Şu an ‘Nietzsche’nin eleştirmen olduğundan’ bahseden bir kitabı zevkle okuyorum. İki büyük filozof karşı karşıya geldiğinde bu manzaranın, Muhammed Ali’nin mücadele ettiği dünya ağır sıklet boks şampiyonasını izlemekten daha heyecan verici olduğunu bilirsiniz. Belki Nietzsche’nin herhangi birini kışkırttığında onu ezip geçtiğini de biliyorsunuzdur. Kim bilir öyle bir anda oldukça eğlenip ağzınız kulaklarınıza varıncaya dek güldüğünüz de olmuştur. Rakibini un ufak eder ve sonra da parmakları arasında istediği gibi oynar. Bunda tek bir eğlence değil; biri anlayış biri de Nietzsche tarzı özgür güreş olmak üzere iki eğlence vardır.
Bilindiği üzere kendisi, Avrupa düşüncesinde her şeyi eleştiriye tâbi tutan ve bir şeyi kabul veya reddetmeden önce titiz bir şekilde inceleyen eleştirel felsefenin kurucusudur. Ancak eleştiri konusunda cesur olmasına rağmen çekimser bir karakter ve hatta aldatıcı bir hile olarak kalmıştır. Niye? Çünkü din eleştirisinde son noktaya kadar gitmemiş ve yapması gerektiği gibi onun köküne inmemiştir. Nietzsche bunun ne anlama geldiğini söylüyor: Neden dine şiddetli bir şekilde saldırmaya cesaret edemediği ve neden yarı yolda durdu.Yalnızca ben cesaret ettim ve saldırdım! Dini kapıdan kovmuştu, bacadan tekrar soktu. Bu, Nietzsche’nin asla affetmeyeceği bir şeydir.
Nietzsche, her şeyi didik didik eder. Nietzsche bildiğiniz üzere Feuerbach, Marx ve Freud ile birlikte Batı’da din karşıtı en büyük filozoflardan biridir. Neredeyse Nietzsche’nin öncesini baltaladığını söyleyeceğim. “Ben insan değil bir dinamitim” diyen o değil miydi!
Benden bu kitabın içeriğini açıklamamı istemeyin bu sayfalar tutar. Nietzsche’nin pençelerine düşenin vay haline! Zira dev de olsa onun şerrinden kurtulamaz…
Öte yandan saygıdeğer Fransız yazar Henri Pena-Ruiz’e ait olan ‘Laiklik Severin Sözlüğü’ adlı başka bir kitap üzerine konuşacağım. “Allah Allah, amma iş! Niçin laikliğin reklamını yapıyorsun? Niçin küfrü ve inançsızlığı teşvik ediyorsun” diye ortalığı velveleye verenlerin bağırışlarını duyar gibiyim. Hemen cevap veriyorum: Büyük afet burada gizli. Arap dünyasında laiklik ile inançsızlığı birbirinden ayırt edemiyorlar! Bu ikisi farklı şeyler ve aralarında yerle gök arasındaki kadar mesafe var. İnançsızlık, sevgili dostlar, Josef Stalin’in her türden din ve dindarın zulüm gördüğü Sovyetler Birliği’ne dayattığı maddeci totaliter rejimdir. Bu tür rejimde pazar günleri kiliseye ya da cuma günleri camiye gitmek veya başka dini ritüelleri yerine getirmek bile yasaktır. İşte gerçek inançsızlık, salt küfür budur.
Laiklik ise bunun tam tersini yapar. Nitekim hâkim rejim olduğu topraklarda varlık gösteren tüm dinleri ve mezhepleri koruması altına alır, herkese istediği zaman dinî vecibelerini yerine getirme imkânı tanır. Bununla birlikte istemiyorsa kimseyi dindar olmaya da zorlamaz.
Söz gelimi kiliseye gitmek istemiyorsanız bunu yapmaya zorlanmazsınız. Veya gitmediğinizde kimse size bir zarar veremez. Dindar olmadığınız için işinizi kaybetmezsiniz. Komşunuz da size yan gözle veya tehditvari bakamaz. Bu sizinle Rabbiniz arasında bir meseledir. Yaptıklarınız veya yapmadıklarınızdan ötürü sizi hesaba çekecek olan da yalnızca odur. İşte laiklik bu. Kelimenin tam manasıyla dinî özgürlük.
İnsanlığın uzun tarihi boyunca eriştiği en yüksek düzen. Tüm bunlara ek olarak laik rejim, Orta Çağ’da hâkim olan, bugün Arap ve İslam dünyasının bazı bölgelerinde halen etkinliğini sürdüren kadim köktenci ve mezhep merkezli devletin yaptığı gibi toplumda var olan belirli bir dini veya mezhebi bir diğerinden üstün tutmaz. Mesela modern Fransız devleti, Fransız halkının yüzde doksanını oluşturmasına rağmen Hıristiyanlığa veya Katolik mezhebine bir ayrıcalık tanımıyor.
Sadece yüzde 2 oranında varlık gösteren Protestanlık mezhebi de İslam ve Yahudilik de aynı haklara sahip. Laik Fransız devleti, Fransa topraklarında yaşayan her dine ve mezhebe karşı tarafsız bir tutum sergiliyor. Azınlığa mensup olanları baskın dine veya mezhebe boyun eğdirmeye çalışmaksızın hepsine saygı gösteriyor. Üstelik bir grubun kurtuluşa erdiği (yani Katolik papalık öğretisi) diğer grup ve dinlerinse ateşe atıldığı bir inanç sistemine de inanmıyor. Modernlik, laiklik, insan hakları ve aydınlanmacı felsefe ülkesinde bu, bütünüyle modası geçmiş bir düşüncedir.
Bununla birlikte aydınlanma, Fransız Devrimi ve laiklik zaferinden önceki Orta Çağ boyunca Fransa’da egemen olan teokratik köktenci devlet böyle yapmıyordu. Öyleyse laik devlet gerçekte şu iki devlet modeline karşı mücadele ediyor: Komünist inançsız devlet ve kadim mezhep merkezli devlet. Arap dünyasında laiklik kelimesinin manasını anlamış olduğumuzu umuyorum.
Sona gelmişken bu uzman araştırmacıya göre tutucu dinî köktencilik, bugünün dünyasında endişe verici bir hal aldı. Hatta bunun da ötesinde dünya barışı için bir tehlike teşkil eder oldu.
Buna karşı mücadelemizde tek bir silahımız var. O da kelimenin geniş felsefi ve manevi anlamıyla laiklik. Tüm dinleri ve mezhepleri aynı devlet ve aynı toplum içerisinde bir arada, barış ve güvenlik havasında yaşatabilecek tek şey o.
Her dindar zorunlu olarak bir vatandaştır. Ancak her vatandaş zorunlu olarak bir dindar olmalı değildir. Bunu ne zaman anlayacağız? Evet, insani manevi laik rejim, nerede olursa olsun bizi sarmaşık köktencilikten ve ezici buldozerlerden korur. Şunu söyleyebiliriz ki DEAŞ ve benzerlerine karşı mücadelede modern bir laik Arap düşüncesi dışında başka çaremiz yok. İslam ve modernlik, ya da köklülük ile çağdaşlık arasındaki uzlaşmayı yalnızca o sağlayabilir.
Bu ansiklopedik eserin, özümsediği takdirde Arap okuyucunun ufkunu genişletebileceğine inanıyorum. Onu okuduktan sonra kesinlikle dinin kendisine saldırmayıp yalnızca dinî bağnazlığa veya dinde zorlamaya karşı çıkan laikliğin destekçisi olacaktır. Bu iki tavır arasında ne kadar da fark var!
Nietzsche güreşiyordu ya da güreşmiyordu… Laiklik, inançsızlık anlamına gelmez!
Nietzsche güreşiyordu ya da güreşmiyordu… Laiklik, inançsızlık anlamına gelmez!
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة