direktörü Larry Kudlow’un açıklamaları, Başkan Trump’ın, 200 milyar dolar değerindeki Çin mallarına yönelik tarifeleri yüzde 10'dan yüzde 25'e yükseltilmesi ve Çin’in ABD’ye ihraç ettiği ürünlerin neredeyse tamamına vergi uygulamaya başlaması sebebiyle başarısız olan Çin-ABD müzakerelerinin 11’inci turunun ardından geldi.
Kudlow bu ayın ortalarında Fox News’a verdiği röportajda, “Aslında, bunun bedelini iki taraf da ödeyecek ve sonunda her ikisi de zarar görecek” dedi.
Kudlow’un itiraf gibi açıklamaları, Trump’ın ticaret savaşının sonunda mali açıdan ABD’nin karlı çıkacağına dair görüşünün aksini düşünen ekonomi uzmanlarının açıklamalarını teyit eder nitelikteydi. Kudlow, ticaret savaşlarını kazanmanın kolay olduğunu ve bu yükün ABD’nin ortakları üzerinde orantısız bir şekilde dağıldığını belirtti.
Kudlow ve Başkan Trump, uzun sürecek olan ticaret savaşının sonunda maddi açıdan ABD’nin kazanacağını söylüyorlar. Kudlow’a göre Çin'in ABD’li şirketlerle daha adil bir şekilde çalışmaya zorlanması tüm bu çekilen çileye değecek türden.
“Sadece yapman gerekeni yapmalısın!” diyen Kudlow, “Yıllarca haksız ticaret uygulamalarına maruz kaldık. Bu nedenle, ekonomik sonuçların çok küçük olduğuna ve ABD'nin açık pazarlardaki ilgili ticaret ve ihracat gelişmelerini hak ettiğine inanıyorum” ifadelerini kullandı.
Piyasalar zor durumda
Öte yandan finans piyasaları ticaret savaşından olumsuz etkilendiklerinin sinyallerini daha sert vermeye başladı. Öyle ki, Asya piyasası Pazartesi günü sabah saatlerinde düşerken ortaya çıkan veriler, Wall Street piyasalarının da işlemlerinde düşüşler yaşanmasına başlayacağına işaret ediyor.
İki ülke arasındaki görüşmeler, ABD yönetiminin, Çin’i, önerilen ve aralarında Çin yasalarının bazı maddelerinde değişiklikler yapılması da bulunan anlaşma şartlarının çoğunluğuna sıcak bakmamakla suçlamasının ardından bu ayın başlarında durdu. Buna karşın görüşmelerin yapıcı olduğu konusunda ısrar eden Çinli yetkililer, müzakere turlarına devam edeceklerini söylediler. Kudlow ayrıca ABD Başkanı Trump ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in konuyu muhtemelen Haziran ayının sonunda Japonya’da yapılacak G-20 zirvesinde ele alacağını kaydetti. Ancak Trump, Twitter hesabından paylaştığı mesajda, tarifelerin sonsuza dek değişmeden kalması halinde mutlu olacağını söyledi.
Trump'ın ABD ekonomisinin gücüne duyduğu güven, ticaret savaşını körükleyen kararlarını pekiştirdi. Fakat ekonomi, Trump'ın savaşta ne kadar ileri gitmek istediğine ve sonunda nasıl bir açıklama yapacağına bağlı olarak kalıcı kayıplar yaşayabilecek bir alan.
Trump, Twitter hesabından paylaştığı bir başka mesajda, ABD’nin Çin’e karşı tutumunda haklı olduğunu belirterek, “Uyguladığımız tarifelerle Çin'den on milyarlarca dolar alıyoruz” ifadelerini kullandı.
Buna karşın ekonomistler, ticaret savaşının ekonomik büyümeyi ne ölçüde etkileyeceği konusunda hemfikir olmasalar da, tarifelerin maliyetlerinden etkilenecek ürünlerdeki yüksek fiyatların, projelere veya tüketicilere olumsuz olarak yansıyacağına dair hemfikirler.
ABD yönetiminin yüzde 25’lik tarife uygulamasıyla fiyatları artan ürünler arasında, bilgisayar parçaları, tuvalet kâğıdı, köpek tasması, Noel ağacı süsleme ampulleri ve yataklar yer alıyor.
Uzmanlara göre yeni tarifeler, ABD ekonomisinde durgunluğa neden olmayacak. Ancak, Çin'den yapılan tüm ithalatlara vergi uygulama planı devam ederse ekonomik büyümeye zarar verecek.
Tarifelerin bedelini kim ödüyor?
ABD hükümetinin istatistiklerine göre, ABD 2018'de Çin'den 540 milyar dolarlık ürün ithal etti. ABD Merkezli Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü ekonomistlerinden Chad Bown konuya ilişkin değerlendirmesinde, “Trump, sorunlar ve yanlış anlamalarla Çin'le olan anlaşmazlıkları kritik bir noktaya itiyor. Bunun bedelini hem girişimciler, hem de tüketiciler ödeyecek” ifadelerini kullandı.
Bir araştırmaya göre, geçen yıl onaylanan tarifeler, ABD'deki tüketicilerin gelirlerini enflasyonun değerini hesaba katacak şekilde düşürürken, Kasım ayına göre aylık 4.4 milyar dolarlık bir düşüş yaşandı. Hem tarife hem de ithalatın maliyeti en yüksek seviyeye ulaşırken, bu tarifiler her bir ABD’li aile başına yıllık 419 dolara mal oldu. Araştırmanın yazarlarından Columbia Üniversitesi ekonomisti David Weinstein’e göre son zamlı tarife uygulamasının her bir aile için 800 dolara mal olması bekleniyor.
Trump ve danışmanları, Beyaz Saray'ın yaklaşımının, Çin'i pazarlarını ABD şirketlerine daha fazla açmaya ve daha adil davranmaya zorlayarak veya şirketleri, tarifelere maruz kalmamak için üretimlerini ABD’ye kaydırmaya teşvik ederek sonunda ABD ekonomisine olumlu yansımaları olacağı konusunda ısrarcılar.
Bununla birlikte ticaret savaşını uzatma kararı, bu yıl istihdama, büyümeye ve yatırımda canlanmaya neden olan ekonomik görünümü tersine çevirebilir. Çünkü olumlu beklentilerin sebeplerinden biri, iki ülke arasında uzun vadeli bir ticaret savaşına ilişkin korkuların hafiflemesiydi. Bu karar ayrıca Trump'ın ticaret politikasının 2019'da gerçekleşmesi beklenen yüzde 3.2’lik büyüme oranına yardımcı olacağına inanan ABD yönetiminin ekonomi uzmanlarının öne sürdüğü tahminleri de değiştirebilir.
FED yetkilisi: Tamamen bilinmez bir bölgeye gireceğiz
Eski ABD Merkez Bankası (FED) yetkilisi ve UBS'nin şu anki CEO'su Rob Martin olası gerginliğe yönelik değerlendirmesinde, “Söz konusu tarifelerin uygulanması ve sürdürülmesi durumunda, durgunluk yaşanması ihtimalinin artacağından hiç şüphe yok. Tarifeler, ABD ekonomisi için risk oluşturuyor” şeklinde konuştu.
Martin ve meslektaşları, Başkan Trump tarafından onaylanan son vergi artışının önümüzdeki 6 ay içinde gayri safi yurtiçi hasılayı (GSYİH) yüzde 0.25-0.35 oranında azaltacağını tahmin ediyorlar.
Martin, “Bir sonraki tarife aşamasına geçersek, tamamen bilinmez bir bölgeye gireceğiz” diye konuştu. Bununla birlikte bir sonraki aşamada yer alan ürünlerin; oyuncaklar, bisikletler ve iPhone’lar gibi bazılarının alternatiflerini bulmanın zor olduğu tüketim mallarının üçte ikisini oluşturduğuna dikkat çekmekte fayda var.
Öte yandan, ABD ile Çin arasındaki uzun vadeli ticaret savaşı Çin ekonomisine de zarar verebilir. Yatırımcıların ABD tarifeleri nedeniyle kısmen güven kaybına uğraması, Çin'in ekonomik büyümesini geçtiğimiz yılın ikinci yarısında yavaşlattı. Yavaşlamadan bu yana, Çin hükümeti finans sistemine milyarlarca dolar enjekte etti ve devlete ait bankalara kredilendirme çalışmalarını güçlendirmeleri için baskı uyguladı.
Yetkililer, geçtiğimiz ay ekonominin ilk çeyrekte bir önceki çeyreğe göre yüzde 6.4 oranında büyüdüğünü belirttiler. Ancak Trump'ın mevcut ekonomik hesaplamaları dönüştürmek için uzun vadeli bir çatışmaya güvendiği de açık.
Çin tarafından yapılan bir uyarıda ise, “Eğer müzakereler iki dönem daha sürerse anlaşma ABD için daha kötü bir sonuç doğuracak” ifadelerine yer verildi.
Ekonomik zararlar
Trump, izlediği yolda kendinden emin adımlarla ilerliyor gibi görünse de Çin’e yeni vergi tarifeleri uygulama kararı, onun ekonomi yönetimine övgüde bulunan analistler ve bazı ekonomi gruplarını şoke etti.
Örneğin, 2017 yılında yapılan vergi indirimlerinin ekonomik büyümede önemli bir artış sağlayacağını öngören Washington merkezli düşünce kuruluşu Vergi Politikaları Merkezi’nin (Tax Foundation) analistleri, şimdi Trump tarafından hâlihazırda onaylanan veya uygulayabileceğine dair tehditlerde bulunduğu yeni vergilerin, en son çıkarılan vergi yasasının tüm olumlu sonuçlarını ortadan kaldıracağını söylüyorlar.
Vergi Politikaları Merkezi’nin ekonomi uzmanlarından Nicole M. Kaeding yaptığı açıklamada, “Tarifelerin artmasına izin verilirse vergi reformundan elde edilen ekonomik faydalar ortadan kaybolacak. Bu durum özellikle daha yüksek ödemeler yapmak zorunda kalacak düşük ve orta sınıf tüketicilere olumsuz olarak yansıyacak. Ekonomistler birçok konuda tartışıyorlar, ancak tarifelerin ekonomi üzerindeki etkisini tartışmaya bile gerek yok. Tarifeler tek kelimeyle ekonomiyi vurdu” ifadelerini kullandı.
TAX gibi grupların birçoğuna göre Trump'ın Çin ile bir anlaşmaya varması ve hükümeti uzun süre kapatmaktan kaçınması durumunda büyüme oranları bu yıl daha da artacak. Yine aynı gruplar, Trump’ın ekonomiyi güçlendireceğine inandığı tarifelere yönelik yanlış algısının ülkeyi tehlikeli bir bölgeye ittiğine inanıyorlar.
Goldman Sachs analistleri yayınladıkları bir makalede ABD-Çin ticaret savaşının daha da kızışması halinde ABD’nin bu yıl ki büyümesini neredeyse yarı yarıya azaltabileceğini ve eğer ekonomik gerilimler, borsada büyük miktarda satışa neden olursa bu durumun büyüme üzerindeki etkisinin daha da kötüleşeceğini söylediler.
Borsa işlemlerinde ise, geçtiğimiz hafta hafif bir rahatlama yaşanırken Cuma günü iyileşme gözlemlendi. Ancak bununla birlikte mali güçlükler nedeniyle oranlar, geçen yılın sonlarında ulaşılan seviyelerden hala uzaklar.
Cornerstone Macro ekonomistlerinden Roberto Perli konuya ilişkin şunları söyledi;
“ABD borsaları şu ana kadar endişeli bir atmosfer çizmedi. Herkesin bir anlaşma beklentisi içerisinde olduğunu düşünüyorum. Ancak mevcut risk, zamanın geçmesi ve hiçbir şeyin değişmemesi. Piyasa ise iyimser tutumunu aştığının farkında.”
Trump’ın kararlılığı
Başkan Trump, ABD’ye “milyarlarca dolar” sağladığını söylediği “büyük tarifelere” ilişkin memnuniyetini ifade ederken geçtiğimiz hafta Twitter hesabından paylaştığı mesajda, “ABD kasasına yıllık 100 milyar doları aşan getiri sağlayan tarifelerden çok memnunum. Bu ABD için harika. Çin için ise iyi değil” dedi.
Ancak bununla birlikte tarifeler her bir Amerikan ailesine 419 dolarlık ek maliyet getirdi. Bu vergileri toplayan ABD, onu yeniden 12 milyar dolarlık tarımsal sübvansiyonlar dâhil olmak üzere harcamalara dağıttı. Ancak iki taraf arasındaki ticaret savaşı devam ederse bu durum değişebilir.
Columbia Üniversitesi ekonomisti Weinstein, şirketlerin, söz konusu yüksek tarifeleri karşılayamayacaklarını ve Çin'den ürün ithal etmeyi durdurmaya zorladıklarını anladıklarında tarife vergilerinin düşebileceğini belirterek, “Çevremizdeki tedarik zincirlerinde çok fazla değişim göreceğiz” dedi.
Bu da Çinli şirketlerin daha fazla ABD yapımı ürün satın alması veya ABD’li şirketlerin Vietnam ve Malezya gibi Çin dışındaki diğer düşük maliyetli üreticilere geçmesi nedeniyle Çinli şirketlerin zarara uğrayacağı anlamına geliyor.
Trump'ın tarifelere yönelmesi iki taraf arasındaki ticaret anlaşmazlığının sakinleşmesini bekleyen FED yetkililerini de şaşırtmış gibi görünüyor.
FED Başkanı Jerome Powell, bu ay düzenlediği basın toplantısında, ABD ve Çin arasındaki ticaret müzakerelerinde kaydedilen ilerleme raporlarına işaret ederek ticaret politikalarının neden olduğu büyümeye yönelik risklerin “biraz azaldığını” söyledi.
Powell ve meslektaşlarının daha büyük tarifelere ve yenilenen bir ticaret savaşına hızlı bir şekilde tepki vermeleri pek mümkün değil. Büyük ihtimalle FED, herhangi bir ticaret politikasından kaynaklanabilecek bir enflasyon oranını geçici olarak değerlendirecek ve oranları düşürmeden veya başka bir işlem yapmadan önce ekonomik büyümeyi yavaşlatacak.
Evercore ISI’da Küresel Politika ve Merkez Bankası Strateji ekibinin başkanı olan Krishna Guha yaptığı değerlendirmede FED’in hızlı hareket etmesinin pek mümkün olmadığını söyledi. Guha bunun sebebini ise ticaret savaşını nasıl biteceğinin belli olmayışına bağladı.
Eğer FED gerçekten bir hamlede bulunursa bunun, ekonomik sıkıntıları dengelemek için faiz oranlarını düşürülmesi şeklinde olması bekleniyor. Atlanta FED Başkanı Raphael Bostic geçtiğimiz hafta Ulusal İşletme Ekonomisi Birliği konferansında, tarife artışlarının neden olacağı yüksek fiyatların tüketicilerin geri çekilmesine neden olması halinde, FED’in, reaksiyonun boyutuna bağlı olarak faiz oranlarını düşürebileceğini söyledi.
FED'in ekonomik büyüme için gerçek bir risk belirtisi görmesi halinde tepki vermekte tereddüt etmeyeceğini söyleyerek Bostic’in görüşüne katılan Guha, bunun yerine, özellikle enflasyonun düşük seyretmesi halinde, sigorta faiz oranlarının düşürülmesi ihtimalinin daha fazla olduğunu söyledi.



Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları

Saddam Hüseyin, 21 Haziran 1997'de İran Sağlık Bakanı'nı kabul etti (Getty- AFP) * İran lideri Ali Hamaney’in geçtiğimiz 21 Mart'ta yayınlanan fotoğrafı (AFP) *Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani (Getty)
Saddam Hüseyin, 21 Haziran 1997'de İran Sağlık Bakanı'nı kabul etti (Getty- AFP) * İran lideri Ali Hamaney’in geçtiğimiz 21 Mart'ta yayınlanan fotoğrafı (AFP) *Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani (Getty)
TT

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları

Saddam Hüseyin, 21 Haziran 1997'de İran Sağlık Bakanı'nı kabul etti (Getty- AFP) * İran lideri Ali Hamaney’in geçtiğimiz 21 Mart'ta yayınlanan fotoğrafı (AFP) *Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani (Getty)
Saddam Hüseyin, 21 Haziran 1997'de İran Sağlık Bakanı'nı kabul etti (Getty- AFP) * İran lideri Ali Hamaney’in geçtiğimiz 21 Mart'ta yayınlanan fotoğrafı (AFP) *Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani (Getty)

Suriye’nin eski Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın Şarku’l Avsat tarafından yayınlanan anılarının altıncı bölümünde Irak'ın 1990 yılında Kuveyt'i işgalinden önce İran rejiminin lideri “Rehber” Ali Hamaney, Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani, Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin arasındaki mektuplardan bahsediyor.
Bazıları kamuoyunda ilk kez yayınlanacak olan bu gizli mektuplara nasıl ulaştığından bahsetmeyen Haddam, bunlara dair bir değerlendirme sunuyor. Suriye - İran ilişkilerinin anlattığı kitabının taslağında, Saddam’ın Kuveyt’i işgal etme hazırlıkları kapsamında bir adım daha atıp, İran’la gerilimi düşürmeye karar verdiğini ifade ediyor. Böylece bir yandan güçlerini İran-Irak sınırından çekebileceğine öbür yandan Kuveyt’e savaş açması durumunda İran’a ona saldırma fırsatı vermemiş olacağına dikkat çekiyor.
21 Nisan-4 Ağustos 1990 tarihleri arasında İran ve Saddam arasında çok sayıda mektuplaşma yaşandı.
Haddam, “Taraflar arasındaki bu yazışmaları, Kuveyt işgalinin geçici bir olay olmadığının anlaşılması için okuyucuya sunuyorum. Ayrıca hedefin borçlar ve petrol fiyatları konusundaki anlaşmazlıklar olduğu açıklanmıştı, oysa bunun çok daha ötesinde çıkarlar söz konusu” diyor. Şarku’l Avsat bugün Kuveyt’in işgalinden önce tarafların birbirlerine gönderdikleri mektupları yayınlıyor:

Sayın Ali Hamaney ve Sayın Haşimi Rafsancani

Allah’ın selamı üzerinize olsun;
Sizlere daha önce İran -Irak Savaşı (1980-1990) sırasında dolaylı bir şekilde mevcut tek yol olan Irak medyası aracılığıyla hitap etmiştim ve karşılık olarak sizlerin de medyadan yaptığı açıklamaları dinlemiştim. Bu konudaki son girişimimiz hiç şüphe yok ki tam ve kapsamlı bir barış sağlanması yönünde olmuştu. Nitekim 5 Ocak 1990 tarihinde de barış ilan etmiştik. Ancak iki ülke arasında arzu ettiğimiz barış için gerekli yolu henüz açabilmiş değiliz. Savaş trajedileri ve yeniden patlak vermesi olasılıklarını bir kenara bırakalım. Şüphe dolu açıklamalar, zan ve endişelerin hayırlı ve umutlu olan düşüncelere baskın gelmesi anlaşılabilir bir durum. Şimdi her iki tarafın da kendi bakış açılarıyla söylediklerini tekrar etmeye gerek yok. Zira bu tekrar, diyaloğu kapsamı ve yapıcı amaçlarından uzaklaştırıp tartışmalara neden olabilir. Yalnızca Irak ve İran arasında değil tüm Arap ülkeleri ve İran arasında umduğumuz acil ve kapsamlı barışın önüne geçecek anlaşmazlık noktaları ortaya çıkabilir.
Bu kez sizlerle doğrudan iletişime geçiyorum. Müslümanların Rahman’ın rızasını kazanmak için oruç tutuğu bu mübarek ayda aramızda doğrudan bir görüşme gerçekleştirme teklifinde bulunuyorum. Bizim tarafımızdan bu mektubun sahibi Allah’ın kulu Saddam, Yardımcısı İzzet İbrahim ed-Durri ve yardımcılarımızdan bir heyetin sizin tarafınızdan siz Ali Hamaney, Haşimi Rafsancani ve yardımcılarınızdan bir ekibin katıldığı bir zirve önerisinde bulunuyorum. Ayrıca bu görüşmenin Mekke-i Mükkereme’de Beytullah’ta veya uzlaşma sağladığımız başka bir mekânda gerçekleştirmeyi ve Allah’ın yardımıyla halklarımız ve tüm İslam aleminin beklediği barışa ulaşmayı talep ediyorum. Böylece herhangi bir sebepten ötürü yeniden akabilecek kanları korumaya almış oluruz. Irak ve İran arasında fitne çıkmasına neden olan güçlerin savaşı yeniden körükleyip iki ülke arasında barış sağlamasını uzak bir ihtimale dönüştürmesi mevcut olasılıklar dahilinde.
Bazı süper ve büyük güçler ile Siyonistler tarafından Irak ve Arap ulusuna yapılan tehditleri muhakkak takip ediyorsunuzdur. Şüphe yok ki bu tehditlerin asıl amacının bölgede fesat çıkarmak ve sapkın yolunu tıkayan, bunun yanlışlığını gösteren, bölgedeki şeytani arzu ve hırslarını gerçekleştirilmesini engelleyen ve her Müslüman hatta Allah’a, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman eden herkes için çok değerli olan Filistin’deki Arap toprakları ve mukaddes Kudüs’teki işgalini sonlandırmak isteyenlere baskı uygulamak için Siyonist oluşumun varlığını sürdürmek olduğunun farkındasınızdır.
Allah’ın yardımıyla oklarının hedefi tutturamamasını ve hayal kırıklığına uğramalarını niyaz ettiğimiz kötü güçler, bir yandan İran ile diğer yandan Irak ve Arap ulusu ile kanlı ve silahlı çatışmaları yeniden tesis etmek için çalışacaktır. Bunu gerçekleştirmek için gerekli imkanlara sahipler. Bu gerçekleştiği takdirde tüm Müslümanlar, imkân ve yeteneklerini Filistin’deki kutsallarını kurtarmaya yönlendirme fırsatını kaybetmekle kalmayıp aynı zamanda sahip olduklarının çoğunu da kaybedeceklerdir.
Irak'ın doğru olduğunu düşündüğü şeyi başarmanın ve İran'ın doğru olarak gördüğü şeye ulaşmanın aramızda gerçekleştirilecek ve barış çabalarına gölge düşürmek isteyenlerin planlarını suya düşürecek doğrudan görüşmeyle mümkün olacağına inanıyoruz. Niyetimiz Allah’ı da halklarımızı da razı edecek içtenlikli bir barış sağlanması yönünde. Derin ve sağlam bir inançla iki ülkenin vazgeçilmez haklarını sağlama niyetindeyiz.
Hayırlı işlerde acele ediniz ilkesine dayanarak sizlere mübarek Ramazan Bayramı’nın ikinci günü veya uzlaştığımız başka bir günde bu görüşmeyi gerçekleştirmeyi teklif ediyorum.
Mekke ziyaretiniz ve ev sahibi ülkenin ilgili tören gereksinimleri ile ilgili olarak, Suudi Arabistan’da kardeşlerimizle karşılıklı saygı ve kardeşlik temelinde Kral Fahd bin Abdulaziz’den gerekli düzenleme ve hazırlıkları yapmasını rica edeceğiz. Şu ana kadar bu mektubun içeriği ile ilgili herhangi bir bilgilendirmede bulunulmadığını belirtmek isteriz.
Toplantının gerekliliklerini hazırlamak ve durumu kolaylaştırmak için Tahran ve Bağdat’ta karşılıklı olarak temsilcilerimiz olması ve gerekli iletişimin sağlanması için iki başkent arasında doğrudan telefon hatları açmanın gerektiğini düşünüyoruz.
Allah’ım teklif ettiğime şahit ol.”
Vesselamu Aleyküm
Saddam Hüseyin
21 Nisan 1990 / 25 Ramazan 1410 - Bağdat

Birkaç gün sonra Saddam Hüseyin, Rafsancani’den mektubuna bir yanıt aldı:
“Sayın Saddam Hüseyin,
Mektubunuz elime ulaştı. Aslında keşke bu mektubun konuları sekiz yıl önce dikkate alınmış olsaydı. Asker göndermek yerine bu mektup gönderilmiş olunsaydı. İran, Irak ve belki de tüm İslam alemi bugün tüm bu kayıp ve kurbanlarla karşı karşıya kalmazdı. Herkes biliyor ki İslam Devrimi, her zaman İslam ülkelerinin yakınlaşması, İslam ve Müslümanların ihtişamı ve büyüklüğünü, gaspçı İsrail rejimine karşı mücadele ve Filistin’in kurtuluşu konularını başından beri ve daima en öncelikli konuları arasına yerleştirmiştir. Keşke Arap dünyasındaki tüm ülkeler, bazılarının yaptığı gibi bu Siyonizm, küstahlığı ve onunla iş birliği yapılmasına karşı olan devrimin tutumunu bilseydi. Şimdi Ortadoğu’daki denge İslam’ın lehine olacak, İsrail ve küstahlığı varlığını bu kadar genişletme fırsatı bulamayacaktı. Elbette ki Arap ulusu ile bir sorunumuz yok. Son 10 yıl içerisinde tarihi bir fırsatın kaçırılmış olması üzücü bir durum. Devrimin başından itibaren bize istemediğimiz yıkıcı bir savaş dayatıldı. Bu savaş, ülkenin batı sınırlarındaki topraklarımızın büyük bir kısmını etkisi altına aldı. İran ve Irak’ın mücadele için kullanılması gereken insani, ekonomik ve asker, enerji ve imkanlar heder oldu. İslam düşmanları ve büyük güçler, onları koruma bahanesinden yararlandılar ve müdahalelerini arttırdılar. Bunun yanı sıra İsrail, bu fırsatı değerlendirip düşmanca genişleme planlarından bazılarını uygulamaya koydu. Bunun sonuçlarından biri, (Mısır ve İsrail arasındaki) Camp David anlaşması ve bazı ülkelerin İsrail ile pazarlık yapmasının normal bir durum haline gelmesi oldu.
Defalarca söyledik savaş patlak vermeseydi, İran ve Irak halkının elindeki imkanlar birlik uğruna ve Müslümanların çıkarlarını korumak için kullanılsaydı Batı küstahlığı ve Siyonizm buna cesaret edemeyecekti.
Her halükârda olan her şeyden bir ders çıkarılmalı, barış ve savaşsızlık halinin devam etmesine ve yeniden savaşın patlak vermesine dikkat edilmelidir. Aksi takdirde İran ve Irak devletleriyle halkları için daha çok acı ve yıkım, İslam ümmeti için daha büyük bir zayıflık söz konusu olacak. Küresel inançsızlığa ayrıcalık kazanma fırsat ve mutluluğu sunulacak. Elbetteki dayatılan savaş tecrübesi, bir askeri saldırının İslami kitlelerin iradesine bağlı bir devrimin temelleri ve direklerini sarsmayacağının anlaşılmasını sağladı.
Burada devrimin lideri ve kurucusu İmam Humeyni’nin kabul kararından sonra bunu ilan ettiğini vurgulamak gerek. Nitekim Humeyni, “Halkımızla dürüstçe konuşuyoruz. 598 sayılı karar çerçevesinde sağlam bir barış düşünüyoruz. Bu hiçbir şekilde bir taktik değil” demişti. Gerçek ve kapsamlı bir barışa ulaşma çabamızda herhangi bir şüphenin galip gelmesine izin vermeyeceğiz. Sayın Hamaney, merhum imamımızın kapsamlı bir barışa ulaşmak için çizdiği yolu sıkı bir şekilde sürdürüyor. Bu temelde özellikle de gaspçı İsrail’in koruyucularının daha fazla ayrıcalık elde etmek, Müslümanları zayıflatmak ve Siyonistleri güçlendirmek için İslam dünyasının parçalanmasından yararlanmaya çalıştığı mevcut durumda iki ülkeyi kapsamlı bir barışa ulaştıracak her türlü girişim ve öneriyi memnuniyetle karşılıyoruz. Ne savaş ne de barışın olmadığı bir durumu arzu etmiyoruz. Fakat kararlı bir şekilde İslam ümmetinin çıkarlarını koruyan gerçek ve kapsamlı barış yollarını tercih ediyoruz.
Müslüman topraklarının bir kısmının işgaline devam edilmesi kapsamlı ve bir barış yolunda hareketimizi yavaşlatacak veya sonuçsuz bırakacaktır. Biliyorsunuz ki savaşı durdurma kararımızın ardından Irak içindeki tüm kuvvetlerimizi gecikmeden sınırlarımıza çektik. Emin olun ki, kendilerini İslam'a ve devrime adayan İran halkı için bu durum karşı tarafın iyi niyetine dair onda ciddi bir şüphe yaratıyor. Barış yolunda yürürken savunma safhasında da halkın güvenine sahip olmaya kararlıyız.
Bir diğer nokta iki ülkenin liderleri arasında temas kurulmadan önce tarafımızdan bir temsilci ve sizin tarafınızdan bir temsilci, nihai karar için gerekli zemin ve hazırlık adımlarının çok geç olmadan elde edilebilmesi için başarılması gereken şeyler hakkında konuşmak üzere her iki tarafla dostane ilişkileri olan ülkelerden birinde bir araya gelmelidir.
Öte yandan prosedürler, ihtilafların çözümü için uygun çerçeve olarak 598 sayılı kararın benimsenmesiyle ilgili herhangi bir kusur olmayacak şekilde olmalıdır.
“Ben sadece gücüm yettiğince düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.” (Hud Suresi 11/88)
Selam hidayet yolunu benimseyenlerin üzerine olsun.
Ali Ekber Haşimi Rafsancani
1 Mayıs 1990 / 6 Şevval 1410

Filistin lideri Yaser Arafat'ın gönderdiği bir delege, Saddam'ın mektubunu Tahran'a ulaştırdı:

Sayın Ali Hamaney ve Sayın Haşimi Rafsancani
Cihat ve devrime selam olsun.
Elçimiz Ebu Halid’in size Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin tarafından gönderilen özel bir mektubu ulaştırması fırsatını değerlendiriyorum. Bu ani ve önemli mektup Irak’tan İran’a hatta Irak yönetiminde İran yönetimindeki kardeşlerine, genelde İslam ümmeti, özelde Arap ulusunun içinden geçtiği tehlikeli koşulların dikte ettiği bir iyi niyet girişimidir.
Sayın Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’in yaptığı bu girişimin önünde Arap ve İslam alemleri hatta üçüncü dünya ülkelerinin halkları ve özellikle de Filistin halkı sizden olumlu ve yapıcı bir girişim bekliyorlar(…)
Tüm sevgim ve kardeşlik duygularımla Müslümanların arzu ettiği ve başarıya ulaşması için can attığı bu mübarek adımı hızlandırma çağrısında bulunuyorum.
Kardeşiniz Yaser Arafat el-Hüseyni
Filistin Devlet Başkanı
22 Mayıs 1990 / 27 Şevval 1410

Saddam’ın 19 Mayıs tarihli mektubunun metni;

Selamlamadan sonra: El yazısıyla gönderilen cevap mektubunuzu aldım. Okudum ardından yönetimdeki kardeşlerimle de birkaç kez okuduk.  Her ne kadar çatışmanın bir nedeni ya da sonucu olan, iki ülke arasında askıdaki sorunlara kesin ve nihai bir çözüm sunmak için zirve düzeyinde sizinle aramızda bir toplantı yapma teklifimizi kabul ettiğinizi anladık ve bundan memnuniyet duyduk ancak buna rağmen mesajın ruhu umduğumuz gibi değildi. Bunun nedeni ise başlangıçta ve fırsat bulunan her yerde gizli ifadeler/imalar içeriyordu. Sonuç kısmında ise kaba idi.
Sayın Rafsancani, doğrudan size yazmayı düşündüğümüzde aramızdaki ilişkiyi özel durum açısından gözden geçirdik. Yazma yönteminin doğrudan bir yöntem olduğunu fark ettik. Doğrudan bir toplantı ve doğrudan bir diyalog elde etmenin en uygun yolu olduğunu keşfettik. Irak ile İran hatta Arap milleti ile İran arasında arzu edilen barışı sağlamak için daha etkili bir yol olmadığı kanısına vardık.
Aramızdaki barışın, tek taraflı bir inançla sağlanmayacağını bildiğinizi varsayıyoruz. Biliyorsunuz ki bir tarafın sunduğu gözetimin diğer taraftan bir girişim söz konusu olmadıkça faydası olmaz.
İlk mektubumuzu yazmadan önce son 10 yıl boyunca her iki taraf da birbirine güçlü belki de en kaba ifadeleri kullandık. Bu üslubun etkisi ve bu etkinin bir türü olan aramızdaki çatışma ve savaş safhaları barışa ulaştırmadı.
Mektubunuzda yer alan ifade ve terimler arasında ‘dayatılan savaş’ ve ‘anlama yavaşlığı’ yer aldı. Mektubunuzu bu tür yazışmalarda alışıldığı üzere ‘Selamun Aleyküm’ ifadesi ile değil de ‘Selam hidayet yolunu benimseyenlerin üzerine olsun’ ifadesiyle sona erdirdiniz.
İnandığımız ve bizim için büyük anlamları olduğu için başka hiçbir neden olmaksızın barış istediğimiz için mektubumuzda insani değerlerimizi ve niyetimizi ortaya koyan ifade ve kavramlar kullandık. Yalnızca Allah’ı ve insanları razı edecek ifadeler kullandık. Bu, algı ve fikirlerimizde bir değişikliğin başlangıcı anlamına gelmez. Aksine muhatabımıza daha yakın yeni bir kapı açmak istediğimiz ve onurlu, halkımız ve insanlığa hizmet eden bir hedef olarak gördüğümüz barış yaklaşımı lehine onu daha fazla etkileme yeteneğine sahip olduğumuz anlamına gelir. Çünkü bu yöntem, bu amaç için en uygun yol ve yöntemdir. Yeni bir iletişim yöntemi denememiz gerekiyor. Bu ne savaş ne de geçmiş zamana dair bir yöntem olmamalı. Bu nedenle en uygun yöntemin yazışma olduğuna karar verdik.
(…)
Barışa ulaşmak için birlikte çabalarken, hiçbirimizin geleceğin pahasına geçmişle meşgul olmaması tavsiye edilir. Çünkü geçmiş olayları yeniden hatırlayıp durma politikasına bağlı kalmak, bu tutumu sergileyen herkesin halk tarafından suçlanmasına neden olur. Hepimizin yavaş anladığı anlamına gelir. Bu tavrımızla, niyetimiz geçmişten kaçmak değil. Çünkü biliyor ya da tahmin edersiniz ki bizler savaş ve düşmanlığı kimin nasıl başlattığına dair bakış açımızı ayrıntılı belgelerle destekleyerek masaya koyabiliriz. Ayrıca belgelerin halkı ya da daha geniş çapta insanlığı ikna etme konusunda herhangi bir tarafın söyledikleri ya da ön yargılı açıklamalarından daha etkili olacağını da bilirsiniz. Yine biliyorsunuz ki bu konunun üzerine düşüp derinlerine dalmak, 1988 yılının Temmuz ayı öncesine işaret ettiğiniz gibi kronolojik sırada biri ilk olduğu temelindeki araştırmamızın giriş noktası kabul edilirse, savaş dönemi ve sonrasına, ondan önceki veya ona karşılık gelen zamana paralel argümanı kanıtlamak, zaman ve çaba gerektirir. Çatışmanın her iki tarafının da başlangıç için bir zaman belirlediğini ve diğer tarafın dayandığı argüman ve gerçekler dışında argümanlara ayrıca pratik ve yasal gerçeklere dayandığını da bilirsiniz. Buradan, kimin savaşı dayatılmış bir savaş olarak tanımlama hakkına sahip olduğu ve kimin asker göndermek yerine mektup göndermeye eseflenme hakkı olduğu ortaya çıkacaktır. (…)
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 598 sayılı kararına gelince; bize göre iki ülke arasında üzerinde anlaşılan kapsamlı ve kalıcı bir barış planı olarak 1987 yılının Temmuz ayında kabul ettiğimizden bu yana içerdiği ilke ve hükümlere bağlılık gösterdik, hala da gösteriyoruz.
Bu temelde iki ülkenin de eşit derecede yararlanacağı bir barış arayışı içindeyiz. Çatışmanın her iki tarafının da barışı sağlamaya yönelik ciddi bir istek, anlamlı pratik işaretler dışında görüşme için peşin bir bedel ödemesi gerekmiyor. Barış sağlandığında her ülkenin ordusu kendi ülkesinde olacak. Hiçbirinin de iki ülkedeki herhangi bir karış toprak ya da suda bir uzantısı olmayacak. Özel şartlar ne savaş ne de barış durumunu zorunlu kıldı.
Mektubunuzda Irak topraklarından çekildiğinizi belirttiniz. Bununla, bilinen özel koşullar altında Halepçe'den cümlenin sonuna kadar çekilmenizi kastediyorsunuz.
Bu konuya cevabımız, ordularımızın 1980 yılında silahlı çatışmanın başlangıcında bilinen koşullar altında girdikleri topraklarınızdan çekildiğidir. Çekilme, 20 Haziran 1982 tarihinde gerçekleşti. 10 Haziran 1982 tarihinde de görsel ve işitsel medya aracılığıyla çekilme kararı aldığımızı ve en fazla on gün içinde çekileceğimizi duyurmuştuk. Nitekim bunu da uyguladık. Öte yandan kuvvetleriniz özel savaş koşullarında Halepçe'den çekildi. Bu koşullar ordularımızın çekildiği koşullar değildi.
Bu nedenle Halepçe’den özel koşullar altında gerçekleştirdiğiniz çekilmenin açgözlü olmadığınızın, başkalarının topraklarına el koyma arzunuz bulunmadığının ve iyi niyetinizin kanıtı olarak değerlendiriyorsanız, 1982 yılında topraklarınızdan çekilişimiz ve 1988 yılının Temmuz ayında güney ve orta kesimlerde gerçekleştirilen Tawakalna ala Allah (Allah’a dayandık) Operasyonlarının dördüncüsünden sonra topraklarınızdan çekilmemiz başka delillerle birlikte iyi niyetimiz ve Irak’ın İran’ın bir karış toprağına el koyma isteğinin olmadığının kanıtıdır.
Her halükârda bizim açımızdan barış, herhangi bir tarafın bir diğerinin sabit hakkını gasp etmemesi ve ne bir karış toprak ne de bir yudum suyuna el koymaması anlamına gelir. Bu, en zor ve düşmanca durumlarda bile altını çizdiğimiz ve bağlı kaldığımız bir yöntemdir. Bu nedenle barış görüşmelerinde başarıya ulaşmanın bir yolu olarak sizi buna bağlı kalmaya çağırırken, bizim de Allah’ın izniyle buna bağlı kalacağımız açıktır.
“Cenevre'deki büyükelçimiz tarafından oradaki büyükelçinize iki tarafın temsilcileri arasında yapılacak bir ön görüşme ile ilgili sorulan sorulara verdiğiniz yanıttan, zirve toplantısına hazırlanmak için bu yöntemi tercih ettiğinizi anladık. Bunu kabul ediyoruz. Cenevre'deki büyükelçimiz Barzan et-Tikriti, büyükelçiniz Cyrus Nasseri ile her iki tarafın da görüş alışverişinde bulunması için bize yetki verdi. Böylelikle her bir taraf, zirve düzeyinde toplantı yaparken bizim için tabloyu netleştirmek ve görevimizi kolaylaştırmak için bizi ilgilendiren konularda karşı tarafın görüşünü bilebilecek.
Zirvenin yapılacağı yer konusunda hala teklifinizi bekliyoruz, çünkü cevabınızda önerdiğimiz yer; Mekke-i Mükerreme hakkında net bir görüş bulamadık. Bu, delegelerin tartışacağı konulardan biri olabilir.
Zirveye kimlerin katılacağına gelince, zirve düzeyinde gerçekleştirilecek toplantının iki ülkedeki ana karar alma mercilerini içermesi gerektiğine inanıyoruz. Bu görüşmenin iki ülke arasında bir zirve düzeyinde gerçekleştirilmesi fikrini kabul ediyorsanız, biz Allah’a tevekkül edip bunu düzenlemeye hazırız. Çünkü bizlerin zirveye katılması meseleleri iki taraf için de kabul edilebilir nihai bir çözüme kavuşturma konusundaki ciddiyetimiz açısından bir sınav niteliğindedir. Allah’ın yardımıyla bu başarıldığı takdirde ardından kalıcı ve kapsamlı bir barış söz konusu olacaktır. Önemli karar mercilerinin zirvenin dışında tutulması üzerinde anlaşılanların uygulanması ve buna bağlılık gösterilmesinin düzeyini etkileyecektir (…).
Barış, aslında psikolojik olarak iplerini dokuyanların içinde başlar ki gönüllerde istikrarlı bir hal alabilsin. Bu nedenle barış sağlama sürecine en başından katılanlar, kendilerini ahlaki ve psikolojik olarak onu uygulamaktan ve ona bağlı kalmaktan sorumlu olduklarını görecekler. Karar merkezinin tüm ağırlığının varlığı, kararlaştırıldıktan sonra barış sürecini karmaşıklaştıracak veya geciktirecek her türlü tartışmayı ortadan kaldırır. Bu nedenle Devrimci Komuta Konseyi Başkanı, Cumhurbaşkanı ve Devrimci Komuta Konseyi Başkan Yardımcısı’nın zirve toplantısına katılması önerimizi yineliyoruz. İran tarafından Hamaney ile Rafsancani'nin zirveye katılmasını umuyoruz.
Saddam Hüseyin
19 Mayıs 1990 / 24 Şevval 1410 - Bağdat

Rafsancani’nin bu mektuba cevabı aşağıdaki gibidir:

Selamlamadan sonra: Mektubunuzu aldım (…). Mektubunuzdan da anlaşıldığı üzere hükümetinizin barış konusunda ciddi olma olasılığı göz önüne alındığında, size ikinci cevabımızı gönderiyoruz. Ancak bundan sonra gerekli haller dışında mektup alışverişiyle zaman kaybetmeyeceğimizi ve iki halk ve bölgenin ne savaş ne de barışın olmadığı bir durumdan daha fazla acı çekmemesini umuyoruz. Allah’a niyazım; bu son mektup olur ve barış yolunda ciddi pratik adımlara tanıklık ederiz.
Mektubunuzda cevap mektubumuzun bazı ifadeleri ve içeriğiyle ilgili bir şikayetler var. Barış mektuplarında zararlı veya acı verici konuları gündeme getirmeyi biz de tasvip etmiyoruz. Ancak maalesef, bu binanın temeli yazdığınız ilk mektupta atıldı. Size göre çatışma kalıntılarını ortadan kaldırmak ve dostluk yolunu açmak için gönderilen ilk mektubunuzda ilk iddianız ‘Arap ulusuyla’ mücadele ettiğimiz yönünde. Bu konuda büyük çabalar sarf edildiği ancak ne başarı ne de bir sonuç elde edilebildiğiydi.
Siz ve o günlerde ‘İlerici Hareket’ ve ‘Yüzleşme Cephesi’ hakkında konuşan partiniz, savaş boyunca sizi destekleyenler arasında ‘Arap ulusundan’ olmayan bireyler olduğunu söylemiştiniz. Yazım-yayın ve bazen de bazı belgeleri sunma konusunda kimliklerini ifşa etmek için bir dereceye kadar yeterince çaba gösterildi. İlerici hükümetlerin ve sizinle birlikte ‘yüzleşme cephesinde’ bir siperde bulunanların çoğunun bu mücadelede bizimle olduklarını veya en azından önyargılı olmadıklarını unutmanız pek olası değil.
İlk mektubunuzda, emperyalizmin saldırısına karşı Filistin, Filistinliler ve direniş güçlerinin faaliyetlerini benimseme tutumundan bahsettiniz. Ancak bu mektubu yazanların bu alanda öncü olan İran İslam Cumhuriyeti'nin (Filistin) davasına olan sempatisine kayıtsız kalmaları ve küstah saldırının ilk hedefinin İran devrimi olduğunu bilmemeleri olası değildir. Mektup, güven inşa etmek için yazılmış olsaydı, bu gerçeği göz ardı etmemek daha iyi olurdu.
Üstelik resmi yazışmalarda izlenen görgü kuralları birinci ve ikinci mektuplarınızda dikkate alınmamış. Mektubumuzda işaret ettiklerinize benzer, olumsuz ve acı verici argümanlar içeren ifadelerle karşılaştım. En iyisi bunları aşmak. Şikâyet etmenin yolunu açmamış olsaydınız bunları yazamazdık. Çünkü bir kavga ve mektup savaşı değil, barış arayışı içindeyiz.
Görüşmelerdeki temsilcilerin seviyesine gelince, Sayın Hamaney'in toplantılara katılmayacağını açıklığa kavuşturmakta fayda var. Tabii ki Cumhurbaşkanı ve diğer yetkililer liderin görüşüne aykırı bir şey yapmayacaklar ve Cumhurbaşkanı katılırsa kaçınılmaz olarak tam yetkiye sahip olacak. Mektubunuzda ifade ettiğiniz endişeye gerek yok.
Barış yolunda iyi niyet ve ciddiyeti kanıtlamak için, ikinci mektupta 598 sayılı Kararın kabulünden sonra kuvvetlerimizin geri çekilmesi ile Kudüs operasyonlarından sonraki durum ve Hürremşehr’in geri alınması ve savaşın sonunda taktiksel geri çekilme arasında bir karşılaştırma yapıldı.
Daha fazla açıklamaya gerek olmayan bu araştırmaya girmemiş olmanız arzu edilirdi. Siz kendiniz biliyorsunuz ki Hürremşehr’in fethinden sonra bile askeri güçleriniz, Naft Shahr, Khosravi, Mehran şehirleri güney cephesiyle farklı koşullara sahip onlarca kuvvet dahil olmak üzere İran topraklarında birçok yerde askeri kuvvetleriniz merkezi cephede kaldı. Bölgelerin çoğu savaşın ilk gününden ve şimdiye kadar kuvvetlerinizin işgali altında olduğundan, askeri liderlerinizin bu gerçekleri sizden gizlemesi pek olası değil.
Tepkilere yol açan provokatif durumlardan kaçınmamız gerektiği mektuplarda defalarca vurgulanmasına rağmen bu iddialarla çelişen bazı iddialara atıfta bulunulmuştur. Hakların tanımının kişisel izlenim ve isteklere değil, bilinen yasa ve yönetmeliklere göre olduğunu biliyorsunuz. İki devlet arasında barışı sağlamanın önemli ilkelerinden biri, sözleşmenin yerine getirilmesi ve uluslararası garantilere saygıdır. 598 sayılı kararın kabul edildiğine dair onayınızı olumlu olarak değerlendirdik. Ancak bu kararın açık ve belirsizlik içermediğini ve uygulanmasından sorumlu olan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından önerilen yöntemler temelinde uygulanabileceğini belirtmekte fayda var.
Yararsız tutumların tekrarı, Genel Sekreterin gözetimindeki birkaç tur görüşme sırasında pratik açıdan yararlı olmadıklarını gösterdi. Genel Sekreter’in temel görevlerinden biri olan 598 sayılı Karara göre iki ülke arasında kapsamlı ve istikrarlı bir barış tesis etmek için savaşı başlatan kişiyi belirlemede sorun olduğunu kapsamlı ve nihai bir barışa ulaşmak için aşamalı önlemlere ve pratik adımlara giden yolu kapattığını ortaya koydu. Kanıtı olmayan iddialar da öne sürüyoruz ve bu nitelikteki her şey iyi niyetle çelişiyor. Bunların her iki tarafın barışçıl hedefleriyle tutarsız olduğunu düşünüyoruz. Bağdat'ta yapılan zirve toplantısı kararında 598 sayılı karar ile Irak ve İran'ın haklarına yansıyan uygunsuz ifadelerin, iyi niyet, barış ve dostluğa güven kazanma yolunda sorun yaratması üzücüdür.
Büyükelçi Nasseri, temsilciniz (Barzan et-Tikriti) ile görüşmelerde bizim temsilcimizdir. Görevi, kararı uygulamak ve iki ülke arasındaki barışçıl ilişkilerin yeniden başlamasına zemin hazırlamak için temel konular hakkında konuşmaktır. Zaman öldürmeye ve mevcut durumu uzatmaya neden olan resmi ve marjinal meselelerin tartışılmasına katılmaktan kaçınmasını istedik. İki ülkenin Cumhurbaşkanları toplantısının ancak iki tarafın olumlu sonuçlarından emin olması halinde uygun ve geçerli olacağını vurgulamalıyız. Aksi takdirde, mevcut durumdan daha fazla olumsuz etkileri ve kayıpları olabilir.
Zirvenin yapılacağı yere gelince, Suudi Arabistan toprakları şu anda barış görüşmeleri için uygun bir yer değil. Çeşitli yerlerin varlığına dikkat edersek, iki tarafın doğru yeri seçmesi bizim için sorun teşkil etmeyecektir. (…) Genel Sekreterin ön görüşmelerdeki gelişmelerden haberdar olması doğaldır ve gerekli durumlarda barışın geliştirilmesine yönelik görüş ve girişimlerinden faydalanabilir (…).
Mektubumu sona erdirirken, Allahu Teala'dan anlaşmazlığı ortadan kaldırmak ve iki halk için barış yolunu açmak üzere bizi tam başarıya ulaştırmasını diliyorum.
Ali Ekber Haşimi Rafsancani, Tahran

Eski Suriye Dışişleri Bakanı Haddam’ın günlükleri 5: Bush, Avn’ın ‘engel’ olduğunu bildirdiği bir mektup gönderdi… Esed bunu isyanı sonlandırmak için bir ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 4: ‘Güçlerimiz Hizbullah’ın kışlasına saldırdı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 3: ‘Hariri, Canbolat’ın teklifi üzerine bizimle bir araya geldi. Hafız Esed kendisini sınadı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 2: ‘Esed fikrini değiştirdi, Lahud’a verdiği süreyi uzattı. Suriye uluslararası iradeyle çarpıştı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 1: ‘Esed, Irak muhalefetine sahte vaatlerde bulunmayı önerirken Hatemi bir Kürt devletine karşı uyarı yaptı’