Yaptırımlar İran Kürtlerini IKBY’ye göç etmeye zorladı

İran ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) sınırında, sırtlarında yük taşıyan işçiler. (İRNA)
İran ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) sınırında, sırtlarında yük taşıyan işçiler. (İRNA)
TT

Yaptırımlar İran Kürtlerini IKBY’ye göç etmeye zorladı

İran ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) sınırında, sırtlarında yük taşıyan işçiler. (İRNA)
İran ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) sınırında, sırtlarında yük taşıyan işçiler. (İRNA)

Arabanızı Erbil’de işçilerin toplandığı alanlardan birinde durduğunuz zaman onlarca İranlı işçinin düşük bir ücret karşılığında iş bulmak için öne atıldığına şahit olabilirsiniz.
ABD’nin geçen ay Tahran’a yönelik yürürlüğe koyduğu son yaptırımların ardından İran’da ve özellikle Kürt illerinde zaten kötü olan ekonomi ve yaşam koşulları daha da ağırlaştı. Her gün Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) kentlerine gruplar halinde akın eden İranlı Kürt işçilerin aktardığı bilgilere göre ülkede, Birinci Dünya Savaşı günlerinden bu yana görülmemeiş, tehlikeli ve eşi benzeri olmayan gerçek bir insani felaket ortaya çıkmış durumda. Ülkelerindeki koşulları “felaket” olarak tanımlayan işçiler, DEAŞ’la mücadele için yürütülen savaş ve Bağdat’la yaşanan siyasi kriz nedeniyle son 5 yıldır sarsıcı bir ekonomik krizle boğuşan ve artan işsizlik oranlarından muzdarip olan IKBY’de iş bulma umuduyla özellikle başkent Erbil’e geliyorlar.
İranlı işçiler, ABD’nin geçen ay Tahran’a uyguladığı son yaptırımların ardından ülkede ve özellikle Kürt şehirlerinde ekonomik durumun ciddi şekilde bozulduğunu, birkaç hafta içinde çeşitli ürünlere 3 kez zam yapıldığını, İran parasının yerel piyasalarda dahi eşi benzeri görülmemiş bir değer kaybı yaşadığını, iş fırsatlarının tamamen kaybolduğunu ve artık ailelerini geçindiremez hale geldiklerini belirtti.
İran’ın Salmas kentinden 30 yaşındaki Ekber Salihi, Şarku’l Avsat’a artık dayanılmaz boyuta gelen işsizlik nedeniyle Erbil’e gelmek zorunda kaldığını söyledi. Salihi, IKBY’ye bir hafta önce geldiğini ve iş aradığını, ancak burada da gördüğü manzaranın İran’ın şehirlerinden farklı olmaması karşısında şaşkınlığa uğradığını aktardı. Şu ana kadar tarlalardaki günlük işlerin dışında bir iş bulamadığını söyleyen Salihi, erkek kardeşiyle birlikte halka açık parklarda ve meydanlarda uyuduklarını kaydetti. Ay sonuna kadar iş aramaya devam edeceklerini belirten Salihi, “Başaramazsak hayal kırıklığına uğrayacağız” dedi.
44 yaşındaki Bükanlı fayans ustası Ali Şerifi ise hikayesini acılı ve yaşlı gözlerle Şarku’l Avsat’a anlattı. Beş ay önce eşi ve 4 çocuğu ile İran’daki kötü hayat şartlarından kaçarak Erbil’e geldiğini ve aylık 130 dolara mütevazı bir ev kiraladığını söyleyen Şerifi, “Ailem için daha iyi bir yaşam istiyordum. Ancak geçen onca ayda sadece 20 gün çalışabildim. Kiramı ödeyemez, aileme yiyecek götüremez oldum. İran’a dönmek için 500 dolara ihtiyacım var. Fakat onu da temin edemiyorum. Daha da kötüsü IKBY yetkilileri, bölgeye gelen veya İran’a dönen herkesten kişi başı 30 dolar alıyor” diye konuştu. Önlerinde birbirinden zorlu iki seçenek olduğunu söyleyen Şerif, “Ya ülkemizdeki işsizlik ve kıtlık cehennemine geri döneceğiz ya da burada sefalet ve yoksulluk için sonumuzun ne olacağını bilmeden bekleyeceğiz” ifadesini kullandı.
IKBY’deki yarı resmi kaynaklara göre her gün yaklaşık 200 İranlı iş bulma umuduyla bölgeye giriş yapıyor. Bu durum, ücretlerin yerel işçileri kızdıran boyutlarda düşüşüne neden oldu. Suriyeli mülteciler, Bangladeş ve Doğu Asya ülkelerinden gelen göçmenler ile Musul, Kerkük, Selahaddin, Diyale ve Anbar’dan yerinden edilenlerin yanı sıra İranlı işçilerin de gelişiyle Erbil’de oluşan yoğunluk, yerel işçilerin memnuniyetsizliğini artırdı.
Erbilli 39 yaşındaki inşaat işçisi Ribwar Abdulhamid, günlük sadece 5 dolara günde sekiz saat çalışmayı kabul eden İranlı, Iraklı ve diğer yabancı işçilerin rekabeti nedeniyle kendisi ve arkadaşlarının günlük 40 doları bulan iş imkanlarının azaldığını belirtti.
Şarku’l Avsat’a konuşan Abdulhamid duruma dair şunları söyledi:
“İşsizlik yüzünden tükenmiş vaziyetteyiz. Zenginlik içinde yüzen ülkemizde çoluk çocuk dilenciler gibi olana kadar tüm birikimlerimizi harcıyoruz. Üst üste haftalarca iş bulamadığımız oluyor. IKBY yetkililerini, yabancı işçilerin girişini engellemeye ve yerel işçiler için istihdam olanakları sağlamaya çağırıyoruz. Aksi takdirde çok daha kötü durumlarla karşı karşıya kalacağız.”



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.