Köşe yazarları Yıldırım-İmamoğlu tartışması için ne dedi?

Köşe yazarları Yıldırım-İmamoğlu tartışması için ne dedi?
TT

Köşe yazarları Yıldırım-İmamoğlu tartışması için ne dedi?

Köşe yazarları Yıldırım-İmamoğlu tartışması için ne dedi?

Pek çok yazara göre program sıkıcıydı ama bu 17 yıl aradan sonra rakip siyasilerin bir TV programında karşı karşıya gelmiş olmasının önemini azaltmıyor.
Yetkin: Dağ fare doğurdu; yayın seçim sonucunu etkilemez
Gazeteci Murat Yetkin kendisine ait Yetkin Report adlı haber sitesinde, “Dağ fare doğurdu; yayın seçim sonucunu etkilemez” başlıklı yazısında şunları söyledi:
Bunun sebebi belki de siyasilerin yüz yüze konuşmaya ‘hamlamış’ olmalarıdır. Belki tartışma kurallarının AK Parti ve CHP yetkilileri tarafından saptanması, adayların karşılıklı tartışmasına izin verilmemesidir. Fark etmez. İsmail Küçükkaya elinden geleni yaptı ama Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım’ın canlı TV yayını tartışmalarında deyim yerindeyse dağ, fare doğurdu.
Ekranların başına kilitlenen milyonlarca izleyici, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başbakanlık döneminde AK Partililerin canlı yayında rakiplerle tartışmasını yasaklamasından bu yana ortadan kalkan bu demokratik adetin varlığını hatırlaması dışında, adaylardan yeni bir şey duymadı. Hatta daha önce söylenenler kadarını dahi duymadı.
Tartışma programı olması güzeldi ama ben bu program nedeniyle 23 Haziran İstanbul seçiminin sonucunu değiştirecek oy kaymaları olacağı kanısında değilim.
Oğur: Ortaya sıkıcı bir tartışma çıktı
Karar gazetesi yazarı Yıldıray Oğur ise ortak programı “sıkıcı” olarak değerlendirdi.
Oğur, uzun bir süre sonra televizyonda karşı görüşten bir politikacıyla tartışmanın amatörlüğünün ve çekingenliğinin iki adayı da gerdiğini belirtti.
Oğur yazısında konuyla ilgili olarak şunları yazdı:
17 yıl aradan sonra böyle bir tartışma yapmanın hamlığı da formata yansımıştı.
İkisi birleşince de ortaya sıkıcı bir tartışma çıktı.
Yine de tartışma sayesinde bir kaç saatliğine de olsa, teröristlik, hainlik, hırsızlık iddialarının havalarda uçuştuğu mevsim normallerinin çok üstünde bir demokrasi havasını teneffüs etmiş olduk. Aralarında TRT’nin de olduğu bazı kanallara yıllar sonra ilk kez karşıt görüşten biri çıkmış oldu. Gerekçesiz iptal edilmiş bir seçimin sandığından çıkan mesaj bile ülkedeki demokrasi çıtasının yükselmesini sağladı.
Ama dünyada bütün siyasi tartışmalar bu kadar sıkıcı olmuyor.
Özellikle adayların at başı gittiği bir yarışta seçim öncesi televizyon tartışmalarının son dakikada seçmen kararını ve seçimin sonucunu değiştirebildiğinin tarihte epey örneği var.

Bardakçı: Hayatımın en tatsız, en ruhsuz ve en sıkıcı siyasi tartışmasını izledim
Habertük gazetesi yazarı Murat Bardakçı ise programın formatını beğenmediğini belirterek, 3 dakikalık sınırlamayı eleştirdi.
Bardakçı’nın “Bu kadar önemli bir programı böyle ruhsuz ve tatsız hâle getirebilmek büyük başarıdır!” başlıklı yazısının bir bölümü şu şekilde:
Sizleri bilmem ama ben formatın tuhaflığı ve maalesef moderatörün de bu alandaki tecrübe noksanı yüzünden hayatımın en tatsız, en ruhsuz ve en sıkıcı siyasî tartışmasını izledim! Dolayısı ile, sadece adı “tartışma” olan bu programın yapımcılarından, üç saat alacaklıyım!
Daha açık şekilde ifade edeyim: Tatsızlığın, ruhsuzluğun ve sıkıcılığın sebebi format gereği cevaplara konan süre sınırlaması, böyle bir programı idare konusundaki tecrübesizliği daha ilk başta belli olan moderatörün heyecanı ve zaman takıntısı, soruları hazırlayanların bilmeleri gereken en basit bazı malûmata bile sahip bulunmamaları ve hatta soru sormak ile saçmalamak arasındaki farkı da her nedense düşünememeleri idi
………
Adaylara her soruya cevap için üçer dakika müddet tanınması kimin aklıdır bilmiyorum…  Ama gözünü kronometreden bir türü ayırmayan moderatör süre sona erdiği anda telâşa kapılıp beş defa ‘Peki!’ ve belki de on defa ‘Tamam!’ diyerek diğer katılımcıya döndü, derken sürelerdeki saniyelik sarkmalar problem oldu ve Türkiye’nin en büyük şehrinin belediye başkanlığı seçimi ‘On beş saniye alacağınız var’, ‘Bir önceki sorudan yirmi saniyeniz kalmıştı, onu kullanabilirsiniz’ seviyesine iniverdi!

Bardakçı, “soğuk” olarak değerlendirdiği program formatının katılımcıları cendereye soktuğunu belirterek,  “ortaya ruhsuz ve yapılan konuşmalardan da hatırda tek bir cümlenin kalmadığı bir program çıktı!” dedi.
Donat: Program yapıldı ve son viraja girildi
Sabah gazetesi yazarı Yavuz Donat ise program için “keşke daha önce gerçekleşseydi” dedi.
Dünkü ‘Karşılaşma’ da böyle başladı... Fakat...
Programın ilk 40 dakikasında ‘31 Mart... Seçim gecesi... Anadolu Ajansı... YSK’ tartışıldı.
İki aday da ‘Düne takılıp kaldı.’ Olmaz ki... Zaman ‘Dünün tartışılmasıyla’ harcanmaz ki.
Saat 22.00... Durumİsmail Küçükkaya programın ‘İlk yarısına’ nokta koydu.
10 dakika ara verdi.
Sahi... İlk bir saat nasıl geçti?
Renk yok... Heyecan yok... Proje yok... Ufuk yok... Yarınlara bakış yok.
Özetle... Hiçbir şey yok.

Bila: Yayın umarım bir istisna olmaz ve bundan sonra da devam eder
Gazeteci Fikret Bila ise Halk TV’nin internet sitesindeki köşesinde programın “normalleşme” adına önemli olduğunu belirtti.
Bila, “İmamoğlu sınavı geçti” başlıklı yazısında, “İktidarın 17 yıldır muhalefete yukarıdan bakan, asla bir araya gelmeyen, eşit şartlarda tartışmayı kabul etmeyen, kutuplaştıran, gerginlik yaratan, suçlayan, kendi seçtiği ekranlara tek başına çıkan, demokratik yarışa yanaşmayan tavrına rağmen, bu yayını kabul etmek zorunda kalması yine de normalleşme adına önemlidir” ifadelerini kullandı.
Bila’nın yazısının bir bölümü ise şöyle:
Yıldırım-İmamoğlu yayını seçmenin kararını değiştirecek bir yayın olmadı. Binali Yıldırım, yayın boyunca savunmada kaldı ancak, seçimlerin neden iptal edildiğine ilişkin inandırıcı bir kanıt sunamadı. Üstüne üstlük İmamoğlu’nun 31 Mart akşamından başlayarak hakkının nasıl gasp edildiğini belgeleriyle, saat saat açıklaması, yayının başında üstünlüğü ele geçirmesini sağladı. Yayın boyunca da bu üstünlüğü sürdürmeyi başardı. Hazırlık, belgeyle konuşma, sabır, hitabet, inandırıcılık açısından İmamoğlu üstündü.
Yayının moderatörlüğünü yapan meslektaşımız İsmail Küçükkaya başarılı bir yönetim gösterdi. Öncesinde yaratılan hava nedeniyle çok büyük baskı altında olmasına karşın adaylara eşit mesafade durmak ve objektiflik açısından özenli, başarılı bir tutum sergiledi.

Bila yazısını, “Türkiye’ye 17 yıl sonra normal bir demokrasi faaliyeti yaşatması açısından bir ilk olan bu canlı yayın umarım bir istisna olmaz ve bundan sonra da liderleri da kapsayacak şekilde devam eder” diyerek sonlandırdı.
Karaca: Şapkadan tavşan çıkmadı
Habertürk gazetesi yazarı Nihal Bengisu Karaca da yayını tatmin edici bulmadığını belirtti.
Karaca gazetedeki köşesinde, “20 yıllık bir aradan sonra yapılan bu ilk canlı açık oturumu kazasız belasız yürütmek oldukça zordu. İsmail Küçükkaya adil davranmaya, tarafların hakkını birbirlerine yedirmemeye, sürelere dikkat etmeye, iki adayın birbirinin sözünü̈ kesmesine engel olmaya çalıştı. Güzel. Ancak 'Yayın tatmin edici miydi?' sorusunun cevabının maalesef 'Hayır' şeklinde olduğu da ortada” dedi.
Karaca, “Münazaranın yasak olduğu münazara başlıklı yazısında kimsenin şapkadan tavşan çıkarmadığını belirterek, gözlemlerini şu şekilde değerlendirdi:
“* Her konunun, her sorunun cevabının 3 dk ile sınırlandırılması mantıksızdı. Bu kural nedeniyledir ki İmamoğlu’nun Yıldırım’a yönelttiği ‘Kime çaldılar diyorsunuz?’ sorusunun cevabı netleşmedi. Oysa YSK sürecini ve ‘Çaldınız’ ithamını adayların nasıl değerlendireceği izleyicinin en çok merak ettiği konuydu.
* Tarafların ‘karşılıklı’ oturmaları, birbirlerinin gözünün içine bakabilmeleri gerekiyordu ama oturma düzeni ‘yanlış’ olduğu için, bu gerçekleşmedi.
* Her iki tarafa da ‘23 Haziran’da kaybederseniz ne yapacaksınız? ‘Partim neyi uygun görürse onu yapacağım’ dışında, planınıza hedefinize dair ne söyleyebilirsiniz?’ gibi önemli bir soru yöneltilmedi, ki bence bu önemli bir eksiklik. Çünkü İstanbullu, 23 Haziran’da da sonuç İmamoğlu lehine çıkarsa ‘Sırada ne var?’ sorusunun cevabını samimi olarak merak ediyor.
* Taraflara sorulacak sorulardan en az biri hakkında bilgi verilmeliydi. O da ‘mal varlığı’ konusu. Taraflar bu sorunun sorulacağını peşinen bilip hazırlanarak gelmeliydi. Bu konu ‘Malvarlığınızı açıklama talebi var, ne dersiniz?’ diye geçiştirilecek bir konu değil. Halk artık oy verecekleri kişilerin siyaseti servet edinme aracı olarak kullanıp kullanmadıkları konusunda daha hassas. AK Parti tabanı dahil, gün geçtikçe daha fazla yükselen bir şeffaflık talebi söz konusu. İki tarafın da anlaşmış gibi ‘Evet tabii gerekirse açıklarız’ deyip mesele geçiştirmelerine izin verilmesi, yayını merakla beklerken #malvarlığı hashtagi yapan onbinlerce sosyal medya kullanıcısını görmezden gelmek oldu
.………
* Her iki taraf da çok az yeni şey söyledi. Genel olarak daha önce söylediklerini tekrar ettiler
.………
* Sonuçta, her şeye rağmen bu yayının sadece gerçekleşmiş olması bile, demokrasi açısından küçük ama umut verici bir adımdır.* Ait olduğu partinin teamülünü değiştirme pahasına yayın fikrini kabul eden ve gerçekleşmesini sağlayan Binali Yıldırım’ı kutlamak gerekir. Binali Yıldırım canlı yayında rakibiyle karşı karşıya kalmaktan kaçınan siyasetçi teamülünü yıktı. Bundan sonra her AK Partili aday en az Binali Yıldırım kadar cesur olmak zorunda.”

Koru: Ne beklerdim, ne buldum
Independent Türkçe'nin derlediği habere göre gazeteci yazar Fehmi Koru ise kendi ismindeki sitesinde yayınlanan, “Bir televizyon münazarasının ardından…” başlıklı yazısında, ortak yayını tatmin edici bulmadığını belirtti.
Koru’nun yazısının bir bölümü şu şekilde:
Kendi hesabıma ben, yayını yöneten bittiğini ilan ettiğinde, ‘Acaba daha fazla zevk alacağım başka bir uğraşa mı bu zamanı ayırsaydım?’ diye düşünmeden edemedim.
Tatminsizliğin beklentinin yüksekliğinden kaynaklandığına hiç kuşku yok.
Daha fazla ayrıntıya girip sizleri bir kez daha sıkmak istemem. Programın sıkıcılığını, tarafların uzun süredir rafa kaldırılmış televizyon münazarası gibi aslında çok doğal bir siyasi eylemi yeniden canlandırırken hata yapmamayı önemde ilk sıraya yerleştirmelerine bağladım.
Programı yöneten de, ister istemez, kariyer hesabındaydı…
Oysa biz izleyiciler haftalardır gündemi işgal eden bir seçim kampanyası eşliğinde dikkatimize sunulmuş konuların bir daha konuşulmayacak açıklıkta ele alınıp zihnimizde yer etmiş soruların hepsinin cevaplandığı bir program beklentisi içerisindeydik.
Pek çok soru ele alınmadı, ele alınanların çoğu da havada kaldı.

Koru yazısında programın sonuçlarını etkilemeyeceğini de belirtti.



‘Narnia Operasyonu’ ve ‘Kızıl Düğün’… Netanyahu ve Trump İranlıları bir ‘Hollywood hayali’ ile nasıl kandırdı?

İsrail'in İran'a yönelik saldırılarının ardından Tahran'dan yükselen dumanlar, 15 Haziran 2025 (Reuters)
İsrail'in İran'a yönelik saldırılarının ardından Tahran'dan yükselen dumanlar, 15 Haziran 2025 (Reuters)
TT

‘Narnia Operasyonu’ ve ‘Kızıl Düğün’… Netanyahu ve Trump İranlıları bir ‘Hollywood hayali’ ile nasıl kandırdı?

İsrail'in İran'a yönelik saldırılarının ardından Tahran'dan yükselen dumanlar, 15 Haziran 2025 (Reuters)
İsrail'in İran'a yönelik saldırılarının ardından Tahran'dan yükselen dumanlar, 15 Haziran 2025 (Reuters)

İsrailli generaller 13 Haziran günü gece yarısı İsrail Hava Kuvvetleri karargâhının altındaki bir sığınakta toplandılar ve ‘Kızıl Düğün’ adını verdikleri bir operasyonla füzelerin Tahran'a inişini izlediler.

Saatler sonra, bin mil (yaklaşık bin 609 kilometre) ötede, İran'ın üst düzey askeri liderleri Wall Street Journal'ın (WSJ) ‘toplu katliam’ olarak tanımladığı ve Game of Thrones'daki ünlü düğün sahnesine benzettiği olayda öldürüldü.

WSJ'nin 18 mevcut ve eski İsrailli ve ABD'li güvenlik yetkilisiyle yaptığı görüşmelere dayandırdığı haberinde, İsrail'in İran'a saldırmasının, görevde başarılı olamama korkusundan kaynaklandığı vurgulandı.

Şarku’l Avsat’ın WSJ’den aktardığı habere göre, saldırının gerçekleştirilmesini sağlayan istihbarat ve askeri hassasiyetin birleşimi dünyayı şaşırttı. Ancak İsrail'in İran'a karşı 12 gün süren savaşının başlangıcındaki tek beklenmedik başarı bu değildi.

Haberde şu ifadelere yer verildi: “Planlayıcılarının C.S. Lewis'in tamamen kurgusal bir dünyada geçen ünlü roman serisine atfen ‘Narnia Operasyonu’ adını verecek kadar hayalperest olduğu düşünülen ilk saldırının önemli bir bölümünde, uygulayıcılar İran'ın en önde gelen dokuz nükleer bilim adamına başkent Tahran'daki evlerinde neredeyse aynı anda suikast düzenlemeyi başardılar.”

WSJ'ye göre, nükleer tesislere verilen zarar konusunda çelişkili raporlar var. İsrail ile ABD'nin İran'ın yıkılanları yeniden inşa etmesini engelleyip engelleyemediği henüz belli değil.

İsrail Askeri Operasyonlar Direktörlüğü Başkanı ve operasyonun ana mimarı General Oded Pasiuk, “Bunu ayrıntılı olarak planlamaya başladığımızda, işe yarayıp yaramayacağını bilmek çok zordu” dedi.

İsrail'in riski

Haber, İsrail'in saldırıyı gerçekleştirirken iki seçenekle karşı karşıya kaldığı için ‘ciddi bir risk aldığını’ ortaya koydu: Ya insani hedeflerini bir kerede vuracaktı ya da başarısız olup Tahran'a hedeflenen unsurları dağıtma şansı verecekti. Eğer bu hedefler dağıtılsaydı, İran'ın tepkisi daha sert olacak ve Tahran'ın nükleer hedeflerine dokunulmayacaktı.

Ancak kayıplarına rağmen İran halen toparlanma kapasitesine sahip ve nükleer silah elde etmek için her zamankinden daha kararlı bir şekilde geri dönebilir.

Uzun bir yol

Haberde operasyonun kökenlerinin 1990'ların ortalarına, İsrail istihbaratının ‘İran'ın nükleer silah programı inşa etmeye yönelik yeni girişimlerini’ ilk kez tespit ettiği döneme dayandığı belirtiliyor.

Şarku’l Avsat’ın WSJ’den aktardığı haberde şu ifadeler yer aldı: “İsrail istihbaratı, İran'ın ana zenginleştirme tesislerinden birinde iki patlamaya neden olmak ve bazı bilim adamlarına suikast düzenlemek de dahil olmak üzere bir sabotaj kampanyasını kolaylaştırmak için İran içinde geniş bir ajan ağı kurmaya başladı. Ancak İsrailli yetkililer sonunda bu faaliyetlerin yetersiz olduğuna ve İran'ın nükleer programını ve İran'ın nükleer faaliyetlerinin beynini hava yoluyla yok etmeleri gerektiğine karar verdiler. Bunu yapmak son derece zor olacaktı. İsrail'in vurması gereken yerler kendi topraklarından bin milden daha uzaktaydı; pilotların tek bir yakıt ikmal uçağının etrafında altı ila on uçaktan oluşan formasyonlar halinde uçmayı ve uçuş sırasında birkaç kez sırayla yakıt ikmali yapmayı öğrenmeleri gerekiyordu. Ayrıca uçaklarının hassas bir şekilde konumlandırılmasında ustalaşmaları gerekiyordu ki füzeler hedeflerini vurmak üzere fırlatılabilsin ve her vuruş arasında 15 ila 20 saniyelik bir aralık bırakarak etkinliklerini en üst düzeye çıkarabilsinler.”

sdfrgt
Tahran'da Humeyni heykelinin bulunduğu bir meydan (EPA)

Gazze savaşı sırasında İsrail neredeyse iki yılını Hamas'ı ezerek geçirdi ve geçen yıl Lübnan savaşı sırasında Hizbullah'ı ciddi şekilde zayıflattı. Daha sonra Suriye muhalefeti Suriye hükümetini devirerek İran karşıtı bir hükümet kurdu ve İsrail uçaklarının ülkenin hava sahasından engelsiz bir şekilde geçmesinin önünü açtı.

O zamana kadar İsrail'in İran içindeki casusluk ağları, askeri liderlerinin hareketlerini izleyebilecek ve ülke içinde bir saldırı sırasında İran'ın hava savunma sistemlerini yok etmede önemli bir rol oynayabilecek insansız hava aracı (İHA) üsleri kurabilecek kadar genişti.

Haberde şöyle deniyordu: “Tüm bu unsurlar mevcutken saldırı planları yoğunlaştı.”

Narnia Operasyonu

İsrail'de İran'ın uranyum zenginleştirmeye başlamasıyla birlikte, eğer isterse nükleer bomba yapmasına sadece aylar kalacağı hissi durumun aciliyetini arttırdı.

Haberde, “İran'ın uranyum zenginleştirmesini durdurma savaşını çoktan kaybettiğinden korkan İsrail, İsrail saldırıları nükleer tesisleri yok etse ya da devre dışı bıraksa bile ülkelerinin bu nükleer yakıtı bir nükleer silah yapmak için kullanmasına yardımcı olabilecek İranlı bilim adamlarını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir operasyon başlattı” denildi.

Haberde bu görevin Narnia Operasyonu olarak adlandırıldığı belirtildi.

Haberde, İsrail savaş uçaklarının 12 gün boyunca hedef listesini yoğun bir şekilde bombalamaya devam etmesinin önünü açmak için ilk andan itibaren hava üstünlüğünü sağlamanın da bir öncelik olduğu ifade edildi. Bu amaçla İsrailli yetkililer İran'ın hava savunma sistemlerinin kapsamlı bir haritasını çıkarmak için binlerce istihbarat kaynağını referans aldı.

Saldırının ilk aşamalarında İsrail kendi topraklarından büyük İHA’lar fırlattı. Operasyon hakkında bilgi sahibi bir kaynağa göre, saldırıdan önceki gece bu İHA’lardan bazılarının uzun menzilli görevler gerçekleştirme kabiliyetleri ilk kez test edildi.

İsrail kamuflajı

İsrailli bir güvenlik yetkilisine göre Netanyahu ve askeri danışmanları saldırı kararını 9 Haziran'da aldı. Yetkiliye göre Netanyahu'nun ekibi, İranlıların bilim adamlarını ve askeri liderlerini dağıtmak gibi önlemler almamalarını sağlamak için planlarını gizlemek zorunda kalacaklarını biliyordu.

Bu arada İsrailli yetkililer, Netanyahu ile Trump arasında bir saldırı konusunda anlaşmazlık olduğunu gösteren raporları medyaya sızdırdı. Sızıntılar, operasyonun başlamasından dört gün önce Netanyahu ile Trump arasında yapılan bir telefon görüşmesinin ayrıntılarını içeriyordu; Trump, İsrail Başbakanı’na askeri seçeneklere başvurmadan önce diplomasinin yoluna girmesini istediğini bildirdi.

Saldırıların gerçekleştiği gün Trump gazetecilere ABD ve İran'ın ‘bir anlaşmaya nispeten yakın’ olduğunu ve ‘İsraillilerin bu işe karışmasını’ istemediğini söyledi.

İsrailli yetkililer de gazetecilere bir saldırının yakın olduğunu, ancak Washington ile Tahran arasında pazar günü yapılması planlanan altıncı tur nükleer görüşmelerin nihai sonucunu görmek için bekleyeceklerini belirtti.

Operasyonun planlamasına aşina bir güvenlik yetkilisi, aldatmacanın sırrının İranlıların zihninde İsrail'in ABD'nin izni ve müdahalesi olmadan saldırmayacağı fikrinin yattığını söyledi. ABD harekete geçmediği ve müzakerelerle meşgul olduğu sürece, İsrail sürpriz unsurunu kaybetmeden İranlıların gözü önünde saldırı tehdidinde bulunabilir ve hatta harekete geçebilirdi. Nitekim İsrail uçakları havalanırken Trump Truth Social'da şu paylaşımı yaptı: “İran'ın nükleer sorununa diplomatik bir çözüm bulmaya kararlıyız!”

İranlı yetkilileri ölüme mahkûm eden bir hata

Nihai planın önemli bir parçası, Kızıl Düğün olarak bilinen bir hamleyle İran Silahlı Kuvvetleri’nin liderliğini ortadan kaldırmaktı. Habere göre bu hamlenin amacı, İran'ın karşılık verme kabiliyetini ortadan kaldırarak İsrail savaş uçakları ve İHA’larının İran füze rampalarını imha etmesinin önünü açmak ve böylece beklenen karşılığın boyutunu en aza indirmekti.

Ancak İsrail uçakları yaklaştıkça ani bir meydan okuma ortaya çıktı ve İran Hava Kuvvetleri komutanları aniden hareketlenmeye başladı. İsrail komuta merkezinde gerginlik vardı; tüm plan çöküyor ve İranlılar planı açığa çıkarmış gibi görünüyordu.

Ancak İsrailli komutanları şaşırtan sürpriz, İranlı yetkililerin dağılmak yerine kendilerini ölüme mahkûm etmek için aynı yerde toplanmış olmalarıydı. Dakikalar sonra İsrail füzeleri fırlatıldı.

Aynı anda İranlı nükleer bilim adamlarının evlerinde patlamalar meydana geldi ve neredeyse eş zamanlı saldırılarda dokuz bilim adamı öldürüldü.

Daha sonra İsrail füzeleri radar alanlarını, hava savunma bataryalarını ve İran'ın karadan karaya füzelerini hedef aldı. İsrail istihbaratı geçen kasım ayından bu yana belirlenen insani hedeflerin çoğunun öldürüldüğünü teyit edebildi. Yaklaşık dört saat içinde başlangıç operasyonu sona erdi.

Takip eden günlerde İsrail savaş uçakları ateşkes ilan edilene kadar balistik füze üretim sahalarını, nükleer tesisleri ve fırlatma rampalarını bombalamaya, İranlı askeri liderleri ve nükleer bilim adamlarını takip etmeye ve öldürmeye devam etti.