Fransa, Cezayir arşivlerini neden teslim etmiyor?

Halk ayaklanmasının başlangıcında tahrip olan İslam Eserleri Müzesi (Reuters)
Halk ayaklanmasının başlangıcında tahrip olan İslam Eserleri Müzesi (Reuters)
TT

Fransa, Cezayir arşivlerini neden teslim etmiyor?

Halk ayaklanmasının başlangıcında tahrip olan İslam Eserleri Müzesi (Reuters)
Halk ayaklanmasının başlangıcında tahrip olan İslam Eserleri Müzesi (Reuters)

Cezayir-Fransa ilişkileri, 22 Şubat’taki halk ayaklanmasından bu yana bir çıkmaza girdi. İki ülke arasındaki siyasi çatışmalardan sonra olaylar, ekonomiye de etki ederken, Cezayir kamuoyu için onur meselesine dönüşen yakın tarih acı dolu bir tablo gibi...
Tarihi çatışma
Cezayir’in iç işlerine yönelik Fransa müdahalesinden bahsederken, Fransa’ya düşman sloganlar ve pankartlar yükselterek başlatılan ayaklanmaya da değinilebilir. Zira ayaklanmadaki slogan ve pankartlar, Fransa’yı “Cezayir’i zayıflatmaya ve istikrarını bozmaya çalışmakla” suçluyor. Ancak başta kurtuluş devrimi olmak üzere tarihsel gerçekler, dokunulamayan bir kırmızı çizgi sayılıyor.
Cezayir Arşivleri Genel Müdürü Abdulmecid Şeyhi, yaptığı açıklamada, “Cezayir, arşivleri sağlama konusunda Fransa ile iletişim kanalı kurmak için birçok girişimde bulundu. Ancak çoğunlukla taraflar arasındaki siyasi irade eksikliği nedeniyle engellerle karşılaştı” ifadelerini kullandı. Bu çerçevede Cezayirlilerin tarihsel haklarını geri alma çabaları karşısında Fransa'ya çalışan hainlere atfen ‘Fransız uzantısı’ engeli olduğu da belirtildi.
‘Hainlerin’ sırları
Şeyhi, Fransa’yla imzalanan anlaşma tarihi olan 2010 yılından bu yana oyalama ve savma faaliyetleri neticesinde herhangi bir sonuca ulaşamadıklarını ifade etti. Yetkili, Fransa’yı 1830 yılından 1962 yılına kadarki sömürge döneminden bu yana çalınan arşivlerin teslimini geciktirmekle suçladı. Tarihçiler ve Cezayir, Türkiye ve Fransa’daki ilgili yetkili birimler, sömürge kuvvetlerinin, 1518-1830 yılları arasındaki Osmanlı dönemine kadar uzanan yüzbinlerce belgeyi Cezayir’den Fransa’ya naklettiğini belirtti.
Tarih profesörü Muhammed bin Buali, Fransa’nın arşivleri teslim etmedeki oyalamasının, Fransız liderliğinin emri altında çalışan ülkedeki Cezayirli yetkililerle bağlantılı olduğunu belirtti. Fransa’nın Cezayir tarafından desteklenen bir adım atmayı reddetmediğini, ancak Cezayir’deki “uzantılarını” koruduğunu vurgulayan Buali, arşivlerin kesinlikle geri alınacağını, ancak bunun ilerleyen zamanlarda olacağını vurguladı.
Fransa tedbirli davranıyor
Buali, Independent Arabia’dan Ali Yahi'ye yaptığı açıklamada, (arşivi olumlu şekilde kullandıklarını söyleyen) bazı kişiler açısından istisnai bir ilkenin benimsenmesini sağlayan Fransız yasalarına göre, Cezayir’in “bireylerin kişisel verilerinin veya bazılarını etkileyebilecek verilerin arşivlenmesiyle ilgili” özel tedbir sürecinin, 70 yılda kadar uzayabileceğine dikkati çekti. Buali, sadece Fransa’nın Cezayir’deki suçları nedeniyle arşivlerin teslim edilmediği yönündeki iddiaları kabul etmeyerek, durumun Cezayir’deki Cezayirlilerin korunmasıyla da ilgili olduğunu vurguladı.
Liderlerin kafatasları
Cezayir Arşivleri Genel Müdürü tarafından yapılan açıklamalara paralel olarak Fransız antropolog Alan Feromon, Fransa makamlarına, Cezayir direnişçilerinin kafataslarını tartışmasız bir şekilde kendi ülkelerine teslim etme çağrısı yaparak, bunların Cezayirli direnişçiler tarafından temsil edilen birer sembol olduğunu vurguladı.
Halk gösterileri ve arşivler
Mevcut dönemde Fransa’nın el koyduğu Cezayir arşivleri hakkında söylenenler, Cezayir Genelkurmay Başkanı Kayed Salih’in Fransa ve ‘uzantılarına’ karşı yönettiği mücadeleyle de bağlantılı olabilir. Zira Cezayir halkının tarihine ve ‘kutsal’ devrimine saygısızlığı kabul etmediği göz önüne alındığında bu mücadele, ayaklanmayı siyasetten uzaklaştırma girişimi olarak yorumlanabilir. Bu hususta siyasi analist Lounas Dayfullah, “Elbette Genelkurmay Başkanlığı Fransa’ya karşı ikinci kurtuluş savaşını sürdürüyor. Arşivin ‘hainleri’ ve ‘çetenin uzantılarını’ ortaya çıkaran en önemli kanıtlardan biri olduğu göz önüne alındığında, yıllardır birçok mürekkep tüketen arşivler hakkında söylenenler, ‘çetelere’ karşı savaşın da bir delilidir. Aynı zamanda bu durum, Fransa’ya Cezayir’deki ‘uzantıları’ pahasına bir baskı girişimi de olabilir” ifadelerini kullandı.



Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  

Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  
TT

Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  

Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  

Tarih boyunca şahit olunan başlıca olgulardan biri; adaletsizliğin faillerinin kendilerini temize çıkarıp, mağdurları suçlayarak eylemsizliklerini ve kötülüğü haklı çıkarmaya çalışmasıdır. Omicron varyantının ortaya çıkmasından Afrikalıların sorumlu olduğu iddiaları, dünyanın kuzey ülkelerinde aşı kullanımında isteksizlik ve Güneydeki ülkelerin düşük aşılanma seviyeleri, 2021 yılında bu utanç verici hikâyenin bir kez daha tekrarlandığını gösteriyor.  
Omicron Afrika'nın suçu değildir; temel sorumluluk, yüz milyonlarca aşıyı stoklayıp, tüm uyarılara rağmen, dünyanın en savunmasız bölgelerinin aşılanması ve virüsün mutasyonları konusunda çok az şey yapan zengin ülkelerin yönetimlerindedir.  
Kritik sorun, Afrika'daki hükümetlerin aşıları yasaklaması ya da ihtiyatlı yaklaşması değil, Afrika'nın aşılara erişememesidir. Elbette aşı karşıtları dünyanın her yerinde kaos yaymaya çalışıyor. Bununla birlikte, Afrika ve Asya ziyaretlerimde, unutamadığım sahne; bir anne ve çocuklarının, aşılanmak için kilometrelerce yol kat edip günlerce beklemesiydi. O anne, çocuk felci, difteri ve tüberküloz gibi hastalıklar karşısında, ailesinin hayatta kalmak için en iyi şansının aşı olmak olduğunun farkındaydı. O annenin kararlılığı ve tıbbın hayat kurtarıcı gücüne olan inancı, ihtiyacının karşılanması için icabet edilmesi gereken ahlaki bir çağrı anlamına gelir. 
Son zamanlarda yeni bir salgınla karşı karşıya olmamız bize pratik bir zorunluluğu hatırlatıyor: dünya genelinde aşılamada başarısız olursak ailelerimizi ve toplumlarımızı da yüzüstü bırakmış olacağız. Virüsün serbestçe mutasyona uğramasına izin vererek, tamamen aşılanmış olanlara bile musallat olmasına katkı sunmuş oluyoruz. Dünya Sağlık Örgütü, bu yılın eylül ayına kadar, yaklaşık 200 milyon vaka artışı ve 5 milyon ölü sayısı öngörüyor. Bu durum bize şu karamsar söylemi hatırlatıyor; hiçbir yerde kimse korku içinde yaşamasın diye, herkes her yerde korku içinde yaşayacak.  
 Bir ‘korona’ krizinden başka bir ‘korona’ krizine geçmek yerine, 2022 yılını, virüse karşı tam kontrol yılı yapma kararlılığını göstermeliyiz. Seçeneklerimiz tüm dünyanın aşılanmasıyla sınırlı tutulamaz. Nitekim şu anda tüm dünyayı aşılamaya yetecek kadar aşı üretiyoruz. Mevcut üretilmiş aşı miktarı 11,1 milyar doz civarında ve haziran ayına kadar bu sayı yaklaşık 19,8 milyar doza ulaşacak. Ancak buradaki en önemli ve kabul edilemez sorun, dağıtılan milyarlarca aşının yalnızca yüzde 0,9'unun düşük gelirli ülkelerde kullanılmasıdır. Aşıların yüzde 70'i yüksek ve orta gelirli ülkelerde dağıtıldı. Yine testlerin sadece yüzde 0,5'i düşük gelirli ülkelerde yapıldı. Bu ülkelerde, bırakın solunum cihazını, ciddi anlamda temel tıbbi ekipman sıkıntısı yaşanıyor.  
Dünya genelinde tahmini 500 milyon yoksul insan, zorunlu sağlık hizmetleri ödemeleri nedeniyle aşırı yoksulluğa itiliyor.  
Düşük gelirli ülkelerde aşılanma oranları ortalama yüzde 4,8, Afrika genelinde bu oran yüzde 9,96 olarak kayda geçmiş durumda.  Bu kasvetli bir tabloyu yansıtıyor, kuzey ülkelerine kıyasla çok daha düşük maliyetlerle güney ülkelerinde aşılama yapabiliriz. Bu utanç kaynağı eşitsizlik sadece tıbbi bir başarısızlık olarak değil, bizim için ahlaki bir düşüşü göstermektedir.  
2022'de bizi bekleyen en büyük küresel zorluk, dünyanın zenginleri ile korunmasız yoksulları arasındaki büyük uçurumu kapatmak için finansman sağlayarak bu utancı ortadan kaldırmamızdadır. Küresel sağlık çabalarını desteklemeli ve gerekli finansmanı sağlamalıyız.  
Küresel ekonominin 1,1 trilyon dolarla desteklendiği 2009 mali kriziyle ilgili deneyimlerimden biliyorum. İngiltere olarak, özellikle sağlık alanında istihdamı arttırmaya yönelmiştik. İngiltere’nin vatandaşlarının istihdamına yönelik bu vizyonu, dünya geneli için örneklik teşkil etmeye adaydır.  Mevcut her sağlık uzmanını istihdam etmeli, aşı ve ilaç çalışmaları ile muteber dağıtım ajanslarını desteklemeliyiz. Coca-Cola'nın haritalarda yer almayan en ücra yerlere ulaşması gibi, Pfizer'in de gerekirse drone’lar aracılığı ile aşıları her yere ulaştırması lazımdır. Böylelikle daha önce hiç aşı olmamış yetişkinlerin aşıya kavuşması sağlanabilir.  
Dünyadaki en zengin ekonomiler, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 23.4 milyar dolarlık acil taleplerine yanıt vermelidir.  
Bunun içinde, Kovid-19 salgınına karşı küresel aşı ve tedavi programının (ACT Accelerator) aciliyet içeren 1,5 milyar dolarlık fonu da yer almaktadır. Bu miktar çok yüksek görünebilir, ancak Koronavirüs salgının 2025 yılına kadar dünya ekonomisinde neden olacağı 5,3 trilyon dolarlık zarardan 200 kat daha küçüktür. 23 milyar dolar, kuzeydeki her vatandaş haftada 10 pence (pens) öderse bu meblağ karşılanabilir. Bu tarihteki en önemli yatırımlardan biri olacaktır. Tabi ki yaşam ve ölüm arasında fark yaratmanın, en ucuz bisküvi paketi fiyatından çok daha değerli olduğuna şüphe yok.  

Kovid-19 aşısı ve tedavi yöntemlerine eşit erişim için 23 milyar dolar gerekiyor, buna ek olarak; araştırmaları sürdürmek ve tedavilerin uygulanmasında dahili kapasite oluşturmak için 24 milyar dolara gereksinim var.  
Ayrıca, üç bağımsız kuruluş tarafından önerilen yıllık 10 milyar doları kapsayacak uzun vadeli finansman kaynağına ihtiyaç var. ABD Başkanı Joe Biden'in önümüzdeki aylarda davet edeceği Aşı Konferansı'nda bu meblağların taahhüt edilmesi, gelecekteki salgınları önlemek aşısından son derece önemli olacaktır.  
Öncelikle, uluslararası toplum olarak, tıpkı 1960'larda dünya genelindeki çiçek hastalığını ortadan kaldırmak için yaptığımız gibi, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'nın barışı koruma operasyonlarını finanse ettiği gibi, maliyetlerin ülkeler arasında adil bir şekilde paylaştırıldığı bir formül üzerinde anlaşmamız gerekiyor. Halihazırda, küresel sağlık finansmanı, bağış toplama kampanyalarıyla sağlanmaya çalışılıyor. Bunun yerine daha ciddi girişimlerin yapılması zorunludur. Bulaşıcı hastalıkların kontrolü için öncelikle DSÖ ve küresel sağlık çabaları, adil bir dağılımla ortak bir şekilde finanse edilmelidir. ABD ve Avrupa Birliği, maliyetlerin yaklaşık yüzde 25'ini sağlamalı, geri kalan ülkeler ödeme güçlerine göre katkılar sunmalıdır.  
İkinci olarak, koronavirüs salgının göz önüne serdiği, küresel sağlık sisteminin eksiklerinin bir an önce giderilmesine yönelik girişimler gerekiyor. Dünya Sağlık Örgütü salgınla mücadelesinde düşük kaynaklara sahipken, IMF ve kalkınma bankaları para kaynaklarının büyük çoğunluğuna hükmetmektedir. IMF’nin kaynaklarından 10 milyar doları yeni bir aşılama faaliyeti için ayırması lazımdır. Yine uzun vadede 100 milyar dolarlık bir fonun, küresel sağlık mekanizmasını iyileştirmek ve muhtemel salgınlara hazırlanmak için tahsis edilmesi gerekir.  
Üçüncü olarak, ihtiyaç duyulan finansman kaynaklarının sağlanmasında, kuzey ülkelerinin ortak para rezervlerinin kullanılmasına odaklanmalıyız. Sadece başlangıçta 2 milyar dolar ayırarak, en yoksul ülkelerin sağlık sistemlerine katkı sunmamız mümkün olacaktır.  
Son olarak, BM Küresel Sağlık Girişimi, 2006'dan bu yana küresel sağlıkla ilgili uluslararası havayolu vergilerinden yaklaşık 1,25 milyar dolar toplayabilmişti. Bu dayanışmanın benzerini, uluslararası ticari faaliyetlerin normale dönmesinden fayda sağlayacak olan şirketlerden talep edebiliriz. Bu şirketler, koronavirüs salgınıyla baş etme çabalarına katkı sunmalıdır.  
Umut kırılgan bir bileşendir. Bazı ülkelerde stoklardaki aşılar heba olurken, bazı ülkelerin aşıya umutsuzca ihtiyaç duyması umudu öldürebilir. Zengin ülkeler yoksul ülkelere yönelik kendi resmi taahhütlerini yerine getirmezse, kar etmenin insan hayatından öncelikli olduğu düşünülebilir. Ancak bu yıl umut tekrar canlanabilir.  
Bir zamanlar imkânsız görünen şey bugün mümkün olabilir. Önce bir zengin ülkenin katkıları, ardından iki ülkenin, sonra altı ülkenin, derken herkes bu ölümcül hastalığın yayılmasını durdurmak için birleşecektir. Sadece ölümlerin önüne geçmek için değil, tüm insanların yaşamına eşit değer verdiğimizi göstermek için bu böyle olacaktır.   
Bu dayanışma eylemleriyle, Afrika’daki binlerce yoksul anne, 2020 ve 2021'de sınavı kaybeden dünyanın, 2002’de birleştiğini ve kendilerine yardım ettiğini görecektir. O anneler, bizim de başkalarının acısını hissettiğimizi ve kendimizden daha büyük bir şeylere inandığımızı hissedecektir.