Akile Salih: Hafter ile Serrac’ın bir araya gelmesi imkansız

Şarku’l Avsat’a konuşan Libya Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih, Suheyrat Anlaşması’na geri dönülmeyeceğini söyledi.

Akile Salih
Akile Salih
TT

Akile Salih: Hafter ile Serrac’ın bir araya gelmesi imkansız

Akile Salih
Akile Salih

Kahire’de Şarku’l Avsat’a konuşan Libya Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih, ülkesinde seçimlerin yapılmamasından dolayı uluslararası toplumun bazı güçlerini sorumlu tuttu ve herhangi bir müdahalede bulunmaksızın seçim sandıklarına gidilmesine destek olunması çağrısında bulundu.
Libya’nın önde gelen tanınmış siyasetçilerinden Akile Salih, mevcut krizin üstesinden gelinmesi için Suheyrat anlaşmasına geri dönülmemesi gerektiğini dile getirerek, Libya Ulusal Ordusu Komutanı Halife Hafter ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanlık Konseyi Başkanı Fayiz es-Serrac’ın bir araya getirilmesinin mümkün olmadığını söyledi. Salih, Katar ve Türkiye'nin Trablus'taki teröristlere yönelik desteklerinin savaşların bir çözüme kavuşturulmasının gecikmesinin arkasındaki nedenlerden biri olduğu değerlendirmesinde bulunarak, böyle bir desteğin orduyu operasyonlarına devam etmekten caydırmayacağını belirtti.
Akile Salih ile gerçekleştirilen röportajın metni:
- Sizce Libya’daki süreçte ilerleme kaydedilmemesinin sebebi nedir?

Baştan beri takip edilen politik süreç yanlıştı. Bundan dolayı neticesi de beklenilenin aksine hatalarla malul oldu. Eski Birleşmiş Milletler (BM) Libya Özel Temsilcisi Martin Kobler'in Libya yetkilileri tarafından düzenlenen yasaların uygulanmasında yardım etmesi gerekiyordu. Özellikle Libya’nın bağımsız bir devlet olduğu ve yasalara, seçilmiş bir parlamentoya, anayasaya ve mahkemelere sahip olduğu temin edilmesi gereken temel hususlardı. Fakat Temsilciler Meclisi’nde sandalye kazanamayan Müslüman Kardeşler işleri tersine çevirdi. Uluslararası toplum, anayasayı ve seçilen parlamentoyu terk etti ve kendi iradesiyle seçilen bir hükümetle muamelelerde bulunmaya başladı. Bu nedenle Libya halkı, uluslararası bir anlaşma ile dayatılan ve gerekçesi olmayan kararlara dayanan bir hükümeti kabul etmez. BM arabulucusunun, sadece BM ve uluslararası toplumun bir çalışanı değil, tüm taraflar için adil bir arabulucu olması gerekiyordu.
-Ancak Suheyrat Anlaşması herkes tarafından onaylandı…
Libya halkı, Suheyrat Anlaşması’na katılanları görevlendirmedi. Çünkü meşruiyet dışarıdan gelmez, halk tarafından verilir. Anayasaya ve yerel mahkemelere geri dönülmesi önemliydi. Dışarıdan halka dayatılan bu kimseler herkes tarafından tanınmıyor. Bu hatalar Libya’daki siyasi çözümün gecikmesine neden oldu. Bugün herkesin elini Libya'nın üzerinden çekmesine ve seçimlerin yapılmasına destek olmasına ihtiyacımız var.
-Bu, Suheyrat Anlaşması’nın ötesine geçmek istediğiniz anlamına mı geliyor?
Krizin yıllarca sürmesine yol açmamak amacıyla Suheyrat Anlaşması’na geri dönmeyeceğiz. Ancak seçimlere gitmek istiyoruz. Eğer Serrac halkın yanında olduğunu düşünüyorsa oy sandığına gitsin.
-Libya'daki mevcut durum seçimler için uygun mu?
Aslında Libya halkının yüzde 85'i seçimlerde katılıyor ki, bir çözüme ulaşmanın tek yolu budur. Libyalılar kendilerine ülke dışından dayatılan her şeyi reddediyorlar. Biz bir halkız ve birbirine tutunmuş uyumlu bir sosyal yapımız var. Fakat dış müdahaleler bu yapıyı sarsıyor. Dolayısıyla bu durum gerek devletin gerekse de halkın çıkarlarını örseliyor. Tek çözüm seçimlerin gerçekleştirilmesi ve güvenliğinin temin edilmesidir.
-Libya seçimler aşamasına nasıl ulaşacak?
Uluslararası toplumun müdahale etmeksizin vereceği destekle. Çünkü hassas bir aşamadayız ve seçimlerin ertelenmesine tahammülümüz yok. Daha fazla beklemek, terörist grupların ülkenin güvenliğini, istikrarını ve birliğini bozmasına ve krizi uzatmasına izin vermek anlamına gelir.
-Seçimlerin tam olarak ne zaman yapılmasını bekliyorsunuz?
Gelecek yılın başında veya aynı yıl içerisinde…
-Libya'da daha önce seçimlerin yapılacağı ilan edildi fakat sonrasında bir çıkmaza girildi. Sizce neden böyle oldu?
Maalesef, uluslararası toplum seçim süreci konusunda ciddi değil. Temsilciler Meclisi’nde anayasaya ilişkin referandum yapılması için bir yasa çıkardık. Bunun üzerinde 6 ay geçti. BM Libya Özel Temsilcisi Gassan Salame’nin Fayiz es-Serrac’tan seçim süreci için fon talep etmesi gerekiyordu. Ama bu gerçekleşmedi. Çünkü seçim sonuçlarının es-Serrac ve grubunun çıkarına olmayacağını önceden biliyorlardı. Dolayısıyla, seçimlerin yapılması tek bir şeye bağlı: “Seçim tarihinin belirlenmesi ve uygulanması.”
-Seçimler için ülkedeki mevcut güvenlik koşulları uygun mu?
Libya Ulusal Ordusu, Afrika Birliği (AfB) veya uluslararası toplum süreci üstlenebilir. Daha önce Irak’ta seçimler yapıldı ve bombardımanlar gerçekleşti. Önemli olan, terörizmin ülkeyle ve halkla oynamasına izin vermemektir.
-Parlamentonun mevcut siyasi çözümdeki rolü nedir?
Başkentin kurtarılmasının ardından, tüm Libya halkının temsilcilerini içeren, vatandaşların gerekli ihtiyaçlarını sağlayan, seçimlere hazır olan, gerekli kararları veren ve ülkedeki demokratik süreci engelleyenlere tabi olmayan bir ulusal hükümet kurmaktır.
-Washington’un Hafter ile Serrac arasında bir görüşmenin gerçekleşmesini sağlaması mümkün mü?
Libyalıların öldürülmesinden ve Başkanlık Konseyi Başkanı’nın bununla itham edilmesinden sonra böyle bir görüşmenin gerçekleşmesi imkansız.
-Libya ordusunun silahsızlanma yasağının devam etmesi hususunda ne düşünüyorsunuz?
Maalesef ordunun terörle mücadele etmek için elinde bulunan uçakları onarmaya çalıştığı bir zamanda, ülkede kaos ve terörizmi yayan milisler gelişmiş en son silahlarla finanse ediliyor. Bu Libya dosyasıyla ilgili olarak yaşanan kriz durumunun sebeplerinden biridir.
-Ancak Güvenlik Konseyi son olarak, el konulan silah sevkiyatının ardından deniz yoluyla Libya'ya silah kaçakçılığını önlemek amacıyla bir karar çıkardı mı?
Bunun kağıt üzerindeki ölü bir mürekkepten ibaret olmaması, uygulanması gerekiyor.  Uluslararası toplumun bunu ciddiye alacağını umuyoruz.
-BM Libya Özel Temsilcisi Gassan Salame ile olan ilişkiniz ne durumda?
Ona süreci rayına oturtması konusunda tavsiyelerde bulunduk. Diyaloğa taraf olmayan uzlaşı hükümeti kurulması konusunda ısrarını sürdürüyor. Parlamento bu hükümeti daha önce reddetti ve hükümet güvenoyu alamadı. Meşru parlamento tarafından reddedilenlerin yerine meclis içerisinde güven duyulan kimselerin aday gösterilmesi gerekiyor.
-Geçici paralel hükümet nedir?
Aslında bu hükümet, parlamentonun güvenini kazanan meşru hükümettir. Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) paralel hükümet olarak isimlendiriliyor. Maalesef BM Libya Özel Temsilcisi hükümetle 6 kez, bizimle ise sadece bir kere bir araya geldi.
-BM Özel Temsilcisi’nin Güvenlik Konseyi’ne sunduğu rapor hakkında ne düşünüyorsunuz?
Deniz yoluyla gönderilen silah sevkiyatı hakkında neden ülke isminin açıkça belirtilmediğine dair birtakım sorularımız var. Ayrıca Serrac’ın kamu parasından milislerine ödediği maaşlardan neden bahsedilmedi? Petrol gelirlerinden elde edilen paralar milislere ve paralı askerlere maaş ödenmesi için Merkez Bankası'na yatırılırken, neden ulusal ordu güvence altına alınmadı? BM Özel Temsilcisi’nin politikalarını değiştirmesi veya yeni bir elçinin atanması gerekiyor. Çünkü halihazırdaki elçinin Serrac hükümetine destek fikri bile artık uluslararası toplum tarafından kabul edilmiyor. Trablus'ta vatandaşları öldüren yerel ve uluslararası çapta aranan teröristlerin ele geçirilmesinin ardından durum açığa çıktı. Ayrıca Serrac 4 yılını tamamladı ve hiçbir şey yapmadı. Bu değişim için yeterli bir zaman.
-Trablus savaşının yakın zamanda biteceğini düşünüyor musunuz?
Trablus şehri kalabalık bir nüfusa sahip. Teröre karşı yürütülen savaş ise sistematik olmaktan ziyade daha çok bir sokak savaşı. Bu savaş evlerin içine, dairelere ve villalara kadar uzanıyor. Bundan dolayı ordunun sivillerin hayatını korumaya yönelik bir planı var. Derna'da ve diğer başka yerlerde olduğu gibi dikkatli hareket edilmesi gerekiyor.
-UMH Başkanı Serrac, Libya Ulusal Ordusu’nun mücadelesini teröre karşı yürütülen bir savaş olmaktan ziyade, orduyu Trablus'a saldırmakla suçluyor…
Askeri kurum, ülkenin birliği ve vatanın selameti için bir gereklidir. Ayrıca anayasanın, devlet kurumlarının, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin ve demokrasinin korunmasından sorumludur. Bunun yanı sıra iktidarın sivillere teslimi de onun uhdesindedir. Libya ordusunun vatandaşları öldüren filanca terör örgütleri karşısında elleri bağlı bir şekilde durması ne kadar makul?
-Ordunun terörist olarak değerlendirdiği grupların desteklenmesinde Katar ve Türkiye’nin rolü olduğunu düşünüyor musunuz? Bu durum savaşların çözüme kavuşması sürecini geciktirir mi?
Sebeplerden biri de bu. Ancak bu durum orduyu, ülkenin güvenliğini ve istikrarını sağlama görevinden geri bırakmayacak.
-Trablusgarp sürecine ilişkin uluslararası tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uluslararası toplumun Libya'da neler olduğunu anlamaya başladığını düşünüyorum. Bunun kanıtı, Libya ordusuna Güvenlik Konseyi tarafından herhangi bir kınama gelmemiş olmasıdır.
-Afrika Birliği (AfB) ve Arap Birliği politik çözümde nasıl bir rol oynuyorlar?
İşin aslında karar verici bir rol üstlenmekten uzaklar. Libya halkının yapısının özünü bilmeyenler var. Bununlar birlikte Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi, başlangıçtan itibaren açık ve net bir tutum sergiledi ve meşruiyet, ulusal ordu ve parlamentonun yanında olduğunu bildirdi.
-Cumhurbaşkanı Sisi ile geçekleştirdiğiniz son görüşmenizde Mısır'ın bir sonraki aşamayla ilgili olarak Libya'ya sunduklarının niteliği konusunda anlaştınız mı?
Cumhurbaşkanı Sisi, ulusal ordunun terörle mücadelesi, ülkenin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duyulması, her türlü müdahale biçiminin reddedilmesi ve ülkedeki meşruiyetin ana kaynağı olarak parlamentonun rolünü destekleme konusundaki tam desteğini vurguladı.
-Fransa ve İtalya’nın Libya’da yaşananlara ilişkin yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce benzer bir pozisyonda mı bulunuyor yoksa aksine farklı bakış açılarına mı sahipler?
Fransa'nın durumu nispeten farklı. O daha çok demokratik süreç ve seçimlerle ilgileniyor. İtalya'nın Trablus ile ilişkileri ise eskilere dayanıyor. İtalya kendi çıkarlarını korumaya çalışıyor. Serrac veya diğer herhangi biriyle bir bağlantısı söz konusu değil.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.