Dürzi liderler arasında ihtilaflar sokağı da bölüyor

Dürzi liderler arasında ihtilaflar sokağı da bölüyor
TT

Dürzi liderler arasında ihtilaflar sokağı da bölüyor

Dürzi liderler arasında ihtilaflar sokağı da bölüyor

Velid Canbolat liderliğindeki (Dürzi) İlerici Sosyalist Parti (İSP) yandaşları ve Cebel-i Lübnan bölgesinde Talal Arslan liderliğindeki (Dürzi) Lübnan Demokrat Partisi (LDP) yandaşları arasında geçen Pazar (30 Haziran) günü yaşanan çatışmalar, Canbolat ve Arslan aşiretleri arasında son yıllarda yaşanan şiddet içerikli ihtilafın bir parçası.
Dürziler arasında yaşanan iç çatışma, Arslan ve Canbolat aşiretleri ile de sınırlı değil. Aksine çatışmaya, Esed ve Hizbullah destekli ve geçen aylarda Arslan ile uzlaşı sağlamadan önce Dürzi liderlerle çeşitli anlaşmazlıklar yaşayan (Dürzi) Tevhid Partisi Genel Başkanı Viam Vahab da katıldı. Vahab-Arslan uzlaşısı, Canbolat’ı zayıflatıp Dürzi liderliğini paylaşmak üzere bir plan çerçevesinde sağlanmıştı.
İSP Genel Başkanı Canbolat ise Cebel-i Lübnan’da koalisyon listesi oluşturma çabaları başarısız olmasına rağmen, son seçimlerde Lübnan parlamentosundaki Dürzi sekiz sandalyenin 7’sini kazanmayı başardı. (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) ile koalisyon kuran Arslan ise sadece 1 sandalye elde edebildi.
Meclis'teki Blok ve İttifaklar
Ancak Arslan’ın hükümette 3 Dürzi koltuğu temsil etme çabasıyla ÖYH, “Cebel-i Lübnan garantisi” olarak bilinen bir meclis bloğu oluşturma konusunda Arslan ile anlaştı.
Sezar Ebi Halil, Mario Avn ve Ferid el-Bustani Blok'ta yer alırken, toplantılarda Mültecilerden Sorumlu Devlet Bakanı Salih el-Garib (LDP) ve Göçmen Bakanı Gassan Atallah (ÖYH) da yer aldı. Söz konusu milletvekillerinin tamamı ise Dışişleri Bakanı Cibran Basil liderliğindeki Meclis'teki Güçlü Lübnan Bloğu üyesi. Bu seçim ittifakı, bir mücadele listesi oluşturmak zorunda kalan Hafize Vahab’ı da etkiledi.
Hükümeti kurma sürecinde çok sayıda gerginlik yaşanmasının ardından Arslan, 3 Dürzi sandalyenin birini koparmayı başardı ve tercihi, bakanlığın eski hükümette (Sünni) Müstakbel Hareketi’nin paylarından biri olması dolayısıyla Bakan el-Garib oldu.
Canbolat’ı bir planla Şam ve Lübnan’daki müttefiklerinden uzaklaştırma girişimi karşısında uyarılardan sonra, son dönemde İSP milletvekilleri ve bakanları, bu girişimlerin başarısız olacağına dair iddialara rağmen tereddütlüydü. Paradoksal olarak Dürzi arenasındaki siyasi bölünme, tabanda Dürzi toplumu için geçerli.
Şeyhu'l Akl tartışması
Lübnan parlamentosunda kabul edilen yasaya göre Dürzi toplumunun resmi, meşru Dini önderi yani "Şeyhu’l Akl" Canbolat'ın da desteklediği Şeyh Naim Hasan. Arslan ve Vahab ise Şeyh Nasıruddin el-el-Garib’i Şeyhu'l Akl kabul ediyor.
Şeyh Garib’in Lübnan Meclisi tarafından onaylanan Şeyhu'l Akl yasasını “fitne yasası” olarak nitelemesiyle Arslan ve Vahab, Eylül 2018’de Birleşik Dürzi Mezhep Konseyi’ne yeni üyelerin seçimini boykot etti. Garib, “Lübnan’daki Dürzilerin çoğu, Mezhep Konseyi’nin meşruiyetini tanımıyor ve kararlarından bıkmış durumda” diyerek, İSP’ye mensup tüm adayların da başarı elde etmesine neden oldu.
Dürzi Mezhep Konseyi, Dürzi hakimler, mevcut ve eski milletvekilleri de dahil, dini organların, sektörlerin ve farklı alanlarda kuruluşların temsilcilerini içeren bir seçici kurum olarak sayılıyor. Dürzi toplumunun ve vakıflarının iş yönetimi, toplumsal, insani, kültürel ve toplumun önem gösterdiği diğer meselelerle ilgileniyor. Konsey, toplumun manevi lideri olan, Dürzi toplumunun dini lideri Şeyhu'l Akl'ı da seçiyor.
İslam-Hristiyanlık diyaloğu için Arap Grubu Başkanı ve İslam- Hristiyanlık Diyaloğu Ulusal Komitesi Üyesi Hakim Abbas el-Halebi, yaptığı açıklamada, Dürzilerin toplum içerisindeki geleneksel partizanlığının yüzlerce yıl öncesine dayandığını belirtti. Dürzi bileşenleri arasındaki siyasi pozisyonda her zaman bir çeşitlilik bulunduğunu vurgulayan Halebi, ancak aynı zamanda çatışmalar için bir tavanın da olduğunu ve böylece siyasi refah dönemlerinde, bölünme ve gerginlik durumlarında bunların üstesinden gelinebildiğini ifade etti. 
Hakim Abbas el-Halebi, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Çeşitli nedenler, sonunda Dürzi sokaklarında karşılaştığımız krize, özellikle de geçen Mayıs ayındaki seçim kampanyalarından kaynaklanan yalnızlığa neden oldu” dedi.
Dürzi parti liderleri arasındaki ihtilaflar, doğrudan Dürzi sokaklarına da yansıyor.



Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  

Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  
TT

Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  

Korona: Küresel sistemdeki derin aksaklıkların gün yüzüne çıkması  

Tarih boyunca şahit olunan başlıca olgulardan biri; adaletsizliğin faillerinin kendilerini temize çıkarıp, mağdurları suçlayarak eylemsizliklerini ve kötülüğü haklı çıkarmaya çalışmasıdır. Omicron varyantının ortaya çıkmasından Afrikalıların sorumlu olduğu iddiaları, dünyanın kuzey ülkelerinde aşı kullanımında isteksizlik ve Güneydeki ülkelerin düşük aşılanma seviyeleri, 2021 yılında bu utanç verici hikâyenin bir kez daha tekrarlandığını gösteriyor.  
Omicron Afrika'nın suçu değildir; temel sorumluluk, yüz milyonlarca aşıyı stoklayıp, tüm uyarılara rağmen, dünyanın en savunmasız bölgelerinin aşılanması ve virüsün mutasyonları konusunda çok az şey yapan zengin ülkelerin yönetimlerindedir.  
Kritik sorun, Afrika'daki hükümetlerin aşıları yasaklaması ya da ihtiyatlı yaklaşması değil, Afrika'nın aşılara erişememesidir. Elbette aşı karşıtları dünyanın her yerinde kaos yaymaya çalışıyor. Bununla birlikte, Afrika ve Asya ziyaretlerimde, unutamadığım sahne; bir anne ve çocuklarının, aşılanmak için kilometrelerce yol kat edip günlerce beklemesiydi. O anne, çocuk felci, difteri ve tüberküloz gibi hastalıklar karşısında, ailesinin hayatta kalmak için en iyi şansının aşı olmak olduğunun farkındaydı. O annenin kararlılığı ve tıbbın hayat kurtarıcı gücüne olan inancı, ihtiyacının karşılanması için icabet edilmesi gereken ahlaki bir çağrı anlamına gelir. 
Son zamanlarda yeni bir salgınla karşı karşıya olmamız bize pratik bir zorunluluğu hatırlatıyor: dünya genelinde aşılamada başarısız olursak ailelerimizi ve toplumlarımızı da yüzüstü bırakmış olacağız. Virüsün serbestçe mutasyona uğramasına izin vererek, tamamen aşılanmış olanlara bile musallat olmasına katkı sunmuş oluyoruz. Dünya Sağlık Örgütü, bu yılın eylül ayına kadar, yaklaşık 200 milyon vaka artışı ve 5 milyon ölü sayısı öngörüyor. Bu durum bize şu karamsar söylemi hatırlatıyor; hiçbir yerde kimse korku içinde yaşamasın diye, herkes her yerde korku içinde yaşayacak.  
 Bir ‘korona’ krizinden başka bir ‘korona’ krizine geçmek yerine, 2022 yılını, virüse karşı tam kontrol yılı yapma kararlılığını göstermeliyiz. Seçeneklerimiz tüm dünyanın aşılanmasıyla sınırlı tutulamaz. Nitekim şu anda tüm dünyayı aşılamaya yetecek kadar aşı üretiyoruz. Mevcut üretilmiş aşı miktarı 11,1 milyar doz civarında ve haziran ayına kadar bu sayı yaklaşık 19,8 milyar doza ulaşacak. Ancak buradaki en önemli ve kabul edilemez sorun, dağıtılan milyarlarca aşının yalnızca yüzde 0,9'unun düşük gelirli ülkelerde kullanılmasıdır. Aşıların yüzde 70'i yüksek ve orta gelirli ülkelerde dağıtıldı. Yine testlerin sadece yüzde 0,5'i düşük gelirli ülkelerde yapıldı. Bu ülkelerde, bırakın solunum cihazını, ciddi anlamda temel tıbbi ekipman sıkıntısı yaşanıyor.  
Dünya genelinde tahmini 500 milyon yoksul insan, zorunlu sağlık hizmetleri ödemeleri nedeniyle aşırı yoksulluğa itiliyor.  
Düşük gelirli ülkelerde aşılanma oranları ortalama yüzde 4,8, Afrika genelinde bu oran yüzde 9,96 olarak kayda geçmiş durumda.  Bu kasvetli bir tabloyu yansıtıyor, kuzey ülkelerine kıyasla çok daha düşük maliyetlerle güney ülkelerinde aşılama yapabiliriz. Bu utanç kaynağı eşitsizlik sadece tıbbi bir başarısızlık olarak değil, bizim için ahlaki bir düşüşü göstermektedir.  
2022'de bizi bekleyen en büyük küresel zorluk, dünyanın zenginleri ile korunmasız yoksulları arasındaki büyük uçurumu kapatmak için finansman sağlayarak bu utancı ortadan kaldırmamızdadır. Küresel sağlık çabalarını desteklemeli ve gerekli finansmanı sağlamalıyız.  
Küresel ekonominin 1,1 trilyon dolarla desteklendiği 2009 mali kriziyle ilgili deneyimlerimden biliyorum. İngiltere olarak, özellikle sağlık alanında istihdamı arttırmaya yönelmiştik. İngiltere’nin vatandaşlarının istihdamına yönelik bu vizyonu, dünya geneli için örneklik teşkil etmeye adaydır.  Mevcut her sağlık uzmanını istihdam etmeli, aşı ve ilaç çalışmaları ile muteber dağıtım ajanslarını desteklemeliyiz. Coca-Cola'nın haritalarda yer almayan en ücra yerlere ulaşması gibi, Pfizer'in de gerekirse drone’lar aracılığı ile aşıları her yere ulaştırması lazımdır. Böylelikle daha önce hiç aşı olmamış yetişkinlerin aşıya kavuşması sağlanabilir.  
Dünyadaki en zengin ekonomiler, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 23.4 milyar dolarlık acil taleplerine yanıt vermelidir.  
Bunun içinde, Kovid-19 salgınına karşı küresel aşı ve tedavi programının (ACT Accelerator) aciliyet içeren 1,5 milyar dolarlık fonu da yer almaktadır. Bu miktar çok yüksek görünebilir, ancak Koronavirüs salgının 2025 yılına kadar dünya ekonomisinde neden olacağı 5,3 trilyon dolarlık zarardan 200 kat daha küçüktür. 23 milyar dolar, kuzeydeki her vatandaş haftada 10 pence (pens) öderse bu meblağ karşılanabilir. Bu tarihteki en önemli yatırımlardan biri olacaktır. Tabi ki yaşam ve ölüm arasında fark yaratmanın, en ucuz bisküvi paketi fiyatından çok daha değerli olduğuna şüphe yok.  

Kovid-19 aşısı ve tedavi yöntemlerine eşit erişim için 23 milyar dolar gerekiyor, buna ek olarak; araştırmaları sürdürmek ve tedavilerin uygulanmasında dahili kapasite oluşturmak için 24 milyar dolara gereksinim var.  
Ayrıca, üç bağımsız kuruluş tarafından önerilen yıllık 10 milyar doları kapsayacak uzun vadeli finansman kaynağına ihtiyaç var. ABD Başkanı Joe Biden'in önümüzdeki aylarda davet edeceği Aşı Konferansı'nda bu meblağların taahhüt edilmesi, gelecekteki salgınları önlemek aşısından son derece önemli olacaktır.  
Öncelikle, uluslararası toplum olarak, tıpkı 1960'larda dünya genelindeki çiçek hastalığını ortadan kaldırmak için yaptığımız gibi, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'nın barışı koruma operasyonlarını finanse ettiği gibi, maliyetlerin ülkeler arasında adil bir şekilde paylaştırıldığı bir formül üzerinde anlaşmamız gerekiyor. Halihazırda, küresel sağlık finansmanı, bağış toplama kampanyalarıyla sağlanmaya çalışılıyor. Bunun yerine daha ciddi girişimlerin yapılması zorunludur. Bulaşıcı hastalıkların kontrolü için öncelikle DSÖ ve küresel sağlık çabaları, adil bir dağılımla ortak bir şekilde finanse edilmelidir. ABD ve Avrupa Birliği, maliyetlerin yaklaşık yüzde 25'ini sağlamalı, geri kalan ülkeler ödeme güçlerine göre katkılar sunmalıdır.  
İkinci olarak, koronavirüs salgının göz önüne serdiği, küresel sağlık sisteminin eksiklerinin bir an önce giderilmesine yönelik girişimler gerekiyor. Dünya Sağlık Örgütü salgınla mücadelesinde düşük kaynaklara sahipken, IMF ve kalkınma bankaları para kaynaklarının büyük çoğunluğuna hükmetmektedir. IMF’nin kaynaklarından 10 milyar doları yeni bir aşılama faaliyeti için ayırması lazımdır. Yine uzun vadede 100 milyar dolarlık bir fonun, küresel sağlık mekanizmasını iyileştirmek ve muhtemel salgınlara hazırlanmak için tahsis edilmesi gerekir.  
Üçüncü olarak, ihtiyaç duyulan finansman kaynaklarının sağlanmasında, kuzey ülkelerinin ortak para rezervlerinin kullanılmasına odaklanmalıyız. Sadece başlangıçta 2 milyar dolar ayırarak, en yoksul ülkelerin sağlık sistemlerine katkı sunmamız mümkün olacaktır.  
Son olarak, BM Küresel Sağlık Girişimi, 2006'dan bu yana küresel sağlıkla ilgili uluslararası havayolu vergilerinden yaklaşık 1,25 milyar dolar toplayabilmişti. Bu dayanışmanın benzerini, uluslararası ticari faaliyetlerin normale dönmesinden fayda sağlayacak olan şirketlerden talep edebiliriz. Bu şirketler, koronavirüs salgınıyla baş etme çabalarına katkı sunmalıdır.  
Umut kırılgan bir bileşendir. Bazı ülkelerde stoklardaki aşılar heba olurken, bazı ülkelerin aşıya umutsuzca ihtiyaç duyması umudu öldürebilir. Zengin ülkeler yoksul ülkelere yönelik kendi resmi taahhütlerini yerine getirmezse, kar etmenin insan hayatından öncelikli olduğu düşünülebilir. Ancak bu yıl umut tekrar canlanabilir.  
Bir zamanlar imkânsız görünen şey bugün mümkün olabilir. Önce bir zengin ülkenin katkıları, ardından iki ülkenin, sonra altı ülkenin, derken herkes bu ölümcül hastalığın yayılmasını durdurmak için birleşecektir. Sadece ölümlerin önüne geçmek için değil, tüm insanların yaşamına eşit değer verdiğimizi göstermek için bu böyle olacaktır.   
Bu dayanışma eylemleriyle, Afrika’daki binlerce yoksul anne, 2020 ve 2021'de sınavı kaybeden dünyanın, 2002’de birleştiğini ve kendilerine yardım ettiğini görecektir. O anneler, bizim de başkalarının acısını hissettiğimizi ve kendimizden daha büyük bir şeylere inandığımızı hissedecektir.