Rusya ve Araplar: Önce ideoloji sonra çıkarlar

Rusya’nın başkenti Moskova’daki Kızıl Meydan’da Nazi kuvvetlerinin yenilgisinin 74’üncü yıldönümünü kutlamak üzere bu ayın başlarında bir Rus askeri geçit töreni düzenlendi (AFP)
Rusya’nın başkenti Moskova’daki Kızıl Meydan’da Nazi kuvvetlerinin yenilgisinin 74’üncü yıldönümünü kutlamak üzere bu ayın başlarında bir Rus askeri geçit töreni düzenlendi (AFP)
TT

Rusya ve Araplar: Önce ideoloji sonra çıkarlar

Rusya’nın başkenti Moskova’daki Kızıl Meydan’da Nazi kuvvetlerinin yenilgisinin 74’üncü yıldönümünü kutlamak üzere bu ayın başlarında bir Rus askeri geçit töreni düzenlendi (AFP)
Rusya’nın başkenti Moskova’daki Kızıl Meydan’da Nazi kuvvetlerinin yenilgisinin 74’üncü yıldönümünü kutlamak üzere bu ayın başlarında bir Rus askeri geçit töreni düzenlendi (AFP)

Rusya’nın Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından yaklaşık yirmi yıl boyunca yürüttüğü, kendisini yeniden tanımlamak ve önceliklerini belirlemek şeklindeki Arap politikası, ilgi alanları, çıkarları ve Arap eksenleriyle uyumlu bir imaj çizerek kendisini pazarlamakta başarılı oldu. Moskova'nın Arap ülkelerinin ve bu bölgedeki özlemlerin çeşitliliğine göre farklı politikaları var gibi görünüyor.
1920'ler ve 1990'lar arasındaki Sovyet-Arap ilişkilerini düzenleyen ideolojik düşünceler, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla kayboldu. Bu durum yeni Rusya Federasyonu'nu bölgedeki rolü için yeni çalışmalar yapmaya zorladı. Rusların çarlık dönemindeki politikası, Arap dünyasının büyük bir bölümünü yöneten Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıf noktalarını en iyi şekilde değerlendirmeye yönelikti.
Rusya’nın güneydeki ilerleyişi, doğrudan savaşlar yoluyla veya Mısır Valisi Bulutkapan Ali Bey isyanını ya da Rus donanmasının Türklerin yönetimindeki Beyrut kentini bombalamasına ve 1773 yılında kısa bir süre işgal etmesine yol açan Filistinli Zahir el-Ömer ile kurulan ittifak gibi Osmanlı yönetimine karşı gerçekleşen yerel devrimleri ve ayaklanmaları desteklemek şeklindeydi. Öte yandan buna siyasi ve diplomatik baskı eşlik ediyor ve Ruslar, çok sayıda okul ve manastır inşa ettikleri Filistin'deki kutsal topraklarda hacıların güvenliğinin sağlanmasını talep ediyordu.
Ancak Sovyetler Birliği dönemine gelindiğinde Ruslar bu uygulamaları bir kenara bıraktı. Yeni ortaya çıkan Bolşevik otoritenin Arap dünyasına olan ilgisi ve çoğu sömürgeleştirilen “Doğu halklarına” yönelik politikası farklıydı. Sovyetler Birliği, Moskova'nın kendisini başkenti olarak tanımladığı dünya devrimine katılımını geciktiren ve yerel, sosyal ve ekonomik yapılarda geri kalmışlık olarak görülen bir politika yürüttü. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra bu tutum değişti. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği'nin ulusal kurtuluş hareketlerini ve daha sonra sömürgecilik karşıtı olarak nitelendirilen ve “ilerici rejimler” olarak isimlendirilen yapıları aktif olarak desteklediği Ortadoğu’nun Batı’nın savaş alanı olarak önemi ortaya çıktı.
Ancak ideolojik faktör, Sovyetler Birliği politikasının bölgeye yönelik tek bileşeni değildi. İlerici rejimlere ve kurtuluş hareketlerine verilen desteğe rağmen, Moskova, ABD ve müttefiklerine karşı Ortadoğu'da kalmak için çetin bir savaş yürüttü. Asvan Barajı’nın inşaatıyla zirveye ulaşan Cemal Abdulnasır’ın liderliğini destekleyerek büyük başarılar elde eden Sovyetler Birliği, Birleşmiş Milletler’in (BM) ilkeleri yerine kendi jeo-stratejik çıkarlarını tercih eden Moskova’nın doğal müttefikleri olması gereken Arap komünistlerin maruz kaldığı baskıları görmezden gelip 1967 yenilgisinin ardından Yıpratma Savaşı’na doğrudan katılmaları için binlerce Sovyet uzmanını bu coğrafyaya gönderdi. Bağdat Paktı’nı sabote etmeyi de başarmasının ardından Enver Sedat’ın 1972’de Sovyet uzmanlarını sınırdışı etmesiyle Arap rüzgârlarının yönü değişti. Suriye’de Hafız Esed, solcu selefinin aksine Batı’ya dönük bir politika benimserken Sovyetler Birliği ile diplomatik ilişkileri olmayan Körfez ülkelerinin birçoğunun nüfuzu da arttı.
Dünya için oldukça çalkantılı olan 1990’lı yıllarda Rus-Arap ilişkileri, Moskova’nın iç meseleleriyle meşgul olması ve Boris Yeltsin yönetiminin Batı ittifakının bir parçası olmakla Rus ulusal güvenlik gerekliliklerine tabi olmak arasında sıkışıp kalması nedeniyle durgun bir dönem yaşadı. Tamda bu sıralarda “Avrasya” düşüncesi ortaya çıkmaya başlamıştı ve Moskova’nın güvenlik çağrısı, Rusya'nın Asya ile Batı Avrupa arasındaki geniş coğrafi bölgeye yayılma fikrine dayanıyordu.
Avrasya düşüncesi, üç eksende ittifaklar kurulmasına odaklıydı. Bu eksenler;
1 -
“Yakın komşular” yani eski Sovyetler Birliği ülkeleri.
2 - Hem Rus petrolü hem askeri ihracat için ya da Rusya'nın doğu tarafında yükselen bir güç olarak ekonomik derinliğe sahip olan Çin.
3 - Dolaylı olarak da olsa, Rusya'nın yalnızca ticaretle değil, aynı zamanda iç politikada da nüfuzuyla tarihi bağları olan Avrupa’ydı.
Ancak Arap bölgesi 2010 sonrası Rus çıkarlarına geri döndü. Bu durum, 1990'larda Arap dünyasının şahit olduğu göreceli sakinlik, Irak'ın işgali, Arap devrimlerinin patlaması ve iç savaşlar nedeniyle “resmi Arap düzeninin” çöküşüyle başlayan fırtınanın yarattığı boşluktan başka bir şey değildi. Rusya, Moskova’nın eski müttefiklerini üye olarak kabul etmekten vazgeçmeyen NATO’nun, Avrupa’daki Amerikan füze kalkanını inşa ederek ve Ukrayna, Gürcistan ve diğer bölgelerdeki Rusya düşmanlarını destekleyerek kendisi için hala bir tehdit oluşturduğunu düşünüyor.
Kırım’ın ilhakı, Avrupa'yı aşan ve Moskova’yı güvenli bölgelere dâhil ettiği alanlara ulaştıran bir noktaydı. Buna en çarpıcı örnek, Suriye'deki Rus politikasında yaşanan büyük değişimdi. Kremlin’in, Beşşar Esed rejimini BM Güvenlik Konseyi (BMGK) gibi uluslararası forumlarda savunmasının yanı sıra silah ve para sağlayarak verdiği destek, Kırım krizinden sonra askeri müdahaleye dönüştü. Moskova, 2015 yazında, stratejik öneme sahip İdlib ve Cisr eş-Şugur’un kontrolünü kaybettikten sonra muhaliflerin rejimin kalesi sayılan sahil bölgelerinde ilerlemeye başlamasıyla üç aydan fazla devam edemeyeceği tahmin edilen Suriye rejiminin çöküşünü önlemek için onlarca savaş uçağı ve binlerce asker gönderdi.
Bu müdahalenin Rusya’nın Suriye muhalefetini destekleyen bazı Arap ülkeleriyle olan ilişkilerini baltalayacağı bir anda,  Rus diplomasisi, Arapların dikkatini her iki tarafın da ilgilendiği alanlara, özellikle de sert düşüş yaşayan ve işbirliğine ihtiyaç duyulan enerji ihracatı ve petrol fiyatlarının kontrolüyle ilgili konulara yönlendirmeyi başardı. Moskova'nın Filistin davası gibi Arapların hassas ilgi alanlarındaki tutumu değişmezken, Suriye meselesinde devam eden anlaşmazlıklardan uzaklaşılarak enerji krizine çözüm aranmaya başlandı.
Etkili taraf Rus-Arap ilişkilerine hâkim olurken iki taraf, patlama noktalarını etkisiz hale getirmeyi başardı. Bu durum, öncelikler listesine göre ideal olmasa da, mevcut güç dengesinin yanı sıra Arapların çıkarlarını ve Rusya büyüklüğünde ve ağırlığında bir ülkeden ne beklediklerini yansıtıyor.



Cezayir seçimleri: Siyasal İslamcılara karşı “bağımsızlar”

Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
TT

Cezayir seçimleri: Siyasal İslamcılara karşı “bağımsızlar”

Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)

Cezayir, 12 Haziran'da yapılması planlanan Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun döneminin ilk seçimlerine doğru giderken İslami eğilimli partilerin, çoğu bağımsız olan muhalifler karşısında güçlü sonuçlar elde etme olasılığının yüksek olduğunu gösteren göstergeler söz konusu. İslami eğilimli partilerin şansı, ülkede 2019 yılında halkın sokaklara döküldüğü, eski Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika'nın uzun soluklu iktidarının sona ermesine katkıda bulunan ‘halk hareketinin’ (Hirak) bazı kesimlerinin yanı sıra Sosyalist Güçler Cephesi (FFS) ile Kültür ve Demokrasi Birliği (RCD) gibi laik partilerin seçimleri boykot etme kararı almaları dahil olmak üzere birçok faktör tarafından destekleniyor. Siyasi arenaya uzun yıllar hakim olan Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) ve Demokratik Ulusal Birlik (RND) partileri, eski rejime olan bağlılıkları nedeniyle, yarışa bölünmüş halde girdiler.
Pekk, seçim yarışı tablosu, sandık başına gidilmesine günler kala nasıl şekillendi?

‘Milliyetçi’ partiler
FLN, Cezayir’in 1962 yılında bağımsızlığını kazanmasında bu yana ülkenin siyaset sahnesini hegemonyası altına aldı. Hegemonyası, yetkililerin halk protestolarından sonra tek partili hükümet sistemini kaldırdığı 1989 yılına kadar devam etti. Parti, Aralık 1991 seçimlerinde İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) karşısında neredeyse iktidarı kaybediyordu. Ancak ordu, seçimlerin ilk tur sonuçlarını iptal etti. Bu adım, 1992 yılının başlarından itibaren ülkenin on yılı aşkın bir süre boyunca şiddet döngüsüne girmesine neden oldu. Cezayir 1997 yılında, 1992'de iptal edilen seçimlerden sonraki ilk parlamento seçimlerini gerçekleştirdi. RND, bu seçimleri, açık ara farkla (156 milletvekili) kazandı. RND, FLN tarafından ihanete uğramaktan korkan parti yetkilileri tarafından kurulan yeni bir partiydi. FLN ise FIS’in kapatılmasının ardından ülkedeki ana İslami eğilimli parti haline gelen Barış Toplumu Hareketi'nden (MSP (69 milletvekili) sonra üçüncü sırada (62 milletvekili) geldi.
FLN, 2002 seçimlerinde 199 sandalye kazanarak yeniden lider olurken RND (1997 seçimlerinde 156 milletvekili çıkardıktan sonra) sadece 47 sandalyeyle üçüncü sıraya geriledi. Partinin bu düşüşü, o dönem parti lideri olan Liamine Zeroual ile bağlantılı olabilir.  Zeroual istifa edip iktidarı Buteflika'ya devrettikten sonra, Buteflika'nın onursal başkanlığını yaptığı FLN iktidarı yeniden geri aldı. 2007 seçimlerinde FLN 136 sandalyeyle liderliğini sürdürürken, onu 61 sandalyeyle RND izledi. 2012 seçimlerinde de tablo değişmedi. FLN, 208 sandalyeyle liderliğini sürdürürken RND 58 sandalye ile peşinden geldi. 2017 seçimlerinde aynı sahne bir kez daha tekrarlandı. FLN, 146 sandalyeyle liderliğini korurken RND, 97 sandalyeyle onu takip etti.
FLN ve RND’nin, Buteflika'nın 1999'dan 2019'a kadar süren iktidarının temel dayanakları olduğu açıkça görülse de Cezayirliler, 12 Haziran'da sandık başına gittiklerinde, iki partinin Buteflika rejimine bağlılıkları ve eski rejimi savunmaları onlara zarar verebilir. Bu iki partinin Buteflika'yı hasta ve konuşamazken haldeyken bile desteklediği ve sağlığının sebep olduğu engelleri bilmelerine rağmen Buteflika’yı arka arkaya cumhurbaşkanlığına aday gösterdikleri biliniyor. Dahası, Buteflika rejimi düşer düşmez bu iki partiden önde gelen çok sayıda isim, yolsuzluk ve yasadışı servet edinme suçlarından hüküm giyerek kendilerini parmaklıklar ardında buldu.
Tüm bu faktörler, kendilerini milliyetçi olarak niteleyen bu iki partinin egemenliğinin sona ermek üzere olabileceği ve 12 Haziran seçimlerinden feci sonuçlarla çıkabileceği izlenimi veriyor.

İslami eğilimli partiler
İslami eğilimli partiler, muhaliflerinin dağılması ve bir noktada her zaman hükümetlerin milliyetçilerle siyasal İslamcıları (FLN, RND ve MSP) bir araya getirmesi gerektiğinde ısrar eden eski Cumhurbaşkanı Buteflika’nın rejiminin bir parçası olmasına rağmen, Buteflika'ya karşı halk hareketine verdiği desteği sürmesini sonucunda 2021 seçimlerine güçlü bir konumda giriyorlar.
Siyasal İslamcıların Buteflika yönetiminden ayrılması, 2011'de Arap Baharı'nın başlamasından hemen sonrasına denk geliyor. İslami eğilimli partiler, muhalifleri tarafından, tökezleyen halk hareketini sürdürerek fırsatçı olmakla suçlandılar. Arap Baharı, Mısır, Tunus ve Libya'da olduğu gibi Cezayir’de de siyasal İslamcıları öne çıkardı. Tıpkı, parlamento seçimlerinin siyasal İslamcıların ilk kez hükümete liderlik etmelerine izin veren en büyük payı kazanmasıyla sonuçlandığı Fas’ta olduğu gibi.
Ancak 2012 seçimleri, siyasal İslamcıların istediği gibi geçmedi. Çünkü resmi sonuçlar FLN'nin ve RND’nin hakimiyetinin devam ettiğini gösterdi. Bu sonuçlar, siyasal İslamcıları seçimlerde hileli yapıldığı iddiasında bulunmaya itti. Aynı sonuç, siyasal İslamcıların milliyetçilerin ardından üçüncü sırada yer aldığı 2017 seçimlerinde de tekrarlandı. Ancak bugün 2021 seçimlerinin arifesinde, rakiplerinin ve muhaliflerinin yaşadığı talihsizlikler, en çok siyasal İslamcıların işine yarayacak gibi görünen bir tablo söz konusu.
İslami eğilimli partilerin başını şuan, Abdurrezzak Mukri liderliğindeki MSP ve Abdullah Caballa liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Cephesi (FJD) çekiyor.

Laik partiler
Cezayir’deki laik partilerin başını ise uzun yıllardır, güçleri Tizi Vuzu ve Bicaye gibi aşiret bölgelerinde yoğunlaşan FFS ve RCD çekiyor. Ancak bu iki parti geçtiğimiz yıllarda, özellikle FFS’nin önde gelen isimlerinden Hüseyin Ayet Ahmed’in partiden ayrılmasından ve RCD’nin lideri Said Sadi'nin istifasından sonra, kendilerini sürekli bir kaos içerisinde buldular. Bunun yanı sıra iki parti, 2021 seçimlerini boykot etme kararı aldıklarını açıkladılar. Troyka yanlısı (Avrupa Birliği/AB, Uluslararası Para Fonu/IMF, Avrupa Merkez Bankası/AMB) siyasetçi Louisa Hanun liderliğinde Sosyalist Eşitlik Partisi (PES) adlı üçüncü bir sol eğilimli parti daha var. Bu parti de 12 Haziran seçimlerini de boykot edecek, ancak halk arasındaki popülaritesi, hiçbir zaman 1990'larda siyasal İslamcılara yönelik sert eleştirileriyle tanınan lideri Hanun'unki kadar yüksek olmadı.

Halk hareketi ve ordu
Halk hareketi, 2019 yılında Buteflika rejimini devirmede orduyla birlikte önemli bir rol oynadı. Cumhurbaşkanının sağlığının elverişsiz olmasına rağmen seçimlerde yeniden aday olmasına karşı başlayan halk protestoları sonrasında ordu, halk hareketinin yanında yer almaya karar verdi ve aynı yılın Nisan ayında Buteflika'yı iktidardan uzaklaştırdı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Ahmed Kayid Salah, Buteflika’nın azledilmesinin yanı sıra Buteflika rejiminin iktidarının temel direkleri eski başbakanlardan Abdulmelik Sellal ve Ahmed Uyahya ile parti liderleri ve işadamlarından ve hatta bazı ordu komutanlarından çok sayıda ismin yargılanmasında kilit bir rol oynadı. Aynı zamanda ‘General Tevfik’ adıyla bilinen eski İstihbarat ve Güvenlik Dairesi (DRS) Başkanı Muhammed Medin ve İstihbarat Teşkilatı Başkanı Osman Tartak (Beşir) da görevden alındı. Ancak Kayid Salah'ın rolü, Buteflika rejimini devirmesinden sadece aylar sonra Aralık 2019'da aniden vefat etmesiyle sona erdi. Ancak orduya verdiği halk hareketiyle birlikte hareket etmesi yönündeki emri, Abdulmecid Tebbun’u cumhurbaşkanlığına getiren mevcut dönemin önünü açtı.
Cezayir ordusu şuan, sürekli olarak askeri birliklerin önünde konuşmalar ve sırayla saha ziyaretleri yapan Genelkurmay Başkanı Said Şangariha tarafından yönetiliyor. Ama aslında, ordu liderliğinin ve onunla birlikte istihbarat servisinin, tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi bu kez de perde arkasında siyasi bir rol oynamaya devam etmeye istekli mi olduğu yoksa siyaset sahnesini seçimlerden çıkacak olan iktidara terk mi edeceği henüz netlik kazanmış değil.
FLN’nin 1992 yılında iktidara gelmesinin engellenmesi için ordunun doğrudan müdahale etmesi gerekti. Bu adımı eleştirenler ülkeyi kanlı bir on yıla sürüklediğini söylerken, destekleyenler ise bu adımın ülkeyi o dönemde liderlerinin açıklamalarından çıkarılan sonuca göre demokrasiye inanmayan bir partinin elinden kurtardığını söylüyorlar.
Öte yandan, halk hareketinin Buteflika yönetimine son vermedeki ana rolüne rağmen, asıl sorunu eleştirenlerin de söylediği üzere kendisini temsil eden ve onun adına konuşan bir liderlik üretememiş olmasıdır. Her ne kadar hareketin kendisini temsil edecek birini çıkaramamasının, kendi çıkarına olumlu bir faktör olduğunu söyleyenler de var. Çünkü onlara göre iktidar, halk hareketini sona erdirmek için hareketin önde gelen isimlerini tutuklayabilirdi. Hatta hareketin, İslami eğilimli saflarda daha görünür hale gelmesiyle, belki de gösterilerin FLN’nin kalesi olarak bilinen bölgelerden gelenlerin güçlü bir şekilde yer aldıkları başkent Cezayir’de çoğu zaman cuma namazından sonra düzenlenmesi nedeniyle, ortaya çıkışının ilk aylarında sahip olduğu ivmenin bir miktarını geçtiğimiz aylarda kaybettiği de ortadadır.
Dolayısıyla, hareketin bir bölümünün ihtiyaç duyulan değişikliği sağlayamayacağı gerekçesiyle seçimleri boykot edeceği, ideolojiye sahip bir başka kesimin ise siyasal İslamcılara oy vereceği açıktır.

Bağımsızlar
Eğer tablo böyle devam ederse, siyasal İslamcıların iktidara gelmesini önleme iddiası, özellikle Cumhurbaşkanı Tebbun belirli bir partiyi desteklemediğinden ve seçimlerde yarışacak bir partiye sahip olmadığından, büyük ölçüde önümüzdeki anketlerdeki bağımsız adayların performansına bağlı olacak gibi görünüyor. Cezayir Bağımsız Ulusal Seçim İdaresi istatistiklerine göre seçim yarışı, 646’sı partili,  837’si bağımsız olmak üzere bin 483 milletvekili adayı arasında gerçekleşecek. Peki, kim galip gelecek? Bu sorunun cevabı seçime birkaç gün kala netleşebilir mi?