İdlib’de hangi gruplar savaşıyor?

Hama’nın kuzeyindeki Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) savaşçısı (AFP)
Hama’nın kuzeyindeki Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) savaşçısı (AFP)
TT

İdlib’de hangi gruplar savaşıyor?

Hama’nın kuzeyindeki Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) savaşçısı (AFP)
Hama’nın kuzeyindeki Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) savaşçısı (AFP)

Suriye rejimi, Rusya’nın desteğiyle geçtiğimiz Nisan ayı sonlarında Suriye’nin kuzeybatısında başlangıçta “sınırlı bir operasyon” olarak planlanan askeri bir saldırı başlattı. Amaç, Şubat 2019’da Astana toplantısında imzalanan “silahlardan arındırılmış bölge” yani 2017 yılının ortalarında önerilen ve Eylül 2018’de onaylanan “gerginliği azaltma bölgesi” anlaşmasını desteklemek için birçok hassas stratejik cephede muhalif ve cihatçı gruplara saldırmaktı.
Temelde silahlardan arındırılmış bölgenin tüm terörist örgütlerden ve tüm ağır silahlardan arınmış olması hedeflenmişti. Ancak her iki tarafın unsurları da bölgede kalmaya devam etti. Daha da kötüsü, “gerginliği azaltma bölgesi” ve “silahlardan arındırılmış bölge” olarak adlandırılan alanlarda Birleşmiş Milletler (BM) tarafından terörist olarak sınıflandırılan gruplara karşı yürütülen terörle mücadele çalışmaları dışında neredeyse tamamen şiddete son verilmesi gerekiyordu. Ancak bu ateşkes, neredeyse her gün sayısız sivilin ölümüne neden olan hava saldırılarıyla Esed rejimi ile müttefikleri Rusya ve İran tarafından ilk günden bu yana göz ardı edildi.
Herhangi bir izleme sistemi veya bağımsız uygulama mekanizmalarının bulunmaması nedeniyle “gerginliği azaltma” ve “silahlardan arındırılmış” bölge uygulamasının henüz başlamadan başarısız olacağı belliydi.
Aslında, 2017'nin ortalarında Suriye’nin kuzeybatısında kurulan gerginliği azaltma bölgesi, ülke genelinde rejimin kontrolü dışında kalan dört bölgeden biriydi. Diğer üç bölge ise Doğu Guta ve ülkenin güneybatısı ile Humus’taki Telbise ve Rastan şehirlerini çevreleyen alandı.
Farklı unsurların bulunduğu bir eritme potası: İdlib
Suriye'de gerginliği azaltma bölgeleri kurma fikrini öneren taraf Rusya’dı ve bugün asıl amacın, Esed rejiminin bir anda birden fazla cephede etkin bir şekilde mücadele etmesine engel olan insan gücü yetersizliği kriziyle başa çıkması için olduğu açıkça ortadadır. O tarihten bu yana net bir şekilde görüldüğü üzere Rusya’nın güçlü desteğiyle rejim, 2018’in Şubat ve Nisan ayları arasında Doğu Guta’yı, ardından Nisan ve Mayıs ayları arasında Humus’u ve son olarak Haziran ve Temmuz ayları arasında da Suriye'nin güneybatısını tek tek kuşattı, bombaladı ve kontrol altına aldı. Geriye sadece yerlerinden edilen on binlerce sivil ile birlikte hezimete uğrayan militanların ve cihatçıların bulunduğu “atık sahası” olarak nitelendirilen ülkenin kuzeybatısındaki gerginliği azaltma bölgesi kaldı. İdlib böylece, içinde farklı unsurların bulunduğu bir eritme potasına dönüştü.
Birçok bölgede demokrasiyi, insan haklarını ve ifade özgürlüğünü destekleme kararlılığına dayalı ılımlı bir sivil nüfus bulunsa da buralar El Kaide bağlantılı cihatçı grupların güçlü ve sert muhalefetiyle karşı karşıya kaldı. İlk yıllarda, savaş ihtiyaçlarından dolayı Suriye'deki silahlı muhaliflerin ana akımları söz konusu cihatçı gruplarla işbirliğine girdi. Ancak 2016'dan bu yana, Suriye’deki savaşta uluslararası müdahale ve diplomatik girişimler arasında gelgitler yaşamasıyla, cihatçı gruplar askeri müttefiklerine karşı darbelere başladılar ve sahada kendi isteklerini acımasız tehditler ve zorlamalarla dayatmaya çalıştılar. Bununla birlikte, İdlib’de son zamanlarda artan şiddetin yanı sıra Suriye rejimi ve Rusya’nın süpürme harekatı tehdidi sonucunda, söz konusu grupların birçoğu bozulan eski ittifaklarına geri döndüler.
Bugün Suriye'nin kuzeybatısındaki çeşitli silahlı gruplar, Esed'in kendilerini beşe bölebilecek saldırısıyla karşı karşıyalar. Bu 5 temel çatı ise şu şekilde oluşuyor;
Heyet-u Tahriru'ş Şam
Söz konusu 5 çatıdan biri başlıca unsurları; Feyleku’ş Şam, Ahrar’uş Şam, Nureddin Zengi Hareketi, Sukuru’ş Şam, Ceyşu’l Ahrar, Özgür İdlib Ordusu, Birinci Sahil Tümeni, İkinci Sahil Tümeni, Ceyşu'l-Sani, Ceyşu'l Nuhbe, Birinci Piyade Tümeni, Ceyşu'l Nasr, 23.Tümen, İslam Şehitleri Tugayı ve Şam Topluluğu olan HTŞ çatısıdır.
HTŞ, başlangıçta “Nusra Cephesi” olarak bilinen grubun üçüncü versiyonunu oluşturuyor. Nusra Cephesi’nin adını “Fethu’ş Şam" olarak değiştirmesinden 6 ay sonra kurulan HTŞ, örgütten ayrıldıktan sonra Suriye içinde ve uluslararası düzeyde El Kaide yanlılarının ağır kınamalarına maruz kaldı. HTŞ, her ne kadar El Kaide’nin ve Suriye’deki yanlılarıyla bir düşmanlık sürecinden geçmiş olsa da, son dönemde El Kaide’nin silah depoları üzerinde söz sahibi olduğu ve ön cephelerine erişebildiği bir müzakere çerçevesinde hareket etti.
HTŞ’nin genç lideri Ebu Muhammed el-Cevlani, Taliban’ın Suriye versiyonu gibi görünen selefi bir cihatçı harekete liderlik ederken açıkça aşırılık yanlısı bir ideolojiyi takip ediyor. Ancak odak noktasını, bir ulus-devlet yani Suriye içinde sınırlıyor. HTŞ bugün, özellikle bölge yönetiminde ısrar ederek, siyasi eyleme geçerek, bölgedeki en az iki hükümetle işbirliği yaparak ve Avrupa hükümetleri de dahil olmak üzere daha fazla sayıda hükümetle gizlice iletişim kurmaya çalışarak bir çelişki içerisinde El Kaide'nin doğrudan yönlendirmelerine uymaya devam ediyor.
HTŞ her ne kadar, Türk makamlarıyla askeri, siyasi ve ticari konularda iletişim kanallarını açık tutsa da iki taraf arasındaki ilişki dostluğa değil, pragmatik çıkarlara dayalıdır. Öyle ki HTŞ, Türkiye'yi bir düşmana dönüştürmekten kaçınırken, Türkiye'nin de HTŞ'yi Suriye'nin kuzeybatısındaki çıkarlarını tehdit edecek şekilde kendisine rahatsızlık verecek bir unsur haline getirmekten kaçınması gerekiyor.
HTŞ çatısı altında tam olarak 15 bin savaşçının yanı sıra binlerce sivil görevlinin çalıştığı tahmin ediliyor. HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısındaki çeşitli bölgelerde baskın bir nüfuza sahip olsa da bölgede yaşayan 3 milyonluk nüfus arasında fazla popüler sayılmaz. En güçlü askeri unsur olan HTŞ, 18 aydır savaşçılarının eğitim seviyesini artırmaya ve onları çelik kask ve kurşun geçirmez yelekler dahil olmak üzere daha modern silah ve teçhizatlarla donatmaya istekli gibi görünüyor.
Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi
Mayıs 2018’de kurulan ve Ağustos 2018’de genişleyen Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) ise başlıca muhalif grupların bir araya geldiği bir başka çatıdır. ÖSO’ya bağlı olduğunu söyleyen UKC, Türk hükümetine de oldukça yakındır. UKC unsurlarının çoğu, 2013-2017 yılları arasında Avrupa ve Ortadoğu’daki müttefik ülkelerin desteklediği ve daha önce ABD’nin Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) denetimindeki “Askeri Operasyonlar Koordinasyon Odası”ndan askeri yardım alan unsurlardan oluşuyor.
UKC’yi çok çeşitli ideolojik geçmişleri olan gruplar oluşturuyor. Bunların arasında Özgür İdlib Ordusu ile Müslüman Kardeşler’e (İhvan) bağlılıklarını duyuran Feyleku’ş Şam, Ceyşu’l Ahrar, Ahraru’ş Şam ve selefi bölge unsurlarının oluşturduğu Ceyşu’l Nasr bulunuyor.
Ancak UKC’nin kuruluşundan bu yana gücü ve nüfuzu, başta HTŞ’nin saldırıları olmak üzere bir takım nedenlerden ötürü zayıflıyor. Siyasi olarak ise UKC, son yıllarda görüldüğü gibi HTŞ ve El Kaide yanlılarının ideolojik ve stratejik gündemine şiddetle karşı çıkıyor. Kesin rakamı tahmin etmenin zorluğuna rağmen UKC’nin yaklaşık 30 bin savaşçısının olduğu düşünülüyor.
Ceyşu’l İzze
Esasen Hama'nın kuzeyinde faaliyet gösteren muhalif bir grup olan Ceyşu’l İzze, uzun süredir CIA denetimindeki Askeri Operasyonlar Koordinasyon Odası’nın üyesi olması ve halen ÖSO bayrağı taşımasına rağmen son dönemde UKC çatısından çıkıp bağımsız hareket etme konusunda ısrarcı davranıyor.
Ceyşu’l İzze’nin, Türk hükümetiyle yakın temas içinde olmasına rağmen son aylarda Türkiye’nin ilişkleri azaldı. Bunun en önemli göstergelerinden biri, silahlardan arındırılmış bölge anlaşmasını reddetmesiydi. Bununla birlikte Ceyşu’l İzze, UKC üyelerine kıyasla, çoğunlukla HTŞ ile tarafsız ve olumlu ilişkiler kurma fikrine açık kalma konusunda istekli bir tutum sergiliyor. Ceyşu’l İzze’nin savaşçı sayısını kesin olarak söylemesi güç, ancak bu sayının 2 bin ila 3 bin civarı olduğu tahmin ediliyor.
Suriye Ulusal Ordusu
Suriye Ulusal Ordusu; Bedir Şehitleri Tugayı, Cephetu'ş Şamiyye, Ahraruş’ş Şarkiye ve Ahraru’ş Şimal (Feyleku’ş Şam) gibi İdlib ve Hama'nın kuzeyindeki başlıca aktif unsurları temsil ediyor.
Suriye Ulusal Ordusu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) 2017 ve 2018 yılları arasında Halep’in kuzeyinde gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarına katkıda bulunan silahlı muhalif grupların bir araya gelmesi için 2017 yılının sonlarında kurulan devasa bir askeri yapıdır. ÖSO imajını yansıtan bir kimliğe sahip olan Suriye Ulusal Ordusu, 30'dan fazla Arap ve Türkmen kökenli gruptan oluşuyor. En az 20-25 bin civarı savaşçısı olabileceği tahmin ediliyor. Suriye Ulusal Ordusu, raporlara göre Suriye geçici hükümetine (muhalefet) sadık kalmaya devam etse de Türk hükümetine daha bağlı bir imaj çiziyor.
Suriye Ulusal Ordusu, Mayıs ayı ortalarından sonlarına kadar UKC’nin Hama'nın kuzeyindeki savunma pozisyonlarını ve cephenin saldırı kabiliyetlerini güçlendirmek amacıyla, Türkiye’nin ağır silah ve zırhlı araç desteğiyle yüzlerce savaşçısını görevlendirdi. Savaş alanına girmelerinin somut bir etkisi olmasının yanı sıra üstlendikleri rol, Türkiye’nin Suriye ve Rusya saldırıları karşısında yükselişinin açık bir işareti gibi görünüyor.
El Kaide yanlıları
El Kaide yanlıları arasındaki başlıca gruplar ise şunlar; Hurras ed-Din, Türkistan İslam Partisi, Ecnad el-Kafkaz, Ketaib el-Feth, Ensaruddin Cephesi, Cemaat-i Ensaruddin ve İmam Buhari Tugayları’dır.
Nusra Cephesi’nin El Kaide’den ayrılması ve HTŞ’nin kurulmasından bu yana Suriye’nin kuzeybatısındaki El Kaide yanlıları birçok farklı grup kurarak farklı gruplara dağılmışlardır. Bu gruplardan en önemlisi, ikisi uluslararası Şura Konseyi’nden olmak üzere El Kaide’nin birçok üyesinin liderliğinde kurulan Hurras ed-Din örgütüdür.
El Kaide lideri Eymen ez-Zevahiri’nin verdiği talimatlara göre hareket eden Hurras ed-Din ve El Kaide yanlılarının, herhangi bir bölgeyi veya nüfusu kontrol altına alma gibi bir dertleri yok.  Bunun yerine kendilerinden farklı kimliklere yönelik askeri eylemlere ve takip ettikleri temel hedeflere odaklanıyorlar.
Teorik olarak bir araya geldiklerinde 4 bin kişilik bir savaşçı gücüne sahip olabilecek bu gruplar, genellikle UKC ve Suriye Ulusal Ordusu ile ilgili her şeye karşı çıkıyorlar ve HTŞ’yi bol bol eleştiriyorlar. Ancak taraflar arasında herhangi bir kavga veya çatışma çıkmasından da kaçınıyorlar. Bu grup operasyonel düzeyde hala yukarıda belirtilen diğer gruplardan farklı bir çizgiye sahiptir. Diğer gruplarla işbirliği yapmak yerine genellikle kendi ön saflarında çalışırlar.
Öte yandan, “Türkistan İslam Partisi”nin en belirgin özelliği Çin'in Sincan (Uygur) bölgesinden olmasıdır. Parti zamanla Suriye’nin kuzeyinde aktif ve Asya'daki varlığından çok daha güçlü bir hale geldi.
İdlib'in batısındaki Bidama ve Cisr eş-Şugur şehirlerinde aktif olarak yer alan parti, son dönemde ender görülen bir hamlede bulunarak savaşçılarını bugün en şiddetli çatışmaların yaşandığı Hama'nın kuzeyine gönderdi.
Bugün HTŞ ile UKC ve Suriye Ulusal Ordusu arasında, HTŞ ile El Kaide ve El Kaide yanlıları arasında ve UKC ile Suriye Ulusal Ordusu arasında birçok anlaşmazlığın devam etmesine rağmen Suriye’nin kuzeybatısında son aylarda artan gerginlik tüm bu grupların önceliği haline gelmiş durumda. Söz konusu grupların birçoğu Esed yanlısı koalisyona karşı sahada askeri bir işbirliği ihtimalini tartıştılar ve teknik işbirliği için “Şam'ın Fethi” adında ortak bir operasyon odası kurdular. Ancak son dönemde bir takım isim değişikliklerine gidilirken son haftalarda, (El Kaide yanlıları hariç) bu güçlerin bazılarının resmi olarak birleşme olasılığını tartışmak üzere bir dizi toplantı gerçekleşti. Fakat söz konusu birleşmenin olma olasılığı çok düşük görünüyor.
Bu grupların, Suriye rejimi ve Rusya’nın güçlü saldırısı karşısında şuna kadar aralarında bulunan büyük farklılıkları bir kenara koymaları, daha güçlü bir savunma ve taarruz performansını ortaya çıkarmış gibi görünüyor. Bunun kararlı bir şekilde devam etme olasılığı ise büyük ölçüde Türkiye ve Türkiye’nin başta Rusya olmak üzere müttefiklerini destekleme ve gerginliği sürdürme veya siyasi gerekçelerle gerginliği durdurma seçeneğini desteklemesine bağlı.
*Şarku’l Avsat özel



Emperyal proje uğruna ulus devletlerin içeriden işgali

Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
TT

Emperyal proje uğruna ulus devletlerin içeriden işgali

Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)

Refik Huri
Irak'ta ulus devlet projesi dışında bir çözüm yok. Bu projenin karşısında büyük engeller duruyor. Geleneksel yapı ve bunun devlet seviyesinin altında projelerde istihdam edilmesi, Irak’ı emperyal projesinin bir parçası haline getirmek isteyen bölgesel planla bağlantılı engeller.
Ulus devlete inanan ve onun için çalışan Başbakan Mustafa el-Kazimi'nin zorlanmadan, zaman ve emek vermeden, yeni nesle, “Ekim Devrimi” nesline güvenmeden bu engelleri aşması kolay değil.
Durum epey kompleksli ve yargı üzerinde bile baskı var. Nitekim Haşdi Şabi’nin askeri geçit törenleri ortasında yargı, Kerbela’da aktivistlere suikast düzenlemekle itham edilen Haşdi Şabi’nin Enbar Operasyonlar Komutanı Kasım Muslih’i serbest bıraktı. Kazimi’nin dediği gibi, Musul’un DEAŞ’ın eline düşmesinin arkasında nasıl ki “yanlış gidişat” yer alıyorsa, DEAŞ’ın coğrafi kontrolü sonrası evreyi organize eden negatif gidişat da Irak’ın çöküşüne yol açabilir.
Devlete meydan okuyan ve devletin güvenliğine karşı tehlikeli uygulamaları olan Haşdi Şabi ile mücadelede Kazimi'nin sonuna kadar gitmesini neyin engellediği kimsenin meçhulü değil. Yine Başbakan'ın, Şii dini mercii Ayetullah Ali es-Sistani'nin Musul'dan Bağdat'a yönelmeye hazırlanan DEAŞ'a karşı koymak için verdiği "Cihad Fetvası”nın 7’inci yıldönümünde yaptığı konuşmada, resmin tamamını çizmesi beklenmiyordu.
Kazimi, Haşdi Şabi’nin “canavarı durdurmak” için harcadığı çabaları övdü ve dini merciinin; “Fetvanın ulusal olmayan projeler çıkarına siyasi ve ekonomik olarak istismar edilmesine” yönelik uyarılarını tekrar etmekle yetindi. Kazimi’nin; “Silahlı kuvvetleri destekleyerek ve performansını ulusal askeri kurallara göre kontrol ederek yanlış gidişatı düzeltmeye ve ülkeyi doğru çizgiye getirmeye” çalışmanın altını çizmesi de doğaldı.
DEAŞ Hilafeti’ne karşı mücadelede bir “gereklilik” olan Haşdi Şabi, DEAŞ’a karşı zaferin  ardından Irak için “zararlı” olmaya başladı.
Bağdat’taki Yeşil Bölge ve havalimanlarının yanı sıra ABD kuvvetlerini içeren askeri üslere roketler ve insansız hava araçları ile saldırılar düzenlemeye devam ediyor. Son olarak Asaib Ehli'l Hak örgütünün lideri, roket saldırıları ortasında ABD kuvvetlerine karşı savaş kararının alındığını deklare etti.
Bu, elbette eğitim ve bilgi alanları başta olmak üzere ihtiyaç duyulan hizmetlerin yanı sıra kuvvetlerin çekilmesi konularını ABD ile müzakere eden hükümetin kararı değil. ABD’nin nükleer dosyayla ilgili müzakereler sırasında kendisinden bölgesel etkisini sınırlama ve “istikrar bozucu davranışlarını” durdurma talebine karşılık, ABD'yi güçlerini “Batı Asya”dan çekmeye zorlayarak denklemi tersine çevirmek isteyen İran'ın kararı.
Bu karar, Arap ülkelerini kontrol etmek, ulus devlet projelerini fıkhi bir ad taşıyan emperyal bir proje lehine sona erdirmek amacıyla bu ülkelerin ordularına alternatif askeri kuvvetler oluşturmaya dönük geniş stratejinin bir parçası.
Gerçekler konuşuyor; Cihad Fetvası’ndan 7 yıl sonraki sahne, Haşdi Şabi’nin Necef'e bağlı "dini mercii Haşdi Şabisi" ve Velayet-i Fakih'e bağlı "Velayet Haşdi Şabisi" olarak ikiye bölünmüş olduğunu gösteriyor.
Velayet-i Fakih’e bağlı Haşdi Şabi, Hizbullah Tugaylarının öldürülen lideri Mehdi Mühendis’in belirttiği gibi bir “ümmet ve mercii projesi”.
Bir diğer lider de; “Biz Velayet-i Fakih’e bağlıyız ve onun dışında hiç kimseden emir almayız” demişti.
Haşdi Şabi’nin meşru ve kanunen silahlı kuvvetler başkomutanlığına, bir komuta zincirine bağlı olması, kadrolu ve maaşlı olması durumu değiştirmiyor. Bu durum, Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye’deki birçok milis grubu gibi İran’ın tesis ettiği, finanse ettiği ve silahlandırdığı milisler, Yemen’de desteklediği ve silahlandırdığı Husi Ensarullah örgütü için de geçerli.
Bu grupların tamamı bulundukları ülkelerde iktidarı kontrol ediyor ve sadece Devrim Muhafızlarının direktiflerine uyuyorlar. Yemen’de Husilerin yaptığı gibi meşruiyete karşı darbeler gerçekleştiriyorlar. Bunlar her şeyden önce, bir dini grubun tamamını arkasında toplamaya çalışan mezhepçi milis gruplar.
Uluslararası ve bölgesel güçler arasında, Mollalar Cumhuriyeti gibi projesi için savaşacak ve onu savunacak milis grupları olan kimse yok. ABD, Rusya, Türkiye ve İsrail işgal için ordularını, içeriden ve dışarıdan paralı askerler kullanıyorlar. İran’a gelince, Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan'ı bu ülkelerin evlatlarından oluşan milis gruplarla "işgal ediyor".
Milisler Velayet-i Fakih’e inanıyor ve bunu ümmetin kaderi olarak görüyorlar. Ancak bu emperyal proje birçok zorluk ve engelle karşı karşıya. Bunlar bir kısmıyla, İran'ın jeopolitik çatışmadaki emellerini sınırlayan bölgesel ve uluslararası güçlerin çıkarlarıyla çatışmasından kaynaklanıyor. Bir kısmını da çok mezhepli ülkeler üzerinde tek bir mezhep veya dini grubun hegemonyasını reddeden yerel güçlerle mücadele oluşturuyor.
Bu noktada şu basit soruyu sormalıyız; Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı?
Cevap daha da basit; katiyen yok.
Gelgelelim, Haşdi Şabi ve milisleri yaratan emperyal proje hala bunu empoze etme gücüne sahip, ama nihayetinde gelecek yalnızca ulus devletlerindir.